agaclar.net

Geri Dön   agaclar.net > Doğaya ve Yaşamınıza Sahip Çıkın > Daha İyi Bir Yaşam İçin
(https)




Beğeni Düzeni146Beğeniler

Cevapla
 
Bookmark and Share Dış Bağlantılar Konu Araçları Mod Seç
Eski 16-01-2010, 16:18   #271
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 25-10-2005
Şehir: adana
Mesajlar: 389
Sayın sarıcan,
yazınızı tamamen noktası ve virgülüne kadar okudum. yazdıklarınızda çok haklısınız. Yüce yaratan (herkes inancında hürdür-ben inanmayanada saygı duyuyorum.) insanlara yaşam yanında birtakım sıkıntılar vermiştir. Ancak taşınamayacak hiçbir sıkıntı vermemiştir.
Yazınızın sonundaki son parağraf bütün yazınızın özetidir. Yaşanacaksa yaşanacaktır. Başka söze gerek yok. Hangi hastalık olursa olsun pozitif düşünce ve moral çok önemli.

Yüzünüzdeki gülücükler eksilmesin.

şeref Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 15-04-2010, 13:03   #272
Ağaç Dostu
 
Arzu Kasapoğlu's Avatar
 
Giriş Tarihi: 11-07-2007
Şehir: Trabzon
Mesajlar: 1,813
Galeri: 256
Kansere çareyi Trabzonlu Ömer Özdoğan buldu!
Trabzonlu Ömer Özdoğan, bir yıl önce, telefonla arıyor ve “Kansere çare buldum, ya beni kendi programınızı çıkarın ya da Uğur Dündar’ın telefonunu verin” diyordu. Önceleri pek ciddiye almamıştım ama ısrar üzerine Dündar’ın telefonunu bulup kendisine verdim.
Sonra bir yakınımın kanser olduğu ve iki aylık ömrü kaldığı ortaya çıktı. Öyle ki doktorlar kemoterapi bile uygulayamıyor, vücudun bu ağır ilaçlara direnemeyeceğini ve hastanın hemen öleceğini söylüyordu.
***
Hastamızın midesi bir yıl önce tamamen alınmıştı. Hastalık daha sonra midenin üstünde 12 parmak bağırsağından yemek borusuna ve oradan da artık bütün vücuda yayılmaya başladı.
Yapacak başka bir şey kalmadığından Ömer’i aradım ve bahsettiği ilâcı göndermesini istedim.
Ömer’in gönderdiği bal, arı sütü ve polenden oluşan macunu ve arı sakızını hastaya verdim, Bir hafta içinde kendi çabasıyla ayağa kalkmaya, yürümeye başladı. Bacağındaki 20 cm. uzunluğunda ve dört-beş cm. enindeki yara da hızla iyileşmeye başladı. Belden aşağısı davul gibi şişiyor, su topluyor ve bacağındaki yaradan şırıl şırıl su akıyordu. Bu arada iyileşmeye başlayıp evin içinde dolaşırken ayağı bir mindere takılıp düştü, kalçasını kırdı, ameliyat edildi, ameliyat yaraları da üç ay içinde hızla kapandı. Bir deri bir kemik kalmışken, kilo aldı, kendisini iyi hissetmeye başladı, genel karakteri olan karamsarlığı bile kayboldu, sağlıklı düşünmeye başladı. Şimdi hastamızın kan tahlilleri de tamamen temiz çıkıyor.
Bütün bunlar 200 gram arı reçinesi, 1.5 kilo bal macunu ve doktorun reçeteyle verdiği, hastamızın her gün kullandığı vitamin yüklü mamalar ile oldu.
***
Anladığım kadarı ile arı reçinesi, (propolis), vücuttaki kanserli hücreleri yok ediyor. Bunu yapmak için önce kanı temizliyor. Temiz kan, sadece hasta hücreleri yok ederken, iyi beslenme ile yeni üretilen sağlıklı hücreler onların yerini alıyor.
Fakat propolis, her türlü kanserde etkili olur mu bilmiyorum. Yine de yöntem kesinlikle denemeye değer, çünkü hiçbir yan etkisi yok, kanı temizlediği için faydası kesin.
Kemoterapi, kanserli hücrelerle birlikte sağlıklı hücreleri de yok ettiğinden hastanın iyileşmesi, çok dirençli bir vücuda sahip olmasına bağlıdır.
Böyle bir bilgi elde ederek hastamızın iyileştiğini görünce, vicdanen rahatsız oldum ve birkaç ay önce “kansere çare var” diye bir yazı yazdım ve bizim gibi tamamen çaresiz kalanlar uygulasın istedim. Yazmasam, böyle bir çareyi sadece kendi yakınlarım için saklamış olurdum.
***
Arı, kış dönemi öncesi, kovanın girişini kapatmak ve kovanı dezenfekte etmek için arı reçinesini üretir. Yalnız bu maddenin hepsi alınırsa bütün arılar, mikroptan ve soğuktan ölür. Arıya da bırakmak gerekir. Bir kovandan ne kadar alınabileceğini arıcılar bilir. Son yıllarda görülen toplu arı ölümlerinin sebebi, kovanlarından aşırı miktarda arı reçinesi alınması olabilir.
Hasta, bu sakızdan normal sakız kadar bir parça keserek veya kopararak ağzında eritip un-ufak edene kadar çiğneyip yutacak. Bunu günde üç-beş defa tekrarlayacak.
Macun ise hakiki bala, arı poleni ve çok az miktarda arı sütü karıştırılarak elde edilir. Sabahları, kavanozdaki macun iyice karıştırıldıktan sonra hastaya bir kaşık verilir. Arı sütünün fazlası tehlikeli olabilir, doping etkisi vardır.

Yeniçağ gazetesi

Arzu Kasapoğlu Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 21-04-2010, 11:37   #273
Yeni Üye
 
Giriş Tarihi: 31-08-2009
Şehir: sivas
Mesajlar: 14
Yazılanları okumaya çalıştım.Bir kaç ay öncesi buradaki foruma yazıp,akciğer kanseri olan annem için ebegümeci tohumu aramıştım.Zira hastama 3-4 ay ömür verilmiş,kemoterapiyi kaldıramayacağı söylenmiş ve eve gönderilmişti.Çaresizliğin,üzüntünün insana neler yaptırabileceğinin en somut örneklerinden birini yaşıyordum.Bitkisel tedaviler saraçoğlu,maranhki vs k,m, bulduysak iletişime geçtik.ısırgan otları,keçiboynuzları,ebegumeci,kantaron vs vs kadıncağızı ot,çöp ne bulduysak deliler gibi nette sabahlayarak kendimizce tedavi etmeye çalıştık.En sonunda tohumu taaa kıbrısta bulunabilen ebegümeci ilacını ayarladık (bir ilçede kanseri iyileştiren kişiyi tavsiye ettiler)ebegümec,ni kaynatıp epey fazlaca toz şeker katarak içirilecekti.yaptık ertesi gün fenalaşarak ağrı krızı geçirdi ve tümör buyuyerek hastamı mahvetti.
Artık hiç bir şey yapamaz olduk,elimiz kolumuz bağlı.Güvenemiyoruz hiç bir şeye.Ne hekimler varmış ülkemizde tıbbıyenın kapısından dahi geçmediği halde kansere çare bulmuş!
Şimdi yukardaki yazıyı okuduğumda umutlandım "alsammı acaba"diye düşündüm.Fakat yeni bir ağrı krızını kaldıracak ne hastamın hali var,nede benim.

aphel Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 03-05-2010, 09:05   #274
Ağaç Dostu
 
derin's Avatar
 
Giriş Tarihi: 28-03-2007
Şehir: Aksaray
Mesajlar: 298
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi aphel Mesajı Göster
Yazılanları okumaya çalıştım.Bir kaç ay öncesi buradaki foruma yazıp,akciğer kanseri olan annem için ebegümeci tohumu aramıştım.Zira hastama 3-4 ay ömür verilmiş,kemoterapiyi kaldıramayacağı söylenmiş ve eve gönderilmişti.Çaresizliğin,üzüntünün insana neler yaptırabileceğinin en somut örneklerinden birini yaşıyordum.Bitkisel tedaviler saraçoğlu,maranhki vs k,m, bulduysak iletişime geçtik.ısırgan otları,keçiboynuzları,ebegumeci,kantaron vs vs kadıncağızı ot,çöp ne bulduysak deliler gibi nette sabahlayarak kendimizce tedavi etmeye çalıştık.En sonunda tohumu taaa kıbrısta bulunabilen ebegümeci ilacını ayarladık (bir ilçede kanseri iyileştiren kişiyi tavsiye ettiler)ebegümec,ni kaynatıp epey fazlaca toz şeker katarak içirilecekti.yaptık ertesi gün fenalaşarak ağrı krızı geçirdi ve tümör buyuyerek hastamı mahvetti.
Artık hiç bir şey yapamaz olduk,elimiz kolumuz bağlı.Güvenemiyoruz hiç bir şeye.Ne hekimler varmış ülkemizde tıbbıyenın kapısından dahi geçmediği halde kansere çare bulmuş!
Şimdi yukardaki yazıyı okuduğumda umutlandım "alsammı acaba"diye düşündüm.Fakat yeni bir ağrı krızını kaldıracak ne hastamın hali var,nede benim.
Teyzemde kanser tedavisi gördü.Kontroller için beraber gittik, doktor bir heyetle bakanlığa gidip bu piyasadaki şarlatan doktorları şikayet ettiklerini halkı tamamen yanlış yönlendirip hastalığı ciddi şekilde ilerletecek sözüm ona bitkisel reçeteler uyguladıklarını söyledi.Lütfen doktorunuzu dikkate alın ve tek doktorla değil bir kaç doktorla görüşmenizi öneririm.Bilgi çok geniş bir yelpazede ve çok hızlı değişip genişlediği için her doktor herşeyi takip edemiyor biri bilmiyorsa diğeri biliyor.Annenize aradığınız sağlığı bulmanız dileğiyle geçmiş olsun.

derin Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 17-12-2010, 13:35   #275
Yeni Üye
 
Giriş Tarihi: 15-12-2010
Şehir: İSTANBUL
Mesajlar: 18
Merhaba arkadaşlar ben internette gezinirken bir haber okudum cep telefonlarının sar değeri diye ve hangi modeldeki telde ne kadar sar var bunu dosya haline getirmişler indirdim fakat hiçbirşey anlamadım :S http://www.uzmanportal.com/sar-deger...egerleri.html/ adres bu arkadaşlar mesela SAR rating
(1.6W/kg)
SAR rating
(2.0W/kg)
değerleri farklı bunu açıklayacak bir arkadaş var mı?

..açelya.. Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 14-01-2011, 08:08   #276
Ağaç Dostu
 
Oğuz Karsan's Avatar
 
Giriş Tarihi: 04-12-2006
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 1,085
Galeri: 181
Merhaba.

Elektronik posta yolu ile gelen, asağıdaki mektubu paylaşmam gerektiğini düşündüm.


Alıntı:
Kanser en çok neyi sever?

Her doktor öğrenciliği sırasında Otto Warburg'un buluşunu
öğrenir.

1930'lu yıllarda Warburg kanserin en temel biyokimyasal
sebebini, yani sağlıklı bir hücreyi kanser hücresinden
ayıran şeyin ne olduğunu bulmuştur.

Bu, o kadar önemli bir buluştur ki, Otto Warburg'a Nobel Ödülü
kazandırmıştır.
Otto Warburg'a göre kanserin bir temel sebebi vardır.

Bu da, vücudun normal hücrelerinin oksijenli solunumunun, oksijensiz - anaerobik- hücre solunumuyla yer değiştirmesidir.

Warburg'un buluşu bize başka neleri anlatmaktadır?

Birincisi,kanser, normal hücrelerden çok farklı bir biçimde metabolize olmaktadır.

Normal hücreler oksijene ihtiyaç duyar; kanser hücreleri oksijenden kaçınır.

Hiperbarik oksijen terapisi alternatif kanser tedavisi uygulayan kliniklerde kullanılan bir yöntemdir.
Bu buluşun bize anlattığı başka bir şey de,

kanserin bir mayalanma (fermantasyon) süreciyle metabolize olduğudur.
Kanserin metabolizması normal hücre metabolizması ndan 8 kat
daha büyüktür.
Yukarıda söylediğimiz her şeyi birleştirirsek ortaya şu tablo çıkıyor:
Vücut, kanseri beslemeye çalışırken mütemadiyen kapasitesinin üstünde çalışır.

Kanser devamlı açlıktan ölmenin eşiğindedir ve vücuttan kendisini
beslemesini talep etmektedir.

Besin alımı kesilirse kanser açlıktan ölmeye başlar.

Tabii kendisini beslemek için vücudun şeker üretmesini
sağlayamazsa. ..

Proteinlerden şeker ÜRETİMİ
Bu ziyan sendromuna kaşeksia (cachexia) denir.

Kaşeksia vücudun proteinlerden (evet, doğru duydunuz, karbonhidratlardan veya yağlardan değil de, Proteinlerden)

"glükoneogenez" (yeniden glükoz yapımı) işlemiyle, şeker elde etmesidir. Bu şeker kanseri besler.


Vücut sonunda, kanser hücresini beslemeye çalışırken kendisi açlık çeker.
Şimdi, kanserin şekerle beslendiğini öğrenmişken, onu şekerle beslemek mantıklı geliyor mu size?

Yani karbonhidratlardan zengin bir diyet uygulamak?


Bugün, kansere karşı uygulanan birçok besin terapisi mevcuttur
(işe de yaramaktadırlar)

çünkü günün birinde birisi şeker ve kanser arasındaki bağlantıyı görmüştür.

Bu terapilerde, karbonhidratlar bakımından zengin gıdalara izin verilmez.

Terapilerin hiçbirinde şekere de izin verilmez çünkü şeker kanseri beslemektedir.


Peki doktorunuz bu gerçekleri size neden söylemez? Kim bilir?

Belki doktorunuz kanseri tedavi edecek kişinin siz değil, kendisi olduğunu düşünmektedir.

Belki Otto Warburg'un buluşunu duymuştur ama
geri kalan parçaları tamamlayamamıştır.

Belki de beslenmeyle ilgili hiçbir şey öğrenmemiştir.

Aslında 1978'e kadar ABD'nin resmi kuruluşlarından biri, beslenmenin kanserle bir ilgisi olmadığını iddia etmekteydi!! !!

Kanser ve şeker bağlantısından haberdar olanlar ise, dikkate
değer terapilerle ortaya çıktılar.

Bunlardan biri 'Laetrile'dir.

Kaşeksialı hastaların yüzde 50'den fazlasında glükoneogenez sürecini durduran hidrazin sülfat bunlardan bir diğeridir.

Bugün, Minnesota Üniversitesi kemoterapi alanında bir
"akıllı bomba" üzerinde çalışmaktadır.

Akıllı bomba diyebileceğimiz ilacın üzerinde bir
kaplama vardır.

İlaç, vücutta oksijensiz bir bölge ile karşı karşıya geldiğinde bu kaplamayı üzerinden atar.
Kanseri yok etmek için kemoterapiyi serbest bırakır.

Çünkü, vücutta oksijensiz tek alan, kanserli bölgedir.



Kanser hücresini aç bırakmaya çalışan besin terapileri de
vardır.

Kanserin ne sevdiğini bilen hasta, bunları yemekten kaçınır.

Kanser, çiğ yiyeceklerdense, pişmiş yiyecekleri sever.

Pişirme işlemi, besinlerdeki enzimleri ve vitaminleri yok etmektedir.

Bir de, kanserin şeker sevdiğini aklınızdan çıkarmayın.

Kanserinizi sevmiyorsanız, onu beslemeyin!

Şeker yerine tatlandırıcı kullanmak çözüm değil
Şeker yerine tatlandırıcı kullanmayı düşünüyorsanız, başka bir tuzağa düşmüş olursunuz.
Tatlandırıcıların da vücuda ciddi zararları olduğu, yapılan araştırmalarla kanıtlandı.
Örneğin, Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA), sakarin içeren her türlü gıda maddesinin üzerine

"Sağlığa zararlıdır. Hayvanlar üzerinde yapılan testlerde kansere yol açmıştır." ibaresinin konmasını şart koştu.
Aspartam ve sükraloz gibi diğer tatlandırıcılar da yan etkileri nedeniyle uzak durulması gereken gıdalar arasında.
(Editörün notu: Ama maalesef hiç birinin üzerinde böyle bir ibare yok).
Kaynak: International Wellness Directory

Son iki yüzyıldır şeker tüketimi nasıl arttı?
İngiltere'de 1815'de 5 kg cıvarında olan kişi başına yıllık çay şekeri tüketimi,

1970'de 50 kg'ın üzerine çıkmıştır.

1970-2000 yılları arasında ABD vatandaşları önceki yıllara oranla

yılda 100 litre daha fazla şekerli meşrubat tüketmişlerdir.

Türkiye'deki durum da artık çok farklı değildir.
Çocuğu ile büyüğü ile çılgınca şeker ve beyaz un kullanılmaktadır.

Bütün bu bilgiler kanserlerin
niçin arttığını göz önüne açıkça sermektedir.

Aşağıdaki tedbirlerle kanserlerin en az üçte ikisi önlenebilir;
* Un ve şekerden kaçınarak insülin direncini yenin.
* Hiçbir şekilde tatlandırıcı ve tatlandırıcı içeren 'light' hafif yiyecek ve içecek tüketmeyin.
* Katkı maddesi ilave edilmiş, paketlenmiş gıdaları yemeyin. Taş devri diyetini uygulayın.
* Bol taze sebze ve meyve yiyin.
* Yeterli omega-3 alın; ayçiçeği, mısır, soya, pamuk ve margarin gibi yağları diyetinizden çıkartın.

Bunların yerine zeytinyağı ve doğal hayvani yağları (tereyağı, iç yağı ve kuyruk yağı) yiyin.
* Kefir, yoğurt, turşu, sirke, nar ekşisi ve boza gibi probiyotiklerden (faydalı mikroplar) zengin gıdalarla beslenin.
* Özgür dolaşan hayvanların etini ve yumurtasını yiyin.
* Pastörize sütlerden mümkün olduğunca kaçının. Kutu sütü tüketmeyin.

Mümkünse marda (?) sütü kullanın. Süt yerine süt ürünlerini (yoğurt, peynir) tercih edin.
* Günde iki diş sarımsak ve/veya 1 baş kuru soğan tüketin.
* Günde 1-2 tatlı kaşığı zerdeçal tozu tüketin.
* Yeşil ve siyah çay tüketin (şekersiz!!!! ).
* Stresten uzak durun.
* İyi uyuyun.
* Çevresel toksinlerden ve sigaradan uzak durun.
* D vitamini düzeylerinizi yükseltmek için dengeli bir şekilde güneşlenin ya da D vitamini takviyesi alın.
* Yeteri derecede egzersiz yapın!!!!
* Aşırı alkol kullanmayın.
* İşlenmiş soya ürünü yemeyin.
* Yemekleri geleneksel yöntemler (buğulama, buharda pişirme)
ile pişirin. Turbo fırınlar da kullanılabilir.
* Hızlı pişirme yöntemleri (mikrodalga gibi) besin kayıplarına yol açar; ayrıca kanserojen olabilirler !!!!
* Daha çok toprak (güveç), cam ya da kalaylı bakır kapları tercih edin.

Emaye ve çelik tencere daha sonraki tercihlerdir.
* Teflon ve alüminyumu ise kesinlikle kullanmayın.

Prof. Dr. Ahmet AYDIN
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fak.
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD
Metabolizma ve Beslenme Bilim Dalı Başkanı
Saygılar.

Oğuz Karsan Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 15-01-2011, 00:07   #277
Ağaç Dostu
 
Zeytinlibahçe's Avatar
 
Giriş Tarihi: 17-07-2009
Şehir: İzmir Zeytinlibahce/Aliaga
Mesajlar: 809
Mail kutumda sakladığım değerli hocamızla yapılan bir söyleşiyi paylaşmak istiyorum.

PROF. DR. KENAN DEMİRKOL, AKILLI BESLENMENİN MATEMATİĞİNİ ANLATTI "Damar tıkayan kolesterol değil, şeker!"


Gazetelerden kesip buzdolabına astığınız bütün "kibrit kutusu kadar" reçetelerini çöpe atın! Prof.Dr. Kenan Demirkol, A'dan Z'ye akıllı beslenmenin matematiğini anlatıyor... Şeker, vücudumuzu, demir paslanır gibi paslandırıyor, eskitiyor; çocuklarımızın hücrelerini 12 yaşında yaşlandırıyor. Şekeri, gıda sanayiinden söküp atmak zor ama, işe evlerimizin kapısından başlayabiliriz!

Prof. Dr. Kenan Demirkol genel cerrah. Muayenehanesinin kapısında "prof." yazmıyor. "Ben üniversitede hocayım, burada hekim" diyor. Söz bir ara "kronometreli doktorlara" geldiğinde, yani 15 dakika muayene süresini aşınca ikinci vizite ücretini alanlara çok şaşırdı. Çünkü kendisi saat takmıyor, "dalgınlıkla saatime bakar da hastayı tedirgin ederim" diye. Uzmanlık alanı, beslenmeyle yakından ilgili olan sindirim sistemi organları. Ancak Demirkol bir "akıllı beslenme" uzmanı. Bunu bir insanın tüm bedenine ilişkin olduğu kadar, siyasi ve toplumsal boyutlarıyla da ele alıyor. Peki beslenme nedir? İlk aklımıza gelen, şişmanlık-zayıflı k. Özellikle kadınlarda modasına göre sıfır bedenle, 90-60-90 arasında değişen ölçülerde olmak ya da olmamak. Doğru mudur? "Kibrit kutusu kadar" reçetelerini bir yana bırakıp, Demirkol'a: "Neden düşmandır şu ünlü üç beyaz?" diye sorduk. O, şekerle başladı.

"ŞEKER TÜKETİMİYLE HASTALIK ARTIŞ EĞRİSİ PARALEL"

DEMİRKOL- Kısmen ya da tümüyle beslenme alışkanlıkları sonucu oluşan kronik, aslında önlenebilir hastalıklar, çok büyük bir toplum sağlığı sorunu haline gelmiştir. ABD'de 20 yaş üstü erişkinlerin yüzde 65'i ya şişman ya daha da ileri aşamada. 64 milyon insanın koroner kalp hastalığı, 11 milyon insanın şeker hastalığı, 37 milyonun kolesterol yüksekliği vardır. Ülkemizde kalp hastalığı sıklığı bu boyuta henüz gelmemiş gözükse bile, şeker hastası sayısının dört milyon olduğu göz önünde bulundurulursa, yakın zamanda vahim bir tablo ile karşı karşıya kalacağımız açıktır.
Ne zaman ki şeker pancarından şeker üretilmesi Avrupa'da ortaya çıktı, soğuk iklimlerde de şekere dönüşebilecek bir besin maddesi keşfedildi, toplumların şeker tüketimi arttı. Toplumların şeker tüketiminin artış eğrisiyle, hastalıkların artış eğrisi bire bir örtüşüyor. Çünkü; şeker sadece kalorisiyle, şişmanlatıcı etkisiyle zarar vermiyor, doğrudan kimyasal yapısıyla da çok tehlikeli. "Şeker yiyeyim oradan aldığım kaloriyi başka yerden kısarım" demek çok yanlış. İnsan vücudunun şeker almasına gereksinim yoktur.
"12 YAŞINDA YAŞLANDIRIYOR"
- Çocukların enerjiye ihtiyacı var diye belli miktarlarda yemeleri doğru değil mi?
- Asla doğru değil.
- Peki enerji ihtiyacımızı nasıl karşılayacağız?
- Taş devri döneminde insanlar hayvan avlar ve bitki toplar. Şeker sadece meyvede var. Meyve esas olarak bir kültür bitkisi. Doğal ortam sebze ağırlıklıdır. İnsan eli ne kadar fazla değmişse bir gıda maddesine, o oranda olumsuzlaşıyor. O dönemde, insanların kan şekeri 60 dolayındaymış. Bu devirlere geldikçe şekerle tanışıyor ve alışkanlıkları değişiyor. Dolayısıyla ortalama kan şekeri de değişiyor. Şimdi 100'lerdeyiz, 120'de şeker hastalığı. Biliyorsunuz şimdi şeker hastalığı iki türlü. Bir doğumsal genetik özelliklerle alakalı tip 1 diabet. Bir de edimsel tip 2 diabet. Pankreas organının artık yeterince insülin üretememesiyle ortaya çıkar. Yaşlanma süreci olarak kabul edilir. 60'lı yaşlarda görülmesi beklenir. Ama şu anda 12 yaşındaki çocuklarda tip 2 diabet var. Sağlıklı beslenmede şekerin hiç yeri yok. Tamamen bir damak alışkanlığıdır.
"KANSER HÜCRESİ DE ŞEKERLE BESLENİYOR"
- Ama, beyin sadece glikozla beslenmiyor mu?
- Doğru. Ancak, bu glikozu her türlü karbonhidrat içeren bitkiden vücut elde ediyor. Kanser hücresi de şekerle besleniyor. Özellikle kemoterapi gören asla şeker yememeli.
Şeker pancarından veya şeker kamışından elde ettiğimiz şeker 'sakaroz', iki ayrı molekülden oluşan bir birleşik moleküldür. Sakarozu biz yer yemez vücudumuzda glikoz ve fruktoza ayrışır. Glikoz kan şekerimizin de adıdır. Hemen kana karışır ve kan şekerini yükseltir. Vücudumuz şekerin zararlı olduğunu bildiği için korkudan hemen insülin salgılar. Çok fazla miktarda şeker yemişsek, gereğinden fazla insülin salgılanır. İnsülin o şekeri hemen alır vücudun bir enerji açığı varsa kısmen enerjiye dönüştürür. Ama insan vücudu çok tasarruflu bir biyolojik bünye. Çok az enerjiyle çok işler yapabilir. Mutlaka yediğiniz şekerde bir fazlalık olacaktır. Bu fazla şeker, insülin aracılığı ile ya kas ve karaciğerdeki şeker depolarına götürülecek ki, vücudumuzun şeker deposu 120 gram kadardır. Orası da sürekli doludur, hiç boş kalmıyoruz çünkü. İnsülin bu şekeri alacak ve yağa dönüştürecek. Dolayısıyla sizin yediğiniz şeker vücudun değişik bölgelerinde yağlanmalara sebep olacak. İnsülin salgılandığı için bir de tokluk hormonu salgılanır. Hiç olmazsa şekerin glikoz bölümü bir derecede tokluk yarattığı için daha fazla şeker yemenizin de önüne geçmiş olur.
Şekerin ikinci bölümü olan fruktoz; çok az oranda insülin salgılatır. Dolayısıyla sınırsızca yiyebiliriz. Fruktoz günde 15 gram kadar vücudumuzda metabolize edilebiliyor. Değişik kimyasal süreçlerin içine katılabiliyor. Bu da 30 gram şekerdir. Günde bundan fazla yenirse karaciğerde trigliserite dönüşür. Trigliserit kan yağıdır. Bu hem karaciğer yağlanmasına, hem damar sertliğine, hem de vücudumuzun yağlanmasına yol açar. Bugün Amerika'da alkole bağlı sirozdan daha çok, karaciğer yağlanmasına dayalı sirozdan karaciğer nakli gereksinimi duyuluyor.
"MEYVE YİYORSAN, ŞEKER YEME"
- Yiyeceklere ve içeceklere bunu tercüme edersek.
- Bir kutu meşrubatta 35 gram; 200 gram meyvede 30 gram şeker vardır. İnsanoğlunun 200 gram meyve dışında hiç şeker yememesi gerekir. Diyelim ki çok aşerdiniz, 2 parça çikolata yediniz, o gün meyve yemeyin. Bir matematik yapmak zorundayız. Elbette, meyveden elde etmiş olduğumuz bir takım vitamin ve antioksidanları da feda etmiş oluyoruz.
- Meyvelerin şeker oranları farklı değil mi?
- İncir ve muz en çok şeker içerenler. Ama onun dışındaki meyveler aşağı yukarı aynı.
- Okuyucularımız söyleşimizden sonra bir reçete çıkartabilirler mi? Bunu yemeyeceğim, şunu yemeliyim diyebilir mi? Bu sistemin içindeyken, nasıl başaracaklar bunu?
"HAYVANLARA YAPTIĞIMIZ…"
- Ben kendim yapmadığım şeyleri topluma anlatamam. Ben böyle ve de çok keyifli yaşıyorum. Sunulanlar içinde sağlıklı beslenmeyi bir şekilde yapmak mümkün.
- Aslında hayvanlar yapabildiklerine göre.
- Hayvanlar yapamıyor bu işi, Çünkü; hayvanları biz besliyoruz. Tıkıyoruz ahırlara "şunu yiyeceksin" diye hayvanlara hayvanlık yapıyoruz.
- Oysa tavuklar bütün gün eşelenir durur, ihtiyacı olanı seçer yerdi. Filler örneğin hastalandığı zaman belli ağacın yapraklarını gider yermiş ilaç niyetine.
- Evet bu tüm hayvan aleminde var. Kaliforniya Valisi bütün o rambo görüntüsüyle Amerika'da en aklı başında valilerden biri oldu. İki büyük atılımı oldu. Bir tanesi; okullarda meşrubat satışını yasakladı. İki; patates cipsinin üzerinde, "öldürücüdür" yazısı konuyor.
AMERİKA'NIN MISIRINI TÜKETECEĞİZ DİYE…
- Cips deyince öteki düşmana mı geçiyoruz?
- Yok, bir konu daha var. Son yıllarda yeni akım mısırdan şeker elde etmek. 1920'li yıllarda Amerikan başkanı "benim köylüm mısırdan kalkınacak" fetvasında bulundu. Gerçekten de çok büyük teşvikler verildi. Göz alabildiğince mısır ekildi. Dünya mısır ekiminin yüzde 40'ı Amerika'dadır. Bunu sadece hayvan yemi yaparak ya da başka yollarda tüketemeyince değerlendirme yolları arandı. Japonlar mısırdan şeker elde etmeyi keşfetti. Amerika hemen balıklama atladı bu yöntemin üzerine. Artık şeker endüstriyel. Sıvı olduğu için paketlenip satılamaz. Ama her türlü dondurma, meşrubat, şerbette kullanılıyor. Bakıyorsunuz şimdi baklavacı artık şerbetini kendisi yapıp dökmüyor. Kartal'dan fabrikadan hazır fruktoz şerbeti geliyor.
KOLESTEROL DÜŞMANLIĞI
- Ama bunun daha sağlıklı olduğu yazılıp çiziliyor.
- Maalesef. Şimdi bilgi çağındayız ya! Bence bilgiye ulaşmanın en zor olduğu çağdayız. Çünkü, ekonomik kazanç kaygısı her türlü bilginin üzerine binmiş durumda. O kadar büyük bir rant var ki, gerçeğe ulaşmanın en zor olduğu dönemi yaşıyoruz.
Biraz önce dediğimiz gibi 15 gramdan fazla fruktoz yağa dönüşüyor ve bizi hasta ediyor. Nasıl demir paslanınca eskir, bu paslanmanın bilimsel adı oksitlenmedir. Vücudumuzdaki hücreler de oksitlenir ve yaşlanır. Birtakım gıdalarla oksitleyici, bir de bunu engelleyici maddeler alırız. Örneğin, üzüm çekirdeği. Gerçekten bu sistem bizim organizmamızın yaşlanmasını belirleyen, hastalanmasını , kanser gelişimini belirleyen ana faktör. Bakın bir kolesterol furyası aldı gidiyor. Kolesterol anne sütünde, yeni bir hayatın doğması için ana nesne olan yumurtada bolca var. Demek ki insan hayatının gelişme döneminde inanılmaz gereksinim var. Bakıyorsunuz kolesterol düşmanlığı sarmış ortalığı.
"KOLESTEROL MASUM, BİZ SUÇLUYUZ"
- Kolesterolün ölçüsü de zaman zaman değişiyor. Bunun modası olur mu?
- Bakıyorsunuz LDL 130'a kadar normalde. Üç sene sonra 100, şimdi de 60 olsun diyorlar. Yakında sıfıra indirecekler. Aslında, kolesterol masum. Bizler suçluyuz. Fruktozu yani tatlı şekeri yiyerek oluşturduğumuz trigliseritler, kolesterolün oksitlenmesine sebep oluyor . Yağsız kuzu şiş yediğinizi varsayalım, yanında da meyve suyu içiyorsunuz. Sadece kuzu şişi yeseniz bir zararı yok, ama kırmızı etten aldığınız kolesterolü, meşrubattan aldığınız şeker trigliserite dönerek oksitlediğiniz için damar sertliği oluşuyor. Biz insanlara "kardeşim kolesterol zararlı değil. Ama oksitlenmesine izin verme" diyeceğimize, ilaç firmaları kolesterolü düşürecek ilaç keşfediyor. Biz masum olanı indiriyoruz. Eğer oksitleyici maddeleri düşüremiyorsak, oksitlenen maddeleri azaltalım. Ama esas insan mantığı ne diyor? Oksitleyen maddeleri azalt.
Yine oksitleyici bir madde, damar sertliği yapan doymuş yağ asidi. Bu madde yapay beslenen hayvanların sütünde var, depo yağlarında var. Ama bizim ineğimiz merada otlasa, doğru beslense doymuş yağ asidi sütte ve hayvansal yağda sıfır olacak. Dolayısıyla kolesterol oksitlenmemiş olacak.
ANTEP YUVALAMASININ FAYDALARI
- Peki bu mümkün mü? Merada otlayan inek, otlayacak da, süt yapacak da kaç kişiyi besleyecek? Fiyatı yükseltmez mi tüm bunlar?
- Çok güzel bir noktaya değindiniz. Yıllardır hep böyle aldatılıyoruz. "Dünya nüfusu aç. Dünyayı besleyebilmemiz için yapay gübreye, yapay yeme ihtiyacımız var." Hayvansal proteini, tek kaynak olarak görürseniz haklısınız. Ama insan ekmek yerken bile protein almış oluyor. Hububat, baklagillerde bile protein var. Şimdi doktorlar bunu okur okumaz itiraz ederler. Derler ki "Esansiyel amino asitler vardır". Yani hayvansal gıdada var olan, vücudun üretemediği mutlaka dışardan alınması gereken bazı protein yapı taşları, amino asitler vardır. Örneğin; mercimekli bulgur pilavı yaptığınızda bulgurda eksik olanı mercimekten, mercimekte eksik olanı bulgurdan alıyorsunuz. Anakız diye bir yemek varmış, ben de yeni gördüm, bulgurdan yapılan küçük köftecikler nohutla birlikte pişiriliyor.
- Antep yöresinin yuvalaması gibi..
- Bir baklagil ve bir hububat. Birbirinin eksiklerini tamamlıyorlar. Tam ete eşdeğer protein almış oluyorsunuz. Makro nutrientler yağ, protein ve karbonhidrattı r. Mikro nutrientler ise vitaminler, mineraller, enzimlerdir. Bizim süte kalsiyum açısından ihtiyacımız var. Eğer merada otlayan bir hayvanın sütüyse içinde bulunan omega-3'e ihtiyacımız var. Türkiye'de biliyorsunuz gençlerde inanılmaz bir demir eksikliği var. Kırmızı et doğadaki en önemli demir kaynağıdır. Bitkiden demir çok daha az özümsenebilmektedir. Dana eti bir demir kaynağıdır, protein kaynağı değildir. Ben proteinimi bulgurdan, baklagilden alıyorum zaten. Ama yapay yem üreticileri "biz dünyayı nasıl doyuracağız" yalanıyla kandırarak hayvancılığı katlettiler. Hayvanları meralardan ahırlara çektiler ve bugün her ahır hayvanı şeker hastası. Çünkü neyle besleniyor, pancar küspesiyle, yapay protein yemleriyle, patatesle ve mısırla besleniyor. Hızla kan şekerini yükselten, hayvanın yağlanmasına yol açan ve hayvanın şeker hastası olmasına yol açan bir beslenme şekli.
İNEK NE YEMELİ
Doğal beslenen ineğin sütünde omega-3 vardır, yapay beslenende hiç yoktur . Doğal beslenen ineğin sütünde damar sertliği yapıcı doymuş yağ asidi yoktur, yapayda vardır. Bu asitler fruktoz gibi kolesterolün oksitlenmesine yol açar. Doğal beslenen ineğin sütünde dünyanın bugüne kadar bildiği en büyük antioksidan olan alfaminolimik asit vardır. Bu maddeyi tüketen kadınlarda meme kanseri yüzde 40 daha az görülmektedir. Yapay beslenen ineğin sütünde bu hiç yoktur. Yine merada beslenen ineğin sütünde insüline benzer büyüme hormonu vardır. Bu gençlik aşısıdır, bütün hücrelerin kendisini yenilemesini sağlayan maddedir. Duymuşsunuzdur kırsal alanda 100 yaşını aşmış bazı insanlarda ikinci kalıcı dişler düşer ve onun yerine üçüncü dişler çıkar. İşte bu doğal sütün eseridir. Doğal sütün maliyetinin çok pahalı olduğu söylenir ama batıda ekolojik hayvancılığın sonucu elde edilen süt ile konvansiyonel üretilen sütün maliyeti arasındaki fark yüzde 10-15'i geçmiyor.
Ne Türkiye yasalarında ekolojik hayvancılıkla barışığım, ne de AB'dekiyle. Ekolojik hayvancılık denince akla "ekolojik tarım sonucu elde edilmiş ürünlerle hayvanın beslenmesi" geliyor. Affedersiniz ama 2000 yıl önce hayvan nerden patatesi buldu da yedi, ya da pancarı. İneğin normal beslenmesinde pancarın, mısırın ve patatesin yeri var mı? Yok.
- Demek Amerika'dakilerin varmış.
Orada da yok. İster ekolojik tarımla, ister normal tarımla elde edilmiş olsun hayvana pancar verilmesi yanlış. Zaten hayvanın sütünün kötü olmasının sebebi hayvanın, karbonhidratı zengin, onu yağlandıran tarzda, mısırla beslenmiş olması. O yüzden ekolojik hayvancılık dediğimizde yasalarımızın buna göre organize olması gerekiyor. Tanımlamamız gereken, türe özgü beslenme. Bir inek nasıl beslenir doğada? Öyle beslersek ineğin sağlıklı olmasını sağlarız. Dolayısıyla verdiği ürünün de insanlara sağlıklı olmasını sağlarız. Bütün doğada kendiliğinden yetişen yeşillikler omega-3 ağırlıklı yağ içerir. İnsanların eliyle ekilenler omega-6 içerir.
HAMSİYİ HANGİ YAĞDA KIZARTACAĞIZ
- Ne fark var arasında?
-. İnsan vücudunun her hücresinde hücre zarı vardır. Bu hücre zarı lipo protein katmanla sarılı. Yani bir yağ bir de protein. Bu hücre zarındaki yağ ana madde olarak omega-3'tür. Tek tük omega-6 da içerir. Biz yeşillikten uzaklaştıkça ve hayvanımızı da yeşillikten uzaklaştırdıkça elimizde tek bir omega-3 kaynağı kaldı. O da doğal deniz balığı; kültür balığı değil. Halbuki insanın her gün 1 gram omega-3 alması gerekiyor. Omega-6 yağ asitleri ile omega-3 yağ asitleri vücudumuzda aynı enzimlerle metabolize edilir. Biz ayçiçeği yağı, soya yağı gibi yağlarla beslenip çok omega-6 aldığımız için artık omega-3'e enzim kalmıyor. Diyelim ki hamsiyi ayçiçeği yağında kızarttık, o hamsiden artık bize fayda gelmiyor.
Bütün yağlar, yağ asitlerinin karışımıdır. Onlar da 3'e ayrılır. Doymuş yağ asitleri, tekli doymamış yağ asitleri, çoklu doymamış yağ asitleri. Çoklu doymamış yağ asitleri ikiye bölünür, onlar da omega-3 ve omega-6'dır. Bundan 40-45 yıl öncesi omega-6 kolesterolü düşürüyor diye tüm topluma söyledik. Ayçiçeği ve mısırözü yağlarını tükettirdik. Fakat sonra anladık ki bu yağlar iyi kolesterolü de, kötü kolesterolü düşürdüğü oranda düşürüyor. Bizim kolesterol açısından sağlıklı olmamızdaki unsur iyi ve kötü arasındaki dengedir. İkisini birden düşürürse denge bozulmamış olduğundan herhangi bir iyilik elde etmiş olmuyoruz.
DEPRESYONUN ÇARESİ
- İkisi arasında denge mi, fark mı önemli?
- Oran önemli. Omega-6'yı o kadar fazla alıyoruz ki, almış olduğumuz azıcık omega-3'ü de değerlendirmeden vücuttan hemen atıyoruz. Omega-3 olmayınca hücre duvarına veremiyorsunuz. Hücre duvarı da omega-3'ten oluşuyor. Vücut da asıl malzemeyi bulamadığı zaman gecekondu yapar gibi ne bulursa onla hücreyi onarıyor. Omega-3 yerine, omega-6 yağ asidi olan araşidonik asidi kullanıyor. Ama bu asit bütün stres komalarının hammaddesi. Gecekondunuzu el bombasıyla örmüş oldunuz. Dışardan biri taş atsa havaya uçacak.
- Ama o zaman da ben size stres ilaçları satacağım.
- Tabii. Omega-3'ten zengin beslenen toplumlarda depresyon çok az oranda görülüyor. Zihinsel performans artıyor. Beynimizdeki toplam yağ asidinin yarısı omega-3 olmak zorunda. Ama biz vücudumuza bunu sunamıyoruz.
ÇAY VE ZEKA
- Beslenmeyle doğrudan ilişkili öyle mi?
- Aynı şey mesela demir için de geçerli. Zamanında Türkiye'nin yarısı aptaldır lafı çok tepki yarattı. Bunu bu şekilde ifade etmek hoş olmadı, ama Türkiye'nin yarısında demir eksikliği, kansızlığı var. Demir eksikliği zihinsel eksiklik yaratır. Sonuçta demir üstünden düşünürsek Aziz Nesin haklıydı.
Türkiye'de çay tüketiminin de buna katkısı var. Demirin emilimini olumsuz yönde etkiliyor. Ama diğer taraftan çay iyi bir anti oksidan.
- Yemekten hemen sonra çay içme adetimiz var. Doğru mu?
- Şekerle içmediğiniz takdirde hiçbir zararı yok. Yemekten hemen sonra çay içilebilir.
- Demirin emilimini engellediği için iki saat sonra içmek gerektiği söyleniyor.
"ÇAYI ŞEKERSİZ İÇİN!"
- Üç saat. Ben tekrar omega-3'e dönmek istiyorum. Çünkü hayati bir olay. Omega-3'ün eksikliği insanları şeker hastalığına itiyor. Damarların sertleşmesine yol açıyor. Pıhtılaşabilirlik oranın artmasına, dolayısıyla kalp damarının veya beyin damarının pıhtıyla tıkanıp "inme" veya "enfarktüs" olmasına yol açıyor. Bir yandan omega-3 kaynaklarımız çok azaldı Toplum olarak zaten balığı çok az tüketiyoruz. Omega-6'yı çok tükettiğimiz için omega-3'ün yolunu kesiyoruz. Artık kesin olarak biliyoruz ki, ayçiçeği ve soya yağı kansere sebep olabiliyor. Akciğer kanseri, meme kanseri, kalın bağırsak kanseri, şeker hastalığının oluşumunu kolaylaştırıyor.
- Ayçiçeği de bir bitki. Neden zararlı? Kimyasal yapısından dolayı mı, üretim hatasından mı?
- Kimyasal yapısından. Kültür bitkisidir. Omega-6 yağ asidi içerdiği için. Mesela zeytinyağı omega-9 yağıdır. Tekli doymamış yağdır ve omega-3 ün emilimine hiçbir zararı yoktur. Ayrıca ayçiçeği yağının bir olumsuzluğu daha var. Pişirme esnasında maruz kaldığı ısıdan sonra birtakım yapay yağ asitlerine dönüşüyor. Biz bunlara trans yağ asitleri diyoruz. Bu yağ asitleri de yine kolesterolu oksitleyerek damar sertliği yapıyor. Diğer taraftan trans yağ asidi beyindeki sinir kılıflarına girerek beyindeki iletiyi bozuyor ve parkinson, alzheimer gibi hastalıklara sebep oluyor.
"ANNEMİN YEMEKLERİ BAŞKAYDI"
- Acaba "tadı güzel" dediklerimiz bize dışardan dayatılan bir kavram mı? Güzel nedir?
- Eşinizle ilk evlendiğinizde yemek yaptığınız zaman size itiraz etmedi mi, "benim annem böyle yapıyor" diye?
- Ben güzel yemek yaparım.
- Ona rağmen itiraz etti. İnsan çocukluğundan alıştığı damak tadını arıyor. Belki dünyanın en kötü aşçısı annesi, ama insan neye alıştıysa onu arıyor.
- Eski çağlardan bu yana insana dair güzel-çirkin kavramı bile ne kadar çok değişmiş. Biz ona böyle bir değer yüklediğimiz için güzel oluyor. Toplumda da dayatılan değerler var . Kola ya da hamburger için "bak bu güzeldir" deniyor çocuklara.
- Ben o yüzden üniversitelerde konferans vermeyi tercih ediyorum. Çünkü; onlar yakın zamanda anne baba adaylarıdır.
SPOTLAR(ÖNEMLİ BİLGİLER)
"Bir kutu meşrubatta 35 gram; 200 gram meyvede 30 gram şeker vardır. İnsanoğlunun 200 gram meyve dışında hiç şeker yememesi gerekir. Diyelim ki çok aşerdiniz, 2 parça çikolata yediniz, o gün meyve yemeyin. Bir matematik yapmak zorundayız. Elbette, meyveden elde etmiş olduğumuz birtakım vitamin ve antioksidanları da feda etmiş oluyoruz."
"Türkiye'de gençlerde inanılmaz bir demir eksikliği var. Kırmızı et doğadaki en önemli demir kaynağıdır. Bitkiden demir çok daha az özümsenebilmektedir. Dana eti bir demir kaynağıdır, protein kaynağı değildir. Ben proteinimi bulgurdan, baklagilden alıyorum zaten."
"Yapay yem üreticileri 'biz dünyayı nasıl doyuracağız' yalanıyla, hayvanları meralardan ahırlara çektiler ve bugün her ahır hayvanı şeker hastası. Çünkü, pancar küspesiyle, yapay protein yemleriyle, patatesle ve mısırla besleniyor.
Doğal beslenen ineğin sütünde omega-3 vardır, yapay beslenende hiç yoktur. Doğal beslenen ineğin sütünde damar sertliği yapıcı donmuş yağ asidi yoktur, yapayda vardır. Bu asitler fruktoz gibi kolesterolün asitlenmesine yol açar.
Doğal beslenen ineğin sütünde dünyanın bugüne kadar bildiği en büyük antioksidan olan alfaminolimik asit vardır. Bu maddeyi tüketen kadınlarda meme kanseri yüzde 40 daha az görülmektedir. Yapay beslenen ineğin sütünde bu hiç yoktur.
Duymuşsunuzdur kırsal alanda 100 yaşını aşmış bazı insanlarda ikinci kalıcı dişler düşer ve onun yerine üçüncü dişler çıkar. İşte bu doğal sütün eseridir. Doğal sütün maliyetinin çok pahalı olduğu söylenir ama aradaki fark yüzde 10-15'i geçmiyor.
Elimizde tek bir omega-3 kaynağı kaldı. O da doğal deniz balığı; kültür balığı değil. Halbuki insan her gün 1gram omega-3 alması gerekiyor. Diyelim ki hamsiyi ayçiçek yağında kızarttık, o hamsiden artık bize fayda gelmiyor.
Zeytinyağı omega-9 yağıdır. Tekli doymamış yağdır ve omega-3 ün emilimine hiçbir zararı yoktur. Ayrıca ayçiçeği yağının bir olumsuzluğu daha var. Pişirme esnasında maruz kaldığı ısıdan sonra birtakım yapay yağ asitlerine dönüşüyor.


Düzenleyen Zeytinlibahçe : 15-01-2011 saat 08:52 Neden: düzeltme
Zeytinlibahçe Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 16-01-2011, 19:22   #278
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 26-10-2009
Şehir: Bandırma
Mesajlar: 934
Sn. Zeytinlibahçe, Elinizdeki bilgileri bizimle paylaştığınız için teşekkür ederiz. Anlıyoruz ki bitkilere gösterdiğimiz özeni kendimize de göstermeliyiz. ) Selamlar

amatör hobici Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 22-02-2011, 11:54   #279
Ağaç Dostu
 
omer.tuncer's Avatar
 
Giriş Tarihi: 23-03-2008
Şehir: Ankara.bergama,dikili
Mesajlar: 302
22 subat 2011 günü vatan gazetesinde bir haber var. kök hücre ve hijyen le ilgili.
http://haber.gazetevatan.com/6-ay-om...60937/7/Manset

galiba bayan kanser derneğininde başkanı imiş. haber inşallah şişirme reklam amaçlı değildir.

omer.tuncer Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 08-12-2011, 22:46   #280
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 13-04-2006
Şehir: Ankara
Mesajlar: 9,099
Galeri: 25
Dünya genelinde şimdiye kadar 85.000 değişik cins sentetik madde üretilmiş ve yine her yıl 1.000 adedin üstünde yeni sentetik madde de mevcutlara ilave oluyor.

Bu maddelerin çoğu zararlı olup başta kanser ve nöropsikiatrik hastalıklar olmak üzere birçok hastalıklara neden olmaktadır. Bültenimizin bu sayısında

Kimya Mühendisi Mennan Aysan Kuzanlı konu ile ilgili görüşlerine yer vereceğiz.

Bu yazı yazarın ‘Kansere Çare Var’ çok yazarlı kitabının içindeki yazısından özetlenerek. alınmıştır. Hayy Kitap’tan çıkan bu kitabın yazarları arasında editörümüz Prof. Dr. Ahmet Aydın da bulunmaktadır.

Zehirli Kimyasalları Vücudunuza Almayın!
Sanırım başınızdan bir prostat kanseri geçti. Hikâyenizi dinleyebilir miyiz?

Yaşanmış hikâyeler her zaman bir derstir. Anlatacağım hikâyeden de dinleyen ve anlayanlar ders çıkarabilir. Ben 40 yaşıma kadar gerekli olan hiçbir ‘check up’ testine gitmedim. Keşke gitseydim, çünkü gecikmeli de olsa her yıl rutine koymaya muvaffak olduğum yıllık testlerin birinde genç doktorum, biz erkeklerin nefret ettiği işlemlerden sonra prostatımda anomali tespit etti. Bulduğu anomaliyi kontrol ettirmem için bir ürolog meslektaşına gitmemi söyledi.

Sonraki süreç o zamana kadar yaşamadığım bambaşka bir duygu atmosferi içinde süratle geçti. Çeşitli muayeneler, testler vesaireler sonucunda sevgili doktor arkadaşlar prostat kanseri olduğumu lisanı münasiple bildirdiler. Söylemeliyim ki, bana en kötü haberi veren de, anlattıkları vakalarla yaşama ümidimi canlı tutan da onlar oldu.

Sanırım yapamadığımız şeylerden birisi kendimizle hesaplaşmak... Bunun için kısa da olsa insanın tüm gailelerden uzaklaşması gerekiyor. İşte ben bu fırsatı kendime tanımayı ve aklımdan hiç çıkmayan (sanırım herkese oluyor) “NEDEN BEN?” sorusunun cevabını bulabilmek için kendimle hesaplaşmayı denedim.

Geriye, ta çocukluğumdan başlayarak nelerin yanlış olduğuna baktım.

Gördüm ki yanlışlar, doğrulardan daha fazla (tabii bugünkü görüş ve tecrübelerime göre). Şimdi beni ilgilendiren bu yanlışların bazı detaylarını sizinle paylaşmak istiyorum.

Çocukluğum ve bir bölüm gençliğim gayet güzel geçti, sıkıntısız, az stresli bir ailem vardı. Yoğun egzoz gazlarından uzak, açık ve temiz havada oynadım, spor yaptım. Fast food yiyecekler yoktu, dışarıda yemek yemezdik, giysilerimizde sentetik maddeler yoktu ve genelde pamuk ve yündü. Arada bir atılan ve havalandırılan yatak ve yorganlarımız da pamuklu veya yünlü idi.

Plastikler henüz çok azdı ve evde gerek yemek gerek muhafaza kapları kalaylı kaplardı, hatta babamın su tası gümüş idi, telli telefon, buzdolabı (daha sonra) ve telli radyo dışında elektrikli cihaz kullanmadık. Hafta sonrası dinlenmek için pikniğe gidilir ve açık havada vakit geçirilirdi, manavdan babamın aldığı meyve ve sebzeleri annem maharetli elleri ile bizim için hazırlardı.

Televizyon çok sonra geldi, bugün insanların şehirden kaçarak yaşamak istedikleri yaşamın çok daha doğalını Ankara da şehrin göbeğinde yaşıyorduk. Daha sonra İstanbul’da üniversite yılları başladı, süreç gene sağlıklı ve oldukça iyi idi. İşte bu noktada aşırı spor yapmama rağmen nikotin içeren sigara denilen musibetle tanıştım ve bu kötü beraberlik 40-45 yıl sürdü.

İTÜ’de Kimya Mühendisliği’nde okuyordum, sanayi tesislerinde mecburi stajlar yapıyor ve kimyasallarla tanışıyordum ve tabii zehirlenmeye de başlamıştım. Bir stajımı Almanya’nın en büyük kimya tesisinin boyar maddeler üreten bölümünde yaptım, son derece zehirli ve kanserojen olan bu kimyasallar tabii benimle birlikte çalışan Alman arkadaşları da etkilemiştir. Daha sonra profesyonel olarak Türkiye’nin önemli kimya kuruluşlarında üretim kademelerinde yer aldım.

Bunlardan en önemlisi Almanya’da çalıştığım fabrikanın Türkiye’de bulunan ve tarım ilaçları üreten iştirakiydi. Burada 5-6 yıl süreyle yoğun şekilde böcek ve mantar ilaçlarının en güçlülerine yoğun şekilde ve önlemsiz olarak maruz kaldım.

Şimdi düşünüyorum da acaba orada benden daha yoğun olarak kimyasallar ile çalışan işçi arkadaşlar nasıllar? Ne haldeler? Sonrasında zehirli kimyasallarla birliktelik 10-15 yıl daha devam etti. Çalıştığım yerlerden birisi de ham deri işleme tesisi idi, orada beraber yaşadığımız çok zehirli kimyasalları da burada yâd etmeden geçemeyeceğim.

Sizin anlayacağınız hikâye uzun ama özel hayatımı da daha fazla deşifre etmeyeyim. Sizi, kitabın bana ayrılan bölümünde kaleme aldığım bu kimyasallar ile ilgili riskleri okumaya davet ediyorum.

Sonuçta yetenekli ve konusunda uzman doktor arkadaşlarımın yardımıyla bu prostat kanseri belasından başarılı bir operasyonla kurtuldum, tetkikler herhangi bir sıçrama olmadığını gösterdi, düzenli olarak yaptırdığım testlerde de Allah’a çok şükür bir sorun yok.

Söylemek ve vermek istediğim mesaj şu: Bakınız ben bir doktor babanın oğluyum, birinci derece akrabalarım arasında en az 4 doktor var ve hemen herkes yüksek tahsilli, çevrem her meslekten başarılı olmuş insanlarla dolu, ülkemizin nadide eğitim kurumlarında eğitim aldım, çok önemli firmalarda üst düzey görevler aldım. Buna rağmen prostat kanseri hastalığına yakalandığımı öğrenene kadar kimyasalların neler yapabileceklerine karşın aklı başında hiçbir tedbir almayı denemedim bile.

Peki, sormazlar mı adama neden diye? Sorarlar tabii, işte cevabım:

Eğitim ailede anne babadan başlamalı, ilkokuldan itibaren üniversiteyi bitirene kadar zorunlu ders olarak okutulmalı ve insanlar Allah’ın mukaddes olarak bizlere emanet ettiği canı korumayı, sağlıklı yaşamayı öğrenmeli ve uygulamalı.

Bu şekilde yetişen nesiller gerek ürettikleri işlerde gerek kişisel yaşamlarında, gerekse çevre konusunda bilinçlenerek tüm memleketimiz ve dünyaya yararlı olma fırsatına erişeceklerdir.

Hocam aslında en güzel cevabı da yazdığınız Nasıl Zehirleniyoruz, Nasıl Korunuruz? kitabıyla verdiniz. Bu kitapta verdiğiniz bilgiler hayati önem taşıyor. Kimyasal maddeler hem endüstrinin ve ekonominin can damarı hem de insanoğlunun baş düşmanı. Bu nasıl bir çelişki? İnsanlar göz göre göre, kendi kendini mi zehirliyor?

Allah’ın yarattığı vücudumuz, insanlar tarafından üretilmiş kimyasal maddelere direnç gösterecek şekilde tasarlanmamış ve yaratılmamıştır. Bu sebepten, kullanmak veya tüketmekte olduğumuz doğal olmayan ve insan yapımı her tür maddeye karşı dikkatli olmalıyız.

Kimyasal maddeler, çok geniş bir yelpazede yüz binlerce maddeyi içeriyor ve insan vücudundaki birikimleri de isimlerini sayamayacağımız kadar çok hastalık ve soruna neden oluyor. Biz burada sadece ‘kanser’ oluşumuna sebep olanları incelemeye gayret edeceğiz.

Dünya genelinde şimdiye kadar 85.000 değişik cins sentetik madde üretilmiş ve yine her yıl 1.000 adedin üstünde yeni sentetik madde de mevcutlara ilave oluyor. İnsanların icadı olan bu kimyasal ürünlerin bir kısmı güvenli olmakla beraber, büyük bir kısmı güvenlik testleri yapılmadan pazara veriliyor.

İstatistiklere göre, sadece ABD’de 2001 yılında 400 milyon ton kimyasal üretilmiştir. Diğer taraftan EPA (Envorimental Protection Agency), 50.000 değişik kimyasalın %82’sinin insan sağlığı için toksik ve bunlardan bazılarının da kanserojen olabileceğini açıklamıştır.

ABD Ulusal Araştırma Birliği de, ülkede kullanılan böcek ilaçlarının (pestisit) sadece %10’unun insan sağlığına zararlı olup olmadığı konusunda testlere tabi tutulduğunu, bu oranın medikal ilaçlarda da sadece %18 olduğunu bildirmiştir. ABD’de durum bu ise daha az gelişmiş ülkelerdeki durumun ne olabileceğini tahmin etmek pek istemiyorum.

Çeşitli yollardan vücudumuza aldığımız kimyasallar genellikle uzun vadede etki gösteriyor, ancak bu süreçte hangi hasarlara sebep olabileceği bilim adamlarınca da günümüzde yeteri kadar bilinmiyor.

Bu bağlamda suyun, havanın, gıda maddelerinin, temizlik ve kozmetik ürünlerinin, hatta giydiğimiz kıyafetlerin içinde bulunabilecek toksik (sentetik) kimyasallar ile vücudumuzdaki (doğal) kimyasalların birleşmesinin ne gibi olayları tetikleneceğini henüz net bir şekilde bilemiyoruz.

Sık sık hastalanıyorsanız, dikkat edin eviniz yoğun biçimde toksiktir! Aynı şekilde sıklıkla aşırı stres problemi yaşıyorsanız, sizin toksik olma durumunuz yüksek safhadadır.

Bazı kişiler daha dayanıklı olabilirler yani biraz daha uzun süre dayanabilirler, ancak sonuçta toksik kimyasallar aksatmadan görevini yapacak ve bundan evvel başkaları tarafından defalarca tekrarlanmış olan “Ahh, keşke bilseydim bu hatayı yapmazdım” lafını bir kez de siz tekrar etmiş olacaksınız.

“Bana bir şey olmaz”, “Bir şey değil, şimdi geçer”, “Hasta değilim ki, neden endişeleneyim?” laflarını sık sık duyarız. Ne kadar genç, sağlıklı, sportif, kötü alışkanlıklardan uzak olursanız olun, yapılacak en iyi şey yapay ve kimyasal içerikli ürünlerden uzak durmaktır.

Peki, özellikle kanserden korunmak için uzak durmamız gereken kimyasallar ve bunları içeren ürünler hangileri?

Uluslararası Çevre Çalışma Grubu’nun (Enviromental Working Group of Commonwealth) bir çalışmasında insan vücudunda aşağıda yer alan maddeleri de kapsayan 167 değişik kimyasal toksik maddeye rastlanmıştır. Bunlardan 76’sı kanserojen, 94’ü beyin ve sinir sistemi için toksik, 79’u da sakat doğum ve anormal gelişime sebep olacak nitelikte kimyasal toksik maddelerdir.



Vücudumuzda biriken bazı kimyasal toksik maddeleri şöyle sıralayabiliriz:
Dioksin’ler ve furan bileşikleri: PVC üretiminde kullanılan, endüstriyel beyazlatma yan ürünleri olup, insan vücudunda endokrin sistemin hasarına ve kansere neden olabilir.

Fitalat: Kozmetik ve kişisel bakım ürünlerinde bulunabilen plastizer maddeler olup, prematüre bebek oluşumuna ve kadın üreme organlarında sorunlara sebep olabilir.

Uçucu organik kimyasallar: Ksilol ve etil benzen içeren benzin ve endüstriyel çözücüler olup, sinir sistemi için toksik etkileri vardır ve kanserojendirler.

Ağır metaller: Boyalardaki kurşun, konserve kutularındaki cıva, kirlenmiş sulardaki arsenik, boyalı pişirme kaplarındaki kadmiyum gibi maddeler olup, hafıza kaybı, gelişme gecikmesi, hareket gecikmesi ve kansere sebep olabilirler.

PCB’ler: Endüstriyel yalıtım ve yağlayıcı maddeleri olup, kanser ve sinir sistemi hastalıklarına neden olabilirler.

Organik fosfat esaslı ve klor içeren böcek ilaçları: Artıkları gıda maddeleri üzerinde bulunurlar. Toksik olup, sinir sistemini etkilerler ve bazıları kanserojendirler.

Halojen bileşikleri: Bu grubun kimyasalları, flor, klor, iyot ve brom ile bunlardan üreyen kompleks yapıya sahip bileşiklerdir. Benzin, diş macunu, boya, dezenfektan ve temizlik ürünleri, böcek ilaçları, su dezenfekte ediciler (klor) ve hastalıkları tedavide kullanılan ilaçlar (ilaçların bazılarında klor vardır) halojen içeren ürünlerdir. Halojenler nedeniyle kansızlık, hormonal hasar, beyin hasarı, enerji düşüklüğü, hiperaktivite, şişmanlama veya zayıflama, kalp aritmisi, bağışıklık sistemi zayıflığı ve kanser gibi sağlık problemleri ortaya çıkabilir.

Plastik grubu: Bu grupta en zararlı olanı PVC’dir. Çevreye dioksin yayabilir. Dioksin, meme, prostat ve bağışıklık sistemi kanserleri, hormonal dengesizlik, kalple ilgili sorunlar ve obezite gibi hastalıkların sebeplerinden kabul edilmektedir.

Plastik grubunda yer alan, dioksin ve diğer plastik yapıcı maddeleri içerebilen, günlük kullanım sonucunda kimyasal etkilerine maruz kaldığımız ürünler şunlardır:

Su boruları
Plastik şişeler
Sentetik lastik ve plastikten mamul ürünler
Suni deri
Su ve yağ esaslı boyalar
Karton kaplamaları
Su geçirmez kaplamalar
Makine halısı sırtı
Yapıştırıcılar ve zamklar
Deterjanlar
Petrolden üretilen temizlik maddeleri
Sanayi temizlik maddeleri
Ev haşere ilaçları
Haşere kovucu ilaçlar
Parfüm, şampuan, saç ürünleri, tırnak cilaları vb kozmetik ürünler
Metal ve alüminyum kutu kaplamaları
Plastik kap içinde veya plastik örtü ile örtülmüş gıda maddeleri
ABD Çevre Koruma Ajansı’nın (EPA) araştırmasında 100 kişilik insan grubunun vücutlarında bulunan bir bölümü kanserojen olan toksik maddelerin oranı Tablo-1’deki gibidir.

Saydığınız bu ürünler, neredeyse hepimizi kendilerine tutsak etmiş! Yani farkında olmadan hayatımızın vazgeçilmezi olmuşlar. Bu durumda bu kimyasallara karşı acil önlem paketi olarak ne önerirsiniz?

Her şeye rağmen kötümser gibi görünen bu manzaradan çıkış zor değildir. Toplum bilincini oluşturarak, yeterli derecede bilgilenerek, kullandığımızı, giydiğimizi, yediğimizi, içtiğimizi bilinçli seçerek, biraz dikkat ve sabır göstererek bunu başarabiliriz. Kimyasalların vereceği zararlara veya risklere ‘akut’ (ani oluşan) ve ‘kronik’ (zaman içinde oluşan) zararlar olarak iki temel bölümde bakabiliriz.

Kronik zararlar, uzun dönemde ortaya çıkan, tedavisi son derece zor ve bazen imkânsız olan zararlar olarak tanımlanırlar. Yaşadığımız devirde bu riskleri tam anlamıyla ortadan kaldırmanın mümkün olmadığını hepimiz biliyoruz. Ancak bununla beraber şöyle önlemler alabilir ve olası riskleri minimize edebiliriz:

Kimyasal bir ürünü satın almadan önce kendimize şu soruları sorabiliriz:

-Bu ürüne hakikaten ihtiyacım var mı?

- Alacağım ürünün güvenlik önlemleri alınmış mı?

- Daha güvenlisi var mı?

- Ürün içinde sağlığımızı riske sokabilecek, kansere sebep olabilen kimyasal var mı?

- Evde güvenli bir şekilde depolayabilir miyim?

Aldığımız ürünü kullanırken de şu önerileri uygulamaya gayret edebiliriz:

Sentetik kimyasal içerikli ürünleri, yiyecek ve içeceklerin yanına depolamayalım. Kullanmadan önce ambalaj üzerindeki uyarıları okuyalım ve tehlikeleri bertaraf edelim. Ürünü kendi ambalajında muhafaza edelim. Bu tür ürünlerle çalışırken yemek yemeyelim, sıvı içecekler içmeyelim, sigara kullanmayalım. Ayrıca özellikle bir ürünü başka bir ürünle karıştırmayalım, tehlikeli karışımlar ortaya çıkabilir.

Risk taşıyan ürünleri sadece zaruri ihtiyaç halinde kullanalım. Kullanma sırasında ortamı iyi havalandıralım. Kullandıktan sonra ambalajın kapağını iyice kapayıp, ortalığı temizleyelim. Güvenliğimiz için gözlük, eldiven, gaz maskesi, şapka, ilave havalandırma vb kullanabiliriz. Hamile kadınlar mümkünse toksik maddelerle temas etmemeye özen göstersin.

Diğer temel ve basit önlemler:

Çevresel ilaçlama zamanlarında, su depoları veya sebze-meyvelerin yetiştiği tarlaların ilaçlanması ya da şehir içi ve okulların haşereye karşı ilaçlanmaları konularında dikkatli davranmak. Bu tür ortamlarda ilaçlı havayı solumaktan, suyu içmekten ve o su ile yıkanmaktan, meyve-sebzeyi yemekten sakınmak!

Evde veya iş yerinde, böcek ilacı, oda parfümü, sentetik kokulu mum vb ürünleri mümkünse az kullanmak veya hiç kullanmamak. Kanserojen katkı maddeleri ihtiva eden sıvı sabun, şampuan, losyon vb kozmetik ürünlerin kullanımından mümkün olduğunca kaçınmak!

Tıbbi olarak, gereksiz yere ilaç kullanmamak. Zorunlu hallerde ilaç kullanırken de prospektüsünü okuyup, uyarılara, yan etkilere ve içindeki maddelere karşı dikkatli olmak.

Hamile kadınlar toksik maddelerle temas etmesin dediniz. Anne karnındaki bebeklerin riski daha mı fazla?

Yetişkinlere göre ölçüleri küçük, vücut ağırlıkları az ve metabolizmaları daha hızlı olduğu için çocuklar, bebekler ve özellikle de ceninler kanserojenik ve toksik etkilere çok daha fazla açıktırlar.

Yapılan bir araştırmaya göre ABD’de her yıl 15 yaşın altındaki 9.000 çocuk kansere yakalanmakta ve bu çocukların 1.500’ü ölmektedir. Teşhislerin %80’inde, hastalığın vücudun diğer yerlerine de yayılmış olduğu görülmektedir. Ancak ne yazık ki, anne-babalar çocuklarının hayat alanlarına nüfuz etmiş olan çeşitli kanser yapıcı etkiler hakkında bilgi sahibi değiller ya da uyarılara karşı duyarsızlar.

Örneğin, çocukların içtikleri su, kullandıkları eşya ve oyuncaklardaki toksik kimyasallar neler? İlaçların prospektüsünde hangi uyarılar yer alıyor? Fast food yiyeceklerin riski ne? Bu ve benzeri soruların sorgulanmaması sebebiyle de anne-babalar, maruz kaldıkları tehlikelerden korunmaları için ne yapmaları gerektiği konusunda maalesef çocuklarını uyaramıyorlar. Hatta bu tür ürünleri kendileri bile teşvik edebiliyorlar. İşte bu sebeple toplumumuz, korku salmayan ancak eğlenceli bir biçimde tehlikeyi anlatan, ulusal boyutta eğitici TV programları ile bilgilendirilmelidir.

Hangi kimyasallar hangi kanser için risk oluşturuyor? Bununla ilgili bir bilgi var mı?

1.Toksik kimyasalların başlıca gruplarını şöyle sıralayabiliriz:
2.Her gruptan böcek ilaçları
3.Toksik ağır metaller
4.Solventler
5.Bazı plastikler
6.Her gün yiyerek veya başka şekilde tükettiğimiz ve kullandığımız insan yapımı ürünlerde bulunan kimyasallar
7.Hayvansal ve bitkisel ürünlerde yoğunlaşan sentetik hormon ve steroidler
Bu konuda kontrol mekanizması, ne yazık ki, fevkalade yavaş çalışıyor. Örneğin¸ 1990’lı yıllarda ABD’de üretilen ve ticari amaç için kullanılan 60.000’den fazla kimyasal maddeden sadece ve sadece 300 civarındaki küçük bir bölümü kanser testinden geçirilebilmiştir. Test sonucunda ise bunların yarısından fazlasında kanserojen maddelere rastlanmıştır.

Hangi kimyasalların hangi kanserleri tetiklediği konusunda şunları söyleyebiliriz:
Prostat kanseri: Çoğu erkekte tam anlamıyla ortaya çıkmamakla beraber, 50 yaşın üstündeki erkeklerde %40, 80 yaşın üstündeki erkeklerde ise %70 oranında prostat kanseri oluşumu olduğu ve bu olgunun genellikle kimyasal toksik maddelerle tetiklenmesi halinde zararlı kansere dönüşebileceği belirtilmektedir. Prostat kanserinin tetikleyicileri arasında çevre kirleticiler, kadmiyum başta olmak üzere toksik metaller, sigara dumanı, her gruptan böcek ilaçları, egzoz gazlarını sayabiliriz.

Meme kanseri: Kadın kanser ölümlerinde ön sırayı alan meme kanseri, genetik kalıtım ve çevre kirlenmesine sebep olan kimyasal toksik maddelere bağlanmaktadır. Bu toksik maddelerden birisinin de östrojeni taklit eden ya da östrojen aktivitesinde değişikliklere yol açan maddelerden olan ve doğum kontrol haplarında bulunan ‘xenoestrogen’ olduğu ifade olunmaktadır.

Meme kanserine sebep olabilecek diğer kimyasallar ise şunlardır: Deterjanlar, organo-klorin içerikli (DDT, PCB, dieldrin, lindan) böcek ilaçları, plastikler (BPA, pet şişe vb), klor içeren kimyasallar, solventler, hormon amacıyla kullanılan sentetik estrogenler, doğum kontrol hapları, toksik metaller (kadmiyum, baryum, krom, lityum, kurşun asetat, tributylin, antimuan), organo-fosfat ve sentetik bazlı (pyrethroid) böcek ilaçları.

Bağışıklık sistemi kanserleri: Son zamanlarda yoğun olarak görülen kanser türlerinden kan kanseri, Hodgkins lenf kanseri, kemik iliği kanseri ve non-Hodgkins lenf kanseri gibi bağışıklık sistemi ile ilgili kanserleri tetiklediği ifade olunan kimyasalları şöyle sıralayabiliriz: Vinil klorür esaslı plastikler (PVC), oyuncak ve çocuk bakım eşyalarındaki fitalatlar, böcek ilaçları (karbamatlar, organo-klorinler, organo-fosfatlar, yabancı ot ilaçları (phenoxy-asit bazlı), yabancı ot ilaçları (2-4 dichlorophenoxyasetik asit grubu; dicamba, karbon-tetrachlorid ve atrazine grubu), mantar ilaçları (kaptan grubu), yoğun trafik nedeniyle oluşan hava kirlenmesi, saç boyaları, kozmetikler, nükleer enerji, tıbbi ilaçlar (romatoid artrit, HIV vb ilaçları), PCB ve dioksin gibi çevre kirleticiler, solventler.

Saydığınız bu kimyasallar yüzünden şu an risk altında olanlar ne yapmalı?

Kimyasalları, detoks yöntemleriyle vücudumuzdan atarak ve yeni toksik maddeleri de vücudumuza almayarak hem kanserden korunabilir hem de ilerlemesini engelleyebiliriz.

Maruz kalınan kanser oluşumunu tetikleyebilecek toksik maddeleri, bol miktarda içilecek alkali yapıdaki suyun da yardımıyla vücudumuzdan süpürüp atabiliriz. ‘Alkali su’ içmek ve alkali nitelikteki taze sebze ve meyve gibi canlı yiyeceklerle beslenmek, vücudumuzda hücre beslenmesi ve yenilenmesini sağlayarak hastalıklardan korunmamıza yardımcı olur.

A, C ve E vitaminlerinin, çinko ve selenyum gibi minerallerin kanser hücrelerini yok ettiği gibi yeni kanser oluşumlarını da engelleyebildiği; B ve D grubu vitaminlerin tümör oluşumunu engelleyen güçte olduğu; magnezyum ve omega-3 yağının kanser riskini ve metastaz (sıçrama) riskini azalttığı bilimsel birçok çalışmada vurgulanmaktadır.

Doğal ve çiğ yiyecekler, likopen ve üzüm çekirdeği gibi anti-kanser doğal bitki özleri, egzersiz gibi rahatlama teknikleri ve diğer tamamlayıcı tıp uygulamaları günümüzde kanserin önlenmesinde ve tedavisinde kullanılmaktadır.

Kozmetik ürünlerin de risk oluşturduğundan bahsettiniz. Kişisel bakım için kullandığımız malzemelerde hangi kimyasallar var? Bunlar bizi nasıl etkiliyor?

Cilde ve deriye uygulanan preparatlar, cildin geçirgen özelliği nedeniyle direkt olarak vücudumuza girer ve kılcal damarlar vasıtasıyla kan dolaşım sistemine geçebilirler. İçerdikleri maddeler toksik ve kanserojen ise bunları da bu vesileyle vücudumuza almış oluruz. Eğer derimiz ve cildimiz geçirgen olmasaydı tehlike bu kadar önemli olmazdı. Ancak cildimizce emilen kimyasalların içinde kanserojen ve nörotoksik maddeler, özellikle koku amaçlı katkılarda metilen klorid, toluen, metil etil keton, etilen glikol, benzil klorid gibi değişik toksik kimyasallar bulunabilir. Bu binlerce kimyasaldan %84’ünün, insan üzerindeki toksik etkileri test olunmamıştır.

Ürünlerin üzerindeki ‘natürel’ veya ‘%100 doğal’ ifadeleri, içindeki kokuların doğal olduğunu garanti etmez. Naturel veya doğal olarak pazarlanan kozmetik ürünlerinin çoğunda bulunan koku maddeleri sentetiktir.

Günümüzde, vücudumuzun en duyarlı, narin bölgelerinde kullandığımız ve uyguladığımız sabun, deodorant, parfüm, diş macunu, kolonya, krem vb gibi ürünlerin büyük çoğunluğu, üreticilerin dışında tarafsız ve güvenli bir kontrol mekanizması tarafından test edilmiyor. ABD’de bu işlerle görevli olan Food and Drug Administration’ın (FDA) tahminine göre, ülkedeki 5.000’den fazla kozmetik distribütörünün sadece %3’ü ürünler nedeniyle ortaya çıkan sorunları rapor etmektedir. ABD’de 1990 yılında kozmetik kullanımı nedeniyle 38.000 hastanelik vaka olmuş. Bu rakamın içinde hastanelere gitmeyen ancak kozmetikler nedeniyle alerji ve tahriş sorunları yaşayan on binlerce vaka olduğunu tahmin edebiliyorum.

Doğal veya doğal olmayan bazı kozmetiklerin etiketlerinde görünen DEA (dietilamin) ve TEA (trietilamin) kanserojen madde değildir. Ancak üretimden sonra rafta beklerken kozmetiğin içinde bulunan diğer kimyasallarla reaksiyona girerek nitrozamine dönüşebilir ve işte bu kimyasal madde kanserojendir. Kozmetik sanayinde kullanılan ‘Blue-1’, ‘Gren-3’, ‘DCRed-33’, ‘FDCYellow-5’ adlı suni renklendiricilerin de (boyalar) kanserojen olabileceği FDA tarafından ifade edilmektedir.

Kişisel bakımda kullanılan ürünler ve risklerini şöyle sıralayabiliriz:
Lanolin: Kendisi kanserojen değildir ve cilt için faydalı bir maddedir. Ancak ABD’de üretilen kozmetik sınıfı lanolinlerde yapılan testlerin bazılarında kanserojen böcek ilaçlarına rastlanmıştır.

Şampuanlar: Sentetik deterjan içerdiklerinden saç derisinde doğal yağ kaybı ve gözlerde yanma gibi tahrişlere neden olabilirler. Kepek şampuanları formaldehit, diğer şampuanlar da suni koku, renk verici, kanserojen etkili kresol ve PVP (plyvinilprolidon) maddelerini içerebilirler. Ayrıca bazı hallerde quaternium-15 kodu ile koruyucu madde olarak da formaldehit kullanılabilmektedir. Formaldehit, potansiyel bir kanserojen maddedir. Yine bazı şampuanlarda kanserojen amin bileşiklerinin üremesine neden olan ‘2-bromo-2-nitroprono-1,3 diol’ ve ‘polyethilen glikol’ kimyasalları bulunabilir. Bu preparatlardan, kömür katranı ve formaldehit içeren tüm şampuanlardan uzak durulmalıdır. Polisorbat-80 ve polisorbat-60 içeren saç ürünleri kanserojen 1,4-dioksan ile kirlenmiş olabileceklerinden kullanılmamalıdır.

Şekil vericiler: Saça form vermek için kullanılan bu ürünlerin görevi, saç tellerini kalınlaştırmaktır. Kanserojen olabileceklerinden DC red33, FDC blue1, FDC yellow-6, FDC red-4, FDC red-40 olarak kodlanan boyar madde, formaldehit ve polysorbat-80 içeren saç şekil vericiler kullanılmamaya gayret edilmelidir.

Saç spreyleri: Suni koku, sıkıştırıcı gaz, alkol ve kanserojen nitelikli formaldehit PVP (plyvinilprolidon) gibi kimyasalları içerebilir. BHA, TEA, DEA, FDC yellow-6, FDC yellow-5, FDC red-40, FDC blue-1, FDC green-3, DC red33 ve padimate-o içeren spreylerden kanserojen risk nedeniyle uzak durulmalıdır.

Saç boyaları: Özellikle koyu ve siyah, kahverengi ve kızıl renkli boya ve permaların, lenf kanseri ve kan kanseri riski taşıdığı belirtilmektedir. Acid orange- 87, acid blue-168, solvent braun-44, asit violet-73 ve fenyldiamin gibi maddelerin kansere sebep olabileceği belirtilmektedir. Perma ve yarı perma özellikli saç boyalarının ise Hodgkin hastalığı, lenf (lymphoma), ilik (myeloma), kan (leukemia) ve meme kanseri hastalıkları ile bağlantılı olabileceği belirtilmektedir. Araştırma raporlarına göre saç boyası üretiminde, kanserojen yapıda olan yaklaşık 30’a yakın değişik kimyasal kullanılmaktadır. Uzun yıllar saç boyası kullanmış 45 yaşın üzerindeki kadınlarda yapılan araştırmada, göğüs kanseri risklerinin daha fazla olduğu anlaşılmıştır. Sonuç olarak saç boyaları çok zorunlu olmadıkça kullanılmamalıdır.

Deodorantlar: Koltuk altında kullanılan bazı preparatlarda koruyucu olarak kullanılan paraben maddesinin, sık temas halinde göğüs kanserine neden olabileceği açıklanmıştır. Deodorantların içeriklerinde kanserojen etkili maddelerden amonyak, formaldehit, quaternium-18, koku amaçlı BHT ve BHA, renklendirme amaçlı FDC blue-1, FDC yellow-5, FDC green-3, DC red-33, DC green-5, FD Cred-4, FDC yellow-6 maddeleri bulunabilir.

Antibakteriyel ve deodorant etkili sabunlar: Üretimi sırasında kullanılan fenol, triklosan (thriclosan), triklokarban (thriclocarben) ve klorosilenol (chloroxylenol) gibi kanserojen risk taşıyan kimyasalların deri tarafından emilerek karaciğer ve diğer organlarda birikebileceği belirtilmektedir. Ayrıca bazı sabunlar dayanıklılıklarını artırıcı koruyucular ile kanserojen etkili BHA (butylated hydroxyanisol) ve BHT (butylated yhdroxytoluene) içerebilir.

Tıraş kremi ve köpüğü: İçeriğinde BHA, TEA, FDCred-4, FDCred-40, FDCblue-1 maddeleri bulunan tıraş kremi ve köpüğü ürünlerinin uzun süreli kullanımı kanser riski doğurabilir.

Floridli diş macunları: Diş macunları, etanol, amonyak, sodyum benzoat, florid, suni renklendirici ve kokular ile kanserojen olan formaldehit, mineral yağlar, PVP (polivinylprolidon) ve sakarin içerebilirler. İçinde, FDC blue-1, sakarin, dioksin, polysorbat-60 ve polysorbat-80 maddeleri bulunan diş macunlarını kullanmamaya özen gösterilmelidir!

Cilt germe preparatları: Formülasyonunda DEA, TEA, 1-3-diol, 2-bromo-2-nitropropan maddeleri bulunan cilt germe ürünleri kanser riski doğurabilir.

Parfümler: Temel maddesi alkol olup, ilaveten doğal esans yağları ve aroma, ayrıca metilenklorid, metil-etil keton, etanol, benzil klorid, toluen gibi çeşitli toksik kimyasallar içerebilir.

Kâğıt havlular, tuvalet kâğıdı, bebek bezi, vajinal tampon vb ürünler: En sık kullandığımız bu tür ürünlerle ilgili problem de yine dioksinin varlığından kaynaklanıyor. Dioksinler, kâğıt sanayinde klorla ağartma işlemi sırasında oluşuyor. Satın aldığımız tuvalet kâğıtları, kâğıt havlu, peçete ve mendiller, süt veya meyve suyu kartonları, kahve filtreleri, tek kullanımlık çocuk bezleri ve kadın pedleri, vajinal tamponlar, kâğıt tabakalar vb ürünler eğer klorlu ağartma işleminden geçiyorlarsa düşük dozlarda dioksin içerirler. Dioksinler, bu ürünlerden vücudumuzun duyarlı kısımlarına geçebiliyor. Bu bileşiklerin laboratuvar hayvanlarında kansere sebep olduğu belirtiliyor. ABD Çevre Koruma Ajansı (EPA) dioksinleri “Olası insan kanserojeni” sınıfına alıyor. İngiltere’de yapılan bir araştırmada, vajinal tamponlarda 130 ppm, pedlerde ise 400 ppm dioksin bulunmuştur. Bunlar çok ufak miktarlardır ancak deri tarafından kolayca emilen dioksinin en toksik maddelerden biri sayıldığı, kanserojen olduğu, bağışıklık sistemini negatif etkilediği akıldan çıkartılmamalıdır.

Talk pudrası: Kanserojen etkisi ispatlanmış olan asbest lifleri içerebilir ve bu şekilde vücudunuza sürdüğünüz bir tutam pudrada bulunabilecek asbest lifleri akciğerlerinize rahatlıkla gidebilir. Genital organlar civarında talk kullanılması kanser riskini artırabilir. Dr. Daniel Cramer tarafından yapılan bir araştırmada, genital bölgede talk pudrası kullanımının yumurtalık kanserine neden olabileceği gösterilmektedir. Özellikle bebeklerde teneffüs yoluyla önemli solunum risklerini beraberinde getirdiğinden, kullanılmamalıdır.

Güneşten korunma preparatları: Bu preparatlarda canlı hücrelere zarar veren OMC (octyomethoxycinnamate) bulunabilir. Üretimde kullanılan diğer bir madde de güneş ışınlarını yansıtan titanyum dioksittir ki, bu ABD Ulusal Mesleki Sağlık ve Güvenlik Enstitüsü (NIOSH) tarafından potansiyel kanserojen risk olarak nitelendirilmiştir. Kozmetiklerin arasında hangileri en toksik maddeler diye bir sıralama yapacak olursak, birinci sırayı rujlar (dudak boyası), ikinci sırayı maskara, üçüncü sırayı da talk alır. Diğerleri de kısa aralıklarla peş peşe dizilirler.

Hayvanlar üzerinde yapılan testlerde kanserojen oldukları kanıtlanan sakarin, mineral yağlar, PVP (polyvinylpyrolidon) ve suni renklendiriciler rujlarda kullanılan temel kimyasallardır. Düşünün ki, gün boyunca yemek yerken, su veya çay içerken ya da konuşurken dudaklara sürülen toksik maddeleri devamlı olarak yalar ve yutarsınız.

Dünyaya açılan penceremiz olan gözlerde kullanılan maskaranın içerdiği toksik kimyasallar ise olasılıkla formaldehit, alkol ve plastik reçinelerdir, bunlar bu hassas ve önemli organımızda kızarıklık, yanma, sulanma, tahriş gibi sorunlar doğurabilir.

Göz farları ve her tür pudrada bulunan talkın, içinde ise kanserojen olan ‘asbest’ ve ilaveten alerjik reaksiyonlara sebep olabilen suni kokular bulunabilir. Birçok likit makyaj malzemesinde bulunabilen mineral yağları da, daha önce ifade ettiğimiz gibi kanserojen yapıya sahiptir.

Peki, yiyeceklerimizde durum ne?

Yiyeceklerimiz ne kadar taze, canlı, doğal ve ilaçsız ise bizim için o derecede yüksek yaşamsal değere sahiptir. Tersine besin değeri ne kadar yetersiz, bakteri ve kimyasallarla kirlenmiş, işlenerek değerini yitirmişse o derecede ideal değerin altında ve zararlıdır. Tüm canlılar gibi böcekler de kendilerine besin ararlar ve bol besin bulabilecekleri yerleri bizim tarım alanlarımızı seçerler. Yaşam ömürleri çok kısa olan bu böcekler, tarımsal alanlara ulaştıklarında kendilerine uygun besin maddelerinin fazlalığı nedeniyle hızla çoğalırlar ve tarladaki sebze-meyvelere zarar verirler.

İnsanlar, tarıma geçişten kısa bir süre sonra böceklerle tanışmış ve ürünlerini onlardan korumak için çeşitli yöntemler geliştirmişlerdir.

İnsektisit (böcek öldürücü), herbisit (yabani ot öldürücü), fungusit (küf öldürücü), rodentisit (kemirgen öldürücü) gibi çeşitli adlar verilen ve özetle pestisit olarak tanımlanan kimyasal böcek öldürücüleri yaklaşık olarak 150 yıl önce kullanılmaya başlamış. İlk yıllarda büyük başarılara imza atan bu zehirli bileşikler kısa sürede daha geniş çaplı kullanılır olmuştur. Dünyada tarım ilaçları üretimi, ortalama 2,8 milyon ton civarındadır.

Amerikan Ulusal Bilim Akademisi’nin verilerine göre, laboratuar hayvanları üzerinde yapılan testlerde böcek ilaçlarının %30’unun, yabancı ot ilaçlarının %50’sinin ve mantar ilaçlarının %90’ının kanser oluşumuna yol açtığı gösterilmiştir. Buna karşın, ne yazık ki kullanılan böcek ilaçlarının sadece %36’sının toksidite testleri yapılabilmiştir. Dolayısıyla tarım ilacı artıklarının uzun dönemde insanlarda ne gibi potansiyel hastalıklara neden olabileceği konusunda çok az bilgi mevcuttur.

Yiyecek ve içeceklerimiz, üretim kademelerinden başlayarak, toplama, depolama, işleme süreçleri sırasında çeşitli kimyasallarla karşı karşıya kalırlar.

Meyve, sebze ve tohumlar böcek ilaçlarıyla; süt ve süt mamulleri, et ve et ürünleri, deniz mahsulleri ve işlenmiş yiyecekler ise kimyasal katkı maddeleri, hayvanlara verilen büyüme hormonları, antibiyotikler, böcek ilaçları ve diğer ilaçlarla kirlenmektedirler. Bu kimyasalların çoğu kanserojen, nörotoksik (merkezi sinir sistemini etkileyici) ve immunotoksik (bağışıklık sistemini etkileyici) özelliklere sahiptirler. Bunların kullanılması sonucunda çocuklarımızın ve bizim yoğun bir tehlike içinde olduğumuzu söylemek abartılı olmayacaktır.

1993 yılında kadınlar üzerinde yapılan bir çalışmada, kadınların kanlarında görülen DDT kalıntılarının, 1970 yılında yapılan çalışmaya göre 4 kat daha fazla meme kanseri riski taşıdığı ortaya çıkmıştır. Amerikan Kanser Derneği tarafından, beyin, böbrek, mesane, prostat, kan ve non-Hodgkin lenf kanseri gibi kanser türlerindeki vaka artışlarına, 1950 yılında dört kişiden birinde rastlanırken, bu rakamın içinde bulunduğumuz yıllarda her üç kişiden bir kişiye yükselmiş olduğu belirtilmektedir.

Hangi gıdalarımızın hangi kimyasallar sebebi ile risk altında olduğu konusunda neler söyleyebilirsiniz?
Bugün hazır gıda sektöründe yiyeceklerin hazırlanması sırasında katkı maddesi ve koruyucu adı altında yaklaşık 3.000 civarında kimyasal kullanılmaktadır. Bunların birçoğu güvenli olarak tanımlanmasına karşın, önemli bir kısmı sağlık açısından risk oluşturan aktörlerdir. Yiyeceklerimizi kimyasal bir kokteyl haline getiren bu katkı maddelerinin genelde sağlığımıza hiçbir faydası yoktur. Boşuna kalori almamıza neden oldukları gibi, yedikten bir süre sonra tekrar acıkmamızın temel sebebidirler.

Kanserojen risk taşıyan bazı güvensiz katkı maddelerini, kullanıldığı gıda gruplarına göre şöyle sıralayabiliriz:

Suni renklendiriciler

Hayvanlar üzerinde yapılan testlerde hemen hepsinin kanserojen nitelikte olduğu ifade olunmaktadır.

E129 (Allura red): Kırmızı gıda boyasıdır. İçecek ve tatlı yiyeceklerde kullanılabilmektedir. Fareler ile yapılan deneylerde kanser oluşumuna neden olduğu gösterilmiştir.

Blue -1: Kanserojen olarak tanımlanmaktadır.

Citrus red-2: Kanserojen olarak tanımlanmaktadır. Kromozom hasarına sebep olduğu gösterilmiştir.

Red-3: Hayvanlarda tiroit kanserine, ayrıca kromozom hasarı hasarına sebep olduğu gösterilmiştir.

Red-40: Hayvanlarda kanserojen etki gösterdiği belirtilmektedir.

Yellow-6: Hayvanlarda böbrek ve adrenal bezi kanserine, ayrıca kromozom hasarına sebep olduğu gösterilmiştir.

Suni tatlandırıcılar

E951 (Aspartam): Kanser ile bağlantısı olduğu belirtilmektedir.

E954 (Sakarin): Böbrek ve mesane kanserine neden olabileceği ifade olunmaktadır.

Meyveler

Meyveleri yıkarken zaman zaman elinizin hissettiği kaygan madde, petrol ürünü bir mumdur. Elma, avokado, greyfurt, limon, portakal, kavun, karpuz, şeftali, ananas vb gibi meyvelerin kabuklarında bu mumlara sıklıkla rastlayabilirsiniz. Meyveye parlaklık verir ve koruyucu bir tabaka oluşturur. Bu mumların içinde muhtemelen kanserojen mantar ilacı olan benomil (benomyl) ve SOPP (sodium ortho-phenyl phenate) kimyasalları bulunabilir.

Bazı portakalların da daha renkli görünmeleri için kanserojen olarak bilinen citrus red-2 kodlu boya ile boyandığı ifade olunmaktadır.

Et ve et ürünleri

Etlerde, kesimlik sığırlara verilen doğal veya suni seks hormonlarının kalıntılarına rastlanmaktadır. Eksperler, uygun dozlar kullanıldığında bu hormonların insanları etkilemeyeceğini söylemektedirler. Ancak uygun doz miktarının uygulandığı konusunda kuşkular vardır. Nitekim Uluslararası Kanser Araştırma Ajansı’nın raporuna göre, hayvanlarda kullanılan büyüme hormonları, insanlar için kanserojen yapıya sahiptir. Bu bağlamda doğal veya organik olarak yetiştirilmiş özgür hayvanların etlerini tercih etmek daha sağlıklıdır.

Geleneksel üretim esaslarından uzak fabrikasyon ortamında üretilen salam, sosis, sucuk ve pastırma gibi et ürünlerinin büyük kısmı ‘nitrit’ içerebilir. Bu maddenin kullanılma sebebi, butulizm bakterilerini önleme ve kırmızı rengi koruma özelliğidir. Nitrit ve nitratlar, E250 ve E251 kodları ile tanımlanmaktadır.

Nitrit tek başına kanserojen olmamasına rağmen, ortamda bulunan bazı organik maddelerle birleşerek kanserojen olan nitrozaminlerin meydana gelmesine sebep olur. Bu reaksiyon, ürün market rafında alıcısını beklerken, pişirilirken veya yendikten sonra insan midesindeyken vuku bulur ve mide kanserine sebep olabilir. Yapılan bir araştırmada haftada 12 adetten fazla sosisli yiyecek yiyen çocukların, kan kanserine yakalanma risklerinin 10 kat daha fazla olduğu açıklanmıştır. Hamile annelerin de bu tip yiyeceklerden uzak durmaları tavsiye olunmaktadır.

Süt ve süt ürünleri

Süt hayvanlarının besiciliği sırasında hayvanlara verilen kimyasal ilaç ve antibiyotikler, ayrıca yemlerdeki böcek ilacı artıkları kirlenmenin temel sebepleridir. Toksik maddeler, genel olarak yağ moleküllerinde toplandıklarından imkân dâhilinde organik olarak yetiştirilmiş hayvanların süt ve süt ürünlerini kullanmak ya da az yağlı ürünleri tercih etmek daha güvenli olabilir.

Hayvan yemlerinde bulunabilecek DDT, dieldrin, heptaklor vb ilaçların kalıntılarına, tereyağı, dondurma, tam yağlı süt ve peynir gibi ürünlerde rastlanabilmektedir. Örneğin, süt hayvanlarına verilen sülfatlı ilaçların kalıntısı olan sulfamethazine adlı kanserojen maddeye bazı süt örneklerinde rastlanmıştır. Kanada’da yapılan çalışmalarda, ABD menşeli karton süt ambalajlarında çok az miktarda da olsa dioksine rastlanmıştır ki, daha önce de ifade ettiğimiz gibi dioksin önemli bir kanserojen maddedir.

Deniz mahsulleri

Kimyasal maddeler, denizlerin kirletilmiş bölgelerinde üreyen balıkları ve diğer canlıları da etkilemektedir. Kirli bölgelerde yaşayan balıklar, yaşadığı çevreden 200 kat daha fazla kirlilik içermektedir. Bu kirli bölgelerde ölü balıkların üzerinde yapılan analizlerde cıva, dioksin, DDT ve PCB gibi toksik metallere rastlanmaktadır.

Şeffaf filmler

Bazı peynir, meyve, sebze, et, tavuk, balık vb gıdaların ambalajlarında kullanılan şeffaf filmler, özellikle yağlı yiyeceklere nüfuz edebilecek kanserojen etkiye sahip olan DEHP (di-2-ethylexyl phthalat) ve DEHA (adipat) içerebilir.

Teflon pişirme kapları

Yapıştırmayan tavaların özelliğini sağlayan PFOA (perflurooctanoic acid) maddesi teflon ve diğer yapıştırmaz yüzeylerin üretimleri sırasında kullanılıyor. Bazı araştırmalar, bu kimyasalın pankreas, karaciğer, testis ve meme kanseri riskini artırabileceğini, ayrıca hamilelikte düşük riski, kilo kaybı, tiroit problemleri ve bağışıklık sisteminde zayıflık gibi farklı sorunlarla da ilişkili olabileceğini vurguluyor.

Barbekü

Barbeküde hazırlanmış yiyeceklerin çoğu kansere sebep olan benzopiren (benzoapyren) maddesini içerebilir. Ortaya çıkan benzopirenin miktarı, kullanılan barbekü ve ızgaradaki pişirme sıcaklığı, yakıt cinsi ve pişirilen etin ihtiva ettiği yağ miktarı ile yakından ilgilidir. Yakıt cinsi olarak odun kömürü, en fazla benzopiren oluşumuna neden olan yakıt olup, ızgaradaki etler kömüre ne kadar yakınsa o derece fazla kanserojen etki altında kalırlar.

ABD Havai Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmada, ızgarada pişmiş etin yanında yenen çiğ yeşil sebzelerin içinde bulunan klorofilin, hazım sırasında benzopireni absorbe ederek kanserojen etkiyi engelleyebildiği vurgulanmaktadır. Bu deneyime göre sık olmamak kaydıyla, ızgara et yemek istendiğinde yanında bol miktarda yeşil sebze tüketilmeli, ızgara sıcaklığı 150°C derecenin altında olmalı, barbekü yerine fırında pişirme yöntemi tercih edilmelidir.

Mikrodalga fırında ısıtma

Özel ambalaj (kâğıt, polimer plastik, karton, alüminyum vb) içinde bulunan ürünlerin mikrodalga fırında ısıtılması durumunda, bu ambalajlarda bulunabilecek kanserojen maddeler yiyecekleri etkiler. Örneğin plastik içeren ambalaj malzemeleri, 147°C’dan yukarı ısılarda bozularak benzen, toluen, ksilen (xylen) gibi kanserojen maddelerin ortaya çıkmasına neden olabilmektedir. Her ne kadar tavsiye etmesek de mikrodalga fırın kullanmayı tercih edenler, bu fırınlarda cam ya da porselen kapları kullanmaya özen göstermelidir.

Bundan 20-25 yıl öncesine kadar büyük şehirler de dâhil olmak üzere sularımızı ya cam damacanalardan alır ya da hemen her sokak başında akan çeşmelerden doldururduk. Şimdilerde ise ya plastik damacanalarla ya da plastik borularla evimize ulaşıyor. Durum böyle iken sularımıza hangi zararlı kimyasallar karışıyor?

Su, yaşamımız için birincil öneme sahip temel maddedir. Yeni doğmuş bir bebeğin vücudunun %97’si, sağlıklı bir yetişkinin ise %75’i sudur. Beynimizin %75’i, kemiklerimizin de %22’si sudur. Hatta dişlerimizin minesinde bile %2 oranında su vardır. Vücudumuzdan %2 su kaybedersek enerjimizde %20 azalma olur. Su kaybı %5’i bulduğunda koma durumu, %20’ye ulaştığında ise ölüm gelir.

Temiz, canlı ve sağlıklı su içmenin hücre yenilenmesiyle çok yakın ilişkisi vardır. Örneğin ‘alkali su’ içerek hücre beslenmesi ve yenilenmesini sağlayabilir, hastalıklardan korunabilir, bize verilmiş ömrün sağlıklı ve verimli olmasına da katkıda bulunabiliriz.

Suda bulunan ve kansere sebep olabilen maddeler

Bu maddeleri üç ana grupta toplayabiliriz;

Bölgesel jeoloji nedeniyle oluşan potansiyel kanserojen maddeler: Bunlar yörenin jeolojik yapısı veya sanayi artıkları nedeniyle oluşabilir. Örneğin arsenik, asbest ve radyonükleid maddeler bu grupta yer almaktadır.

Sanayinin ve insanların çevreyi kirletmesiyle oluşan potansiyel kanserojen maddeler: Bu gruptaki birçok kimyasal madde insanoğlu tarafından üretilip ve ne yazık ki yine insanoğlu tarafından sorumsuzca toprağa ve suya bırakılmaktadır. Nitratlar, azot içeren çeşitli tarım koruma ilaçları (böcek öldürücüler, yabancı ot ve kemirgen ilaçları), suni gübreler ve hayvan gübreleri aracılığı ile suya karışan kimyasallar bu grupta yer almaktadır.

Araştırmalar azot nedeniyle oluşan N-nitrozaminin kanserojen olduğunu kanıtlamıştır. Tablo-5’te organik ve inorganik kimyasal maddeler ve bunların suları kirletmesi nedeniyle oluşabilecek sorunlar ve nedenleri sıralanmaktadır.

Suyun klorlanması ile oluşan potansiyel kanserojen maddeler: Bakteri, virüs, mantar ve parazitlerden suyu temizlemek için dünyada en çok kullanılan ve uygulanan yöntem, klorlama yöntemidir.

Oysa klorun kendisi son derece zehirli ve öldürücüdür. Kimyasal bir element olarak klor, karbon ile güçlü bir bağla bağlanabilir. Bu sebepten karbon-klorin bileşikleri, stabil (dayanıklı) olup kolay bozulmazlar, böylelikle toprak ve suda yoğunlaşabilirler. Bu organo-klorin maddelerin en önemlisi THM (trihalometanlar) ve haleoasetatlardır. Yapılan deneylerde, suyun içinde bulunan THM miktarının yükselmesi halinde farelerde karaciğer, böbrek ve bağırsak kanseri ortaya çıktığı gösterilmiştir.

İnsanlarla ilgili olarak, suların klorlandığı ve klorlanmadığı bölgelerde yapılan mukayeseli araştırmalarda, klorlanmış su içen bölgelerdeki insanlarda bağırsak, rektum ve böbrek kanserinin daha yoğun olduğu gözlemlenmiştir.

Örneğin duş sırasında, kullanılan suyun sıcaklığı ve basıncı arttığında sudaki kimyasallar buharlaşır, su sıcaklığı 42 derece olduğunda kloroformun %80’i ve TCE (trichloretilen) havada buharlaşarak solunum yoluyla akciğerlere, oradan da kan dolaşımına geçerek çeşitli sorunlara sebep olabilir.

Soluduğumuz havada ne gibi riskler var?

Kapalı mekânlarda oluşan hava kirliliğinin, dış ortama göre 100 kat daha fazla olabileceği yapılan ölçümlerle belirlenmiştir. Günlük yaşamda çoğunlukla vaktimizin ortalama %80’nine yakın kısmını, kapı ve pencerelerin kapalı olduğu, havanın yeteri kadar tazelenmediği, kirliliğin artarak kendini gösterdiği, kalabalık ortamlarda geçiriyor, bu yüzden birçok sağlık sorununa zemin hazırlıyoruz.

Havayı en çok kirleten ve insanları olumsuz etkileyen faktörleri şöyle sıralayabiliriz:
Sigara dumanı:

İç mekânı kirleten ve insan sağlığına son derece zararlı olan 4.000’den fazla kimyasal madde içerir. Bunlar arasından benzen, formaldehit, hidrojensiyanit, amonyak ve karbon monoksit toplum tarafından en çok ismi duyulmuş olan zehirleyici maddelerdir.

Sigara dumanından pasif içiciler de aşırı zarar görürler. Sigara içen bir kişi, oluşan dumanın sadece %4’ünü içine çekerken, geriye kalan %96 gerek içici gerekse aynı mekânı paylaşan kişiler tarafından paylaşılmaktadır.

Asbest:

Gözle görülemeyen küçüklükteki, ince asbest elyaflarının akciğerde toplanması, akciğer kanserine sebep olabilir. Asbest, bazı vinil yer kaplamalarında, odun, kömür veya mazot ile çalışan bazı ısıtıcılarda ve sıcak su borularının bezli izolasyonlarında bulunabilir.

Plastikler:

Petrol veya kömür esaslı maddeler olup, yaşamda iç içe olduğumuz birçok maddede çok değişik formlarda bulunurlar. Örneğin soluduğumuz havadaki plastik buharları, cildimizle devamlı temas eden yastıklardaki plastik elyaflar, yiyeceklerimizi kaplayan plastik kaplar ve ambalajlar, plastik su boruları ilk aklımıza gelenler.

Termoset plastik grubunda yer alan ‘üre-formaldehit’ plastik reçineleri, sıkça kullandığımız ürünlerden kontrplak, kâğıt mendil, tuvalet kâğıdı, kâğıt havlu, yer parkeleri, inşaat izolasyon malzemeleri vb gibi ürünlerde bulunabilir. Bu ürünler, yeni olduklarında zamanda devamlı olarak kanserojen olan formaldehit gazını salarlar.

Akrilik plastikler, kanserojen olduğu düşünülen bir madde olan akrilonitrilden üretilirler. Battaniyeler, halılar, giysiler, yer cilası, yapıştırıcılar, kontak lensler, takma dişler, bazı mutfak aletleri, duvardan duvara halı tabanları, çocuk bezleri, ayakkabı astarları, boyalar, kâğıt kaplamalar ve ahşap bağlayıcıları akrilik plastikle üretilen ürünlere örnek gösterebiliriz.

Günlük yaşamda plastik maddelerden üretilen ürünlerin sağlık risklerinden korunmak için ahşap, bambu, pamuk, cam, seramik, toprak vb gibi doğal maddelerden yapılabilen birçok eşyayı alternatif olarak kullanabiliriz.

Böcek öldürücüler:

İnsektisit ve pestisit olarak adlandırılan bu maddeler, akut olarak gerek ciltte gerekse solunum sisteminde tahriş edici, kronik olarak da kanserojen, sinir sistemini etkileyen (nörotoksik), üremeyi etkileyen (reproduktif) özellikleriyle son derece tehlikelidirler.

Yapılan araştırmalar, doğumdan evvel, ev ve bahçede yoğun miktarda böcek ilacı kullanılan evlerde doğan çocuklarda, lösemi hastalığı bulgusunun 7-8 kat daha fazla olduğunu göstermektedir.

Uçan böceklerin imhası için kullanılan DDVP (dichlorvos) buharlarının, kanser riskini 10 kat artırdığı ABD Çevre Koruma Ajansı (EPA) tarafından açıklanmıştır.

Peki, durum bu kadar vahim görünürken evimizden kanseri uzak tutmanın yolu ne?

Evimizdeki kanserojen tehlikeyi bertaraf etmenin birinci yolu, bu maddeleri eve getirmemek, ikinci yolu ise varsa bunları evimizden uzaklaştırmak ve yerine alternatif ürünler kullanmak olmalıdır.

Kanserojen risk taşıyan ev ürünlerini şöyle sıralayabiliriz:
Koku gidericilerin çoğu koku gidermeyip, kendi kokuları ile kötü koku moleküllerini kaplarlar veya burnunuzdaki koku algılama sinirlerini etkilerler, bunlarda kullanılan kimyasallar, kanserojen olan fenol, kresol, etanol, ksilol ve formaldehit gibi maddeler olabilir.

Krem formundaki ev temizlik malzemeleri amonyak veya klor içerebilirler. Klor içerenler ile amonyak içerenleri karıştırmamalısınız! Bu iki bileşik karışınca kanserojen ‘kloramin gazı’ çıkmasına sebep olabilirsiniz.

Talk tozu içeren bazı deterjanlar, talkın ‘asbest’ içermesi nedeniyle kanserojen etkili olabilirler. Bazıları renklendirmek amacıyla katılan kömür katranından elde edilen kanserojen suni renklendiriciler içerebilirler.

Birçok halı ve koltuk temizleme şampuanında kanserojen olan perkloretilen ve naftalen (neft yağı) ile etanol, amonyak gibi aşırı toksik maddeler kullanılmaktadır. Küf temizleyicilerinin içerdiği gazyağı (kerosen), fenol ve formaldehit gibi maddelerin buharları kanserojendir.

Dezenfekte edici ürünlerde de kanserojen fenol ve formaldehit kimyasalları bulunabilir.

Çamaşır ağartıcılar, potansiyel kanserojen madde olan ‘klor’ içerirler

Likit deterjanlarda ‘etoksi-alkol’ bulunuyor ise bu madde kanserojen olan ‘1.4-dioksan’ içerebilir.

Kuru temizlemede kullanılan perkloretilen buharları, teneffüs edildiğinde kanser ve karaciğer hasarına sebep olan kimyasal bir solventtir.

Mobilya ve yer cilaları da kanserojen ‘fenol’ içerebilirler.

Yağ esaslı duvar boyalarının içindeki uçucu organik kimyasal miktarı %45-65 arasındadır. Bu kimyasalların içinde en yoğun kullanılanı ise solventler olup (etilen benzen, mineral spirit, butil ester ve ksilol), bunlar kronik kanser riski taşırlar. Ayrıca duvarların zımparalanması sırasında çıkan ‘kuartz tozu’ solunduğunda da kanserojen niteliğe sahiptir.

ABD’de yapılan bir araştırmada, boyacılarda yemek borusu, mide ve böbrek kanserlerine ulusal ortalamanın %20, akciğer kanserine ise %40 üstünde rastlandığı belirtilmektedir.

Sentetik halıların üretiminde kullanılan toluen ve ksilol gibi sinir sistemini etkileyen solventler, antimikrobiyal etki için ilave edilen böcek öldürücüler, benzen ve formaldehit gibi maddeler potansiyel kanserojendirler.

Eski halının yerinden sökülmesi dikkatli ve acele etmeden yapılmalı, sökme sırasında toz çıkmasına mani olmak için elektrik süpürgesi ile ayrıntılı bir temizlik yapılmalıdır.

Yeni döşenen halılardan buharlaşan uçucu organik kimyasallar, örneğin ‘4-phenylcyclohexan’ alerjik reaksiyon, hassasiyet ve gribe benzer sağlık sorunlarına sebep olabilmektedir. Bu sebeple yeni halı döşenen yerlere, en az 72 saat havalandırdıktan sonra girilmelidir.

Örneğin ben bu konuda 10 yıla yakın süredir kişisel çabamı sürdürüyorum, çevreyi kirletmeyecek ve insanları kimyasallardan bir nebzecik olsun uzaklaştıracak bir teknolojinin memleketimizde tanınması ve uygulanması konusunda kısmen ticari de olsa gayret sarf ediyorum. (Çalışmakta olduğum konu hakkında bilgiye, Envirolyte-Türkiye Ekobiyo adlı web sayfasından ulaşabilirsiniz.) Ancak itiraf etmeliyim ki henüz başarılı değilim. Bununla beraber başarının geleceğine ve bu tür çalışmaların artacağına inanıyorum.

Mennan Aysan Kuzanlı, Kimya Mühendisi



Zehirli Kimyasalları Vücudunuza Almayın!

gül- beğendi.
denizakvaryumu Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 20-12-2011, 20:28   #281
Ağaç Dostu
 
naturefan's Avatar
 
Giriş Tarihi: 07-11-2011
Şehir: Tokat- Erbaa
Mesajlar: 260
Galeri: 12
Merhaba,

Yazılanların bir bölümünü okudum, kalanını da sonra okumak üzere. Tokat Erbaa'da amatör olarak, doğal tarım ile ilgileniyorum. Bahçemin hemen alt tarafından bir dere geçiyor. Maalesef katı ve sıvı atıklarla kirletilmekte. Defalarca ilgili resmi makamlarla görüşmeme, yazışmama rağmen bir sonuç alamadım. Sonunda ben de pes ettim. Maalesef sulu tarım yapamıyorum; ancak bir çok insan, bu su ile bahçesini ve hayvanını suluyor. Dere kirli, uzun yosunlarla kaplı ve köpüklü bir su akıyor. Resmen kansere davetiye!! Dilerim buna sebep olanlara çıksın, piyango!...
Türkiye'nin her yerinde benzer manzaraların olduğunu, sanırım tahmin edersiniz. Kanser niye patladı? İşte cevabı: Toprağı, havayı ve suyu kirlettik. Sanırım kanser, doğanın bir savunma silahı. Doğanın insana, 'Dikkat et, bana zarar verirsen, kendin de zarar göreceksin' uyarısı. Anlayan var mı?

Deterjansız, temiz dereler, temiz bir dünya dileği ile,

naturefan Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 20-12-2011, 21:58   #282
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 13-04-2006
Şehir: Ankara
Mesajlar: 9,099
Galeri: 25
Doktorum - Beslenme ve Hastalıklar 19.12.2011 - YouTube

Linki mutlaka izleyin.

YeniBON beğendi.
denizakvaryumu Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 20-12-2011, 22:44   #283
Ağaç Dostu
 
alperfect's Avatar
 
Giriş Tarihi: 03-03-2010
Şehir: kırşehir
Mesajlar: 391
Burdaki yazıları ve diğer medya organlarındaki haberlerin bir kısmını takip ettim yukarda arkadaşlardan birinin bir sözü var 'bilgi kirliliği var' ben bu konunun ayrıntılarına çok girmeyeceğim sadece bir noktayı ifade etmek istiyorum kanser bir hastalığın ismi değildir, ilgili olduğu doku/organla ilgili bir durumdur:
Prostat kanseri ile meme kanseri lösemi ya da bağırsak kanseri aynı tablo değildir.
Kanser bir hücrenin normal hücrelerden farklı olarak kontrolsüz büyümesidir. Böylelikle diğer hücrelerin beslenmesinden çalar,yerini sıkıştırır,çalışmasını engeller... organ ve kanserin türü neyse sonuç ona göre değişir. Bazı lösemi türleri bugün kanser değil hastalık olarak adlandırılabiliyor tedavi şansı çok yüksek çünkü, uzun lafın kısası
Tek bir hastalık tek bir oluşma mekanizması ve tek bir tedavi yok her organ daha doğrusu her hasta farklıdır.
Farklı görüşleri alın (şarlatanından alternatifcisine prof.'una kadar) ama gözü kapalı güvenmeyin ve en önemlisi umudu asla kaybetmeyin

alperfect Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 23-12-2011, 23:14   #284
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 13-04-2006
Şehir: Ankara
Mesajlar: 9,099
Galeri: 25
YAĞ - SU - ŞEKERİstanbul Sultangazi’de “KANSERE NEDEN OLAN BESLENME ALIŞKANLIKLARIMIZ” konusundadüzenlediği toplantıda Prof. Dr. Kenan DEMİRKOL’UN konuşması.

“YAĞ” ve “ŞEKER”

Eğer hayvan merada %100 yeşillikle besleniyorsa, asla başka yabancı gıda almıyorsa, o tereyağı dünyanın en iyi yağıdır. Zeytinyağından da iyidir.

Ama marketten satın aldığınız tereyağı ahırda beslenen, pancar küspesi, mısır silajı veya başka tahıllarla beslenen hayvanların yağıdır…

Sizin sağlığınızı korumak için ne yediğinize bakmanız lazım. İşte temel hatalardan biri yağ seçimi


Biz ayçiçek yağı, mısırözü yağı, margarin veya endüstriyel tereyağı yediğimiz sürece hasta olmaya mahkumuz.

Elimizde iki tane yağ var şu anda.

Bir, zeytinyağı; iki, %100 mera sütünden yapılmış tereyağı. Peki fındık yağını nereye sokacağız? Bu liste içinde bakın fındık yağının yağ asit içeriği, yani temel yağ bileşimi zeytinyağına çok yakındır. Hasta edici bir yağ değildir.

Ama zeytini sıkıyorsun, yağını elde ediyorsun. Fındığı eziyorsun, püre haline getiriyorsun, 80 dereceye ısıtıyorsun, eter katıyorsan, yağını öyle elde ediyorsun.

Hangisi tercih edilir? Zeytinyağı tabii ki. Yani fındık yağını eve sokmanın bir alemi yok. Ha zeytinyağının tadına hiç tahammül edemiyorsan o zaman rafine zeytinyağı kullanabilirsin. O da işte fındık yağıyla aynı yöntemle elde edilir. Yani piyasa değeri olmayan, çok koyu, kokulu zeytin yağlar fabrikaya gönderilir. Onlar da 70-80 dereceye ısıtılır; sonra da eter katılır; yağ elde edilir. İlk etapta rafine zeytin yağı elde edilir. Hiç kokusu yoktur, hiç tadı yoktur. Eğer bu rafine zeytin yağına, %5 oranında sızma zeytin yağı katarsanız, o zaman riviera tipi zeytinyağı elde etmiş olursunuz.

Hani marketlerde görüyorsunuz ya, o fabrika eseri bir yağdır; ayçiçekle filan karışmış değildir. Saf zeytinyağıdır.

Ama neden yoksundur biliyor musunuz? Sızma Zeytinyağında var olan antioksidanlardan yoksundur.

Çünkü oksitlenme, yani paslanma bütün bizim hastalıkların temelindeki ana unsurdur.

Nasıl açık havada bırakırsan demiri yağmurda paslanır, biz ne yaparız, antipas diye bir boya süreriz paslanmasın diye.
Vücudumuzun da antipasları vardır. Bunlara biz antioksidan diyoruz.

Antioksidanları ağırlıklı olarak sebze-meyvelerden elde ediyoruz. Zeytinyağı antioksidanlardan çok zengindir ve kalp hastalıklarına karşı koruyuculuğu önemli oranda antioksidanlardan dolayı kaynaklanmaktadır. Ama biz onu ısıttığımız zaman, rafine zeytinyağı elde ettiğimiz zaman, bu unsurları geniş ölçüde kaybediyor. O yüzden mümkün mertebe sızma zeytinyağı kullanmalıyız ve çocuklarımıza da bu tadı alıştırmamız lazım.

İkinci temel hatamıza geçmeden birincisi olan yağ seçimini özetlersek, daha Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinin Trabzon bölümünde, hamsinin zeytinyağı ile kızartıldığının tarifi vardır. Sen 500 sene önce bu topraklarda bunu biliyordun. Ama biz, dış etkilerle doğruyu unutturulduk ve yanlışlara sürüklendik. İşte o yanlışlıklar bizi hastalıklara sürüklüyor.

İkinci büyük hata şeker.
Hayatımızda şeker, insanlık tarihi itibarıyla bakarsanız çok yeni bir olgu.

Peki şeker bir besin maddesi midir?
Değildir.

Çünkü besin maddesini nasıl tanımlıyoruz? İnsanın bedensel ve ruhsal işlevlerini ve çoğalmak için, yani neslini sürdürmek için gerekli maddelere biz besin maddeleri diyoruz. Şeker, insanın herhangi bir işlevini yerine getirmek için gerekli mi?

Evet. Beyin glikozla çalışıyor.Omurilik hücreleri glikozla çalışıyor.
Eritrosit dediğimiz alyuvarlar glikozla çalışıyor. Enerji kaynağı olarak glikozu kullanıyor.
Peki dışarıdan şeker alıp da daha akıllı olan bir insan gördünüz mü?

Hani beyin glikozla çalışıyor ya, şeker yediği için daha akıllı olan bir insan gördünüz mü?

Veya sperm, enerji kaynağı olarak früktozu kullanıyor. Meyve yiyip de daha müthiş erkek olanı gördünüz mü? Çünkü;

insanın gereksinimi olan glikozu da früktozu da vücut kendisi üretiyor.
Dışarıdan asla alınmasına gerek yok. Dolayısıyla biz şeker yediğimiz zaman tamamen sadece damak zevkimiz için yiyoruz.

Asla hiçbir bedensel ihtiyacımız yok.

O yüzden şekere boş kalori denir. Yani gereksiz yere aldığımız kalori. E bugün bakın şimdi son bir hafta içinde yediklerinize, ne kadar boş kalori aldınız? Çok… Niye?… Hasta olmak için, Sadece hasta olmanıza katkıda bulundu. Bir de son zamanlarda pancardan elde edilen şeker de bir yana bırakıldı; daha ucuz olsun diye mısırdan elde edilen şeker kullanılmaya başlandı. Fruktozdan zengin mısır şurubu. Ne yazık ki, bizim gıda tüzüğümüzde farklı şekerlerin farklı adlandırılması zorunluluğu yok. Şeker şekerdir mantığıyla ister nişasta bazlı şeker yani mısır nişastasından elde edilmiş şeker olsun ister pancar şekeri ister … şekeri olsun hepsinin üstünde şeker yazılması yeterli.

Halbuki mısırdan elde edilen fruktozdan zengin mısır şurubu,aynı miktar kaloride bile olsa normal şekere göre % 46 daha şişmanlatıcı.

Özellikle karın bölgesi yağlanmasına yol açıyor. Bu bilimsel olarak kanıtlandı.

Dünyanın en saygın üniversitelerinden biri, Amerika’da bir teknik üniversitenin bir öğretim üyesinin sözünü ödünç alarak size söylemek istiyorum “Yaşadığımız çağ, akademik kapitalizm.” Yani sermaye sahiplerinin akademisyenleri satın alması sonucu, toplumla paylaşmak istediklerini akademisyenlere söylettirdikleri çağdayız..

Yani satılmış insanların çağı. Satılmış bilim insanlarının çağındayız.

Üçüncüsü ise karaciğer yağlanması. Ama ne tür bir yağlanma? Alkolizm dışı bir yağlanma.

O yüzden biz buna alkol dışı karaciğer yağlanması deniyor. Ve alkol dışı karaciğer yağlanması, özel tipli bir siroza neden oluyor. Atatürk’ün öldüğü siroz hastalığı var ya. Özel bir tipte siroz hastalığı, kriptojenik siroz deniyor buna. Amerika’da son otuz yıl içinde üç kat artan karaciğer kanserinin de kriptojenik siroz sonucu olduğu belirtiliyor.

Yani sonuçta Amerika’da son 30 yılda üç kattan fazla görülen karaciğer kanserinin sebebi mısır şurubudur.

Bu, bu kadar açıkken bizim bakanlığımız dün yaptığı açıklamada hiçbir bilimsel kanıt sunulamamıştır diyor. Benim 110 tane bilimsel yayın kullanarak yazdığım, on yedi sayfalık raporu da çiğneyerek bunu yapmış.

17 sayfalık rapor gönderdim onlara. 110 tane de literatür ekledim. Ama neoliberalizmdeki iktidarlar sermayenin iktidarıdır; vatandaşın iktidarı değildir. Yurttaşın iktidarı değildir…

Ne olur çocuklarınızı mısır şurubundan uzak tutun. Hem şekerden uzak tutun ama özellikle de yani gofret, bisküvi kek
dışardan alacağına az şekerli bir keki evde kendin yap.Yani ambalajlı bir ürün sunmayın çocuklarınıza.

Bugün gıda sanayisinde sadece ve sadece aksi belirtilmediği takdirde mısır şurubu kullanılıyor.
Dondurmalarda o kullanılıyor, hazır aldığınız baklavanın şerbeti bile mısır şurubundan.

Kartal’da onun fabrikası var Ülker’le Cargill firmalarının ortak kurdukları bir fabrika. Baklava şerbeti bile oradan geliyor. Çocuklarınıza illa tatlı bir şey yedirecekseniz, ne olur evde kendiniz yapın ve olabildiğince az şekerli yapın. Çünkü total olarak da şeker zararlı zaten, yani insanın zarar görmeden günde tüketebileceği şeker miktarı 30 gramdolayındadır.
30 gram, 8 kesme şekeri yapar.

Ama bu şekerin içinde ne yazık ki meyve de var, bal da var, yani siz kahvaltıda bir tatlı kaşığı bal yediyseniz, hakkınız 7 ye düştü. Bu hakkınızı ağırlıklı olarak meyve olarak değerlendirin. Eğer bugün hiç şeker yememişseniz, bal dahi yememişseniz, çayınıza hiç şeker koymamışsanız, başka hiçbir şeker kaynağı da yoksa, 8 kesme şekerin karşılığı 300 gram portakal veya 300 gram elma veya 400 gram kiraz veya vişne veya 100 gram kadar muz, incir veya üzüm yiyebilirsiniz. Ama sadece 100 gram. Yani mandalina zamanı ‘koy hanım önüme bir kilo mandalinayı ben bunu yiyeyim’ bu sağlıklı değil. Siz sınırsızca sebze yiyebilirsiniz ama meyve sınırlı yemeniz lazım. Meyvenin fazlası da şişmanlatır. Ve zararlıdır, karaciğer yağlanması yapar….. Yani meyve tek başına bile hem karaciğer yağlanması, hem karın tipi şişmanlık yapabilir. Karın tipi şişmanlığın çok özel bir yeri vardır

Bağırsak çevresindeki iç organların çevresindeki yağlar hormonal etkin yağlardır ve bu hormonal etkin yağlar ne yazık ki kanser oluşumunda da, kalp-damar hastalığı oluşumunda da etkindir. O yüzden eşit bir şişmanlık, yani kollar bacaklar her taraf eşit ama karın büyümemiş. Bu şişmanlığa çok itirazım yok.



Karın tipi şişmanlık, eşittir şeker hastalığı, eşittir kalp hastalığı, eşittir kanser.

O yüzden göbekler inecek. Göbekler inmediği sürece sağlıklı olma şansımız yok. Göbekleri indirmek içinde şekerden uzak duracağız. Çünkü en çok karın tipi şişmanlık yapan früktozdur. Bizim yediğimiz pancar şekerinin de yarısı früktozdur. Yediğimiz meyvenin şekerinin de yarısı früktozdur. Biz früktozu azaltmak zorundayız. Karın tipi şişmanlığı, dolayısıyla kalp hastalığı, kanser, inme gibi hastalıklardan kurtulmak istiyorsak karnımız inecek.

- Esmer şeker hakkında ne düşünüyorsunuz?

- Bakın bütün şekerler esmerdir. Üretim aşamasında karamelize olur. O yüzden esmerdir ama yıkandıkça üzerindeki karamel atılır, rafine edildikçe beyazlaşır. Yani senin dediğin esmer şeker, yediğin beyaz şekerin üretimdeki bir önceki aşamasıdır. Sadece ticari bir tuzak. Daha yüksek fiyata satabilmek için ticari bir tuzak……

Şimdi karaciğer yağlanmasının önemli bir bölümü selim seyredebilir. Yani her hangi bir sorun yaratmadan da insan ömrünü bununla sürdürebilir. Ama bir bölümü yine hatalı beslenmenin devam etmesi koşuluyla, yağlı karaciğer iltihabına dönüşebilir. Alkol dışı yağlı karaciğer iltihaplanmasıdır bu hastalığın adı. Ciddi karaciğer yetersizliği, siroz karaciğer kanseri aşamasıdır. Bazen yağlı karaciğer iltihabı olmadan da sadece yağlı karaciğer aşamasında da bazı hastalıklar çıkabilir ama yağlı karaciğeriniz varsa iki yol var sizin önünüzde; biri nispeten hayatınızı idame edeceğiniz bir yol öbürü de ölümdür. O yüzden ne yapıp yapıp karaciğer yağlanmasını tedavi ettirmelisiniz. Bunun da temelinde şekeri tümüyle sıfırlamanız geliyor. Ancak iki yıl gibi bir süre içinde toparlayabilirsiniz……

Şeker kesmeyi dile getirdiğimiz zaman karaciğer yağlanması açısından, o zaman nişastayı da kesmemiz lazım.

Çünkü nişasta, daha ağzımızda çiğnendiğinde tükürükle glikoza dönüşür. Şekerdir; yani nişasta da şekerdir.

- Kolesterolün karaciğer yağlanmasıyla bir ilgisi var mı?

- Kolesterol olmazsa hayat olmaz. Bütün hormonlarımızın ham maddesi kolesteroldür. O yüzden zaten anne sütünde kolesterol çok yüksektir. Çocuğun hormonlarının üretilmesi için başlangıçta anneden aldığı kolesterole ihtiyacı vardır.

Kolesterol masum bir maddedir. Ama oksitlenirse oksikolesterole dönüşür ve damar sertliği yapar.
Peki oksitleyen ne?

Şeker.

Yedikten sonra şeker trigliseride dönüşür. Yağdır o ve o trigliseritten kolesterolü oksitleyerek damar sertliği yapar bir. İki;

ayçiçeği yağı, mısır özü yağı veya margarinden elde edilen trans yağ asitleri kolesterolü oksitler ve böylece damar sertliği oluşur.

Üç, yapay yemle beslenen hayvanların sütünde de iç yağı vardır. Damar sertliği yapıcı doymuş yağ asitleri vardır, bunlar kolesterolü oksitler ve hasta eder bizleri. Şimdi hayvanın merada otlarsa ayçiçeği yağı mısırözü yağı margarin kullanmazsan şekeri de azaltırsan senin damar sertliği olma şansın kalmıyor. Kolesterolün ne olursa olsun. Ama bu bilgi kolesterol ilacı üreten Amerikan şirketlerinin işine gelmiyor.

yılda sadece kolesterol ilacı satımından 50 milyar dolar elde ediyorlar.

O yüzden de Amerikan tıbbı bize ne emrediyor? Kolesterol ilacı ver diyor. Bakın gazetelere yansıyan bir gerçek var. Nasıl bizim Sağlık Bakanlığımız bir bilimsel kurul kurdu,

Amerika’da da böyle bir bilimsel kurul kuruldu ve “Normal kolesterol düzeyi kaçtır?” sorusuna bilim kurulu yanıt versin istendi.

Ve de normalin çok altı bir değer, 200 mü kabul ediliyor normal, 150 gibi bir değer ileri sürdüler.

Sonradan ortaya çıktı ki bilim kurulunda yer alan 9 öğretim üyesinin dokuzu da ilaç şirketlerinden rüşvet almışlar.

- Hocam kızartmalarda ne tip yağ kullanmak gerekir?

- Kesinlikle zeytinyağı, kesinlikle.

- Peki, zeytinyağının yanma derecesi ayçiçeği yağından yüksek midir?
- 240 derece, ayçiçeği yağından çok daha yüksektir. Tava ısısı normal şartlarda 180 dereceyi çok az aşar.

O yüzden rahatlıkla zeytinyağını kullanabilirsiniz ama dumanlaşma derecesi diye teknik jargonda adlandırılır sızma zeytinyağını kullandığınız zaman çok daha düşük derecelerde dumanlanma görürsünüz. O su buharıdır. Su buharıdır ve içindeki bazı organik maddeler yanar, koku maddeleri tat maddeleri yanar. O yüzden o, yağın yandığı anlamında değildir. Ne olur yanılmayın. Yağ yanmıyor. İçindeki bazı koku, renk maddeleri yanıyor. 240 dereceye kadar dayanan bir yağdır……

Bir dinleyicinin elindeki pet şişeden su içtiğini gören hoca,
- Şimdi içtiğiniz su ile neler elde ettiğinizi de gözden geçirelim ve bu günkü toplantıyı kapatalım.

O polietilen tereftalat maddesinden üretilmiş yani pet şişenin içindeki stalatlar suyun içine karışmış bulunuyor.
Ayrıca o plastiği yumuşatmak için antimon denen bir ağır metal kullanılmıştır o da suyun içine karışıyor
dolayısıyla siz hem stalat, hem de antimon içmiş oldunuz şu anda.

Peki, ne yapar bunlar size?

Bunlar hormon bozucular diye geçer. Sizin vücudunuzda bir takım hormonal bozukluklar yaratır. Bu hormonal bozuklukların bir bölümü, örnek, östrojen etkisini göstererek 5 yaşında çocukların adet görmesine sebep olur. İki buçuk yaşında bir çocuk getirdiler Lüleburgaz’dan adet görüyor. İki buçuk yaşında. Hamile bir kadın östrojen etki gösteren bir hormonal bozucuyu aldığı zaman, o madde özellikle bu 19 litrelik su bidonlarında onlar polikarbon denen bir plastiktir ve ham madde olarak Bisfenol-A denen bir maddeden üretilir. Bisfenol-A’nın meme kanseri yaptığı 1930 yılından beri bilindiği halde ve 130 tane bilimsel yayın olduğu halde bunun hakkında hala biz o bidonlardan su içmeye mahkum bırakılıyoruz. Bisfenol-A hamile bir kadının karnındaki çocuğun beynindeki cinsiyet ayrım merkezine gittiğinde çocuğun homoseksüel
olma olasılığı çok yükseliyor. Meme kanseri riski çok yükseliyor erkekse prostat kanseri riski normal bunla temas etmemiş insana göre 3 kat artıyor.

Yani musluk suyu için Allah aşkına.

- Arıtıcılar hocam?

- Paranız varsa arıtıcı kullanın. Ama paranız yok arıtıcı alamıyorsunuz, musluk suyu için.

Musluk suyu İstanbul’da kullandığınız plastik şişedeki su hangisi olursa olsun 100 kat iyidir.

İSKİ’nın her ay İstanbul’daki bütün su havzalarının sağlık raporları internette yayınlanıyor. Biz geçen sene NTV’de bir su programı yapmıştık ve NTV Yıldız Teknik Üniversitesinde piyasadan topladığı suları bakteriyolojik incelemeye gönderdi. Hepsinde mikrop çıktı. Hepsinde istisnasız. Yani siz sağlıklı olsun, temiz olsun çocuğum mikropsuz su içsin diye mikroplu suyu paranızla içiyorsunuz. Bıraktım vazgeçtim mikroptan, kanser yapıyor. Almanya’da geçen sene ocak ayında Avrupa birliğinin gıda güvenliği merkezi vardır EFSA ocak 2010a kadar Bisfenol_A’nın sağlık sakıncası olmadığını iddia ediyordu. Ama toplum baskısıyla mayıs ayında biz bu işi araştıracağız dediler ve ekim ayında biberonlarda Bisfenol-A’nın kullanımını yasakladılar. Tamam, da biberonda yasakladın e çocuğuna Bisfenol-A’lı su bidonundan su katmıyor musun mamasını hazırlarken?

Isı ve zaman etkisiyle plastiğin defalarca kullanılmasıyla Bisfenol-A’nın suya geçiş oranı çok artıyor.

Şimdi su ısınmaz ki diyeceksiniz.

Arizona’da yapılan bir çalışmaya göre şehirlerarası su nakli sırasında kamyon içerisindeki su 80 dereceye kadar ısındığı saptanmıştır.

80 dereceye ısınan su o plastikten ne kadar madde çözüyor biliyor musunuz?

Sizi de sülalenizi de kanser etmeye yeter. Antalya’da yazın açık havada duran suyun derecesi kaç acaba?

Banyo bile yapamazsın o kadar sıcak suyla.

Ne olur musluk suyu kullanın. Bırakın şu plastikleri.

- Hocam bazı yiyecekleri plastik poşetlere koyup buzluğa atıyoruz . bu da sakıncalı mı?
- Şimdi bakın naylon folyo polietilen denen bir maddedir ve polietilenin bu güne kadar bir sağlık sakıncası saptanmamıştır.

Daha büyük sorun yoğurt kapları.

Mesela bazen çay içiyoruz köpük gibi bardaklardan veya uçağa bindiğimizde şeffaf cam gibi çıt diye kırılan plastik bardaklar var hem o polystryne hem köpük gibi olan bardaklar da polystryne onlardan stryne çayımıza geçiyor o da kanser yapıyor.

Şimdi plastik yoğurt kaplarında, ben anlata anlata zannediyorum bazı firmalar artık polipropilen kullanmaya başladı.

Kabın altına baktığımız zaman veya yanına baktınız zaman bir üçgen göreceksiniz. Üç oktan oluşan bir üçgen. Bu geri dönüşüm işaretidir. O üçgenin içinde bir sayı yazar. 5 numara polipropilendir altında da zaten PP yazar.

Yoğurt alırken artık markaya göre değil kullandığı plastiğe göre tercihinizi yapın.

Ben her yoğurt almaya gittiğimde maalesef aynı firma farklı marketlere farklı plastik gönderebiliyor. Daha ucuz marketlere adi plastiklerde, lüks semtlerdeki marketlere daha kaliteli plastikte gönderiyor.

Ne acı. Yani ayırım yapıyor.

- Yani hocam üçgenin içinde 5 miyazması lazım?
- Evet polipropilen

- 1,5 litrelik su şişelerinde 1 yazıyor.

- Evet, işte o PET polietilen tereftalat, kötü, 1 numara kötü. Evde 19 litrelik bidonların altına bakın. Onda da 7 yazar. 7 diğer plastikler anlamına gelir. Diğer plastiklerin içinde 6-7 farklı plastik vardır bunlardan bir tanesi de polikarbondur onun için üçgenin altında PC kısaltması vardır.

Prof. Dr. Kenan DEMİRKOL

denizakvaryumu Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 25-12-2011, 21:05   #285
Ağaç Dostu
 
naturefan's Avatar
 
Giriş Tarihi: 07-11-2011
Şehir: Tokat- Erbaa
Mesajlar: 260
Galeri: 12
Şeker fabrikaları acaba yılda kaç cana maloluyordur? Vatandaş tehlikenin farkında mı; basında bu konu neden yeterince işlenmiyor? Şeker gerçekten vazgeçilmez bir madde mi? Şeker kullanmayan (veya daha az kullanan) benzeri toplumlarla aramızdaki -ilgili hastalıklarda- hastalık mukayesesi nasıl?

naturefan Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 26-12-2011, 10:51   #286
Ağaç Dostu
 
naturefan's Avatar
 
Giriş Tarihi: 07-11-2011
Şehir: Tokat- Erbaa
Mesajlar: 260
Galeri: 12
Bu gün 26 aralık 2011 pazartesi saat 11:52 'Şeker Fabrikalarına Hayır' kampanyasını başlatıyorum. Sanırım yeni bir başlık açmalıyım; yönetim izin verirse. Şeker, tatlı maskesi ardındaki beyaz zehir! Ailemden 3 kişi şekerden öldü; biri de makinaya bağımlı yaşıyor. Yaşamak sa!.... Şeker ve şeker fabrikaların ülkemizden, dünyadan kaldırılması için çalışacağım. Öncelikle tatlı zehiri evinize, yaşamınıza sokmayın; yaşamınızı zehir etmeyin!!!

Gül-bahar beğendi.
naturefan Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 04-04-2012, 14:24   #287
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 13-04-2006
Şehir: Ankara
Mesajlar: 9,099
Galeri: 25
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Onkoloji Enstitüsü Öğretim Üyesi Dr. Yavuz Dizdar: Biliyorum canınız sıkılacak, yüreğiniz kabaracak, üzüleceksiniz ama gerçekleri öğrenmeniz lazım. Daha yumurtadan çıkar çıkmaz civcive antibiyotik veriliyor. Kemikleri gelişmesin, sadece et yapsın diye... Tavuklar tarladaki patatesler gibi hiç kıpırdamadan yetiştiriliyor. Bıraksanız bile kıpırdayamıyorlar... Elinize aldığınızda kemikleri kırılıyor... Bu inanılmaz bir vicdansızlık... Sonra, görüyoruz her gün gencecik bir kadın meme kanserine yakalanıyor. Büyük olasılıkla daha sağlıklı diye sık sık tavuk yiyorlardır...

Hocam son dönemde kanser vakalarında patlama olduğunu, lenfoma ve kemik iliği kanserlerinin çoğunun ise Türkiye’nin tarım merkezi olan Antalya-Kumluca’dan geldiğini söylediniz. Peki böyle başka bölgeler var mı?

Var... Mesela 6-7 ay kadar önce Ergene tartışıldı. Orası içler acısı bir durumda. Ergene’de olağanüstü bir çevre kirliliği var. O zaman Sağlık Bakanlığımız ve Kanser Savaş Daire Başkanlığı dediler ki, “Orada çok sigara içiliyor, çok alkol kullanılıyor, o nedenle bu kanserler çıkıyor.” Böyle bir şey sözkonusu olamaz. Çünkü belgesel bir film hazırlandı bu konuyla ilgili. “Gündöndü” adında... Orada her şey çok açık.

- Ben izlemedim o filmi...

İzleyemedik, çünkü henüz Türkiye’de gösterilmedi. Kısa versiyonu Marsilya’da bir çevre filmleri festivaline gitti. İzleyenler o kadar etkilenmiş ki, film bittiğinde alkışlayamamışlar, alkışlayacak halleri kalmamış. Deri fabrikalarından çıkan o atık suyun köpükler halinde Ergene’ye bırakılmasını ve bu yüzden ortaya çıkan çevre felaketini öyle bir göstermiş ki film dona kalmışlar... Çiftçi geliyor Trakya’dan, Ergene’den, hepsi hastalarımız zaten bunların. “Hocam” diyor, “15 tane sığırımız geçenlerde öldü. Daha önce de bir 15 tane ölmüştü zaten...” Onbeşer, onbeşer ölüyor hayvanlar. Ama “Aşı reaksiyonu oluştu da ondan” diyorlarmış.

- Kimler diyormuş?

Tarım Bakanlığı yetkilileri! Böyle aşı reaksiyonu oluşmaz. Bunlar bir şeyin üzerini örtme çabaları. Bir aşıda üretim sorunu varsa, zaten o 15 hayvanı değil, çok daha fazlasını etkiler. Bu aşıyla ilgili olan bir durum değil. O çevrede muhtemelen hayvanlar su içerken ya da otlanırken çevreden aldıkları toksinle kaybedildiler. Bir arkadaşımız gitti bölgeye, “Kimse konuşmak istemiyor, korkuyor” diyor. Trakya Üniversitesi’nden öğretim üyesi bir başka arkadaşımız bölgedeki kanserli insanların dokularında ağır metal analizine bakmış, çok yüksek bulmuş... CNN Türk’te yayınlanmış bir canlı yayının bandını izledim. Devletin söylediği şey, “Çok sigara içiyorlar, çok alkol tüketiyorlar, bu kanserler o yüzden.” Halbuki adam anlatıyor, kızı dereye düşmüş, boğulmuş, peşinden gitmiş, girdiği yere kadar bacakları cılk yara. Bu düzeyde bir kirlilik var Ergene’de. Baktığınızda temiz görünüyor ama adamın girdiği yere kadar bacakları ülsere olmuş. Sonuç? Adamın o yaraları iyileşmiyor. Adam yaşıyorsa da şansa yaşıyor. Bu, o bölgede yaşayan diğer insanlar için de geçerli. Bunun öyle sigarayla, alkolle falan kapatılacak bir yanı yok. Bir de oradan ürün geliyor, o ürünün nereye gittiği belli değil.

- Gelen ürün ne?

Üç ürün geliyor. Pirinç, ayçekirdeği, buğday... Kadmiyum ve kurşun analizlerini yaptırdık. İzin verilenden 2 ila 8 kat yüksek çıktı! Şimdi bu ürün nereye gitti, kim yedi? Bunların hiçbirini bilmiyoruz. Bakanlık her ürünü birebir denetleyemez, orada hakkını verelim. Ama şu önemli; ürüne püskürtülerek kullanılan tarım ilaçları herhalükârda çok kullanılmadıkları zaman kabuğun soyulması, hatta meyvenin sebzenin iyi yıkanılmasıyla uzaklaştırılıyor. Sorun ot ilacında. Çünkü ot ilacından meyve ağacı etkilenmiyor ama onu bünyesine alıyor. Biyolojik sistem bunu içinde biriktiriyor. Bu insanda bir tümör oluşumuna da neden olabilir, hayvanların kaybedilmesine de... Bu ot ilacını, glifosatı pek çok ülke vahşi doğaya da atıyor. Ot kontrolü diye. Nedeni bilmiyorum.

Büyük hastaneler açarak kanseri önleyemezsiniz

- Vahşi doğadan ne istiyorlar?

Hiçbir şekilde anlaşılabilmiş değil. Ormanları ilaçlıyorlar. Niye? Belli değil.

- Herhalde bu zirai ilacı üreten firmalar para kazansınlar diye... Başka bir sebep geliyor mu hocam aklınıza?

Büyük olasılıkla öyle. Doğa bu, sen doğaya müdahale edemezsin. İstersen tarlana müdahale et, ama iş ormana geldiği zaman, “Ben buradan yabani otları temizleyeceğim” diyemezsin. Orası yaban. O şekilde kalmak zorunda. Sen ona müdahale edersen olay çığrından çıkar.

- Biz ne korkunç insanlar olduk böyle?

Maalesef biz korkunç bir ırkız. Bakın, tarım ilacını sonuçta kim tavsiye ediyor? Ziraat mühendisi... Bakıyorsunuz ziraat mühendislerinin büyük kısmı, aynı zamanda tarım ilacı bayiliği yapıyor. Duydum ve inanamadım, tarım ilacı satarken çiftçiye, “Kendin için mi kullanacaksın, yoksa satacağın ürün için mi?” diye soruyorlarmış. Böyle insafsızca bir durum var. Aynı anda bayii olan birisi tarım ilacı satışını kontrol edebiliyorsa eğer, tüketimini nasıl denetler? Adam kendi satışını mı baltalayacak? Oradan bir sıkıntı çıkıyor. İkincisi, tarım ilaçlarının amaç dışı kullanımı var. Bu tavuklarda büyütme amaçlı kullanılan antibiyotik gibi bir durum. Böyle bir şeyi bin yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Yumurtadan çıkar çıkmaz civcive antibiyotik vermeye başlıyorlar. Bizim üreticimiz inşallah bu konuda bir düzenleme yapacak, umutluyum. BESD-BİR, “Elimizden geleni yapacağız” dedi. Fakat antibiyotiğin bu şekilde kullanımı kim tarafından akıl edildiyse, bunu Amerikan Akademileri bile anlamış değil... Siz civcive antibiyotiği verirseniz, civcivin bağırsak sisteminin gelişmesini önlüyorsunuz. Normalde yediğimiz besinlerin önemli bir bölümü bağırsak metabolizmasında kullanılıyor çünkü. Dolayısıyla enerji tüketimi azalıyor. Siz bu civcivi güneşe de çıkartmazsanız, kemikleri de sağlıksız gelişeceği için sadece et yapıyor...

- Hiç anlayamadım hocam...

Aksi takdirde güneşe çıkartırsanız civciv sağlıklı gelişeceği için kemik de yapıyor. Ama kemik yapsın istenmiyor, sadece et yapsın isteniyor. O zaman oradan da tasarrufa gidiyorsunuz, hayvan sonunda patates tarlasında yatan patates gibi hiçbir şekilde kaçamayan, olduğu yerde büyüyen bir hayvan oluyor. Bunu kesimde çalışan bir arkadaşımız anlattı, “Zavallı hayvancağızı yerden alırken kemiklerinin elinizin altında kırıldığını hissediyorsunuz. Kaçamıyor zaten. Bıraksanız da hareket edemiyor” diyor. Çünkü hiçbir şekilde enerji harcamayacak ve et yapacak şekilde yetiştiriliyorlar. Düşünebiliyor musunuz 1.7 kilo yemle 1 kilo tavuk elde ediyorlar. Böyle bir dönüşüm var mı dünyada?

- Tavukların nasıl bir eziyetle yetiştirildiğini biliyordum, bu yüzden de asla yemem, ama bu kadarını bilmiyordum. Para kazanacağız diye nasıl bu kadar vicdansız olabiliyoruz?

Haklısınız, son derece vicdansızlık bu. Bir yandan da baktığımızda bunu yapanlar inançlı insanlar...

Çocuğunuza yedireceğiniz yumurtaya dikkat edin!

- Prof. Kenan Demirkol yaptığımız bir söyleşide, “Normalde inek ne zaman süt verir? Yavruladığı zaman değil mi? Ama üretici için süt o kadar değerli ki, yavru 10 gün sonra annesinden ayrılıyor ve soya sütüyle besleniyor. Ve günlerce anne ve yavru ayrılık nedeniyle ağlıyor” diye anlatmıştı. Biz ne yapıyoruz böyle? Besleneceğiz diye bu kadar acımasız olmamız gerekiyor mu? Burada çok da büyük bir günah var aslında... Bir din adamının çıkıp bence, “Yapmayın, günahtır” demesi lazım. Belki o zaman insanlar düşünmeye başlar...

Diyanet de maalesef ortadan yanıtlar veriyor. Net bir şey söylemiyor. Biliyor musunuz, buzağılara etleri pembe olsun diye demir verilmiyor. Kırmızı et diye yediğin hayvanın eti niye pembe olsun ki? Efendim böylesinin Avrupa’da 100 Euro’ya kadar ederi varmış. Hayvanlar demir eksikliğinden ahırın paslanmış metal aksamlarını yalıyormuş. Böyle bir zihniyet, böyle bir hayvan yetiştirme olabilir mi? Benzer şey, hormon kullanımında var. Buzağılarda hormon kullanıyorlar. 8 aylık dana küçücük olmalı, koskocaman inek kadar oluyor. Gören korkuyor. Ne veriyorlarsa hayvanlara bu hale getiriyorlar. Şimdi bakanlık çıkıp da, “Biz denetliyoruz, şahane üretim yapıyoruz, bol verim alıyoruz” demesin. Hayır, bol verim önemli değil. Sağlıklı verim alabilmeniz önemli.

- Hep rakamlara bakıyoruz değil mi?

Bu Amerika’nın standart hatasıdır. Bizde de öyle olmaya başladı. Üretim artıyor deniyor. Peki karşılığında ne kadar ilaç parası ödüyorsunuz? Bu yüzden en çok kanser vakası Amerika’da görülüyor.

- Bizde de gün geçmiyor ki gencecik bir sanatçı meme kanserine yakalanmasın. Arkadaşlarımın çoğu meme kanseri. Özellikle meme kanserindeki artışın nedeni ne?

Bilinmiyor. Ama çok büyük olasılıkla bu insanlar sağlıklı besleneceğiz diye tavuk yiyorlardır, tavuktan aldıkları birtakım hormonlar var. Biz bu işin hormon kısmını bilmiyoruz. Ama 8 ayda bu kadar büyütebiliyorsa danayı, mutlaka birtakım hormonal manipülasyonlar yapmak zorunda. Ya androjenle yapıyorlar bunu ya başka bir büyüme hormonuyla... Nitekim bir arkadaşımız 25 sene Hollanda’da tarım bakanlığında çalıştı, “Hocam, özellikle Kurban Bayramlarında hormonsuz hayvan yok. Hepsine büyüme hormonu veriyorlar. Hayvanlar şişiyor, pazara gönderiliyor” diyor.

- Vallahi yüreğim daha fazla kaldırmayacak. Yazmak da lazım ama...

İnsanların canlarının sıkılması gerekiyor, yürekleri kabaracaksa kabaracak biraz, ama gerçekleri öğrenmeleri lazım. Geçen haftalarda bir arkadaşım anlattı. Çok hazin bir örnek. 10 yaşındaki kızının bacaklarında tüylenme sorunu başlamış. Doktor doktor dolaştırıp bir sonuç alamayınca, “Ya biz bu çocuğa ne yediriyoruz ki böyle oluyor” demişler. Ve geldikleri nokta yumurta olmuş. “Her gün bir yumurta veriyorduk, kestik ve tüylenme geçti. Ondan sonra organik yumurtaya döndük, bir sorun kalmadı” diyor.

- Yumurtada ne var ki?

Günde iki-üç defa yumurtlatabilmek için tavuğa mutlaka bir şey yapmak zorundasınız. Çünkü bu kadar yumurtlama hayvanın doğasının dışında bir şey.

- O yüzden kız çocukları erken adet görmeye başladı, erkek çocukların göğüsleri büyüyor...

Evet. Korkunç bir gidiş var. Bu memleketin beslenmesinin düzelmesi gerekiyor. Büyük hastaneler açarak kanser vakalarını önleyemeyiz. Erken tanı yöntemlerini geliştirerek önlenebilecek bir şey değil kanser. Beslenmemizin düzelmesi gerekiyor. Yediğimiz yumurtadan hormon alıyoruz, süt zaten süt değil, yoğurt desen öyle... Bir yandan tarım ilacını bol miktarda alıyoruz. Bu şekilde beslenen vücut bir kere böyle beslense bunu karşılar, iki kere beslense yine karşılar, ama tek seçenek bu olduğu zaman hastalık kaçınılmazdır. Kanserler patladı. Batman’dan çiftçi telefon ediyor, altıncı düşüğü yapmış eşi... Kars’tan genç bir köylü telefon ediyor, kanser... Marketten alıyormuş tavuğu, çünkü Kars’ta kuş gribi hikâyesinden sonra 2.5 milyon köy tavuğu yakılınca ellerinde tavuk kalmadı...

Başbakan’ın bizzat tarıma el atması lazım, gidiş iyi değil!

- Nasıl öyle bir şey yapabildik? Tavukları canlı canlı toprağa gömdük, yaktık. Bunun günahı bile bize yeter?

İnanılmaz bir hezeyandı o... Bütün tavukları yaktık. Birkaç yıl sonra aynı hezeyan bu kez domuz gribi olarak geri geldi. Ne zaman bu hezeyan bitti? Başbakanımız, “Ben domuz gribi aşısı olmuyorum!” dediği zaman. Sağlık Bakanı’nı kandırıyorlar. Ne oluyormuş? Aşıda Avrupa’ya örnek oluyormuşuz! Hadi canım! Şu anda millette çok ciddi böbrek hasarı var. Çünkü diyaliz merkezlerinin artmasından bunu görebiliyoruz. Bunun en önemli nedeni; doğru beslenmiyor oluşumuz. Yok işte, çok sigara içti de, ortam kötü de... Bunlarla açıklayamazsınız. Çünkü bu tarım ilaçlarının böbrek toksisitesi yaptığı biliniyor. Kesinlikle Başbakan’ın bizzat tarım ve gıda işine de el atması lazım! Yoksa bu gidiş hiç iyi bir gidiş değil!

Salkl diye yediiniz tavuklar tavuk deil! - GAZETEVATAN.COM

denizakvaryumu Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 04-04-2012, 14:28   #288
Ağaçsever
 
leonfather41's Avatar
 
Giriş Tarihi: 19-03-2012
Şehir: kocaeli
Mesajlar: 50
Değerli mesai arkadaşlarım;

Her yıl ülkemizde ve bütün dünyada 1-7 Nisan’ da Kanser Haftası etkinlikleri yapılmaktadır.
Böylece bir kez daha kansere dikkat çekilmekte ve toplumda farkındalık oluşturulması sağlanmaktadır.
Kanser; yüzden fazla hastalığın ortak adı olup, her birinin tanıları, süreçleri ve tedavileri birbirinden farklıdır.
Doku ve organları oluşturan hücrelerin; organizmaya zarar verecek şekilde anormal çoğalmaları ve büyümeleridir.
Dünyada ve ülkemizde, hastalıklardan ölümlerde, kalp ve damar hastalıklarından sonra ikinci sırada yer almaktadır. Çok ciddi bir halk sağlığı sorunudur.

Erkeklerde en sık görülen kanserler; Akciğer, prostat, kalın barsak
Kadınlarda en sık görülen kanserler ise meme, tiroit ve kalın barsak kanserleridir

Erken tanı : Kanserin henüz hücre içinde ve hiçbir belirti vermediği durumda yakalanmasıdır.
Erken evre tanı : Kanserin henüz uzak organlara yayılmadığı sadece komşu bitişik dokuya yayıldığı durumda iken yakalanmasıdır
Her kanserin henüz erken tanısı yoktur. Kadınlarda meme, rahim ağzı, kalın barsak erkeklerde ise kalın barsak ve prostat kanserlerinin erken tanısı vardır.
Ülkemizde ve ilimizde yukarıda ismi verilen kanserlerin toplum tabanlı taramaları da yapılmaktadır. Ulusal Kanser Tarama Standartlarına uyan kişiler
Kocaeli Devlet Hastanesi KETEM birimine başvurarak meme, rahim ağzı, kalın barsak ve prostat kanserleri taramalarını yaptırabilirler
Ulusal Kanser Tarama Standartlarına Kanser Savaş Dairesi Web sayfasından ulaşılabilir

Kanser açısından şüphe uyandıracak ve doktora gitmemizi gerektiren belirtiler şunlardır:
1. Ele gelen kitleler
2. İdrarda, dışkıda, balgamda kan görülmesi
3. Büyüyen ve renk değiştiren benler
4. Sebepsiz, irade dışı aşırı kilo kaybı
5. Uzun süre devam eden ses kısıklığı
6. Uzun süre devam eden öksürük
7. Uzun süre devam eden kabızlık ve dışkının ince gelmesi

Kanser nedenleri
3 ana grupta toplanır.
1. Sigara
2. Beslenme hataları
3. Diğer nedenler ( radyasyon, enfeksiyonlar, kimyasallar, yaş, genetik vb. )

İş Sağlığı Koruyucu Hekimlik projesi kapsamında sürdürülmekte olan dengeli ve yeterli beslenme ( obezite pol. ) ve tütün kontrolü ( sigara bırakma pol. ) ile
aynı zamanda kanser kontrolü açısından da çok büyük oran da mücadele edildiği görülmektedir.
Kanser Haftası vesilesiyle siz mesai arkadaşlarıma bir kez daha obezite ve sigaranın sağlık açısından ne kadar riskli olduklarını hatırlatır
ve kanserin önemini vurgulayarak bir kez bu projeye desteklerinizi bekleriz


Sağlıklı ve mutlu günler dileğimizle…..
SAĞLIK BİRİMİ

Gül-bahar beğendi.
leonfather41 Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 05-04-2012, 00:07   #289
Ağaç Dostu.
 
pria's Avatar
 
Giriş Tarihi: 06-08-2009
Şehir: Çanakkale
Mesajlar: 6,526
Nerede hangi bilim adamının yazısında okumuştum, bir türlü hatırlayamıyorum..

Kanserden korunmak için aynı gıdaları sürekli almaktan kaçınmalı, gıda çeşitliliğine dikkat edilmeli deniyordu..Aldığımız gıdaların renk çeşitliliğinin önemli olduğunu belirtiyordu..

gül- beğendi.
pria Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 10-04-2012, 10:20   #290
Ağaçsever
 
Giriş Tarihi: 09-05-2011
Şehir: MERSİN
Mesajlar: 83
Merhaba
Çok güzel konulara değinilmiş. Çünkü herkes sadece bir açıdan bakmış olsaydı dünyanın düzeni nasıl olurdu doğrusu oda ayrı bir tartışma konusu. Şu bir gerçek ki üretim toplumundan tüketim toplumuna geçmiş olduğumuz gerçeği aşikardır. İşte bu tüketim çılgınlığında ne yazık ki beslendiğimiz gıdaları sorgulamıyoruz. Sorgulamadığımızı ve cevaplarını bilmediğimizi üreten şirketler bildiği için konuyu sanırım görsel boyutlara yayarak insanların tat almaktan çok görsel görüntüye aldanmasını sağlayarak insanları hazır gıdalara yönlendirmektedir. Bunda teknolojinin de çok büyük etkisi mevcut. Dünya üzerinde nerede farklı bir şey uygulanıyorsa bir bakıyorsunuz bir tuşla size yakın veya elinizin altında. Elbette ki her şeye ulaşmak çok güzel ama ulaşılan bu şeylerin bazıları artık insan sağlığı üzerinde tehdit oluşturmaktadır. Bunların aracısı da yine insanoğludur. Yani insan insanın kurdudur deyişini atalarımız demek ki boşuna söylememişler. İnsana zarar veren yine insan çelişki burada. Birileri daha iyi yaşamak için birilerini yok etmek zorunda değil. Dünya geniş bir alan ve insanoğlu da henüz sonsuza kadar yaşamıyor o zaman neden bu yarış, neden doğaya bu kadar yabancı olalım. Bilimsel araştırmalar çok güzel ama insan hayatı üzerinde bu kadar keskin rötuşlar için henüz çok erken. Doğamızda her şeyin doğalı mevcut iken, nedense bunları bilimsel bakış açısı adı altında farklı içerikleri barındıran bu ürünleri bünyemize yedirip sağlıksız nesiller yetiştirmemiz hangi dünya anlayışıyla ve bilimsel bakış açısıyla bağdaşır. Neticede geçmişi, şimdiyi ve geleceği kıyasladığımızda; sağlıkta, beslenmede, tarımda, hayvancılıkta geçmişi arar durumdayız. Her şey netti. Ama şimdi netlikten eser yok daha da karmaşıklaştı sanırım. Gelişmekte olan bir ülke olduğumuzdan dolayı Tüketim toplumundan bilinçli üretim toplumuna geçtiğimizde sanırım hayata, insana ve doğaya bakışımız da bir nebze olsa değişir diye umuyorum.yani hücrelerimizi ne ile beslersek bizi okadar ayakta tutabilirler. hücrelerimizi besleyen biziz…

gül- Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 03-05-2012, 19:46   #291
Ağaç Dostu.
 
pria's Avatar
 
Giriş Tarihi: 06-08-2009
Şehir: Çanakkale
Mesajlar: 6,526
Bugün STAR TV'de Prof.Dr. Osman Müftüoğlu'nu dinledim..
''Kanser tedavisi zor ve pahalıdır; önemli olan yakalanmamak ve önlem almaktır'' dedi..

Ve..kansere karşı vucudumuzun bağışıklık sistemini güçlü kılmak için bir kür tavsiye etti..''Bu antioksidan takviyesini yapabilirseniz hergün, ama hiç olmazsa haftada 3 gün yapın'' dedi..

Antioksidan takviyesi şöyle:

Bir kase yoğurt veya kefir içine,

Bir tatlı kaşığı zerdeçal,
Bir tatlı kaşığı zencefil,
Bir tatlı kaşığı yeni öğütülmüş üzüm çekirdeği,
Bir tatlı kaşığı taze öğütülmüş keten tohumu,
Yarım tatlı kaşığı acı pul biber,
Bir tatlı kaşığı kekik,
Bir tatlı kaşığı kuru nane,
İki diş ezilmiş sarımsak
Bir tatlı kaşığı ısırgan tohumu,
Bir tatlı kaşığı fesleğen koyarak karıştırın..afiyetle yiyin..

pria Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 09-05-2012, 17:29   #292
Ağaç Dostu.
 
pria's Avatar
 
Giriş Tarihi: 06-08-2009
Şehir: Çanakkale
Mesajlar: 6,526
Her altı kanser vakasından birine, tedavi edilebilir enfeksiyonlar neden oluyor:


Kanser sebebi enfeksiyonlar - Gerçek Gündem

Human Papilloma Virus (HPV):

http://www.doktornevra.com/jinekoloj...er_kodilom.asp


Düzenleyen pria : 28-05-2012 saat 21:54
pria Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 12-05-2012, 16:42   #293
Ağaç Dostu.
 
pria's Avatar
 
Giriş Tarihi: 06-08-2009
Şehir: Çanakkale
Mesajlar: 6,526
...ardıç, kantaron ve çörek otu yağlarının meme kanseri hücresi üzerindeki etkilerini belirlemek amacıyla Dumlupınar Üniversitesi (DPÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Laboratuvarı'nda deneyler yaptıklarını...

Yazının tamamı:

Kanser hücrelerini yok etti - Gerçek Gündem

Ana gibi beğendi.
pria Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 15-05-2012, 23:04   #294
Ağaç Dostu.
 
pria's Avatar
 
Giriş Tarihi: 06-08-2009
Şehir: Çanakkale
Mesajlar: 6,526
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi pria Mesajı Göster
Nerede hangi bilim adamının yazısında okumuştum, bir türlü hatırlayamıyorum..

Kanserden korunmak için aynı gıdaları sürekli almaktan kaçınmalı, gıda çeşitliliğine dikkat edilmeli deniyordu..Aldığımız gıdaların renk çeşitliliğinin önemli olduğunu belirtiyordu..
Buldum; bu sözleri söyleyen Prof.Dr.Osman Müftüoğlu imiş..Şöyle diyor:

...KANSERDEN koruyucu bir beslenme planı söz konusu olduğunda ilk sırada yine ’sağlıklı beslenme’ prensiplerine uymak gelir. Proteini, karbonhidratı, yağı dengeli, kalorisi yeterli bir beslenme planı oluşturabilirseniz işiniz kolaylaşıyor. Tabii ki çeşitlilik de çok önemli. Farklı besinlerde farklı kanser koruyucuları var. Bu nedenle hep aynı şeyleri yemek yerine besin seçimlerinizi mümkün olduğu kadar değiştirmeniz gerekiyor.

Kanserden korunmak için yapabileceğiniz pek çok şey var. | Kefir tanesi Kefir ile ilgili bilmek istediğiniz her şey burada.

pria Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 15-05-2012, 23:18   #295
Ağaç Dostu.
 
pria's Avatar
 
Giriş Tarihi: 06-08-2009
Şehir: Çanakkale
Mesajlar: 6,526
Süper gıdalar:

SPER GIDALAR | Prof. Dr. Metin ZATA

Prof. Dr. Metin Özata

pria Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 16-05-2012, 09:09   #296
Ağaçsever
 
Giriş Tarihi: 09-05-2011
Şehir: MERSİN
Mesajlar: 83
sayın pria verdiğiniz bilgiler çok iyi ama,
mesele sadece gıda çeşitliliği veya eksikliği değil, mesele tükettiğimiz gıdaların ya hammaddesi bozuk veya bilimsel ad altında katkı maddeleriyle desteklenmesidir. yani sebze meyvenin yetiştirmesi bozuk tohumlarla ve kimyasallarla gerçekleşmişse, hazır gıdalarda gereğinden fazla katkı maddesi varsa çeşitli beslenmek ve beslenme piramidi oluşturmak tek başına yeterli olmuyor sanırım... ülkemizde tüketilen gıdaların yeterli derecede denetlenmediği görsel ve yazılı basın aracılığıyla ve kimi zaman kendimizinde şahit olduğu bir üretimden sağlıklı besin beklemek çok zor olsa gerek... tüketttiğimiz gıdaları kendimiz yetiştirip, kendi otokontrolümüzü kendimiz yaparsak sanırım sağlıklı bir beslenme gerçekleşir diye düşünüyorum...

pria beğendi.
gül- Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 24-06-2012, 17:08   #297
Yeni Üye
 
Giriş Tarihi: 24-06-2012
Şehir: istanbul
Mesajlar: 3
Arkadaşlar ben de yakın zamanlarda bu konuyu araştırmıştım. Kanser benim küçüklüğümden beri ilgimi çeken bir konu olmuştur, neden bilmiyorum. Sanırım böyle bir şeyin doğal olamayacağına inandığım için olsa gerek.

Her asrın bir hastalığı vardır der bazıları, bu asrın en büyük ve ölümcül hastalığı da kanser. Hiç göz ardı etmememiz ve acilen çözümünü bulmamız gereken bir hastalık olduğuna inanıyorum.

Benim bu konudaki tutumum ilaç sektörüne karşı bir tutum olarak gelişti. Kimyayı küçümsüyor değilim aksine tepkim kimyadan sektör oluşturup bu sektöründe sürdürülebilmesi için insanlara eksik bilgi verenlere karşıdır.

Ayrıca sözüm ona kadınların gögüslerini acımasızca kesen ve saç kaybı, mide bulantısı, aşırı kilo alımı, depresif yan etkiler gibi bir çok sonuca sebebiyet veren tedavi usullerinin böyle bir yüzyılda çözüm olarak karşımıza sunulması da gerçekten ilginç.

Bütün bunları göz önünde bulundurarak ingilizcesi olanlar için aşağıdaki videoyu eklemek istiyorum, eğer bu konuda sizlerinde üzüntüsü varsa ingilizcesi olan arkadaşlarla videoyu çevirip daha geniş kitlelere izletebiliriz:

Cancer - The Forbidden Cures - YouTube

düşünvepaylaş Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 30-06-2012, 21:53   #298
Ağaç Dostu
 
Hillbilly's Avatar
 
Giriş Tarihi: 31-01-2011
Şehir: Tunceli
Mesajlar: 195
Çok önemli paylaşımlar yapılmış, kanser ile ilgili çok şey öğrendim bu başlıkta.

Hillbilly Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 30-06-2012, 22:36   #299
Ağaç Dostu.
 
pria's Avatar
 
Giriş Tarihi: 06-08-2009
Şehir: Çanakkale
Mesajlar: 6,526
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi düşünvepaylaş Mesajı Göster
Her asrın bir hastalığı vardır der bazıları, bu asrın en büyük ve ölümcül hastalığı da kanser.
Kanser çok eski çağlardan beri bilinmekte ise de, 20. yüzyılda dikkatleri üstüne çekmiş ve çağımız insanlarının en çok çekindiği bir hastalık olma vasfını kazanmıştır. Çağımızda kanserin en yaygın hastalıklardan biri olmasında, kesin teşhis imkanlarının artmış olmasının da rolü büyüktür.

Kaynak: Kanser - Nedir

2200 Yıllık Kanserli Mumya

2200 Yıllık Kanserli Mumya

pria Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 02-07-2012, 00:43   #300
Ağaç Dostu.
 
pria's Avatar
 
Giriş Tarihi: 06-08-2009
Şehir: Çanakkale
Mesajlar: 6,526
Üstün bir antioksidan kaynağı: VİŞNE

...Yapılan araştırmalar, kırmızı meyvelerden vişnenin üstün özelliklerini ortaya koyuyor. Vişnenin, sahip olduğu özellikleriyle sağlık açısından inanılmaz faydaları bulunuyor. Hava kirliliği, tarım ilaçları, bilgisayar ve cep telefonlarından alınan radyasyon, kızarmış yiyecekler ve alkol, serbest radikallerin oluşumuna yol açar. Serbest radikaller, kanserin en büyük tetikleyicisi olmakla kalmayıp, kalp krizi, alzheimer hastalığı, yaşlılığa bağlı adale bozulmaları, katarakt oluşumu ve bağışıklık sisteminin güçsüzleşmesi gibi rahatsızlıklara da yol açar. Antioksidanlar, serbest radikallerle tepkimeye girerek bunların başlattığı zincir reaksiyonu durduran ve böylece vücudumuzdaki hayati bileşenlerin zarar görmesini engelleyen moleküllerdir. Antioksidanlarca yüksek olan besinler, 'Oksijen Radikali Emme Kapasitesi' (ORAC) yüksek olan besinler olarak bilinirler.”


...Vişnenin, meyveye can alıcı kırmızı rengini veren 'antosiyanin' adı verilen güçlü antioksidanları içerdiğini vurgulayan ifade eden Akdağ, yapılan araştırmalara göre bitkilerde bulunan 150 farklı flavonoid içerisinde en yüksek antioksidan kapasiteye antosiyaninlerin sahip olduğunu bildirdi.

Akdağ, vişnenin antosiyaninleri üzerinde Michigan Üniversitesi'nde yapılan başka bir araştırmada ise önemli bir sonucun ortaya çıktığını belirterek, bu sonuca göre, vişnedeki başlıca antosiyanin olan 'cyanidin'in, iltihap engelleme etkinliğinin aspirinden daha çok olduğunu söyledi.


... “Başka bir araştırmada ise vişnedeki antosiyaninlerin tümör oluşumunu ve insan kolon kanseri hücrelerinin büyümesini engelleyici özelliği olabileceği sonucuna varıldı. Diğer araştırmalarda ise yüksek peril alkolün (POH) prostat, akciğer, karaciğer ve deri kanserlerinin riskini azaltıcı etkisi olabileceği belirtiliyor. Bu nedenle de POH içeren vişne tüketimi ile bu etkiler arasında bağlantı kuruluyor”

Vişne ve suyu vücudun ilacı - Hürriyet

............................................

Gıdaların antioksidan kapasitesinin belirleme yöntemleri

....İnsan sağlığı açısından antioksidanların işlevi son yıllarda daha iyi anlaşılmıştır. Yapılan araştırmalar, antioksidan aktivite gösteren maddelerin, oksidatif stresten dolayı meydana gelen katarakt, kanser, kalp-damar ve daha birçok hastalığın önlenmesinde önemli işlevi olduğunu ortaya çıkarmıştır

... Lee et al(2003)’in ABTS ve DPPH yöntemi ile yaptıkları karşılaştırmalı araştırmaya göre, gerek toplam fenolik ve gerekse antioksidan kapasite açısından en yüksek değeri kakao göstermekte ve bunu sırası ile kırmızı şarap, yeşil çay ve siyah çay izlemektedir. Ancak başlıca antioksidan bileşen kakaoda prosiyanidin iken kırmızı şarapta rezveratrol, yeşil çayda epigallokateşingallat, siyah çayda teaflavindir. Karadeniz vd (2004)’in yaptığı araştırma, meyveler arasında en yüksek antioksidan aktivitenin yüzde 62.7 ile narda olduğunu göstermiştir. Bunu sırası ile ayva (%60.4), üzüm (%26.6), elma (%25.7) ve armut (%13.7) izlemiştir. Sebzeler arasında ise en yüksek antioksidan aktivite kırmızı lahanada (%40.8) bulunmuştur. Kırmızı turp’ta yüzde 29.4 olan bu değer patateste yüzde 12.5, soğanda ise yüzde 14.2’dir.

... TEAC yöntemi ile antioksidan kapasiteyi(mmol/litre); nar suyunda 24.6, siyah üzüm suyunda 9.0, portakal suyunda 4.6, elma suyunda 2.6 olarak bulmuştur. Meyve nektarları arasında ise vişne 6.1 mmol/litre ile ilk sırayı alırken bunu 3 mmol/litre ile portakal, 2.9 mmol/litre ile kayısı ve 2.6 mmol/lite ile şeftali nektarı izlemiştir. Seeram et al 2008) tarafından 5 farklı 5 farklı yöntemle (DPPH, ORAC,TEAC, LDL oksidasyonu, toplam polifenol ) yapılan araştırma da en yüksek antioksidan kapasitenin nar suyunda bulunduğunu doğrulamaktadır. Bunu izleyen içecekler sırası ile kırmızı şarap, konkord üzüm suyu, yabanmersini suyu, vişne suyu, kızılcık suyu, portakal suyu, buzlu çay ve elma suyudur.


Ayse Bakan, Aziz Eksi TÜBİTAK MAM Gıda Enstitüsü, P.K. 21 41470 Gebze-KOCAELİ 2Ankara Üni.Müh.Fakültesi Gıda Müh. Bölümü, Dışkapı- ANKARA

Dünya G1da

pria Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Cevapla


Gönderme Kuralları
Yeni konu gönderemezsiniz
Konulara yanıt veremezsiniz
Ek dosya yükleyemezsiniz
Kendi gönderilerinizi düzenleyemezsiniz

BB code Açık
Smilies Açık
[IMG] Kodu Açık
HTML Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Forum saati Türkiye saatine göredir. GMT +2. Şu an saat: 11:34.
(Türkiye için GMT +2 seçilmelidir.)


Forum vBulletin Version 3.8.5 Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0
agaclar.net © 2004 - 2024