agaclar.net

Geri Dön   agaclar.net > Doğaya ve Yaşamınıza Sahip Çıkın > Daha İyi Bir Yaşam İçin
(https)




Beğeni Düzeni146Beğeniler

Cevapla
 
Bookmark and Share Dış Bağlantılar Konu Araçları Mod Seç
Eski 31-12-2008, 23:01   #241
Yeni Üye
 
Giriş Tarihi: 01-12-2008
Şehir: Bolu
Mesajlar: 19
Sayın denizakvaryumu siz nerdeyse herşeyi söylemişsiniz.Ama çorbada benimde tuzum bulunsun istedim ve gazetede bulduğum bu konu ile ilgili sayfayı bu konuya ekledim(üstte).Allah kimseyi hastalıkla imtihan etmesin.Hasta olanlarada acil şifalar versin inşallah.


Düzenleyen BoncukZ : 01-01-2009 saat 12:01
BoncukZ Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 01-01-2009, 11:35   #242
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 25-10-2005
Şehir: adana
Mesajlar: 389
Sevgili BoncukZ,
Dilek ve temennilerine aynen katılıyorum.
Dünyadaki yaşam zaten bir imtihan, ****** yaşam boyunca herşeyden imtihan oluyoruz,
yürümeye başlarken, yemek yerken
ilk öğretim, orta öğretim, üniversite, askerlik, ehliyet,evlilik, iş bulma, çocuk yetiştirme, yaşama, ölümde dahi sınav, kısacası hayatımız boyunca sınav.

Ben kendi şahsıma çok büyük sınav veriyorum. Dilerim mevlamdan insanları dert, keder, tasa, sıkıntı ve hastalıklarla yani hepsiyle imtihan etmesin, bence bir tane yeter.

Tüm hasta olanlara, yaşam mücadelesi verenlere, sağlık isteyenlere hayırlısını versin.

Sevgi ve muhabbetle kalınız,
Yüzünüzden gülücükler eksik olmasın

şeref Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 07-01-2009, 14:04   #243
Ağaç Dostu.
 
MSaygin's Avatar
 
Giriş Tarihi: 25-01-2006
Şehir: Adana
Mesajlar: 1,794
Galeri: 36
10 Ocak 2009 Cumartesi günü saat 10.30 'da Adana'da "Kanser hakkında bilgilendirme" konferansı var!


PROGRAM

Kanser hakkında bilgilendirme,
Hasta okulu
10 ocak cumartesi saat 10:30

Adana Başkent Üniversitesi Kışla Yerleşkesi (Yüreğir) Sağlık Toplantı Salonu

KONU BAŞLIKLARI
Kanser nedir? Prf.Dr Semra PAYDAŞ
Kanser ve beslenme Prof.Dr Özgür ÖZYILKAN
Kanserin psiko sosyal yönü Uzm. Psikolog Melek YILMAZER
Empati-kanserli hasta olmak Salih YÜCE
Kanserde tedavi ve yan etkileri Uzm. DR. Aynur EKEN

MSaygin Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 08-01-2009, 11:59   #244
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 25-10-2005
Şehir: adana
Mesajlar: 389
Bay Saygın,
İlgi ve alakanıza teşekkürler.
Bilgilendirdiğiniz için sağolunuz.

Sağlıcakla kalınız.

Ailenize sevgilerimi sunuyorum.

şeref Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 02-02-2009, 20:38   #245
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 13-04-2006
Şehir: Ankara
Mesajlar: 9,099
Galeri: 25
Dikkat bu çorba kanser yapıyor...


Sadece kanser değil kalp krizini de tetikliyor...

Dünya Kanser Araştırmaları Merkezi tarafından yapılan bir araştırma paket halinde satılan hazır çorbaların gırtlak kanseri olma riskini artırdığını ortaya koydu. Araştırma Başkanı Doktor Rachel Thompson, paket çorbaların içerisinde günlük almamız gereken tuz miktarının yarısının bulunduğunu ve bunun da çok yüksek bir miktar olduğunu söyledi.

Fazla tuz tüketiminin kalp krizi riskini artırdığı zaten biliniyordu. Fakat son yapılan araştırmalar yüksek tuz tüketiminin gırtlak kanseri riskini de artırdığını ortaya koydu.

http://www.bugun.com.tr/haber.aspx?i...kanser-yapiyor

denizakvaryumu Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 04-03-2009, 22:48   #246
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 13-04-2006
Şehir: Ankara
Mesajlar: 9,099
Galeri: 25
Pediatrik Onkoloji


Kanser dalga dalga geliyor. Bütün Dünya’da kalp ve damar hastalıklarından sonra ikinci önemli ölüm nedeni. Maalesef körpecik çocuklar da bu ölümlerden nasibini alıyorlar. Bereket ki ülkemizdeki çocuk kanser uzmanları ve merkezlerinin sayısı hızla artıyor. Ama yine de ihtiyacı karşılamaktan çok uzak. Bu konuda yayınlanan Türkçe bilimsel kitaplar da çok az sayıda. Geçen ay sevindirici bir olay oldu ve Nobel Tıp Kitapevleri ‘Pediatrik Onkoloji’ isimli dev bir eser yayınlandı.

Bu kitabın editörlüğünü İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı öğretim üyelerinden Doç. Dr. Alp Özkan yapmış. Çok sayıda uzmanın yazar olarak katkıda bulunduğu kitap 1600 sayfa ve 115 bölümden oluşuyor. Konu ile ilgili hemen hemen bütün ayrıntıları kapsıyor. Kitabın bir bölümü de kanser tedavisinde tamamlayıcı olarak sıkça kullanılan bitkilerle ilgili. Bu bölüm kitabın editörü tarafından yazılmış. Bültenimizin mevcut sayısını bu konuya ayırdık. İlginizi çekeceğini umuyoruz. Kitaptan bir bölüm için tıklayınız.


http://beslenmebulteni.com/bes/index...ser&Itemid=288

denizakvaryumu Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 04-03-2009, 22:57   #247
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 13-04-2006
Şehir: Ankara
Mesajlar: 9,099
Galeri: 25
Beslenme bülteni okurlarını şaşırtan en önemli tavsiyelerimizden biri pastörize hele de UHT teknolojisi uygulanan sütleri tüketmemeleri. Bu tavsiyemiz bu konunun bazı uzmanlarının ve gıda sanayicilerinin aşırı tepkisini çekiyor. Bu çevreler ‘halk sağlığını tehlikeye attığımızı’ ima ediyorlar. Hakan Arabacıoğlu’nun tercüme ederek Vejetaryen Sitesinde yayınladığı bu yazı, gerçekte halkın sağlığını kimlerin tehlikeye attığını gözler önüne sermektedir.


Şimdi batı diyetinde en çok tartışmaya konu olmuş ve yanlış anlaşılmış kısma geldik. Doğulular ve Afrikalılar geleneksel olarak, müshil amaçlı kullanımı hariç sütten uzak durmuşlardır. Ama batı dünyasında insanlara hayatları boyunca her gün süt içmeleri söylenir.

Doğaya baktığımızda, yavruların diğer yiyeceklerle sütten kesildiği zamana kadar yalnızca sütle beslendiğini görürüz. Sütün sindirimini sağlayan laktaz enziminin, ergenliğe geçişle birlikte insan sisteminden kendiliğinden yok olması; yetişkin insanların süte besin olarak kaplanlardan ya da şempanzelerden daha fazla ihtiyacı olmadığını gösteriyor.

Süt, çiğ olarak tüketildiğinde tam protein besin olmasına rağmen yağ da içerdiği için kendinden başka bir besinle zor karışır. Buna rağmen günümüzde yetişkinler diğer yiyecekleri devamlı soğuk sütle "yıkarlar". Süt mideye girdiğinde hemen kesilir ve mevcut başka bir yiyecek varsa kesilmiş süt tanecikleri diğer yiyecek taneciklerinin etrafında pıhtılaşır, onları mide özsularından yalıtırak sindirimi geciktirir, çürüme başlangıcına ortam sağlar. Bu yüzden süt tüketimi ile ilgili ilk ve en önemli kural şudur: "Ya tek başına iç, ya da içme."

Bugün süt, içindeki doğal enzimleri yok eden ve nâzik proteinleri değiştiren pastörizasyonun her yerde uygulanması yüzünden, daha da sindirilemez hâle gelmiştir.

Çiğ süt, sütün sindirimini sağlayan laktaz ve lipaz aktif enzimlerine sahiptir. Canlılığını yitirmiş laktazı ve diğer aktif enzimleri içeren pastörize süt, yetişkin mideler tarafından gerektiği gibi sindirilemez.

Biberonla beslenen bebeklerin yaşadığı karın ağrısı, pişik, solunum rahatsızlıkla-rı, gaz ve diğer rahatsızlıkların da gösterdiği gibi çocuklar bile bu konuda sıkıntı çeker. Enzimlerin eksikliğinin ve hayâtî proteinlerin değişmesinin, sütteki kalsiyumu ve mineral elementleri erittiği de kuşku götürmez.

1930'larda Dr. Francis M. Pottenger, pastörize ve çiğ sütle beslenmenin 900 kedi üzerindeki etkilerine ilişkin 10 yıllık bir çalışma yürüttü. Bir grup yalnızca çiğ süt alırken, diğer grup aynı kaynaktan alınan pastörize sütle beslendi.

Çiğ süt içen grup kuvvet bularak büyüdü, hayatı boyunca sağlıklı, aktif ve canlı kaldı ama pastörize sütle beslenen grup kısa süre sonra durgun, sersem ve normalde insanlarla ilişkilendirilen kalp krizi, böbrek yetmezliği, tiroit bozukluğu, solunum rahatsızlıkları, diş kaybı, kemik zayıflığı, karaciğer iltihabı gibi kronik yozlaştırıcı rahatsızlıklara karşı savunmasız hâle geldi.

Ama Dr. Pottenger'in en çok dikkatini çeken ikinci ve üçüncü nesillere olanlardı. Pastörize sütle beslenen grubun yavrularının hepsi pastörize sütten kalsiyum emiliminin olmadığını gösteren zayıf ve küçük dişler, kalsiyum eksikliğinin açık ifadesi olan güçsüz kemiklerle doğdular.

Çiğ sütle beslenen grubun yavruları ebeveynleri gibi sağlıklı kaldı. Pastörize sütle beslenen grubun üçüncü kuşak yavrularının birçoğu ölü doğarken, kurtulanlar ise kısırdılar ve üreyemiyorlardı. Çiğ sütle beslenen grup soyunu sürdürürken, pastörize sütle beslenen grupta dördüncü nesil olmadığı için deney bitmek durumunda kaldı.

Eğer bunlar pastörize sütün zararlı etkilerinin yeterli kanıtı değilse, ticârî süt endüstrisinin kabul etmekten tiksindiği, kendi annelerinden alınan pastörize sütle beslenen buzağıların genellikle 6 hafta içinde öldüğü gerçeğini dikkate alın.

Çiğ sütün lehinde, pastörize sütün aleyhinde bulunan bu gibi bilimsel kanıtlara ve yirminci yüzyılın başlarına kadar insan türünün çiğ sütle beslendiği gerçeğine rağmen bugün Amerika'da birkaç eyalet hariç çiğ süt satmak yasal değildir.

Doğal niteliklerinden uzaklaştırılmış süt, insan ömrünü uzatmada hiçbir fayda göstermezken; sütü pastörize etmek raf ömrünü uzattığından süt endüstrisi için daha kârlıdır. Dahası, pastörizasyon hepsini olmasa da bazı tehlikeli mikropları öldürerek sıhhî olmayan mandıralardaki hasta ineklerden alınan sütü göreceli olarak "zararsız" hâle getirir ve bu da süt endüstrisinin mâliyetlerini azaltır.

Dr. Pottenger'in pastörize sütle beslenmiş kedilerinin kısırlaşması ve gücünü yitirmesi için yalnızca üç kuşak geçmesi yeterli olmuştur. Amerikalıların ve Avrupalıların neredeyse aynı sayıdaki kuşağı pastörize sütle beslenmiştir.

Bugün, kısırlık Amerikan çiftleri için başta gelen sorunlardan biriyken; kalsiyum eksikliği de öyle yayılmıştır ki, Amerikalı çocukların yüzde doksanı kronik diş çürümesi sorunuyla karşı karşıyadır. İşin daha kötüsü, şimdilerde kaymağının ayrılmasını önlemek için süt "homojenize" ediliyor. Bu, yağ moleküllerinin sütün geri kalanından ayrılmayacağı noktaya kadar mayalanmasını ve öğütülmesini gerektiriyor. Ama aynı zamanda bu durum, süt yağının küçük parçacıklarının ince bağırsağın duvarından kolayca geçmesine izin vererek, doğal niteliğini kaybetmiş yağ ve kolesterolün vücut tarafından emilme miktarını büyük oranda arttırıyor.

Aslında homojenize sütten, saf kremadan aldığınızdan daha fazla süt yağı alırsınız! Kemik erimesi rahatsızlığı olan kadınların pastörize süt ürünleri ile ilgili gerçekleri dikkate almaları gerekir. Doğal niteliklerinden uzaklaştırılmış bu süt, bu durumu önlemek için yeterince kalsiyum sağlamaz.

Büyük miktarlarda pastörize süt ürünleri tüketen Amerikalı kadınlar, dünyanın en yüksek sayıdaki kemik erimesi vakalarına sahiptirler. Örneğin, çiğ lahana; herhangi bir miktar pastörize süt, yoğurt, çiftlik peyniri veya doğal niteliği bozulmuş diğer süt ürünlerinden daha fazla kalsiyum sağlar.

Kuzey Dakota'nın Grand Folks şehrindeki İnsan Araştırma Merkezi'nde yapılan yeni çalışmalar gösteriyor ki, boron elementi kalsiyumun besinlerden emilmesinde ve kemik yapımında kullanılmasında temel bir role sahiptir.

Daha da dikkate değer bir nokta şudur: Yeterli miktarda boron verildiğinde kadınların kanındaki östrojen seviyesi, Batı'da kemik erimesine karşı genel bir geçici önlem olan östrojen yenileme terapisine duyulan ihtiyacı ortadan kaldırarak, iki katından daha fazla arttı.

Boronu nereden bulabiliriz?

Özellikle elma, armut, üzüm, fındık, lahana ve diğer lifli sebzeler gibi kalsiyumu da bulduğumuz taze meyve ve sebzelerden. Doğa zaten ihtiyacımız olan hayâtî besin kaynaklarının tümünü birbirini tamamlayan şekilde bolca sağlamıştır ama insan onları öldürene kadar pişirmekte ve işlemekte ısrar eder ve sonra diyetinin neden "işe yaramadığını" düşünür durur.

Yetişkinler harika bir besin olan çiğ sütü temin edemedikleri sürece, günlük diyetlerinde yer alan sütü yeniden gözden geçirmelidirler.

Çocuklara "güçlü ve sağlıklı" büyüsünler diye pastörize sütü tıka basa içirtmek düpedüz deliliktir, çünkü en basitinden, bu sütler içlerindeki besin öğelerini sindiremezler. Aslında, doğal niteliğini yitirmiş süt ürünleri, bağırsakları tabaka tabaka balçık gibi çamurla tıkayarak organik besinlerin emilimine engel olduğundan erkekler, kadınlar ve çocuklar diyetlerindeki tüm pastörize süt ürünlerini çıkarmalıdırlar.

İnek sütü buzağılar içindir ve bebekler de sütten kesilene kadar anne sütüyle beslenmelidir. Doğa her iki tip sütü ve sindirim sistemini buna göre tasarlamıştır. Anne ineğin pastörize sütü ile beslenen buzağıların genellikle 6 hafta içinde öldüğü bilimsel olarak belgelenmiştir ki, bu da pastörize inek sütünün buzağı için olduğu gibi, insan için de sağlığa yararlı ve hayat veren bir besin olmadığını gösterir. Buna rağmen, yetişkin insanlar doğal niteliklerinden uzaklaştırılmış bu salgıyı hem bebeklerine içirirler hem de kendileri tüketirler.

İnek sütü, insan sütünün 4 katı protein ve sadece yarısı kadar karbonhidrat içerir. Pastörizasyon, inek sütünün içinde bulunan yoğun proteinin sindirilmesini sağlayan doğal enzimleri yok eder. Böylece; bu fazla süt proteini, bağırsakları çamurla tıkayarak, insanın sindirim yolunda çürür.

Bu çamurun bir kısmı kana sızar. Süt ürünlerinin günlük tüketimleriyle bu kokuşmuş çamur biriktikçe, vücut çamurun bir kısmını deriden (sivilce, leke ile) ve ciğerlerden (nezle ile) dışarı atarken kalanı içeride iltihaplanır, enfeksiyonlara sebep olan mukoz oluşturur, alerjik tepkilere yol açar, eklemleri kalsiyum tortularıyla sertleştirir. Kronik astım, alerji, kulak enfeksiyonları ve sivilceler çoğu kez süt ürünlerini diyetten çıkarmakla kolayca iyileştirilebilir.

İnek sütü ürünleri özellikle kadınlar için zararlıdır. Süt kadınların vücudundan dışarı akmalıdır, içeri değil. Pastörize inek sütünün kadınları güçten düşüren etkileri, süt üretimini arttırmak için ineklere enjekte edilen sentetik hormonlarla daha da şiddetlenir. Bu kimyasallar titizlikle dengelenmiş dişi endokrin sistemine çok zarar verir. Besin ve İyileşme (Food and Healing) adlı kitabında besin terapisti Anne Marie Colbin süt ürünlerinin kadınlar için yarattığı felaketi şöyle açıklar: "Süt, peynir, yoğurt ve dondurma gibi süt ürünlerinin tüketimiyle; yumurtalık tümörünü ve kistlerini, vajinal akıntıları ve enfeksiyonları da kapsayan dişi üreme sistemindeki çeşitli hastalıklar kuvvetle bağlantılıdır. Bu bağlantının, süt ürünlerinin tüketimine son verdiklerinde problemlerin azaldığını veya yok olduğunu bildiren tanıdığım sayısız kadın tarafından defalarca doğrulandığını görüyorum.

Lifli tümörlerin geçtiğini veya dağıldığını, rahim kanserinin durduğunu, adet düzensizliklerinin düzeldiğini duyuyorum. Kısırlık bile bu yaklaşımla birkaç örnekte ortadan kalkmış görünüyor." Birçok kadın ve erkek, doktorları iyi bir kalsiyum kaynağı olduğunu söylediği için süt ürünleri tüketiyor. Bu bâtıl bir tavsiyedir. Doğrudur, 100 gramında 33 mg kalsiyum bulunan insan sütü ile karşılaştırıldığında, inek sütü her 100 gramında 118 mg kalsiyum içerir.

Ama ayrıca, inek sütü 100 gramında insan sütünde 18 mg bulunan fosfordan 97 mg içerir. Fosfor, sindirim yolunda kalsiyum ile birleşir ve aslında kalsiyumun emilimini önler. New York Devlet Üniversitesi tıp merkezinin pediatri bölüm başkanı Dr. Frank Oski şöyle diyor: "Yalnızca Kalsiyum-Fosfor oranı 2-1 olan besinler temel kalsiyum kaynağı olarak kullanılmalıdır. İnsan sütünün oranı 2.35'e 1, inek sütününki yalnızca 1.27'ye 1. İnek sütü ayrıca 100 gramında 16 mg sodyum içeren insan sütü ile karşılaştırıldığında 50 mg sodyum içerir, yani süt ürünleri muhtemelen modern batı dünyası diyetinin en yaygın aşırı sodyum kaynaklarından biridir."

Bununla beraber, inek sütü daha iyi sindirilen ve sağlığa yararlı olan diğer besinler kadar iyi bir kalsiyum deposu değildir. 100 gramında 118 mg kalsiyum bulunan inek sütünü diğer besinlerin 100 gramı ile karşılaştırın:

Badem (254 mg), brokoli (130 mg), kıvırcık lahana (187 mg), susam tohumu (1,160 mg), bir tür su yosunu olan kelp (1,093 mg) ve sardalya balığı (400mg).

Kemik erimesine gelirsek, bunun daha çok beslenmedeki kalsiyum eksikliğinden değil, özelikle şeker gibi kemiklerden ve dişlerden kalsiyumu süzen beslenme etkenlerinden kaynaklandığını görürüz.

Şeker, et, rafine nişasta ve alkolün tümü, kanda sürekli bir asit ortamı yaratır ve asidik kanın kemiklerden kalsiyumu çözdüğü bilinir. Osteoporozu düzeltmek için en iyi yol, yukarıda belirtilen süt ürünü haricindeki kalsiyumca zengin besinleri tüketirken aynı zamanda kemiklerden kalsiyum çalan asit arttırıcıları diyetten çıkarmaktır. 3 mg boron minerali takviyesinin de kemiklerin kalsiyumu emmesine ve tutmasına yardım ettiği görülür.

Geleneksel Çin tıbbı açısından bakarsak, süt bir çeşit "cinsel öz"dür. İnsan türünün başka bir türün cinsel özünü içmesi özellikle kadınlar için sadece hastalığa yol açar, çünkü içerdiği hormonlar insanın endokrin sisteminin hassas dengesini bozar. Eğer süt ürünleri içmekte ısrarlıysanız, en iyi tercihiniz insan sütünün besinsel karışımına ve dengesine yaklaşan keçi sütü olmalıdır.

İnek sütünden yapılmış yegane tehlikesiz ürünler sindirilebilen bir yağ olan taze tereyağı, laktobakteri tarafından sizin için önceden sindirilmiş taze mayalanmış yoğurttur. Ama bunlar bile mâkul ölçülerde ve mümkünse çiğ, pastörize olmayan sütten yapılmış olmalıdır.


Kaynaklar

www.hps-online.com --> Food & dieting --> The science of food combining

Milk and dairy www.hps-online.com --> Food & dieting --> Food profiles --> Dairy

Çeviren: Hakan Arabacıoğlu iletisim@arabacioglu.com

http://beslenmebulteni.com/bes/index...uet&Itemid=279

denizakvaryumu Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 05-03-2009, 01:40   #248
Ağaç Dostu
 
caucasus's Avatar
 
Giriş Tarihi: 15-01-2006
Şehir: Mardin
Mesajlar: 2,271
Galeri: 787
Deniz Akvaryumu 245 numaralı mesajınız için çok teşekkür ederim. Ben hazır çorbaları çok seviyorum ancak bundan sonra daha az tüketeceğim. Sağolun.

caucasus Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 05-03-2009, 09:10   #249
Ağaç Dostu
 
nevsune's Avatar
 
Giriş Tarihi: 04-05-2007
Şehir: Ankara
Mesajlar: 4,917
Galeri: 215
Sevgili caucasus bence hazır gıdaların, bulyon vb. tatlandırıcıların hiçbirini tüketmemeye çalışın lütfen. İçlerine ilave edilen katkı maddelerinin verebileceği zararla ileride hiç bir şey yiyemez hale gelmek çok olası. O sevdiğiniz hazır çorbaların çok daha iyilerini bir kaç malzemeyle kolayca siz kendiniz yapabilirsiniz inanın.

Denizakvaryumunun alıntıladığı ve bizlerle paylaştığı bilgiler çok önemli. Bizler kendimizi ve yakınlarımızı korumaya ilkönce gıdalarla başlamalıyız. Bu bizim kendi elimizde ve yapmak zorundayız da. Savaşamayacağımız o kadar çok koşul var ki, bari elimizden gelenlerle kansere karşı koyabilelim.

Kanser bir süre öncesine dek sinsice geliyordu, şimdi avaz avaz geliyorum diyor.

nevsune Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 05-03-2009, 09:47   #250
sin
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 25-02-2008
Şehir: ankara
Mesajlar: 113
Pastörize bildigim kadarıyla uzun ömürlü olan sütler bu günlük süt diye satılan plastik veya cam şişede olanlarda bu sınıfa dahilmi bilgilendirirseniz sevinirim

saygılar SİN

sin Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 13-03-2009, 12:11   #251
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 22-06-2007
Şehir: Rize
Mesajlar: 482
Galeri: 35
Hücredeki Radyasyon Tedbirleri
Nuri BALTA

Sesli Dinle

İnsan vücudu, hücre dışı sıvı ve kemiklerde bulunan minerali bir tarafa bırakırsak, çoğunlukla mikroskopla bakıldığında ancak görülebilen ve hususi bir kimya fabrikasına benzeyen hücrelerden meydana gelecek şekilde yaratılmış muazzam bir sistemdir. 70 kg bir insanda, her biri yaklaşık 93 trilyon atomdan oluşan 100 trilyon hücre vardır. Bu hücrelerin beslenmesi ve büyüyerek yeni hücreler meydana getirmeleri için gıda maddesi olarak alınan çeşitli protein, vitamin, karbonhidrat, yağ ve mineral maddeleri de çeşitli atomlardan yapılmıştır. Potasyum, sodyum, karbon, azot, kalsiyum vs. şeklinde hemen hemen herkesin tanıdığı bu elementlerin bazıları normal atomlar olduğu hâlde, bazıları kararsız olup, radyoaktif özellikte minik birer atom bombası gibidir. İnsan vücudunda bulunan bazı kararsız (radyoaktif) atomlar, nükleer patlamalardaki gibi bozunmaya uğrayıp etrafa radyasyon yaydıkları için tehlikelidir. Bu radyoaktif atomlar diğer normal atomların arasında dağılmış olarak bulunduğundan, belli bir radyoaktif elementin yarılanma ömrü bütün atomları için aynı olmakla beraber, farklı hücrelerdeki atomlar yarılanma ömrü bakımından değişik yaşlarda olabilir. Vücut radyasyona mâruz kaldığında en fazla kararsız hâle gelen ve tehlikeli olan atomlar; yarı ömrü diğerlerine göre az olan potasyum–40 (K40) ve karbon–14 (C14)’tür. Diğer bir ifadeyle, sabit bir süre sonunda en çok bu iki atom bozunur. Eğer radyasyon yaymak suretiyle vücutta kansere sebep olan radyoaktif atomlar varsa, şüpheliler listesinde ilk sırayı genellikle potasyum–40 (K40) ve karbon–14 (C14) atomları almaktadır.

Potasyumun bütün vücuda eşit dağıldığını varsayılırsa, hücre başına yaklaşık beş buçuk milyon K40 atomu düşer. Hücre dışındaki sıvının da bir miktar K40 taşıdığı göz önüne alınırsa, hücre başına yaklaşık sekiz milyon K40 atomu düştüğü anlaşılır. Her saniye vücutta yaklaşık 38 bin K40 atomu patlaması ve K40 bozunmalarının % 89’unda yüksek enerjili bir beta parçacığının açığa çıkması, insanın saniyede yaklaşık 35 bin beta parçacığının yaylım ateşi altında olduğu mânâsına gelir. Bu beta parçacıkları, hücrenin yapısının değişmesine sebep olabileceğinden, vücut için tehlike arz eder. Çok şükür ki, bütün bedende bu kadar çok bozunma meydana gelirken, hücre başına düşen bozunma miktarı çok azdır. Çünkü K40 atomlarının yarı ömrü, insan vücuduna zarar vermeyecek kadar uzun yaratılmıştır. Potasyum atomlarının yarısının bozunması için 1,3 milyar yıl geçmesi gerekir. Bu sayede, bir hücre ancak ortalama 200 yılda bir K40 bozunmasıyla karşı karşıya kalabilmektedir. Bir hücre bu kadar uzun yaşamadığı için K40 bozunmasına mâruz kalma riski neredeyse sıfırdır.

Diğer tehlikeli atom olan karbon–14 (C14) incelendiğinde, onun atmosferin sürekli kozmik ışınlarla bombardıman edilmesi neticesi ortaya çıktığı görülür. Sürekli olarak ortaya çıkan karbon–14 miktarı, bozunan karbon–14 miktarına denktir (ki bu da atmosferdeki hassas dengelerden bir tanesidir). Canlı dokular karbon kullanırken, radyoaktif olan C14 ile kararlı olan karbon–12 ve karbon–13 arasında hiçbir ayırım gözetmediklerinden, canlılardaki C14 nispeti havadakiyle aynıdır ve bu oran yaşadığımız sürece sabit kalır.

C14 atomlarının atmosfere eşit dağıtıldığını farz etsek, bir santimetre küp havada (oda sıcaklığında ve deniz kenarı basıncında) yaklaşık 7410 tane C14 bulunması gerekirdi. Bu da, orta büyüklükteki bir oturma odasında 3 trilyonun üzerinde C14 atomu bulunması demektir. Her soluk alışta akciğerlere yaklaşık yarım litre hava girdiği düşünülürse, bir solukta akciğerlere üç buçuk milyon karbon–14 atomu çekiliyor demektir. Bu rakam, hiç de hafife alınacak bir miktar değildir.

Şimdi bu tehlikeli maddenin insan vücuduna yaptığı tesirlere bakalım. Ortalama bir insanın ağırlığının % 19’u karbondur. 70 kg’lık bir insanın bedeninde bulunan karbon atomlarının yaklaşık 360 trilyonu C14’tür. Vücuttaki mineral madde bir yana bırakılacak olursa ve C14 atomlarının vücuttaki karbon temelli biyomoleküllere eşit olarak dağıldığı farz edilirse, hücre başına yaklaşık on dört C14 atomu düşer. Bir hücredeki K40 atomlarının sayısının, C14 atomlarınınkinin yaklaşık 700 bin katı olması, C14 atomlarının daha az tehlike arz ettiğini düşündürebilir. Ama her iki radyoaktif izotopun verdiği zararları karşılaştırmak için; yarılanma sürelerine, bir bozunmada ortaya çıkan beta parçacıklarının sayısına ve ürettikleri beta parçacıklarının enerjilerine de bakmak gerekmektedir. C14’ün yarılanma süresi (5570 yıl, potasyumunki ise 200 yıldır), bir bozunmada ortaya çıkardığı beta parçacığı sayısı ve ürettiği beta parçacıklarının enerjileri K40’kinden azdır. Yarılanma süresinin uzun oluşu C14’ü daha az tehlikeli kılarken, diğer iki faktör K40’ı daha tesirli kılmaktadır. Hem hücre başına düşen atom sayısının az olması, hem de ürettiği beta parçacıklarının sayısının ve enerjisinin az oluşu C14’ün vücut için daha az tehlikeli olduğu hissini güçlendirmektedir. Fakat durum bu kadar basit değildir. Çünkü C14’ün tehlikeli bir yanı daha vardır.

Hücredeki farklılaşma ve kansere yol açan değişme, genlerdeki değişme olduğundan ve genlerin yapıtaşı olan moleküllerde potasyum atomu bulunmadığından, hücrenin zarar görmesi için ya patlayan bir K40 atomundan fırlayan beta parçacıklarının uygun bir şekilde bir gen molekülüne çarpması yahut yine bir DNA molekülüne çarpacak bir serbest radikal meydana getirmesi gerekmektedir. Bu da, ormanda rastgele sağa sola ateş eden bir avcının tavşan vurma ihtimali kadar azdır. C14 atomları ise DNA moleküllerinin içinde bulunur. İnsan vücudunda her saniye, sadece genlerin içinde bulunan elli C14 atomu patlayarak beta parçacıkları saçmaktadır. Bunlar, K40’ın patlamasıyla açığa çıkan beta parçacıklarından daha zayıf ve daha az olabilir; fakat genlerin içinde bulunmalarından dolayı ve meydana gelecek bir patlamada hedefi bulma ihtimalleri yüksek olduğundan daha tehlikelidirler. Hücredeki C14 bozunmaları vücuda başka yollarla da zarar verebilir.

Patlayan bir C14 atomu bir azot–14 (N14) atomuna dönüşür. Karbondan azota olan bu dönüşümle, DNA kimyevî bir değişikliğe uğrar. Bunun yanı sıra, beta parçacığı fırlatan bir C14 atomu bir tüfekte olduğu gibi geri teper. Bu geri tepme neticesinde atom, çevresindeki diğer atomlardan kopabilir ve başka bir değişikliğe sebep olur. Hattâ bu, diğerinden daha büyük bir değişikliktir. Dolayısıyla C14, K40’tan daha fazla tehlike arz etmektedir. İnsanda beklenmedik şekilde meydana gelebilecek bir kanserin görünen sebeplerinden biri, muhtemelen karbon–14 atomudur.

Binlerce aminoasit molekülünün birbirine bağlanmasından yapılmış dev protein molekülleri radyasyona mâruz kaldıklarında, moleküller arasındaki bağlardan bazıları kırılır ve ortaya çıkan parçalar, gelişigüzel birleşirlerse, işe yaramaz hâle gelir. Bu moleküller tamir edilmedikleri takdirde, hücrenin metabolizmasının değişmesine sebep olur. Değişikliğe uğratılan hücre, normal faaliyetlerini yapamaz hâle gelir, kanser hücresine dönüşebilir ve hızlı bir üreme gayretine girerek anormal bir kitle (tümör) meydana getirebilir, en sonunda da ölüme yol açabilir. Hücre çekirdeğindeki genetik programı hasar gören hücre, sperm veya yumurta ismi verilen üreme hücreleri ise, bunların birleşmesiyle (döllenme) meydana gelen bebekte genetik bozukluk olması kuvvetli bir ihtimaldir.

Her saniye, DNA yapısında elli patlama meydana geldiğini düşünüp, kansere yakalanmanın yahut sakat çocuklara sahip olmanın an meselesi olduğu korkusuna kapılmamak gerekir. Çünkü durum düşünüldüğü kadar tehlikeli değil. İhtimal hesaplarına göre, vücutta herhangi bir hücrenin genlerinde bulunan C14 atomunun patlaması için, 18 bin yıl geçmesi gerekmektedir. İnsan vücudu öyle hassas bir nizam ile yaratılmıştır ki, genlerde her saniye meydana gelen elli patlama, 100 trilyon hücreden oluşan bir vücudun bir tek hücresi için pek bir tehlike arz etmemektedir.

Bu durum, galaksimizde her yıl yirmi yıldızın patlamasının bizi endişelendirmemesine benzemektedir. Ayrıca Yüce Yaratıcı, hücrelere bu tür hasarları tamir edecek mekanizmalar da vermiştir. Vücutta yapılan makromoleküllerin her birinin de belli bir yaşı ve ömrü olduğu unutulmamalıdır. Normal ömrünü tamamlayıp yaşlanan moleküller de hususi olarak işaretlenip parçalanır ve parçalanma ürünü olan maddelerden yeni moleküller sentezlenir. Bu da diğer bir korunma sistemi olarak canlılara verilmiş çok hususi bir mekanizmadır. O hâlde rahat olup, vücudumuza arızasız bir işleyiş bahşeden Allah’a şükredelim.

Kaynaklar
— Adrian Berry, 1989 - Bilimin Arka Yüzü. Popüler Bilim Kitapları, TÜBİTAK Yayınları, Ağustos 2003, Ankara.
http://www.ead.anl.gov/pub/doc/potassium.pdf
http://www.ead.anl.gov/pub/

Baldaş Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 14-03-2009, 12:37   #252
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 19-04-2007
Şehir: Ankara
Mesajlar: 1,457
Galeri: 225
Bu besinler kanser riskini azaltıyor

Name:  Kanser riskini azaltan.jpg
Views: 1946
Size:  5.8 KB
Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Dairesi Başkanlığı kanser riskini azaltan besinleri bir broşürde topladı. Halka dağıtılan broşürde, kansere karşı koruyucu özelliği olan sebze, meyve, kuruyemiş, tahıl ve hayvansal besinlerin ismi yer alıyor.

İşte kanser riskini azaltan besinler:

Sebzeler: Soğan, sarımsak, lahana, havuç, ıspanak, marul, kıvırcık, salatalık, pazı ve asma yaprağı, karnabahar, pırasa, şalgam, turp, maydanoz, tere, nane, rota, biber, taze fasulye, bezelye, bakla, mantar, patlıcan, enginar, kabak, domates, pancar, bamya.

Meyveler: Portakal, greyfurt, limon, kuşburnu, böğürtlen, kızılcık, elma, armut, ayva, erik, kiraz, vişne, çilek, kavun, karpuz, üzüm, incir, nar, dut, muz, hurma, yenidünya.

Kuru yemişler:
Leblebi, kestane, badem, fındık, fıstık, ceviz.

Tahıllar:
Kepekli ekmek, çavdar ekmeği, bulgur, yarma.

Hayvansal besinler:
Karaciğer, böbrek, yürek, yumurta, yağsız peynir, çökelek, yoğurt.

Broşürde kanser riskini artıran faktörlere de yer verildi. Buna göre sigara içimi, yüksek hızda bakteri ve virüs enfeksiyonu, yüksek miktarda pestisit ve yapay kimyasallara maruz kalma, alkol tüketimi, radyasyon, yağ ve yağlı besinlerin fazla tüketimi, yetersiz posa tüketimi, olumsuz çalışma koşulları ve tuzlanmış, tütsülenmiş, dumanlanmış, ateşe çok yakın pişirilmiş besinlerin fazla tüketimi de kanser riskini artırıyor
14 Mart 2009 Cumartesi, 12:15 GÜNCEL Milliyet

hassoman Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 29-05-2009, 14:08   #253
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 13-04-2006
Şehir: Ankara
Mesajlar: 9,099
Galeri: 25
Damacana sularda kimyasal gaz

Damacana suları basan pompaların birçok hastalığa yol açtığı ve kimyasal gaz oluşturduğu ortaya çıktı.

Erciyes Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Çevre Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. İbrahim Peker, damacana suları basan pompaların hepatit virüsleri, verem, ishal, tifo, dizanteri gibi enfeksiyon hastalıklarına neden olan bakterileri barındırdığını söyledi.

Prof. Dr. Peker, Türkiye'de hazır ve işlenmiş su tüketiminin her geçen gün arttığını belirtti.

Bu artış sürecinde gerek bilinçsiz kullanım gerekse sorumluluk sahibi olmayan üreticiler nedeniyle sağlıkta riskler ortaya çıktığını ifade eden Peker, “Damacana sularının kullanımında temelde 3 risk mevcuttur. Bunlar damacana pompalarından kaynaklanan bakteri kirliliği, damacana ham maddesinden kaynaklanan kimyasal kirlilik ve üretim sırasında oluşabilecek kirliliklerdir” dedi.

Peker, pompa kaynaklı kirliliklerin genellikle bilinçsiz tüketimden kaynaklandığına dikkati çekerek, şu bilgileri verdi:

“Damacanalardaki suyu dışarıdan aldığı hava yardımıyla basan pompalar, nemli ve havaya açık bir ortam oluşturdukları için her zaman bakteriyolojik kirliliğe açıktır. Bundan dolayı damacana pompaları haftada bir kez klorlu suyla temizlenerek dezenfekte edilmeli ve pompalarda oluşabilecek bakteriler engellenmelidir. Çünkü pompalarda oluşabilecek bakteri biyofilmleri (kaygan tabaka), hepatit virüsleri, verem, ishal, tifo, dizanteri gibi enfeksiyon hastalıklarına neden olan bakterileri barındırmaktadır. Pompalar temizlenebilir özellikte değilse mutlaka yılda bir kez değiştirilmelidir.”

FOSGEN TEHLİKESİ

İkinci bir risk faktörünün ise damacanaların ham maddesinden kaynaklanan kimyasal kirlilik olduğunu belirten Prof. Dr. Peker, damacana ham maddesi olarak kullanılan kimyasallardan “fosgen” adında oldukça zehirli ve savaşlarda kullanılan kimyasal bir gazın ortaya çıktığını söyledi.

Peker, bu zehirli kimyasalın yüzeyi yıpranmış ve uzun süre içinde su bekletilen damacanalardan sulara karışabileceğine dikkati çekerek, yıpranmamış ve aşınmamış damacanaların satın alınması, bunların yaklaşık 50 kullanımdan sonra imha edilmesi gerektiğini bildirdi.
Üçüncü risk faktörünün ise üreticilerin sağlıksız koşullarda su üretmesinden kaynaklandığını belirten Prof. Dr. İbrahim Peker, şöyle konuştu:
“Piyasada satılan damacana sularının bazıları işlenmiş sulardan, bazıları ise doğal memba sularından oluşmaktadır. Memba sularının damacanalara doldurulma sırasında oluşabilecek hijyenik olmayan koşullar bakteriyolojik kirliliğe sebep olacaktır. Ayrıca, suların hangi şartlarda işlendiği ve ne gibi koşullarda depolanıp son kullanıcıya iletildiği de tartışmalı bir durumdur.”

Peker, damacana suyu alırken ve kullanırken dikkat edilmesi gerekenler konusunda da şu bilgileri verdi:

“Damacana suları alınırken bu suları satan firmaların Sağlık Bakanlığı tarafından izinli olup olmadığına, damacanalar üzerinde emniyet bantları bulunup bulunmadığına, suyun cinsi, üretim adresi, dolum ve son kullanma tarihi, uygulanan işlemlerin ve sahip olduğu parametrelerin yazılı olduğu etiketlerin olup olmadığına, bu etiketlerdeki parametrelerin içme suyu standartlarına uyup uymadığına mutlak suretle göz atılmalıdır. Ayrıca damacanalarda kullanılan pompaların temizlenmesine, damacanaların kuru, güneş ışığı almayan ve temiz yerlerde saklanmasına dikkat edilmelidir. Aksi halde zararlı mikroorganizmaların çoğalmasına sebep olur. Sulara etki edecek kokulu maddeler damacana yakınında bulunmamalı, en önemlisi kullanılabilecek kadar su almaya ve bir haftada tüketilebilecek miktarlardaki ambalajlarda hazır suları tercih etmeye özen gösterilmelidir. Su şişesinin kapağı açıldığında bir gün içerisinde, damacanalar ise kapakları açıldığında en kısa sürede tüketilmelidir.”

“KAPALI ARAÇLARDA TÜKETİCİYE ULAŞMALI”

Ege Bölgesi Polikarbon Su Satıcıları Derneği Başkanı Tevfik Fikret Özkök ise damacana sularının LPG tüpleriyle yan yana taşınmadığı ve sıcağa maruz bırakılmadığı sürece risk taşımadığını savundu.

Özkök, “Kapalı araçlarla tüketiciye ulaştırılan, güneşe ve sıcağa maruz bırakılmayan damacana suları sağlıklıdır. LPG tüpü servisi yapan araçlarda, damacana sularının tüplerle birlikte tüketiciye ulaştırılmasının sakıncalarını 11 yıldır dile getiriyoruz. Bunun önlenmesi için çaba harcıyoruz” dedi.

http://www.hurriyet.com.tr/yasasinha...92.asp?gid=229

denizakvaryumu Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 29-05-2009, 22:27   #254
Ağaçsever
 
M_GULAN's Avatar
 
Giriş Tarihi: 28-04-2009
Şehir: İZMİR
Mesajlar: 86
Galeri: 3
arkadaşlar vermiş oldugunuz bilgiler için kendi adıma çok teşekkür ederim,hepside bizim saglıgım için önemli bilgiler önemli uyarılar zaman zaman yazılı ve görsel basında bu olaylara deginilmekte .....
fakat bizler herşeyin farkında olmamıza ragmen bir çok şeyi göz ardı ediyoruz bunu anlamış degilim zaten tüpcümüzün getirdigi suyu almasak,bakkalımızın veya marketimizin güneş altındai suyunu almasak,manavımızın satmış oldugu hormonlu gıdaları almasak...
işte o zaman hem kendimiz için hemde gelecekte çoçuklarımız için daha saglıklı bir ortam oluştura biliriz fakat maglesef herşey lafta kalıyor...
ben medikal firmasında çalışıyorum hergün onlarca hastayla muatab oluyorum insan işin içine girince bunları daha iyi anlıyor ben kendi payıma bu yazdıklarımıyapıyorum hatta bagzen satıcılara,bagzen üreticilere tepki veriyorum bir örnek vereyim...
hafta başında izmir kemalpaşa daydım kirazlar boy boy sordum fiyatlarını 1 tl den 10 tl ye kadar kirazlar degişiyor neden böyle dedim cinsinen dediler peki hayvansal gübremi kullanıyorsunuz diye sordum adam ne cevap versin olurmu öyleşey dedi ozaman ürünün boyu ufak oluyormuş fiatı düşük oluyormuş diye cevap verdi tabi dayanamayıp adama kızdım ...
kısacası herşey bizlerin elinde arkadaşlarıma tekrar teşekkür ederim...

M_GULAN Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 01-08-2009, 11:09   #255
Ağaçsever
 
Giriş Tarihi: 13-01-2009
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 59
hücre yenilemesi için noni suyu veya vitaminini içen var mı aramızda.. bir değişim oldu mu bedende?

erolhas Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 11-08-2009, 04:22   #256
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 22-06-2009
Şehir: istanbul
Mesajlar: 104
Türkiye 'kansere' savaş açtı

Türkiye, taraf olduğu Stockholm Sözleşmesi çerçevesinde genetik bozukluk, kanser ve ölüme neden olduğu için 'kirli düzine' olarak bilinen 12 kalıcı organik kirleticiyi doğasından silecek.
Çevre ve Orman Bakanlığı Çevre Yönetimi Genel Müdürlüğünden alınan bilgiye göre, 12 kalıcı organik kirleticinin yeryüzünden silinmesini öngören Stockholm Sözleşmesi`ni yürürlüğe sokan Türkiye`nin bu kapsamdaki yükümlülüklerini üstlenmesi için geri sayım başladı.

Türkiye`de 30 Temmuzda yürürlüğe giren Stockholm Sözleşmesi çerçevesinde Dışişleri Bakanlığı`nca gerekli belgelerin sözleşme sekretaryasına iletilmesini izleyen 90. günde Türkiye sözleşmeye taraf olarak yükümlülüklerini üstlenecek.

Sözleşme, 12 kalıcı organik kirletici kimyasalın üretiminin yasaklanması, emisyonlarının ve atıklarının çevresel açıdan en iyi teknikler kullanılarak azaltılması ve bertarafı yolu ile üye ülkelerde 2025 yılı sonuna kadar yeryüzünden yok edilmesini öngörüyor. (Bu arada dioksini nasıl bertaraf edecekler merak ediyorum!)

Türkiye, hazırlanan taslak Ulusal Uygulama Planı ile söz konusu kimyasalların kullanımına son verecek, bu kapsamda gerçekleştireceği projeler için Küresel Çevre Fonu kaynaklarından yararlanacak.

Sözleşme tarafı diğer 165 ülkeyle birlikte Türkiye`nin de doğasından yok edeceği söz konusu kimyasallar tarım ve sanayi alanlarında kullanılarak doğaya karışıyor. Besin zinciriyle insanlara geçen ve nesiller boyunca etki gösteren bu kimyasallar, genetik bozukluk, kanser ve ölüme neden oluyor.

Kalıcı organik kirleticilerin yan etkileri arasında doğuştan sakatlık, bağışıklık sistemi işlevsizlikleri, kısırlık, zeka düzeyinde düşüş de bulunuyor.

Sözleşme kapsamına giren kalıcı organik kirleticiler şöyle:

-Ortadan kaldırılması söz konusu olan maddeler: Aldrin, chlordane, dieldrin, endrin, heptaklor, heksaklorbenzen, mireks ve toxaphene ile PCB`ler.

-Kullanımı yasaklanan madde: DDT,

-İstenmeksizin üretilen maddeler - Dioksin ve furan.

Çevre Yönetimi Genel Müdürlüğü yetkilileri, Türkiye`nin taslak Uygulama Planı`nın bazı üye ülkelerce de örnek alındığını da bildirdi.

Yıllardır bizi 'tarım' maskesiyle zehirlediler

Tarım ürünleri;özellikle toprakta ve doğada bozulmadan kalıcı olabilen aldrin,chlordane, DDT, dieldrin, endrin, heptachlor, hexachlorobenzene, mirex, toxaphene kullanılmaksızın yetiştirilmelidirler, çünkü bu kimyasallar kolaylıkla toz veya gaz hale geçerek yeraltı ve yerüstü sularının yanında, atmosfere de karışarak yüzlerce kilometrelik mesafeler katedebilmekteler.
Bu kimyasallar biyolojik sistemlerde ilk konsantrasyonlarının 70,000 katına kadar birikebilmekte, zararlı etkilerini yıllarca sürdürebilmektedirler.
Bu böcek ilaçları hedef gruplarından çok daha geniş ve insanları da içine alan bir grup canlı için tehlike arzetmekteler. İnsanlarda endokrin sistemi düzensizliklerine, kansere, bağışıklık sistemi hastalıklarına, sinir sistemi hastalıklarına, kısırlığa, sakat doğumlara yol açmaktadırlar. Bu sentetik maddeler kuşlara, balıklara ve doğadaki diğer canlılara da büyük zararlar vermekteler.

DDT nin tozlar vasıtasıyla ve Antartika karlarının erimesiyle sulara karışarak binlerce kilometre uzaklıklara yayılabildiği bilinmektedir. Gıda zincirinin çeşitli safhalarında tedricen birikerek sularda klorlu hidrokarbon izlerine rastlanmaktadır. Örneğin DDT balıklarda, etraflarındaki sulardan 10 bin kez daha fazla birikmektedir. Bu gruptaki pek çok pestisitin (örneğin eskiden zirai mücadelede geniş çapta kullanılan ve halen de hastalık kontrolünde zaman zaman kullanılan) deney hayvanlarında tümör yaptığı tespit edilmiştir. Sularda bulunma ihtimalleri de dikkate alınarak pestisitler için bazı rehber değerler ve hudutlar tespit olunmalıdır.
Bu değerler FAO / WHO Eksperler komitesinin yıllarca üzerinde çalışarak günlük olarak gıdalarla alınabilecek bu asgari sınırları tespit olunmuş ve sularda bulunması gerekli miktar, günlük olarak gıdalarla alınan miktarının % 1 inden daha az olması gerektiği bildirilmiştir. Ancak muhtemel kanserojen etkileri dikkate alındığında günlük alınacak miktarlarda da 160 binde bir de olsa, daha düşük değerler dahi önemlidir. Çünkü burada, pestisitin yarı ömrü, vücutta birikimi de dikkate alınmalıdır.
Tespit olunan değerler genel değerlerdir.
Bu değerler günlük gıdalarla alınan değerlerdir. Sularla alınanlar burada dikkate alınmamıştır. Bölgesel araştırmaların yapılması çok önemlidir. Çünkü bazı bölgelerde çok kullanılmakta bazılarında az kullanılmaktadır. Bu bakımdan sularda ayrıca asgari bir değerin tespiti gereklidir.

a) DDT (Toplam izomerleri)
DDT nin yapısında çok çeşitli izomerler bulunabilir. Ticari maksatla kullanılan daha çok p,p'-DDT dir. Bazı ülkelerde DDT nin kullanılması ya yasaklanmıştır veya bazı özel sınırlar konmuştur. Fakat bazı tropikal ülkelerde, gerek ziraatta gerekse vektör kontrolünde geniş çapta kullanılmaktadır. DDT etkin bir insektisit olup genel çevre şartlarında çok dayanıklıdır ve toprak mikroorganizmaları ile parçalanmaya da dirençlidir.
Genellikle hayvansal orijinli gıdalardan olmak üzere, gıdalar vasıtasıyla günlük alınan miktar 0,286 mg / şahıs kadar yüksek olabilir. Sindirim veya solunum yoluyla alındıktan sonra emilen miktarın hemen hepsi vücutta yağ dokusunda depolanır. Çeşitli ülkelerde genel nüfus taramasında şahısların kanlarında 0,01 ve 0,07 mg / lt ve kadınların sütlerinde 0,01 - 0,10 mg / lt gibi değerler tespit olunmuştur.
Sıçanlara yağ içinden verilmek suretiyle ortalama ölüm dozu 250 mg / kg dır. Bunlarda DDT nin başlıca etkisi merkezi ve periferik sinir sistemi üzerine olmaktadır. Esas etkilenen organ ise karaciğerdir. Uzun süre beslenen fare ve sıçanlarda karaciğerde hipertrofi (büyüme), margination ve etkilenen hücre bölgelerinde yağ nodülleri dikkati çekmiştir. Hayvanlarda herhangi bir anomali (teratogenic etki) ve bakteriyel test sistemlerinde mutagenic (başkalaşma) bir etki tespit olunamamıştır.
Keza insanlarda kanser yaptığı da ispatlanmamıştır.
(Not: Stockholm Sözleşmesi çerçevesinde genetik bozukluk, kanser ve ölüme neden olduğu varsayılmıştır.)
DDT (Total izomerleri) nin insanlar için günlük alınabilme sınırı 0,005 mg / kg, vücut ağırlığı miktarındadır. Bu değer 1969 da tespit olunmuştur.

b) Aldrin ve dieldrin

Bunlar gıda zincirinde akümle olan (biriken) kalıcı insektisitlerdir. Dieldrin hayvanlarda metabolik oksidasyon, toprakta ise kimyasal oksidasyon suretiyle aldrin'den teşekkül eder. Her iki insektisit de topraktaki insektlere, tohumların işlemlerinde ve birçok zirai mahsûl mücadelelerinde kullanılmaktadır. Fakat kullanılmaları gittikçe sınırlanmakta veya yasaklanmaktadır. Bugün başlıca karınca kontrolünde (beyaz karınca) uygulanmaktadır.
Dieldrinin esas etkisi merkezi sinir sistemi üzerindedir. İn vitro ve in vivo (tüp ve canlılarda) çalışmalarda mutogenic değişiklik veya hayvanlarda teratogenic (anomali) bir etki ispatlanamamıştır. Fare ve diğer memeliler üzerinde yapılan çalışmalarda aldrin ve dieldrinin sadece farelerde karaciğer tümörü oranında artışlara sebep olmuşlardır. 1977 yapılan toksikolojik çalışmalarla aldrin ve dieldrinin kanserojen olmadığı ve bu sebeple daha önce kabul olunan günlük 0,0001 mg/kg vücut alırlığı miktar gerek aldrin gerekse dieldrin bakiyeleri için ayrı ayrı veya total olarak birlikte sınır olarak kabul olunmuştur.
(1977 yapılan araştırma kanserojen olmadığını söylüyor, ama Stockholm Sözleşmesi çerçevesinde genetik bozukluk, kanser ve ölüme neden olduğu tespit edildi.)

c) Klordan (Toplam izomerleri)

Klordan, siklodien insektisit aenilen polsiklik klorlu hidrokarbon grubundan, geniş spektrumlu bir insektisittir. Son 30 yıldan beri beyaz karınca kontrolünde, ev ve bahçe böceklerine karşı ve toprak böcekleri kontrolünde geniş çapta kullanılmaktadır. Son yıllarda kullanımı ve üretimi oldukça azaltılmıştır. Chlordane’nin insan ve bakterileri hücreleri için kuvvetle mutogenic (değişim etkisi) olduğu muhtemeldir. Fare ve sıçanlarda kanserojen etki yönünden yapılan çalışmalarda sadece farelerde verilen doza bağlı olarak hepatocellular (karaciğer hücreleri) karsinoma oranlarında artış olmuştur. Ancak uzun süre etkisinde kalan insanlarda kanser ölüm oranlarında bir artış ispatlanmamıştır. (Ama yasaklılar listesinde...)
İnsanlar için kabul olunabilir günlük doz oranı 0,001 mg / kg vücut ağırlığı olarak kabul olunabilir.

d) Hekzaklorobenzen

HCB ticari olarak üretilmekte ve başlıca fungicide (mantar öldürücü) olarak kullanılmaktadır. Özellikle sovenlerin chlorine ve klorlu kimyasal maddelerin üretiminde bir yan ürün olarak meydana gelen HCB çevrenin kirlenmesinde en büyük etkendir. Her ne kadar HCB nin ekseri canlılar için (>1000 mg / kg vücut ağırlığı) akut toksik etkisi çok düşük ise de, uzun süre kullanımlarda biyolojik etkisi oldukça fazladır. İnsanlarda vücudun temas ettiği bilhassa el ve yüzde dermotit ve deri yanıkları meydana gelmektedir.
HCB bulaşmış ekmek yiyen bazı emziren süt annelerin çocuklarında sütleriyle çocuklara geçerek porphyria meydana getirdiği tespit olunmuştur. Bu çocukların % 95 i bir yıl içinde ölmüşlerdir.
Fare ve hamsterlerde yapılan iki çalışmada kanserojen olduğu gözlenmiştir. 100 bin de bir kanserojen etkisi de dikkate alındığında 0,001 µg / lt ye maruz kalınması en son sınır olarak kabul olunabilir.

e) Heptaklor ve heptaklor epoxit

Bu madde; polysiklik klorlu hidrokarbonlar grubundan, geniş spektrumlu bir insektisittir.
Ziraatta en önemli kullanma sahası toprak insektlerinin kontrolüdür. Çevrede uzun süre kalıcı etkiye sahiptir.
Toprak, bitki ve memelilerde çok daha toksik olan heptaklor epoxide dönüşür. Solüsyon veya ince tabaka halindeki heptachlor fotodekompozisyona uğrayarak fotoheptaklor'a dönüşür ki bu şekli insektlere ve su canlılarına heptaklordan çok daha toksiktir. Anomali bakımından tetkik için uzun bir süre heptaklorla beslenen anne sıçanlarda ve bunların yeni doğan yavrularının gözleri açıldığında yavrularında katarakt meydana gelmiştir. Her ne kadar gerek heptaklor gerekse epoksi salmenolla typhimunium (tifo mikrobu) üzerinde mutagenic (başkalaşım) etki yapmamış ise de memelilerde mutagenic olduğu bildirilmiştir. Heptaklor gebe sıçanlarda rahim içindeki fötüslere öldürücü etki yapmıştır. Fare ve ratlarda da Karaciğer hücre kanseri yapmışlardır. Asgari değerler 0,1 µg / lt, günlük alınabilir miktar 0,5 µg / kg vücut ağırlığıdır.

f) Camma-HCH (Lindane)

Lindane, cyclic klorlu hidrokarbonlar grubundan geniş spektrumlu bir insentisit olup çok geniş çapta, dış parazit yönünden insan, hayvan ve binalarda, sivrisinek mücadelesi için sularda, bitki, tohum ve toprak parazitleriyle mücadelede kullanılmaktadır. Suların bulaşması, sivrisinek mücadelesi maksadıyla sulara hexachlorocyclohexane (HCH) veya Lindane'nin tatbitkiyle ayrıca bir dereceye kadar da HCH nın zirai ve orman insektleriyle mücadelesinde olmaktadır.

Dezenfeksiyon Yan Ürünleri

Yerel veya bölgesel su arıtma tesislerindeki dezenfeksiyon süreçleri sırasında, bir dezenfektan (tipik olarak klor veya kloramin) doğal olarak oluşan organik maddeyle etkileşim kurduğunda düşük seviyede yan ürün oluşabilir. Bu bileşiklere 'dezenfeksiyon yan ürünleri' adı verilmektedir.

Bu bileşiklerden bazılarının kanserojen olduğundan süphe edilmektedir ve denetleme kurumları için artan bir kaygı teşkil etmektedirler. Farklı dezenfektan yan ürünler aktif karbonla çeşitli başari düzeylerinde azaltılabilir
Kurşun suda nadiren doğal olarak bulunmaktadır. Ancak içme suyuna kurşun borulardan veya kurşun içeren kaynaklardan girebilir. Düşük seviyelerde bile kurşun zehirlenmesi - özellikle çocuklarda - zihinsel geriliklere, okuma ve öğrenme bozukluklarına, duyma zorluğu, düşük dikkat aralığı, hiperaktivite ve diğer davranış problemlerine neden olmaktadir. Kurşun pH'ye baglı olarak suda farklı sekillerde bulunabilir. Civa, doğal birikmelerin erozyonundan, rafineriler ve fabrikalardan tahliyeden ve yer dolgularıyla, çiftliklerden çeşitli kaçaklardan çıkarak suya karışmaktadir. Böbrek hasarına neden olabilir.
Asbest suya doğal yığınlardan veya cam ya da elektronik fabrikalarının atıklarından çıkan sızıntılardan karışabilir. Kronik maruz kalma ciltte hasar, dolaşım sistemi problemleri ve artan kanser riski oluşturmaktadır.

Böcek İlaçlari ve Böcek İlaci Yan Ürünleri

Yer altı suları ve yüzey sularının böcek ilaçlarıyla kirlenmesi özellikle tarımsal bölgelerde artan bir kaygıdır. İçme suyunun böcek ilaçlarıyla kirlenmesi yaygın gözükmese de, arastırmalar bu tür kirlenmenin de meydana geldiğini göstermektedir. İçme suyunun kirlenme seviyesi ve düşük seviyelerde böcek ilacı tüketilmesinin sağlığa etkileri henüz bilinmemektedir.

Radyonüklidler

Radyonüklidler sağlığa zararlı radyoaktif kirletici maddelerdir. Radon tatsız, kokusuz veya renksiz doğal olarak meydana gelen, radyoaktif bir gazdir.
Radon uranyumun doğal bölünmesiyle oluşur ve uranyum, granit, killi sist, fosfat ve zift içeren topraklar ve kayalarda bulunur.
Pek çok radon toprak ve kayadan çıkmaktadır ve atmosfere zararsız bir sekilde yayılmaktadır. Ancak radon kuyular gibi yer altı kaynaklarında çözünebilir ve birikebilir. Radonla kirlenmiş içme suyu, mide kanseri riskini arttırabilir.

Uçucu Organik Bilesikler (UOB'ler)

UOB'ler yer altı suyuna karışan ve kimyasal, plastik veya petrol tesislerinden, yer dolgularından, kuru temizlemecilerden veya benzin muhafaza depolarından atık su olarak göl ve ırmaklara tahliye edilen, bir grup organik kimyasaldir. Karaciğer problemlerine, anemiye, böbrek ve dalak hasarına veya kanser riskinin artmasina neden olabilirler.

Benzen, Karbon Tetraklorid, p-Diklorobenzen, 1,2-Dikloroetan, 1,1-Dikloroetilen, Tetrakloroetilen, 1,1,1- Trikloroetan, Trikloroetilen, Vinil klorid ve ksilenler

Vinil klorid içme suyu borularının yapımında sıklıkla kullanılan bir malzeme olan polivinil klorid (PVC) yapımında kullanılan bir gazdır. 1970'lerin ortalarında vinil kloridin kansere neden olabilecegi belirlenmistir. Bunun öncesinde, PVC borular içme suyunu kirletebilecek kadar yüksek seviyede, vinil klorid kalıntıları bulunduruyordu.
PVC boru imalat yöntemleri, plastikteki vinil kloridi önemli ölçüde azaltacak sekilde değiştirilmiş olmasina karşın, eski borulardan hala kullanımda olanlar vardır ve içme suyunun vinil klorid kirlenmesi hala görülebilmektedir.

Partiküller

Partiküller suda asılı küçük parçacıklardır, görülebilir veya görülmeyen toz, pas veya diğer malzemeler olabilir. Bunlar suyunuzun tat, koku veya berraklığını etkileyebilir.

Mikroorganizmalar

Mikroorganizmalar koli ve rotovirüs gibi insan sağlığına risk teşkil eden binlerce bakteri, protozoan ve virüsleri tanımlayan genel bir terimdir.

Kirletici Maddeler – Alfabetik Liste
Sağlığa Zararlı Kirletici Maddeler
Asenaften
Asenaftilen
Alaklor
Aldicarb (Temik)
Aldrin
Anthracene
Asbest
Atrazin
Benzidin
Benzo(a)anthracene
Benzo(a)piren
Benzo(b)floranten+-
Benzo(ghi)perylene
Benzo(k)fluoroanthene
alpha-BHC
beta-BHC
delta-BHC
gamma-BHC (Lindan)
Bis(2-chloroethoxy)methane
Bis(2-kloroetil)eter
Bis(2-chloroisopropyl)ether
Bis(2-ethylhexyl)phthalate
Bromokloroasetonitril
4-Bromofenil fenil eter
Butyl benzyl phthalate
Carbaril
Carbofüran
Kloral Hidrat
Klordan
Klorobenzen
2-Chloroethyl vinyl ether
4-Chloro-3-methyl phenol
2-Chloronaphthalene
2-Chlorophenol
4-Chlorophenyl phenyl ether
Chloropicrin
Klorpirifos
Krisen
Kriptosporidyum
2,4-D
4,4-DDD
Dibenzo(a,h)anthracene
Dibromoacetonitrile
4,4-Dibromo-1,1-bifenil
Dibromokloropropan (DBCP)
Dichloroacetonitrile
o-Diklorobenzen
1,3-Diklorobenzen
3,3-Diklorobenzidin
cis-1,2-Dikloroetilen
trans-1,2-Dikloroetiyen
2,4-Dichlorophenol
1,2-Dikloropropan
cis-1,3-Dikloropropen
trans-1,3-Dikloropropen
1,1-Dikloropropanon
cis-1,3-Dikloropropilen
Dieldrin
Diethyl phthalate
Dimethyl phthalate
2,4-Dimethylphenol
Di-n-bütil fthalat
4,6-Dinitro-2-methyl phenol
2,4-Dinitrophenol
2,4-Dinitrotolüen
2,6-Dinitrotolüen
Di-n-oktil fthalat
Dinoseb
1,2-Difenilhidrazin
alpha-Endosulfan
beta-Endosulfan
Endosülfan Sülfat
Endrin
Endrin Aldehid
Etil benzen
Etilen dibromid (EDB)
Fluoranthene
Floren
Giardia lamblia
Gutyon
Heptachlor
Heptachlor epoxide
Heksaklorobenzen
Heksaklorobütadien
Hexachlorocyclopentadiene
Heksakloroetan
Hidrokarbonlar (Benzin, Kerosen, Dizel Yakit)
Isophorone
Kursun
Malatyon
Civa
Metoksiklor
Mikrosistin LR
MTBE
Mutajen X (MX veya 3-kloro-4-diklorometil-5-hidroksi-2[5H]-furanon)
Naphthalene
Nitrobenzene
2-Nitrophenol
4-Nitrophenol
N-Nitrosodi-n-propilamin
N-Nitrosodifenilamin
Paratyon
PCB-1016
PCB-1221
PCB-1232
PCB-1242
PCB-1248
PCB-1254
PCB-1260

Pentachlorophenol
Fenantren
Fenol
Piren
Simazin
Striçnin
Stiren
TCDD (2,3,7,8-Tetraklorodibenzo-para-dioksin)
TCDF (2,3,7,8-Tetraklorodibenzofüran)

Toplam Trihalometanlar (TTHM'ler)
Bromodiklorometan
Bromoform
Klorodibromometan
Kloroform
1,1,2,2-Tetrakloroetan
Tolüen
Toksafen
2,4,5-TP(Silveks)
Tribromoasetik Asit
Trikloroasetonitril
1,2,4-Triklorobenzen
1,1,2-Trikloroetan
2,4,6-Triklorofenol
1,2,3-Trikloropropan
1,1,1-Trikloropropanon
Bulaniklik

Uçucu Organik Bilesikler (UOB'ler)
Benzen
Karbon Tetraklorid
p-Diklorobenzen
1,2-Dikloroetan
1,1-Dikloroetilen
Tetrakloroetilen
1,1,1-Trikloroetan
Trikloroetilen
Vinil klorid
m-ksilen
o-ksilen
p-ksilen


DİOKSİN BEBEK ŞAMPUANLARINDA VAR!!!

Formaldehit (HCHO) genelde su ile karıştırılıp antiseptik olarak kullanılan gazlı keskin bir kimyasal bileşim. Dioksan ise toksik nefroza neden olabilen kimyasal madde olarak biliniyor. Zehirlenme durumlarında böbrek kalsiyum oksalat kristalleri oluşuyor. Hayvanlarda kansere neden olan Formaldehit ve 1,4 dioksan, ABD Çevre Koruma Ajansı tarafından insanlarda olası kansere neden olan maddeler listesinde bulunuyor. Formaldehit ayrıca bazı çocukların derilerinde kızarıklık ve lekelenmelere neden oluyor. ABD'de formaldehit ve 1,4 dioksinin limitini düzenlemeye ilişkin bir standart bulunmuyor. Formaldehitin Japonya ve İsveç'te bebek ürünlerinde kullanılması yasak. 1,4 dioksin de Avrupa Birliği'nde yasak.
Johnson Johnson'ın çocuk banyo ürünlerinde kanserojen karışım bulunduğunun ABD'deki bağımsız kurum olan Campaign for Safe Cosmetics tarafından tespit edildi. ABD endüstri kurumlarından The Personal Care Product Council ise bebek şampuanlarındaki buluntu seviyesinin ''az miktar'' ya da ''çok düşük'', güvenlik sınırının da altında olduğunu bildirdi.

Yuşçenko'yu zehirleyen madde: DİOKSİN

Ukrayna muhalefet lideri Yuşçenko'yu zehirleyen dioksinler çok zehirli, belki de insanoğlu tarafından şimdiye kadar üretilmiş olan en zehirli kimyasal maddelerden biridir..
Dioksin grubu maddelerle zehirlenildiğinin en tipik belirtilerinden biri deride patlama şeklinde klor kaynaklı aknelerin oluşumu ve deri görünümünde değişimlerdir. Bu durum Yuşçenko'da belirgin olarak gözlenmiş, tanı da bunun üzerine konulabilmiştir.

Tarımda kullanılan Herbisitler, DİOKSİN ortaya çıkartıyor

Günümüzde organik klorlu insektisit kullanımı tüm dünyada yasaklanmış olup, birçok organik maddelerin (örneğin DDT ve diğer türevleri) ve halen yaygın olarak kullanılan bazı herbisitlerin (zararlı bitki ve tohum öldürücü maddeler) dioksin adı verilen bir maddenin açığa çıkmasında başlıca sorumlu kaynaklardan olduğu bilinmektedir. Kâğıt sanayinde kâğıt hamurunun beyazlatılması esnasında kullanılan beyazlatıcıların, odundaki organik kimyasallar ile reaksiyona girerek de dioksin ürettiği anlaşılmıştır.

Plastik maddelerin temel hammaddesi olan polivinil klorür (PVC) günlük yaşantımızın ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Şampuan şişelerinden duvar kağıtlarına, su tesisat borularından plastik poşetlere kadar birçok alanda yaygın olarak kullanılmaktadır. Çevremizde nereye baksak PVC'den mamul bir ürün ile karşılaşmamak artık olanaksız.


EN ZEHİRLİ MADDE

Dioksinler çok zehirli kimyasal maddelerdir, klorlu dioksinler ve furanlar klor içeren organik kimyasalların (çeşitli pestisitler gibi) ve plastik maddelerin üretimi, mikroorganizmalar tarafından yıkımı ve yanması sırasında istenmeden açığa çıkan yan ürünlerdir.

Dioksinler belki de insanoğlu tarafından şimdiye kadar üretilmiş olan en toksik kimyasal maddelerden biridir diyebiliriz. Aslında dioksin tanımı bu gruba dahil birçok kimyasal için kullanılmakla birlikte, bunların içinde en toksik olanı 2,3,7,8-tetraklorodibenzo-p-dioksin (kısaca, TCDD) olarak bilinen maddedir.

Gelişmiş ülkeler dioksin hakkında yeterince bilgi sahibi değillerken, bu maddenin açığa çıkmasına yol açan kimyasalları daha yaygın olarak kullanıyorlardı, ancak günümüzde mümkün olduğunca bundan kaçınmaya başladılar.

Dioksin'in ciddi olumsuz etkileri aslında Vietnam savaşı sırasında bitkileri öldürmek için kullanılan bir kimyasal maddenin (Orange Agent) insanlardaki toksik etkilerinin gözlenmesinden sonra anlaşılmaya başlandı. Dioksin ve dioksin-benzeri kimyasalların başlıca kaynaklarını dört ana grup altında toplamak olasıdır:

4 ANA KAYNAK

1- Yanma esnasında oluşan dioksin: Özellikle evsel katı atıklar ve artıkların yakılması, demir-çelik sanayiinde cevherin işlenmesi ve eritilmesi sırasında kullanılan yüksek sıcaklık, kömür, odun ve petrol ürünlerinin yakılması olarak sıralanabilir.

2- Kimyasal üretim ve işleme sırasında oluşan dioksin: Dioksin-benzeri yan ürünler klorlu fenoller, poliklorlu bifeniller, fenoksi grubu herbisitler (örneğin: 2.4.5-T gibi yurdumuzda yaygın olarak kullanılanlar), klorlu benzenler gibi birçok kimyasal maddenin üretimi esnasında oluşabilmektedir.

3- Endüstriyel ve evsel atıkların işlenmesi sırasında oluşan dioksin: Dioksin-benzeri yan ürünler doğal olarak oluşan fenolik bileşiklerin klorlanması esnasında (örneğin: kâğıt hamurunda olduğu gibi) oluşabilir.

4- Su depolama alanlarındaki dioksin: Dioksin grubu kimyasallar suda iyi çözünemedikleri ve kalıcı oldukları için, toprakta, sedimentte ve organik maddelerde birikebilirler. Su kaynaklarını kirleten bu maddeler daha sonra taşınarak başkaca su kaynaklarına kolayca bulaşabilir, ancak genelde bu bulaşma etkisinin çok yaygın olmadığı ve bölgesel olarak etkisini gösterdiği saptanmıştır.

DİOKSİN VE ÇEVRE SAĞLIĞI

Günümüzde dioksinlerin insan sağlığı bakımından ne denli ciddi etkilerinin olduğu daha iyi biliniyor. Birçok toksik kimyasal ile karşılaştırdığımızda, dioksinler onlardan yüzlerce hatta binlerce kez daha düşük dozlarda alındığında bile, daha toksik etkilere neden olabilmektedir. Bu nedenle bu konuda yapılan araştırmalara insan ve çevre sağlığı bakımından büyük bir önem verilmektedir.

Vücuda çok düşük miktarlarda alınan dioksin hormonal sistemin bozulmasına yol açabilir. Bu etkisini hormon reseptörlerine bağlanarak gösterir. Bu nedenle dioksinler bilinen tüm kimyasal kirleticiler içinde, "hormon bozucular" ya da "endokrin bozucular" dediğimiz kimyasalların en başta gelenlerindendir. Bu etkisi sonucunda,

* hücrede genetik mekanizmaların bozulmasına yol açabilir, bağışıklık sisteminin zayıflamasına, kanserlere, sinir sistemi bozukluklarına ve doğumsal kusurların ortaya çıkmasına neden olabilir. Amerika Çevre Koruma Kurumu (EPA) ve Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından dioksinler kanser yapıcı kimyasal maddeler grubuna dahil edilmektedir.

Ancak, insanların dioksine maruz kalmasına bağlı olarak, doğrudan elde edilen epidemiyolojik veri sayısı yeterli düzeyde olmadığından, olası etkiler deney hayvanları üzerinde yapılan gözlem ve araştırmalara dayanıyor. Özellikle embriyonal gelişim esnasında bu maddelere fötüsün maruz kalması sonucunda hücresel fonksiyonlarda belirgin şekilde ortaya çıkabilecek kusurlar ya da değişimler, gelişimin bozulmasına yol açabilir.

Yapılan çalışmalar dioksin toksisitesi için belirli bir eşik dozun bulunmadığını ve vücudumuzda çok düşük dozlarda alınması sonucunda bile bu maddeye karşı bir savunmanın tam olarak geliştirilemediğini göstermektedir.

Hayvanlar üzerinde yapılan çalışmalara bağlı olarak, insanların günde ancak 1 ng/kg (1 mg'ın milyonda biri) düzeyinden daha düşük dozlarda dioksine maruz kalması durumunda embriyonal gelişim bakımından önemli düzeyde bir riskin ortaya çıkmayacağı rapor edilmektedir.

Dioksin grubu maddelerle zehirlenildiğinin en tipik belirtilerinden birinin deride patlama şeklinde klor kaynaklı aknelerin oluşumu ve deri görünümünde değişimler olduğu (Chloracne) bildirilmektedir. Bu durum Yuşçenko'da belirgin olarak gözlenmiş ve büyük olasılıkla dioksin zehirlenmesi şüphesine bağlı tanı da bunun üzerine konulabilmiştir.

BESİN ZİNCİRİNDE

Çevresel kirleticilere bağlı olarak tüm yaşam ortamlarında dioksin kirliliği görülebilir. Dioksin çevrede oldukça kalıcı ve yağda kolay çözünebilir bir madde olduğundan dokularda kolayca birikime uğrar. Bunun sonucu olarak özellikle besin zinciri yolu ile canlıdan canlıya taşınması ve her birinde giderek daha yüksek dozlara ulaşması söz konusudur. Örneğin dioksin ile kirlenmiş olan sularda yaşayan balıklar aracılığı ile bunları tüketen insanlar, dioksin ile kirlenmiş çayırlıklarda beslenen hayvanların etini yiyen insanlar bu maddenin etkisine maruz kalabilir. Doğada oldukça kalıcı bir madde olduğundan, sürekli olarak kirlenen ortamlar bunun sonucunda hem ekosistem dengesini bozacak, hem de o ortamda yaşayan insanlar için ciddi bir sağlık sorunu oluşturacaktır.

Peki bunlar ne olacak?
KANSEROJEN KATKI MADDELERI...
ZARARSIZ KATKILAR

E100, 103, 104, 105, 111, 121, 122, 126,130, 132, 140,151, 152, 160,
161, 162, 163, 170, 174, 175, 180, 181, 200, 201, 202, 203, 236, 237,
238, 260, 261, 262, 263, 270, 280, 281, 282, 290, 300, 301, 303, 304,
305, 306, 307, 308, 309, 322, 325, 326, 327, 331, 332, 333, 334, 336,
337, 382, 400, 401, 402, 403, 404,405, 406, 408, 410, 411, 420, 421,
422, 440, 471, 472, 473, 474, 475,480

SÜPHELI KATKILAR
E125, 141, 150, 153, 171, 172, 173, 240, 241, 477, 605
E220, 221, 222, 223, 224, 338, 339, 340, 341, 460, 461, 466, 407 (MIDE VE BAGIRSAK HASTALIKLARI) E200 (VÜCUTTAKI VITAMIN B12'YI YOK EDIYOR) E250, 251, 320, 321 (KALP HASTALIKLARI, DAMAR SERTLIKLER VE TIKANIKLIKLARI)

TEHLIKELI KATKILAR
E102, 120, E311, 312 (NÖROLOJIK HASTALIKLAR)

KANSEROJEN KATKILAR
E102, 110, 123, 124, 131, 142, 210, 211, 213, 214, 215,216, 217
ÖRNEGIN E211-SODYUM BENZOAT KETÇAPLARDA BULUNMAKTADIR.

123,110 ABD, INGILTERE, FRANSA, ALMANYA, RUSYA,JAPONYA VE DAHA BIRÇOK ÜLKEDE YASAKLANMISTIR. FAKAT ÜLKEMIZDE RENKLI DRAJE ÇIKOLATALARDA VE KAYMAKLI BISKÜVILERDE KULLANILMAKTADIR.

EN TEHLIKELI KANSEROJEN KATKI:
E330

umas Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 11-08-2009, 04:41   #257
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 22-06-2009
Şehir: istanbul
Mesajlar: 104
Her ne kadar bu hükümeti tasvip etmesem de; bu kararlarını olumlu buluyorum.

umas Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 29-08-2009, 16:50   #258
Ağaçsever
 
Giriş Tarihi: 16-08-2009
Şehir: istanbul
Mesajlar: 74
kansere karşı iyi olduğunu duyduğum çörekotu kullanıyorum yaklaşık 2 aydır günde 2 gr. balla karışık yiyorum. Sağlığım iyiydi zaten korunma amaçlı yiyorum herhese tavsiye ederim bende olan değişiklik saçlarım 2 ayda daha hızlı uzadı

çözbeniarapsaçı Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 31-08-2009, 15:10   #259
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 13-04-2006
Şehir: Ankara
Mesajlar: 9,099
Galeri: 25
Tasarruflu lambada büyük tehlike



Avrupa Birliği ülkeleri 1 Eylül tarihinden itibaren zorunlu olarak tasarruflu lamba uygulamasına geçiyor ancak sözkonusu lambaların sağlık için büyük tehdit oluşturduğu belirtildi.


Avrupa Birliği ülkeleri 1 Eylül tarihinden itibaren tasarruflu lamba kullanımını zorunlu hale getiriyor. Bu tarihten itibaren AB sınırları içindeki her evde sadece tasarruflu lambalar kullanılacak. Ancak bilim insanları tasarruflu lambaların beraberinde büyük bir tehlike taşıdığını belirtiyor.

Yasak öncesi açıklama yapan Alman bilim insanı ve ışık uzmanı Alexander Wunsch, tasarruflu lambaların baş ağrısından tutunda kansere kadar birçok hastalığa davetiye çıkardığını söyledi. Wunsch ampullerin yerini alacak bu lambaların yanlış kullanımı halinde kalp hastalıkları, diabet, sinir sistemi bozukluğu, göğüs ve protast kanserine neden olabileceğini belirtti. Wunsch ampullerin yaydığı ışınların doğal olduğunu ancak tasarruf lambalarının yaydığı ışınların kansorojen etkisi olduğunu söyledi. Tasarruf lambalarının içeriğinde bulunan cıvanın da insan sağlığı için büyük tehlikeler barındırdığını ifade eden Wunsch, "Politikacılar ve çevre örgütlerinin tasarruf lambası gibi cıva içeren ürünlere neden karşı çıkmadığını anlamış değilim" dedi.

Göz doktoru Bernhard Lachenmayr da ışık kırmayan lens takan kişilerin gözlerinde kalıcı hasarlar meydana gelebileceği uyarısında bulundu.

http://www.hurriyet.com.tr/dunya/12347792.asp

denizakvaryumu Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 31-08-2009, 21:25   #260
Ağaç Dostu
 
limon's Avatar
 
Giriş Tarihi: 14-03-2007
Şehir: istanbul
Mesajlar: 6,265
Galeri: 637
Brezilyalı bilim insanlarına göre keneler kansere çözüm getirebilir.

Sao Paulo’da Batunton Enstitüsü’nde yapılan araştırmalarda, Güney Amerika’da yaşayan bir kene türünün salyasında bulunan özel bir proteinden deri, karaciğer ve pankreas kanseri tedavisinde yararlanılabileceği ortaya çıktı.

Deneyleri yürüten moleküler biyolog Ana Marisa Chudzinaski-Tavassi, bir hayvan tümörünün salya içindeki proteinle tedavisi süresince 14 gün içinde küçüldüğünü, 42 gün sonunda ise tamamen yok olduğunu belirtti.

Yetkililer kanserli hücreleri yok eden proteinin sağlıklı hücrelere zarar vermemesinin en büyük özelliği olduğunu kaydetti.

http://www.veteknoloji.com/-kene-sal...-21790-12.html

limon Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 01-09-2009, 16:45   #261
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 25-10-2005
Şehir: adana
Mesajlar: 389
Söylenen ve yazılan her hastalığın çaresi mutlak ve mutlak biryerlerde gizli, ancak araştırmayla ortaya çıkıyor.

Hastalığa yakalanmamak için hiçbir kaçarımız yok. Nedeni ise, bence; her hastalık her insanda var, ama vücudu hangi safhada ve zayıf bulduğu zaman ortaya çıkıyor.
Çareside dünyada biryerlerde gizli, zamanla ortaya çıkıyor ve mutlaka çıkacaktır..

Ama bir kaçınılmaz vardır ki.... Ölüm.
birtek bunun çaresi yok,

Bu dünyadaki güzellikleri doyasıya yaşamak lazım derim, olabildiğince ve elimizden geldiğince, herkesi seviyorum. Sağlık ve esenlikler diliyorum.

Yüzünüzden gülücükler eksilmesin.

Sevgiler sunuyorum.

şeref Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 01-09-2009, 17:28   #262
Ağaçsever
 
myıldız's Avatar
 
Giriş Tarihi: 05-06-2009
Şehir: istanbul
Mesajlar: 48
gerçekten çok kötü;kullandığımız birçok şeyin kanserojen etkisi olduğunu öğreniyoruz yavaş yavaş....

myıldız Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 27-09-2009, 23:49   #263
Yeni Üye
 
senkyaku's Avatar
 
Giriş Tarihi: 27-09-2009
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 6
Neden Organik Pamuk?

Neden Organik Pamuk?

Pamuk üretimi dünyadaki tarım üretiminin %3 ünü temsil eder, ancak üretim esnasında büyük miktarda kimyasal pestisid ( böcek ilacı) kullanılmaktadır. Bu açıdan pamuk, birim alan başına diğer bütün ekinlere kıyasla üretiminde en fazla kimyasal ilaç kullanılandır ve dünya böcek ilacı üretiminin %16' sı pamuk üretimi için kullanılmaktadır.

Pamuk üretiminde kullanılan kimyasasalların pek çoğu sinir sistemimize zarar veren kansorejen maddelerdir. Pestisidler, pamuğun liflerine yerleşir, yıkama ile kaybolmaz ve cildimiz tarafından kolayca emilime uğrar. Bütün bunlara rağmen, pamuk kumaş üretiminde en çok tercih edilen ham maddedir.

Organik Pamuk genetik olarak modifiye edilmemiş bitkilerden böcek ilacı, kimyasal gübre gibi toksik maddeler kullanılmadan üretilen pamuktur.

Organik tarım ürünleri, uzun vadede astım ve kanser gibi rahatsızlıklara neden olan ve toprağı, havayı, suyu ve besinlerimizi kirleten sentetik böcek ilaçlarına maruz kalmamıza engel olarak bizi ve ekosistemizi korur.

Organik pamuk kullanmayı tercih etmek, kendinizin, çocuğunuzun sağlığının ve üzerinde yaşadığımız gezegenin geleceği hakkında düşünmek demektir. Yıllardır süregelen zirai uygulamalar, tehlikeli böcek ilaçları ve gübrelerin kullanılması, genetiği değiştirilmiş mahsullerin yetiştirilmesi organik tarım yöntemlerinin uygulanması ile geri çevrilebilinir. Organik üretim mantığını benimsemiş üreticiler ile iş yaparak, doğaya karşı gelmek yerine, doğa ile iş birliği yapıyoruz. Organik ürünler yiyeceklerimizin, tekstil ürünlerinin ve kozmetiklerin içinde gereksiz katkı maddelerinin kullanılmaması anlamına gelir.

Organik üretim, dünyamız için, çocuklarımız ve bizim için daha sağlıklı bir hayat demektir !


Konuyla alakalı iki link;

http://www.denizatiorganik.com
ve
http://www.organikbebek.com/

Denizatı Organik Ürünler

Ziraat Müh. Zafer Aydoğan

senkyaku Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 29-09-2009, 10:05   #264
Ağaçsever
 
emre 2000's Avatar
 
Giriş Tarihi: 09-04-2009
Şehir: istanbul
Mesajlar: 90
Arkadaşlar bu yazıyı okudum sizlerle paylaşmak istedim.Hiçte yapamayacağımız şeyler değil yani.İnşallah faydalı olur.

DOĞAL BULAŞIK MAKİNESİ DETERJANI NASIL YAPILIR?

İşte, bu maddeleri kullanarak tahta kaşıklarınızı, bebeğinizin biberonlarını gönül rahatlığıyla yıkayabileceğiniz doğal deterjanları evde üretebilirsiniz. Bulaşıklarınızı daha temiz ve parlak yapacak doğal bir temizleyici için gerekli malzemeler şunlar: Bir bardak boraks (aktarlarda, eczanelerde, kimyasal madde satıcılarında, zirai ürünler satan dükkânlarda kolayca bulabilirsiniz) maddesi... Bir bardak yemek sodası... Aynı bardağın dörtte biri kadar tuz... Dörtte biri kadar limon tuzu, yani citric asit (iri kristalli değil, rondoda toz hâline getirilmişi). Bulaşıklarınızın portakal, limon, mandalina vb. kokması için de bu ürünlerin yağlarından küçük bir miktar.

Yapılışına gelince... Plastik bir kapta önce tuz ve 30 damla yağ iyice karıştırılıyor. Ardından diğer malzemeler de ekleniyor. Kabın içindeki malzemeler iyice harmanlandıktan sonra kapalı bir yerde muhafaza ediliyor. Her yıkama için bu karışımdan 1-1,5 çorba kaşığı kullanılıyor. Bulaşıklarınızın ışıl ışıl olması için de makinenizin parlatıcı bölümünü elma sirkesiyle doldurmanız şart. Kullanılan suyun kireç oranına göre karışıma eklenen yemek sodası ve limon tuzu oranları artırılabilir. Malzemelerin miktarı ne kadar artarsa artsın sağlığa zararlı değil, çünkü tamamen doğal.

Bu karışım bulaşık makinesinde kullanıldığında araç-gereçler hem temizlenecek hem de parlayacak. Üstelik makineden portakal veya limon kokuları gelecek. Yıkama sonrasında bazı cam ürünlerinde hafif su lekeleri kalabilir. Hemen üzülmeyin. Bu görüntüyü ortadan kaldırmak veya daha aza indirmek için kurutma programı biter bitmez makinenin kapağını açarak bulaşıkları havalandırmanız kâfi.

Peki, elde yıkanacak bulaşıklar için neler yapmak lazım? Bunun için de önerimiz şöyle: Bir kalıp doğal sabun rendeleniyor ve üzerini örtecek şekilde içi suyla dolu bir kabın içine konuluyor. Hafif ateşte sabun tozu eritiliyor. İçine yarım tatlı kaşığı boraks ve yarım tatlı kaşığı da çamaşır sodası ekleniyor. Ardından iyice karıştırılıyor. Her yıkamada bu karışımdan bir tatlı kaşığı alıp kullanılıyor. Eğer bu yöntem "Beni çok uğraştıracak" derseniz, bulaşık makinesi için hazırladığınız karışımın aynısını, meyve yağı koymadan yapabilirsiniz. Bundan sıcak suya iki yemek kaşığı ekleyip bir yemek kaşığı da arap sabunu ya da bir çay kaşığı bulaşık deterjanı ilave edebilirsiniz. Bu karışım çok az köpürüyor ama bulaşıkları harika temizliyor ve büyük oranda da su lekesi bırakmıyor.

Mutfaklarda ocak ve fırınları temizlerken kullanılan krem temizleyiciler için de alternatifler var. Mesela temizleyeceğiniz yüzeye biraz karbonat, biraz tuz ve birkaç damla sirke damlatarak hafifçe ovuşturmanız yeterli. Aynı sonucu alacağınızdan emin olabilirsiniz.

Peki, ya yüzey temizleyicileri? Piyasada 'yüzey temizleyici' diye satılan ürünlerin hepsinde insana ve çevreye zararlı kimyasallar bulunuyor. Bunu anlamak için içerik kısmına yazılmış 'anyonik aktif, noniyonik aktif' ifadelerine dikkat etmeniz yeterli. Kimyager Ayşe Kuralay, zararlı kimyasalların ekstra temizleme gücünün olmadığını söylüyor. Ayşe Hanım'ın önerdiği alternatiflere gelince: "Ahşap temizliği için bir yemek kaşığı limon suyu ile iki yemek kaşığı zeytinyağını karıştırın. Karışımın küçük bir miktarını temiz toz bezine dökün ve ahşap yüzeyi dairesel hareketlerle ovun. Karışımı sprey şişesine koyup yüzeye püskürterek de uygulayabilirsiniz."

ODA SPREYLERİNDEN

UZAK DURUN!

Genel ev temizliği için de sıcak suyun içine bir yemek kaşığı boraks ile bir yemek kaşığı sıvı arap sabunu koymanız yeterli. Karışım, yerleri dezenfekte edip çok iyi temizliyor. Eğer bu işlemin ardından odanızın hoş kokmasını da isterseniz, o zaman yine doğal bir takviyeye ihtiyacınız olacak. Yarım litre sıcak suyun içine yarım çay kaşığı karbonat, bir çay kaşığı limon suyu ve 3-4 damla bitkisel yağ (yasemin, lavanta, papatya, limon, çay ağacı, çam ağacı yağı olabilir) karıştırıp odaya püskürtebilirsiniz.

emre 2000 Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 05-10-2009, 20:09   #265
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 13-04-2006
Şehir: Ankara
Mesajlar: 9,099
Galeri: 25
Yeşil çay içindeki kateşinler sayesinde

Kanser riskini azaltır. (Reduces incidence of cancer) (1, 3, 5, 20)
Yeşil çay yemek borusu kanserini erkeklerde %57, kadınlarda %60 oranında önlemektedir.(22)
Yeşil çay düzenli içilmesi halinde prostat kanseri riskini üçte iki azalmaktadır. (27)
Yeşil çay deri kanserine yol açan ultroviyole ışınların zararından korur. (28)
Tümörü küçültür. (Reduces tumors) (1)
Antioksidandır. (Reduces oxidation by active oxygen) (1, 20)
Yeşil çaydaki antioksidan E vitaminindekinden 20 kez daha kuvvetlidir. (12)

Kolestrolü düşürür. (Lowers blood cholesterol) (1, 7, 8, 20, 25)
Tansiyonu ayarlar. (Inhibits increase of blood pressure) (1, 9, 21)
Kan şekerini ayarlar. (Inhibits increase of blood sugar) (1)
Bakterileri öldürürür. (Kills bacteria) (1)
Grip virüsünü öldürür. (Kills influenza virus) (1)
Ağız kokusunu önler. (Prevents halitosis) (1, 30)
Yeşil çay içindeki C vitamini sayesinde :

Stresi azaltır. (Reduces stress) (1)
Gribi önleyicidir. (Prevents flu) (1)
Yeşil çay içindeki kafein sayesinde :

Performansı etkiler,yorgunluk ve uyku halini ortadan kaldırır. (Stimulates wakefulness - removes fatigue and sleepiness) (1, 2, 21, 23)
İdrar söktürücüdür. (Acts as diuretick) (1, 20)
İdrar söktürücü özelliğinden dolayı zayıflama rejimlerinde kullanılıyor. (21)
Yeşil çay içindeki flavonoidler sayesinde :

Kan damarlarını güçlendirir. (Strengthen blood vessel walls) (1)
Yeşil çay içindeki polisakkaridler sayesinde :

Kan şekerini düşürür. (Lowers blood sugar) (1, 10, 11)
Yeşil çay içindeki fluorid sayesinde :

Diş çürümesini engeller. (Prevents cavities) (1, 15, 16, 20)
Yeşil çay içindeki E vitamini sayesinde :

Antioksidan olarak rol oynar. (Acts as antioxidant) (1)
Yaşlanmayı geciktirir. (Regulates aging) (1, 4, 12)
Yeşil çay içindeki EGCG (Epigallokateşin Gallat) adlı kimyasal madde sayesinde :

Kanser hücrelerinin gelişmesini önlüyor. (32)
Akciğer, mide, bağırsak karaciğer ve deri kanserlerini önleyici etki yapıyor.

Alzheimer'i önleyici (33)

Sigara kullanımının toksik etkisini azaltıyor. (20)

Yeşil çay içen hamile kadınlar sorunsuz bir doğum gerçekleştirebilirken, sakat çocuk dünyaya getirme riski de azalacak. (33)
Yeşil Çay:
Anti enflamatuar, hücre yenileyicidir. (6, 20)

Arterioskleroz riskini azaltır. (20)

Damar sertliğinden koruyor. Kılcal damarları büzerek ödem oluşmasını önlüyor. (21)

Deriyi besler (4)
Kalp ve dolaşım sistemini olumlu etkiler ve, hastalıklarını azaltır. (20)
Kemik erimesini engelliyor. (21)
Kilo verdirir. (31)

Mide ve barsak problemlerini hafifletir. (6)
Migreni geçiriyor. (21)
Sürekli kullanımı, romatizmal hastalıkların tedavisinde fayda sağlar. (20, 29)
Vücuttaki yağların yakılma sürecini hızlandırarak diyetleri destekler.(20)

İstenmeyen yeğların %30'unu absorbe eder.(24)
Unutmayın!!!

Günde 4-5 fincan yeşil çay vücudunuz zırh gibi korur.

Sabah aç ve akşam yatmadan önce birer bardak yeşil çay önerilir.

Yeşil çayınıza şeker koymayınız,

Tatlandırıcı olarak süzme bal koyabilirsiniz.

Etkili olabilmesi için aç karnına, sıcak ve yudum yudum içilmelidir.
Bizden demesi: siz siz olun ÇAYKUR yeşil çayı için

http://biriz.biz/cay/yesilcay/yesilsaglik.htm

denizakvaryumu Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 07-10-2009, 13:24   #266
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 13-04-2006
Şehir: Ankara
Mesajlar: 9,099
Galeri: 25
Nedim Atilla’nın İlhami Güneral ile söyleşisi:

KEMOTERAPi: Hiçbir işe yaramadığını bile bile hastasına kemoterapi uygulayan doktorlar bu kararlarını gözden geçirmeli. Kemoterapi yaptırılması şu an için kaçınılmaz olan kanser türleri de var ama bunların sayısı az.

CERRAHi: Kanserde cerrahi yöntemin başarı şansı küçümsenemez.. Ama yeni tedavi yöntemlerinin gelişmesiyle belki de cerrahi müdahaleye de gerek kalmayacak.

RADYOTERAPi: Prostat ve larenks kanserleri dışında radyo terapinin hiçbir faydası yoktur, zararı vardır!

Kanseri doğanın yardımıyla yenerek büyük bir başarı kazanan Operatör Doktor İlhami Güneral ile yaptığımız söyleşide görüyoruz ki, bugüne kadar tanık olduğumuz kansere karşı geliştirilen mücadele ve tedavi yöntemleri gerçekten de modası geçmiş yöntemler.

Dr. Güneral, tedavi aşamasında insanları tedavi olduğuna olacağına pişman eden, kemoterapi konusunda hayli tepkili... Güneral, 'Sözümona, değeri kanıtlanmış önemli bir ortodoks metod da, toksik kemoterapidir. Tıp ilminde hiçbir konu, kemoterapi kadar eleştiri yağmuruna tutulmamıştır' diyor ve sözlerini şöyle sürdürüyor:

'Teorik olarak oldukça çekici olan bu yöntem, enfeksiyonlara karşı kullanılan antibiyotikler görünümündedir. Ne çare ki kanser hücrelerine yönelmesi ve onları öldürmesi umulan bu ilaçlar, aynı zamanda sağlıklı ve hayati dokulara da zarar vermektedir. Sadece kanserli hücreyi öldüren bir ilaç, ortodoks kanser tedavisi kataloglarında henüz yer almadı.

Kemoterapötik ilaçların çoğu, hücre çoğalmasının metabolizmini bloke ederek bölünmeyi durdurur. Kanser hücreleri, normal hücrelere göre daha hızlı bölünüp çoğaldığından, öldürücü antimetabolit etki, tercihen kanser hücrelerine yönelmesi gerekir. Ne yazık ki, kemoterapi yine hızla çoğalan, kemik iliği, mide-bağırsak mukozası ve saç folikülleri gibi- bazıları çok hayati hücreleri de zehirler.

Kemik iliği her şeyimiz

Kemik iliğinin kanserden korunmada olduğu kadar kanserle mücadelede de başrolü oynayan immün sistemin kaynağı olduğunu artık herkes kabul ediyor. Kemik iliği bağışıklık sistemimizin temel taşı. Bu sistemin tahribi, lökopeni , kombositopeni , aplastik anemi gibi hastalıklara neden olur. Böylece kontrolü imkansız enfeksiyonlar başgösterir. Birçok kanser hastasının basit bir soğuk algınlığından ölebilmesi işte bu yüzdendir.

Kemoterapinin bağırsaklardaki etkisi daha da fecidir. Hastalar genellikle yutkunma ve sindirim güçlükleri çekerler. Bulantılar, ağız kenarında kanamalar, yaralar, diş etlerinde ve boğazda ağrılar, en kötüsü de sindirim yolundaki yaralar ve kanamalardır. Bu kanamalar bazen hastayı yarım saatte öldürecek kadar yoğun olabilir. Piyasada elliye yakın antikanser ilaç vardır. Bütün bu ilaçların müşterek niteliği zehirli olmalarıdır. Mesela, Methotrexate kutularında - ülkemizdeki kutularda bulunmayan- bir uyarı vardır: 'Bu ilaç ancak, antimetabolit kemoterapi uzmanları tarafından uygulanabilir. Toksik ve hatta bazen ölümle sonuçlanabilecek etkileri, doktor tarafından hastaya önceden bildirilmeli ve hasta sürekli olarak doktorun kontrolü altında tutulmalıdır.'

Dr. İlhami Güneral, yakın dostu Macar Doktor John Haszlo'nun bir anısını aktarıyor. Dr. Haszlo şöyle diyormuş: 'Öyle hastalar gördüm ki diyor, hastanenin park yerine geldiği anda ya da enjeksiyon için kullanılan alkol kokusuyla veya enjeksiyonu yapan hemşireye dışarda herhangi bir yerde rastlayınca kusmaya başlıyorlar. Bu, onların ilaca karşı ne derece şartlandıklarını gösterir.'

Kemoterapi nerede gerekli?

Burada Dr. Güneral'in iddiası çok sert: Kemoterapiden yararlanılan kanser tipleri çok seyrek görülen kanser tipleridir. Halbuki kanser vakalarının çoğunluğunu oluşturan ve büyük öldürücü diye tanımlanan akciğer, göğüs ve kolon kanserlerine kemoterapinin hiçbir yararı yoktur. Ayrıca bu ilaçların bizzat kanserojen oluşu, tedavi gören hastalarda, sonraları yeni tümörlerin oluşmasına neden olur. Hele kemoterapi, radyoterapi ile birlikte uygulanmışsa bu olasılık 25 kez daha fazladır. Kemoterapinin çok sınırlı olan yararı sistemik bir zehir olmasındandır. Aynı sebep yüzünden terk edilmelidir. Burada tekrar yüzyıllar öncesine dönerek, Paracelcus'un aforizmasını anımsayalım: 'Her madde zehirdir, zehri ilaç yapan şey uygulama dozudur.' İşte bu yüzden kemoterapinin hoyratça kullanılması birçok ölümlere neden olmuştur.

Söyleşinin bu bölümünde Dr. Güneral'e sorumuz çok net: 'Peki, kemoterapiden tamamen vaz mı geçeceğiz?' Yanıtı , 'şimdilik değil' oluyor ve ekliyor: Kanserin türü şu türlerden biri ise kemoterapi yaptırılabilir: Burkit Lenfoma, Choricarcinoma, Akut lenfoblastik lösemi, lenfositik lösemi, Ewing Sarkoma, yumurtalık kanseri ve testis kanseri. Bu kanser türlerine diğerlerine oranla çok nadir rastlanır ama kemoterapiden önemli derecede fayda görürler. Yakınlarınız bu kanser türlerinden başka birine yakalandıysa katiyen kemoterapi ya da radyoterapi yaptırmayın...

Radyoterapi de yararsız

Dr. İlhami Güneral, tıptaki ortodokslara çok kızıyor. New York Times yazarlarından Jane Brody ve ABD'deki ilaç firmaları tarafından manipüle edilen ACS'nin Başkan Yardımcısı Art Hallep'in, birlikte yazdıkları kitap, doktorumuzu iyice sinirlendiriyor. Bu kitapta yer alan, 'Onkologlar, artık daha sık radyoterapi kullanıyor. Radyoterapi, ilk uygulanacak en etkili yöntemdir. Kanseri tamamen ortadan kaldırabilir ve geri kalan yaşamı daha huzurlu kılar' şeklindeki ifadeler İlhami Bey'i kızdırıyor. Yine Macar asıllı doktor John Laszlo'nun sözlerini kendisine daha yakın buluyor: 'Normal hücrelere zarar vermeden, radyoterapi uygulamak imkansızdır. Hele akciğer kanserlerinde yüksek doz radyasyon potansiyel bir tehlikedir.'

Cerrahi her zaman çare değil...

Cerrahi, bazı koşullarda, oldukça etkili ve vazgeçilmez bir metoddur. 1975 istatistikleri, cerrahi tedavi gören cilt kanserlerinde yüzde 85, göğüs kanserinde yüzde 60, kolon kanserinde yüzde 40, rahim kanserinde de yüzde 70 oranında teşhisten sonra 5 yıl yaşam süresi veriyorlardı.

Dr. İlhami Güneral'e göre, bugün kanserden şifa bulanların çoğu bunu büyük ölçüde cerrahiye borçludurlar. Dr. Güneral, 'Buna rağmen Kanser cerrahisini yeni baştan gözden geçirmemiz gerekiyor' diyor ve ekliyor:

' Cerrahi, uygulamanın sınırına dayanmış olmakla beraber cerrahların bilgi, cüret ve yeteneği, yine de kanseri yenemiyor. çünkü çoğu doktor için kanser lokal bir hastalıktır. Kanser kitlesini yok ettiğimiz takdirde onlar için hasta kurtulmuş demektir. Bu yüzden de kanser kitlesiyle birlikte ne olur ne olmaz diyerek komşu organlardan büyük bir kısım da tümüyle temizlenir. Şimdi modern tıbba düşen görev kanser tedavisinde daha sağlıklı daha etkili, daha az travmatik bir yol arayıp bulmasını gerektirir. Bıçağın erişebileceği alanlarda sınırı aşmayan cerrahi, güvenilir bir yöntemdir ama kanser sistemik bir enfeksiyon olduğundan kesin bir çare değildir.

MANTARLI PİLAV YİYİN!

Kanserle ilgili gerek ortodoks tıbbın, gerekse alternatif tıbbın tüm çalışmalarını yakından izleyen Dr. İlhami Güneral, kansere önlem, ya da tedavi anlamında çok önemli bir ilaç olarak bulunan MGN-3'ün Türkiye'ye getirilmemiş olmasından Sağlık Bakanlığı yetkililerini suçluyor.

İbrahim Güneral, MGN-3'ü şöyle tanımlıyor: 'MGN-3 bağışıklık sistemini güçlendiren ve pirinç kepeğinden elde edilen doğal bir üründür. Pirinç kepeğinin antiviral etkisi çoktandır bilinmekteydi. Buradaki fark kepeğin moleküler yapısında oluşturulan değişikliktir. Bu değişiklik, yenilebilir bir mantar türü olan Hyphamycetes mycelia'dan çıkarılan ekstrelerle kepeğin enzimatik muameleye tabi tutulmasıyla oluşur ve kepeğin etkisini yüzde 300 artırır. Meydana gelen ürün MGN-3, kanserli hücreler için doğal öldürücü bir aktivite yaratmaktadır. Diğer doğal ürünlerin ise hiçbir kalıcı yan etkisi yoktur.

Uygulamadan önce ve aylar sonra hastaların tetkikinde karaciğer ve böbreklere hiçbir zarar vermeği ve kandaki enzim seviyelerinde de bir değişiklik yapmadığı saptanmıştır.Bu ilaç 250 mg'lik kapsüller halinde piyasaya sürülmüş olup 50 kapsüllük şişesi 60 USD'dir. Ne çare bu ilacı ülkemizde temin edemiyoruz.'

İbrahim Güneral'e soruyoruz. Türkiye'de insanlar bu ilaca karşılık ne yapabilirler diye. Yarı ciddi, yarı şaka yanıt veriyor: 'Mantarlı pilav yemek zorundayız galiba...'

Bence ciddiye alınmalı...

Pirinç kepeği önemli bir ilaç ama Türkiye'de bulunmuyor öyleyse mantarlı pilav yiyin!

YEŞİL ÇAY MUCİZESİ

Yeşil çayın kanser hücrelerinin oluşmasını önlediği bilimsel olarak açıklandı. Purduc Üniversitesi araştırmacılarından Dorothy Morre ve D. James Morre, ABD'nin San Francisco kentinde düzenlenen Hücre Biyolojisi Birliği kongresinde yaptıkları araştırmalarda, yeşil çayın yapraklarında EGCg bileşimi bulduklarını ve bu bileşimin kanser hücrelerini öldürdüğünü bildirdiler.

EGCg bileşiminin kanser hücrelerini, tam oluştukları sırada öldürdüğü ve kanserli hücreleri öldürürken, sağlam hücrelere zarar veremediği ileri sürüldü. Yeşil çay yapraklarının anti kanser bileşimleri açısından zengin olduğunu açıklayan bilim adamları çayın içinde bulunan EGCg bileşimi ve diğer anti kanser maddelerinin özellikle göğüs; prostat ve kalın bağırsak kanserlerini önlediği inancındalar.

Araştırma raporunda, günde 4 bardak yeşil çay içenlerin, kanser hücrelerinin oluşmasını önledikleri ileri sürülüyor. Araştırmacılar, EGCg bileşiminin kanserli hücreleri bölünebilecek büyüklüğe gelmeden yok ettiğini ifade ediyorlar.

http://www.iyilikguzellik.com/haber.php?haber_id=1601

denizakvaryumu Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 13-01-2010, 15:20   #267
Yeni Üye
 
Giriş Tarihi: 13-01-2010
Şehir: İZMİR
Mesajlar: 4
Propolis hakkında

Sayın gökovalı propolis hakkında sizinle görüşmek istiyorum.
Saygılarımla.

FATİH SALİM Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 14-01-2010, 08:58   #268
Yeni Üye
 
Giriş Tarihi: 13-01-2010
Şehir: İZMİR
Mesajlar: 4
Propolis hakkında

DEĞERLİ SİTE ÜYELERİ, PROPOLİSİN ÇÖZÜLDÜRÜLMESİ VE PROPOLİS HAKKINDA BİLGİ SAHİBİ OLMAK İSTİYORUM. BU KONUDA BİLGİSİ OLANLARIN fatihsalim@hotmail.com msn adresindeyim, LÜTFEN GÖRÜŞ ALIŞVERİŞİ YAPMAK İSTİYORUM.
SAYGILARIMLA.

FATİH SALİM Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 15-01-2010, 10:29   #269
Yeni Üye
 
Giriş Tarihi: 13-01-2010
Şehir: İZMİR
Mesajlar: 4
Propolisin çözüldürülmesi

PROPOLİSİN ÇÖZÜMDÜRÜLMESİ HAKKINDA BİLGİ SAHİBİ OLMAK İSTİYORUM, BU KONUDA BİLGİSİ OLANLARIN fatihsalim@hotmail.com adresini ekleyerek bu konu hakkında görüşalış verişi yapmalarını rica ediyorum.
saygılarımla.
fatih akdoğan

FATİH SALİM Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 16-01-2010, 15:01   #270
Ağaç Dostu
 
Sarıcan's Avatar
 
Giriş Tarihi: 28-11-2008
Şehir: Küçükyalı-ISTANBUL
Mesajlar: 1,498
Galeri: 32
Sevgili Arkadaşlar,

Konu başlığı tam 269 sayfa olmuş. Üşenmeyip hepsini okumaya çalıştım. Tam bir korku filmi senaryosu gibi. Bu senaryoya karşı insanın bu psikolojik gerginliğe dayanamayıp yaşamaktan vazgeçesi geliyor. Yasaklar, yasaklar, yasaklar... Yaşamak nerede kaldı? Bence okuduğum bunca mesajdan aklımda kalan bir kaç şeyi özetliyeyim.

Birincisi hasta yakınlarının moral güç olarak sağlam durması. Buna en iyi örnek Sn. Susam olmuş.

İkincisi hastanın moral olarak sağlam durması. Buna Sn. Şeref bir örnek olmuş. Kişinin hastalığını bilip, onu yenmek için yaşamla olan bağını koparmadan sevdiği veya inandığı ne varsa onlardan da moral güç alarak ayakta kalması.

Üçüncüsü tedavi için yola çıktığınız doktorunuza güven duyabilmeniz veya benim gibi karşınıza gerçekten mesleğini seven ve kanseri bir sömürü aracı olarak görmeyen doktorlar çıkması. Bu konuda çok kötü örnekleri de yaşıyoruz. Bu yüzden teşhisi koyandan, ameliyatı yapana kadar bütün doktorlarımı sevgi ile anıyorum.

Dördüncüsü ise paniğe kapılmamak ve her türlü bilgi kirliliğinden arınıp kendinize en uygun beslenme metodunu seçip fazlada abartmadan günlük yaşamınıza sağlıklı günlerinizde olduğu gibi devam etmek.

Bu konuda sağlıklı örnek veremiyorum çünki acayip bir panik havası içinde, yüzlerce belki binlerce kimyasal isimleriyle dolu neredeyse 30-40 sayfalık bir yasaklar listesi yanında ve üreticilerin okunmasın diye ambalajın üzerine özellikle en küçük puntolarla yazdıkları içindekiler kısmını okumak için elinde büyüteçle market rafları arasında dolaşan paranoyaklar ordusuna dönmek üzereyiz. Bu listelerle bırakın kanserli insanları, kanser olmayanlar bile paranoyak olur.

Yazılan veya internet üzerinden dağılan binlerce elektronik postanın herbirine takılıp ciddiye alırsanız yaşamak için zamanınız kalmayacak bunu bilesiniz. Yazılan sayfalarda bir örnek varki 3 mesajda konu olmuş ve üzerinde ciddi bir yorum yapılmamış. Hatta birinci mesaja yazılan antitez ikinci mesaj hiç okunmamış veya yorumlanmamış ki aynı mesaj ve yasaklar listesi tekrar gündeme getirilmiş.

Üşenmeyip bütün mesajları okumasam bende ya 4 nolu mesajın, ya da son okuduğum 256 nolu mesajın verdiği bilgiler dahilinde E330 geçen hiç bir ürüne el sürmeyecektim. Örneğin probiyotik ürünler, fermente ürünler faydalı denildiği halde içinde sitrik asit var diye turşu yemeyecektim.

Bu üç sayfanın linkini tekrar veriyorum. Çünki tartışılması lazım.

http://www.agaclar.net/forum/showpos...66&postcount=4
http://www.agaclar.net/forum/showpos...8&postcount=53
http://www.agaclar.net/forum/showpos...&postcount=256

Bu mesajları neden gündeme getirdim onuda söyliyeyim. Çünkü bu yasaklı maddeler listesi ve benzeri her gün posta kutunuza değişik kanallardan mutlaka ulaşmıştır.

Hele benim gibi birde kanseri yakından tanımış biri iseniz sizi seven bütün eş-dost ve arkadaş çevreniz sizi bilgi bombardımanına tutuyorlar. Kimseye kızamazsınız da. Çünki gönderilen her mail size olan sevginin, sizi koruma çabasının bir ürünüdür. Ama eğer dikkat etmezseniz sevdikleriniz tarafından psikolojisi bozulmuş bir paranoyağa dönebilirsiniz.

Şimdi nereden çıktı bu adam ahkam kesiyor diyenleriniz de olabilir onun için daha fazla uzatmadan kendi durumumu da açıklayayım. 2002 yılında sigarayı bırakmama rağmen o beni bırakmadı ve 2004 yılında akciğer kanseri olduğumu öğrendim. Çeşitli tetkiklerden sonra tıp literatürüne geçecek şekilde her iki ciğerde metastaz yapmamış iki ayrı kanser hücresi ile tanışmış oldum.

Evet yanlış duymadınız, sağ akciğerde squamoz, sol akciğerde adeno carsinom denilen iki ayrı hücre. Birisi sağ akciğerin orta bölümünde yerleştiği için alt lobu tamamen söndürmüş iki illet birden ve ben bugün hala hayattayım. Şu anda 5,5 yaşındayım diyorum ve ikinci şansımı hiçte kendimi sıkıntıya sokmadan, sağlıklı günlerimden daha stressiz ve paniksiz yaşamaya çalışıyorum.

Panik yok. Elbette kendimize, çevreye ve daha doğrusu yaşama daha sorumlu gözlerle bakacağız. Sadece kendimiz için değil, gelecek nesiller için neler yapıyoruz ona da dikkat edeceğiz ama panik içinde hastalık hastası olarakta yaşamayacağız. Gelen her bilgiyi hemen kabullenmeden önce çeşitli kanallardan doğrulamaya çalışalım.

Yaşayarak tecrübe ettiğiniz size zarar verebilecek şeylerden elbette uzak duracaksınız. (Örneğin sigara, cola, radyasyon, kansorejen etkisi ispatlanmış kimyasal maddeler (asbest, trikloretilen vb.)) Ama okuduğunuz her şeyi de sorgulayacaksınız.

Örnek olsun diye soruyorum, organik ürün deyince ne anlıyorsunuz? Tamamen geleneksel yöntemlerle üretilen ürünler midir? Yoksa modern üretim teknikleri ile üretimiş fakat çevresel kirlilikten payını almamış ürünler midir? Ben her ikisinide gönül rahatlığı içinde tüketin diyorum. Eğer sadece birincil metodla üretilmiş ürün ararsanız biliniz ki aç kalırsınız.

Kanseri yenmenin ve sağlıklı yaşamanın ilk şartının moral olduğunu hiçbir zaman aklınızdan çıkarmayın. Herkese yaşam sevgisi dolu sağlıklı güzel günler diliyorum.

Sarıcan Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Cevapla


Gönderme Kuralları
Yeni konu gönderemezsiniz
Konulara yanıt veremezsiniz
Ek dosya yükleyemezsiniz
Kendi gönderilerinizi düzenleyemezsiniz

BB code Açık
Smilies Açık
[IMG] Kodu Açık
HTML Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Forum saati Türkiye saatine göredir. GMT +2. Şu an saat: 15:21.
(Türkiye için GMT +2 seçilmelidir.)


Forum vBulletin Version 3.8.5 Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0
agaclar.net © 2004 - 2025