![]() |
|
|
![]() |
#1 | |||||||||||||||||||
Ağaç Dostu
|
Bir sonraki hücrede yazdıklarıma kapak olması için buraya kadar, avcılığa karşı olan forum üyelerinden alıntı yapma gereği duydum: Hem derli toplu bir göz atılmış olur. Öyle ya bakalım kim ne demiş: Alıntı:
Alıntı:
Alıntı:
Alıntı:
Alıntı:
Alıntı:
Alıntı:
Alıntı:
Alıntı:
behlülü dane Alıntı:
Alıntı:
Alıntı:
Alıntı:
Alıntı:
Alıntı:
Alıntı:
Alıntı:
Alıntı:
Alıntı:
|
|||||||||||||||||||
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#2 |
Ağaç Dostu
|
Aman avcı vurma beni... Eğer, "Avcıları koruma ve yaşatma derneği" kurulursa sevgili gece'nin başkanlığına gönüllü olarak aday olacağından kuşkum yok. Saygıdeğer kardeşim Halil Önen ona oy verir mi bilmem gari... Ne var ki bir avcı olmasına rağmen Halil Önen beni avlamak yerine sadece sobelemekle yetinmişti. Fakat gece beni fena faka bastırdı. Onun, "Benim avcılığım geçmişte" kaldı sözüne inandık,lakin kendisi ateşli silah değilse de yaman bir tuzak avcısı olduğu ortaya çıktı. Kurduğu tuzağa burnumuzu sokmuşuz. Kurduğu tuzaktan (hem de ayı kapanı) elimizi, kolumuzu zor kurtardık da böylece onun iyi bir tuzak avcısı, benim de eti murdar bir av parçası olduğum ortaya çıktı Gece demiş ki: avcı ve avcılık konusunda bütün avcıları, atıcılar ve torbacılar ile aynı kefeye koyuverdiniz'vahşi hayvanlar' olarak bilinen hayvanları "gerçek avcı" olarak niteleyip, insan avcıları, zımnen 'çakma, sahte avcı' olarak kategorize ettikten sonra yaptınız. Ben de diyorum ki: "Çakma avcı" zekice bulunmuş, kışkırtıcı bir benzetme... Bizim gibi "toplama" çevrecilerden başka ne bekliyordunuz ki... Ama av olmaktan kaçış yerimiz yok anlaşılan. Gece her türlü önlemi almış. Tuzağından kurtulursak, bu defa kışkırttığı diğer avcılar da peşime takılacak ve böylece bir sürek avının avı durumuna düşmüş olacağım... Gari Tanrı korusun beni... Ucunda sürek avı tehlikesi de olsa, evet çıkan anlam doğrudur; ilkel insanın ve yaban hayvanlarının karnını doyurmak ve hayatta kalmak için yaptığı avcılığın yanında bu günün modern avcıları elbette çakma kalıyor. Lakin bugünün avcılığı çakma diye hiçbir avcı -kompleksten yana arızalı değilse elbet- pek umursamaz ve bu da avcılık uğraşısına ve memletin gidişatına öyle aman aman olumsuz bir etki yapmaz... Amaaaaa!... Çakma avukattan, çakma doktordan, çakma yargıçdan, çakma siyasetçiden Tanrı ülkeyi korusun. gece demiş ki: " avcılık yasak değil, suç değildir. Çevreyi doğayı çok seviyor olabilirsiniz, ama avcıların daha az sevdiğini nasıl bilebilir, iddia edebilirsiniz." demiş.... Ben de diyorum ki: "Her yasal olan etik midir?..." sorusu geliyor insanın aklına... Bu konuda marjinal kolay örnekler vermekten kaçınarak sadece Kanada ve Japonya'da katliam olarak verdiğim iki örneği hatırlatıyorum. Her iki olay da yasaldır. Sözkonusu ülkelerin hükümetlerince verilmiş izinlerle yapılıyor. Yasal ama, yapılan işin adı düpedüz katliamdır ve yasal olması ahlaki olmasını sağlamıyor...) Ayrıca pek çok avcının çevreyi bizden daha çok sevdiklerinden kuşkum yok. Ama aklıma bu durumda o ünlü ve ironik, "Çok sevdiğim için öldürdüm Hakim Bey.." tiradı gelmiyor değil.. Gece demiş ki: Yasak olmadığı ve hatta karşı olanlardan da titiz davranma iddiasındaki kişileri nasıl bu kadar kümülatif değerlendirip, 'yırtıcı hayvanların taklidi' olarak 'insanlık dışı basit menfaat katliamcıları' ile 'bohçacılar' ile bir ve aynı görebiliyorsunuz? Ben de diyorum ki: Sanki yakama yapışmış biri var gibi hisse kapıldım. Hem de gözümün önüne, kendimi Amerikan vari bir duruşmada sanık sandalyesinde iken juri karşısında yaman bir avcı avukatın beni perişan ettikten sonra zaferle "Evet, artık savunma sanığa istediğini sorabilir... " diye zaferle haykırması geldi. Ama sanıyorum bu forumda topluca alıntı yaptığım kişilerin de yakasına yapışmanız gerekirdi. Ben dişinize göre mi geldim ne? ![]() İyi de bütün bunları nereden çıkardınız Allahaşkına?.. Üstelik hiç kimseyi -ne kişi ne de temsili grup - hedef alarak yazmamayı özen göstermeme rağmen. Konu ne? Av ve avcılık... Ne demişiz: "Avcılıkta sadece kaçana değil, uçana da, durana da ateş edilir... " Ne yani yalan mı? Sonra bu forumdaki hiç kimseyi ne, "yırtıcı hayvan taklidi, ne de insanlık dışı (insanlık içi nasıl oluyorsa) menfaat katliamcılarla" aynı gördüğümüzü anıştaracak bir görüş derdest etmedik. Sadece avcılığın her türlü halini gözler önüne sermeye çalıştık. Elbette yazdıklarımızı ortaya birileri alınsın diye yazıyoruz. Yarası olan gocunduysa - ne yalan söyleyeyim- amacımızdan hoşnut kalırız. Gece demiş ki: Bizim gibi düşünmeyen, davranmayan kişiler hakkında daha titiz olunması gerekirken, genel gidişat da bu yönde iken sizi bu düşüncenin dışına çıkmaya, 'fevkaladenin de fevkinde' bir genelleme yapmaya iten sebep nedir? Bende diyorum ki: Buna, gece'nin kendi görüşüyle cevap vereyim (E, bazı acemi avcılar kendi silahlarıyla kendilerini vurur) : Şöyle demiş gece: Farklı yaklaşımlar, düşünceler olması konuyu zenginleştirdi, bilmediğimiz konularda, bizim için yeni, bilgiler edindik, eskiden bildiklerimizi de elden geçirip, güncelledik. Sonuçta, geldiğimizden, getirdiğimizden fazlasını alıp, götürdük, hayatımıza kattık, katacağız, katmalıyız. Gece demiş ki: Bu tutumu sorgulayışımın nedeni, konunun yanlış yere insanları, hem de farklı düşünen insanları yargılama konusunda ilerlemesinin bize nasıl bir katkı sağlayacağını anlamamış olmamdır. Ben de diyorum ki: Umarım şimdi anlamışsınızdır... Hala anlamadıysanız, zatımızda oluşacak olan artniyet kanaattan hicap duyarız... gece, "farklı düşüncelere, daha adil yaklaşılması gerektiğini düşünen forum kişisi" diye etiketlemiş kendini... Biz de ' avcılık konusunda asıl farklı düşüncelere sahip olduğumuz için düşüncelerimize tahammülsüzlüğün avcı bile olmayan birinden gelmesine şaşıran forum şaşkını' diye etiketleyelim bari... Ya da, "Bu kadar avcılık karşıtı varken, kabağı patlatmak için neden benim başımın seçildiğini anlamaya çalışan forumun şamar oğlanı" diye de etiketleyebilirim kendimi... Neyse, fırsat bu fırsattır deyip içimizde kalanları da tamam eyleyip şimdilik kaydıyla bir kenara çekilelim... (Ama, burası sadece avcıların sorunun konuşulduğu bir forum olduğu sanılıyorsa ki böyle bir forumda Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya benzer bu, sanıyorum başta Halil Önen kardeşimiz buna karşı çıkacaktır...) İnsanın içine canı üfleyen Tanrı aynı nefesi hayvanlardan da esirgememiş. Ancak insana torpil geçerek bir de ruh -düşünce- üflemiş. Yani bir bıldırcınla biz içimizde yaşam denen aynı cevheri taşıyoruz. Ama bıldırcının ruhu yok; haliyle vicdanı yok, acıma duygusu yok, çevrede neler olup bittiğinin farkındalığı yok... Ama insanda var... hatta daha fazlası var. vet farkında... Yaşadığı dünya elinin altından kayıp gidiyor...Yabanıl hayat da öyle... Çember giderek daralıyor ve nesli tükenen canlılardan söz edilmeye başlandı. Avcılar artık eskisi gibi rahat değiller. Birileri (örneğin şu anda benim yaptığım) tarafından rahatsız ediliyorlar. Onların içinde de vicdan sahibi olanlar vahşi avcılığa karşı çıkıp daha insani, daha kabul edilebilir bir avcılık için bir çıkış yolu aramaya başladılar. Çember sadece avcılar için daralmıyor... Boğa güreşçileri, rodeocu, hayvan döğüştürücüleri, hayvanları deneylerde kullananlar, yaban hayvanları evlerinde besleme meraklıları; canlı-ölü hayvan kolleksiyoncuları aleyhine de daralıyor... Bunun yerine kuş gözlemciliği, foto safari, kampçılık, yürüyüş, dağ ve orman bisikletçiliği, bitki kolleksiyonculuğu gibi uğraşılar rağbet görmeye başladı. Çünkü doğa bunca tahribat karşısında yeni dengeler oluşturmak için şaşkınlaşıyor, hırçınlaşıyor. Çünkü doğada zaman kavramı olmadığı için acelesi yok.... O işine bakıyor. Eninde sonunda insanlara rağmen kendini gene bir dengeye oturtacaktır da... Evet, doğada herşey bir şeyin dengesidir. Sahi insan neyin dengesi acaba? Dengesizliğin dengesi midir yoksa?... ....Yoksa Tanrının bencilliğinden dolayı sadece kendi varlığını farketsin diye mi, yarattı bu insanları. İnsanların bencilliklerinin nedeni bu mu yoksa? Elbette bu konular buranın değil felsefe kahvesinin konusu... Bu nedenle şimdilik son söz: Evet, avcılar ve avcılık hakkında yaklaşımımı nasıl bulursanız bulun hiç önemli değil; ama, ne olur yaban hayatın içinden elinizi çekin... |
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#3 |
Ağaç Dostu
Giriş Tarihi: 02-05-2008
Şehir: Afyonkarahisar
Mesajlar: 132
|
Sevgili hassoman, yazdığın bu yürekten yorumlara canı gönülden katılıyorum. Biz yaban hayvanlarının özgürlüğünden yanayız. Eline bir silah alıp onların peşine düşenlerden, sonra buna felsefi derinlikler katıp, bir taraftan da dişleri arasına sıkışmış av etlerini kurcalayanlardan bir adım öndeyiz. ![]() Düzenleyen omereser : 17-09-2009 saat 04:27 Neden: düşük cümlenin telafisi |
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#4 | |||
Ağaç Dostu
|
Av-avcı etkileşimi...
Alıntı:
Son iki yazını okuyunca doğrusu, iyi ki yazmışım, iyi ki taş atmışım dedim. Bilirsin "Meyveli ağacı taşlarlar". Başka türlü bu kadar güzel yazılar okumak ne mümkün! Umarım bu küçük tuzak için kızmazsınız. ![]() Bu vesile ile sizi avlamak niyetimde olmadığımı da beyan etmiş oldum, siz "mundar" olmasanız bile ben zaten etyemezim biliyorsunuz. Bazı noktalarda açıklamalar yapmam, kendimce düşüncelerimi ortaya koymam iyi olur sanırım. Örneğin "doğada her şeyin bir dengesi var, insan neyin dengesi?" diyorsunuz. Naçizane düşüncem, 'doğanın kendisinin' şeklinde. İddialı bir düşünce değil mi? Evet öyle, ancak son sel felaketleri, doğaya yaptığımız tüm hasarlar ve bir bütün olarak uygarlığımız bir çeşit doğayı yenme, evcilleştirme, ehlileştirme, kendi düşündüğümüz şekle sokma, alternatifini ortaya koyma çabası değil mi? Forumumuz açısından belirtirsek, küçücük bahçelerimizde bile yabancı otları türlü çeşit yöntemler ile yok edip, kendi istediğimiz çiçekleri, bitkileri ekmiyor, dikmiyor muyuz, sanat da plastik sanatlar olsun, müzik olsun, her ne olursa olsun doğanın taklidi ile başlayıp, soyutlamalar ile gitmiyor mu, ... v.s. v.s. Tabii ki yaşadığımız dönem itibariyle bu denge değil de dengesizlik şeklinde yaşanıyor. Bu konuda "daha çook fırın ekmek yememiz" gerekiyor, biliyorsunuz. "Doğanın hırçınlaşması" da önceki üç paragrafta belirtilen ve doğa ile insanın av-avcı ilişkisindeki avcılık sürecinden kaynaklanıyor gibi geliyor bana. Yani bir çeşit eskiden insanlar diğer canlılar için daha avcı, ama doğa için daha bir av, bugün ise doğa için daha bir avcı ama insanlar bazında (örneğin sel felaketindeki insanlar) hala bir av konumundalar diyebilirim, 'teşbihte hata olmaz'ı ekleyerek. Benim, size "tuzak kurmam, avlamaya kalkmam, başka avcıları kışkırtmam, kafanızda kabak patlatmam' konularında ise 'yok artık, o kadar da değil!' diyorum. Ama bakış açınız itibariyle ![]() "Avcıları koruma ve yaşatma derneği, başkan adaylığı" konusu ve kişisel olarak başlık hakkındaki kendi konumumu bir kez daha açıklamam gerekiyor sanırım. Buna ihtiyaç var çünkü; mesele gittikçe 'ne İsa'ya, ne Musa'ya yaranamamak' istikametinde ilerliyor gibi bir durum oluştu. Örnekle açıklayalım, konumum 'laikliği savunan bir inananın durumu' gibi düşünülebilir. Evet yine teşbihte hata olmaz'ı ısrarla ekliyoruz. Ben etyemez olmaya karar verdiğimde 10-11 yaşlarındaydım, gerekçem beslenmek için hayvan öldürmenin gereksizliği idi. Onyılları bulan süreçte haklı olduğumu da düşünüyorum. Ama bunun böyle olması, bu konuda 'benim gibi düşünmeyenlerin' var olduğu (hatta çoğunluk) ve benim onları veya onların beni kendi düşünce ve davranışlarına çekmek için ikna etmeye çalışılmasını, metazori etkilemeyi gerektirmediği gibi onların/benim bu kararlarımızdan dolayı birbirimizi ağır eleştiri hakkını da vermiyor, diye düşünüyorum. Özetle avcılığı ve avcıları varlığını ve devamını savunma noktasında değilim, ancak bu, onların düşündüklerine ve yasalar ve hukuk çerçevesinde yaptıklarından dolayı olanları ağır biçimde suçlanmasını savunmamı gerektirmiyor. Yani tam olarak; 'düşüncenize katılmıyorum, ancak düşüncenizi özgürce açıklamanız ve toplumsal kurallar içerisinde yaşamanızı sonuna kadar destekliyorum' konumundayım. Bu ikisini aynı anda yapmanın 'Ne İsa'ya, ne Musa'ya..." olarak algılanabileceğinin farkındayım ama bu beni caydırmıyor. Neysem oyum, inandığım, düşündüğüm, doğru'yu uyguluyorum zaten, başkasının hakkımdaki yanlış düşüncesi, kendisine ait olup, beni bağlamaz, hatta umurumda bile olmaz. Kendim için böyle düşünürken başkalarına bu hakkı vermemek ise bana göre değil. Üzgünüm ama durum bu. Sizin kendinizi "av" olarak, beni de "kendini vuran acemi, tuzakçı" avcı olarak görmenize yol açan yazılarımı da bu düşünceler ile yazdım. Bana göre avcılık tartışılabilir, çeşitli görüşler ile şiddetli de olsa eleştirilebilir ama avcılara yönelik eleştirilerin sınırı vardır ve bu sınırlara saygı duyulmalıdır. Peki bana göre siz bu sınırı aştınız mı? Sorusuna gelirsek; Alıntı:
Alıntı:
![]() Durum benim açımdan budur. Ayrıca şu ana değin avcılığa yapılan eleştirilerin özünün "avcılığın öldürmeye indirgenmesi" olduğunu düşündüğümü de belirtmeliyim. 'Can almanın avcılığın ayrılmaz bir parçası olduğunu' hatırlatan ama tek parçası olmadığını düşünen biri olarak. Belki siz yine dernek başkan adaylığı propagandası olarak göreceksiniz ama, avcılığa düz mantık ile bakmanın ötesinde tıpkı kuantum fiziğinde olduğu gibi, ilk başta paradoks gibi gelen bazı bilimsel gerçekler açısından konuya yaklaşılmasını daha doğru buluyorum. 'Nasıl yani?' derseniz; Av-avcı ilişkisinde asıl kazanan tarafın av olduğu bilimsel tespiti, bir grup av içinde hangisinin av olacağında avcının değil, avın belirleyici olduğu bilimsel tespiti, v.s. v.s. Evet, bunun için bazı ezberlerin kırılması gerekiyor ve evet şu an bu noktanın çok uzağındayız ama 'avcıların ne kadar taklit insanlar olduğu', "etik davranmadıkları" gibi insanları yargılamak yerine (buna hassoman da dahil, yok öyle "yakaya yapışmalar, sürek avının avı yapmalar, jüriler") bunlar gibi konular tartışılsın isterim doğrusu. gece 'anlayışı kıt', "tuzakçı, kendini vuran, acemi avcı" olan forum üyesi! |
|||
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#5 | |
Yeni Üye
Giriş Tarihi: 01-09-2009
Şehir: istanbul
Mesajlar: 27
|
Alıntı:
Güçsüz, hasta hayvanların avlanması gençlerin ve sağlıklıların hayatta kalmasına yardımcı olur, hasta ve güçsüzler sürüden ayıklanmış olurlar. Yavrularda potansiyel avdır. Avlanılması kolaydır. Güçlü yavru kaçarak kurtulur gene yavrular içinde de güçsüz av olur. Daha yavru iken güçsüzün yok olması ilerde sürü içinde bu güçsüzlüğünü yavrularına vermesi engellenir. İnsanın avcılık yaparken bu kurala uyması gereklidir. eğer insan aklını kullanarak kendinden güçlü olan hayvanlarla bir güç yarışı içine girerse dengeleri bozar. İnsan av yaparken doğanın kuralına uymalı avını yaşlı ve güçsüzlerden seçmeli, genç hayvanları bırakmalıdır. İnsan avcılık yaparken teknolojiyi de kullanmamalıdır. Günümüz silahları ve elektronik malzemeler sanki avın kökünü kazımak için kullanılmakdadır. Teypler, otomatik tüfekler, beeper tasmalar vs. vs. Bunlar kullanılsa dahi yukarıda belirttiğim kurala tamı tamına uyulmalı av seçilerek ve ihtiyaç kadar avlanmalıdır. Eğer her avcı sadece kendi tüketebileceği kadar av avlasa insan avcının doğaya hiçbir zararı olmaz. Her insan avcı olmadığına göre avcı olanların tüketebileceği av eti devede kulak kalır. Ama bunu bizim memlektimizde böyle yapmıyorlar. 2-3 avcı bir keklik alayını sıkıştırdımı kökünü kurutana kadar vuruyorlar. Doğada hiçbir canlı karar alamaz, hiçbir şeyi kendi istediği doğrultusunda belirleyip yön veremez. Hepsi onlara yüklenmiş görevleri bilinçsizce yerine getirirler. Sadece insan karar alma ve uygulama yeteneğine sahipdir. Bu özelliğinden ötürü doğanın dengesini bozabilir veya koruyabilir, çeşitli değişiklikler yapabilir, istediği gibi yön verebilir. Doğada yaşam hakkı diye birşey yokdur. Yaşam hakkı sadece güçlüye tanınır. İnsan eliyle güçsüzü korumaya çalışarak onları yaşatma çabaları doğaya karşı gelmekdir. Bu dengeleri bozar. Her yaşam alanının bir taşıma kapasitesi vardır. Bu kapasitenin üzerine çıkıldığında avcılık olmaz ise dahi hastalık ve üremede gerileme ile kapasite normal limitlerine çekişir. Örneğin bir bölgede yaşayan yerli, göç etmeyen bir hayvan popülasyonunu düşünün, burada avcı baskısı olmasın (insan veya hayvan) popülasyon önce artar sonra o gurubun içinde üreme yavaşlar ve hastalıklar baş göstermeye başlar ve popülasyon gene azalmaya başlar. Popülasyon artık o neslin yok olma derecesine geldiğinde üreme sıklığı artmaya başlar ve kendi kendisini dengeler. Avcı baskısı (insan ve hayvan) arttığı zaman da popülasyon gerilemeye başlarsa üreme sıklığıda artmaya başlar. Ama avcı baskısı belli bir seviyenin üzerine çıkdığı zaman üreme sıklığı buna yetişemez ve popülasyon gerilemeye başlar ve yok olmaya doğru gider. Düzenleyen pozitifköpek : 18-09-2009 saat 08:32 |
|
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#6 | |
Ağaç Dostu
|
Alıntı:
Bu arada sevgili Halil Önen beye selamlar. Saygılarımla, ![]() |
|
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#7 | |
Ağaç Dostu
Giriş Tarihi: 18-01-2009
Şehir: izmir/aliağa
Mesajlar: 5,567
|
Avcılık ve taklit
Alıntı:
Avcılık aynı zamanda av hayvanını taklit etmektir. Avlanmayı İnsanının gerçekleştirdiği bir zoolojik olay değil de bir insan olayı açısından görürsek avcılığı anlamamız zorlaşır. İlkel insandan ya da onun insansılarından devraldığımız, avcılık denen gaddar dürtüyü yaşatmamız gerekiyor çünkü bize tek başına en büyük lüksü sağlayan odur. Gerçekte doğa ile kucaklaşma genel anlamda sanıldığı kadar kolay değil, onun içine gerçek anlamda dalmak, insan olma durumundan uzak, bir tatilin keyfini sürdürebilmek... Doğa'ya yeniden girmeye çalışan insanoğlu, ançak yapısındaki hayvan niteliği taşıyan o tarafını geçici olarak tamir etmesiyle mümkündür. Bu da ançak kendisini bir hayvanla ilişki içine koymasıyla gerçekleşir. Zira yaban hayvanı dışında saf, katıksız anlamda hayvan yoktur. İşte onunla aynı yabanda girişilen ilişkinin adı avlanmaktır. Evet yaban hayatta tam anlamıyla var olanlar yaban hayvanlarıdır. Onlar için kırsal sadece üzerinde gezindikleri alanlar değildir. Onları içgüdüleri, yaşam biçimleri, hayatta kalma her an tetikte olmasını oluşturur ki, insandaki gibi bölük börçük kalmış yitirilmiş değildir. İşte burada yabanda avını izleyen avcı, izlediğinin görüşünü kendi görüşüne katmazsa avını izleyemez. Avı ile avcı arasında oluşan bu büyülü beraberlikten ansızın bir akım oluşur ve avcı avı gibi davranmaya başlar. Sanki içgüdüleri harekete geçer görünmemek için siner, saklanır, giydikleriyle doğanını renginin uyumunu yakalar, ormanda çıt çıkarmadan yol alır, bir ağacın arkasında bir çukurun içinde onun rengindedir, o saklanan bir yaratıktır; çevresini hayvanın ayrıntıya olan o garip ilgisiyle, onun görüş açısından algılar. İşte gerçek kırsalda olmak buna denir. Avcılığı ancak avlanırken önümüzde kat kat açılan bu olaylar dizisi yoluyla gördüğümüz zaman onun kendine özgü zenginliğini özümseyebiliriz. Küçük bir zoolojik trajedi olan bu olguya, rüzgarın, ışığın, ısının, cukurların ve tümseklerin, taşların, kayaların, bir kurumuş dal parçasının, otların, kardelenlerin, tüm bitkilerin, hepsinin katkısı vardır. Bütün bunlar turistler, doğa gezginleri ya da botanikciler için onların gözünde farklı bir konumdadır. Onlar için yalnızca var olmalarına karşın avcı için her birinin bir işlevi vardır. Ve bu işlevler tarımda olduğu gibi hasatta tek yanlı, ayrıcalıklı ve soyut bir yarar sağlamak değildir. Her biri avın dramına tüm varlığıyla kendi özünde katılır. İnsan avlanırken havanın tenini okşayıp geçmesi ya da çiğerlerine dolmasından bambaşka bir haz duyar. Onun için kayalar değişik ve daha zengin bir anlatım, bitkiler değişik anlamlar taşır. Avcı avını oluştururken, avladığı hayvanın kendi türüyle ilgili özelliklerini taklit etmekle kalmaz, bir takım avcılık tekniklerini uygular. En ilkel avlanma şeki olan avına yaklaşma alabildiğince sokulma eylemi uygular. Bu da hayvana benzemekle, kendini ona benzer bir biçime sokmakla mümkündür. Üstünde geyik postu ve kafasında boynuzla, mağara resimlerinde görülen ilkel avcı, bizim algıladığımızdan daha ciddi bir anlam taşımaktadır. Ondaki mantığın işleyişi, bizim soyutlamalarımıza öncel ve onlardan farklı olarak, birbirine benzeyen şeylerin aynı olduğu inancına itiyordu onu. İlkel insan için bir şeyin imgesi o şeyin kendisiydi ve bir hayvanın şekline giren insan o hayvanın ta kendisi olmaktaydı. Evet bizon postuna sarılıp boynuzlarını kafasına takan ilkel adam kendini bizon olmuş sanmaktaydı. Avın taklit edilmesi avlanmanın öylesine yerleşik ilklerindendir ki, avcı taklit ettiğinin farkına bile varmaz. Aynen kişinin içinde bilince ermiş olduğu ortamı fark etmediği gibi. Rastgele Düzenleyen Halil Önen : 24-11-2009 saat 21:32 |
|
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#8 |
Yeni Üye
Giriş Tarihi: 11-10-2009
Şehir: Anltaya
Mesajlar: 2
|
Sırf bu konuya bir şeyler yazabilmek için sitenize üye oldum. İnşallah sitenizin geri kalan kısımlarınıda incelemeye devam edeceğim. Konu omer Eser beylerin kendi yorumu ile yazılmış bir konu. Ama devamındaki bir takım mesajları biarzda biz avcıları rencide edebilecek derecede yazılan cevaplar. Bizler gerçek avcılarız. Yani avcılık terimlerinde "bohçacı" olarak tabir edilen kanunsuz, kitapsız, kuralsız ve kayıtsız katliam yapanlardan değil. Bizler Orman bakanlığına bağlı Yaban hayatına bağlı, kayıtlı avcılarız. Her sene kişi başı yaklaşık 200 milyon civarı YABAN HAYATI'na vergi, harç yatırıyor ve Yaban hayatının doğaya hayvan salmasına katkıda bulunmaya çalışıyoruz. Ayrıca kendi kuluçka makinamda her sene 200 civarında kekliği üretip doğaya salıyorum. Avcılar kulübü bünyeisnde gönüllü olarak kaçak avcılık yapanları tespit etme çabasında bulunuyoruz. Bahçelere, tarlalara zararda bulunan domuzları sürek ya da ekip avları ile azaltmaya ve korkutmaya çalışarak çiftçimizin ve köylümüzün ürünlerini korumaya çalışıyoruz. Av sezonu haricinde ve karlı kış günlerinde yine dağdaki keklik ve diğer yaban hayvanlarına yem ve yiyecek bırakarak onların köylere ve yerleşim yerlerine yaklaşmasına ya da ölmesine mani olmaya çalışıyoruz. Yasaların, MAK kararlarının koyduğu avda limit kurallarına uyararak katliam yapmadan limitli olarak av yaparak dönüyoruz. Avda palamut, zeytin, çınar gibi tohumlarıda zaman zaman ekip, siteninde ana temasını oluşturan aağaçlandırmayada yine bir avcı olarak katkıda bulunmaya çalışıyoruz. VS. VS. VS. VS. VS. Daha çok uzayacak bir konu ama acaba yukarıdaki saydığım ve doğaya katkıda bulunmak için yapılan, bir avcının yaptığı hareketleri acaba bu sitede kaç kişi yapıyor?? |
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#9 | |||
Yeni Üye
Giriş Tarihi: 01-09-2009
Şehir: istanbul
Mesajlar: 27
|
Alıntı:
Denildiği gibi av üretilip salınınca av olur hani, nerde av? Salınan sülünler, keklikler nerde? Nerdeyse gidip avlanalım. Hani geyikler, karacalar nerde? İstanbul meraları sülün doluydu nerde hani? Karadenizin sülünleri nerde? Salınan kuşlar nerede? Avcının tarihe, limite uyduğu yok. Eskiden eli silahlı derlerdi şimdi bohcacı diyorlar. Hep bunların üzerine atarlar ama sorarsan hepsi limitlere, kurallara uyar. Bunların hepsi avcı palavrasıdır. Türkiye'de avcının yüzde 95i limite kurala uymaz. Zaten adamları kimse kontrol etmez. Kırsalda zaten adamın tezkeresi, ruhsatı bile yoktur. Alıntı:
Alıntı:
|
|||
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#10 | |
Ağaç Dostu
Giriş Tarihi: 18-01-2009
Şehir: izmir/aliağa
Mesajlar: 5,567
|
Alıntı:
sırf bu konya yazmak için üye oldum demişsiniz ancak sitemizi tanıdığınızda sizin birçok konuya da yazacağınıza inanıyorum. ![]() Avcıları rencide edici bir çok iletiden şikayetciyim demişsiniz de bu site avcı sitesi değil ve sadece bize ayrılmış bu bölümde yazışıyoruz ve avcı olmayan dostlarımızın da görüşlerini yazmalarının hakkı olduğunu düşünüyorum. Bu karşılıklı iletişimin birbirimizi etkilediğini ve avcı olmayan dostlarımızın biz avcılarını tanıma olanağı sağladığını biliyorum zira bu konuda sizlerinde görüşlerinizi bekliyoruz. Elbette burada biz gerçek avcıların tavırları çok önemli. Kaçak avcılık ile ilgili çalışmalarızı ve duyarlılığınızı kutluyorum, avı ve yaban hayatını en iyi tanıyan avcıların aynı zamanda en iyi koruyucu, denetleyici olabileceklerine inananlardanım. Evet bazı yıllar_20,30,40_ yıl gibi havalar çok sert geçiyor. Av hayvanları diğer yaban hayvanları uzun, karlı ve çok soğuk dönemlerde yiyecek bulamıyor ve avlaklarını terk etmek zorunda kalıyor. Bu olağan üstü durumlarda bazı avcıların ve avcı külüplerin onlara geçici bir süre yiyecek sağlamaları takdir edilecek bir durumdur bunun göstermelik ya da şov amaçlı olmadığını bilmelerini isterim yine de bu çalışmaların av ve yaban hayatı ve avcı kulüpleri işbirliği ile yapılması çok daha uygundur diye düşünüyorum. Rastgele Düzenleyen Halil Önen : 12-10-2009 saat 21:03 |
|
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#11 | |
Ağaç Dostu
Giriş Tarihi: 18-01-2009
Şehir: izmir/aliağa
Mesajlar: 5,567
|
Alıntı:
böyle bir şey yaptığına çok sevindim ve bende yapmak istiyorum. Zaten çoktan beri aklımdaydı. Biz de avcılar kulübü olarak dört yıl önçe Av ve yaban hayatı işbirliği ile 250 adet keklik yavrusunu 21 gün ağ ile çevrili geniş bir kafeste besledik, büyüttük tabii 21 gün gece gündüz nöbet tuturak, sonra doğaya saldık. İki yıl da avı yasakladık. Hani faydası oldu mu dersen, pek olmadı. Birincisi, Merkez Av Komüsyonunun av yapmak isteyen avcılara gönderdiği haritada buraları üreti alanı diye belirtiyor ve bunu gören avcıların sezon açıldığında o bölgeye aşırı bir yığılması ve av baskısı oluyor. İkincisi avlağa keklik salınmadan önce bir envanterin çıkarılması gerekiyor ki ne kadar kuş kazanılmış, bu bilinmiyor. Benim sizden öğrenmek istediğim; bu kuluçka makinesi hakkında bilgi... Ayrıca saldığınız keklikler ne kadar büyük yani kaç günlük ve bunlar dağal yaşama ne kadar uyum sağlıyabiliyor. Saldığınız keklikler yerli keklik sürülerine karışıyor mu ve onlarla eşleşiyor mu? Yoksa ayrı sürüler halinde mi yaylım yapıyor? Salınan keklikler yerli keklikler gibi kendilerini düşmanlarından koruyabiliyor mu? Daha çok soracaklarım var da yeni geldin, geldiğine pişman etmeyeyeyim bari. ![]() Rastgele |
|
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#12 |
Yeni Üye
Giriş Tarihi: 01-09-2009
Şehir: istanbul
Mesajlar: 27
|
Biz kırk kişiyiz kırkımızda birbirimizi biliriz. Mak kararları avlanma limitleri. KUŞLAR Avlanma Limiti Bıldırcın 10 Üveyik 8 Karatavuk 3 Güvercin (kaya güvercini) 6 Çulluk (orman çulluğu) 4 Saksağan 15 Tahtalı, sakarmeke, yaban kazı (sakarca kazı) 3’er Alakarga, Suçulluğu (bekasin) 1’er Kınalı keklik, kum kekliği ve kaya kekliği Toplam 2 Kılkuyruk, yeşilbaş, bozördek, fiyu, kirik (çamurcun), macar ördeği, tepeli patka, karabaş patka, elmabaş patka, çıkrıkçın, kara ördek ve altıngöz (Toplam avlanma limiti içinde kara ördek, karabaş patka, altıngöz ve kılkuyruk sayısı 1 adetten fazla olamaz) Toplam 6 Küçük karga, ekinkargası, kara leşkargası ve leşkargası Toplam 15 Serçe ve Kızılsırtlı Örümcek Kuşu (Atmaca yakalamak amacıyla, Atmacacılık sertifikası sahibi kişiler tekrar doğaya canlı olarak bırakmak kaydıyla yakalayabilir.) Yılda Toplam 4 MEMELİLER Yabani tavşan, 1’er Adatavşanı, sansar (kayasansarı, ağaçsansarı), yaban domuzu (bek ve yürüyüş avında avcı başına) 2’ şer Çakal 1 Tilki 2 Hani nerede bunun içinde sülün, çil, geyik, karaca vs. Yok çünkü koruma altına alınmış durumdalar. Bir ülkede bir av hayvanın vurdurulmayacak derecede koruma altına alınması demek o ülkede yaban hayatı idaresinin olmadığı anlamına gelir. Bu hayvanların vurdurulamayacak derecede azalması demek o ülkede avcılığın başı bozuk bir şekilde yapılıyor olması demekdir. Avcının limitlere, kurallara uymadığının göstergesi demekdir. Avcı faturayı tarım ilacına, devlet su işleri gibi sulak alanları kurutanlara çıkarır. Evet doğrudur ama bizim ülkemizde avcının da payı çok büyükdür. Sülün ormandan çıkmaz ormanda tarımmı yapılıyor da sülünler koruma altına alınacak kadar azaldı? Geyikleri, karacaları tarım ilacımı yok ediyor. Ekinlerin içinde, anızda otlayan geyik dünyanın neresinde görülmüş? Trakyadan, Türkiye sınırından çıkın heryerde tabelalar görürsünüz geyik, karaca çıkabilir diyen. Sülünler orman yollarından giderken yol kenarlarından havalanır seyredersiniz. Sülün hangi avrupa ülkesinde koruma altında? Geyik, karaca hangi avrupa ülkesinde koruma altında? Orada neden korumaya ihityaç olacak kadar azalmıyor bu hayvanlar. Orda da avcı var, orda da tarım yapılıyor. Oranın avcısı vurdumu pikapların arkasını dolduruyor. Ama bitmiyor, tükenmiyor. Keklik limiti 2 tane adam İstanbul’dan kalkıyor Erzincan’a, Sivas’a keklik avına gidiyor. 1000 km yol yapıyor bir o kadarda geliyor. Limit 2 kuş acaba 2 kuş vurup dönüyormu? Kesinlikle dönmüyor. Limit felan hak getire. Limit yoooook Türk avcısına limit yok. 30 yıllık avcılık hayatımda o kadar yolu gidipde 2 kuş vurup geleni görmedim ben, kimsede göremez. |
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#13 | |
Ağaç Dostu
Giriş Tarihi: 22-04-2009
Şehir: BURSA
Mesajlar: 114
|
Alıntı:
Geçen sene bizim burdan arkadaşlar gitmişlerdi sivasa, 20 tane falan keklik 5 tane tavşan vurmuşlardı ama limitlere uyulmuyor. bu sene 5 keklik 3 tavşan vurmuşlar. Ben dün ankaradaydım sabah saat 7 den öğlen saat 14 e kadar ayaklarım çatladı, Bir tane ne keklik ne tavşan hiçbirşey yok. Tarım ilaçlarının etkisi büyük ama en büyük faktör köylü, Sezon açılmadan traktörlerle meralara girilip far ile tavşan avlanıyor. Bu durumun herkez farkında ama hiç kimse birşey yapmıyor. Şimdi limite kimse uymuyor neden, çünkü kontrol yok. Ben yeni avcıyım yani 4 seneden beri avcılık yapıyorum. Daha bir kere ormancılar gelipte çıkarın bakalım avlarınızı kaç tane vurdunuz demedi, Çıkarın bakalım tüfeklerde kaç tane fişek var bakılmadı(otamatik tüfekler normalde 3 adet fişek bulundurabilirler,ama içinde bu limite uyulsun diye takoz denen bir çubuk var onu çıkarınca 8 tane alan bile oluyor), Arazide bir tane ormancı görmedim. Böyle olursa gerçekten durum çok kötü |
|
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#14 | |
Yeni Üye
Giriş Tarihi: 01-09-2009
Şehir: istanbul
Mesajlar: 27
|
Alıntı:
Bu işler avcı kulüpleri ile ferdi çalışmalarla olmaz. Yaban hayatı idaresi ve yetişmiş uzman personel gerekli. Siz yabandaki hayvan popülasyonu nasıl sayılır, hangi yöntemler kullanılır, hangi yöntem ne kadar fire verir, bunların ortalamaları neye göre alınır, mevcut popülasyon sayısına göre nekadar salım yapılmalı, fazla popülasyon nasıl indirilip dengelenmeli, predatör mücadelesi onları yok etmeden nasıl yapılacak, yaban hayvanını hangi şartlarda beslemek zorunludur, genelde yaban hayvanına yemleme yapılmaz vs vs vs biliyormusunuz. Avcı kulüpleri bunları biliyorlarmı, biliyorlarsa onlara bu eğitimi kim verdi. Yurtdışında yaban hayatı idaresi 4-5 yıllık bir yüksek öğrenimi gerektiriyor. Avcılar bu eğitimi kahvehaneye dönmüş olan avcı külüplerindenmi alıyorlar. Yoksa tam anlamıyla bir soytarılık müsveddesi olan avcı kurslarındanmı öğreniyorlar. Düzenleyen pozitifköpek : 12-10-2009 saat 08:00 |
|
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#15 |
Ağaç Dostu
|
Bende bu vesile ile kuluçka makinasında çıkan keklik kuluçkaya yatarmı diye soracağım. Çünkü tavuk ve bıldırcında kesinlikle yatmıyor. |
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#16 | |
Ağaç Dostu
Giriş Tarihi: 18-01-2009
Şehir: izmir/aliağa
Mesajlar: 5,567
|
Alıntı:
Eğitim konusunda yardımcı olabilirim ki şu anda benimde 6 yaşında bir Lavrak seterim var. Ancak sormadan edemiyeceğim, gerçi almışsınız ama yapacağınız avın türüne göre mi seçtiniz köpeğinizi.? Ya da şöyle diyeyim, seter, keklik çulluk avı için çok ideal bir av köpeği. Fakat bıldırcın avı için çok özen istiyor tüylerinden dolayı. Çünkü pamuk tarlalarında ya da balkanlık yerlerde tüylerine buralarda domuz pıtrağı dediğimiz ve yapışkan otlar ince tüylerine yapışıyor ve köpeği çok zor durumda bırakıyor. Dilerim bunu düşünmüşsünüzdür. Rastgele Düzenleyen Halil Önen : 15-10-2009 saat 12:16 Neden: t |
|
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#18 |
Ağaç Dostu
|
Ben yeni avcıyım yani 4 seneden beri avcılık yapıyorum. Daha bir kere ormancılar gelipte çıkarın bakalım avlarınızı kaç tane vurdunuz demedi, Çıkarın bakalım tüfeklerde kaç tane fişek var bakılmadı(otamatik tüfekler normalde 3 adet fişek bulundurabilirler,ama içinde bu limite uyulsun diye takoz denen bir çubuk var onu çıkarınca 8 tane alan bile oluyor), Arazide bir tane ormancı görmedim. Böyle olursa gerçekten durum çok kötü Dostum, Bizde spor ve piknik yaparız fena mı olur!..... |
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#19 |
Yeni Üye
Giriş Tarihi: 16-10-2009
Şehir: Samsun
Mesajlar: 6
|
Ava gitmek benim için bir tutkudur ve bu tutkudan vazgeçemem. Ama ben avlanmayı değil de avlakta bulunmayı , semaverimde çay demlemeyi , mangalımda et pişirmeyi , açık havaya karşı kadeh kaldırmayı daha çok seviyorum .Ama işin yanında 2 fişek atmak ve o anki adrenalini vucutta hissetmek o anı yaşamak ta işin ekmeğe tat veren balı kaymağı . Hem sportif amaçlı balıkçılıkta hemde sportif amaçlı kara avcılığında tebliğlere kurallara uyarsak bu ülkede niceler sene av yaparız . Yani avcılık kötü bir şey değildir yeterki insan ne yaptığını bilsin. Sevgilerimle... |
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#20 |
Yeni Üye
Giriş Tarihi: 16-10-2009
Şehir: Samsun
Mesajlar: 6
|
Halil Önen bey çok güzel yazılar yazmışsınız sizi canı gönülden tebrik ederim. |
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#21 |
Ağaç Dostu
|
Dostlar, geçen hafta köpeğimi alıp şöyle bir dolaşayım dedim, bir de baktım ki bütün dağlar bıldırcın dolu, ağır ağır en yakın dağın kuytusuna gelince ne göreyim avcılar oturmuşlar fakat bıldırcın vuran yok. Meğerse onlar diğerleri gibi teyp kurmuşlar kuşların toplanmasını bekliyorlarmış, bize de spora devam etmek kaldı. Jandarmaya şikayette bulundum, fakat binlerce jandarma olsa baş edilmezmiş. Önemli olan doyumsuz değil bilinçli avlanmak ama nerede o mantık. Saygı ve sevgilerimle, |
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#24 |
Ağaç Dostu
Giriş Tarihi: 18-01-2009
Şehir: izmir/aliağa
Mesajlar: 5,567
|
Örnek; İspanya iç savaşının en karanlık anında, bir İngiliz hanımefendi; yaralılara ambulans sağlanması için yardımda bulunuyor, teklifi kabul edilince yaralılardan kastettiğnin insan değil, yaralı ve hasta köpekler olduğu ortaya çıkıyor; ve diyor ki; '' Savaşın sorumluluğu onları yaratan insanlara ait, köpeklerse aldıkları yaralardan dolayı suçlayamazsınız'' savunması yapıyor, da; köpeğin suçsuzluğunu görebilmek duyarlılığına sahip olmasına karşın, nasıl olurda insanın, kontrol edemediği bir dünyada aşılamayan kaderin tekmeleriyle bir o yana bir bu yana savrulmasına gözlerini sımsıkı kapayabiliyor? Bu aşarı duyarlılık görüntüsü altında, çocukca öfkenin ve budalılığın beslediği bir tür barbarlık yatmıyor mu? İnsanın içinden safkan İngiliz Puanteri olup yüzüne 3 kere havlamak geliyor* Bir başka örnek; The Times' da yayınlanmış; bir İngiliz hayvensever hanımefendi, Güney Afrika'da süs havuzlarındaki akvaryum balıklarını savaş sırasında güvence altına almayı reddediği gerekcesiyle bir sigorta şirketi aleyhine dava açıyor; Hadi bir örnek daha verelim; Hindistan' daki sular bulaşıcı hastalık taşıdığından İngilizler buraya arıtıcı filtreyi getirmişler. Onların adetlerine uymayı savsaklayan Hindlinin filtreyi istekle kabul etmesi İngilizleri hayrete düşürmüş. Dıştan bakıldığında aynı amaca yönelmiş gibi görünen iki eylemin birbirini tersi dürtülerden kaynaklanmasına bu şahane bir örnek; İngiliz, filtreyi sudaki mikroplar tarafından öldürülmeyi, öte yandan ölümü önemsiz sayan Hindliyse sudaki mikropların kendi taşıdığı ya da mide suları tarafından yok edilmesini önlemek için kullanıyordu. Böylece İngiliz'in duyarlılığı kendiliğinden ortadan kalkıyor, ancak bu durum Hindlinin gerçek üstünlüğünü de sağlamıyordu. Ölçü olmayan yerde hiç bir şeyin erdemi yoktur ve insanoğlu yüceliği bile kendini alçatmada kullanabilecek yeteneğe sahiptir. Eğer bir kişinin algılama güçünü bir parça esnemeye çalışırsanız, söylenenlerin doğru olup olmadığıyla ilgileneceği yerde size gereksiz ayrıntılarla uğraştığınızı söyleyecektir. (dilerim sevgili hassoman bunu söylemez) ![]() * üç kere havlamanın anlamı; bkz. sayfa 4 ileti 118. Düzenleyen Halil Önen : 21-11-2009 saat 00:24 |
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#25 |
Ağaç Dostu
Giriş Tarihi: 18-01-2009
Şehir: izmir/aliağa
Mesajlar: 5,567
|
Avlanmak_dansetmek_yarışmak_konuşmak=mutluluk
Kendi içinde yok olup boşa harcanmış,zorlama uğraşlarla dolu bir yaşamın_ iş hayatının_ aksine, bize mutluluk ve doyum verecek başarılı bir zaman tasarlamışızdır hep... Bize mutluluk verecek olan, belirli çaba göstermek üzere kendimizi yönlendirdiğimiz bu garip olguya '' isteki uğraş '' diyoruz. Mutluluk dediğimiz şey, bizlerin istek duyduğu uğraşlar_işlere adanmış bir yaşamdır. İstek ve özlemlerden arınmış olarak tümüyle doyuma ulaşmış bu duruma kendimizi kaptırdığımızda başka bir şey aramayız. Zorunlu işlere_uğraşlara yoğun çaba harcamamız, onlara itibar ettiğimizden değil, elde edilen sonuçlar içindir. Oysa, istekli uğraşlarımız hiç bitmesin sürüp gitsin isteriz ve zevk için, hiçbir madi çıkar gözetmeksizin gönülden katlanırız. İşte böyle zorlama çabalar gerektiren, diğeri zevk veren uğraşlar ve bu birbiriyle çelişen iki uğraş arasında asılı kalan insan. Ve işte, işlerle bu örülü yaşam biçiminde ufacık bir aralık bulduğumuzda hemen dışarı sızarak kendimizi mutlu kılacak uğraşlara yöneliriz, koşarız adeta firar ederiz. Kendimize şu soruları sorabilir miyiz acaba...! Ya da sorduğumuz olmuş mudur? Koşular elverdiğinde ne tür bir mutlu yaşam arzulamıştık? Mutlu yaşam ne gibi şekiller almıştı.? Bunlar sayılamayacak kadar çok olsada aralarından bazıları öncelikli değil miydi? Mulutluluk veren uğraşlarımızın ışığında yine önümüze bizlerin istekli uğraşları çıkıyorsa bu çok önemli duruma ise; Ve bu soruların hiç araştırılmamış olması hayret ve utanç verici değil midir? Bakın işte inanılması ne kadar güç değil mi; mutluluğumuzu oluşturan ögeler hakkında insanını görüşünü içeren bir tarihten yoksun oluşu... Şaşırtıcı bir gerçek değil midir; sıradışı isteklerimizin dışında, insanını evrimi boyunca zorunlu uğraşları_işleri köklü değişikliklere uğrarken mutlu yaşam anlayışının hiç değişmemiş oluşu. İş hayatının baskısını en az hissedenler ve mutluluk veren uğraşlara en kolay yönelenler, yaşamlarını dilediği uğraşlarla doldurma özgürlüğüne sahip olduklarında neler yapmışlar. AVLANMAK, DANS ETMEK, YARIŞMAK, kONUŞMAK Şimdi bize garip mi geliyor, içinde avcılık olması? İsterseniz bkz. o geniş ve kesitisiz akan tarihin içine, hangi döneme; orada orta ve fakir tabakaların ve hatta o dönemin soylularının (yozlaşmışları hariç) en büyük mutluluk kaynağı olarak avcılığı görürsünüz? Rast gele Düzenleyen Halil Önen : 21-11-2009 saat 09:05 |
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#26 |
Ağaç Dostu
|
Sevgili Halil Önen'in görüşlerini gerçekten ilgiyle ve zevkle okudum; gerçekten yararlandım. Ne var ki pek çok tartışmalı hususun kapılarını da sonuna kadar açmış. Bunlar nasıl karşılanır, nasıl derlenip toparlanıp haklarında ne gibi yazı yazılır bilemiyorum. ![]() Önce, şu fotoğrafla avlanma işini ihmal ederek bildiğimiz avcılık hakkında az biraz kafa yoralım: Avcılığın neredeyse insanlık tarihi kadar eski olduğu biliniyor... İnsanlık avcılık sayesinde beslenerek bedensel evrimini tamamlamış ve bu sayede bu günkü zeka seviyesine ulaşmış. Düşünün, insan öyle bir canlı ki evrenin içinde bir hiç denecek kadar küçük, zerre biel denilmeyecek bir cisime sahip; ama, bütün evreni algılayabilecek, kavrayabilecek bir beyne sahip olmuş. Neyle? Avcılık sayesinde elde ettiği yeterli beslenmeyle. İnsanlardaki çoğrafya keşif ruhunun yine avcılık sayesinde oluştuğuna inanıyorum. Av peşinde koşma sayesinde kendilerine yeni mekanlar keşfetmiş olmalılar. Bu yüzden avcılığı insanlık tarihi için de şükranla yadediyorum. Eyvallah... Binlerce yıllık avlanma geçmişine sahip olan insanda avcılık güdüsünün temel bir özellik olarak genlerine yapışıp kalmaması mümkün değildi zaten. Bu yüzden bireysel ve toplumsal davranışlarının etkilenmesine; tinsel güçlere kurbanlar, adaklar sunmasına şaşmamız gerekir. Kendisi için öldürdüğü yetmiyormuş gibi -kendini kutsamak ve kurtarmak için- Tanrıları için öldürerek onlara yaranma yolunu seçmiş. Gerçekten karmaşık bir konu bu avcılık ve kurban meselesi ama insanların avcılık sayesinde cinsiyetlerine göre uzmanlaşmasına neden olduğu bir gerçek. Haliyle bu özellikleri genetik olarak kodlanmış... Erkek ve kadınlarını temel özelliklerinden söz ediyorum. (Gerçekten kadınların neden taş atamadıklarını hiç düşündünüz mü?) Evet, kadınların içerlek ( evcimen), erkeklerin dışarlak (eve-barka sığmaz) olmasının nedeni de avcılıktır. Erkekler avlaklarda, savanlarda, açık arazide av peşinde koşar; avladıklarını sürükleye sürükleye mağara önüne kadar getirirler sonra bir kenara çekiliyorlardı -heralde-. Kadınlar erkeklerin getirdiği av hayvanlarını parçalama, pişirme işlerini yapıp, av postlarını giyime hazırlıyorlardı -herhalde-. Çünkü, hamilelikleri ve çocukların kendilerine bağımlılıkları yüzünden kadınların av peşinde koşacak halleri yoktu -herhalde-. Boş boş oturacak değillerdi ya. Steril bir ortam için mağarayı silip, süpürüp; çocuklarını koruyup kolluyorlar, erkeklerin avdan dönme zamanı da hoş görünmek için süslenip püsleniyorlardı -hehalde-... Günümüzde marketten ya da pazardan eli dolu gelen erkeğin elindeki paketleri mutfağın ortasına bırakıp kendisini koltuğa atması, evin hanımının da getirilenleri , "ay ne çok şey almışsın..." diyerek minnetle dolap ve raflara yerleştirmeye koyulması boşuna değildir. (Bunları bir yerlerd yazmıştım sanırım. Her neyse...) bu bir teoridir ve her teori gibi itirazlara açıktır... Ancak, taş, sopa sapan ile başlayıp, ok ve mızrakla gelişen ve günümüz ateşli silahlara kadar gelişen av aletleri karşısında zavallı hayvanların kaçmak için ihtiyaçları olan kas güçleri hep aynı kalmıştır. İşin ironik yanı, insanlar karınlarını doyurmak için avlandıklarında ellerinde ilkel silahları varmış, avcılığı hobi haline getirdiğinde ise gelişmiş modern ateşli silahlar... İki canlı arasındaki ilkel karın doyurma kaygısı daha sonra modern hobi-zevk haline gelmiş... Ölümcül bir hobi-zevk... İyi de hal böyleyken, avcılar asıl amaçlarının doğada yaban dolaşan, özgürce uçan canlıların canını almak olduğu gerçeğini görmezden gelerek; yaptıkları işin salt sportif yanını ve doğaya olan sevgilerini öne çıkarmaya çalışırlar. İçlerindeki o önleyemedikleri öldürme tutkusuyla yüzleşmekten, nedenlerinin ortaya çıkmasından kaçınırlar; insancıl ve doğacıl görünmeye çalışırlar. Yanlış anlaşılmasın, bunu insanları kandırmak için yapmazlar. Belki vicdanları bir şekilde susturulması, bastırılması gerekiyor. Mesela pek çok avcı gözleri açık gitmesine neden oldukları hayvanın gözüne bakamaz. O hayvanın ölü gözüyle gözgöze geldiği zaman içinde beliriveren pişmanlığı derhal bastırır ve sanki o avı başkası vurmuş gibi, 'Ah yazık ya, şuna bakın!..' der. Devam edeceğiz efendim... |
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#27 |
Ağaç Dostu
|
Hayatın her evresinde hem av, ham de avcı olduğumuz gerçeğini yadsımayalım. Şu gün içinde bulunduğumuz dünyada Domuz Gribi denen virüs insanları öldürebiliyor. Herkesi öldürüyor demiyorum dikkat edin. Eğer savunma mekanizmanız sağlamsa avcısınız virüsü yenersiniz, değilse malesef avsınız... |
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#28 |
Ağaç Dostu
|
Sayın hassoman, Göze bakamama tesbitiniz yerinde ama ölü hayvanın gözü değil, henüz yaşayan avın bakışıdır insanı alt üst eden. Kara avı hiç yapmadım ama balık avında yakaladığım büyük balıklarda bunu yaşadım. Hayvanın o bakışını hala hatırlarım ama avcılık öyle bir tutkuki, onun evreleri içinde o bakışın size etkisi, bir dahaki avınızda yakalanan hayvan ile göz göze gelmemenin çarelerini yaratmaktan öte olamamakta. Yıllar sonra aynı durumu yaşasa bir avcı eminim ki o avı geri salar sularına. Hoşçakalın. |
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#29 | ||
Ağaç Dostu
|
Alıntı:
Alıntı:
Evet, sanırım ben de aynı şekilde düşündüğümü sizden çok daha önce belirtmişim. Yani anlamakta zorluk çekmem söz konusu olmamış.. ![]() Her neyse, ama sizin döğüş dediğiniz şeyin adı ne yazık literatürde av olarak geçiyor. Tarih, av ve avcı ilişkisinde ille de bir tarafın insan diğer tarafın hayvan; ya da, her iki tarafın hayvan olmasını av tanımı için yeterli bulmuyor anlaşılan... |
||
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#30 |
Ağaç Dostu
Giriş Tarihi: 18-01-2009
Şehir: izmir/aliağa
Mesajlar: 5,567
|
Avı sanata dönüştüren mükemmel ikili.
İnsanın, insan olmadan önceki avlanma ve tüm diğer içgüdülerini evrim süreci içinde yitirmeye başlamış bu gün belli belirsiz izleri kalmıştır. Yok olan içgüdülerin bıraktığı boşluğa doldurmaya çalışan akıl, kuşkuyla gizlenen hayvanı ortaya çıkaramamaktadır. Ançak bir gün, dahice bir düşünüşle, her an tetikte olan avını bulabilmek için başka bir hayvanın dedektiflik içgüdülerinden yararlanmayı düşünür, bu hayvanın yardımına başvurur. 'O' aslında kendisi için avlanmaktadır. Her zaman kendi dürtüleri içinde çoşkulu bir avcıydı. İnsanını yaptığı yalnızca 'o' nun içgüdüsel avlanma biçimini yönlendirmek, işbirliği haline getirmekti. Kendi avcılığını 'o' nun avcılığıyla bütünleştiren insan avlanma olayını en mükemmel hale getirecekti. Zira 'o', insanın en eski ehli hayvandıydı. Ancak onu insanoğlu mu ehlileştirmiştir pek bilinmez. Kesin de değildir. Kesin olan; insanoğlunun yerleşim alanlarına yaklaşması, onu çeken yemek artıklarıyla beslenmesiydi. Ama ondan öte bir başka şey daha vardı ki, o da ateşin ''sıcaklığı''. İnsan herşeyden önçe elinde ateş olan, ateşe hükmeden tek hayvandı. Ateş insanoğlunun ilk fiziksel buluşuydu ve bu diğer buluşların temelini oluşturmaktaydı. O zamanlar doğada alev güçüne, alavi hükmetme gücüne sahip olmak onu hayvan olarak yüçeltmişti. Günümüz insanının avcı dostunun; alevin yanındaki, onu sarhoş eden keyif veren bu '' sıcaklık '' olsa gerek. Zaten ehlileşmenin gizemi, tam olarak çözülmüş değildir. İnsan geçmiş çağlarda bazı hayvanları ehlileştirmiştir. Kısa bir dönem içermektedir bu..Ancak daha sonra bu güne kadar ehlileştirdiği arasına bir yenisini katamamıştır. Aksine ehlileştirdiklerini bazıları _'o' hariç _ yine yabani olmuştur. Mısır firavun figürlerinde ehli sırtlanın ve leoparın resimlerinin olması bundandır. İnsanın ehlileştirme marifeti bir dönemle sınırlı kalmış, son yıllarda bu yeteneği kaybolmuştur. 'O' ise tarihin eski dönemlerinden günümüz modern insanın hep en sadık dostu olarak kalmıştır. İnsan öğretim yoluyla 'o' na bir takım davranışlar aşılamıştır ki; 'o' nu ehlileştirmek, onu hayvan niteliğinden uzaklaştırarak kısmen insanlaştırmak olsada...ehli hayvan katışıksız hayvanla insan arasında bir ara gerçektır. 'O' artık, İnsan ile 'o' kendilerine özgü avlanma biçimlerini bütünleştirerek, müzikte çok sesliliğin keşfi gibi ava senfonik bir görkem katmışlardır, böylece avlanmanını doruk noktasına ulaşmışlardır. 'O'nunla avlanmak avlanma sanatını en mükemmelini oluşturmuştur. (bu güne kadar yitirdiğim en sadık dostlarımın anısına..) Düzenleyen Halil Önen : 12-11-2009 saat 09:06 |
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
Konu Araçları | |
Mod Seç | |
|
|