Ağaçlar, meyveleri ve çiçekleriyle oynanan oyunlar
Çocukluğumuzda ağaçlarla içiçeydik. Daha doğrusu doğa bizim arkadaşımızdı. Şimdiki çocuklar gibi bilgisayarlarımız yoktu, televizyon yoktu, teyp bile yoktu. Hele mp3 playerler hiç yoktu. Pikaplar, radyolar vardı ve onlar çocuklar için değildi. Elimizi bile süremezdik, dinlemek serbestti sadece.
Biz çocuklar da hayal gücümüzü zorlar kendimize oyunlar üretirdik. Bahçedeki ağaçların yaprakları oyuncağımız olurdu.
Zincir
Çam yapraklarından zincirler yapardık. Onları boynumuza asardık. Bazen de en uzun zincir yapma yarışları yapardık, ilk sıkılan oyundan çıkardı. Metrelerce zincir yapmak sabır ister doğal olarak.
Papatya Tacı
Papatyadan taç yapmayan var mıdır acaba? Ben yaptım mesela. Kolyeler, küpeler, yüzükler daha neler neler. Ha bir de papatya falını unutmamak gerek. Seviyor, sevmiyor... Eğer sevmiyor çıkarsa başka çiçekle devam edebilirsiniz bu fala, sonunda seviyor çıkana kadar. Nasılsa her yer papatya tarlasıydı.
Portakal Araba
Çizen: Mehmet Saygın
20-25 cm uzunluğunda bir sopanın iki ucuna portakal saplayıp, bu çubuğu da daha uzun bir sopaya bağladıktan sonra tek dingilli bir araba elde edip onlarla yarış yapardık. Burada bu oyuncak arabanın hiç önemi yok, hızlı koşabilen yarışı kazanırdı zaten.
Tırtıl yarışması
Bahçede üzüm yapraklarının arasında bulduğumuz yeşil tırtılları iplerin üzerine yerleştirir yarışmalarını izlerdik. Onlar hiç durmadan tırmanırlardı. Neden, nereye hala bilmem?
Patlangaç
Tüpgaz hortumunu keser, iki ucuna çitlenbik meyvelerini yerleştirirdik. Sonra hortum genişliği kadar inceltilmiş bir çubukla hortumun bir ucundan bastırırdık. Arada sıkışan hava hortumun diğer ucundaki meyveyi fırlatırdı. Takımlar oluşturup, yaptığımız oyuncakları da silah olarak kullanarak, çocuk aklımızca savaşırdık
Elim Sende
Elim sende oynardık kocaman ağacın dallarında. Yorulunca yatağımız olurdu dalları. Uzanır dinlenirdik. Patlayıncaya kadar dut yerdik. Sonrası malum midelerimiz bozulurdu. Dut ağacı en eğlenceli oyun bahçemiz olurdu. Şimdi ise ağacından dut yemeye hasret kaldık.
Zilleri tak- çıkı çıkı yap
Palamut ağacının meyvesini parmaklarımıza geçirirdik. Hani dikiş yüksüğüne benzeyen kısmını. Sonra da şıkır şıkır oynardık. Dansözlerin zilleri var da bizim yok mu? Bizim ziller lastikle tutturulmadığından, parmaklarımızdan düşmemesi için özel çaba sarfetmemiz gerekirdi. Hem oynayacaksın hem de düşürmeyeceksin. Epey maharetliymişiz canım.
Üzüm Pırtlatma
Çizen : Ilgaz Özveren
Bahçemizdeki kara üzümden aldığımız salkımlarla bahçe duvarına otururduk. Ekşi mayhoş tadı olduğundan iç kısmını yiyemezdik, ama kabukla iç kısım arasında kalan şerbetine bayılırdık. Onun için önce içini pırtlatırdık önümüzdeki yola. En uzağa pırtlatan kazanırdı bu oyunda. Sonra içini attığımız kabuğun iç kısmındaki şerbeti içerdik..
Kına
Cevizin sert kabuğunun dışındaki yeşil kısmı taşla döver parmaklarımıza kına yakardık
Oje
Şeftali ağaçlarında oluşan zamkları toplar, sulandırır, gül yapraklarıyla karıştırıp güzel kokulu ojeler elde ederdik. Bu ojeyi yapmak günlerimizi alırdı. İşin en eğlenceli kısmı da istediğimiz rengi elde etmek için uğraşmamız olurdu.
Tahta eşyalar
Komşunun yakmak için aldığı tahta parçaları oyuncaklarımız olurdu. Sanırım marangoz atölyesinden artan tahta parçaları idi. Ancak öyle güzel şekilleri vardı ki, hayal dünyamızı kışkırtırdı. Masa, karyola, koltuklar v.b. kısaca oyuncak evimizin tüm eşyaları sayelerinde tamamlanırdı. Ayrıca kelebek, tabanca, kuşlar ve şu anda aklıma gelemeyen bir yığın şekillere benzetirdik onları. Komşudan izin ister alırdık tahtaları. Uzun bir süre oynardık tüm mahalle çocuklarıyla birlikte. Bizi oyalayan bir ayrıntı ise bugün koltuk olan parça bir başka gün dolap olabilirdi. O andaki hayal gücümüz eşyaları belirlerdi.
Takma Tırnak
Sardunya yapraklarından, akasya yapraklarından takma tırnak yapardık. Sardunya olduğundan pek emin değilim ama tırnak şeklinde taç yaprakları olan bir çiçek olduğunu biliyorum. Rengârenk, ojeli ve uzun tırnaklarımız olurdu; en fazla yarım saatliğine. Yarım saat bile kalacak olsa, onca uğraşa değerdi bizim için.
Gül yaprağı
Gül yapraklarını avuçlarımızda (baş ve işaret parmaklarımızı birleştirip aradaki boşlukta) patlatırdık. Kim daha fazla ses çıkartarak patlatırsa oyunu kazanırdı. Yeşil yapraklarıyla değil, taç yapraklarıyla oynanırdı bu oyun.
Horoz mu tavuk mu?
Erik çekirdeğini kırar, içindeki beyaz, yumuşak, içi su dolu çekirdeği çıkarır, karşıdakine sorardık; horoz mu tavuk mu diye. Her iki taraf da bir dilek tutardı. O yumuşak şeyi parmaklarımızla pırtlatırdık. Karşıya sıçrarsa horoz olurdu, fazla uzağa gitmezse tavuk olurdu. Kimin dediği olursa dileği gerçekleşirdi. (Çocuk aklı işte, dileğimizin gerçekleşmesiyle ne alakası varsa).
Akasyanın mayhoş çiçeğini yerdik, çoban ekmeği diye bir ot vardı onun etli kısmını yerdik, acı kavunları patlatırdık, gelincik şurubu yapardık, kokar ağacın ince dalının yapraklarını soyup kamçı yapardık, nar çiçeğinden kolye yapardık, sonra da bu nar ağacı neden meyve vermiyor diye üzülürdük, kitap arasında kuruttuğumuz yapraklardan tablo yapardık, asma yapraklarına salça sarıp dolma yapardık,
asmanın yeni sürgünlerini koparıp soyar, yerdik, gündöndü ( ayçiçeği ) saplarından at yapar oynardık, göl kenarında "pıta" dediğimiz bir bitki vardı, onlardan şapka örerdik...
Zerdali ağaçları, erik ağaçları, akasyalar, dutlar, papatyalar….
Nerede o güzel ağaçlar
Nerede o güzel oyunlar
Yazanlar: Sevelim, yılmaz, aybala, eskimo, cihangir
18-11-2005