![]() |
|
![]() |
#121 |
Ağaç Dostu
Giriş Tarihi: 30-10-2007
Şehir: istanbul
Mesajlar: 585
|
Organik tarım hikaye degil elbette. ancak tam anlamıyla organik olma koşulları dünyada organik sertifikalı ürünlerde bile yüzde 1 dir bence. bu konuda en önemli noktalardan birisi ziraii ilaç kalıntısını minimize edebilmek. örnegin domateste kacmak çok zor oldugu için belirli ilaçları az dozajda ilk meyveler ceviz kadarken yapıyorum. o meyveleri koparrıyorum ve yoluma devam ediyorum. bir daha ilaç vs kullanmıyorum yani. gelelim bence organikligi asıl engelleyen gübreleme işine. neymiş efendim koyun gübresiymiş, tavukmus veya büyükbaş gubreymiş. hikaye burada baslıyor. bu hayvanların hiçbiri doğal ortam da bulunmuyor artık. suni yemlerle besleniyorlar, hormon ve antibiyotik asılarını saymıyorum bile. suni yemlerde görüntüde organik ama o da yalan. hayvan yemleri komple gdo lu ürünlerden yapılıyor. dolayısıyla gübre de ne ararsanız var. dogada kendi beslenen solucan yarasa vs gubreleri kesinlikle organik tarım için olmaz sa olmaz durumda. gerci kendi elimizle besledigimiz solucanların veya guvercinlerin gubresinden ne olur o da ayrı bir konu. |
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#122 |
Yeni Üye
Giriş Tarihi: 19-11-2018
Şehir: Antalya
Mesajlar: 3
|
Organik Tarım yöntemiyle üretilen ürünlerin ilk etapta yapılan reklamlar ile pazarının çok olacağı zannedilir ancak; albenisi az olan bu ürünlerin pazar değeri azdır ve talebi gittikçe azalır. Unutulmamalıdır ki; pazarlamada paketin içersindeki ürün kadar onun ambalajlanması ve albenisi de ürünün talebini artırır. Kaç tüketici pazarda Nar gibi kırmızı, iri ve parlak elma dururken yandaki ufak tefek ve kurtlu elmayı alır? Malesef doğal olandan kaçar olduk bana göre organik ekim tamamen bir uydurmacadan ibaret . |
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#123 | |
agaclar.net
Giriş Tarihi: 22-03-2007
Şehir: Kocaeli
Mesajlar: 9,007
|
Alıntı:
Elma organik olduğu zaman ufak tafek ve kurtlu olması gerektiğini mi düşünüyorsunuz? Nereden çıktı? Sorun şu, biri zehirli, diğeri zehirsiz. Afiyet olsun. |
|
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#124 |
Ağaç Dostu
Giriş Tarihi: 13-09-2007
Şehir: Nevşehir
Mesajlar: 641
|
Nevşehirde bi hikaye anlatılır, "tilki patates tarlasına girmiş, tarlanın diğer ucundan çıkıp yamaca tırmanamadan oracıkta ölmüş" biraz abartı da olsa gerçek bu her yediğimiz, çoluk çocuğa yedirdiğimiz üründen, çok çok fazla kimyasal ilaç ve hormon alıyoruz, belki birinci nesil değil ama ikinci ve üçüncü nesilde mutlaka olumsuz etkileri gözükecektir, organik ve kimyasal gübre ve ilaç kullanılarak yetişen ürünler arasında tat aroma ve besin değeri bakımından da kat kat farklılıklar olduğu kanaatindeyim, |
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#125 |
Yeni Üye
Giriş Tarihi: 24-11-2016
Şehir: Ankara
Mesajlar: 29
|
Güzel konu olmuş. Takipteyim ^^ |
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#126 |
Ağaç Dostu
Giriş Tarihi: 13-09-2007
Şehir: Nevşehir
Mesajlar: 641
|
Ticari olarak üretim yapan arkadaşlar, organik tarım yaparak piyasa koşulları ile rekabet edemez ama iyi tarım uygulamaları ile hem piyasanın gerisinde kalmamış olur, hem de onlar sayesinde biraz daha sağlıklı ürünler tüketmiş oluruz. |
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#127 |
Ağaç Dostu
Giriş Tarihi: 28-02-2015
Şehir: BURSA
Mesajlar: 1,294
|
2050’de iki kişiden birinin otistik olması bekleniyor. |
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#128 | |
agaclar.net
Giriş Tarihi: 22-03-2007
Şehir: Kocaeli
Mesajlar: 9,007
|
Alıntı:
Adına "iyi" denilen tarım bildiğiniz zehirli tarım. "İyi Tarım" diye konulan isim tamamen yanıltmaya yönelik. |
|
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#129 |
Ağaç Dostu
Giriş Tarihi: 13-09-2007
Şehir: Nevşehir
Mesajlar: 641
|
iyi tarımdan anlatmak istediğim veya olması gereken, gereği kadar ve gerektiğinde kimyasal gübre ve ilaç, Amatör olarak veya hobi olarak bizlerin yaptığı gibi, Şu an ülkemizde yapılan uygulama adı iyi veya organik olmakla beraber ticari kaygı ve daha fazla kazanç maksadıyla, hem üretici hem pazarlamacı tarafından çığırından çıkarılmıştır. |
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#130 |
Ağaç Dostu
|
Dağdan bir yer alınca iyi kötü birşeyler öğrenmeye başladım. Elmanın, kirazın kurtlanmaması için on kere ilaçlandığını öğrenince şaşırmıştım. Ben 6 yılda bir kere elma ilacı mecburen attım. Bana hemen ot ilacı atmam gerektiği söylendi. Biraz araştırınca ot ilacının etkisinin uzun yıllar devam ettiğini öğrendim. Patatesin böcek nedeni ile nerede ise ilaçla meydana geldiğini öğrendim. Yumrular toprağa atılmadan önce ilaçlandığı zaman patates böceği gelmiyormuş. Böcek bile kendisine zararı olan bir yaprağı. dalı yemiyor. Kışlık dikilen patatesler belirli bir zaman geçtiği için ilacın etkisi geçiyor. Zehrin öldürücü etkisi geçiyor. Yazlık ekilenlerde bu kısa olduğu için patatesin kendisinde kaldığını düşünüyorum. Kışlıkta da mutlaka kalıyordur. Zaman içinde etkileri çıkacak. Kendim iki üç yıldır patates yetiştirmeye çalışıyorum. Dağ başına kadar geliyorlar. Az olunca el ile kontrol altında tutabiliyorum. Çiftçinin bunu yapma durumu yok. Kısa zamanda üreyip koca tarlaları bitiriyorlar. Mümkün olduğu kadar az ilaç kullanarak ürün almaya çalışıyoruz. Daha iyi bakım yapabilirsem daha fazla ve güzel ürün alabileceğim. Eskiden de çok az ilaç kullanıldığı için topraklar henüz zehirli değil. En azından kendimiz ve çocuklarımız için birşeyler yapmaya çalışmak uğraşmak gerektiğini düşünüyorum. Bir arkadaşım üçüncü kere kansere yakalandı. Şu anda durumu iyi. Çocuklarımızı ben tanıyamıyorum. Hepsi agresif. Bencil. Hiç bir şeyden memnun olmayan. Bilgisayar, cep telefonu yeme içme gezme dışında hayatta hiç bir beklentileri yok. Sürekli ilaç kullanan bir toplum olduk. Kullandıkça daha fazla hasta oluyoruz. Alttan gelen zararları gidermeden tedavi etmeye uğraşıyoruz. Toplumumuzun bütün kesimi nerede ise patates tüketiyor. O kadar ilaç almak yerine bu böceğin doğal düşmanını şimdiye kadar niçin getirmedik. |
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#131 |
Ağaç Dostu
Giriş Tarihi: 13-09-2007
Şehir: Nevşehir
Mesajlar: 641
|
sayın Muda; "Çocuklarımızı ben tanıyamıyorum. Hepsi agresif. Bencil. Hiç bir şeyden memnun olmayan. Bilgisayar, cep telefonu yeme içme gezme dışında hayatta hiç bir beklentileri yok" benim oğlanı nerden tanıyorsun diye sorsam ![]() Ticari olarak patates ekimine 1978 yılında başladık, üzerinden 40 yıl geçmiş o yıl dahi patateste en büyük sıkıntı bu böcekti, bu böceğin doğal düşmanı mutlaka vardır ama tarım ilacı dev bir sektör ve her yıl büyüyen bir sektör, doğal düşmanını getirmek gibi bir riske kimse giremez. |
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#132 |
Ağaç Dostu
Giriş Tarihi: 22-01-2018
Şehir: Balıkesir
Mesajlar: 372
|
Asıl çözümü kendimiz tükettik...Köyden kente göçün en net sıkıntılarından biri de bu...Organik tarım piyasa reelinde ****** hikaye...ama bireysel gayretlerle belirli bir noktaya varabilmek,markalaşabilmek,güven kaynaklı bir uygulama yla tanıtım yapıp itimat kazanıp gerçekten organik üretim de pratik de mümkün...Ama işin en kökten çözümü noktasında çevremdekilere hep şunu tavsiye etmişimdir..Yarım dönüm de olsa bir bahçe edin,kendin ek,kendin dik,her meyveden(bölgede yetişen) bir iki tane dik..sebzelerini kendin yap.tohumları atadan dededen gelme bir şekilde elde etmeye bak...Hem sağlıklı olursun ,spor yaparsın,hem ne yediğini,hangi koşullarda yediğini bilirsin...Bu mevzu çok uzun mevzu...kendi çözümünü üretmeli bunun bilincinde olan her birey...Olduğu kadarını kendi yapmalı..olmadığı kısmını da güvenilir yerler arayarak,eş dost ahbap çevresinden bulmalı....Elimden geldiğince böyle yapıyorum...ilaç derdim yok...sıkışmadıkça ciddi ağaç kaybı gibi bir problem olmadıkça kimyasal kullanmıyorum...kurtlu meyveleri atıklayıp temizleyerek yiyorum.... Organik tarım,hem uzmanlık,hem extra efor hem sıkı takip hem extra ahlaki bir karakter gerektiriyor...Ülkemiz geneline vurduğumuzda üreticilerin %1 i bile bunu başaramaz..Zaten şu anki tabloda bu %0,1 bile değil...Maalesef tarımda zaten çok gerideyiz...%100 luk potansiyelin %10 uyla %15 ile tarım yapıyoruz...Fikri yenilenme değil,fikrî çağ atlamaya ihtiyacımız var...Genel bu...ama özelde tabi açılım yapmış,sıçramalar yapmış olanlar da yok değil...Velhasıl;Günümüz Türkiye'sinde sadece kendi ekip diktiğime güvenirim... |
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#134 |
Ağaç Dostu
Giriş Tarihi: 13-09-2007
Şehir: Nevşehir
Mesajlar: 641
|
"Patates böceğinin doğal düşmanı Lebia grandis isimli bir böcek. Şu ana kadar hiç mi getiren olmadı" Sayın Muda; mesajımda belirttiğim gibi 1978 yılından bu yana patates ekeriz, adı geçen böceği bölgemizde hiç görmedim. patates böceğinin yumurtaları sadece uğur böcekleri yiyor onları da patates böceğini ilaçlarken birlikte öldürüyoruz. |
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#135 | |
agaclar.net
Giriş Tarihi: 22-03-2007
Şehir: Kocaeli
Mesajlar: 9,007
|
Alıntı:
Elbette, bu düşüncelerin değişmesinden değil, "ben bildiğimi okurum, gerisinden bana ne" anlayışından. Bir konuya açıklık kazandırmak gerek. Olay salt tarladaki bitkisel üretim ile de ilgili değil. İçinde bulunduğumuz ekolojinin tümü ile ilgili. Yediklerimizin yanı sıra, içtiğimiz su, soluduğumuz hava, bastığımız toprak (şayet kaldıysa), yaşam biçimimiz, hepsi bir bütün. 8 yıl önce Dr.Onur Hamzaoğlu isminde bir Halk Sağlığı profosörü Kocaeli Dilovasında (boya fabrikalarının bulunduğu mahalle) bir araştırma yapıp sonuçlarını yayınlamıştı. 4-5 yıl süren araştırmaya göre, bu bölgedeki ölümlerin %32'sinin kanser olduğu, annelerin sütlerinde, bebeklerin dışkılarında yüksek oranda ağır metal olduğu belirlenmişti. Sonrasında Hamzaoğlu'nun başına gelmeyen kalmadı. Hakkında bir çok soruşturma ve davalar açıldı, hakaretler edildi, akademisyenliği bitti, akademisyenlerin barış bildirisini imzaladığı gerekçesi de kullanılarak 5-6 ay kadar tutuklu kaldı. Sonrasını takip edemedim, içerde mi, dışarda mı bilmiyorum. Ancak dilovasında halk sağlığını yok eden kötü endüstrileşmenin iyileştirilmesi yönünde herhangi bir girişimin varlığına dair hiç bir şey duymadık. Araştırma sonuçlarının kamuoyuna duyuruluşundan itibaren orada başka kaç kişi kanserden öldü ve kaç kişiye da kanser teşhisi kondu belirsiz. Zaten önemli olan da bu gibi şeylerin belirsiz kalması galiba. 2005-2008 yılları arasında Gölcük-Hisareyn diye bir yerdeki bir sitede oturmuştum. Haliyle Hisareyn ahalisiyle de irtibatımız olmuştu. Orada çok yoğun meyvecilik yapılıyordu ve müthiş bir ilaçlama uygulaması vardı. Yol kenarındaki su kanallarından rengi bulanık, buram buram kokan zehirli tank yıkama suyunun akmadığı nadiren görülürdü. Hemen hemen her gün bir veya daha fazla cenaze olurdu ve sorduğumuzda kanser dışında bir ölüm nedeni pek duymadık. İlgi duyup takip edenler vardır mutlaka. Bu günlerde bir davanın duruşmaları görülüyor. Bülent Şık isimli bir akademisyen, Sağlık Bakanlığı’nca 2011-2016 yılları arasında yaptırılan “Kocaeli, Antalya, Tekirdağ, Edirne, Kırklareli illerinde Çevresel Faktörlerin ve Sağlık Üzerine Etkilerinin Değerlendirilmesi Projesi" adı altında çok kapsamlı bir araştırmada görev aldı. Bu kapsamdaki bir çok araştırmada araştırmacı ve raportör olarak bizzat çalıştı. Araştırmalarda çok önemli sonuçlar çıktı. Öyle ki halk sağlığını doğrudan ilgilendirilen, gerek bireylerin gerek kurumların hemen önlem almasını gerektiren sonuçlar 2015 yılından itibaren net olarak ortaya çıkmasına rağmen, ne kamuoyuna herhangi bir bilgi verildi ne de herhangi bir önlem alındığına dair izlenim edinebildik. Bunun üzerine, Bülent Şık, geçtiğimiz Nisan ayında 5 günlük bir yazı dizisiyle kendi bilgisi dahilindeki bazı sonuçları kamuoyuna açıkladı. Sonuç malum, açıklananlar hiç bir şekilde yalanlanamıyor ancak açıklanması suç olarak addedilerek soruşturma ve kovuşturmaya uğradı. Kısıtlı da olsa açıklanan sonuçlara göre maydanozdan yeşil soğana, erikten çileğe kadar bir çok sebze ve meyvede izin verilen (ne demekse) limitlerin altında veya üzerinde kanserojen pestisit kalıntısı tesbit edildi. Önemli bir oranda da birden fazla pestisit tesbit edildi. Bununla da bitmiyor, tarım ilaçları içme sularında da tesbit edildi. Ayrıca alüminyum, kurşun, arsenik vb. gibi ağır ve toksik metallere önemli oranlarla rastlanıldı. Pestisitler 1 Pestisitler 2 Su 1 Su 2 Yayınlananlar kapsamlı araştırmaların çok kısıtlı bir bölümünden, muhtemelen adı geçen araştırmacının bizzat içinde bulunduğu ve doğrudan bilgi sahibi olduğu şeyler. Araştırmanın tümünde neler var belirsiz. Büyük ihtimal de öyle kalacak. |
|
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#136 | |
Ağaç Dostu
Giriş Tarihi: 16-11-2018
Şehir: eskişehir
Mesajlar: 495
|
Alıntı:
|
|
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#137 | |
Ağaç Dostu
Giriş Tarihi: 19-02-2018
Şehir: Muğla
Mesajlar: 732
|
Sürdürülebilirlik
Alıntı:
Doğal yöntemlerden farklı olanların zararlı etkilerinin kanıtlanabilmesi önemli. Pestisit bileşimlerin gözden geçirilmesini savunmak ile asla kullanılmamasını savunmak farklı. Buna özen göstermek gerek. Çağdaş yöntemlerde bilim öne çıkarılacak ise bilimin hizmet etme anlayışı insanlığa yönelik olmalı. Bizi kalp krizinden koruyacak ilaç kanser olmamıza neden oluyorsa ilaç olarak adlandırılabilir mi ? Ancak, salt doğal kalmak adına bilime karşı durmak da sürdürülebilir değil. İnsanlığın hem yaşam süresi artıyor hem sayısı. Azalan toprak alanını da eklersek beslenme sorunu katlanıyor. Buna çözüm üretilmesi gerek. Zararlı olana karşı çıkar iken, bilime ve gelişime karşı durumuna düşmeden davranış şekli geliştirmek gerek. Bülent Şık'a da hak ettiği değeri vermek gerekli. Bilim insanı'nın değeri insanlığa ürettiği hizmet kadar değerli olmalı. |
|
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#138 | |
agaclar.net
Giriş Tarihi: 22-03-2007
Şehir: Kocaeli
Mesajlar: 9,007
|
Alıntı:
Oysa ne biribirine zıt, ne de herhangi bir şekilde karşılaştırılabilir şeyler. İnsan, tıpkı diğer hayvanlar gibi, doğan, büyüyen, yaşlanan, sonuçta yaşayan bir canlıdır. Tüm canlılarda olduğu gibi fiziksel bir yapıya sahiptir, iskeleti, kasları, beyni, kalbi, damarları, sinir sistemi, sindirim sistemi, karaciğer, dalak, pankreas, vb. organları olan bir canlı. İçilen su, solunan hava, beslenilen gıdalar, yaşanılan ortam bu etten kemikten canlılar için uygun olmak durumunda. İnsan aynı zamanda, geçmişte üretilen bilgiyi de kullanarak ilave bilgi üretebilen bir canlı. Halihazırda gezegenin hakim türü olmasının sebebi de bu. Dünyanın 4,5 milyar yaşında olduğu söylenir. Gezendeki çok hücreli canlıların 2 milyar yıldır var olduğu, basit hayvanların 600 milyon yıl önce ortaya çıktığı, ilk insanların 200 bin yıl önce ortaya çıktığı ve modern insanın da 50 bin yıldır var olduğu kabul edilir (bilimsel bulgulara göre). Dünyanın varlığını 24 saatlik bir zaman dilimine indirgersek insan bu 24 saatin son 3 saniyesinde ortaya çıkmıştır denilir. Buna karşın, 1800'lerin başında havadaki karbon oranı 280 ppm iken, bu yılın ölçümleri 410 ppm civarındadır. Bu değişim gezegenin milyonlarca yıl süren döngülerinden dolayı değil, insan türünün gezegene doğrudan saldırısının bir sonucudur. Endüstrileşme, özellikle de az kaynakla çok miktarda kâr elde etme amacını şiar edinmiş endüstrileşme, kâr uğruna gezegenin jeolojik takvimine göre 24 saatte biriktirdiği ve oluşturduğu dengeyi son 1 saniyenin binde birinde tüketme ve alt üst etme sürecinde. Sonucunda insan dahil tüm mevcut canlı türlerinin kendi fiziksel yapılarının gerektirdiği yaşam ortamlarının hızla kısıtlandığı ve bozulduğu bir gerçek. Yine jeolojik takvime göre 3 saniye sonra (200 bin yıl sonra) bugünkü canlıların ve insanın var olacağı çok şüphe götürür. Hatta herhangi bir canlının var olacağı da çok şüpheli. Evrim, en basit şekliyle canlıların, nesiller içinde koşullara adapte olarak koşulları avantaj olarak kullanacak değişimlere uğraması şeklinde açıklanır. Ancak gerçekleşen koşul değişiklikleri o kadar hızlı ki, insan dahil bir çok türün yeni koşullara adapte olacak kadar nesil değişimine fırsat yok. Bunun gerçekleştiğini bazı böceklerde görüyoruz. Söz gelimi, aynı yıl içinde birden fazla nesil değiştiren bazı eklembacaklıların pestisit aktif maddelerine karşı direnç geliştirdikleri, artık o aktif maddenin o böcek türünde etkili olmadığı şeklinde bir çok örnek var. Benzeri durum bakterilerde de var. Pek çok bakteri artık antibiyotiklerle öldürülemiyor. Bilim diyordunuz, hizmet anlayışı insanlığa hizmet etmek yönünde olmalı diye. Evet, büyük ölçüde katılıyorum. Bilim, sadece insanlığa değil, gezegene ve canlılığa hizmet etmek yönünde olmalı. Henüz robot olarak evrimleşmediğimiz için gezegen olmazsa, diğer canlılar olmazsa, havada oksijen, içilebilir ve bitkilere verilebilir su olmazsa, sağlıklı toprak olmazsa insan da olmaz. Henüz sentetik protein veya kaynağı canlılar olmayan besin yok beslenmek için. Öte yandan, bilim için iki temel gereksinim var. Birincisi tabii ki yeterli eğitim ve bilgi birikimine sahip bilim insanlar, ikincisi bilimsel çalışmaların yapılabilmesi için gereken lab. saha, donanım ve para. Parayı, kâr edenler daha çok kâr edebilmek harcıyorlar. Kâr etme motivasyonu ise çok nadiren gezegen ve insan dahil canlılar için hizmete isabet eder. Kamu yönetimleri toplumdan parayı toplar ama bu paranın çok kısıtlı bir bölümünü toplum yararına araştırmalar için kullanır. Bizde değil ama dünyada, yine de ortaya çıkan ve çıkmakta olan bulgular az değildir. Tekrar olacak ama, insan hala canlılardan bir canlı olduğuna göre, doğa da canlılara elverişli olmak zorundadır. Bilim, tüm insan popülasyonunu 48 saat içinde tamamen bitirecek biyolojik silahların yapılması için değil (böyle silahların hali hazırda var olduğu biliniyor) doğanın anlaşılması, yorumlanması, canlılığın ve doğa dengelerinin artan insan nüfusuna rağmen korunması, evet, bu kadar insanın doyurulması (ama açlığı gidereceğiz diye dünya besinini şirketlerin patentli malı yapmadan), bunun için gereken her türlü araç, gereç, yöntem araştırmalarını yapmalıdır. Ancak bunu yaparken kısa vadeli kârlar için binilen dalı kesmeden. |
|
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#139 |
Ağaç Dostu
Giriş Tarihi: 16-11-2018
Şehir: eskişehir
Mesajlar: 495
|
Haberimiz olmadan ülkede zihniyet devrimi olmuş ![]() Yargıdan ilginç cevap: Tarlan yok, sana ne? - Cumhuriyet Çevre Haberleri |
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#140 | |
Ağaç Dostu
Giriş Tarihi: 21-03-2016
Şehir: antalya
Mesajlar: 578
|
Alıntı:
|
|
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#142 |
agaclar.net
Giriş Tarihi: 22-03-2007
Şehir: Kocaeli
Mesajlar: 9,007
|
Basın ve sosyal medyadan izlediğimiz kadarıyla iki gündür ıspanak yiyip zehirlenen, komaya giren çok sayıda insan var. Sosyal medyada iz takip edildiğinde bir grup, İstanbulda bir marketten alınan ıspanaklar, diğeri de Sakaryada çok yoğun ıspanak zehirlenmeleri var. Yakını komaya girip kendisine "atropine" lafı edilenlerden anlıyoruz ki, hastaya hastanede atropine verilmiş. Atropine, organofosfat zehirlenmelerinde hastaya ölümü engellemek için verilen bir antidot. Organofosfat'lar ise tarımda çok yaygın kullanılan bir böcek ilacı sınıfı. Neuro-toxin olan organofosfatlar yeterli dozda alındığında akut zehirlenmeye (alındıktan hemen sonra meydana gelen zehirlenme belirtileri) sebep olarak insan, hayvan, böcek, ne denk gelirse öldürür. Alınan doz akut zehirenme ve öldürmeye yetmiyorsa, çok önemli kronik hastalıklara sebep olur. Ne ki, yenen ıspanakla ilişkilendirilmesi artık mümkün olmaz. Bu defa çiftçi ya sağlam olsun diye dozu yükseltti, ya da bugün zehirleyip ertesi gün toplayıp sattı. Böylece akut zehirlenme görülerek bir ıspanak faciasıdır gidiyor. Akut zehirlenme olmadan yavaş yavaş alınan organofosfatların (ve diğer aktif maddelerin) vücutta birikerek neden olduğu kronik hastalıkların durumunu ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Bunu çiftçinin cehaleti, hırsı, vurdumduymazlığı, "tohumuna para mı saydım" değerlendirmesine, kontrol ve denetim eksikliğine vb. bağlamak çevre ve halk sağlığı bakımından durumu fazlasıyla hafife almak olur. |
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#143 |
Ağaç Dostu
Giriş Tarihi: 13-06-2011
Şehir: Istanbul / Columbus, Ohio (ABD)
Mesajlar: 1,260
|
Aslinda organik tarim hikaye mi degil mi meselesinde isin bilincli tuketici ve uretici olmasinda yattigina inaniyorum. Doga harikasi olan ulkemizde bahcecicilikle alakali kac tane dergi kitap vardir ve okunmaktadir? Her hafta 1 saatlik televizyon programlari var midir? Diyeceksiniz bunlarin onemi ne? Ingiltere'nin dogasini, bahcecilik kulturune hayran kalmis birisi olarak gordugum su oldu. Aylik bahcecilik dergilerinde konusulan konular : 'sonbaharda dusen yapraklardan nasil 'leafmould' (ozel bir teknik oluyor sanirim), acik hava atesinin dogadaki canlilara zarari, kisin dogamizi nasil koruruz'. Turkcede mangal keyfine denek dusecek acik hava atesinde bahcelerdeki boceklere, yararli bakterilere ne olur diye sorgulayabilmek; kendi keyfinin otesinde canlilara ve dogaya sahip cikmak olgusu var. Uzun lafin kisasi insanlar ulkelerinin kendilerine ozgu dogasina hayranlar ve ogrenerek koruma egilimindeler. Londra gibi bir dunya merkezinde bile nefes alinacak alanlar, dogaya saygi var. Kacimiz sn.Meyvelitepe gibi dusunuyoruz ve sorguluyoruz? Dusunce seklimizi degistirmeden gelecegi degistirmemiz maalesef mumkun degil. En basitinden evi ne kadar organik urunle doldurursaniz doldurun disariya ciktiginizda soludugunuz havadan, yediginiz yemege kadar hersey kolektif bir davranisin urunu. |
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#144 |
Yeni Üye
Giriş Tarihi: 28-02-2021
Şehir: Ankara
Mesajlar: 7
|
İlk sayfaları okuyunca az daha ben de hikaye olduğuna inanacaktım ki konu hakkında doğru bilgi sahibi olanları okuyana kadar. İyi ki varsınız güzel insanlar. Teşekkür ederim ![]() Sürdürülebilir, doğal, organik, köy, iyi vs tanımlara boğulmadan bahsettiğiniz gibi “Zehirsiz” tanımını esas alarak tüm verilerin A’dan Z’ye toparlanıp yapılabileceklerin baştan sona anlatıldığı bir kaynak oluşturulsa daha çok insana daha hızlı ve kolay ulaşabilir. Düzeltme: Aradığım kaynak zaten varmış ancak ben erişmekte zorlanmışım. Deneyimlerinizi ve aranılan doğru bilgileri A'dan Z'ye kendi imkanlarınızla paylaştığınız bir bloğunuz olduğunu bilmiyordum. Aylardır farklı yerlerde, farklı kaynaklarda arayışlardayım ancak şuana kadar denk gelmemiştim. Zehirsiz Sofralar Belgeselinde aynı isimli çiftliğinizi görene kadar ![]() ![]() Düzenleyen wrds : 18-03-2021 saat 03:08 Neden: Aradığım kaynağı buldum |
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
Konu Araçları | |
Mod Seç | |
|
|