![]() |
Alıntı:
Sayın Muhsin Hanif, Öncelikle sizi kırdıysam özür dilerim. Ben kimseyi kırıp dökmek istemiyorum. Ancak bu konuda GDO'lü ürünlere tarafsız bir gözle bakılmasını istediğim için ki riskleri olabileceğini de kabul etmişken, pek çok üyenin üstü örtülü de olsa ahlaksızlık, çıkarcılık, aptallık, bilgisizlik gibi suçlamalarına maruz kaldım. Örneklerini kendiniz müşaahede etmişsinizdir. Ayrıca, en azından düşülen hataları göstermeye çalıştım. Bazen biraz sert yazdığımın da farkındayım. Sizin bütün yazıları okumanız nedeniyle memnun oldum. Böylelikle, kendiniz için en doğru kararı verebileceğinize inanıyorum. Selamlar, saygılar.. |
Alıntı:
Selamlar.. |
Alıntı:
Böyle bir yanıtı zaten bekliyordum ve şaşırmadım. Öyle ya kendi görüşlerinin aksine çıkan raporlar hep ya GDO’lu tohum üretenlerin maşalarına ait ve GDO karşıtlarına yönelik bir komplonun içindeler. Yine zarfa bakıp mazrufa bakmama durumu. O raporda yer verilen ve keza GDO karşıtlarının söylemleri olan istatistiklere (son 15-16 yılda 200 bin çiftçi intiharı sayısı) karşılaştırmalı olarak kim baksa, çiftçi intiharlarının Bt pamuk yüzünden olmadığı sonucunu çıkarabilir. Yani intiharların Bt pamuk yüzünden olmadığını anlamak için uzman olmaya bile gerek yok. IFPRI söz konusu şirketlerden para alsa ne yazar, almasa ne yazar. Üstelik bu kuruluşu Japonya gibi ülkesine GDO’lu ürün girişini yasaklamış ülkeler de destekliyorlar. IFPRI örgütünün Bt pamuk ve çiftçi intiharları arasında bir ilişki olup olmadığını araştırması sizi niçin bu kadar rahatsız etti? Sorum anlaşılmamış diyorsunuz. Siz bu konuda bir soru sormadınız. Bir hüküm tesis ettiniz; IFPRI örgününün üstüne vazife değil demeye getirdiniz. Gıda üretimi, sanayi tarımı ve hayvancılık daima birlikte ele alınan konulardır. Madem ki iddia Bt pamuk üretimiyle çiftçi intiharları arasında bir ilişki olduğu yönünde; bu araştırmayı bir gıda kuruluşun yapmasından daha doğal ne olabilir? Verdiğim rakamlara bir itirazda bulunulamıyor. Bizatihi GDO karşıtlarının verdiği rakamları bile kabullensek Hindistan’daki çiftçi intiharları oranı yüzbinde 2 yi bulmuyor. Bizim ülkemizde tüm nüfus için bu oran yüzbinde 4. Yani bizim ülkemiz insanları Hindistan’daki çiftçilerden daha çok intihar ediyor. Hele hele Hindistan’ın tamamı ele alınırsa bu oran yüzbinde 10. Yani Hindistan’daki tüm topluma ait intihar oranı çiftçi intiharlarının 5 katı. Bt pamuk üretimi öncesi gözlenen çiftçi intiharlarına ne demeli? Bu intiharlarda mı Bt pamuk yüzünden? Bununla ilgili niçin tek satır söz edilmiyor? Bu istatistikler hep gözardı edilecek ve varsa da, yoksa da GDO tohum şirketlerinin komploları. Bu istatistiklerle ilgili bir yanıtın hiç bir zaman verilemeyeceğini de biliyorum. Bu arada, artık bir karar veriniz. Bt pamuk ile çiftçi intiharları konusunun buradaki başlık ile bir ilgisi var mı, yok mu? Bunun kararını elbette siz vereceksiniz. Çünkü konuyu buraya ilk getiren sizsiniz. Görebildiğim kadarıyla #121, #197, #201, #313, #333 mesajlarınızda bu konuyu hep gündemde tutmaya çalışmışsınız. Şimdi de ne alakası var diyorsunuz. Alıntı:
Ancak bu konudaki mesajlar okunduğunda, GDO’lu ürün karşıtlarının, bu ürünlerin üretimini ve kullanımını toptan yasaklatma arzusu içinde oldukları anlaşılıyor. Benim karşı çıkışım benim haklarımın da kısıtlanmaya çalışılması yüzündendir. Demagoji yapılacaksa ben de yapabilirdim, ama tevessül etmedim. Bu defaya mahsus demagojinin daha iyisini yapayım: Zambia devlet başkanının GDO’lu mısırı kabul etmemesi yüzünden açlıktan 3 milyon kişinin ölmesine rağmen, bazıları bir sevinç duyabiliyor. Bu ahlaksızca tutum bazılarının hiç umurunda değil. Ben, GDO karşıtlığı yapılırken yanıltıcı argümanların, ajitasyonların veya sözde dünyayı kurtarmaya çalışıyoruz yaklaşımlarının bende yarattığı hayal kırıklığı nedeniyle bildiklerimi yazmaya çalışıyorum. Pamuk yenmez diyor ve konuyla ne alakası var diyorsunuz. Muhtemelen pamuk yağının (cotton seedoil) mutfaklık yağ tüketiminde önemli bir payı olduğunu bilmiyorsunuz. Keza, pamuk tohumu küspesinin de hayvan yemi olarak kullanıldığını muhtemelen bilmiyorsunuz. Pamuk yenmez diyip işin içinden çıkmaya çalışıyorsunuz. Hindistan’ın dünyanın önemli pamuk yağı üreticileriden biri olduğunu da ilave edeyim. Şimdi çıkıp, Bt pamuk ile gıdanın alakası varmış, ben o yüzden çiftçi intiharlarını gündeme getirmiştim derseniz şaşmayacağım. Bu nedenle, konuyla ilgili olarak önce kararınızı veriniz: Bt pamuk üretimi ve çiftçi intiharları konu başlığıyla (Temiz Gıda Hareketi) alakalı mı, değil mi? Kararınıza göre devam ederiz. Saygılarımla.. |
Birileri benim “kös okumak” deyimi kullanmam nedeniyle dalgasını geçmiş.
Deyimin aslının “kös dinlemek” olduğunu biliyorum. Anlamını bilmeyenler sözlüğe bakabilir. Forumda yazdıklarımız bazen söylediklerimiz anlamında kullanıldığı için bu deyimi özellikle kullanmıştım. En azından kinayeyi anlayabileceklerini düşünmüştüm. Yanılmışım. Türkçelerinin bozulacağını akledebilseydim, hiç kullanmazdım. selamlar.. |
Alıntı:
Alıntı:
Alıntı:
Dedim ya, raporun içeriğine geleceğiz daha. |
Alıntı:
Alıntı:
Bu reklamlar hakkında "Oturdum, hüngür hüngür ağladım :D " tepkisinden 9 ay sonra "tiksindirici ve yanıltıcı" olarak nitelemek yine de iyi bir gelişme. Alıntı:
Bu reklamlar hakkında şirket merkezi bir şey söylememeyi tercih ediyor. Herhalde bu yüzden doğaçlama yapılarak kredi kartı reklamlarıyla mukayese edilmiş. Kredi kartı reklamları da yalan ve yanıltıcı, o halde bunların da yalan olmasının bir mahzuru olmamalı gibi mi anlaşılmalı bilemedim. Kredi kartlarının fazladan aile efradının da katledilmesine sebep olması önemli bir tesbit gibi görünüyor. Bu, "şirket Hindistanda kredi kartı işine de girsin" diye bir öneri midir (bakarsınız innovasyon ödülü verirler), yoksa "hiç olmazsa aile efradı sağ kalıyor bu yüzden daha iyidir" şeklinde mi yorumlanmalı? Hindistanda Monsanto, alt veya bağlı şirketleri, bunların ajentaları, kırsal kesimde bu maksatla yövmiyeli tutulmuş insanları, birlikte çalıştığı diğer kurumlarıyla hintli çiftçilere GDO tohum ve pestisit satmak üzere uyguladıkları programlar, yöntemler vb. pek çok şey dökümante edilmiş durumda. Bunların hemen hepsi insanları yanıltmak, türlü yöntemlerle satın almaya mecbur bırakmak şeklinde gelişmiş. Reklam konusu bir çok bakımdan önemli. IFPRI raporunun içeriğine daha gelemedim ama orada da önemle vurgulanan bir husus. Şirketin yanıltıcı reklam konusunda karnesi epey kırık. |
Hep laf ve demagoji. Başka bir şey yok.
Allah aşkına şu cümlelere bakın. Alıntı:
Zambiya devlet başkanının yaptığını alkışlıyorsunuz. Adamın kararı yüzünden 3 milyon kişi ölmüş. Mutlu musunuz? Siz de dünya nüsus planlaması innovasyon ödülünü Zambiya devlet başkanıyla paylaşırsınız artık. |
1 Eklenti(ler)
Bursa yem de gdo lu mısır ve soya kullandığını beyan ediyor.
Etiketin çuval dışında kulağı görünmekte, gerisi çuval içinde ancak çuvalı açarsanız görebiliyorsunuz. Bu etikette gdo ile alakalı yazılar sonradan kaşe ile ilave edilmiş. Yemci arkadaş son gelen çuvallarda biraz daha büyük punto yazılı etiket kullanılmış dedi. Etiket çuvalın içerisinde ayrı konu. Eklenti 359159 |
Alıntı:
Laf ve demogoji derken, ifpri'nin GDO pozisyonu ile ilgili son yorumunuzu alamadım. Dediğiniz gibi, GDO’lu ürünlere karşı tarafsız ve gdo'ların yanında ya da karşısında yer almayan bir kurum mu, değil mi? Reklamlar konusunda da, Monsanto'nun reklamlarının aldatıcı olduğunu kabul ediyor ama "hangi reklam aldatıcı değil ki" diye mazur görülmesi gerektiğini mi söylüyorsunuz? |
Alıntı:
|
Sayın Meyveli Tepe
Alıntı:
Siz benim sorduğum soruların hiç birine yanıt vermeyip, hep demagojiye sığınırken, ben yine de sizin sorularınıza yanıt vermeye devam mı edeyim? Son sorularınıza da yanıt verip bir daha yazmayacağım. Ancak uslubum biraz daha değişik olarak. Sizin tarzınızı deneyeceğim. Ancak bunu yaparken Murphy kanununun sonuçlarından da çekinmiyor değilim: “Birisiyle tartışırken dikkatli ol. Başkaları aradaki farkı anlamayabilir.” IFPRI’nin nasıl bir kuruluş olduğunu ben buradan okudum. International Treaty on Plant Genetic Resources for Food and Agriculture - Wikipedia, the free encyclopedia Alıntı:
Tabii size göre GDO’lu tohum üreten şirketlerden parasal yardım almış olmak tarafsızlığı yitirmek için yeterli olabiliyor. Bu parasal yardımın ne kadar olduğunu da bir yazsanız diyorum. Bütçesinin yüzde kaçıymış? Merak edenler çıkacaktır. Bu kuruluşu sizin de desteklemiş olabileceğinizi hiç düşündünüz mü? MicroSoft ürünlerini kullanıyorsanız, paralarınız Monsanto’nun hisselerinden elinde bulunduran Bill Gates’e ordadan da Monsanto üzerinden IFPRI’ya. Bundan sonra Linux’a geçersiniz her halde. Nasıl beğendiniz mi demagojiyi? Sizin gibi demagojiye devam edeyim.. Siz bir kurum için çalışıyorsanız, o kurumun insanları mahveden uygulamalarını desteklemeye teşne misinizdir? Herkesi böyle mi sanıyorsunuz? Bunlara cevabı ben merak etmiyorum artık. Belki başkaları merak eder diye soruyorum. Anlaşılan IFPRI’nin raporunu “saymam, saymam”diyorsunuz. O halde Kütüphanesine rapor kösenler için bir rapor daha vereyim. http://www.vnss-mission.gov.in/htmld...ISS_report.pdf Bu rapor, Tata Institute of Social Sciences (TISS) yani Tata Sosyal Bilimler Enstitüsü’nün 2005 tarihli raporu. Üstelik bu raporu Organic Farming Association desteklemiş. Alın size organik tarımcıların katkıda bulunduğu bir rapor. %5 örneklem ile 36 intihar vakası incelenmiş. Bunlardan sadece birisinin Bt pamuk ektiği ifade ediliyor. %5 örneklemin ne kadar önemli bir büyüklükte örneklem olduğunu İstatistikçi arkadaşlarınız söyleyebilir. Bu rapaorun sonucu ne mi? Benim daha önce söylediğim sosyo-ekonomik faktörler. Okur yararlanırsınız. Sosyo-ekonomik faktörün önemini bu vesileyle öğrenirsiniz. Daha pamukta yenilebilir bir şeyler olduğunu yeni öğrenen biriyle GDO’lu ürünleri tartışsam ne olur tartışmasam ne olur. Demagojiden başka bir şey olmayınca. Her tartışmanın bir adabı olmalı. Bu konuda bunun olmadığı çok aşikar. Dolayısıyla, Zambialıların ölümüne sevinip sevinmediğinizi de merak etmiyorum. Bu tartışma tarzınızla ona da bir kulp bulacaksınızdır. İster kaçtı deyin ister başka bir şey. Evet, daha önce de artık yazmayacağım diyip kendimi tutamamıştım. Bu sefer bu hatamı tekrar etmeyeceğim. Selametle.. |
Demogoji konusuna hiç girmeyelim isterseniz. Bu konuda herhalde sizin elinize su dökmenin kolay olmadığını herkes görmüştür. Adap konusundan bahsetmek biraz abes olacak. Herkes görüyor zaten.
Diyorsunuz ki, o reklamlar ülkenin adet ve göreneklerine göre hazırlanmıştır. Bu adet ve göreneklere uygunluktan anlaşılan şey; "Hint milletine tohum reklamı yaparken, "GDO'lu tohum ekilen tarladan, GDO'suz ekilene göre 10 misli fazla ürün alınır demek, başka bir reklamda bu tohumu ekersen bütün borçlarını ödersin, üstüne üstlük fazladan refaha erersin" dendiğinde bu onların göreneklerine uygun oluyor. Şirket de buna göre reklam yapmıştır. Hatta, dini motifleri kullanarak GDO tohum satmak bile bu ülkenin göreneklerine uygundur, ve yalan olması durumunda dahi bir problem teşkil etmez, bu abartı sayılmaz, yanlış da yönlendirmemiştir, çiftçiler bu reklama bakarak tohum satın almamıştır." şeklinde. Başka bir açıklaması varsa siz yapın. Zambiya'lıların ölümüne seviniyor muymuşum? Neden? GDO yemedikleri için ortalama yaşam süresi bir günde 50 küsürden 32'ye inmiş, GDO'lu mısır yardımını kabul etmedikleri için 3 milyon Zambiyalı ölmüş (rakamlar sizin). Buna olsa olsa GDO yediremedikleri için "açlıktan kurtarmak isteyip de kurtaramadığımız dilenciler" diye şirket sevinir. Gıda yoluyla dünyaya hakim olmanın kolay bir fırsatını kaçırmış olmanın telafisi gibi görürler. Anlaşılan Zambiyalıların ömürleri 10 sene içinde 20 yıl birden uzamış, ve başından beri GDO'ya kollarını açmış komşuları Güney Afrikadan daha uzun ömürlü hale gelmişler:) GDO pek yaramamış galiba. Söyledikleri rakam ne zaman 3 milyona çıkmış bilmem. Bir ara "yüzlerce hatta belki de binlerce" diyorlardı, milyon olmuş demek. Şirket böyle mi söylüyor? Bu konuda yapılmış bir TV programının transcriptinden küçük bir bölüm: Alıntı:
Bu arada, Zambia'nın, sınırdaki başka ülke insanlarının yaşadığı mülteci kampları dışında GDO'lu yiyecek yardımı aldığı veya satınaldığına dair hiç bir kayıt yok. Zambiya kaynakları da bu yönde. Zambiya ülkemizden 3 yıl önce bir biyogüvenlik kanun ve mevzuatına sahip olan bir ülke. (şu bizde nasıl uygulandığını hep birlikte görmekte olduğumuz mevzuat) 70,6/1000 gibi yüksek bir yenidoğan ölüm oranı ve yenidoğan dışındaki ölümlerin %24'ünün HIV/AIDS olması ortalama yaşam süresini 52'ye düşürüyor. Bu oranlar Zambiyaya özel olmayıp bölgedeki ülkelerde benzerlikler gösteriyor. Neticede GDO yemediği için açlıktan ölen (sapır sapır dökülen) 3 milyon insan diye bir şey yok. Bir çok problemleri, daha da fazla umutları var. Not: ifpri'yi doğrudan fonlayan şirketler kendi dökümanları içinde var zaten. Aynı şekilde gdo'ların ülkelere yaygınlaşması için hazırlayıp yayınladıkları bir çok rapor da var. Hangi yönetici ve çalışanlarının biotech şirketleriyle irtibatlı olduklarını (bir orada bir burada çalışmak gibi) siz bulun. Ha, bunlar problem mi? Hayır. Monsanto da böyle bir şey yayınlayabilirdi, ve bakın Monsanto böyle demiş denebilirdi. |
Alıntı:
|
IFPRI raporunun içeriğine baktığımızda öncelikle oturtulan zemin ve bakış açısı gözümüze çarpıyor.
"Her şeye rağmen, bizim analizimiz BT-Pamuk ve çiftçi intiharları arasıda doğrudan nedensel veya karşılıklı ilişki olasılığını gözden düşürmek üzere yeterince iyi dökümante edilmiştir." (s.38) Zemini açıklamakta yeterince net. "Bu çalışmanın bir sonucu, bir teknoloji olarak BT-Pamuk etkisinin, adapte edildiği ortamdan (context) tamamen ayrılmasının kritik ihtiyacıdır." (s.43) Raporun bakış açısını ortaya koymakta anahtar bir cümledir. Rapordaki her argümanın bu bakış açısına göre yorumlanması gerekir. Biraz açıklık kazandırmak istersek; "BT-Pamuk (bollgard) içinde 450gr tohum barındıran silindirik kutularda satılır. Bu kutunun içi BT-Pamuk teknolojisidir. Bu kutunun fiyatı, satanlar, alanlar, reklamları, pazarlanması, propagandaları, ayırtılan tohumlar için toplanan avanslar, alınan borçlar, borç verenler, ekilmesi, toprağa ve iklime uygunluğu, gübre isterleri, sulanıp sulanmaması, direnç geliştirmiş veya geliştirmemiş zararlıları, uygulanan pestisitler, hasat edilmesi, verimi, nihai ürünün fiyatı vb. silindirik kutunun dışında ne varsa bunlar "ortam" (Context) dır ve kutunun içindeki "teknoloji"den tamamen ayrıdır." şeklindedir. Bu raporun sonucu olarak da söylenen şey; "1. Mevcut veriler içinde çiftçi intiharlarının son beş yılda tekrar arttığına dair delil yoktur. 2. BT-Pamuk, adapte edildiği ortamda (context) bazı bölgeler ve bazı sezonlarda hayal kırıklığı yaratmış olsa da BT-Pamuk teknolojisi Hindistanın tümünde çok etkili olmuştur. 3. BT-Pamuğun çiftçi intiharlarının gerçekleşmesinde ne gerekli ne de yeterli şart olduğunu analizimiz açıkça gösterir." (Abstract S. vi) Bu raporun 2002-2007 yılları arasındaki veriye dayalı olarak 2008 yılında yayınlanmış olduğunu not edelim. Dolayısıyla 2008-2012 yıllarına ait son beş yıl için herhangi bir şey söylememektedir. Eskiliği sebebiyle çok fazla üstünde duracak bir şey olmamakla beraber, yukarıda bahsettiğim "bakış açısı" bazlı bazı saptamalar önemli olabilir. 2.ci maddede söylenen "BT-Pamuk, adapte edildiği ortamda (context) bazı bölgeler ve bazı sezonlarda hayal kırıklığı yaratmış olsa da" ifadesinde bahsedilen bu bazı bölgelerin Andhra Pradesh eyaletinin Warangal bölgesi ile Maharashtra eyaletinin Vidarbha bölgesi olduğu anlaşılıyor. Bu bölgelerin söz konusu eyaletlerin ve ülkenin önemli pamuk yetiştirme alanları olduğu ve çok yüksek BT-Pamuk adaptasyonu yapıldığı biliniyor Raporun 28.ci sayfasında da Andhra Pradesh eyaleti için bu bölgede "BT-Pamuk adaptasyonu ile intiharların artışı arasında kısmi korrelasyon olduğunu reddedemeyiz" itirafında bulunmuşlar. 3.cü maddedeki "BT-Pamuğun çiftçi intiharlarının gerçekleşmesinde ne gerekli ne de yeterli şart olduğunu analizimiz açıkça gösterir" ifadesine karşın, raporun 29. sayfasında, "Herşeye rağmen, belli eyalet ve yıllardaki çiftçi intiharlarındaki artışında BT-Pamuk çeşitlerinin potansiyel rolü inkar edemeyeceğimiz bir şeydir." (S.29) şeklinde de bir itiraf mevcut. "Andhra Pradesh'de özellikle Warangal bölgesinde, ekonomik literatürle de uyumlu olarak BT-Pamuğun performansı özellikle zayıftı. Kendilerinden bilgi alınan BT-Pamuk çiftçilerine göre verimlilik geleneksel hibridlere göre daha düşüktü, bollworm zararı da daha fazla idi. Üretilen pamuğun kalitesi de düşüktü, ki piyasa değeri de düşük oldu." (s.23) Yine 23.sayfada Maharashtra eyaletinde yetiştirilen pamuğun %97'sinin sadece yağmur ile sulandığı belirtilmiş. 43. sayfada, "Andhra Pradesh ve Maharashtra eyaletlerinde borçluluk ve tarımsal zararın (net negative return) riskli, sulanmayan (rain-fed) arazi koşullarında yüksek maliyetli tarımın adapte edilmesi arasında hipotetik bağlantı tesbit ettik." denmiş. Yani, sulama imkanı olmayan topraklarda yüksek maliyetli tarımın, zarar ve borçluluğu arttırdığını tesbit etmişler. "Kırsal kesimdeki hanelerin borçlu olması yeni bir olgu değil, yeni olan, borçların mahiyeti ve çiftçilerin iyi hasat elde edip borçtan kurtulmak umuduyla yüksek maliyetli tarıma yönelmeleridir. Bu, kaybedip iflas etme olgusu çiftçiler arasında artan intihar olaylarıyla muhtemelen ilgilidir." (S.25) "2004 yılında özellikle intihar yoğunluğu yaşanan, düşük pamuk fiyatları ve kuraklığın olduğu, BT-Pamuk tohumlarının yüksek fiyata satıldığı Vidharba ve Marathwada bölgelerinde "teknoloji" başarılı olarak bildirilse bile o yılın performansı hakkında yeterli veri yoktur." (S.38) Tam bu noktada rapor alıntılarından bir an için çıkalım. Hindistanın kırsal kesim sorunlarında uzmanlaşmış, bir çok uluslararası ödüle sahip gazetecisi P.Sainath verdiği bir röportajda tarımsal girdilerde uluslararası şirketlerin varlığı ile ilgili soruya şöyle yanıt vermiş; "Onların bir avucu tüm dünyadaki ticareti kontrol ediyor. Vidarbha'daki büyük başağrılarından birisi, eyalette lehine propogandası ve reklamı yapılan BT-Pamuktur. İlk olarak, BT-Pamuk teknolojilerinin kendisi bir çok bakımdan şüphelidir. Buna rağmen bunların Vidarbha gibi kurak, sulanmayan yerlerde reklamının yapılması caniceydi. Aptalcaydı, öldürücüydü. 450gr'lık BT-Pamuk paketi 1800-1850 rupiye mal oluyordu. 1850 rupilik her bir pakette Monsanto'nun lisans bedeli 1250 rupi idi. Uluslararası Şirketlere dönecek olursak, onların krizdeki rolleri yıkıcıdır. Kendi faydalarına ve çiftçilere karşı devlet politikalarını önemli ölçüde yozlaştırıp lobi yaparak değiştiriyorlar." (1850 rupi = 60,12 TL, 1 kilosu 133,6 TL) Satır aralarındaki bir çok itirafa rağmen raporun yazarları, "bir teknoloji olarak BT-Pamuk etkisini", süreçteki kritik hususlardan biri olan pazarlanmasından ayırıp buna "Ortam (Context)" demişler. Raporun hiç bir yerinde Mahyco-Monsanto'nun olağanüstü bir pazarlama ve reklam kampanyası ile bu yüksek maliyetli "teknoloji"yi beyin yıkayıp satmasından doğrudan söz edilmemiş. Bu noktada, GDO lobisinin, ülkenin "gelenek ve göreneklerine" hazırlanmış "makul"(!) bir reklam örneğine bir daha bakalım. "Bollgard 2, Hiç Bir Şey Bundan Daha İyi Değil !" İki kardeşten büyüğüne bir tarlanın 3/4'ü, küçüğüne de 1/4'ü miras kalıyor. Büyük kardeş bir traktör pamuk hasatı yaparken BT-Pamuk eken küçük kardeş bir sürü vagon dolusu pamuk hasadı yapıyor. Bu reklamda insanların kılık ve kıyafetleri geleneklerine göreneklerine uygun olabilir ama söylenen yalanın gelenekler içinde ve makul olduğu söylenemez. Raporda bile itiraf edildiği üzere "bollgard BT-pamuğu sayesinde çok yüksek verimli hasatlar elde edilip, tüm borçlardan kurtulunarak refaha erişilir" denilerek pahalı, iklime uygun olmayan tarımın tohumlarının satın alınması sağlanmaya çalışıyor. Rapor isim vermemiş ama bunu yapan uluslararası GDO şirketi çok açık bir şekilde Mahyco-Monsanto. Rapor yazarlarına göre, şayet BT-Pamuk başarısız olursa, durum kötüye giderse, başarısızlıktan dolayı "teknoloji" suçlanmamalı, fakat kötü kredilendirme düzeni, iklim koşulları, sulama eksiklikleri, yetersiz bilgi, tohum pazarındaki yetersiz kontrol vs. ortam faktörleri - context- suçlanmalıdır. Kitaplar yazıp sağda solda konferanslar veren, Hindistanın yerel tohumlarını ortaya çıkaran Navdanya'yı kuran hintli "bilmem kim" de bu raporun satır aralarına gizlenmiş itiraflardan başka bir şey söylemiyordu aslında. "Çiftçilerin neden intihar ettiğini anlamak çok uzun sürmedi. İntihar ediyorlardı, çünkü borç içindeydiler. Borç içindeydiler çünkü eskiden kilosu 7 rupi olan tohum fiyatları, 1700 rupiye fırlamıştı. Yeni tohumlar her yıl yeniden satın alınmadıkça güvenilir değil, zararlıları kontrol altında tutacakları varsayılmasına karşın, aslında yeni zararlıların ortaya çıkmasını teşvik ediyor, hedef alınmayan zararlıların. Öyle çok ki isimlerini aklımda bile tutamıyorum, unlu bit, yaprak bitleri, pamuk yaprak zararlıları (jassids), armi böceği; her yıl daha fazla pestisit püskürtülmesini gerektiren yeni bir zararlı salgını ortaya çıkıyor. Sözde zararlıları kontrol altında tutacak bir mahsul olan BT piyasaya çıktığından beri pestisit kullanımı 13 kat arttı. Böylece tohum maliyeti, pestisit maliyeti, gübreler, sulama derken çiftçiler iyice borca battı, oysa milyoner olacakları söyleniyordu. Hatta bir ara, çeşitli tanrılar ve azizler tarafından ikna edildiler, çünkü Monsanto reklamlarında onları kullanıyordu. Pencab’a yolunuz düşerse, orada Sih dininin kurucusu Guru Nanak’ı kullanıyorlar. Uttar Pıradesh’de BT pamuk satışı için Ramayan’dan sahnelerin kullanıldığını görmüştüm. Biliyorsunuz, bizim çok sayıda tanrı ve tanrıçamız vardır, 300 milyon tane, ve hepsi bedavaya çalışan satış elemanlarınızdır. Hindistan bir inanç ülkesidir, insanlar bir reklamda Ram’ı görünce, Guru Nana Dev’i görünce inanırlar. İşte borca battıklarında daha derin bir şaşkınlık yaşamaları bu yüzdendir. Günü geldiğinde alacaklılar, ki bunlar aynı zamanda tohum ve kimyasal getiren şirketlerin acentalarıdır, gelir ve “artık senin toprağın bizim toprağımız” derler, çünkü çiftçinin sahip olduğu tek şey budur, parası yoktur. Bunların hepsi tüm haklarını şirketlerin acentalarının eline veren küçücük bir imza, hatta genellikle parmak baskısı yüzünden başlarına gelir." |
1 Eklenti(ler)
Her ne kadar GDO lobisi Hindistandaki çiftçi intiharlarını normal, beklenen düzeydeki olaylar gibi gösterme, gösteremediğinde de yaptıklarıyla ilişkisizmiş gibi göstermek eğiliminde olsa da, durumda çok fazla değişme olmamış. Ulusal Suç Kayıtları Bürosu (NCRB) kayıtlarına göre 2011 sonu itibarıyla şöyle.
New York Üniversitesi Hukuk Fakültesi İnsan Hakları ve Global Adalet Merkezi 2011 yılında "Otuz Dakikada Bir: Çiftçi İntiharları, İnsan Hakları ve Hindistan'daki Zirai Buhran" isimli bir araştırma yayınladı. Bu yayın hakkında "Democracy Now" kanalında yapılan bir söyleşi: Her 30 Dakikada Bir Bu söyleşinin transcriptinin Türkçe çevirisi de şöyle: "Son 16 yılda çeyrek milyon çiftçinin intihar ettiği Hindistan'daki çiftçi intiharları sorununa yöneliyoruz. Ortalama olarak bu rakam her 30 dakikada bir çiftçinin intihar ettiği anlamına geliyor. Bugün, NYU Hukuk Fakültesi İnsan Hakları ve Global Adalet Merkezi "Otuz Dakikada Bir: Çiftçi İntiharları, İnsan Hakları ve Hindistan'daki Zirai Buhran" başlıklı bir rapor yayımlayacak. Hindistan'daki tarım sektörü serbest ekonomiye geçiş sonucunda küresel pazarda daha savunmasız hale geldi. Ülkede gerçekleştirilen reformlar, tarımda devlet desteklerinin kaldırılmasını ve Hindistan tarımını küresel pazara açmayı kapsıyordu. Bu reformlar bir çok çiftçi için artan maliyetlere, buna karşılık azalan mahsul ve kara neden oldu. Bunun sonucunda küçük çiftçiler sıklıkla başa çıkılmaz bir borç döngüsüne hapsolmakta ve bir çoğu katışıksız bir ümitsizlikten dolayı kendi canlarına kıymakta. İntihar oranı en çok pamuk çiftçileri arasında yüksek. Hindistan'daki diğer ticari tarım ürünlerinde olduğu gibi, pamuk çiftçiliği, genetiği değiştirilmiş pamuk tohumunu teşvik eden ve zirai girdilerin maliyet, kalite ve ulaşılabilirliğini kontrolünde tutan yabancı çokuluslu şirketlerin artan oranda egemenliği altında. Bu sorunu tartışmak için bizlere NYU Hukuk Fakültesi İnsan Hakları ve Global Adalet Merkezi fakülte direktörü Smita Narula katılacak. Democracy Now'a hoşgeldiniz! Smita Narula: Günaydın. Amy Goodman: Bugün yayımlayacağınız rapordan bahsedin. Smita Narula: Bu rapordaki başlıca bulgumuz şu ki az önce bahsettiğiniz tüm sorunlar büyük insan hakları sorunları. Hindistan'da karşı karşıya olduğumuz şey devasa boyutlarda bir insan hakları krizi. Bu kriz Hintli çiftçiler ve ailelerinin insani haklarını aşırı derecede derin bir şekilde etkiliyor. Yaşam, su, yiyecek ve yeterli hayat standardı haklarının, ayrıca etkin bir çözüme kavuşma haklarının bu krizden had safhada etkilendiğini gördük. Ek olarak hükümetin bu krize cevap vermesini gerektiren katı insan hakları yasal yükümlülükleri var, ancak gördük ki gerçekleşmekte olan intiharlara karşı etkin önlem almakta hükümet çoğunlukla başarısız olmuş. Amy Goodman: Bu rakam inanılır gibi değil. Otuz - her otuz dakikada bir, bir Hintli çiftçi intihar mı ediyor? Smita Narula: Üstelik bu yıllardır devam ediyor. Bu şiddetli rakamın ortaya koymadığı iki şey var. Birincisi, rakamlar problemin büyüklüğünü yansıtmakta yetersiz kalıyor. Bizim Hindistan hükümetinden kaynaklanan bilgi yetersizliği olarak nitelediğimiz, resmi olarak toprakta hak sahibi gözükmediklerinden dolayı çiftlik intiharları istatistiklerinin dışında kalan koskoca çiftçi kategorileri var. Buna kadın çiftçiler, "Dalit" veya aşağı tabaka denen çiftçiler, "Adivasi" veya kabile topluluğu çiftçileri dahil. Ayrıca hükümetin uygulamaları ve sundukları destek programları bu geniş kategoriyi yakalamakta başarısız olduğu kadar, zamanında borç desteği ve telafisi sağlamakta ve ülkedeki bu intiharlara sebep olan daha geniş yapısal sorunları ele almakta da başarısız oluyor. Amy Goodman: Küreselleşme sorunundan ve bu çiftçileri nasıl etkilediğinden bahsedin. Smita Narula: Elbette. Temelde, aslında bu intiharların bir kısmının başlıca sebebi borçluluk. Bu borçluluğun arkasında, Hindistan'daki iki eşzamanlı süreç doğurmuş olan 20 yıllık serbest piyasaya geçiş süreci yatıyor. Bu süreçlerden ilki, devletin tarım sektöründen büyük oranda çekilmesi. Devlet, mali desteklerini azalttı. Tarım kredisine erişimi azalttı. Sulama yetersiz ve ihtiyacı olan çoğu çiftçiye ulaşmıyor. Aynı zamanda, ticari tarım ürünlerine geçişi teşvik etti, pamuk buna bir örnek. Eşzamanlı olarak, pazar küresel rakiplere açıldı, bu da Hintli çiftçileri aşırı derecede savunmasız durumda bıraktı. Aynı anda, yabancı çokuluslu şirketler endüstrilerde, örneğin pamuk endüstrisinde egemen, buna pamuk için gerekli kilit girdilere hükmediyor oluşları da dahil. Özellikle pamuk meselesinde, genetiği değiştirilmiş Bt pamuk tohumu Hindistan'da o kadar yoğun teşvik edildi ki şu an sektörün tamamına hakim konumda ve maliyet, kalite ve erişilebilirliği ile çiftçileri muazzam borçlara sürükleyecek şekilde gider, kâr ve mahsüllerine çok büyük etkisi var. İronik bir şekilde bir çoğu, borç döngüsünden kurtulamadıklarında, satın almak için borca girmiş oldukları pestisiti kendilerini öldürmek için kullanıyor. Amy Goodman: Pestisiti tüketiyorlar. Smita Narula: Doğru. Bu rakamların her birinin arkasında -istatistikler, her 30 dakikada bir, korkunç olsa da- kavramakta zorlanıyoruz- raporun amaçladığı bir diğer şey de bu rakamlara ve trajedilere bir insan yüzü vermek. Buna insaniyet vermek için iki hikaye ele alalım. Krizin merkez üslerinden biri olarak görülen, ülkedeki pamuk üretiminin merkezi Vidarbha, Maharashtra'da çiftçiler var. Çiftçiler artık intihar mektuplarını başbakana ve başkana yazıyorlar, umuyorlar ki kendilerini öldürmeden önceki son cümleleri harekete geçecek dinleyicilere ulaşsın. Kocasını 2008'de kaybetmiş bir dul olan Nanda Bhandare gibi çiftçiler var. Sonuçta 10 ve 12 yaşlarındaki çocuklarını çiftlikte çalışabilsinler diye okuldan almış. Yedi dönüm araziye sahip, bu arazide bir yıl boyunca her gün çalıştıktan sonra senenin bütününde büyük ihtimalle 250 dolardan fazla kazanamayacak. Devletten telafi almış olabilir ama bu, kocasının borç almış olduğu tefeciler tarafından çoktan yenmiştir çünkü ülkede tarım kredisi yok. Şu an ailesinin temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanıyor. Amy Goodman: Genetiği değiştirilmiş tohumlar ve A.B.D. çokuluslu şirketlerinden bahsedin. Smita Narula: Genetiği değiştirilmiş tohumlar. Bt pamuk tohumu, şu an pamuk endüstrisine hakim olan pamuk tohumu girdisi. Genetik değiştirmenin vadettiği şey, tohumun içinde Hindistan'daki pamuk üretimini etkileyen yaygın bir zararlı türünü öldüren bir toksin üretmek. Monsanto ve diğer çokuluslular tarafından pazarlanan Bt pamuk tohumu, Hintli çiftçiler için halihazırda kıt olan iki kaynak gerektiriyor. Bu kaynaklar para ve su. Bt pamuk tohumları normal pamuk tohumlarının iki ila 10 katına maloluyor, ayrıca başarılı mahsül alabilmek için çok daha fazla suya gereksinim duyuyor. Çiftçiler, daha büyük maddi güvenceye kavuşacaklarına dair vaatlere ve saldırgan pazarlamalara inanarak tohum satın alabilmek için sıklıkla fahiş faizler isteyen tefecilere yöneliyor. Ardından, Hindistan'daki pamuk çiftliklerinin yüzde 65'i yağmurla beslendiği ve sulamaya erişimi olmadığı için kaçınılmaz olarak mahsüller başarısız oluyor. Ayrıca artan kuraklık bir çok çiftçinin bu durumu yaşamasına sebep oldu. Girdileri satın alabilmek için başa çıkılmaz borçlara girdiler. Mahsül alamadılar. Bu döngüye birkaç sezon devam ettiler. Sonunda kurtulamadıkları bir döngüye hapsoldular, kendilerini öldürmek için satın almış oldukları o pestisiti içtiler. Ve — Amy Goodman: Son olarak, yapılması gereken nedir? Smita Narula: Devletin yapabileceği ve yapması gereken birçok şey var. İlki, bilgi yetersizliğini ele almak. Daha önce söylediğim gibi hükümet problemin kapsamını yeterli şekilde saptamakta başarısız oldu. Müdahalede başarısızlık var. Hükümetin insan hakları komitelerine gururla böbürlenerek anlattığı borç destek programı çoğu çiftçiye ulaşmıyor, çoğunu yetki alanı dışında bırakıyor, ve çok az şey sunuyor. Ayrıca yapısal problemler var. Hükümet, onca çiftçinin hayatları bundan dolayı mahvolmuşken gittikçe daha fazla genetiği değiştirilmiş tohuma onay vermek yerine tarım politikalarının merkezine insan haklarını koymalı ve çokuluslu şirketleri regüle etmeli, ki bunu yapmıyor. Amy Goodman: Smita Narula, bize katıldığınız için size teşekkür etmek istiyorum. Web sitemizde NYU Hukuk Fakültesi İnsan Hakları ve Küresel Adalet Merkezi'ndeki araştırmanıza bağlantı vereceğiz." Hindustan Times'in 26 Mart 2012 tarihli haberi. Alıntı:
|
Yem dükkanlarından daha fazla örneklemeye ihtiyacımız var. Sn.Coskun4216, Bursadan iki örnek belirledi. Hikayesi ile birlikte benim de vereceğim iki örnek var. Başka şehirlerden de örneklere ihtiyacımız var. Yem dükkanına gitmek için ille de beslenecek hayvanımız olması gerekmiyor. Uğrayıp, satılan ambalajlara bakıp durumu resimlememiz kafi. Dükkancılardan çekinmeye gerek yok, herhangi bir tepki göstermiyorlar, çünkü onların da yapabileceği bir şey yok.
|
EFSA GDO'lu bitkilerde virüs geni keşfetmiş
EFSA görevlisi bilim insanları GDO'lu bitkilerin çoğunda, bitkilere, tüketen insan ve hayvanlara zararlı olabilecek bir virüs geni bölümleri olduğunu keşfettiler.
Son bir kaç gündür bu konudaki haber çığ gibi dünyanın her yerinde yayınlanıyor. Habere sebep olan Nancy Podevin ve P. du Jardin tarafından çok kısa süre önce yayınlanan "Possible consequences of the overlap between the CaMV 35S promoter regions in plant transformation vectors used and the viral gene VI in transgenic plants" başlıklı makale. Nancy Podevin, EFSA'nın kadrolu görevilisi ve bu güne kadar verilen GDO onaylarının içinde olduğu bildiriliyor. Bu makale üzerine Independent Science News'de Jonathan Latham ve Allison Wilson imzasıyla yayınlanan kritik, "Regulators Discover a Hidden Viral Gene in Commercial GMO Crops" (Onay vericiler ticari GDO'lu bitkilerde gizli virüs geni keşfettiler) başlığı ile yayınlandı. Başlıktaki "discover - keşfetmek" sözcüğü bana biraz dalga geçmek istenmiş hissini uyandırdı (bizdeki "uyan da balığa gidelim" deyimi gibi). N.Podevin'in makalesinde, GDO'lu bitkiler üretilirken "promoter" olarak kullanılan Karnabahar Mozaik Virüsüne ait Gen VI (CaMV 35S) bulunduğu, bunun içinde GDO'lu soya ve mısırın da dahil 54 adet ticari GDO'lu bitkide söz konusu olduğu yazılmış. Bu genin, önceden hesaplanamayan fenotik değişimlere sebep olabileceğini de yazmışlar. Burada öne çıkan risk, önceden hesaplanamayan değişimlerin yine önceden hesaplanmamış proteinlere sebep olabileceği ve bunların bitkinin kendisine, insan ve hayvanlara toksik olabileceği olarak bildiriliyor. Krikte, EFSA araştırmacılarının GDO'lara onay verirlerken toplum sağlığını ve çevreyi zararlardan korumakta yetersiz kaldıklarını söylüyorlar. Bu kritik, aynen veya farklı özetlerle bazı günlük gazeteler dahil her yerde yayınlanıyor. Bazı gazeteler bu gecikmeli keşfin yaratmış olduğu risklere dikkat çekmiş. İşin gerçeği, N.Podevin ne diye bu saatten sonra böyle bir makale yayınlamış anlamadım. Belki de geç bile olsa, onay verirlerken hiç bir şekilde dikkate almadıkları bir gerçeği şimdi kayda geçirerek üzerindeki sorumluluğu azaltmaya çalışıyordur :) GDO'lu bitkilerde bu virüs geninin bulunduğu çok uzun bir süredir zaten bilim insanları tarafından tesbit edilmişti. 1999 yılında Mae-Wan Ho, Angela Ryan ve Joe Cummins tarafından yayınlanan, "Cauliflower Mosaic Viral Promoter - A Recipe for Disaster?" (Karnabahar Mozaik Virüsü Promoter'i - Felaket için bir tarif?) başlıklı makalede; "Bu yayın, halen ticari olarak piyasaya sürülmüş tüm transgenik bitkilerin yapılandırılmasında bulunduğu açığa çıkan karnabahar mozaik virüsü (CaMV) promotörünün güvenlik etkilerini inceler. Bir ihtiyatlılık ölçüsü olarak, CaMV 35S veya benzer promotör içeren tüm transgenik ürünlerin ticari ve deneysel saha üretimi derhal durdurulmalıdır. Bu transgenik DNA'ya sahip GDO'lu bitkiler kullanılarak üretilmiş tüm ürünler de derhal satıştan, insan ve hayvan yiyeceği olarak kullanımdan geri çekilmelidir." deniyordu. Yine GDO'lu bitkilerin bir çoğunda bu virüse ait Gen VI bulunduğunu açıklayan, 2000 yılından daha önce yayınlanmış başka çalışmalar da varken EFSA neyi keşfetmiş acep? EFSA'nın 25 Kasım 2003 yılında yayınlanan bilimsel panel dökümanında GDO'lu bitkilerde Karnabahar Mozaik Virüsü geni CaMV kullanıldığı tesbit edilmiş, hatta Mae-Wan Ho'nun makalesine de atıfta bulunulmuş, ancak bu virüs geni bölümlerinin GDO'lu bitkilerde bulunmasının sakıncalı olduğuna dair veri yok denmiş. Sanırım yeni olan, ilk kez EFSA adına bazı olası tehlikelerden söz edilmiş olması. |
Marketten alınan biber salçasının içindekiler kısmını okuduğumda; Emülgatör olarak soya eklediklerini gördüm...
Artık salçaya da girdiyse... |
Alıntı:
Çocuklara "soya ve mısır" ı öğretmekte yarar var, aldıkları paketlerde bu isimleri okuyunca GDO'lu deyip vazgeçebiliyorlar. Hepsinde bunlardan biri olduğu için abur-cuburdan vazgeçirmenin en güzel yolu. Biz bu konuda çok gelişme kaydettik, tavsiye ederim. Fikir Sahibi Damaklar / Bülten / 3 "Üzerinde "GDO'suz" ya da "organik" yazmadığı sürece çikolatadan ete, sütten ekmeğe herşeyin içerisinde ABD, Arjantin ya da Brezilya'da yetiştirilmiş GDO'lu soya olabilir. Dolayısıyla, etiket okuyacaksınız ve göreceksiniz ki her yerdeler: Soya unu, soya lesitini, soya proteini, isolate ve isoflavone, bitkisel yağ ve bitkisel protein (ve mısır unu, mısır nişastası, mısır yağı, mısır şurubu, fruktoz, dekstroz ve glukoz, modifye nişasta, kanola yağı ve pamuk yağı.. yani diğer endişelerimiz)" |
Üzerinde "organik" yazması, ürünün GDO'suz olduğunu gösterir mi? Örneğin organik süt aldığımızda, sütü veren hayvanın GDO'lu yem yemediğinden emin olabilir miyiz?
|
Alıntı:
|
Sayın Meyvelitepe,
Çok ürkütücü bir haber gerçekten ama EFSA konuyu sahiplenmemiş görünüyor. EFSA: FAQ on inserted fragment of viral gene in GM plants saygılarımla Murat |
Alıntı:
Bazı gazeteler konuyu, "GDO'larda daha önce bilinmeyen bir virüsü geni bulundu" gibi vermiş, ki bu doğru değil. GDO'larda Gen VI 35S bulunduğu zaten bilinmekteydi. EFSA'nın 2004 yılında Monsanto'nun NK603 mısır başvurusunun değerlendirme raporunda, "CaMV 35S promotor kullanımının güvenli olmadığı hipotezini destekleyecek delil olmadığı, hali hazırda karnabahar mozaik virüsünün doğal yollarla enfekte ettiği bitkileri yiyen hayvan ve insanlarda olumsuz etki rapor edilmediği" gerekçesi yazılmıştı. Bu raporun yazarlarından birisi şimdi aynı virüs geni için "beklenmedik fenotipik değişimler yaratabilir" diyor. Karnabahar mozaik virüsü doğal yollarla pamuk, kanola, patates, mısır ve soyayı da enfekte edebiliyor mu, GDO'lu olmayan bitkilerde besin zincirine giren bitkilerin ne kadar bu virüs tarafından enfekte edilmiş durumda oluyor, ve bunlarla ilgili ne gibi araştırmalar yapılmış, bilmiyorum, bakmak lazım. Ancak başka bir ilginçlik, NK603 mısır geçtiğimiz yılda Seralini'nin fareler üzerinde yaptığı uzun süreli çalışmada farelerde tümörler gelişmesine sebep olan GDO. |
GDO Kullanımı Hakkındaki Görüşleriniz
Merhaba arkadaşlar. Oldukça gündemdeki bir konu GDO. Ve hepimiz değiştirilmemiş besinler tüketmenin hakkımız olduğunu söylüyoruz. Sonuna kadar haklıyız da. Ancak bir de farklı bir açıdan düşündüm geçenlerde. Dünya nüfusu 7 milyara ulaştı ve artan bir hızla çoğalmaya devam ediyor. Dünya tarihinde hiç görülmemiş bir hız bu. Peki nüfus bu kadar çok ve kaynaklar bu kadar kısıtlıyken, acaba GDO kullanmadan insanları besleyebilmek mümkün mü? Bu konuda ben çok kararsızım. Ve hepinizin görüşlerinizi bekliyorum. Özellikle uzmanlar bizi bilgilendirmeli. Tamamen bilimsel bir şekilde tartışalım diyorum.
|
Alıntı:
Adamlar gerçekten aç, bir lokma ekmeğe ihtiyacı var. Ama bizimkilerden daha onurlu! BBC NEWS | Africa | Zambia 'ignored science' over GM Zambiya devlet başkanı Mwanawasa aynen şunları söylemiş: 'İnsanları zehirle beslemenin hiç bir mazereti olamaz' |
Sayın Fagus Sylvatica , burada bu konu hakkında oldukça bilgi ve tartışma var.
Sizin görüşleriniz de katkı sağlayacaktır eminim. |
Teşekkürler sayın Muhsin Hanif. Ben de biraz bakmıştım bu konuya. Dünyada halihazırda 10 milyar insana yetecek kadar gıda üretiliyormuş. Asya, Kuzey Amerika gibi az nüfuslanmış yerlerin tarıma uygun olan topraklarının değerlendirilmesiyle bu rakam iyice artabilir. Ama nedense hala açlık var. Dediğiniz gibi sorun eşit olmayan dağılım. ABD'nin yarısından fazlası obezken somaililer açlıktan ölüyor. Bu insanlık için utanç verici bir durum. Bence yapılması gereken nüfus artışını kabul edilebilir şartlarda tutmak.
|
Gelişmiş ülkelerde ev yapmak istediğiniz zaman tarım arazilerine ev yapılmasına izin verilmiyor. Yetkililer bana kaya göster diyorlar. Fethiye'de kaya şehir var. Şu anda evlerin duvarları kalmış kapı ve pencereleri yok. Zamanında gayri müslümler oralarda oturuyorlarmış. İstiklal savaşı sonrasında Türkiye sınırları dışında kalan Türk uyruklu insanlarla yer değişimi yapmışlar. Kaya şehirin oraya gelen Türkler evlerini ovaya yanı tarım arazisine kurmuşlar. Çünkü temel açması kolay, depremi düşünen yok. GDO bizden uzak dursun. Tarım yapılacak arazi daha çok. Bakın İsrail'den domates tohumu geliyor, ekiyorsunuz ama çoğaltamıyorsunuz. Seneye gene almak zorundasınız. GDO lu ürünleride bir türlü bizlere satmak istiyorlar. Biz doğal tohumlarımıza ve tarım arazilerimize dönmek zorundayız.
|
Ayrıca, yerlerin iyi kullanımı da önemli bir konu. Yani sulanabilen verimli bir ovada buğday ekilmemeli. Ve çiftçiler Avrupada olduğu gibi desteklenmeli. Başka bir deyişle, İç Anadolu'da onca boş, kullanılmayan arazi varken bazı köylülerin yoksulluk yaşaması mantıksız. Devlet tarıma uygun arazileri doğaya zarar vermeyecek şekilde dağıtmalı ve düzenli bir denetimle uygun bitkilerin ekilmesini sağlamalı. Türkiye gibi buğday için müthiş iklime sahip bir ülkenin buğday ithal etmesi mantıksız.
|
Ayrıca çoğumuzun kendi bahçelerimizde gördüğü gibi doğal tohumlar, iyi bir bakımla GDO'lu tohumdan daha az ürün vermiyor.
|
Arkadaşlar Türkiye'de buğday üretimi konusunda sıkıntı yok.
TÜİK Yıllara Göre Buğday Üretimi Miktarları Bakın TÜİK istatistiklerine baktığımız zaman yaklaşık 20 milyon ton buğday üretimimiz olduğunu görüyoruz. Tüketimimiz de 17, 18 milyon ton civarında. TMO: Türkiye'nin buğday stoğu yeterli - Ekonomi Gündemi- ntvmsnbc.com Dünya rakamlarına baktığımız zaman buğday stokları 2007 yılında 120 milyon, 2008 yılında 168 milyon, 2009 yılında 168 milyona çıkmış. Gene pirinç stoklarına baktığımız zaman dünyada hiç pirinç üretilmese bile Türkiye gibi 165 ülkeyi besleyecek kadar pirinç bulunuyor. Maalesef buğday ülkesi Türkiye buğday ithal ediyor. Peki 'dünyada kıtlık olacak' diyenlerin ve GDO'lu ürünlerin ithalinin perde arkasında ne var? Maalesef Türkiye'de tarım ve hayvancılık bitirilmeye çalışılıyor. Türkiye'de arazileri yabancılar da alabilir diye kanunlar çıkarılıyor. Başka ülkelerde de bunlar yapılıyor. Nasıl yapılıyor? Çiftçinin bankaya borcu var. Çiftçinin imza ettiği sözleşmenin arkasına küçücük 'Banka istediği zaman borcunu alır' yazarmış. Banka borcunu ödeyemez. Hemen arazisini, hatta oturduğu evini alırlar. Sonra bir bakmışsınız toprakları yabancılar alıvermiş, tarım da bitmiş; hayvancılık da bitmiş. Bunlar kendiliğinden olan işler değil. Dünya da oluyor burada da oluyor. Mesela Kargil firması gelip İznik Gölü'nün kenarına tabiat yerine fabrika kuruyor. Bir gizli cemiyet üyesi olduğu için belirli makamlara getirilenler de vatan topraklarının yabancıya satılmasına, GDO'lu ürünlerin ülkeye sokulmasına eyvallah diyorlar. Bu 'yeni dünya düzeni' ideolojinin asıl amacı da ulus devletleri yok etmek, insanlığın nüfusunu kırmak. Kökü dışarıda bir takım örgütler ve bunların yurtiçindeki işbirlikçileri moleküler biyoloji biimini ülke güvenliğini tehdit eden bir silah olarak insanımıza karşı kullanıyorlar. 1974'te Kissinger'ın hazırladığı NSSM200 kod adlı gizli raporun konusu "bir ABD dış politikası olarak nüfus kontrolü" idi. Bu raporda, içlerinde Türkiye, Endonezya, Brezilya gibi ülkelerin bulunduğu 13 ülkenin, soğuk savaş sırasında ABD'ye gerekli olan mühim ham maddelere sahip olduğu ve dolayısıyla bu ülkelerde nüfus artışının önüne geçmek gerektiği yazılıdır. Bu belgeye şu adresten erişebilirsiniz. http://1.usa.gov/M3VBG |
Çoğu düşüncenizi paylaşıyorum sayın erdem26. Ancak ben tüm dünya için konuşurken Türkiye'den örnek verdim. Bana kalırsa Tüm dünya'da nüfus artış hızı düşürülmeli. Bu yalnız Türkiye ya da Endonezya'yı değil tüm dünyayı ilgilendirir. Hiç bir ülke, kaos yaşayan kıtlık içindeki bir dünyadan kendini soyutlayamaz. Bunu engellemek içinse birlikte hareket edebilmeliyiz. Hindistan'da hala nüfus artışına karşı bir hamle yapılmadı. Düşünün; 1960larda 450 milyon civarı olan nüfus şimdi 1,2 milyarı aştı. Bu korkunç bir artış ve 1,2 milyar aç insan zor bir dönemde her şeyi yapabilir. Bir de Hindistan'ı 300 milyon nüfusla düşleyin. O müthiş verimli topraklar büyük bir zenginlik kaynağı olurdu ve Hindistan belki şimdi Asya'nın en refah içindeki ülkelerinden biri olurdu. Ya da Japonyanın nüfusu 120 milyon değil 60 milyon olsaydı (ki bu bile toprakları için fazla), Japon halkı hayatını betonlaşmış şehirlerde, gökdelen tepesinde doğadan uzak küçük evllerde yaşamaz, İngiliz ve Fransızlar gibi bir bahçe sahibi olabilirlerdi. Daha az nüfus demek, zenginliğin daha az kişiye paylaştırılması demektir. Örneğin Norveç, 5 milyon nüfusu var ve müthiş bir refah var, İsviçre, Finlandiya, İsveç... İki seçeneği var dünyanın ya kaynaklarına göre nüfuslanır, **** açlık ve GDO'lu besinlere mahkum olur, Ya İsviçre gibi olur ya da Hindistan gibi. Ama tabii bunun için tüm dünyanın ortak karar alması gerekli (BM'yi unutun gitsin, hiç bir işe yaramayacaktır). Bir de buğday konusunda asıl bahsetmek istediğim Fransa en büyük 5., Almanya 7. büyük üreticiyken niye Türkiye'nin 10. sırada olduğu. Bu Avrupa'da 4. sıradayız demek Ukrayna'dan sonra. Halbuki en uygun ülke Türkiye...
|
Sayın Fagus Sylvatica Türkiye'deki nüfus artış hızı 2000 yılından itibaren binde 20'nin altına düştü. 2010'da binde 15,9 ve nihayet 2011 yılında binde 13,5 olarak belirlendi. Nüfus artışı aynı ivmeyle devam ederse bir müddet sonra eksiye dönecek, yani nüfusumuz azalacak. Avrupa'ya baktığımız zaman nüfus artışı eksilerde. Bu ne demek? Avrupa'nın pazardaki rekabet gücünü yitirmesi hem sosyal güvenlik sisteminin tersine dönmesi demek.
Şimdi verdiğiniz Hindistan örneğine gelecek olursak nüfus 300.000 olsa da 1 milyar da olsa sonuç değişmeyecek. Hindistan, tarihte sömürgeci devletler tarafından ortadan kaldırılmak istenen ya da tesiri kırılmak istenen milletlerden bir tanesi. İngilizler tarafından sömürge haline getirilmiş. İngilizler Hindistan'da bu oyunu oynadıkları zaman herkes İngilizce öğrensin, öğrensin ki ilelebet köle olsunlar, fizik matematik öğrenemesinler, kafaları dumura uğrasın, düşünemez bir toplum haline gelsin istemişler. Hatta İngilizler matematik diye logaritma cetvellerini ezberletmişler! Son derece münbit, her türlü ürünü, tarımı olan ülkelere sömürgeci ülkeler gelmiş, toprakları ellerinden alınmış, bütün topraklarında aynı ürün yetiştirmiş. Biliyorsunuz muz cumhuriyetlerinde bu ürün muzdur. Topraklarını bir iki şirket almış hatta bedavaya. 'Yabancılar geliyor, bütün topraklarını ellerinden alıyor' Toprağı işleten, toprağın sahibi yabancı orada tek ürün yetiştiriyor. Bu tek ürünü o yabancı şirket alıp götürüyor, başka yerlere satıyor, ondan sonra tabi bütün getirisi kendine kalıyor. Ahaliye ne kalıyor? Hiç. Sadece cüzi ücretlerle ırgatlık yapmak düşüyor. İşte çağdaş ve küresel kölelik düzeni. Şimdi Orta Anadolu'da da küresel kraliyetçi yabancı şirket patates yetiştirecek. Niğde, Kırşehir, Eskişehir vb. tarım arazileri verildi- ve tek ürün yetiştirecekler patates.. http://www.fibhaber.com/ekonomi/nevs...nde-h3333.html |
İşte tam da sizin dediğiniz nedenle BM bir işe yaramaz dedim. Çünkü küresel şirketlerin yönettiği büyük devletlerin oyuncağı. Ama nüfusun fazla olmasının bir sorun. Örnek vermek gerekirse (bir kitapta okumuştum, rakamı yanlış hatırlıyor olabilirim ama bu civarlarda absürt bir rakamdı) eğer ortalama bir Çinli ortalama bir Amerikalı kadar enerji tüketseydi, dünyanın şimdiden 36 kat fazla enerji üretmesi gerekirdi. Hiç birimiz şimdiki yaşam standartlarımızdan bir şey kaybetmek istemediğimize göre, bu sorunu en az standart kaybıyla atlatabilmemiz için daha az nüfuslanmış bir dünya gerek. Başka bir deyişle, ne ABDlilerin bu kadar savurgan olmaya hakkı var, ne de Çinli veya Hintliler doğuştan şanssız olmalı. Tabii bunun için, dediğim gibi dünya ortak hareket etmeli ve bunun için de sizin dediğiniz gibi emperyalist devletlerin bencilce davranışlarından en azından bu konu için vazgeçmeleri gerekiyor.
|
1 Eklenti(ler)
Bir kaç yıl önce nette, Chemtrails'in uçaklarla yer yüzüne püskürttüğü ALUMINUM, BARIUM, MORGELLONS ile ilgili iddialarını hayretle okumuştum.
İnsanlığın kendisini yok etmekte neden bu kadar ısrarcı olduğunu anlayabilmek mümkün değil. Şehir efsanesi mi? Siz karar verin. Eklenti 383586 facebook'ta takip ettiğim 'Türkiye Chemtrails Takipçileri' sayfasının iddialarını olduğu gibi aktarıyorum. Kodaman Ismail tarafından Türkiye Chemtrails Takipçileri' Gıda amaçlı genetiği değiştirilmiş (GD) ürünlerin ithalatı için yapılan başvurulara son olarak Tüm Gıda Dış Ticaret Derneği’nin (TÜGİDER) üç çeşit GD soya ithalat başvurusu da eklenince hepimiz nefeslerimizi tuttuk, Biyogüvenlik Kurulu’nun kararını bekliyoruz. Onaylandığı takdirde, etiketlerde de belirtilmeyeceğini düşünmek gerçekten tüyler ürpertici. Ne ile karşı karşıya olduğumuzu iyice kavrayabilmek için GDO’nun ne olduğunu bilmek kadar, bunun arkasında yatan ekonomik ve politik gerçekleri öğrenmek de gerekli. GDO’nun gerçek amacı küresel gıda tedarikini kontrol altına alabilmek, yani bu bir ekonomik ve politik hakimiyet meselesi. En büyük biyoteknoloji şirketleri Monsanto, DuPont, Syngenta -bir Novartis şirketi- ve Bayer genetiği değiştirilmiş tohum pazarının neredeyse %100’ünü ve haşere ilacı/pestisit pazarının %60’ını ellerinde bulunduruyorlar. Yeni şirket satın alımları sayesinde de ticari tohum pazarının %23’üne hakimler. Araştırmalarım sırasında çoğu zaman bana “yok artık!” dedirten, Superman ya da Batman filmlerindeki dünyayı ele geçirme planları yapan şeytani kimyagerin komplolarını aratmayan ekonomik, politik ve sosyal boyutlarından önce gelin hep beraber bir dönem GD tohumların %90’ını üreten, biyomühendislik alanının en büyük şirketi Monsanto’nun kendi tarihsel “DNA”sına bir bakalım. 1901 – John Francis Quenny satın alma elemanı olarak çalıştığı bir toptan ilaç şirketinden ayrılıp, o günlerde sadece Almanya’dan ithal edilebilen sakarinini ABD’de üretmek için çok ufak bir sermayeyi borç harç toplayarak Monsanto Chemical Works şirketini kurar. Her ne kadar Alman karteli fiyatları düşürdüğü için ona zor günler yaşatsa da, kendi gibi çok yeni, sadık bir müşteri olan Coca-Cola sayesinde ayakta kalır. İşleri yolunda giden Monsanto, ürün yelpazesini vanilya, kafein, sakinleştiriciler ve laksatifler ekleyerek genişletir. 1917 – Monsanto Aspirin üretimine başlar ve kısa sürede dünyanın en büyük Aspirin üreticisi olur. Birinci Dünya Savaşı sırasında da Avrupa’dan kimyasal madde ithalatı durunca, kimya sanayinde yerini sağlamlaştırır. 1920 – Şirketin başına oğlu Edgar’ın geçmesiyle ürün yelpazesi daha da genişler: Plastik, reçine, kauçuk, yakıt katkı maddeleri, yapay kafein, endüstriyel sıvılar, vinil kaplama, bulaşık deterjanı, fosfor, anti-friz, sülfürik asit, erbisit, pestisitler (Mona Lisa tablosunu koruyan cam bile bir Monsanto ürünü!). 1935 – PCB üretimine başlar. [Poliklorlu bifeniller, UNEP (Birleşmiş Milletler Çevre Programı) Kimyasallar Birimi tarafından hazırlanan ve Stokholm Sözleşmesi’nde çevre ve insan sağlığına olumsuz etkilerinden dolayı kullanılmasına yasaklama ve sınırlama getirilen 12 adet kalıcı organik kirleticiden (KOK) biridir. Hava, su ve toprakta farklı derecelerde biriken PCB, aşırı ısınmaya ve ateşe dayanıklı olduğundan özellikle izolasyon, elektrik devreleri ve elektrikli aletlerde kullanılmıştır. Yağ oranı yüksek besinlerle, yüzey toprakları, içme suyu ve yeraltı suyuyla, elektrikli alet üretim yerleri gibi kapalı ortamlarda inhalasyon ve deri yoluyla vücuda alınabilen PCB’nin, bağışıklık sistemi toksitesine, endokrin yapısında bozukluklarına, anne sütünde birikme sonucunda bebeklerde mutasyona yol açtığı ve kanserojen etkilere sahip olduğu belirlenmiştir.] 1940 – Monsanto polistiren (strafor) ve sentetik elyafın yanında DDT de üretmeye başlar. [DDT: Kolayca vücut dokusundaki yağlarda çözülen ve gıda zincirinde biriken, çok zehirli ve kuvvetli bir böcek ilacıdır. Balık ve kuş da dahil olmak üzere, birçok hayvan türünün soyunun tükenmesine yol açacağı belli olunca, 1970’lerde yasaklanmıştır.] 1943-1948 – Monsanto Dayton, Ohio’da Manhattan Project için yani ilk atom bombası için uranyum üzerine araştırmalar yürütür. Dayton Project’in başındaki Dr. Charles Thomas bombanın ilk test patlaması sırasında hazır bulunur ve daha sonra Monsanto’nun yönetim kurulu başkanı olur. Monsanto, 1980’lere kadar Mount Project adı altında federal hükümet için yine Ohio’da bir nükleer santral işletir. 1948 – 2,4,5-T adını verdiği ve ileride meşhur Agent Orange’ın üretiminde kullanılacağı, çok güçlü bir herbisit üretimine başlar. Bu sırada dioksin adlı bir kimyasal yan ürün ortaya çıkar. [Dioksin: kalp ve karaciğer hastalıkları, üreme ve gelişme bozukluklarına yol açan çok toksik bir kimyasal maddedir. Çok küçük miktarlarda bile çevre ve vücutta biriken dioksin, 1997’de Dünya Sağlık Örgütü tarafından kanserojen olarak sınıflandırılmıştır.] 1949 – Monsanto fabrikasındaki patlama; dioksinli 2,4,5-T’nin çevreye yayılmasına yol açar. Her ne kadar 1971’de bu maddenin üretimini durdurmuş olsa bile, 2004’te on binlerce kent sakini adına açılan bir grup davası sonucu Monsanto tıbbi bakım, temizlik ve para cezasına mahkum edilir. 1954 – Bayer’le birlikte poliüretan üretimine başlar. 1955 – Lion Rafinerisi’ni satın alarak petrol esaslı gübre üretimine başlar. 1959 – Monsanto yüksek teknoloji endüstrisi için saf silikon üretimine başlar. 1960-1970 – Monsanto, Vietnam Savaşı sırasında ABD askeri güçlerinin Vietnam, Doğu Laos ve Kamboçya’nın bazı bölgelerine kullandıkları herbisit ve yaprak dökücü (2,4,5-T ve dioksin içeren) Agent Orange’ın en önemli üreticilerinden biridir. [ABD’nin Agent Orange’ı kullanma amacı kırsal ve ormanlık arazilerde yaprak dökerek gerillaların saklanmalarını engellemek ve gıdasız bırakmaktı. Ayrıca köylülerin gıda kaynaklarını azaltarak, ABD’nin kontrolü altındaki kentlere göç ettirmek de istiyorlardı. Spreyleme işleminin büyük kısmı havadan, bir kısmı da kamyon ve teknelerden yapıldı. 1962 ve 1971 yılları arasında sırasında ABD yaklaşık 75.770.000 litre Agent Orange kullandı. Vietnam Dışişleri Bakanlığı'na göre 4,8 milyon Vietnamlı Agent Orange’a maruz kaldı, 400.000 kişi öldü, 500.000 çocuk sakat doğdu ve düşük oranları arttı. Amerikalı gaziler de kendi paylarına düşen ciddi sağlık sorunları yaşadılar. Ekolojik denge bozuldu, bölgelerin yeniden ormanlaştırılması çok zor ya da neredeyse imkansız bir hal aldı. Harvard’lı bir biyolog aynı bölgede spreylenmemiş iki ormanda 145 ve 170 kuş türü ve 30 ve 55 memeliye karşı, spreylenmiş bir ormanda 24 kuş ve beş memeli hayvan türüne rastladı. Bu da yetmezmiş gibi, bugünlerde Monsanto Vietnam’a bu sefer GDO’ları ile girmeye çalışıyor!] 1968 – LED seri imalatı yapan ilk şirket olur. 1970’lerden itibaren biyoteknolojiye ağırlık vermeye başlayan Monsanto, ileride en büyük silahı olacak Roundup herbisitinin aktif maddesi glisofat molekülü geliştirir ve patentini alır ve 1973’te Roundup’ı piyasa sürer. 1976 – Cycle-Safe adıyla dünyanın ilk plastik gazlı içecek şişesini üretir. Şişe, bir yıl sonra kansere yol açma riskinden dolayı yasaklanır. 1982 – Monsanto ilk defa bir bitkinin genetiğini değiştiren şirket olur. GDO’lu pamuk, soya, mısır ve kanola geliştirmeye başlar. 1985 – Monsanto aspartam patentini elinde bulunduran G:D. Searle’ü satın alır, NutraSweet Company adlı ayrı bir şirket açar ve aspartam işini 2000 yılında satana kadar buradan yürütür. 1994 – Monsanto yeni bir teknoloji geliştirir ve ineklerin daha fazla süt vermesini sağlayacak bir büyüme hormonu olan Posilac’ı (rBST/rBGH) piyasaya sürer. BST hormonu ve genetiği değiştirilmiş koli basilinin genetik mühendislik yöntemleriyle birleştirilmesiyle üretilen Posilac hayvanların sağlığını bozduğu gibi, elde edilen süt de insanlarda da meme, ilik ve prostat kanserine yol açabildiği için Kanada, Avustralya, Japonya ve Avrupa Birliği de dahil olmak üzere 27 ülkede yasaklanır. Monsanto Posilac’ı 2008’de Eli Lilly and Company’ye satar. 1996 – İlk biyoteknolojik mahsulü Roundup Ready Soya ve haşerelere dayanıklı biyoteknolojik pamuğunu tanıtır. 1997 – Monsanto yeni ürünleri GDO’lu Roundup Kanola, Pamuk ve Mısır’ı satışına başlar. 1997 ve 2002 arasında şirket birleşme ve bölünmeleriyle (kimyasal madde operasyonlarını Solutia adlı bir şirketine devrederek), Monsanto bozuk sicilli bir kimyasal madde devinden bir biyoteknoloji devine dönüşür. Kurumsal geçmişinde hiçbir kimyasal maddeden bahsetmediği gibi artık kendini tertemiz bir “hayat bilimleri” ve “tarım şirketi” olarak tanıtan Monsanto’nun kimyasal maddeleri hakkında açılan tüm davalar da Solutia’ya aktarılır. 2002’de Solutia, PCB fabrikasının bulunduğu Anniston, Alabama’da toprak ve suyu kirlenmekten suçlu bulunur ve 20,000 kişiye 600 milyon dolar ödemeye mahkum olur. 2003’de Solutia iflasını ilan eder. 1998 – Monsanto-Cargill ortak girişimi en ileri genetik teknolojiyi dünyanın en büyük gıda işleme ve dağıtım şirketiyle bir araya getirir. 2000 – Monsanto Pharmacia ve Upjohn ile birleşir. 2001 – Dünyadaki tüm GDO’lu mahsullerin %91’i Monsanto’ya aittir. 2004 – Monsanto American Seeds’i kurar ve şirket alımlarına başlar. 2005 yılında 1,4 milyar dolara dünyanın en büyük sebze ve meyve tohum şirketlerinden Seminis’i satın alır. 2007 – 1,5 milyar dolara önemi bir pamuk tohumu üreticisi Delta & Pine Land Company’yi satın alır. [Bu şirketin önemi, üç steril tohum ya da diğer adlarıyla Terminatör Tohum ya da İntihar tohumu patentinin sahibi olmasıdır. Bir sonraki yıl kullanılamayan bu tohumların satışına henüz için çıkmamış olsa da, yakın bir gelecekte çıkacağına kesin gözüyle bakılmakta. Ayrıca, 2001-2006’da D &PL’in Türkiye’deki şirketi Türk Delta Pine’ın hükümet raporları ve sertifikasyonları elde etmek için Türkiye Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı bazı çalışanlarına yaklaşık 43 000 dolar rüşvet verdiği ortaya çıkmıştır. D & PL ve Turk Deltapine ABD’de 300 000 dolar ceza ödemeye mahkum edilmiştir.] 2008 — Rakipleri tarafından tohum endüstrisinde tekel kurmakla suçlanan Monsanto, 546 milyon Euro’ya Hollandalı hibrit tohum şirketi De Ruiter’i ve bazı şeker kamışı üreticilerini satın alır. Bugüne kadar tohum şirketleri satın alımında harcadığı miktarın 30 milyar doları geçtiği söylenmekte. 2009 – Şirket, 11,7 milyar dolar net satış yaptığını ve 2,1 milyar dolar net gelir ilan eder. 2010 – Forbes dergisi tarafından “yılın şirketi” seçilir. 2011 – Monsanto’nun 2010 yılı net satışı 10,5 milyar dolar, net geliri ise 1 milyar dolar olarak açıklanır. 2009 yılına göre %50’lik bu düşüş, Roundup patentinin süresinin dolması ve rakiplerin jenerik herbisitleri daha ucuza piyasa sürmüş olmalarından kaynaklanmaktadır. Bugün, dünyada GDO’lu mahsüllerin %80’i Monsanto’ya ait bir gen içermekte. Şirketin Roundup’ı ise dünyada en çok satan pestisiti, Roundup’a dayanaklı tohumlarıyla da Monsanto bir tekel oluşturmuş durumda. Monsanto’nun bu “sabıkalı” kronolojik geçmişinin ardından, önümüzdeki günlerde bu çokuluslu devin girift politik bağlantılarından, Monsanto tohumu satın alıp ekmenin, sosyal ve ekonomik sonuçlarını ve şirketin dünya gıda stokunu kontrol ederek, doğa ve dünya üzerinde nasıl bir hakimiyet kurmaya çalıştığından bahsedeceğim. O güne kadar, henüz izlemediyseniz, “The World According to Monsanto” belgeselini izlemenizi tavsiye ederim. Not: Facebook 'Türkiye Chemtrails Takipçileri' sayfasından alıntıdır. |
Institute of Responsible Technology'den
"American Academy of Environmental Medicine (AAEM) 2009'da, kısırlık, bağışıklık problemleri, hızlı yaşlanma, hatalı insülin düzeni ve ana organlar ile sindirim sisteminde değişimler de dahil "Çeşitli hayvan deneyleri genetiği değiştirilmiş (GDO'lu) gıdaların ciddi sağlık risklerini işaret ettiğini" belirtti. AAEM doktorlardan tüm hastaların GDO'lu gıdalardan kaçınmaları tavsiyesinde bulunmalarını istedi.
1992'de FDA (Amerikan Gıda ve İlaç İdaresi) GDO'lu yiyeceklerin GDO'lu olmayanlardan önemli bir farkı olduğuna dair bilginin mevcut olmadığını deklare etti. Böylece GDO'lı gıdayı yemenin güvenli olduğu ve GDO'lu gıdalar için gıda güvenliği araştırmalarının kesinlikle gerekmediği belirtilmiş oluyordu. Fakat bir dava sebebiyle açığa çıkan iç yazışmalarda FDA'in bu pozisyonunun GDO'ları teşvik eden Beyaz Sarayın gereken direktifler için yaptığı politik atamalar sonucu olduğu meydana çıktı. FDA'in bu politikasını belirlemekle görevli Michael Taylor'un önceki işi Monsanto'nun avukatlığı idi ve sonradan da bu şirketin başkan yardımcısı oldu. Gerçekte, FDA bilim insanları GDO'lu gıdanın allerjiler, toksinler, yeni hastalıklar ve beslenme bozuklukları da dahil, önceden kestirilemeyen, tesbit edilmesi zor yan etkilere sebep olabileceği konusunda defalarca kez uyarılarda bulundular, uzun süreli güvenlik araştırmaları yapılması gerektiğinde ısrar ettiler fakat dikkate alınmadılar. Bugün, kimyasal ürünlerinin toksik olduğunu gizlediği için suçlu bulunan bu biyoteknoloji şirketleri, kendi ürettikleri GDO'Lu gıdaların güvenli olup olmadığını saptamakta da sorumlu tutuluyorlar. Endüstrinin finanse ettiği bu GDO güvenlik araştırmaları potansiyel tehlikeleri ortaya çıkarmakta fazlasıyla yüzeysel ve anlamsız bir gerçeği gizleme çabası olarak FDA ile birlikte şirketlerin bu gönüllü konsültasyonları çokça eleştiriliyor. GDO'lu soya ve allerjik reaksiyonlar
İlaçlarda yapılan güvenlik değerlendirmelerinin aksine GDO'lu yiyeceklerde insan klinik takipleri yapılmaz. Tek yayınlanmış insan beslenme deneyimi, GDO'lu soyadaki genetik malzemenin bağırsaklardaki canlı bakterilere geçtiği ve orada işlevlerini devam ettirdiğini ortaya koydu (39). Bunun anlamı, GDO'larla beslenmeyi durdurduktan sonra uzun bir süre sonra dahi GDO proteinlerinin içimizde üremeye devam edebileceği.
1980'lerin sonunda genetiği değiştirilmiş bakteriye ürettirilen L-tryptophan içerikli bir besin takviyesi 100 civarında kişinin ölmüne, bazılarında kalıcı hasarlar olmak üzere binlerce kişinin de hastalanmasına yol açtı. Hastalığın hızlı gelişip ve şiddetli akut etkiler göstermesi, etkilerin başka bir bilinen hastalığa benzememesi sebebiyle bir kaç yıl içinde tanımlanabildi. (41) Yavaş gelişen, akut değil de kronik etkiler gösteren, semptomları başka bilinen hastalıklara benzemesi durumunda tanımlanabilmesi ve önlenebilmesi mümkün olmayabilirdi. Şayet GDO'lu yiyecekler bilinen hastalıklara sebep oluyor ise veya etkileri uzun süreli kullanımdan sonra ortaya çıkıyor ise, bu hastalıkların sebebi on yıllar geçse de anlaşılamayabilir. GDO'larla ilişkili hastalıkların gözlenmesi gibi bir süreç, ya da uzun süreli hayvan deneyleri mevcut değil. Büyük yatırımlar yapmış olan biyoteknoloji şirketleri kârları için başta Amerikan toplumunun sağlığı üzerinde kumar oynuyorlar. [8] Mark Townsend, "Why soya is a hidden destroyer," Daily Express, March 12, 1999. [9] Hye-Yung Yum, Soo-Young Lee, Kyung-Eun Lee, Myung-Hyun Sohn, Kyu-Earn Kim, "Genetically Modified and Wild Soybeans: An immunologic comparison," Allergy and Asthma Proceedings 26, no. 3 (May–June 2005): 210-216(7). [10] A. Pusztai and S. Bardocz, "GMO in animal nutrition: potential benefits and risks," Chapter 17, Biology of Nutrition in Growing Animals, R. Mosenthin, J. Zentek and T. Zebrowska (Eds.) Elsevier, October 2005. [11] Hye-Yung Yum, Soo-Young Lee, Kyung-Eun Lee, Myung-Hyun Sohn, Kyu-Earn Kim, "Genetically Modified and Wild Soybeans: An immunologic comparison," Allergy and Asthma Proceedings 26, no. 3 (May–June 2005): 210-216(7). [21] M. Malatesta, M. Biggiogera, E. Manuali, M. B. L. Rocchi, B. Baldelli, G. Gazzanelli, "Fine Structural Analyses of Pancreatic Acinar Cell Nuclei from Mice Fed on GM Soybean," Eur J Histochem 47 (2003): 385–388. [22] Vazquez et al, "Bacillus thuringiensis Cry1Ac protoxin is a potent systemic and mucosal adjuvant," Scandanavian Journal of Immunology 49 (1999): 578–584. See also Vazquez-Padron et al., 147 (2000b). [23] V. E. Prescott, et al, "Transgenic Expression of Bean r-Amylase Inhibitor in Peas Results in Altered Structure and Immunogenicity," Journal of Agricultural Food Chemistry (2005): 53. [24] Arpad Pusztai, "Can science give us the tools for recognizing possible health risks of GM food," Nutrition and Health, 2002, Vol 16 Pp 73-84 [25] Comments to ANZFA about Applications A346, A362 and A363 from the Food Legislation and Regulation Advisory Group (FLRAG) of the Public Health Association of Australia (PHAA) on behalf of the PHAA, "Food produced from glyphosate-tolerant canola line GT73," Institute of Health and Environmental Research - Welcome to the IHER website [26] M. Malatesta, C. Caporaloni, S. Gavaudan, M. B. Rocchi, S. Serafini, C. Tiberi, G. Gazzanelli, "Ultrastructural Morphometrical and Immunocytochemical Analyses of Hepatocyte Nuclei from Mice Fed on Genetically Modified Soybean," Cell Struct Funct. 27 (2002): 173–180. [27] M. Malatesta, C. Tiberi, B. Baldelli, S. Battistelli, E. Manuali, M. Biggiogera, "Reversibility of Hepatocyte Nuclear Modifications in Mice Fed on Genetically Modified Soybean," Eur J Histochem, 49 (2005): 237-242. [28] I.V. Ermakova, "Diet with the Soya Modified by Gene EPSPS CP4 Leads to Anxiety and Aggression in Rats," 14th European Congress of Psychiatry. Nice, France, March 4-8, 2006; "Genetically modified soy affects posterity: Results of Russian scientists' studies," REGNUM, October 12, 2005; Genetically modified soy affects posterity: Results of Russian scientists Irina Ermakova, "Genetically modified soy leads to the decrease of weight and high mortality of rat pups of the first generation. Preliminary studies," Ecosinform 1 (2006): 4–9. [29] Irina Ermakova, "Experimental Evidence of GMO Hazards," Presentation at Scientists for a GM Free Europe, EU Parliament, Brussels, June 12, 2007 [30] L. Vecchio et al, "Ultrastructural Analysis of Testes from Mice Fed on Genetically Modified Soybean," European Journal of Histochemistry 48, no. 4 (Oct–Dec 2004):449–454. [31] Oliveri et al., "Temporary Depression of Transcription in Mouse Pre-implantion Embryos from Mice Fed on Genetically Modified Soybean," 48th Symposium of the Society for Histochemistry, Lake Maggiore (Italy), September 7–10, 2006. [32] Alberta Velimirov and Claudia Binter, "Biological effects of transgenic maize NK603xMON810 fed in long term reproduction studies in mice," Forschungsberichte der Sektion IV, Band 3/2008 [33] I.V. Ermakova, "Diet with the Soya Modified by Gene EPSPS CP4 Leads to Anxiety and Aggression in Rats," 14th European Congress of Psychiatry. Nice, France, March 4-8, 2006; "Genetically modified soy affects posterity: Results of Russian scientists' studies," REGNUM, October 12, 2005; Genetically modified soy affects posterity: Results of Russian scientists Irina Ermakova, "Genetically modified soy leads to the decrease of weight and high mortality of rat pups of the first generation. Preliminary studies," Ecosinform 1 (2006): 4–9. [34] "Mortality in Sheep Flocks after Grazing on Bt Cotton Fields—Warangal District, Andhra Pradesh" Report of the Preliminary Assessment, April 2006, Mortality in Sheep Flocks after grazing on Bt Cotton fields [35] Mae-Wan Ho, "GM Ban Long Overdue, Dozens Ill & Five Deaths in the Philippines," ISIS Press Release, June 2, 2006; and Mae-Wan Ho and Sam Burcher, "Cows Ate GM Maize & Died," ISIS Press Release, January 13, 2004, Cows Ate GM Maize & Died [36] Personal communication with Jerry Rosman and other farmers, 2006; also reported widely in the farm press. [37] See for example Mae-Wan Ho, "GM Ban Long Overdue, Dozens Ill & Five Deaths in the Philippines," ISIS Press Release, June 2, 2006; "Study Result Not Final, Proof Bt Corn Harmful to Farmers," BusinessWorld, 02 Mar 2004; and "Genetically Modified Crops and Illness Linked," Manila Bulletin, 04 Mar 2004. [36] Personal communication with Jerry Rosman and other farmers, 2006; also reported widely in the farm press. [37] See for example Mae-Wan Ho, "GM Ban Long Overdue, Dozens Ill & Five Deaths in the Philippines," ISIS Press Release, June 2, 2006; "Study Result Not Final, Proof Bt Corn Harmful to Farmers," BusinessWorld, 02 Mar 2004; and "Genetically Modified Crops and Illness Linked," Manila Bulletin, 04 Mar 2004. [38] Arpad Pusztai, "Can science give us the tools for recognizing possible health risks of GM food," Nutrition and Health, 2002, Vol 16 Pp 73-84; Stanley W. B. Ewen and Arpad Pusztai, "Effect of diets containing genetically modified potatoes expressing Galanthus nivalis lectin on rat small intestine," Lancet, 1999 Oct 16; 354 (9187): 1353-4; and Arpad Pusztai, "Facts Behind the GM Pea Controversy: Epigenetics, Transgenic Plants & Risk Assessment," Proceedings of the Conference, December 1st 2005 (Frankfurtam Main, Germany: Literaturhaus, 2005) [39] Netherwood et al, "Assessing the survival of transgenic plant DNA in the human gastrointestinal tract," Nature Biotechnology 22 (2004): 2. [40] Ricarda A. Steinbrecher and Jonathan R. Latham, "Horizontal gene transfer from GM crops to unrelated organisms," GM Science Review Meeting of the Royal Society of Edinburgh on "GM Gene Flow: Scale and Consequences for Agriculture and the Environment," January 27, 2003; Traavik and Heinemann, Genetic Engineering and Omitted Health Research; citing Schubbert, et al, "Ingested foreign (phage M13) DNA survives transiently in the gastrointestinal tract and enters the bloodstream of mice," Mol Gen Genet. 242, no. 5 (1994): 495–504; Schubbert et al, "Foreign (M13) DNA ingested by mice reaches peripheral leukocytes, spleen, and liver via the intestinal wall mucosa and can be covalently linked to mouse DNA," Proc Natl Acad Sci USA 94, no. 3 (1997): 961–6; Schubbert et al, "On the fate of orally ingested foreign DNA in mice: chromosomal association and placental transmission to the fetus," Mol Gen Genet. 259, no. 6 (1998): 569–76; Hohlweg and Doerfler, "On the fate of plants or other foreign genes upon the uptake in food or after intramuscular injection in mice," Mol Genet Genomics 265 (2001): 225–233; Palka-Santani, et al., "The gastrointestinal tract as the portal of entry for foreign macromolecules: fate of DNA and proteins," Mol Gen Genomics 270 (2003): 201–215; Einspanier, et al, "The fate of forage plant DNA in farm animals; a collaborative case-study investigating cattle and chicken fed recombinant plant material," Eur Food Res Technol 212 (2001): 129–134; Klotz, et al, "Degradation and possible carry over of feed DNA monitored in pigs and poultry," Eur Food Res Technol 214 (2002): 271–275; Forsman, et al, "Uptake of amplifiable fragments of retrotransposon DNA from the human alimentary tract," Mol Gen Genomics 270 (2003): 362–368; Chen, et al, "Transfection of mEpo gene to intestinal epithelium in vivo mediated by oral delivery of chitosan-DNA nanoparticles," World Journal of Gastroenterology 10, no 1(2004): 112–116; Phipps, et al, "Detection of transgenic and endogenous plant DNA in rumen fluid, duodenal digesta, milk, blood, and feces of lactating dairy cows," J Dairy Sci. 86, no. 12(2003): 4070–8. [41] William E. Crist,Toxic L-tryptophan: Shedding Light on a Mysterious Epidemic; and Jeffrey M. Smith, Seeds of Deception, Yes! Books, Fairfield, IA 2003, chapter 4, Deadly Epidemic " |
1 Eklenti(ler)
Bir araştırma kuruluşu olan Milken Institute'un 2003-2023 yılları arasında ABD'de yaşayan insanların kronik hastalıklar bakımından durumunu gösterir projeksiyon yapmış. Bu projeksiyon, başta sigorta endüstrisi olmak üzere önümüzdeki yıllarda muhtelif kurumlar tarafından strateji geliştirmekte kullanılıyor.
Eklenti 393704 Buna göre 2003-2023 yılları arasında nüfüs %19 oranında artarken kanserler %62, akıl hastalıkları (başta alzheimer olmak üzere) %54 artacak. Görünüşe göre amerikalıların sağlık sigortası primleri artacak, ekonominin sağlıktan beslenen bölümü gelişecek çünkü sigorta dahil sağlık için harcanan para miktarı önemli ölçüde artacak. Bu tablonun tek sebebinin GDO'lar olduğu tabii ki söylenemez. Ancak tersi de hiç söylenemez. Söylenebilecek tek şey, toplum sağlığının son yıllarda (tam da her gün daha fazla GDO'nun besin olarak tüketildiği dönemde) oldukça kötüye gidiyor olması. Kronik hastalıkların bu şekilde artma sebepleri içinde beslenme önemli bir yer tutuyor. Ancak araştırmada son yıllarda tamamen GDO'lardan ve GDO'lu soya ve mısırın farklı işlenmiş versiyonları ve GDO'lu rGBH büyüme hormonları ile şişirilmiş hayvanlardan oluşan beslenme düzeninin dışına çıkılamamasının rolünden bahsedilmiyor. Bahsedilmemesi de normal çünkü ABD'de GDO'ların kronik hastalıklara etkisi ile ilgili tek bir araştırma mevcut değil. Yapılmasına da GDO şirketleri izin vermiyor. Son imzalanan kanun da bu durum dikkate alındığında çok anlamlı. Halk arasında Monsanto'yu koruma kanunu da denen bu yasaya göre, herhangi bir GDO'nun sağlığa zararlı olduğu net bir şekilde ortaya çıksa dahi Amerikan mahkemeleri bu GDO'nun satışını ve piyasaya sunumunun devamını durduramayacak, böyle bir yetkileri olmayacak. Böylece biyoteknoloji şirketleri kendi ülkelerinde mahkemelerin de üzerine çıkarak bir tür dokunulmazlık kazanmış oluyorlar. |
bir de GDO'lu ormanlar sorunu var. çok hızlı büyümesi sağlanan bu ağaçların bu kadar hızlı büyümeyi kaldırması için sentetik lif adı da verilen ve çok zor çürüyen bir lif yapısı bulunuyor. GDO'lu ağaçların çoğunda bu gen var. ve bu ormanlar denetimsiz bir şekilde yayılmaya devam ediyor. En çok GDO ormanları Brezilya, Çin, Şili, Güney Afrika ve Uruguay'da bulunuyor. en çok GDO'lu ağaç türleri ise Populus , Pinus , Liquidambar (Sweet Gum Tree) ve Okaliptüs. GDO'lu ağaçlar kuruduktan ve çürüdükten sonra bile bakteriler ve böcekler tarafından kolay kolay yok edilemiyorlar. bu nedenle de bulundukları bölgede istilacı konumundalar. neredeyse hiçbir düşmanları olmadığı için de hızla yayılıyorlar. bunlarda en büyük tehlikenin neredeyse hiç çürümeyen lif yapıları olduğu söyleniyor. ayrıca bazı ağaç ve kök kanserinin de bu GDO'lu ağaçların bulunduğu bölgelerde çok hızlı yayıldığına dair söylentiler var. bu GDO'lu türler tek tip DNA yapısına sahip oldukları için bu tür bir hastalığa yakalandıklarında bu hastalık çok daha hızlı yayılıyormuş. Doğal ormanda aynı türden ağaçlar ebeveynlerinin taşıdığı farklı genlerden dolayı birbirinden farklı DNA yapısına sahiptir. bu farklılık bazı hastalıkların yayılmasını engeller ve geciktirir. ama GDO'lu ormanlarda bu maalesef mümkün değil.
|
Alıntı:
Sn. MeyveliTepe'nin yazdığı konuların nerediyse tamamı ciddi DEMAGOJİ içeriyor. Bunu bazı doğru bilgileri YANLIŞ yorumlayarak ikna edici bir tarzda ortaya koyduğunu kabul etmek gerek. Ancak şu yukarıdaki mesajda konuyu bağladığı noktaya DEMAGOJİNİN ŞAHI demekten başka bir şey gelmiyor elimden... Ben tıp doktoruyum... ama yukarıdaki tabloya bir göz atıp yorumlamak için doktor olmaya gerek yok! Bakalım, hangi hastalıkların insidansında artış bekleniyor? Şeker, felç, yüksek tansiyon, akciğer hastalıkları vs... Peki, eğitimli değil de sıradan bir vatandaş olarak can alıcı soruyu soralım... Bu hastalıklar 15 yaşında mı çok görülür, yoksa 75 yaşında mı? Şimdi kendimizi bir embesil yerine koyalım ve diğer soruyu soralım... Yaşa bağlı hastalıklarda artış olması, gençlerde bu hastalıkların arttığını mı gösterir, yoksa yaşlı nüfusun arttığını mı? Devam edelim... Yaşlı nüfusun artması, toplum sağlığının daha iyi olduğunu mu gösterir, yoksa kötülediğini mi? Yine devam: Sağlıkla düzgün beslenme arasında bir ilişki var mıdır? Elbette... eskiden aç 25 yaşında insanlar veremden, tifodan falan ölüyorlardı. Bu durumda, yaşlılığa bağlı hastalıkların artması >> yaşlı nüfusun artması >> insanların daha sağlıklı olum daha uzun yaşaması >> daha sağlıklı olmak için daha iyi beslenmesi sonucu mu çıkar, yoksa GDO ("elbette bunun tamamen GDO'ya bağlayamayız gibi masumane bahanelerle") yüzünden bu hastalıkların arttığı sonucu mu? EL İNSAF!!! Şu yukarıdaki gerekçelerinizi komplo teorileriyle süsleyerek GDO karşıtları için kulağa hoş gelen hatalı bir mantıkla ortaya koymanız "bana göre" GDO taraftarlarının eline verilebilecek en önemli kozdur. Çünkü bu fanatik taraftarlığın, hiç bir neden-sonuç ilişkisine bakmaksızın gözü kara davranışından farklı bir yaklaşım değildir. Yukarıda Sn. serpent'in verdiği hindistan örneğinde olduğu gibi, intiharların GDO kullanımından önce de var olduğu gerçeğini görmeksizin, raporu yazan kuruluşun kimden para aldığı gibi konulara girerek mevcut verileri yanlışlamak yerine konuya DEMAGOJİK açıklamalar getirme alışkanlığınız ne yazık ki bu konudaki mesajlarınızın çoğunda mevcut. Bu tarzınız ise, ne yazık ki rasyonel bir tartışma ortamına yer bırakmıyor. Bir GDO karşıtı olmanız, bunu kullanmak istememeniz, etiket istemeniz vs. gibi tercihleriniz benim saygı duyduğum şeyler. Ancak bunu sizin "pop" tartışma üslubunuzla devam ettirmek gibi bir niyetim yok. Aklında soru işareti olacak kişiler için belirtmek isterim ki, en ufak bir tarım, hayvancılık, tohum, GDO vs. işiyle yakından uzaktan bir ilişkim yok. Yani, GDO kullanılmasından bir çıkarım olmadığı gibi, kullanılmamasından kişisel olarak kaybedeceğim tek bir kuruş yok. Burada belli konulardaki itirazımın tek nedeni, sokakta yerde gördüğüm bir pet şişeyi alıp çöpe atmamla aynı nedendir. *********************** Yukarıda bir mesajda dünyada 10 milyar insanı besleyecek gıda üretildiği söyleniyordu.... Doğrudur. Eğer komşunuzun evindeki 2 kilo pirincin yarısını ve sizin evdeki 5 kilo nohutun yarısını torbalayıp aç ülkelere göndermeyi başarabiliyorsanız sorun yok. Bu insanlar aç kalmamış olur. İyi de GDO'ya sıra gelene kadar, Afrika'da 100 yıldır açlık var. Neden hala bu gıda bolluğu çözüm olmadı? Afrika'dan vazgeçtim... köprü altında yatan ayyaşa bir tas çorbayı kaç kişi içirdi? İçirseniz aç mı kalırdınız? Sizin çöpe attığınız yiyeceklerden her gün 2-3 kişi doyar. Demek ki, söylemle eylem o kadar da birbirine uyan şeyler değil! Siz dünyada 10 milyar insanı besleyecek üretim var derken Afrika'da her gün onlarca aç çocuk ölmeye devam ediyor. Yani, lafla peynir gemisi yürümüyor. |
Lobi İş Başında :)
Alıntı:
Alıntı:
Lobinin ikide bir "Amerikalılar bunu 15 senedir yiyiyorlar, bir şey oldu mu?" , "Kötü bir şey olsa kendi insanlarına yedirirler mi?" diye vatandaşı GDO yemeye ikna etme ifadeleri vardı. Bu laflar burada da sarfedildi. Yayınladığım araştırma 15 senedir GDO yemekte olan amerikan toplumunda sağlık durumunun pek de iyiye gitmediğini gösteriyor. Her ne kadar lobinin muteber bulmadığı bilimsel araştırmalarda GDO tüketiminin kanserler ile ilişkili olduğu yönünde bulgular bulunsa da, Milken Enstitüsünün yayını kanser ve alzheimer gibi hastalıklardaki artışın beslenme ve besinlerle ilişkili olabileceğini söylüyor ama bunu GDO'ya bağlayamıyor. Bağlayamaması da gayet normal çünkü GDO tüketiminin kronik hastalıklara etkisini ölçecek herhangi bir araştırma mevcut değil, yapılmasına da izin verilmiyor. Neticesi; "15 senedir GDO yiyiyorlar bir şey oldu mu?" ifadesine yanıt, evet bir şey olmuşa benzer. Lobi, gönül rahatlığıyla Türk insanlarının GDO yemeyi kabullenmelerini ikna yöntemi olarak "15 senedir GDO yiyiyorlar bir şey oldu mu?" ifadesini kullanıyor. Bu ifadeye sn.MeTePe, sizin de hiç bir itirazınız olmamıştı, desteklemiş de olabilirsiniz. O toplumun sağlığının iyiye gitmiyor olması en azından "15 senedir GDO yiyiyorlar bir şey oldu mu?" lafının geçersiz ve gerçek dışı olduğunu ortaya koyar. Bu da bir demogoji değildir. IFPRI'nın raporundan da tuhaf bir şekilde bahsetmişsiniz. Siz o raporu okudunuz mu? Ben okudum, önemli şeyleri de satır satır çıkardım. Çok istiyorsanız onlar üzerinden yazışalım. |
Forum saati Türkiye saatine göredir.
GMT +2. Şu an saat: 12:33. (Türkiye için GMT +2 seçilmelidir.) |
Forum vBulletin Version 3.8.5 Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0
agaclar.net © 2004 - 2025