agaclar.net

Geri Dön   agaclar.net > Üretim, Bakım, Düzenleme, Temel Malzemeler > Organik Tarım
(https)




Beğeni Düzeni220Beğeniler

Cevapla
 
Bookmark and Share Dış Bağlantılar Konu Araçları Mod Seç
Eski 08-10-2014, 21:58   #1
agaclar.net
 
MeyveliTepe's Avatar
 
Giriş Tarihi: 22-03-2007
Şehir: Kocaeli
Mesajlar: 9,019
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi İsmail Kuzucu Mesajı Göster

3-4 sene önce ilaçlama belgesi aldık, bu belgesi olmayana ilaç verilmeyecek ve ilaç attırılmayacak diye. Böylece kimin nereye ne kadar ilaç kullandığı belli olacak. (Burasıda tertışılır tabi) Hep yasa var ama denetleyip uygulayan yok..
İlaç için belgeye filan gerek yok. Zirai ilaç bayilerinde raflar dizi dizi her türlü zehirle dolu. Birisi gelip bir rafı komple satın alsa kimsenin diyeceği bir şey yok.

MeyveliTepe Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 11-10-2014, 20:10   #2
Ağaç Dostu
 
ozanemre's Avatar
 
Giriş Tarihi: 29-02-2008
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 277
Ön Konferanslar Başladı!

18.IFOAM Dünya Organik Kongresi Ön Konferansları, bu sabah Yeditepe Üniversitesi'nde başladı.

Bugünün programı;

09.30- 18.00 Gıda Toplulukları Oluşturmak
09.00-12.30 Organik Pamuk için Daha Sürdürülebilir Bir İş modeli Oluşturmak
14.00-17-30 Küresel Organik Pamuk Topluluğu Platformu Toplantısı
14.00-17.30 Türkiye'de Organik Sektörün Önündeki Zorluklar
14.00-18.00 Küresel GDO Tartışmasında IFOAM'ı Güçlendirmek

Eklenen Resimler
 
YeniBON beğendi.
ozanemre Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 12-10-2014, 10:34   #3
agaclar.net
 
MeyveliTepe's Avatar
 
Giriş Tarihi: 22-03-2007
Şehir: Kocaeli
Mesajlar: 9,019
Name:  10703638.jpg
Views: 1841
Size:  38.7 KB

Food Inc.'den

MeyveliTepe Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 13-10-2014, 21:08   #4
Ağaç Dostu.
 
vetman996's Avatar
 
Giriş Tarihi: 21-08-2008
Şehir: Manisa-Salihli
Mesajlar: 772
Değerli Dostlar Merhaba.

Organik Tarım ülkemizde tam olarak irdelenemediği için şüpheyle yaklaşılan bir konu. İşin içine sertifika kuruluşları ve bazı kavramlar ayrıca istismarlar da girince anlaşılması daha zor bir hale geliyor.

Bir ürünün "organik" olabilmesi için "organik sertifikası" olması gerektiği için "doğal tarım" ifadesi daha uygun bence. Ama konu organik tarım olarak işlendiği için organik tarım ifadesiyle devam edelim.

Organik tarımı organik olmayan tarımdan ayıran üç önemli unsur vardır.(sadece en önemlileri yazıyorum)
I) Kullanılan Zirai İlaçlar - Pestisitler
II) Kullanılan Gübreler
III) Kullanılan Tohum

I-Kullanılan Zirai İlaçlar konusunda Sayın Meyvelitepe yukarıda detaylı bilgiler vermiş. Pestisitlerle ilgili kısmı okurken tüylerim diken diken olduğunu itiraf etmeliyim.http://www.agaclar.net/forum/1322378-post88.htm

II- Kullanılan kimyasal gübrelerle ilgili düşüncelerimi daha önce paylaşmıştım.

http://www.agaclar.net/forum/1216903-post25.htm

http://www.agaclar.net/forum/1216904-post26.htm

İlave edilecek hususlar olsa da yazının uzamasını önlemek için detaya girmiyorum.

III- Tohum.
Önemini yeni yeni kavradığım bir sözcük "tohum". Koca koca ağaçların küçücük bir tohumda gizli olduğunu düşündüğünüzde tohumun önemi anlaşılıyor aslında.

Organik tarımda kullanacağınız tohumun da organik olması gerekiyor. Böylece Hibrit veya GDO'lu tohumdan kurtulmuş oluyorsunuz.

Aslında atayadigarı - geleneksel tohumları kullanmak en iyisi. Sayın Birnefestoprak'ın çalışmalarını ilgi ile takip ediyorum. agaclar.net'in tohum paylaşım etkinliğini canı gönülden destekliyorum.

Geneleksel tohum ile üretilmiş domates ile Hibrit tohum ile üretilmiş domates örneklerinin besin içeriği karşılaştırılmış ve aradaki çok önemli farklılıklar ortaya çıkarılmış

Örneğin geleneksel tohumla elde edilmiş domateste kalsiyum 2500 ppm
Fakat hibrit tohum kullanılarak elde edilmiş domateste kalsiyum 155 ppm bulunmuş.

Kanserden koruyucu Lycopen geleneksel tohumda 20 ppm, hibritte 3 ppm.

Aynı şekilde brokolide de karşılaştırılmalar yapılmış; örneğin geleneksel tohumla elde edilmiş brokolide B6 vitamini 34 ppm iken hibrit tohumla elde edilen brokolide B6 vitamini 4 ppm olarak bulunmuş. Bunları tablo halinde paylaşmak gerekir belki ama ben fotoğraf çekerek paylaşıyorum

Eklenen Resimler
  
OSMAN45 ve YeniBON beğendi.
vetman996 Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 13-10-2014, 21:22   #5
Ağaç Dostu.
 
vetman996's Avatar
 
Giriş Tarihi: 21-08-2008
Şehir: Manisa-Salihli
Mesajlar: 772
Değerli dostlar, organik tarımın önemini ortaya koyan tohumla ilgili paylaşılabilecek çok değerli bilgiler var ama bir kimya profesörünün düşüncelerini sizlerle paylaşmak istedim.

"Prof. Dr. İbrahim Adnan Saraçoğlu’nun yazısı:

Anadolu toprakları ve bitki örtüsü

Dünya, bugüne kadar dört dönem buzul çağı geçirmiştir. Anadolu Toprakları son buzul çağını yaşamamıştır. Yaklaşık 250 bin yıl olarak tahmin edilen dördüncü buzul çağı, Anadolu Topraklarını etkisi altına almamıştır. Buzul dönemde bitki ve mikrobiyolojik floranın kendisini geliştirmesi ve evrimini tamamlaması mümkün değildir. Çünkü, bitki ve mikrobiyolojik flora inaktiftir. Bu ne anlama gelir? Tıpkı bir derin dondurucuda mikropların ürememesi gibi. Mikroplar (bakteriler ve virüsler) çoğalamazlar. Aynı şekilde buzul altında kalan bitkilerin de gelişmesi söz konusu değildir. Tıpkı donmuş topraklarda tohumların gelişmesinin mümkün olamayacağı gibi… Kısaca, buzul çağda bitkiler ve mikroorganizmalar yaşamlarını sürdüremezler; evrimleşme durur. Bir bitki baharda filizlenir, çiçek açar, tohumları toprağa dökülür. Toprağa dökülen tohumlar bir dahaki bahar mevsiminde tekrar filizlenir, çiçek açar ve tohumları tekrar toprağa düşer. Her bahar mevsimiyle bu yaşam tekrar ederek devam eder. Her defasında bitki tohumlarının genetik yapısı çevre şartlarına bağlı olarak kendisini mükemmele doğru geliştirir. Bu durum genetik yapıya sahip her canlıda aynıdır. Kendisini geliştirme programı, her canlının genetik yapısında vardır. Şüphesiz ki, çevre şartlarının bozulması ile canlıların genetik yapıları da olumsuz etkilenerek bozulur (mutasyon).

İşte, Anadolu Toprakları yaklaşık 250 bin yıl süren buzul çağı yaşamadığı için bitkiler ve mikroorganizmalar doğal yaşamlarına devam ederek evrimini tamamlama yolunda yaşam faaliyetlerine devam etmişlerdir. Anadolu Toprakları, 250 bin yıl farkla, buz altında kalan diğer ülke topraklarına göre önde gitmiştir. 250 bin yıllık bu evrim farkı Anadolu Toprakları üzerindeki bitki florasını rakipsiz kılmıştır. Çünkü, Anadolu Toprakları üzerinde yetişen bitkiler 250 bin yıllık farkla kendilerini en mükemmel şekilde geliştirme fırsatına kavuşmuştur. 250 bin yıllık bu zaman zarfında Anadolu Topraklarının bitki florası kendisini geliştirip en mükemmel bir şekilde evrimini tamamlarken, dünyadaki birçok bölgenin bitki florası buzul çağından dolayı gelişmede ve evrimleşmede geri kalmıştır (yerinde saymıştır). Anadolu topraklarının mikrobiyolojik florası ve üzerinde yetişmekte olan bitkilerimiz, bizlere Allah’ın bir lütfudur. Bunun kıymetini çok iyi anlamak ve bilmek zorundayız.

Tohumlar
Diyarbakır’ın ve Ceyhan’ın karpuzu, Çankırı’nın eriği, Kemaliye’nin beyaz dutu, Malatya’nın kayısısı, Çengelköy’ün salatalığı, Kırkağaç kavunu, Çukurova’nın yafa ve Finike portakalı, Torosların ve İsfendiyar Dağlarının ahlatı, Amasya’nın elması, Anadolu’nun kara buğdayı ve daha yüzlercesini sayabileceğimiz Anadolu’nun bölgesel ve yöresel bu saygın ürünlerinin bir çoğu kayıp oldu, bir çoğu da kayıp olmak üzeredir. Her geçen yıl daha az bulunuyorlar. Her yıl Anadolu Topraklarına özgü sebze ve meyvenin birçok türü adeta küsmüş gibi ne pazarda ne de kendi yöresinde bulunuyor. Çünkü, çoğaltan yok. Milletin efendisi ve aynı zamanda da sofralarımızın kurucuları modernleştirildiler. Ellerine çeşit çeşit ebter tohumlar ve hormon verildi. Onlar da bu ürünler ile sofralarımızı kuruyorlar. Ne acıdır ki, bu yıl İstanbul’da yafa portakalını aramama rağmen bulamadım. Ülkemizde sebze, meyve, tahıl ve bakliyatta, bölgesel ve yöresel olarak binlerce doğal tohum türü vardı… Bu türlerin sayıları her yıl giderek azalırken bir taraftan da birçoğu kayıp olup gitti.

Bölgesel ve yöresel meyve bahçelerinin önemli bir kısmı yok oldu. Yukarıda adlarını belirtmiş olduğum, sebze, meyve ve tahılın doğal tohumlarının çoğu kayıp olup gitti. Birçoğunu bulmak mümkün değildir. Artık, çarşı-pazar alışverişlerinde bu saygın ürünlerimizi bulamıyoruz. Ne, yamula patlıcanından, ne ispir fasulyesinden ne de heybeli kavunundan eser kalmadı. Yerini ebter tarım ve ebter tohumdan elde edilmiş sebze, meyve ve bakliyat aldı.

Günümüzde üç ayrı tohum vardır. Bunları size kısaca tanıtmak istiyorum:
• Doğal tohumlar
• Melez (hibrid) tohumlar
• Transgen tohumlar

Anadolu’nun doğal tohumları

Evrimini en mükemmel bir şekilde tamamlamış tohumlardır. Yüzbinlerce yıl boyunca kendilerini geliştirerek günümüze kadar gelmişlerdir. İnsan sağlığı için gerekli olan etkin maddeleri içerir. Bu etkin maddelerin özellikleri, hastalıklara karşı önleyici ve koruyucudur. Bağışıklık sistemini güçlendirir. Sonradan kazanılacak hastalıklara karşı, içerdikleri etkin maddeler bizleri korur. Doğal tohumdan elde edilen sebzenin, meyvenin ve tahılın kokusu, damak tadı, aroması kendine hastır. Tadına doyamazsınız. Çünkü, 250 bin yıllık evrim farkı sayesinde en mükemmel genetik yapıya ulaşmışlardır. Evrimini en mükemmel şekilde tamamlamış bu tohumlarımızın ürünlerinin,
• Tadı
• Kokusu
• Aroması
• Vitamin zenginliği
• Mineral zenginliği
• Sağlığımız için birinci derecede önemli etkin maddeleri
tamamen o tohumun içerdiği genetik yapıya bağlıdır. Eğer bir tohumun genetik yapısına müdahele edilirse, bu taktirde o tohumdan elde edilen ürünün, tadı, kokusu, aroması, vitamin değerleri, mineral zenginliği ve etkin maddeleri değişir. Bu durumu birkaç örnekle aşağıda açıklamış bulunmaktayım.

Anadolu topraklarında geleneksel tarım uygulaması sadece doğal tohumlar ile yapılırken seksenli yıllardan itibaren yavaş yavaş azalarak yerini sera tarımına terk etmeye başlamıştır. İkibinli yılların başlarından itibaren de geleneksel tarım uygulaması ve doğal tohum kullanımı büyük oranda terk edilerek, yerini sera uygulamasına ve ebter tohum kullanımına terk etmiştir.

Melez (ebter, hibrid) tohumlar
Melez tohumların diğer bir adı da hibrid tohumlardır. Ben bu gruptaki tohumlara ebter tohumlar diyorum. Ebter, soyu kesik demektir. Zürriyeti yok demektir. Bir başka ifade tarzıyla soyunu devam ettiremeyen anlamına gelir. Melez (hibrid, ebter) tohumların genlerine müdahale edilir. Bu tohumların (melez, hibrid, ebter) genlerine müdahale edildiği içindir ki, soyları kesiktir. Bu tohumu toprağa ektiğiniz zaman ürününden tohum almanız mümkün değildir. Yani bir defalıktır. Örneğin, ebter (hibrid, melez) bir salatalık, domates veya biber tohumunu toprağa ekerseniz, ne çıkan salatalıktan, ne domatesten ne de biberden tohum alamazsınız. Yani, tohumluk olarak ayıramazsınız. Kısaca, melez tohumun soyu kesiktir. Her defasında satıcı firmadan yeni ebter tohum almak zorundasınız.

Unutmayınız, bir kilo ebter (melez, hibrid) domates veya salatalık veya da biber tohumu bir kilo altından daha pahalıdır..."

Yazı daha devam ediyor...

vetman996 Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 13-10-2014, 21:31   #6
Ağaç Dostu.
 
vetman996's Avatar
 
Giriş Tarihi: 21-08-2008
Şehir: Manisa-Salihli
Mesajlar: 772
Sayın Saraçoğlu'nun yazısının devamı

"Ebter tohumların dezavantajları şunlardır:

• Tohumculukta dışa bağımlı kalmak
• İnsan sağlığı için birinci derecede önemli olan mineral, vitamin, antioksidan ve ana etkin maddelerin çoğunu içermez. İçerse de yeterli düzeyde değildir.
• Genetik yapısına müdahele edildiğinden dolayı, kimyasal özelliklerini dahi bilmediğimiz yeni ve karmaşık ve kompleks polyphenol kimyasallar oluşmaktadır.
• Oluşan bu kompleks polyphenollerin sağlığımızı uzun veya kısa dönemde nasıl etkileyeceğini bilmiyoruz.
• Ancak, kesin olarak bildiğimiz bir şey var ise, o da şudur; ebter tohumlardan elde edilen mahsulleri (ürünleri) tükettiğimiz taktirde, hastalıklara karşı önleyici ve koruyucu gücü olan etkin maddeler miktar olarak yok denecek kadar azdır.
• Vitamin ve mineral içerikleri vücudumuzun alımı bakımından son derece düşüktür.
• Ebter tohumlardan elde edilen ürünlerin tadı, kokusu, aroması hemen hemen yoktur.
• Özellikle bağışıklık sistemimizin ihtiyacı olan etkin maddelerin birçoğunu içermemektedir. İçerdikleri de yeterli düzeyde değildir.
• Ebter tohumlar, toprağın mikrobiyolojik florasına yatay geçiş (horizontal transition) yaparak, hem toprağı kontamine etmekte (kirletmekte) hem de toprağın bakteri florasını bozarak, bakteri popülasyonunda kolay mutasyona uğrama yatkınlığını artırmaktadır.
• Toprağa ekilen ebter tohumların çiçeklerinin polenleri çevre bitki florasının tür değişimine sebep olmaktadır ki, ben bu durumu çevre bitki florasının bozulması açısından büyük bir risk olarak görmekteyim.
• Ebter tohumlardan elde edilen ürünlerin (domates, brokoli, biber v.b.) selüloz ve lignin oranları farklıdır. Bu farklılık sindirim sistemi üzerinde kendisini belirgin şekilde göstermektedir. Ebter tohumlardan elde edilen ürünlerin selülozik matris yapısı büyük farklılıklar göstermektedir. Bu farklılıktan dolayıdır ki, bu ürünler ödemlidir. Yani, su tutarlar. Kestiğinizde su verir. Örneğin, ebter tohumdan elde edilmiş domatesi kestiğinizde su verir.

Değerli okuyucu, size şimdi bir örnek vermek istiyorum. Genleri ile oynanmamış, ebter veya transgen olmayan, evrimini en mükemmel bir şekilde tamamlamış olan doğal domatesi ele alalım. Doğal tohumdan elde edilen domates,
• Kalp büyümesine karşı önleyicidir
• Kalbin dış yüzeyinde oluşan yağları eritir
• İyi huylu prostat büyümesine bağlı idrar yapma zorluğunu ortadan kaldırır
• Yaşlılığa bağlı makula dejenerasyonunu önler, başlangıçta ise tedavi eder
• Güçlü antioksidanlar içerir
Ancak, ebter tohumdan elde edilen domateste bu özellikler yoktur. İşte, “Ne ekersen onu biçersin” sözünün tam kullanılacağı noktadayız.

Vitiligo (ala) hastalığına karşı mükemmel önleyici ve koruyucu, mısırdır. Bu nedenledir ki, Karadeniz Bölgesi’nde yaşayan insanlarda ala hastalığı görülmez. Çünkü, bu yörenin insanları bol bol mısır ve mısır ekmeği tüketirler. Doğal mısır, kür olarak tüketildiğinde deri ve cilt üzerindeki gözenekleri küçülterek cildin pürüzsüz olmasını sağlar. Ancak, ebter tohumdan elde edilen mısır tüketildiğinde bu özellikler yoktur.

Transgen tohumlar
Transgen tohumlar hem toksin içerir hem de ebterdirler. İnsan sağlığı için çok önemli olan koruyucu ve önleyici etkin maddelerin birçoğundan mahrumdurlar. Transgen tohumların içerdiği toksin genlerinin insan sağlığı üzerindeki etkilerinin ne olduğu veya ne olacağı konusunda herhangi bir bilgi de henüz yoktur. Transgen tohumlardan elde edilen ürünlerin lignin-selüloz oranları değişkendir. Amerika'da arılar hızla hastalanmakta ve yok olma sürecine girmiştir. Bunun en önemli nedenlerinde bir tanesi, transgen tohumun (GDO) çiçeklerine konan arıların polen ve çiçeğin özsuyunda bulunan kırık-gen proteinlerini alarak otoimmün rahatsızlıklara yakalanmasıdır.

Değerli okuyucu, hangi canlı olursa olsun, genetik yapısı değiştirildiğinde evrimleşme programı devam eder. Yani, kendisini geliştirme süreci (evrim) devam eder. Ancak, kendisini geliştirme süreci, genleri değiştirilmiş haliyle devam eder. Bu süreç, tamamen doğal sürecin dışında, sonuçlarının ne olacağını bilmediğimiz doğa sistematiğinin kapsamının dışında gelişen bir olaydır. Halbuki, doğal bir tohum (genetik yapısına müdahale edilmemiş tohum), çevre şartlarına bağlı olarak doğal süreci içerisinde evrimini mükemmele yönelik olarak tamamlar. Genlerine müdahale edilmiş (genleri değiştirilmiş) bir canlının mükemmele doğru kendisini geliştirmesi beklenemez.

Ebter buğday ve acı son
Değerli okuyucu, artık genetik yapısına müdahale edilmemiş hiçbir tohum kalmadı. Yediğimiz ekmeğin tadı yok. Buğday artık eski doğal buğday değil. Çünkü, doğal buğday yerine genleriyle oynanmış buğday türleri yıllardır Anadolu topraklarına ekiliyor. Neden, genleriyle oynanmış buğday Türkiye’ye geldi? Amaç ne idi? Neden izin verildi?

Bunun nedenleri,
• Süne paraziti, yurdumuzda buğday üretimini kalite ve kantite yönünden olumsuz yönde etkileyen ana zararlı konumundadır. Süne yoğunluğunun yüksek olduğu yerlerde, mücadele yapılmadığı zaman; ekmeklik, makarnalık ve tohumluk yönünden özellikle buğdayda % 100’e varan oranlarda zarar oluşturabilmektedir. İşte, süne adı verilen bu zararlı parazite karşı daha dirençli buğday üretmek için, buğdayın genleri ile oynanmıştır. Ve süneye karşı dirençli buğday geliştirilmiştir.
• Buğdayın içerdiği gluten oranını amaca uygun hale getirmek için buğdayın genlerine müdahale edilmiştir.
• Başaktaki dane sayısını artırmak için, buğdayın genlerine müdahale edilmiştir.
• Kuraklığa dayanıklı olabilmesi için, buğdayın genlerine müdahale edilmiştir.
Yukarıdaki özelliklere sahip değişik buğday türleri, ülkemizin tarım alanlarında kullanılmaya başlamıştır. Bu sayede köylümüzün elindeki yüzyılllardır kullanılan Anadolu’nun doğal buğdayı kayıp olup gitti. Ekmeğimizin eski tadı yok. Sebebi, doğal olmayan ve genleri ile oynanmış ve bizim olmayan buğdayın kullanılmasıdır. Anadolu topraklarımızda yüzyıllardır evrimini en mükemmel şekilde tamamlamış doğal buğdayımız yerini ebter buğdaya terk etti. İlk yıllarda bu buğdayların ebter olduğu anlaşılmadı. Ta ki, üçüncü yıldan sonra genleri ile oynanmış bu buğdayın ebter olduğu anlaşıldı. Genleri ile oynanmış bu buğdaylardan ilk üç yıl tohum alınabildi. Üçüncü yıldan sonra adeta programlanmış gibi, bu buğdayların ebter olduğu anlaşıldı. Yani, ilk üç yıl genleri ile oynanmış bu buğdaylardan tohumluk alınabildi. Dördüncü yıldan sonra ekilen buğdayın hem rekoltesi hızla düşmeye başladı hem de tohumluk almak yeteri oranda mümkün olamadı. Genleri üç yıllığa programlanmıştı. Ve bu durum fark edilerek önlemler alınmaya başladı ise de, buğdayda da dışa bağımlı kaldığımız gerçeği ile karşı karşıya kaldık. Ne acıdır ki, bu arada Anadolu’muzun o muhteşem damak tadına sahip ekmeğimizin esmer buğdayını kayıp ettik. Kim bilir, Anadolu’da birkaç köylümüzün elinde birkaç çuval kalmış mıdır acaba?

Sonuç ve sorular
Birçok özelliği olan bitkilerimizi, tohumlarımızı kayıp ettik. Şimdilerde önemi çok çok büyük olan endişe verici bir problemle karşı karşıya kaldık. Acaba, artık kaybolan ürünlere bir daha sahip olamayacak mıyız? Bir zamanlar muhteşem doğal tohumlara ve geleneksel tarıma sahiptik. Bir zamanlar doğal tohum ve geleneksel tarımla kazanılan ürünlerimiz, insanlara gıda yönünden, tıbbi yönden, doğal olarak sağladığı vitaminlerden, hastalıklara karşı önleyici, koruyucu ve tedavi edici gücünden istifade edemeyecek miyiz?

İnsan vücuduna lazım olan bu maddelerin bulunamaması neticesinde vücudun zayıf düşerek hastalıklar ve diğer problemler ile yakında yüz yüze gelerek bu afetlere boyun eğmek zorunda mı bırakılacağız? Bunları önlemek için alınacak tedbirlerimiz olmayacak mı?

Ebter tohumları kullanarak tohum vermeyen ürünlerimizi ihtiyacı karşılamak için üretmek zorunda olmamız, bizi bu bitki tohumlarını büyük paralarla her yıl bayilerden tekrar tekrar almak zorunda mı bırakacak? Bu bayiler bu tohumları nasıl tedarik edecekler? Bayilerin tekrar tohum üretme niteliği taşımayan sattıkları geriye dönüşü olmayan bu tohumları ne kadar bir zaman için tedarik ederek üreticiye satacak? Bayiler, kilosu bir kilo altından daha pahalı olan, ebter tohum tedarik edemediği taktirde ve tohum bulamayınca üretim yapamayıp aç mı kalacağız? "

Jakin beğendi.

Düzenleyen vetman996 : 13-10-2014 saat 22:34
vetman996 Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 13-10-2014, 22:16   #7
agaclar.net
 
MeyveliTepe's Avatar
 
Giriş Tarihi: 22-03-2007
Şehir: Kocaeli
Mesajlar: 9,019
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi vetman996 Mesajı Göster
...
Melez (ebter, hibrid) tohumlar
Melez tohumların diğer bir adı da hibrid tohumlardır. Ben bu gruptaki tohumlara ebter tohumlar diyorum. Ebter, soyu kesik demektir. Zürriyeti yok demektir. Bir başka ifade tarzıyla soyunu devam ettiremeyen anlamına gelir. Melez (hibrid, ebter) tohumların genlerine müdahale edilir. Bu tohumların (melez, hibrid, ebter) genlerine müdahale edildiği içindir ki, soyları kesiktir. Bu tohumu toprağa ektiğiniz zaman ürününden tohum almanız mümkün değildir. Yani bir defalıktır. Örneğin, ebter (hibrid, melez) bir salatalık, domates veya biber tohumunu toprağa ekerseniz, ne çıkan salatalıktan, ne domatesten ne de biberden tohum alamazsınız. Yani, tohumluk olarak ayıramazsınız. Kısaca, melez tohumun soyu kesiktir. Her defasında satıcı firmadan yeni ebter tohum almak zorundasınız.

Unutmayınız, bir kilo ebter (melez, hibrid) domates veya salatalık veya da biber tohumu bir kilo altından daha pahalıdır..."

Yazı daha devam ediyor...
Sn.Vetman996, alıntıladığınız yazıda yukarıdaki paragrafta yazılı olanlar doğru değil. Hibrid tohumlar farklı çeşitler arasında tozlaşma yapılarak elde edilen çeşitlerdir. Tohum firmaları hibridlemeyi daha albenili, daha verimli, raf ömrü daha uzun vb. ticari bakımdan başka çeşitlere üstünlük sağlayan çeşitler elde etmek için yapıyorlar, ki tohum sektöründen bağımsız olarak hibridleme olayına baktığımızda ille de böyle olması gerekmiyor.

Evet, hibrid tohumlardan yetişen meyveden alınan tohum ilk hibridteki (F1) özelliklerden farklı özellikler gösterir. "ebter"in sözlük anlamı tam olarak nedir bilmiyorum, TDK'da yok, daha çok "kısır" olarak anlaşılıyor, ki bu da doğru değil. Hibrid meyveden aldığınız tohumu ekerseniz çimlenir ve meyve de alırsınız. Bunu terminatör gen aşılanmış GDO'larla karıştırmamak gerek.

Hibrid tohumun F1 seviyesinden sonra elde edilen meyveden alınan tohumun F1'den farklılaşması da tohum şirketlerinin ticaretlerinin devamlılığında bir araç oluyor.

Ticari hibridler hariç bugün üç bin civarında heirloom domates çeşidi olduğu biliniyor. Bunlar bir kaç yüz yıllık bir zaman diliminde melezlenme ve seçme yoluyla ortaya çıkmışlardır. Aynı türün farklı çeşitleri arasında kendiliğinden de gerçekleşebilir. Islahçı melezlediği tohumdan 5-6 yıl içinde seleksiyon ile yeni ve artık her ektiğinde aynı özellikleri gösteren yeni ve hibrid olmayan bir çeşit elde edebilir.

Meyvelerdeki mineral, vitamin, antioksidan vb. içeriklerin farklılaşmasının da bence hibrid olmakla bir alakası bulunmuyor. Aynı türün farklı çeşitleri arasındaki içerik farklılıklarında öncelikle bitkinin nasıl yetiştirildiği öne çıkar. Bitkinin kökünden, yaprağından aldığı besinler yeterli çeşitlilikde değil ise bu eksikliklerin görülmesini bekleyebiliriz. Hepsi 8-10 tane birincil, ikincil ve iz element ile beslenmiş bitkinin organik beslenmiş bitkinin aldığı besinlerin tümünü alamamış olduğunu düşünebiliriz.

"Ebter (Hibrit)tohumların dezavantajları şunlardır:" başlığı altında listelenenler de doğru değil. Listedekilerin bazıları GDO'lu tohumlar için geçerlidir ama hibridler böyledir diye bir şey söylenemez.

YeniBON ve Jakin beğendi.
MeyveliTepe Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 13-10-2014, 22:33   #8
Ağaç Dostu.
 
vetman996's Avatar
 
Giriş Tarihi: 21-08-2008
Şehir: Manisa-Salihli
Mesajlar: 772
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi MeyveliTepe Mesajı Göster
Sn.Vetman996, alıntıladığınız yazıda yukarıdaki paragrafta yazılı olanlar doğru değil. Hibrid tohumlar farklı çeşitler arasında tozlaşma yapılarak elde edilen çeşitlerdir. Tohum firmaları hibridlemeyi daha albenili, daha verimli, raf ömrü daha uzun vb. ticari bakımdan başka çeşitlere üstünlük sağlayan çeşitler elde etmek için yapıyorlar, ki tohum sektöründen bağımsız olarak hibridleme olayına baktığımızda ille de böyle olması gerekmiyor.

Evet, hibrid tohumlardan yetişen meyveden alınan tohum ilk hibridteki (F1) özelliklerden farklı özellikler gösterir. "ebter"in sözlük anlamı tam olarak nedir bilmiyorum, TDK'da yok, daha çok "kısır" olarak anlaşılıyor, ki bu da doğru değil. Hibrid meyveden aldığınız tohumu ekerseniz çimlenir ve meyve de alırsınız. Bunu terminatör gen aşılanmış GDO'larla karıştırmamak gerek.

Hibrid tohumun F1 seviyesinden sonra elde edilen meyveden alınan tohumun F1'den farklılaşması da tohum şirketlerinin ticaretlerinin devamlılığında bir araç oluyor.

Ticari hibridler hariç bugün üç bin civarında heirloom domates çeşidi olduğu biliniyor. Bunlar bir kaç yüz yıllık bir zaman diliminde melezlenme ve seçme yoluyla ortaya çıkmışlardır. Aynı türün farklı çeşitleri arasında kendiliğinden de gerçekleşebilir. Islahçı melezlediği tohumdan 5-6 yıl içinde seleksiyon ile yeni ve artık her ektiğinde aynı özellikleri gösteren yeni ve hibrid olmayan bir çeşit elde edebilir.

Meyvelerdeki mineral, vitamin, antioksidan vb. içeriklerin farklılaşmasının da bence hibrid olmakla bir alakası bulunmuyor. Aynı türün farklı çeşitleri arasındaki içerik farklılıklarında öncelikle bitkinin nasıl yetiştirildiği öne çıkar. Bitkinin kökünden, yaprağından aldığı besinler yeterli çeşitlilikde değil ise bu eksikliklerin görülmesini bekleyebiliriz. Hepsi 8-10 tane birincil, ikincil ve iz element ile beslenmiş bitkinin organik beslenmiş bitkinin aldığı besinlerin tümünü alamamış olduğunu düşünebiliriz.

"Ebter (Hibrit)tohumların dezavantajları şunlardır:" başlığı altında listelenenler de doğru değil. Listedekilerin bazıları GDO'lu tohumlar için geçerlidir ama hibridler böyledir diye bir şey söylenemez.
Sayın Meyvelitepe merhaba.

Dediğiniz gibi yazı alıntıdır. Yazarı Prof. Dr. İbrahim Adnan Saraçoğlu'dur. Kendisi kimyacıdır. Kendi anladığı şekilde kaleme almış. Ben de "ebter"i anlayamadım.

Siz alıntı yazıdaki yanlışlığı düzelttiğiniz için teşekkür ediyorum.

Selamlar.. Saygılar...

YeniBON ve Jakin beğendi.
vetman996 Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 13-10-2014, 22:20   #9
Ağaç Dostu.
 
vetman996's Avatar
 
Giriş Tarihi: 21-08-2008
Şehir: Manisa-Salihli
Mesajlar: 772
Değerli dostlar, yetiştiricilerin zihninde organik tarım yapıldığında verim düşecekmiş gibi bir kanı oluşmuş durumda. Bu düşünce kesinlikle doğru değildir. Biz kendi Ar-Ge çalışmalarımızda da bunları gördük. Tarım Bakanlığının da bu konuda çalışmaları var. Örneğin Solucan Gübresi, yarasa gübresi ve güvercin gübresi kullanılarak yapılan bir çalışma:

Gvercin, yarasa ve sv solucan gbresiyle bu hale geliyorlar - Hrriyet EKONOM

Çanakkale-Biga'lı bir kadın üreticinin pazardan aldığı tohumlara doğal hayvan gübresi kullanarak 82 kg balkabağı ürettiği ile ilgili haber:

Kadın çiftçi 82 kilogramlık bal kabağı yetiştirdi - Neler oluyor hayatta? Haberleri

Biz solucan gübresi ve bitki gelişimi ile ilgili literatür tararken solucan gübresinin bitkiye hastalıklara karşı direnç oluşturduğunu (tıpkı küçük çocukların hastalıklara karşı aşılanması gibi) ve böylece bitkinin hastalanmadığını okumuştum.

Çiftçiler ise kullandıkları bazı zirai ilaçları her yıl dozunu artırarak kullandıklarını, her yıl aynı miktarda kullandıklarında ise ilacın etkisinin tam göremediklerini ifade ediyorlar. Biz aynı durumu hayvanlarda kullandığımız antibiyotiklerde gözlemliyoruz. Bir mikroba karşı kullandığımız antibiyotik, mikrop bağışıklık kazandığı için hiç bir işe yaramayabiliyor.

Konumuz organik tarım ve biz konuyu fazla dağıtmayalım: Organik Tarım bir hikaye değildir. Ama Türkiye'de organik tarımın yapılış biçimiyle ilgili uzun bir hikaye yazabilirim. Çünkü devrede istismarcılar var ve organik olmayan organik tarım yapıyorlar.

En güzeli kendi evinde, balkonunda, bahçende geleneksel tohumlarla doğal gübre kullanarak kendi meyve-sebzeni yetiştirmek. Bu ürünlerin damak çatlatan lezzetini tadınca zaten pazarda satılan ürünlerin organik olup olmadığını hemen anlarsın.

Varsın bazı dostlar topraklı tarım mı - topraksız tarım mı tartışıp dursunlar. Bazı dostlar ise organik tarımı hikaye sansınlar. Yediğin ürünün mis gibi kokusunu, damak çatlatan lezzetini alamadıktan sonra kısır tartışmalar neye yarar ki...

Her şey gönlünüzce olsun dostlar... Selamlar... Saygılar...

vetman996 Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 13-10-2014, 23:07   #10
agaclar.net
 
MeyveliTepe's Avatar
 
Giriş Tarihi: 22-03-2007
Şehir: Kocaeli
Mesajlar: 9,019
İbrahim bey hiç bilmediği şeyleri biliyormuş gibi yalan yanlış çıkıp anlatıyor, bu yüzden hem insanlara tamamen yanlış bilgi vermiş oluyor, hem de gerçekten bildiği şeyleri değersizleştirmiş oluyor.

YeniBON beğendi.
MeyveliTepe Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 14-10-2014, 00:09   #11
Ağaç Dostu.
 
vetman996's Avatar
 
Giriş Tarihi: 21-08-2008
Şehir: Manisa-Salihli
Mesajlar: 772
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi MeyveliTepe Mesajı Göster
İbrahim bey hiç bilmediği şeyleri biliyormuş gibi yalan yanlış çıkıp anlatıyor, bu yüzden hem insanlara tamamen yanlış bilgi vermiş oluyor, hem de gerçekten bildiği şeyleri değersizleştirmiş oluyor.
Sayın MeyveliTepe Hocam merhaba.

Yakında profilimdeki meslek kısmını "öğrenci" olarak düzelteceğim. Çünkü öğreneceğimiz çok şey var.

Sayın Saraçoğlunun yazısını derinlemesine incelediğinizde kavramlar birbirine karışmış ve hatalı bilgiler oluşmuş durumda. Bu konuda haklısınız.

Aslında anlatmak istediğim geleneksel tohumun önemiydi ama alıntı yazıyla işi berbat ettik sanırım. Tohumun önemiyle ilgili daha bilimsel yazılar varken neden bu yazıyı paylaştım ben de bilmiyorum. Ben bu tohum işine fena kapıldım herhalde. Rahmetli Babaannemin başörtüsü bezinin bir ucuna çıkın edip sakladığı ve benim yıllar sonra bulup ektiğim karpuzların tadı başıma vurdu galiba. Bizim tarıma başlamamızın temelinde işte bu tohumlar var. Kısaca "Bir Tohumla Başladı Her Şey".

Saraçoğlu'nun Dünya görüşüne katılırsınız-katılmazsınız. Ama bazı konulardaki araştırmaları örneğin sebze ve meyvelerdeki besin değeri araştırmaları benim ilgimi çekti. Aynı araştırmaları Almanya Rostock Üniversitesinin yaptığını da söylüyor.

Hatta İngiltere'de Graham Harvey'in yaptığı bir araştırma "Gıdalardaki Eksiklikler" diye manşet olmuş. Ben yine bu bilgileri fotoğraflayıp vericem.

Eğer yediğimiz gıdalarda eksiklikler varsa bunun sebebini sadece tohuma bağlayamayız tabii ki. Ve bu bilgiler gerçekse organik tarımın önemi daha iyi anlaşılır sanırım.

Amacım üzüm yemek olunca ben bol bol üzüm yiyorum hocam. Eğer yanlış bir şey varsa siz doğru olanı yapar ve yanlışları düzeltiverirsiniz.

Selamlar... Saygılar...

Eklenen Resimler
 
vetman996 Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 14-10-2014, 02:35   #12
Ağaç Dostu
 
YeniBON's Avatar
 
Giriş Tarihi: 08-10-2011
Şehir: BANDIRMA
Mesajlar: 272
Organik Tarım.

" Organik Tarım" sözü yıllardır önüme çıkardı. Bu yıl bu söz üzerinde biraz durdum ve araştırdım.

Yaz başında bir üniversitenin sadece öncelikle meraklıları için verdiği bir eğitime katıldım. Ülkemiz için ilklerden olduğunu gördüğüm ve inandığım bir eğitimdi.

Katılanların çoğunluğu ülkemizin farklı ve uzak coğrafyalarından katılan üniversite mezunu, farklı mesleklerde ki kişilerdi. O eğitim için de çok değerli insanlarla tanıştım. Ülkemizin önde gelen akademisyenlerinin gönüllü olarak ders verdiğini gördüm.

Bu eğitim sırasında ve sonrasın da tanıştığım bazı arkadaşlarımla yaptığım sohbetlerde MeyveliTepe'nin ismi hep geçti. Tabii bir öncü olarak. Kendisini de şartlarım uygun olduğu zaman Tepe'sin de ziyaret etmeye çalışacağım.

Ama ben ORGANİK TARIMLA İLGİLİ doğru dürüst bir bilgiye ulaşamadım. Eğitim sırasında hocalarımızın verdiği bazı linklerin çalışmadığını gördüm.

Bakanlığın linklerinin çalışmadığını tespit ettim. BİMER'e yazdım. Bana bakanlıktan verilen cevap bir isim ve tlf numarası, bir sürü mazeret.

Forumumuzun bu konuda, internet ortamında en geniş ve doğru bilgilere sahip sitelerden birisi olduğuna inanıyorum.

En başta mevzuatla ve uygulamalarla ilgili doğru bilgilere ulaştığımda bir kısmını burada paylaşacağım.

Organik Tarım Hikaye mi? diye yazan arkadaş ta ne okumak istediğine karar versin.

Sayın MeyveliTepe ağabeyimize de görüş açımızı genişlettiği için tekrar tekrar teşekkür ederim.

Saygılarımla.

vetman996 ve Jakin beğendi.

Düzenleyen YeniBON : 14-10-2014 saat 22:34 Neden: Yanlış yazım.
YeniBON Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 16-10-2014, 17:25   #13
Ağaç Dostu
 
birnefestoprak's Avatar
 
Giriş Tarihi: 14-07-2012
Şehir: Ankara/Morgantown
Mesajlar: 2,797
Ne zamandir besin degeri karsilastirmasiyla ilgili yazacaktim fakat bir turlu firsat bulamadim; simdi Sn vetman996'nin verdigi alinti ustunden yazayim (Sn vetman996, hoca bu karsilastirmayi kendisi mi yapmis, yapmamissa sonuclar nerden almis, yayinda belirtilmis mi?). Saracoglu, karsilastirma vermis fakat ne nasil karsilastiriliyor onu yazmis mi gozukmuyor (umarim onceki sayfalarda vardir). Bir kere karsilastirma yapilacaksa, esas yapilmasi gereken, kimyasallarla yetistirilen sebzeyle organik yolla yetistirilen sebze arasindaki sadece besin degeri degil, ayni zamanda toksisite acisindan yapilacak karsilastirma...

Uluslararasi sirketler, ciftcilerin geri donup tekrar tohum almasi icin, verimi birincil kriter alarak hibritleme yapiyorlar ama kucuk olcekte, besin degerlerini de tadi da on plana cikaran ve kimisi artizan seviyesine ulasan tohum uretimi de vardir. Bunun benim bildigim en yakin orneklerinden birisi, Florida Universitesi'nde (ABD'nin arastirma odakli en iyi universitelerinden birisidir) birkac sene once uretilen Tasti-Lee'dir. Hibritlemede Likopen orani diger cesitlere gore yuksek ve tabii Florida'nin domates icin zorlu iklim kosullarina gore hastalik dayanimi da goz onunde bulundurularak, cesitli hastaliklara gorece direncli bir cesit ortaya cikardilar. Lezzeti de oldukca iyi; en azindan marketten alacaginiz bir domates icin, kalite oldukca yuksek tutulmus. Bu arada lezzet, Likopen, domates icindeki cozunmus kati orani gibi parametrelerin birbirine ve hastalik dayanimina paralel gittigi de biliniyor (hastalik dayanimi tanimini yaparken dikkatli olmak gerek, bu benim her zaman guvendigim bir kavram degil).

Sn MeyveliTepe belirtmis ama tekrar tekrar soylemezsek yanlislik devam edecek. Saracoglu'nun hibrit tanimi da maalesef yanlis. Bugun domateste 'endustri standardi' olarak kabul edilen yuvarlak meyvelerin atasinin Paragon adli cesit oldugu dusunulmektedir. Bununla ilgili surda ayrintili olarak yazmistim; nasil uretildigine bakarsaniz, hibrit tohum hakkinda daha iyi bir fikriniz olabilir. Hibrit domatesin tohumunu cikarirsiniz, begendiginiz ozellikteki bitkilerden aldiginiz tohumlari arka arkaya yetistirip asagi yukari 7 mevsimde stabil, open-pollinated bir cesit elde edersiniz. Bu noktadan sonra aile yadigari olarak da tanimlayabilecegimiz, aile buyuklerinden yeni nesillere aktarilan atalik bir cesit olmayacaktir ama tohumu ekildiginde aslina uygun meyve ve bitki ozellikleri gosteren bir cesit haline gelecektir (sonraki nesillerde kimi meyveler/bitkiler farkli ozellikler gosterebilir ama bu durum da zamanla daha duzelecektir).

Simdi gelelim karsilastirmaya... Bir kere kimyasallarla yetistirilen bir sebze ile organik yollarla yetistirilen bir sebzenin arasinda besin degerleri bakimindan karsilastirma iceren cok sayida akademik calisma yok (calismanin yayinlandigi yerin niteligi de cok onemlidir). Yapilan karsilastirmaninsa bilimsel anlamda dogrulugunun olmasi icin bulunmasi gereken ilk aklima gelen birkac kriteri sayayim:

1) Karsilastirilan her iki sebzenin cesidi ayni olmali. Ornegin Kuzu ispanagi ile Bloomsdale ispanagini karsilastirmada kullanamazsiniz. Yetistirme sartlarindan bagimsiz olarak, tohumun kendi genetik ozelliklerinden kaynaklanacak sekilde belli bir mineral on plana cikabilir. Bir ispanagin Kalsiyum icerigi, cesidin Kalsiyumu alma ozelligine bagli olarak diger ceside gore daha yuksek olabilir.

2) Yetistirme ortamina aldiginiz anda, fidelerin yaslari birbiriyle ayni olmalidir.

3) Bitkiler, ayni mevsimde, ayni iklim kosullarinda yetistirilmelidir.

4) Karsilastirma, ayni yetistirme kosullarinda, bitkilere birbirine denk miktarlarda gubre ve verilecekse eser elementler, ayni miktarda ayni sudan vererek yapilmalidir (or. kimyasal gubre %5 N iceriyorsa, organik gubrede de o kadar N olmali). Uygulamalarin tamami birbiriyle ayni anda gerceklestirilmelidir.

5) Karsilastirma yapilacak cesitlerin ekildigi ortamlar ayni olmalidir. Birini hidroponik yetistirip, digerini topraga ekemezsiniz.

6) Dis mudahaleyle bitkiye belli oranlarda madde verilmeden onceki durumda, yetistirme ortaminin besin ve mineral degerleri birbirine denk olmalidir.

7) Niteliksel/niceliksel karsilastirmalar ve analizler ayni anda yapilmalidir.

Bir de bu daha subjektif gelebilir ama bana gore karsilastirmanin toprakta yapilmasi gerek cunku hidroponik ortamda bitkiye vereceginiz besin degerlerini denk tutabilmeniz icin yapmaniz gereken hesaplamalar daha karmasik ve detayli. Yetistiricinin, ilgili konuda akademik titri yoksa, kimya/matetamik bilgisinin gorece ileri duzeyde olmasi gerek.

Son olarak sunu da ekleyeyim: Diyelim ki cogu arastirmada kimyasallarla yetistirilen sebze ile organik yolla yetistirilen sebze arasindaki besin degerleri birbirine denk cikti. Ayni sebzeler icin toksik madde icerigi acisindan da karsilastirma yapildigini gordunuz mu?

Ne gazetelerde cikan "Isvicreli bilimadamlari soyle soyle sonuc elde etti; gordunuz mu organik tarim aslinda balonmus, patladi" gibi hicbir bilimsel dayanagi olmayan aciklamalara ne de mantik akisi, imla hatalari ve hatta icerigi yayinevinin editoru tarafindan duzenlenmis kitaplarinda, kose yazilarinda ya da manikurlu elleriyle gezindigi TV kanallarinda "tohumlarimizi koruyalim, cok onemli" veya "yav hibrit tohumun besin degeri de ne kadar berbat" deyip konferanslarin kokteyllerinde limon suyu icine batirilmis hibrit havuclari lup lup goturdukten sonra komforlu evine giden, hayatinda elini tezegin icine sokup domates yetistirmemis hocalarin laflarina itibar etmeyin. Babam cok bilinen, saygi duyulan bir orman muhendisligi profesoruydu (TV'ye de cikmisligi yoktur ); uygulamalarinda sahadaki iscilerin de isini yaptigi icin (hortumu eline alip tek tek agac sulardi, kazmayi kuregi eline alip capalama, gubreleme yapardi) cok kez bahcevan sanildigi olmustur, annemle duyunca kis kis gulerdik (bahcevanlik cok saygi duyulasi bir is, kucuk gordugum icin soylemiyorum). Sabah 6'da kalkardi, isi bitmeden yatmazdi, isi bittiginde de ustu basi camur/toprak icinde olurdu. Akademik snobluk, yukardaki ornekte oldugu gibi birlestigindeyse cok gulunc ve kimi zaman sakincali sonuclar ortaya cikabiliyor.

birnefestoprak Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 16-10-2014, 20:52   #14
Ağaç Dostu
 
ozanemre's Avatar
 
Giriş Tarihi: 29-02-2008
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 277
Organik Köprüler Kuruldu!

Gerçek gıda, sürdürülebilir tarım ve sağlıklı beslenmenin önde gelen isimlerinin biraraya geldiği IFOAM 18. Dünya Organik Kongresi, dün kapanış seramonisiyle sona erdi. 79 ülkeden 1000’e yakın kişinin katıldığı kongre, organik dünyanın birbirinden önemli isimlerini İstanbul’da buluşturdu, organik köprüler kurulmasına vesile oldu.

Kapanış seramonisinde kongrenin ev sahibi Buğday Derneği YK Başkanı Güneşin Aydemir ve IFOAM Genel Müdürü Marcus Arbenz kongreyi destekleyen sponsorlara,medyaya, gönüllülere, ekolojik yaşam ağına teşekkür etti.

Marcus Arbenz, kongrede organik hareketin köprüler kurması konusunda yapılan tartışmaları özetledi.Kongrede çiftçilerin sadece üretken olması değil aynı zamanda girişimci ve yaratıcı olmaları için de çeşitli yöntemlerin konuşulduğunu belirten Arbenz, üretici ve tüketici arasındaki bağın güçlendirilmesi gerektiğini vurguladı ve “Organik sadece kimyasallardan arınmış değil aynı zamanda yerel, etik, adil ve ulaşılabilir olmalı.” dedi.

Kongrenin sonunda Güneşin Aydemir’in verdiği mesaj ,16 ekim Dünya Gıda Günü için de büyük anlam taşıyordu: “ Hepimizin temiz gıda, temiz doğa, iyi ilişkiler ve kutlamalara ihtiyacımız var.”

Eklenen Resimler
 
YeniBON ve Jakin beğendi.
ozanemre Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 17-10-2014, 08:10   #15
Ağaç Dostu.
 
vetman996's Avatar
 
Giriş Tarihi: 21-08-2008
Şehir: Manisa-Salihli
Mesajlar: 772
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi birnefestoprak Mesajı Göster
.....; simdi Sn vetman996'nin verdigi alinti ustunden yazayim (Sn vetman996, hoca bu karsilastirmayi kendisi mi yapmis, yapmamissa sonuclar nerden almis, yayinda belirtilmis mi?). Saracoglu, karsilastirma vermis fakat ne nasil karsilastiriliyor onu yazmis mi gozukmuyor (umarim onceki sayfalarda vardir). ....
Sayın Birnefestoprak merhaba.

Besin değeri karşılaştırmaları ile ilgili Saracoğlu'nun kitabında detay yok malesef. 10 yıl önce meyve-sebzelerin besin değerlerini analiz etmiş, 10 yıl sonra aynı meyve-sebzelerin besin değerlerini tekrar analiz etmiş ve aradaki farkı yayınlamış.

İlk analiz edilen ürünler hangi şartlarda yetiştirilmiş, sonraki ürünler hangi şartlarda yetiştirilmiş, aynı tohumlar mı kullanılmış. Kitapta bunlarla ilgili detaylı bilgiler yok ama tahminim ürünlerin piyasadan toplanarak analiz yapıldığı yönünde.

Tohum işini çok önemseyince elime geçen yayını okumaya çalışıyorum. Tohum paylaşım etkinliğinden gelecek tohumları dört gözle bekliyorum. Seneye gönül rahatlığı ile paylaşacak tohumlarım olacak inşallah.

Aşağıda resimlerini paylaştığım haberleri daha sık okumak temennisiyle ... Selamlar... Saygılar...

Eklenen Resimler
   
YeniBON ve Jakin beğendi.
vetman996 Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 17-10-2014, 13:45   #16
Ağaç Dostu
 
hk50's Avatar
 
Giriş Tarihi: 04-04-2010
Şehir: Niğde
Mesajlar: 2,914
Galeri: 14
Organik tarım hikayemi? Bana sorulursa evet,Kocaman bir kandırmaçadır.Zira paranın olduğu yerde Din iman olmadığı gibi dürüstlükde olmaz.
Bu zamanda moda tabir.Pazarçı ağzıyla .ORGANİKDİR abla.Hala tarım yasası çıkmamış bir ülkede hangi organikden bahsediyoruz.
Şöyleki dağda kendi başına yetişen ALIÇ ağaçında ekin için atılan yabançı ot ilaçı kalıntısına rastlandı.

YeniBON beğendi.
hk50 Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 18-10-2014, 06:21   #17
Ağaç Dostu.
 
vetman996's Avatar
 
Giriş Tarihi: 21-08-2008
Şehir: Manisa-Salihli
Mesajlar: 772
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi hk50 Mesajı Göster
Şöyleki dağda kendi başına yetişen ALIÇ ağaçında ekin için atılan yabançı ot ilaçı kalıntısına rastlandı.
Demek ki ALIÇın yanındaki ekin tarlasında organik tarım yapılıyor olsaydı alıçda yabancı ot ilacına rastlanmayacaktı

FikretBulut beğendi.
vetman996 Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 24-06-2015, 18:30   #18
Yeni Üye
 
Giriş Tarihi: 10-05-2015
Şehir: İstanbul, Giresun
Mesajlar: 14
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi vetman996 Mesajı Göster
Demek ki ALIÇın yanındaki ekin tarlasında organik tarım yapılıyor olsaydı alıçda yabancı ot ilacına rastlanmayacaktı
EBTER kelimesi sonu kesik demektir. Yani üremeyen nesli devam etmeyen manasında.
(Bilgisayarım bozuk olduğu için telefondan giriyorum. Kısa bir mesaj olduğu için alıntıyı burdan yaptım. )

Ben de gözlemlerimi paylaşayım. Giresunluyum ihtiyaçlarımız için mısır üretiyoruz. Mısır için
kullandığımız iki çeşit tohum var. 1. Köy tohumu dediğimiz dedelerimizden kalma tohum.
2. Ziraatten alinma tohum. Gübre olarak da kendi ineklerimizden elde ettiğimiz gübreyi kullanırız. Ziraatten alınan tohumlar bir sonraki sene ürün vermez. Giresun yağışlı olduğu için mısırlar çok büyür 3 metre boya ulaşabilirler. Gövde çok kalın olur. Ruzgarda gövde yere devrilebilir. Ziraat mısırı devrilirse ürün vermez. Sap olarak durur. Bazen ürün hiç hoş olmaz.
Mısır ekmeği lezzetsiz olur. Bu durumlardan dolayı köy tohumuna döndük tamamen. Çok lezzetli. Unu mis kokulu ve faydalı. Kalitesi hep aynı. Rüzgarla yere devrilse dahi kafasını kaldırıp ürün veren bir yapıda. Artık ziraat tohumu vs aklımızın ucundan geçmiyor. Tarımda doğallık tohumla başlar bence...

cagajosef Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 19-05-2015, 12:14   #19
agaclar.net
 
MeyveliTepe's Avatar
 
Giriş Tarihi: 22-03-2007
Şehir: Kocaeli
Mesajlar: 9,019
Başlığın adı "Organik Tarım Hikaye mi?"

Yani uydurma ve gereksiz bir şey mi anlamında. "Ne güzel sentetik toksik pestisitler (ilaç) kullanılarak nisbeten ucuza ve daha kolay yiyecek üretilebiliyorken birilerinin "organik" diye bir şey icad edip, güya içine zehir ilave edilmemiş, toprağın doğal döngüsüyle beslenen yiyecekleri bir matahmış gibi burnumuza sokmasına ne gerek vardı?" Başlığın çağrıştırdığı şeyler bu gibi düşünceler olsa gerek.

Böyle düşünenlerin sayısı az değil. Bu düşünce tarzını desteklemek, bazen kendilerini de ikna etmek için bir çok argüman da yaratılmış.

Kimi diyor ki;
- pestisitlerin kanser veya başka akut ve kronik hastalıkların sebebi olduğu geçerli bir şey değil çünkü taa eski mısırda bile kanser varmış, o halde pestisitler kanser sebebi olamaz.
- İyi ürün almak istiyorsan zehirli pestisit kullanmalısın, yoksa iyi ve yeterli ürün alamazsın.
- Zehiri dozunda kullanırsan bir zararı olmaz, iyi tarım diye bir şey var, izin verilenin üzerine çıkmayacak şekilde zehir kullandırıyor, böylece yiyecekler sağlıklı oluyor.

Kiminin yaklaşımı ise daha bir garip. Organik üretimde de çok az da olsa toksik olmayan ama sentetik olan girdiler kullanımını "doğal değil" diye eleştirirken kendi yetiştirdiğinde veya tükettiğinde toksik pestisit kullanmakta ve kullanılmasında hiç bir çekincesi yok.

Kimi de benzeri yaklaşımla organik üretimi tekelci şirketlerin hegomonyasındaki kötü ve zararlı bir şey olarak nitelemekten çekinmiyor. Gerçek öyle olmasa da önemli değil, güncel söylem ile mühim olan algı yaratmak.

Devlet kurumları pestisit aktif maddeleri için maksimum kalıntı miktarları belirliyorlar. Bunun mantığının ne olduğu ilk bakışta belli olmuyor.

Öyle ya, bir ülkede kalıntı miktarı olarak maksimum 50 mikrograma izin verilen bir zehir, başka bir ülkede 10 veya 5 mikrogram olabiliyor. Bunun sebebi ne olabilir ki? 50 mikrogram olan ülkenin insanları başka insanlara göre zehire daha dayanıklı da onun için mi?

İzin verilen maksiumum kalıntı da ne demek? Neden izin veriliyor? Bu zehirlerin insan sağlığına faydası mı varmış? Gıdanın ve beslenmenin bir parçasımıymış? Ne hakla böyle bir izin verirlermiş?

İsveç'te organik tarımı ve üretimi desteklemek için ne mümkünse yapacağını ilan eden Coop adlı süpermarket, İsveçli 3 çocuklu ve pahalı olduğu gerekçesiyle organik tüketmeyen bir aileyi 2 haftalığına sadece organik beslenmeye davet etti. Ailenin mutfağındaki tüm besin maddeleri organik olanlarla değiştiriliyor. Deneyin başında çocuklardan alınan idrar örneklerinde pestisit, fungusit, büyüme hormonları v.b kalıntılarına rastlanırken, iki haftalık organik beslenme sonunda kalıntılardan neredeyse hiç eser kalmıyor.

İsveç Çevre Araştırma Enstitüsü isimli organizasyona yaptırılan çalışmanın detay raporu burada.

Son iki çift laf, organik (zehir ilavesiz ve doğal besleyicilerle büyütülmüş) yiyeceklere hikaye diyen akıl-baliğ olması gereken kişilere. Kendinize ne yaparsanız yapın, istiyorsanız ve az geliyorsa salatanıza birer damla glyphosate ve deltametrin damlatın, ama lütfen çocukları buna kurban etmeyin.

MeyveliTepe Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 10-02-2019, 01:20   #20
agaclar.net
 
MeyveliTepe's Avatar
 
Giriş Tarihi: 22-03-2007
Şehir: Kocaeli
Mesajlar: 9,019
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi MeyveliTepe Mesajı Göster
Başlığın adı "Organik Tarım Hikaye mi?"

Yani uydurma ve gereksiz bir şey mi anlamında. "Ne güzel sentetik toksik pestisitler (ilaç) kullanılarak nisbeten ucuza ve daha kolay yiyecek üretilebiliyorken birilerinin "organik" diye bir şey icad edip, güya içine zehir ilave edilmemiş, toprağın doğal döngüsüyle beslenen yiyecekleri bir matahmış gibi burnumuza sokmasına ne gerek vardı?" Başlığın çağrıştırdığı şeyler bu gibi düşünceler olsa gerek.

Böyle düşünenlerin sayısı az değil. Bu düşünce tarzını desteklemek, bazen kendilerini de ikna etmek için bir çok argüman da yaratılmış.

Kimi diyor ki;
- pestisitlerin kanser veya başka akut ve kronik hastalıkların sebebi olduğu geçerli bir şey değil çünkü taa eski mısırda bile kanser varmış, o halde pestisitler kanser sebebi olamaz.
- İyi ürün almak istiyorsan zehirli pestisit kullanmalısın, yoksa iyi ve yeterli ürün alamazsın.
- Zehiri dozunda kullanırsan bir zararı olmaz, iyi tarım diye bir şey var, izin verilenin üzerine çıkmayacak şekilde zehir kullandırıyor, böylece yiyecekler sağlıklı oluyor.

Kiminin yaklaşımı ise daha bir garip. Organik üretimde de çok az da olsa toksik olmayan ama sentetik olan girdiler kullanımını "doğal değil" diye eleştirirken kendi yetiştirdiğinde veya tükettiğinde toksik pestisit kullanmakta ve kullanılmasında hiç bir çekincesi yok.

Kimi de benzeri yaklaşımla organik üretimi tekelci şirketlerin hegomonyasındaki kötü ve zararlı bir şey olarak nitelemekten çekinmiyor. Gerçek öyle olmasa da önemli değil, güncel söylem ile mühim olan algı yaratmak.

Devlet kurumları pestisit aktif maddeleri için maksimum kalıntı miktarları belirliyorlar. Bunun mantığının ne olduğu ilk bakışta belli olmuyor.

Öyle ya, bir ülkede kalıntı miktarı olarak maksimum 50 mikrograma izin verilen bir zehir, başka bir ülkede 10 veya 5 mikrogram olabiliyor. Bunun sebebi ne olabilir ki? 50 mikrogram olan ülkenin insanları başka insanlara göre zehire daha dayanıklı da onun için mi?

İzin verilen maksiumum kalıntı da ne demek? Neden izin veriliyor? Bu zehirlerin insan sağlığına faydası mı varmış? Gıdanın ve beslenmenin bir parçasımıymış? Ne hakla böyle bir izin verirlermiş?

İsveç'te organik tarımı ve üretimi desteklemek için ne mümkünse yapacağını ilan eden Coop adlı süpermarket, İsveçli 3 çocuklu ve pahalı olduğu gerekçesiyle organik tüketmeyen bir aileyi 2 haftalığına sadece organik beslenmeye davet etti. Ailenin mutfağındaki tüm besin maddeleri organik olanlarla değiştiriliyor. Deneyin başında çocuklardan alınan idrar örneklerinde pestisit, fungusit, büyüme hormonları v.b kalıntılarına rastlanırken, iki haftalık organik beslenme sonunda kalıntılardan neredeyse hiç eser kalmıyor.

İsveç Çevre Araştırma Enstitüsü isimli organizasyona yaptırılan çalışmanın detay raporu burada.

Son iki çift laf, organik (zehir ilavesiz ve doğal besleyicilerle büyütülmüş) yiyeceklere hikaye diyen akıl-baliğ olması gereken kişilere. Kendinize ne yaparsanız yapın, istiyorsanız ve az geliyorsa salatanıza birer damla glyphosate ve deltametrin damlatın, ama lütfen çocukları buna kurban etmeyin.
Epeydir "kanser ta mısırlılarda bile varmış, şimdi kanserler arttı diye yalan söyleyerek organik reklamı yapıyorlar", "organik de neymiş yaw, palavra", "zehirli sentetik pestisit kullanılmadan tarımsal ürün olmaz", "dozunda zehir iyidir" vb. gibisinden söz eden olmamış.

Elbette, bu düşüncelerin değişmesinden değil, "ben bildiğimi okurum, gerisinden bana ne" anlayışından.

Bir konuya açıklık kazandırmak gerek. Olay salt tarladaki bitkisel üretim ile de ilgili değil. İçinde bulunduğumuz ekolojinin tümü ile ilgili. Yediklerimizin yanı sıra, içtiğimiz su, soluduğumuz hava, bastığımız toprak (şayet kaldıysa), yaşam biçimimiz, hepsi bir bütün.

8 yıl önce Dr.Onur Hamzaoğlu isminde bir Halk Sağlığı profosörü Kocaeli Dilovasında (boya fabrikalarının bulunduğu mahalle) bir araştırma yapıp sonuçlarını yayınlamıştı. 4-5 yıl süren araştırmaya göre, bu bölgedeki ölümlerin %32'sinin kanser olduğu, annelerin sütlerinde, bebeklerin dışkılarında yüksek oranda ağır metal olduğu belirlenmişti. Sonrasında Hamzaoğlu'nun başına gelmeyen kalmadı. Hakkında bir çok soruşturma ve davalar açıldı, hakaretler edildi, akademisyenliği bitti, akademisyenlerin barış bildirisini imzaladığı gerekçesi de kullanılarak 5-6 ay kadar tutuklu kaldı. Sonrasını takip edemedim, içerde mi, dışarda mı bilmiyorum. Ancak dilovasında halk sağlığını yok eden kötü endüstrileşmenin iyileştirilmesi yönünde herhangi bir girişimin varlığına dair hiç bir şey duymadık. Araştırma sonuçlarının kamuoyuna duyuruluşundan itibaren orada başka kaç kişi kanserden öldü ve kaç kişiye da kanser teşhisi kondu belirsiz. Zaten önemli olan da bu gibi şeylerin belirsiz kalması galiba.

2005-2008 yılları arasında Gölcük-Hisareyn diye bir yerdeki bir sitede oturmuştum. Haliyle Hisareyn ahalisiyle de irtibatımız olmuştu. Orada çok yoğun meyvecilik yapılıyordu ve müthiş bir ilaçlama uygulaması vardı. Yol kenarındaki su kanallarından rengi bulanık, buram buram kokan zehirli tank yıkama suyunun akmadığı nadiren görülürdü. Hemen hemen her gün bir veya daha fazla cenaze olurdu ve sorduğumuzda kanser dışında bir ölüm nedeni pek duymadık.

İlgi duyup takip edenler vardır mutlaka. Bu günlerde bir davanın duruşmaları görülüyor. Bülent Şık isimli bir akademisyen, Sağlık Bakanlığı’nca 2011-2016 yılları arasında yaptırılan “Kocaeli, Antalya, Tekirdağ, Edirne, Kırklareli illerinde Çevresel Faktörlerin ve Sağlık Üzerine Etkilerinin Değerlendirilmesi Projesi" adı altında çok kapsamlı bir araştırmada görev aldı. Bu kapsamdaki bir çok araştırmada araştırmacı ve raportör olarak bizzat çalıştı. Araştırmalarda çok önemli sonuçlar çıktı. Öyle ki halk sağlığını doğrudan ilgilendirilen, gerek bireylerin gerek kurumların hemen önlem almasını gerektiren sonuçlar 2015 yılından itibaren net olarak ortaya çıkmasına rağmen, ne kamuoyuna herhangi bir bilgi verildi ne de herhangi bir önlem alındığına dair izlenim edinebildik.

Bunun üzerine, Bülent Şık, geçtiğimiz Nisan ayında 5 günlük bir yazı dizisiyle kendi bilgisi dahilindeki bazı sonuçları kamuoyuna açıkladı. Sonuç malum, açıklananlar hiç bir şekilde yalanlanamıyor ancak açıklanması suç olarak addedilerek soruşturma ve kovuşturmaya uğradı.

Kısıtlı da olsa açıklanan sonuçlara göre maydanozdan yeşil soğana, erikten çileğe kadar bir çok sebze ve meyvede izin verilen (ne demekse) limitlerin altında veya üzerinde kanserojen pestisit kalıntısı tesbit edildi. Önemli bir oranda da birden fazla pestisit tesbit edildi. Bununla da bitmiyor, tarım ilaçları içme sularında da tesbit edildi. Ayrıca alüminyum, kurşun, arsenik vb. gibi ağır ve toksik metallere önemli oranlarla rastlanıldı.

Pestisitler 1
Pestisitler 2
Su 1
Su 2


Yayınlananlar kapsamlı araştırmaların çok kısıtlı bir bölümünden, muhtemelen adı geçen araştırmacının bizzat içinde bulunduğu ve doğrudan bilgi sahibi olduğu şeyler. Araştırmanın tümünde neler var belirsiz. Büyük ihtimal de öyle kalacak.

cetine ve iyigit beğendi.
MeyveliTepe Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 10-02-2019, 22:30   #21
Ağaç Dostu
 
Portakal Rengi's Avatar
 
Giriş Tarihi: 19-02-2018
Şehir: Muğla
Mesajlar: 733
Sürdürülebilirlik

Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi MeyveliTepe Mesajı Göster
Epeydir "kanser ta mısırlılarda bile varmış, şimdi kanserler arttı diye yalan söyleyerek organik reklamı yapıyorlar", "organik de neymiş yaw, palavra", "zehirli sentetik pestisit kullanılmadan tarımsal ürün olmaz", "dozunda zehir iyidir" vb. gibisinden söz eden olmamış.

Elbette, bu düşüncelerin değişmesinden değil, "ben bildiğimi okurum, gerisinden bana ne" anlayışından.

Bir konuya açıklık kazandırmak gerek. Olay salt tarladaki bitkisel üretim ile de ilgili değil. İçinde bulunduğumuz ekolojinin tümü ile ilgili. Yediklerimizin yanı sıra, içtiğimiz su, soluduğumuz hava, bastığımız toprak (şayet kaldıysa), yaşam biçimimiz, hepsi bir bütün.

8 yıl önce Dr.Onur Hamzaoğlu isminde bir Halk Sağlığı profosörü Kocaeli Dilovasında (boya fabrikalarının bulunduğu mahalle) bir araştırma yapıp sonuçlarını yayınlamıştı. 4-5 yıl süren araştırmaya göre, bu bölgedeki ölümlerin %32'sinin kanser olduğu, annelerin sütlerinde, bebeklerin dışkılarında yüksek oranda ağır metal olduğu belirlenmişti. Sonrasında Hamzaoğlu'nun başına gelmeyen kalmadı. Hakkında bir çok soruşturma ve davalar açıldı, hakaretler edildi, akademisyenliği bitti, akademisyenlerin barış bildirisini imzaladığı gerekçesi de kullanılarak 5-6 ay kadar tutuklu kaldı. Sonrasını takip edemedim, içerde mi, dışarda mı bilmiyorum. Ancak dilovasında halk sağlığını yok eden kötü endüstrileşmenin iyileştirilmesi yönünde herhangi bir girişimin varlığına dair hiç bir şey duymadık. Araştırma sonuçlarının kamuoyuna duyuruluşundan itibaren orada başka kaç kişi kanserden öldü ve kaç kişiye da kanser teşhisi kondu belirsiz. Zaten önemli olan da bu gibi şeylerin belirsiz kalması galiba.

2005-2008 yılları arasında Gölcük-Hisareyn diye bir yerdeki bir sitede oturmuştum. Haliyle Hisareyn ahalisiyle de irtibatımız olmuştu. Orada çok yoğun meyvecilik yapılıyordu ve müthiş bir ilaçlama uygulaması vardı. Yol kenarındaki su kanallarından rengi bulanık, buram buram kokan zehirli tank yıkama suyunun akmadığı nadiren görülürdü. Hemen hemen her gün bir veya daha fazla cenaze olurdu ve sorduğumuzda kanser dışında bir ölüm nedeni pek duymadık.

İlgi duyup takip edenler vardır mutlaka. Bu günlerde bir davanın duruşmaları görülüyor. Bülent Şık isimli bir akademisyen, Sağlık Bakanlığı’nca 2011-2016 yılları arasında yaptırılan “Kocaeli, Antalya, Tekirdağ, Edirne, Kırklareli illerinde Çevresel Faktörlerin ve Sağlık Üzerine Etkilerinin Değerlendirilmesi Projesi" adı altında çok kapsamlı bir araştırmada görev aldı. Bu kapsamdaki bir çok araştırmada araştırmacı ve raportör olarak bizzat çalıştı. Araştırmalarda çok önemli sonuçlar çıktı. Öyle ki halk sağlığını doğrudan ilgilendirilen, gerek bireylerin gerek kurumların hemen önlem almasını gerektiren sonuçlar 2015 yılından itibaren net olarak ortaya çıkmasına rağmen, ne kamuoyuna herhangi bir bilgi verildi ne de herhangi bir önlem alındığına dair izlenim edinebildik.

Bunun üzerine, Bülent Şık, geçtiğimiz Nisan ayında 5 günlük bir yazı dizisiyle kendi bilgisi dahilindeki bazı sonuçları kamuoyuna açıkladı. Sonuç malum, açıklananlar hiç bir şekilde yalanlanamıyor ancak açıklanması suç olarak addedilerek soruşturma ve kovuşturmaya uğradı.

Kısıtlı da olsa açıklanan sonuçlara göre maydanozdan yeşil soğana, erikten çileğe kadar bir çok sebze ve meyvede izin verilen (ne demekse) limitlerin altında veya üzerinde kanserojen pestisit kalıntısı tesbit edildi. Önemli bir oranda da birden fazla pestisit tesbit edildi. Bununla da bitmiyor, tarım ilaçları içme sularında da tesbit edildi. Ayrıca alüminyum, kurşun, arsenik vb. gibi ağır ve toksik metallere önemli oranlarla rastlanıldı.

Pestisitler 1
Pestisitler 2
Su 1
Su 2


Yayınlananlar kapsamlı araştırmaların çok kısıtlı bir bölümünden, muhtemelen adı geçen araştırmacının bizzat içinde bulunduğu ve doğrudan bilgi sahibi olduğu şeyler. Araştırmanın tümünde neler var belirsiz. Büyük ihtimal de öyle kalacak.
Kesinkes hak veriyorum, size. Bu konudaki en büyük sorun sürdürülebilirlik. İnsan sağlığına zarar vermeyecek şekildeki üretim (biçimi ne olursa olsun), insan soyunun sürdürülebilmesine yettiği sürece, savunulabilir olacak.
Doğal yöntemlerden farklı olanların zararlı etkilerinin kanıtlanabilmesi önemli. Pestisit bileşimlerin gözden geçirilmesini savunmak ile asla kullanılmamasını savunmak farklı. Buna özen göstermek gerek. Çağdaş yöntemlerde bilim öne çıkarılacak ise bilimin hizmet etme anlayışı insanlığa yönelik olmalı. Bizi kalp krizinden koruyacak ilaç kanser olmamıza neden oluyorsa ilaç olarak adlandırılabilir mi ?
Ancak, salt doğal kalmak adına bilime karşı durmak da sürdürülebilir değil. İnsanlığın hem yaşam süresi artıyor hem sayısı. Azalan toprak alanını da eklersek beslenme sorunu katlanıyor. Buna çözüm üretilmesi gerek.
Zararlı olana karşı çıkar iken, bilime ve gelişime karşı durumuna düşmeden davranış şekli geliştirmek gerek.
Bülent Şık'a da hak ettiği değeri vermek gerekli. Bilim insanı'nın değeri insanlığa ürettiği hizmet kadar değerli olmalı.

Portakal Rengi Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 11-02-2019, 00:06   #22
agaclar.net
 
MeyveliTepe's Avatar
 
Giriş Tarihi: 22-03-2007
Şehir: Kocaeli
Mesajlar: 9,019
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi Portakal Rengi Mesajı Göster

Kesinkes hak veriyorum, size. Bu konudaki en büyük sorun sürdürülebilirlik. İnsan sağlığına zarar vermeyecek şekildeki üretim (biçimi ne olursa olsun), insan soyunun sürdürülebilmesine yettiği sürece, savunulabilir olacak.
Doğal yöntemlerden farklı olanların zararlı etkilerinin kanıtlanabilmesi önemli. Pestisit bileşimlerin gözden geçirilmesini savunmak ile asla kullanılmamasını savunmak farklı. Buna özen göstermek gerek. Çağdaş yöntemlerde bilim öne çıkarılacak ise bilimin hizmet etme anlayışı insanlığa yönelik olmalı. Bizi kalp krizinden koruyacak ilaç kanser olmamıza neden oluyorsa ilaç olarak adlandırılabilir mi ?
Ancak, salt doğal kalmak adına bilime karşı durmak da sürdürülebilir değil. İnsanlığın hem yaşam süresi artıyor hem sayısı. Azalan toprak alanını da eklersek beslenme sorunu katlanıyor. Buna çözüm üretilmesi gerek.
Zararlı olana karşı çıkar iken, bilime ve gelişime karşı durumuna düşmeden davranış şekli geliştirmek gerek.
Bülent Şık'a da hak ettiği değeri vermek gerekli. Bilim insanı'nın değeri insanlığa ürettiği hizmet kadar değerli olmalı.
Öyle kasteddiğinizi sanmıyorum ama, yazınızdan sanki doğal olan şeyler ile bilim biribirine zıt şeylermiş gibi anlaşılıyor.

Oysa ne biribirine zıt, ne de herhangi bir şekilde karşılaştırılabilir şeyler.

İnsan, tıpkı diğer hayvanlar gibi, doğan, büyüyen, yaşlanan, sonuçta yaşayan bir canlıdır. Tüm canlılarda olduğu gibi fiziksel bir yapıya sahiptir, iskeleti, kasları, beyni, kalbi, damarları, sinir sistemi, sindirim sistemi, karaciğer, dalak, pankreas, vb. organları olan bir canlı.

İçilen su, solunan hava, beslenilen gıdalar, yaşanılan ortam bu etten kemikten canlılar için uygun olmak durumunda.

İnsan aynı zamanda, geçmişte üretilen bilgiyi de kullanarak ilave bilgi üretebilen bir canlı. Halihazırda gezegenin hakim türü olmasının sebebi de bu.

Dünyanın 4,5 milyar yaşında olduğu söylenir. Gezendeki çok hücreli canlıların 2 milyar yıldır var olduğu, basit hayvanların 600 milyon yıl önce ortaya çıktığı, ilk insanların 200 bin yıl önce ortaya çıktığı ve modern insanın da 50 bin yıldır var olduğu kabul edilir (bilimsel bulgulara göre). Dünyanın varlığını 24 saatlik bir zaman dilimine indirgersek insan bu 24 saatin son 3 saniyesinde ortaya çıkmıştır denilir.

Buna karşın, 1800'lerin başında havadaki karbon oranı 280 ppm iken, bu yılın ölçümleri 410 ppm civarındadır. Bu değişim gezegenin milyonlarca yıl süren döngülerinden dolayı değil, insan türünün gezegene doğrudan saldırısının bir sonucudur. Endüstrileşme, özellikle de az kaynakla çok miktarda kâr elde etme amacını şiar edinmiş endüstrileşme, kâr uğruna gezegenin jeolojik takvimine göre 24 saatte biriktirdiği ve oluşturduğu dengeyi son 1 saniyenin binde birinde tüketme ve alt üst etme sürecinde.

Sonucunda insan dahil tüm mevcut canlı türlerinin kendi fiziksel yapılarının gerektirdiği yaşam ortamlarının hızla kısıtlandığı ve bozulduğu bir gerçek.

Yine jeolojik takvime göre 3 saniye sonra (200 bin yıl sonra) bugünkü canlıların ve insanın var olacağı çok şüphe götürür. Hatta herhangi bir canlının var olacağı da çok şüpheli.

Evrim, en basit şekliyle canlıların, nesiller içinde koşullara adapte olarak koşulları avantaj olarak kullanacak değişimlere uğraması şeklinde açıklanır.

Ancak gerçekleşen koşul değişiklikleri o kadar hızlı ki, insan dahil bir çok türün yeni koşullara adapte olacak kadar nesil değişimine fırsat yok.

Bunun gerçekleştiğini bazı böceklerde görüyoruz. Söz gelimi, aynı yıl içinde birden fazla nesil değiştiren bazı eklembacaklıların pestisit aktif maddelerine karşı direnç geliştirdikleri, artık o aktif maddenin o böcek türünde etkili olmadığı şeklinde bir çok örnek var. Benzeri durum bakterilerde de var. Pek çok bakteri artık antibiyotiklerle öldürülemiyor.

Bilim diyordunuz, hizmet anlayışı insanlığa hizmet etmek yönünde olmalı diye. Evet, büyük ölçüde katılıyorum.

Bilim, sadece insanlığa değil, gezegene ve canlılığa hizmet etmek yönünde olmalı. Henüz robot olarak evrimleşmediğimiz için gezegen olmazsa, diğer canlılar olmazsa, havada oksijen, içilebilir ve bitkilere verilebilir su olmazsa, sağlıklı toprak olmazsa insan da olmaz. Henüz sentetik protein veya kaynağı canlılar olmayan besin yok beslenmek için.

Öte yandan, bilim için iki temel gereksinim var. Birincisi tabii ki yeterli eğitim ve bilgi birikimine sahip bilim insanlar, ikincisi bilimsel çalışmaların yapılabilmesi için gereken lab. saha, donanım ve para.

Parayı, kâr edenler daha çok kâr edebilmek harcıyorlar. Kâr etme motivasyonu ise çok nadiren gezegen ve insan dahil canlılar için hizmete isabet eder. Kamu yönetimleri toplumdan parayı toplar ama bu paranın çok kısıtlı bir bölümünü toplum yararına araştırmalar için kullanır. Bizde değil ama dünyada, yine de ortaya çıkan ve çıkmakta olan bulgular az değildir.

Tekrar olacak ama, insan hala canlılardan bir canlı olduğuna göre, doğa da canlılara elverişli olmak zorundadır. Bilim, tüm insan popülasyonunu 48 saat içinde tamamen bitirecek biyolojik silahların yapılması için değil (böyle silahların hali hazırda var olduğu biliniyor) doğanın anlaşılması, yorumlanması, canlılığın ve doğa dengelerinin artan insan nüfusuna rağmen korunması, evet, bu kadar insanın doyurulması (ama açlığı gidereceğiz diye dünya besinini şirketlerin patentli malı yapmadan), bunun için gereken her türlü araç, gereç, yöntem araştırmalarını yapmalıdır. Ancak bunu yaparken kısa vadeli kârlar için binilen dalı kesmeden.

Zekoş beğendi.
MeyveliTepe Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 19-05-2015, 16:57   #23
Ağaç Dostu
 
birnefestoprak's Avatar
 
Giriş Tarihi: 14-07-2012
Şehir: Ankara/Morgantown
Mesajlar: 2,797
Alıntı:
İsveç Çevre Araştırma Enstitüsü isimli organizasyona yaptırılan çalışmanın detay raporu burada.
Bununla baglantili bir klip internette ne zamandir donup duruyor. Bu tip calismalar nadiren yapildigi icin ayrica degerli: https://www.youtube.com/watch?v=oB6fUqmyKC8

Klipte ozetle, butun besinini organik gidalardan temin etmeye baslayan cocuklarin idrar orneklerindeki pestisit kalintisinin buyuk oranlarda azaldigi anlatiliyor.

birnefestoprak Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 24-06-2015, 14:49   #24
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 27-12-2014
Şehir: bruksel
Mesajlar: 128
Bu arastirmanin organik tarimdan zarar goren bir kurulus tarafindan yapildigini sanmiyorum. Lakin, buyuk miktarda urun ureten firmalar birbirleri ile kavga etmekten, organik tarim gibi kucuk bir pazarla ugrasmazlar. Ne aci, organik tarim denilen sey aslinda bizim dedelerimizin, ninelerimizin tarim yontemiyken, bugun ozel bi hal aldi. Bunun da sebebi daha cok urun uretip, fiyatlari assagiya cekip, pazarda rekabet edilemez olmaya calisan firmalar. Organik urun, maliyet olarak endustriyel tarim ile basedemez. Ama kimse de lezzet ve saglik acisindan organik tarimi alassagi edemez. Yuz tane universite arastirma yapsa, ben yetistirdigim urunu ve lezzetini bilirim.

Jakin beğendi.
flying dragon Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 07-08-2015, 17:20   #25
Ağaç Dostu
 
birnefestoprak's Avatar
 
Giriş Tarihi: 14-07-2012
Şehir: Ankara/Morgantown
Mesajlar: 2,797
USGS tarafindan hazirlanan, ABD'de 1992-2012 yillari arasinda Round Up (Glifosat) kullanimini gosteren harita: EWG. Ulkenin misir ambarlarinin oldugu, en iyi misirlarin yetistigi eyaletler kapkara.

dongyul beğendi.
birnefestoprak Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 07-08-2015, 19:58   #26
Ağaç Dostu
 
birnefestoprak's Avatar
 
Giriş Tarihi: 14-07-2012
Şehir: Ankara/Morgantown
Mesajlar: 2,797
Hersey benim Turkiye'de -insanlar icin- yiyecek amacli GDO'lu tohum ekiminin yasak oldugunu dusunmemle basladi. Sonra "icerikte cok cok dusuk miktarda" kalmak kaydiyla izin verildigini ogrenmemle olaylar gelisti. Hemen arkasindan da bugun sunu gordum: Banvit, GDO

birnefestoprak Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 04-02-2016, 23:25   #27
Ağaçsever
 
northpower's Avatar
 
Giriş Tarihi: 18-08-2013
Şehir: izmir
Mesajlar: 54
aslında konu ile alakalı denmez tam olarak konunun deep kısmı denebilir
Şüphe Tüccarları belgeselini izlemenizi tavsiye ederim. youtube da izledim ama kaldırılmış. illa ki eklenir ya da başka yerlerde vardır. Birileri ekliyor hemen kaldırılması için iki kat çaba sarfediyor birileri!
https://www.youtube.com/watch?v=j8ii9zGFDtc

bu trailer videosu . Merchants of Doubt da orjinal adı. amerikada temel olarak sigara ile ilgili bilinen ve 10 yıllarca söylenmeyenlerden başlayıp öyle çarpıcı gerçek bilgiler ve raporlar sunuyor ki belgesel bilseniz bile ayrıntılar sizi hayret ettiriyor.

devrann beğendi.
northpower Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 16-09-2017, 14:42   #28
Ağaç Dostu
 
devrann's Avatar
 
Giriş Tarihi: 11-07-2017
Şehir: Alanya
Mesajlar: 782
Nasıl ki devlet sigarayı yasal olarak görüyor esrarı yasal görmüyor organiklik olayıda aynı.Verimin düşeceğini ihracatın azalacağını düşünüyor muhakkak devlet bu yüzden organik tarımı desteklemiyor aynı sigarayıda yasaklamadığı gibi oysa binlerce kişi kanserden ölüyor.Mademki sigara kullanımı yasal kişinin hür özgür iradesine seçimine bırakılmış o zaman sigaradan vergi almayacaksın ki safın belli olsun,hem bu işin ticaretinden hem çiftçiden hem içiciden vergi alacaksın ama diyeceksin ki sigara öldürür.
Hem organik olmayan tarım pestisit kalıntıları vb yönlerden sağlığa zararlı şu bu sonra organik tarım eyidir eyidir.
Bir kere devletin bu tarz insan sağlığına yönelik konulardaki iki yüzlülüğünü bir kenara bırakıp kendi vatandaşını daha çok düşünen politikalar üretmesi gerekmektedir.Bir çok ülkede benzer şekilde çalışmakta bu düzen ancak farklılık yapılamazmı.?
Ben geçtim tamamen organik ürünleri zaten bu imkansız,en azından mrl değerlerini karşılayan ürünlerinin denetimini dahi yapmıyor yapamıyor devlet,emin olun çarşıdan pazardan aldığınız birçok üründe kalıntı bulunmaktadır bunu bilerek alınız.
Mesela hayvan gübresiyle yetiştirilmiş ürünler organiktir vs gibi sığır hayvan gübresini organik sanmak gibi bir hataya düşüyor çoğu arkadaş.Hayvan gübresi nasıl organik olabilir ki belki ne bileyim dağın başında yaylayan keçiden elde edilen gübresi organik olabilir.Ama ne bileyim araştırınca sığır gübresi içindeki humik asitlerin bir nebze olsun bu kalıntıları azalttığı yönünde çalışmalarda yok değil.
Sanırım herşeyi devletten beklememek lazım biraz olsun bilinç,bu bilincin sağlanması için belli bir refah seviyesi.
Eğitim şart.
Evet ancak şunu devletten bekleyebiliriz niye çiftçiler eğitilmiyor çiftçiye organik tarım konusunda bile olmasada en azından bu ilaçalr konusunda bir eğitim verilmiyor,nerede çalışıyor o kadar ziraat mühendisi çks dolduruyorlar dairede,bir kısmı sözde denetim yapıyor bayide bir kısmıda örnek alıyor çiftçiden,sen bunun alt yapısını yapmadan nasıl örnek alıyorsun ki çiftçiden geliyorsun selaymünaleyküm ee örnek alacağım yetiştirdiğin domatesten.Yorumu size bırakıyorum

telato beğendi.
devrann Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 16-09-2017, 16:52   #29
Ağaç Dostu
 
tarku's Avatar
 
Giriş Tarihi: 23-05-2010
Şehir: konya
Mesajlar: 963
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi devrann Mesajı Göster
Nasıl ki devlet sigarayı yasal olarak görüyor esrarı yasal görmüyor organiklik olayıda aynı.Verimin düşeceğini ihracatın azalacağını düşünüyor muhakkak devlet bu yüzden organik tarımı desteklemiyor aynı sigarayıda yasaklamadığı gibi oysa binlerce kişi kanserden ölüyor.Mademki sigara kullanımı yasal kişinin hür özgür iradesine seçimine bırakılmış o zaman sigaradan vergi almayacaksın ki safın belli olsun,hem bu işin ticaretinden hem çiftçiden hem içiciden vergi alacaksın ama diyeceksin ki sigara öldürür.
Hem organik olmayan tarım pestisit kalıntıları vb yönlerden sağlığa zararlı şu bu sonra organik tarım eyidir eyidir.
Bir kere devletin bu tarz insan sağlığına yönelik konulardaki iki yüzlülüğünü bir kenara bırakıp kendi vatandaşını daha çok düşünen politikalar üretmesi gerekmektedir.Bir çok ülkede benzer şekilde çalışmakta bu düzen ancak farklılık yapılamazmı.?
Ben geçtim tamamen organik ürünleri zaten bu imkansız,en azından mrl değerlerini karşılayan ürünlerinin denetimini dahi yapmıyor yapamıyor devlet,emin olun çarşıdan pazardan aldığınız birçok üründe kalıntı bulunmaktadır bunu bilerek alınız.
Mesela hayvan gübresiyle yetiştirilmiş ürünler organiktir vs gibi sığır hayvan gübresini organik sanmak gibi bir hataya düşüyor çoğu arkadaş.Hayvan gübresi nasıl organik olabilir ki belki ne bileyim dağın başında yaylayan keçiden elde edilen gübresi organik olabilir.Ama ne bileyim araştırınca sığır gübresi içindeki humik asitlerin bir nebze olsun bu kalıntıları azalttığı yönünde çalışmalarda yok değil.
Sanırım herşeyi devletten beklememek lazım biraz olsun bilinç,bu bilincin sağlanması için belli bir refah seviyesi.
Eğitim şart.
Evet ancak şunu devletten bekleyebiliriz niye çiftçiler eğitilmiyor çiftçiye organik tarım konusunda bile olmasada en azından bu ilaçalr konusunda bir eğitim verilmiyor,nerede çalışıyor o kadar ziraat mühendisi çks dolduruyorlar dairede,bir kısmı sözde denetim yapıyor bayide bir kısmıda örnek alıyor çiftçiden,sen bunun alt yapısını yapmadan nasıl örnek alıyorsun ki çiftçiden geliyorsun selaymünaleyküm ee örnek alacağım yetiştirdiğin domatesten.Yorumu size bırakıyorum
Bu söze çok güldüm. 2 tane organik elma yetiştiren tanıdığım var ya da vardı demeliyim. Çünkü 1 tanesi organikten vazgeçti. Diğeri ilaç, gübre ve mazota para yetiştiremediği için hiç bir ilaç, gübre kullanmadan ağaçları kendi haline bıraktı.
Her tarafta bir organik hayranlığıdır gidiyor. Bakanlık şöyle yapın, böyle yapın diye hava basıyor. Organik üretim yapana mazotu 1 liradan mı veriyor? Hadi organik üretim yaptınız diyelim, bunu tüketecek olan kim? Her tarafından zehir fışkıran elma 1 lira, organik elma 3 lira, pazarda müşteri geliyor organik bu deyince " aman ne olacak organikse, ucuz olsun ne olursa olsun" diyor. Türk halkı organik değil, zıkkımın kökünü yesin.

Organikten vazgeçtim, iyi tarım uygulamalarına geçeyim dedim. Sözleşme bedeli şu kadar, yol harcırahı bu kadar, yatma kalkma masrafı, senede 3 defa analiz, hesap ettim adamlara bahçeyi versem üste borçlu kalacağım. Ver zehiri boş verrr, sanki pazardaki mala analiz mi yapıyorlar? Yurt dışından geri dönen mallar ne oluyor acaba? Bu ülke de üretici olmada, ne olursan ol.

telato ve devrann beğendi.
tarku Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 16-09-2017, 18:45   #30
Ağaç Dostu
 
devrann's Avatar
 
Giriş Tarihi: 11-07-2017
Şehir: Alanya
Mesajlar: 782
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi tarku Mesajı Göster
Bu söze çok güldüm. 2 tane organik elma yetiştiren tanıdığım var ya da vardı demeliyim. Çünkü 1 tanesi organikten vazgeçti. Diğeri ilaç, gübre ve mazota para yetiştiremediği için hiç bir ilaç, gübre kullanmadan ağaçları kendi haline bıraktı.
Her tarafta bir organik hayranlığıdır gidiyor. Bakanlık şöyle yapın, böyle yapın diye hava basıyor. Organik üretim yapana mazotu 1 liradan mı veriyor? Hadi organik üretim yaptınız diyelim, bunu tüketecek olan kim? Her tarafından zehir fışkıran elma 1 lira, organik elma 3 lira, pazarda müşteri geliyor organik bu deyince " aman ne olacak organikse, ucuz olsun ne olursa olsun" diyor. Türk halkı organik değil, zıkkımın kökünü yesin.

Organikten vazgeçtim, iyi tarım uygulamalarına geçeyim dedim. Sözleşme bedeli şu kadar, yol harcırahı bu kadar, yatma kalkma masrafı, senede 3 defa analiz, hesap ettim adamlara bahçeyi versem üste borçlu kalacağım. Ver zehiri boş verrr, sanki pazardaki mala analiz mi yapıyorlar? Yurt dışından geri dönen mallar ne oluyor acaba? Bu ülke de üretici olmada, ne olursan ol.
Yurt dışından dönen malların ne olduğu belli,büyük ihtimal bizde bir sıkıntı olmadığı için iç piyasaya dönüyor.
Evet bahsettiğiniz şekilde organik tarıma bir devlet desteği yok ama desteklemelerden götürülen paralar var birde üstünü kapatma var.
İyi Tarım uygulamaları hakkında diyebileceğim şu,belli bir köy seçiliyor seralara iyi tarım uygulamaları afişi asılıyor deniyorki gelip senden numune alacağız ona göre ürün çıktığında.iyi tarım uygulamaları bundan ibaret.

telato beğendi.
devrann Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Cevapla

Konu Araçları
Mod Seç

Gönderme Kuralları
Yeni konu gönderemezsiniz
Konulara yanıt veremezsiniz
Ek dosya yükleyemezsiniz
Kendi gönderilerinizi düzenleyemezsiniz

BB code Açık
Smilies Açık
[IMG] Kodu Açık
HTML Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Forum saati Türkiye saatine göredir. GMT +2. Şu an saat: 10:15.
(Türkiye için GMT +2 seçilmelidir.)


Forum vBulletin Version 3.8.5 Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0
agaclar.net © 2004 - 2025