![]() |
|
|
![]() |
#1 |
Ağaç Dostu
Giriş Tarihi: 14-04-2007
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 3,235
|
GDO çocukları!
Mine G. Kırıkkanat: GDO çocukları! Bir zamanlar, bizim sert Anadolu buğdayımız vardı. Ekmeklerimiz bugün ancak Avrupa’daki ekmeklerde bulabildiğimiz tok lezzette ve francalamız, Fransız bagetinin çıtır tadındaydı.Son yıllarda değerini anlayıp “al dente” pişirmesini nihayet öğrendiğimiz İtalyan makarnalarının en iyisi sert buğdaydan üretilir. Ama tam da biz makarnanın tadına vardığımız sırada kayboldu, tarihe gömüldü sert Anadolu buğdayı ve “al dente” pişirilecek diri makarnayı artık üretemiyor Türkiye... Yerine, sünger gibi ekmekler, kaynar suya atılır atılmaz ölmüş solucana dönen makarnalar, toz kıvamında, yoğunluksuz un veren ve zaten “tohumluk” vermeyen, dolayısıyla bir ekimden ötekine soyunu sürdüremeyen, çiftçiyi her yıl yeniden çokuluslu şirketlerin geliştirdiği tohumlar almak zorunda bırakan buğday cinsi ekiliyor Anadolu’ya... Bu çokuluslu şirketlerin en büyükleri, Monsanto, Cargill, Bung, DuPont, Syngenta ve Bayer adlarını taşıyor ve adlarından tahmin edebileceğiniz gibi, bazıları kimya ve ilaç sanayii devleri. *** Bir zamanlar, bizim içi sapsarı, sulu, lezzetli ve kütür kütür patateslerimiz vardı. Etli patatesin patatesi dağılmaz, haşlanmışı boğaza tıkanmaz, kızartması yumuşayıp bayılmazdı. Halen Fransa’da tam 12 çeşit patates ve birbirinden şiirsel adları var: Re Adası, Bonnotte, Ratte, Charlotte, Juliette, Pompadour, Chérie, Fontenay Güzeli, Amandine, Vitelotte, Roseval, Auvergne Mavisi. Oysa bugün Türkiye’ye taze diye küçüğünü, olgun diye büyüğünü yedirdikleri TEK çeşit patates, beyaz, unlu, tatsız ve dolayısıyla en adisi, isimsiz olanı... Kelle gibi Bursa şeftalilerimiz küçüldü, birbirinden lezzetli elma çeşitlerimiz üçe indi, zaten çoğu da ithal, biberlerimiz azmanlaştı, çekirdekli ve mis kokulu yerli muzu ara ki bulasın, domatesler tatsızlaştı, dantel gibi maydanozlar kereviz sapına döndü, zaten kereviz sapı da çalıya benzedi, etlere su şırınga ediliyor ki yumuşacık olsun, siz de dinlendirilmiş et yediğinizi sanarak et parasına suyla beslenin... Gıda emperyalizmine teslim olan devlet, gıda kodeksini değiştirdi, yoğurt üretimindeki yüzde 12 katı madde koşulunu kaldırdı, artık sulandırılmış sulu süte ithal süt tozuyla üretiliyor yoğurtlar. Türkiye, yoğurdun geleneksel tadını da böylece kaybetti. Hatta ağzı batılı taama alışanlar, “diyet” diye satılan bazı çeşitlerin domuz etinden elde edilen “ithal jelatin” katılarak sertleştirildiğini bilmeden, bu sütü bozuk ürünleri yağsız yoğurt diye yiyorlar... *** Türkiye’deki GDO tartışmalarını ibretle izliyor ve merak ediyorum: Ülkemizdeki istisnasız tüm mısır, soya fasulyesi üretiminin GDO ve “tohumluk vermeyen” topyekûn tohumların hem de yıllardan beri genetiği değiştirilmiş organizmalar olduğunu bu tartışmadan önce kaç kişi biliyordu, acaba? Yukarda saydığım GDO olmayan soysuzlaştırılmış sebze ve meyveler de yine insan eliyle laboratuarlarda yaratılmış “hibrid”ler zaten... Ülkemizde yerli tohumculuk bitirildi, geleneksel tarım bitirildi, hayvancılık bitirildi, sütçülük bitirildi, milyonlarca kişi işsiz kaldı, kentlere yığıldı, dünya kadar işlenmemiş toprak, istihdam yaratacak toprağa bağlı üretim sektörleri çökertilirken... En az alanda, en az insan gücüyle, en çok ürünü veren, dolayısıyla yoğun kimyasal ilaç ve gübre kullanımıyla toprağı ve tabii ürünü zehirleyen entansif tarım, gerek büyük, gerek küçük baş hayvanları “işkence” altında yetiştiren, dolayısıyla (özellikle tavuklarda) acı birikimi toksinlerin tüketilen etle birlikte insan vücuduna geçmesinin baş sorumlusu, sanayi hayvancılığı pompalandı. Bu entansif tarım ve hayvancılık politikasının sonuçlarını, kanser ve alerji hastalıklarının hızla artışında, giderek daha çok çocuğun neredeyse kanserle birlikte doğuşunda görüyoruz... Hepsi Batılı, ama hemen hepsi Amerikan ağırlıklı çokuluslu şirketler, özellikle tohumculuk alanında gelişmekte olan ülkelerin önce “tahıl” üretimini ele geçiriyorlar. Türkiye yönetmeliği beklemedi, çoktan teslim oldu GDO çocuklarına... GDO çocuklarının, tahıl ambarı ülkemize neler ettiği, gelecek hafta bu sütunda. |
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#2 |
Ağaç Dostu
Giriş Tarihi: 14-04-2007
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 3,235
|
Nazlı Ilıcak - Ya GDO kısırlık yaratıyorsa!..
Nazlı Ilıcak - Ya GDO kısırlık yaratıyorsa!.. Sizce halkı, ıslak imzalı belge mi ilgilendirir, yoksa, Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) ve ürünleri mi? Doğrusu, Twitter'da bir arkadaş (Yüksekökçeler) uyarana kadar, 26 Ekim'de Resmi Gazete'de yayımlanan GDO yönetmeliğinden haberdar değildim. Ziraat Mühendisleri Odası ve tüketici dernekleri kıyameti koparıyor; muhalefet ayağa kalktı ama, Türkiye'nin gündeminde farklı konular var. Dün, grup toplantısında Tayyip Erdoğan da meseleye eğildi; yeni çıkan yönetmelikle, GDO ve ürünlerinin ithalatına AB standardında bir düzenleme getirildiğini söyledi. Hadise çok teknik ve ben de, bu hususta uzman değilim. Fakat, dünyada olduğu gibi, Türkiye'de de endişeler varsa, bu durum, birkaç kelime ile, ya da başbakanın verdiği bir teminatla kolay kolay geçiştirilemez, giderilemez. Yönetmeliği okudum. Gerçekten de, yönetmelik, GDO'lu ürünlerin ithalatının daha serbest bir biçimde yapılmasına yönelik değil; sadece, ithalatın şartlarını belirleyen bir düzenleme getiriyor. Zaten, Türkiye pazarında GDO'lu ürünler satılıyor. Özellikle 4 ana üründe, pamuk, soya, kanola ve mısırda GDO var. Bugün, mısırdan ve soyadan üretilen ve GDO içeren 800 çeşit ürünün tüketicinin sofrasında olduğu belirtiliyor: Bisküvi, kraker, puding, bitkisel yağ, bebek maması, çikolata, gofret gibi. Yönetmelikle, var olan ithalat denetim altına alınıyor. Ama, tüketiciler, bir yasa çıkarılmadan ve yeterince kamuoyunda tartışılmadan, hükûmetin yönetmelikle düzenleme yapmasına karşı. Halkın, kendisini doğrudan ilgilendiren, belki de sağlığını tehdit eden bir konuda, daha iyi aydınlatılması gerekmez miydi? Anladığım kadarıyla, GDO'lu gıda ya da yemin avantajı, zor bozulması; bir başka ifadeyle, daha dayanıklı olması. Buna mukabil, insan sağlığına, az ya da çok zarar veriyor olmalı ki, yönetmelik, GDO'lu ürünlerin bebek mamalarında ve bebeklerle küçük çocukların ek besinlerinde kullanılmasını engelliyor. Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi'nin Başkanı Kemal Özer, haklı olarak soruyor: "GDO ürünleriyle beslenecek bir hamile kadın, ister istemez bebeğine de zararları aktarmış olmayacak mı?" Öte yandan, yönetmelik, söz konusu gıdanın, "Ancak % 0.9 oranında ya da daha fazla Genetiği Değiştirilmiş Organizma içermesi halinde, 'GDO'lu' kabul edileceğini" belirtiyor. GDO'suz ürünlerin etiketinde ise, "GDO'suz olduğuna dair ifadeler bulunamaz" diyor. Meselâ neden etikete GDO'suz yazılmasına karşı çıkılıyor? Bunu anlayamadım. Şu husus da çok önemli: Son 6 ayda, 30'a yakın ülkenin GDO'yu yasakladığı ileri sürülüyor. Ve bu ülkeler, bizden ürün alırken, GDO'suz olmasına özen gösteriyor. Bugüne kadar, önce de belirttiğim gibi, GDO'lu ürün ithal ediliyordu ama, "Yönetmelikle, ithalatı düzenliyoruz" derken, GDO'ya da yasal bir zemin kazandırılmış oldu. Bu yüzden, Türk ihracatçıların GDO'yu yasaklayan ülkelerde işlerinin zorlaşacağı ileri sürülüyor. Kim haklı, kim değil... GDO ne derecede zararlı? Gerçekten kısırlık yaratıyor mu? Bunları bilemeyeceğiz ama, en az ıslak belge kadar kamuoyunda tartışılması gerektiğine inananlardanız. Özellikle, kısırlık konusu... Her aileden 3 çocuk isteyen Erdoğan, kısırlık tehlikesine inanırsa, bir bakarsınız, GDO'lu ürün ithalatını Türkiye'de yasaklayabilir de. GDO nedir? Bir canlının gen diziliminin değiştirilmesi, ya da ona, kendi doğasında bulunmayan bambaşka bir karakter kazandırılması yoluyla elde edilen canlı organizmalara, "Genetiği Değiştirilmiş Organizma", kısaca GDO deniliyor. Bir canlıdan diğerine gen aktarımı, bir çeşit kesme, yapıştırma ve çoğaltma işlemi olup, genetik mühendisleri tarafından uygulanıyor. Aktarılan gen, önce bulunduğu canlının DNA'sından kesilerek çıkarılıyor, sonra vektör adı verilen taşıyıcı virüs ile, bu gen, DNA molekülüne yapıştırılıyor. GDO'lar, karşımıza, kolera bakterisi geni taşıyan yonca, akrep geni taşıyan pamuk, tavuk genli patates, balık genli domates gibi gıdalar şeklinde çıkıyor. Sağlık açısından doğan riskleri, uzmanlar, şu şekilde sıralıyor: Antibiyotiklere karşı dayanıklılık oluşması, yani, antibiyotiğin etkisinin düşmesi; toksik veya alerjik tesir yaratması; bağışıklık sisteminde bozukluk doğurması; hatta kısırlık. |
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#3 |
Ağaç Dostu
Giriş Tarihi: 14-04-2007
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 3,235
|
Eker, ‘Ben almayayım, siz buyurun’ diyor
Metin Münir - Eker, ‘Ben almayayım, siz buyurun’ diyor Başbakan “Domuz gribi aşısı olmam” diyor. Tarım Bakanı Mehdi Eker de “Ben genetiği değiştirilmiş gıda yemem” diyor. Ama Başbakan’ın Sağlık Bakanı 40 küsur milyon adet domuz gribi aşısı ithal ediyor.Eker de genetiği değiştirilmiş organizma ve ürünlerini içeren yem ve gıda etmeyi serbest bırakan yönetmelik çıkarıyor. Bu yönetmeliklele ilgili bir tek şey bilmesi yeter. Türkiye artık resmen genetiği değiştirilmiş ürün ithal edip halkının sofrasına koyan ülkelerden biri oldu. Eskiden bu ithalat kontrolsüz yapılıyordu ve farkında olmadan genetiği değiştirilmiş ürün içeren gıdalar yiyordunuz. Şimdi aynı ithalat kontrollü ve büyük bir olasılıkla daha büyük miktarda yapılacak. Gerisi ayrıntı. Eker bunu açıkca söyleyeceğine GDO ithalatı yasaklanmış gibi bir izlenim yaratmaya çalışıyor. Yok, aslında bu yönetmelik ithalatı serbest bırakmıyormuş da kontrol altına alıp kısıtlıyormuş. Yok, riskli GDO’lar ithal edilmeyecekmiş. Yok, komiteler kurulacakmış. Yok, bebek mamalarına konmayacakmış. Test yapacak donanım yok İthalatın kontrollü yapılacak olması ithalat yapılmayacağı veya bu ithalatın zor olacağı anlamına gelmez. Sözde riski belirlemek için kurulacak komiteler bağımsız olmayacak. Bütün üyeleri bakanlık tarafından belirlenecek ve bakanlığın emrinde çalışacak. Kararları “bakanlık onayından sonra” yürürlüğe girecek. Ayrıca Türkiye’de gümrüklerde gerekli GDO testlerini yapacak donanım yoktur. Gene ayrıca biliyoruz ki TC’de paranın açmayacağı (veya kapamayacağı) yoktur. Ama bütün bunlardan daha önemli olan şey GDO konusunda risk belirlemesi yapmanın imkânsız olmasıdır. GDO’ların zararlı olup olmadıkları konusunda bilim adamları arasında dünya çapında derin bir fikir ayrılığı var. Dolayısıyla kapıyı açmak bilimsel bir karar değildir. Siyasi bir karardır. Göz boyamaya çalışıyorlar GDO’lu mamullerin bebek mamalarında falan kullanılmasının yasaklanması bir göz boyamadan ibarettir. Bebek ana sütüyle beslenir. Eğer ana GDO’lu gıda alıyorsa bebek bunu süt aracılığıyla zaten alacak. GDO’lu yem ithali de serbest olacağına göre, hayvanların alacağı yem aracılığıyla da bütün et ve sütlerde bulunacak. Eker o kadar şaşkın ki dakikalarca GDO’ları ve yönetmenliği savunduktan sonra Haber Türk spikerine “Ben genetiği değiştirilmiş gıda yemem” dedi. O zaman halk niye yesin, beyefendi? Önünüzden ittiğiniz tabağı halkın masasına koymaya utanmıyor musunuz? |
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#4 |
Ağaç Dostu
Giriş Tarihi: 14-04-2007
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 3,235
|
Sayın Bakan susalım da ölelim mi?
Salih Tuna Ölçek - Sayın Bakan susalım da ölelim mi? Futbol amigoluk kaldırır, “siyaset” kaldıramaz. Zira amigoluk siyaseti, düşünceyi çürüten bir şey! 12 Eylül öncesini yaşayanlar ne demek istediğimi daha iyi anlayacakdır. Herkes birbirini kulaklarıyla değil duvara yazı yazdığı fırçalarla yahut belindeki silahlarla dinliyordu. Akıbeti gördük. Yahya Kemal üstadımız böylesi “dinlemeler” için “Birbirini dilleriyle dinliyorlar” derdi. Facia, dille dinlemekle başlar zaten! Cemil Meriç rahmetli, “Barika-i hakikat müsademe-i efkardan doğar” darbımeselini naklettikten sonra celallenir “Bu Ülke”de. “Hangi barika-i hakikat?” diye sorar. “Zekalar birbiriyle savaşmaz. Kinlerin, peşin hükümlerin, gizli çıkarların savaşı. Ve her mübâriz kendi cephesinde muzaffer…” En güzeli Ku'ân'ın buyruğu: Bütün sözleri dinleyip en doğrusuna uymak… Bu “doğruyu” tebliğ etmek de, hakikati birlikte aramayı teklif etmekten başka bir şey değil… Hulasa, kimin dilinde dillenirse dillensin, kimin elinden gelirse gelsin, hakikat hakikattir. Ve, madem ki hakikat müminin yitik malıdır; Ertuğrul Bey'ciğimin dilinden de gelse, yüzümüzü ekşitemeyiz ona. Tıpkı dostumuzun elinden gelen ve sadece “muarızlarımıza” zeval verecek olan haksızlığa “eyvallah” diyemeyeceğimiz gibi. Hakikate zerre miskali hürmeti olan hiç kimse haksızlık karşısında susamaz çünkü. Dostlarımızın “muarızlarımıza” yaptığı haksızlıkta hakikat vehmetmek ise, hakikate en büyük hürmetsizliktir… Son zamanlarda hakikat karşısında saygısızlık sürgit devam ediyor. Bir taraf “demokratikleşme”den bahsedince, öteki taraf “Bunun altında 'yandaşlık' var…” yollu bir tavır alıyor! Bir taraf herhangi bir şekilde “muhalefet” edince, diğer taraf “Bu işte mutlaka bir Ergenekon yeniği var…” demeye getiriyor. Maalesef topluma da sirayet etti bu rahatsızlık! Habertürk yazarı Balçiçek Pamir'in geçenlerde dile getirdiği İzmir özelindeki fecaat manzaraları bunun göstergesi. Birbirine, alışveriş edemeyecek kadar husumet duyan bu insanların vebali kimin? Sonuç itibariyle, hakikate saygısızlığın bedeli değil mi bu? İktidar da muhalefet de konjonktüreldir. Hakikat karşısındaki tavrımızdır kalıcı olan. Demem o ki; hayati önemi haiz olan, hakkaniyetli olmaktır. Bunu kaybettik mi, her şeyi kaybederiz! Hal ve hareketlerine, “Ama onlar da aynısını yapıyor…” gibilerinden mazeret uyduranlar, son tahlilde, “onlar” tesmiye ettiklerinin “fiillerine” meşruiyet kazandırmaktan öteye geçemez. Uzun lafın kısası: Bizden sadır olan tüm hakikatlere saldıran “ehl-i tezvirat”tan da gelse hakikat, başımızın tacıdır. Mesela, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nın Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) hakkındaki kararına (ilgili sivil toplum kuruluşlarının yanı sıra) Yalçın Bayer'ler, Yılmaz Özdil'ler de şiddetle karşı çıkıyorlar diye sessiz kalamayız. Hakikat bu adamların kalemine “düştüğü” için, mevzua her zamankinden daha dikkat ve rikkatle eğilebiliriz en fazla. Ama asla ve kat'a kulaklarımızı tıkayamayız. Çünkü hepimizi öldüren, dahası, insan nesline kasteden GDO'ya karşı çıkmak mecburiyetindeyiz. Üstelik… Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi Genel Başkanı değerli dostum Kemal Özer de mezkur karara isyan ediyor. GDO insanların midelerini misket bombasıyla doldurmaktır, diyor Kemal. “GDO ile beslenen insanların DNA'ları değiştirilir ve vücutlarının savunma sistemleri zayıflatılarak her türlü hastalık ve sinyalle kontrol edilebilir hale getirilirler…” Daha neler söylüyor, neler! GDO'nun bir “kıyamet projesi” olduğunu, Henry Kissenger'in “Yiyeceği kontrol edersen insanları kontrol edersin” sözünü de aktararak öyle bir anlatıyor ki, dinleseniz küçük dilinizi yutarsınız! Bunları söyleyen herhangi biri değil; ömrünü gıda sağlığına vakfeden bir aydın. Rahmetli Hasan Nail Canat'la tiyatro yaptığımız seksenli yılların ortasından itibaren aktivist ve inançlı bir dava adamı olarak tanırım Kemal'i; boş konuşmaz. Ne demiştik? Hakikate zerre miskali hürmeti olan hiç kimse haksızlık karşısında susamaz, demiştik değil mi? O halde, Yunus'umuzun “Ya ben öleyim mi söylemeyince” sözünden mülhem söyleyelim: Sayın Bakan, susalım da ölelim mi? |
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#5 |
Ağaçsever
Giriş Tarihi: 09-11-2009
Şehir: Manisa
Mesajlar: 59
|
Tebrikler Karınca70 Konuyu çok güzel toparlamışsınız. GDO deyimini 1 hafta önce falan duymuştum. Hemen evimin ihtiyacı olan sebzeleri üretmeye karar verdim Sizde tohum bulunuyormuş. GDO suz hangi sebze tohumları var elinizde? |
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
|
|