agaclar.net

agaclar.net (https://www.agaclar.net/forum/)
-   Doğa, Çevre, Ekoloji, Gıda Hukuk ve Politikaları (https://www.agaclar.net/forum/doga-cevre-ekoloji-gida-hukuk-ve-politikalari/)
-   -   Temiz Besin Hareketi "GDO'lu ise Bilmek Hakkımızdır" (https://www.agaclar.net/forum/doga-cevre-ekoloji-gida-hukuk-ve-politikalari/20185.htm)

ayazkentli 30-05-2013 23:01

Sn. Meyvelitepe ve Metepe,

bu konu şu anda Habertürk kanalında da birçok uzman tarafından hararetle tartışılıyor.


Asıl konu dengeli beslenme ama burada bahsedilen konuya da zaman zaman değiniliyor.

MeTePe 31-05-2013 00:23

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi MeyveliTepe (Mesaj 1163529)
İlk iki sırayı alan Kanserler ve Akıl Hastalıkları (özellikle alzehimer) artış rakamlarını atlamışsınız.

Atlamadım... Siz "v.s." kısmını atlamışsınız.

Madem konusu açıldı, kanser ve akıl hastalıkları özellikle yaş ilerledikçe arış gösterir. Bunlar hızlı yaşayıp genç ölenlerin değil, uzun yaşayıp yaşlı ölenlerin hastalığıdır.

Ayrıca Alzehimer'in nedeni bilinmemektedir. Hastalığın tek bir bilinen mekanizması yoktur. Genetik olduğuna dair ip uçları vardır. (GDO değil, kalıtsallıktan bahsediyorum. Bitkilerin genetik hastalıkları bilindiği kadarıyla insana geçmez.) Nedenini bilmediğimiz bir durumu kafadan sallayıp GDO'ya bağlayamayız.

Aynı gerekçeyle, "ülkemizdeki trafik kazalarının sorumlusu GDO'dur. Ama lobiler bunun araştırılmasına izin vermiyor" diyemeyiz. İşte bu DEMAGOJİDİR!

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi MeyveliTepe (Mesaj 1163529)
Yayınladığım araştırma 15 senedir GDO yemekte olan amerikan toplumunda sağlık durumunun pek de iyiye gitmediğini gösteriyor.

Hiç de öyle bir şey göstermiyor.

Bu sizin düşünceniz.

Bu veriler, ABD toplumunun yaşlandığını ve yaşa bağlı hastalık riskinin arttığını gösteriyor. Beklenen yaşam süresi 90'a dayanmış bir toplumda farklı sağlık riskleri ortaya çıkar. 30 yıl öncesine kadar GERİATRİ diye bir bilim alanı yoktu. Şimdi var... neden acaba?

ABD'de sağlık risklerinin değişmesinin başka nedenleri de muhakkak vardır. Belki de bir tanesi GDO'dur. Ancak, hiç bir temel veri olmadan nasıl böyle bir iddiayı ileri sürdüğünüzü anlamak mümkün değil.

*********************

Kusura bakmayın.... bilgili bir insansınız. Ama bu bilgileri yanlış kullanıyorsunuz. En kötüsü, bunu kasıtlı olarak yapıyorsunuz. Açıkcası sizin yazacağınız bilimsel bir araştırma makalesine kesinlikle itibar edemezdim. Mevcut sonuçları kendi bakış açınıza göre yorumladığınız şüphesini içimden atamazdım.

Elbette her insanın kişisel düşünceleri ve taraf olduğu fikirler vardır. Bunları savunmasından daha doğal bir şey olamaz. Ancak, burada kim daha çok okuyucuların ruhuna dokunacak mesajlar yazabilir yarışması yapmıyoruz. En azından ben yapmıyorum. Böyle bir tartışmayı sürdürmenin de ne kendime ne okuyuculara bir şey kazandırmayacağı kanısındayım. Çünkü sağlıklı bir tartışma yerine slogan muhaberesi yapıyoruz.

Eh, o zaman size kolay gelsin. Sizin sürekli başvurduğunuz DEMAGOJİK iddiaları çürütmekle bu konu bir yere varmaz. Zaten koyu bir GDO karşıtlığı var. Bunu daha koyu bir fanatizm haline getirmenin ek bir getirisi yok. İnsanlar buna karşı olsalar dahi en azından GDO hakkında DOĞRU bilgilere sahip olmalıdır. Ama bu tartışma o doğrultuda ilerlemiyor.

*********************

Not: Önceki mesajımda yanlış mı yazdım diye tereddüte kapılmıştım. Ancak demagoji TDK sözlüğüne göre "demagoji" diye yazılıyormuş. Zaman zaman benim de düştüğüm bu hatayı belirtmek istedim.

**********************

Sn.ayazkentli,

Bilgilendirmeniz için teşekkür ederim. Ancak TV, gazete gibi kaynaklarda dile getirilen konular pek güvenilir nitelikte olmuyor. Doğru söyleyenlerin değil, çok laf kalabalığı yapanların öne çıktığı şeyler bunlar...

TV'de konuşmaya alışık olmayan, Evrim Teorisi konusunda tanınmış bir bilim adamının, vasıfsız ama ağzı kalabalık bir gazetecinin abuk subuk sorularıyla tuzağa düşürüldüğü bir tartışma programından bu yana bu tür şeyleri izlemiyorum.

birnefestoprak 25-06-2013 02:08

NY Times tarafindan hazirlanan, Monsanto'nun oncesine ve sonrasina isik tutan cok guzel hazirlanmis kisa bir belgesel icin bakiniz:
Test Tube Tomato - Video - The New York Times

birnefestoprak 01-08-2013 18:47

Asagida adresini verdigim ve Monsanto'nun Avrupa uygulamalarindaki son gelismeleri ozet gecen haberde kisaca sunlar soyleniyor:

Monsanto, GDO'lu cesitlerin Avrupa'da uretimi icin yaptigi basvurulari halkin baskisina yanit veren politikacilarin calismalari sayesinde geri cekti. Sirket, sadece MON810 patentli misirinin uretimi icin kulis yapmaya devam edecek.

Monsanto, uretimini yapamayacagini anlayinca, GDO'lu urunleri hayvan yemi olarak Avrupa'ya sokmanin yollarini ariyor.

Monsanto Drops GMOs in European Union

Oğuz Karsan 06-08-2013 11:46

Merhaba,

Bütün endişelerimizde haklı olsak da, Beslenmeden yaşayamayacağımız ortada. Şimdi seçeneklere gelelim.

1- En gelişmiş ve kalite kontrolü yüksek standartlara ulaşmış ülkelerde bile GDO belası var. Çünkü ortada rant var. Para kazanmak için ürettikleri gıdaların insanların ömürlerini kısaltması umurlarında değil. Amaçları sadece ceplerine girecek paranın miktarını arttırmak. Ki kendileri, çocukları ve torunları da bu gıaları tüketmek zorunda kalacaklar. Seçenekleri olduğunu sanmıyorum.

2- Her gıdayı kendimiz üretmek ki bu da çok zor. Buğdayı yetiştirip un yapmaya kalsak bile, tohumundan emin olabilecek miyiz? Kendi hayvanlarımızı yetiştirmeye kalksak onların yiyeceklerini de aynı şartlarda üretmek zorundayız.

3- Gözümüzü kapatıp, en güvenebileceğimiz markaların gıdalarını tüketmek ki bunun da sağlıklı bir beslenme olacağını % 100 garanti edemeyiz.

Sonuç: Bittik, Ömrümüz kısalacak, hastalıklarımız çoğalacak, keyifsiz olacağız. Bence bu sona doğru yaklaşıyoruz. Aynı Hiroşimanın çocukları gibi.

İşimiz zor.

Saygılar

AÇakıcı 15-08-2013 00:37

GDO'cular kendilerini savunurken;
durmadan artan dünya nüfusunu nasıl besleyeceğiz diyor?

peki dünya üzerinde ekilebilir alanların hepsi kullanılıyor mu?
kullanılan ekilebilir alanlar yeterince bilinçli ve verimli kullanılıyor mu?

örneğin;
- bazen bir dönüm seradan alınan verim 10 dönüm açık alan tarladan alınamamaktadır.

- izlediğim bir belgeselde; okyanusun ortasındaki bazı adalar lavlar nedeniyle yanıp kül olan ve neredeyse hiç organik madde ve hatta tatlı su bulunmamasına, pek fazla yağmur yağmamasına rağmen hızla yeşeriyor. bunun en önemli nedeni küller.!? bu küllerin bir kısmı en ufak rüzgarda uçuştuğu gibi bazıları da misket kadar gözenekli yanmış toprak parçacıklarıdır. sabah küllerin üzerine düşen çiğ taneleri günün ilk ışığında eriyor, küller tarafından emilerek aşağılara doğru akarak topraktan arta kalanı besliyorlar. küllerden aşağılara güneşin ısısı inemediği için de buharlaşmıyor. her gün bu şekilde düzenli olarak sulanınca en verimsiz toprak bile canlanıyor...

- yine bir başka belgeselde toy kuşunu korumak için sera gölgeliği ile üstü kapatılmış bir alan oluşturmuşlar ve bu çiğ tanelerinin yine bu sera gölgeliği ile toplanabildiğini fark etmişler. benzer uygulamayı çölde de denemişler ve çöl ortamında üstü kapatan değil daha çok yukarıdan aşağıya doğru dikine kullanılan sera gölgeliğinin daha çok su topladığını fark etmişler. gece çöl rüzgarları ile gelen nem ve sabah düşen çiğ taneleri sera gölgeliğinin altına konulan bir düzenek tarafından emiliyor ve içme suyu elde ediliyor.

yani henüz dünyamızı tam verimli olarak kullanmıyorken neden gdo ile tüketiyoruz...

gerçekte henüz kızarmadığı halde başka bir bitkinin geni ile boyanmış domatesler gibi hayatta hiç yeşil olmadan direk kırmızı olarak oluşan sebzelerin meyvelerin bir çeşit dolandırıcılık ve sahtekarlık olmadığını kim iddia edebilir?

birnefestoprak 27-10-2013 20:02

Cok guzel bir haber: Misir konusunda buyuk bir pazara sahip olan Meksika, GDO'lu misirin uretimini yasakladi.
Mexico Suspends GMO Corn, We Recommend Two Corn Tortilla Brands | Prop 37 | Food | KCET

MeyveliTepe 30-10-2013 02:07

Alıntı:

GDO’lu ürünlerin büyük bir kısmı ABD kökenli. Şimdi Dünyanın en gelişmiş ve zengin ülkesi kendi insanlarını bilerek riske mi sokuyor.
Ülkemizdeki GDO lobisinin sıkça tekrarladığı bir laf bu.

Yaratılmak istenen imaj, "dünyanın en gelişkin ve zengin ülkesi, herhangi bir risk olsa ürettiği GDO'ları kendi vatandaşına yedirir mi? Yedirmez. O halde biz neden yemeyelim." şeklinde. Böylelikle zengin bir ülkenin kendi insanına zararı dokunacak bir şey yapmayacağı inancının var olduğundan hareketle bizim insanlarımız için de bunun bir güvence olması gerektiğini çağrıştırarak bir propoganda aracı olarak kullanıyorlar.

Yayınladığım Milken Institute'un araştırması ABD'de 2003-2023 yılları arasında kanserlerin %62, akıl hastalıklarının %54, diyabet'in %53 artacağını söylüyor. Bu artışların %19'unun nüfus artışından geleceği görünüyor. Aradaki fark ise toplumun sağlık durumunun önceki dönemlere göre bozulmasının işareti.

Bu araştırmayı, bu mesajın başında alıntıladığım, bizim insanlarımızı GDO'ya razı etmeye çalışırken kullanılan gerçek dışı argümana karşılık olarak yayınladım. En özet şekliyle ABD'de toplum sağlığının iyiye değil, kötüye gittiğini gösteriyor.

Kullanılan propoganda aracının geçersiz olduğunu göstermesi açısından oldukça önemli olduğunu düşünüyorum.

Buna karşın söylenen, araştırmada kanser, akıl hastalıkları, diyabet vs. (en yüksek orana sahip olanlar normalde "vs." içine atılmaz, düşük oranlı olanlara vs. denir) gibi kronik hastalıklar ileri yaşlarda ortaya çıkar, ABD'de ortalama insan ömrü o kadar uzamış, 90'a dayanmıştır ki, bu hastalıklardaki artışın da normal karşılanması gerekir gibi bir argümanın o ülkede sağlıktaki kötüye gidişin sebebi olarak açıklamak da gerçeklere uygun değil.

ABD, bir ekonomi olarak tüm zenginlik ve gelişmişliğine rağmen yaşam süresi beklentisinde dünyada 51. sırada, öyle 90'a dayanmış filan da değil. Kendi projeksiyonlarına göre 90'ı bulmaları için daha çok zaman geçmesi gerekir.

2003 yılındaki ortalama yaşam süresi 77,5 imiş (CRS Report for Congress-2006). Bu yılın rakamı ise 78,6. Yine bu yıl toplumun ortalama yaşının 37,2 olduğu bildiriliyor (kaynak:CIA). Yani bu ülkede kanserlerin %62 artacak olmasını açıklayacak şekilde bir yaşlanma oranı görünmüyor.

O toplumun sağlığının bozulmasının, kanserler, akıl hastalıkları ve diyabet gibi hastalık oranlarındaki artışın elbette çeşitleri nedenleri var. Bunlardan biri de kuşkusuz beslenme.

Buna rağmen, o ülkedeki milyonlarca insana, GDO yediklerini bilmelerine izin verilmeksizin GDO'larla beslenmekte olduklarından dolayı bu hastalıkların bu kadar artmış olduğunu söylemek mümkün değil. Söylemek mümkün değil, çünkü bu konuda yapılmış bir araştırma, tüm eleştirilere rağmen mevcut değil.

Trafik kazaları ile GDO'lu beslenme arasındaki bağlantının araştırılmasının istendiğini en azından şimdilik duymadım. Fakat, beslenilen gıdalardaki GDOlar ile kronik hastalıklar arasındaki olası bağlantıların araştırılmasını isteyen milyonlarca insan olduğunu biliyorum. Ve evet, Çinli bir araştırma ekibi, gıdalardaki genetik yapının insan genetik yapısını etkileyebileceğini gösterdi (nature'da yayınlandı).

Milken Institute'ün araştırmasını içeren mesajı yayınlarken yaptığım, Amerikalılar çok GDO yediği için toplum sağlığı bozulmuş argümanını öne sürmek değildi. Öyle bir şey de yazmadım zaten. Yazamazdım çünkü yeterli araştırma yok. Fakat yazdığım, bizim yurdum lobicilerinin bu mesajın en başında alıntıladığım laflarının gerçek dışı ve toplumu yanıltmak maksadıyla söylenen bir şey olduğunu vurgulamaktan ibaretti.

Bu araştırma kurumu söz konusu araştırmayı Amerikan sağlık ve sigorta sektörünün gelecekteki maliyetlerini ortaya koymak için yapılmış. Bunun sonucunda sağlık ekonomisinin gitgide büyüyüp Amerikan toplumunun ödeyeceği sigorta primlerinin bir hayli artacağı anlaşıyor.

Alıntı:

ABD'de sağlık risklerinin değişmesinin başka nedenleri de muhakkak vardır. Belki de bir tanesi GDO'dur. Ancak, hiç bir temel veri olmadan nasıl böyle bir iddiayı ileri sürdüğünüzü anlamak mümkün değil.
Ve evet, benim de söylediğim bu zaten. Amerikan tolumunun sağlığı iyiye gitmiyor. Belki de sebebi GDO'dur ama yeterli araştırma yok. Buna araştırma yapılmasının patent sahibi GDO firmasının iznine tabi olduğunu eklemeliyim.

MeyveliTepe 30-10-2013 02:08

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi birnefestoprak (Mesaj 1212099)
Cok guzel bir haber: Misir konusunda buyuk bir pazara sahip olan Meksika, GDO'lu misirin uretimini yasakladi.
Mexico Suspends GMO Corn, We Recommend Two Corn Tortilla Brands | Prop 37 | Food | KCET

Bunu Meksikalı hocaya sorayım, nasıl olduğunu merak ettim :)

MeTePe 31-10-2013 01:41

Üstünden neredeyse 5 ay geçtikten sonra yazdığım bir mesaja yanıt vermek nereden aklınıza düştü açıkcası merak ettim. :) Neyse...

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi MeyveliTepe (Mesaj 1212805)
Buna karşın söylenen, araştırmada kanser, akıl hastalıkları, diyabet vs. (en yüksek orana sahip olanlar normalde "vs." içine atılmaz, düşük oranlı olanlara vs. denir) gibi kronik hastalıklar ileri yaşlarda ortaya çıkar, ABD'de ortalama insan ömrü o kadar uzamış, 90'a dayanmıştır ki, bu hastalıklardaki artışın da normal karşılanması gerekir gibi bir argümanın o ülkede sağlıktaki kötüye gidişin sebebi olarak açıklamak da gerçeklere uygun değil.

Hımm...
İlginç bir durum... Uzun uzun yazdığınız ABD'nin yaşam beklentisinde CIA (!) raporuna göre 51 sırada olması, henüz 90 yaş sınırına ulaşmaması falan gibi açıklamalardan sonra (tabi 1. sıradaki japonya ile CIA listesine göre 51. sıradaki ABD arasında sadece 3 yıl fark olduğunu, WHO listesine göre 27. sırada olduğunu falan da atlayarak) düzeltiyoruz ve ABD nüfusunun henüz sadece 80 yaş gibi mütevazi bir yaşam beklentisine sahip olduğunu kabul ediyoruz. :)

Buradan vardığımız nokta ABD'lilerin hızlı yaşayıp genç öldüğü, ölümlerin en önemli nedeninin GDO tüketimine bağlı kanser, erken bunama, şeker, felç, yüksek tansiyon gibi GENÇ hastalıkları olduğu sonucu oluyor.

Ayrıca ABD'nin sağlık açısından çok vahim halde olduğunu öğreniyoruz. Aynı listede doğru dürüst GDO tüketmeyen biz Türkler 72 yıl yaşam beklentisi ile 122. sıradayız ama maşallah turp gibiyiz. Sağlığımıza diyecek yok.

Diğer taraftan hastalık epidemiyolojisi, insidansı, patolojisi falan gibi verilerin pek önemli olmadığını, her türlü musibeti GDO'ya bağlayabileceğimiz sonucuna varıyoruz. Halbuki Dünya Sağlık Teşkilatı kanser etkenlerinde en önemli nedenlerden biri olarak sigarayı görüyor ama olsun.

BU KADAR ZORLAMA YORUMLARINIZIN KARŞISINDA ŞAPKA ÇIKARTIYORUM.

Mazallah ömrümüz 3-5 yıl falan uzar da sağlığımız kötüye giderse biz ne yaparız?

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi MeyveliTepe (Mesaj 1212805)
O toplumun sağlığının bozulmasının, kanserler, akıl hastalıkları ve diyabet gibi hastalık oranlarındaki artışın elbette çeşitleri nedenleri var. Bunlardan biri de kuşkusuz beslenme.

Evvet... doğru! BESLENME!

GDO'lu beslenme değil, bir bütün olarak beslenme!

Bilindiği kadarıyla bu konudaki en önemli neden obesitedir. Yani, aşırı yağ, şeker ve hazır gıda tüketimine bağlı kötü beslenmedir. Bunun içerisinde GDO'nun bir payı varsa bile bu payın ne kadar olduğuna bakmaksızın Tip 2 şeker hastalığı bazı kronik İLERİ YAŞ hastalıklarının en önemli nedeninin kötü beslenme olduğu söylenebilir.

Bu tür iddialarda bir "fact" dediğimiz unsurlar, bir de varsayımlar vardır. Çocuklara bol bol kola içirip, hamburger yedirmenin obesiteye yol açacağı, obesitenin ileri yaşlarda tip 2 diyabete yol açacağı bir "fact" olabilir. GDO'nun bütün kötü beslenmelerin ana nedeni olduğunu iddia etmek ise temelsiz bir varsayımdır. Buradan yola çıkarak sağlık risklerindeki en önemli artış nedenini GDO gibi göstermeye çalışmak için insanın fanatizme yakın bir GDO karşıtlığı olması gerekir.

Alıntı:

Ülkemizdeki GDO lobisinin sıkça tekrarladığı bir laf bu.
Açıkcası bu lafı bana mı yazdınız anlayamadım?

Ülkemizde faal bir GDO lobisi olup olmadığını bilmiyorum ama varsa bile ben onun üyesi değilim. Bir sağlıkçı olmak dışında da GDO ile hiç bir ilgim yok.

Ayrıca şöyle bir baktım da, "lobiciler, ABD kendi vatandaşına 15 yıldır GDO yediriyor, bak bir şey oldu mu? derler" lafını kendiniz yazıp, sonra kendiniz tekrar alıntılamışsınız. Enteresan olmuş. :rolleyes:

İşin doğrusu, bu teze çok da karşı olduğumu iddia etmeyeceğim. Nedeni ise, en fazla GDO üreten ve tüketen ABD ve AB ülkelerinin bu konularda yaptıkları eksik, doğru veya yanlış çalışmaların sonuçları... Gerçi bu çalışmaları örneğin "sürekli ıspanak yiyen" kişilerde yapılan araştırmalarla karşılaştırma olanağı olmadığı için olumlu veya olumsuz pek anlam da ifade etmiyor.

Daha basitçe ifade etmek gerekirse; fazlasıyla mısır tüketip, şişmanlayıp, şeker hastası olanlar arasında GDO'lu tüketenlerle, GDO'suz tüketenleri karşılaştırabilecek yeterli uzun dönemli veri olmadığı için söyleyeceklerimiz spekülasyondan ibaret olur.

Ben "lobici" olmadığım için spekülasyonu tercih etmem. Belki hatalı sonuçlara da varabilirim ama mevcut veriler üstünden değerlendirme yapmayı tercih ederim.

Sonuç olarak "bak ABD gibi ülkeler 15 yıldır vatandaşına GDO yediriyor. Bu sayede yaşam beklentisi 72 yıldan 79 yıla çıkmış" gibi saçma yorumlardan kaçındığım gibi, "15 yıldır tüketilen GDO nedeniyle ABD sağlık tehditi altında" gibi anlamsız sonuçlara karşı çıkmam "lobici" olduğumu göstermez. Sadece gerçekçi olduğumu gösterir.

malina 31-10-2013 13:26

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi MeTePe (Mesaj 1213114)
Daha basitçe ifade etmek gerekirse; fazlasıyla mısır tüketip, şişmanlayıp, şeker hastası olanlar arasında GDO'lu tüketenlerle, GDO'suz tüketenleri karşılaştırabilecek yeterli uzun dönemli veri olmadığı için söyleyeceklerimiz spekülasyondan ibaret olur.

Ben "lobici" olmadığım için spekülasyonu tercih etmem. Belki hatalı sonuçlara da varabilirim ama mevcut veriler üstünden değerlendirme yapmayı tercih ederim.

Sorumu uzun uzadıya sormayayım, kalınlaştırdığım kısımlar sorunun kendisi...

MeyveliTepe 31-10-2013 23:31

Alıntı:

Ayrıca şöyle bir baktım da, "lobiciler, ABD kendi vatandaşına 15 yıldır GDO yediriyor, bak bir şey oldu mu? derler" lafını kendiniz yazıp, sonra kendiniz tekrar alıntılamışsınız. Enteresan olmuş. :rolleyes:
Bu laf benim söylediğim bir şey değil, GDO lobisinin, özellikle de ülkemizdeki GDO lobisinin sık sık tekrarladığı bir şeydir. Mesajımda alıntıladığım cümle de bu forumda yazılmıştır.

Hala bilerek aynı şeyi yazıyorsunuz. Oysa söylenen şey çok basit. Araştırmalar Amerikan toplum sağlığının iyiye gittiğini göstermiyor. Son 15 yıldır bu toplumda gerçekleşen değişikliklerden birisi. Bu yüzden ülkemizde resmi, gayrı-resmi, fahri vb. bireylerden oluşan GDO lobisinin GDO ile beslenmeyi kabullenmelerini teşvik için insanlara söylemekten çekinmediği lafın geçersiz olduğunu ortaya koyar.

Bunun dışında (Her ne kadar bazı amerikan tıp kurumlarına bağlı hekimlerin GDO'suz diyet reçeteleri yazıdığı bildiriliyor olsa da) GDO ile beslenmenin araştırmadaki sağlık kötüye gidişini doğrudan etkilediğine dair tek bir cümlem yok. Bunu da siz yakıştırıyorsunuz.

Bu noktada bir başka gerçek ise ABD'de yapılmış uzun dönemli araştırmaların olmadığıdır, ki en azından bunda hemfikiriz sanırım. Dikkat çekici başka bir gerçek de bu araştırmaların olmayışının sebebi, ilgili biotech şirketlerinin iznine tabi olması.

İzin almaya gerek görmeden yapılan bazı ülke dışı araştırmalarda ortaya çıkan bir çok bulgu olmasına rağmen bunu Milken Institute'un araştırmasıyla bağlamıyorum.

Alıntı:

Buradan vardığımız nokta ABD'lilerin hızlı yaşayıp genç öldüğü, ölümlerin en önemli nedeninin GDO tüketimine bağlı kanser, erken bunama, şeker, felç, yüksek tansiyon gibi GENÇ hastalıkları olduğu sonucu oluyor.
Çıkardığınız sonuç bu ise buna da diyecek bir şey yok. Oysa sonuç çıkarmaya bile gerek yoktu. Söylenen şey çok basit, nüfus artışı ile karşılaştırılamayacak oranda kronik hastalıkların artmış olmasından ibaret. Nüfus %19 artarken kanserler %62, akıl hastalıkları %54 artıyor. Yaşam süresinin bu zaman aralığında 77,5'dan 78,6 çıkmış olması, bu yıl için ortalama yaşın 37,2 olması, "toplum yaşlandı da böyle oldu, zaten yaşam süresi 90'a dayandı" açıklamasını da geçersiz hale getiriyor.

Vahşi kapitalizmin yaşandığı bir ülke her şeyden bir ekonomi yaratır. ABD'de sağlık sektörü sigorta sektöründen beslenir. Ödeyeni de toplum ve (bazı) işverenlerdir ve sigorta primi şeklinde ödenir. Böyle bir ülkede toplum sağlığının kötüleşmesi siyasetçilerin toplum karşısında söyledikleri tumturaklı sözlerin aksine ekonomide çok güzel yerini bulur. Bu sistemde sağlıkla yaşayıp nisbeten genç ölüm oranları yerine hastalıkla nisbeten uzun yaşamanın ekonomik yansıması daha fazla ciro anlamına da gelir.

Hali hazırda GDO'lu bitki üretiminin ağırlık noktası RR (RoundUp-Ready) ürünler. Bunun anlamı, glyphosate denilen aktif maddeli pesitiste dayanıklı demek. GDO'lu mısır ve soya tarlalarında her yıl çok daha fazla glyphosate kullanılıyor. GDO'lu nihai ürünlerin etkileri dışında glyphosate ile bağlanan bir çok kronik hastalık olduğu söyleniyor. Söz gelimi otizmi bile glyphosate'a bağlayan bağımsız araştırmalar var. Kapitalizmin bu uygulamasında glyphosate kullanım artışını ellerini ovuşturarak izleyen otizim sektörü mensubu tıp doktorları bile vardır muhtemelen.

MeTePe 01-11-2013 00:20

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi malina (Mesaj 1213226)
Sorumu uzun uzadıya sormayayım, kalınlaştırdığım kısımlar sorunun kendisi...

Sn. malina,

Yanıt, sorduğunuz sorunun içinde... ama görmek için dikkatli bakmanız lazım.

Bildiğiniz üzere, bir şeyin yokluğundan ziyade varlığı ispat edilebilir.

Her ne kadar "lobici" şeklinde etiketlensem de ben bir GDO taraftarı veya karşıtı değilim. Benim GDO için yaklaşımım felsefik anlamda agnostik(!) ve pragmatik bir yaklaşımdır. Bu çerçevede, var olan verilerin gerçekten ne söylediği önemlidir... yakıştırmalar değil.

Sn. MeyveliTepe katı bir GDO karşıtı olabilir. Bu hakkını sonuna kadar da savunabilir. Ancak bu durum ona eldeki her türlü veriyi çarpık bir bakış açısıyla GDO'ya yakıştırma hakkı vermez!

Daha önceki bir mesajımda örneklediğim gibi, gelişmiş ülkelerin sağlık profillerindeki değişikliğin müsebbibi olarak GDO'yu göstermekle, artan trafik kazalarının müsebbibi olarak GDO'yu göstermek arasında mantıksal olarak hiç bir fark yoktur. Böyle bir yaklaşım, gerçek nedenleri görmezden gelip, ayrıntılardan haksız yere dramatik sonuçlara varmamıza neden olur.

Eğer bir gün, ileri yaşa bağlı tip2 diabet hastalığındaki dramatik artış ile GDO'lu ürün tüketimi arasında tartışmaya mahal bırakmayacak bir korelasyon ortaya konulursa bu tez haklı olarak ileri sürülebilir. Aksi halde sadece spekülasyondur. Sadece GDO'lu ürünlerin diabete yol açtığının gösterilmesi bile yeterli değildir. GDO'lu ürünlerin bu nedenler içerisinde ne ölçüde payı olduğunun da ayrıca tespit edilmesi gerekir.

Şimdi, bir sağlıkçı olarak, bazı hastalıkların dağılımındaki değişikliklerle ilgili bildiğimiz ve büyük ölçüde doğrulanmış kriterler varken (örneğin; gelişmiş tanılama yöntemlerinin bilinmeyen ölümlerin artık kalp hastalığı, kanser vs. gibi sınıflandırılmasını sağlaması), doğruluğu tespit edilmemiş ilişkileri bir gerekçe haline getirmenin savunulur bir yönü olamaz. Benim itirazım da GDO'nun zararlı olup olmamasından ziyade bu tür yaklaşımlaradır.

********************

Konuyu fazla uzatma niyetinde değildim ama Sn MeyveliTepe'nin son mesajlarını "beğenmenizden" bu fikirleri benimsediğinizi varsayıyorum. Bu durumda, siz de ABD'nin sağlık açısından vahim durumda olduğunu, son yıllarda artan kanser, şeker, hipertansiyon, alzehimer vs. gibi hastalıkların en önemli nedenlerinden birinin GDO olduğunu düşünüyor ve destekliyor olmalısınız.

Her hangi bir medikal altyapıya veya veriye bile sahip olmaksızın bu ifadeler size makul ve mantıklı geliyor, sağduyunuza hitap ediyorsa söyleyecek fazla bir şey yok. Ancak WHO başta olmak üzere, pek çok sağlık örgütü sizin gibi düşünmüyor.

20-25 yıl öncesine kadar Türkiye'de ölüm kayıtlarına en fazla yazılan tanı neydi biliyor musunuz? "Senilite"... Yani ülkemizde ölenlerin ciddi bir kısmı senilite denilen bir hastalık(!) nedeniyle ölüyorlardı. Artık 1. sırayı kalp (dolaşım sistemi) hastalıkları aldı.

Sizce, senilite denilen illetin dramatik olarak azalıp kalp hastalıklarının aşırı artmasının nedeni ne olabilir? Sağlık, beslenme vs. şartlarının değişmesi mi? Yoksa artık ölüm nedenlerinin uluslararası kriterlere göre kodlanması mı?

******************

Bu konuda daha fazla mesaj yazma arzusu ve niyeti içerisinde değilim. Çünkü rasyonel bir tartışmadan ziyade duygusal bir propoganda yürütülüyor. İnsanların GDO tüketmeme, GDO'ya karşı olma, GDO'lu gıdaları etiketleme vs. haklarına saygı duyuyorum. Hiç bir gerekçe olmadan dahi bir insan böyle bir tercih kullanma hakkına sahiptir.

Ben, bilimde şüpheciliğin en önemli vasıf olduğu vurgulanarak eğitim aldım. O yüzden her türlü iddiayı sorgulamayı tercih ederim. GDO konusunda kopartılan gürültünün ise hak ettiğinden daha fazla olduğunu düşünüyorum. Hayatın her unsurunda riskler vardır. GDO'da bir rikstir. Önemli olan bu riskin ne ölçüde ve ne bedelle bir tehdit oluşturduğudur. Karşıdan karşıya geçmek de bir risktir. Ancak marketten ekmek almak için göze almamız gereken bir risktir. Hiç kimse geçen hafta Adıyaman'da xxxxxx caddesinde karşıdan karşıya geçerken araba çarpıp ölen yyyyy isimli şahıs nedeniyle bu riski göze almaktan vazgeçmez. Çünkü, ekmeksiz kalıp açlıktan ölmek, araba çarpıp ölme riskinden daha yüksek bir risktir.

GDO konusu da, olası riskler ve yararlar açısından bakılması gereken bir konudur. Dünyanın gıda üretiminde zafiyet çekmediği doğru. Diğer taraftan dünyanın üçte biri açlıkla mücadele ediyor. Her şey bir yana, GDO teknolojisi, gıda üretiminden çok daha önemli bir işlev yerine getiriyor; Genetik hastalıklarla (belki de kanserle) mücadelede yeni teknolojilerin önünü açıyor. Bu yönüyle, GDO karşıtı olalım veya olmayalım, yiyelim veya yemeyelim bu teknolojinin ülkemizde de oluşmasına destek olmalıyız.

pria 01-11-2013 00:27

WikiLeaks'in yayımladığı telgraflar, Türkiye'nin ve birçok ülkenin ABD'nin Genetiği Değiştirilmiş Gıdalar (GDO) politikalarından nasıl etkilendiğini, baskı altında tutulduğunu ve hangi kurumlarının işbirliğini kabul ettiğini ortaya koyuyor.


Edelman: "Türkiye'deki cahil kitleler"


Bununla birlikte ABD'nin GDO stratejisinin Türkiye çehresi, çok daha ilginç bir hikaye ortaya koymakta.

Genel olarak telgraflar, ABD'nin GDO'yu kabul ettirme stratejilerinden birisinin 'hedef' ülke içerisindeki GDO karşıtı grupların tespit edilmesi, ve Mosanto gibi şirketlerin ülkeye girmesine mani olan direnişi kırmak için kamuoyunun GDO'nun yararlarına dair bilgilendirilmesi olarak çizildiği anlaşılıyor. Bu genel strateji ülkeden ülkeye farklılıklar gösterebiliyor. Eğer söz konusu karşıt grup bilim insanları ise, İtalya'da yapıldığı gibi GDO taraftarı bilim insanları konferanslara gönderiliyor. Eğer söz konusu halk ise, bu sefer de işin içine halkla ilişkiler giriyor.

Şubat 2005'te ABD büyükelçisi Edelman'ın Ankara'dan gönderdiği telgrafta "Türkiye'deki cahil kitlelerin" bilimsellikten uzak olduğuna dikkat çekildikten sonra büyükelçiliğin Türkiye'deki ilgili paydaşlara güncel ve bilimsel bilgi sunmaya devam edeceği, ayrıca kamunun "biyoteknolojinin 'olumlu' yönleri" konusunda bilgilendirilmesi için Bilim ve Teknik dergisi ile bağlantıya geçileceği söyleniyor. Bu telgrafın ardından, Eylül 2005 tarihli bir telgrafta "bütün bilimsel verilere rağmen GDO'ların güvenli olmadığına inanan kamu"nun fikrini değiştirmesi için İllinois Üniversitesi'nde bir mikrobiyolog olan Dr. Bruce Chassy'nin Türkiye'de çeşitli üniversiteleri ziyaretinin makam tarafından ayarlandığını okuyoruz. Chassy'nin ziyaretlerinde karşılaştığı tepkilerden ve bunların gerçeklere ne kadar aykırı olduğundan bahsederek devam eden telgraf, GDO karşıtı gruplardan yakınırken sağlık konusundaki eleştirilerin temelsizliğinden dert yanıyor. Telgrafın sonunda ise GDO'ların toplum ve devlet nezdinde kabul edilmemesinin nedeninin 'ideolojik' olduğu ortaya atılıyor.

Telgraf, Dr. Chassy'nin Türkiye ziyaretinin planlı olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Aynı zamanda bu görev için Dr. Chassy'nin seçilmesi de bir rastlantı değil. Zira kendisi gıda şirketlerinin maddi olarak desteklediği araştırmalar yürütmüş ve birçok kez Monsanto ve benzeri GDO şirketlerine seminerler vermiş bir isim. Hazırladığı GDO yanlısı raporlarda bilimsel verileri çarpıtarak yanlış iddiaları doğru ve bilimselmişçesine sunduğu belgelenmiş olan Dr. Chassy, kendisine yöneltilen "GDO'lu gıdalar güvenli mi" sorusuna "kesinlikle organik gıdalardan daha güvenli" şeklinde yanıt verebilen, bilim insanı kimliği ile yaptığı açıklamalarla bizzat biyoteknoloji şirketlerinin propagandasını aklayan bir kişi.

Bilim ve Teknik'te GDO propagandası


Geri dönüp Cablegate telgraflarında rastladıklarımız paralelinde ülke gündemine tekrar göz gezdirdiğimizde son derece çarpıcı bir bilgiye ulaşıyor ve Dr. Chassy'nin Şubat 2005'te gönderilen telgrafta önerildiği gibi Bilim ve Teknik dergisine bir röportaj verdiğini görüyoruz ().

Bilim ve Teknik'in Kasım 2005 sayısında yayınlanan bu röportaj kendi başına gözden kaçabilecekken, Cablegate bu hadisenin ABD'nin GDO ve besin sektörü ile ilgili halkla ilişkiler stratejisiyle bağlantılı olduğunu göstermekle kalmıyor, aynı zamanda Bilim ve Teknik dergisinin ne kadar kolay bir biçimde çok uluslu şirketlerin çıkarları doğrultusunda Türkiye'deki kamunun ve bilim insanlarının fikirlerini değiştirmek için kullanılabildiğini gözler önüne seriyor. Türkiye'nin yegane bilim kurumunun, ismiyle kamuda yılların güvenilirliğini çağrıştıran dergisi aracılığıyla, güvenliği konusunda bilimsel bir uzlaşmaya ulaşılmamış bir teknolojinin üzerindeki şüphelerin aklama derecesinde kaldırılması amaçlanan bir operasyonun aleti olduğunu görüyoruz.

Yine yukarıda bahsi geçen 05ANKARA5425 numaralı telgrafta, Dr. Bruce Chassy'nin 10-11 Eylül 2005 tarihinde Sabancı Üniversitesi'nde gerçekleşmiş olan Tarımsal Biyoteknoloji Sempozyumu'na olan katılımı ve buradaki tartışmaların bir raporu sunulmuş. Ancak Dr. Chassy'nin Türkiye rotası Sabancı Üniversitesi ve Bilim ve Teknik dergisi ile sınırlı değil.

İnternette yapılan bir tarama Dr. Chassy'nin aynı dönemde birçok üniversiteyi ziyaret ederek, GDO'lar ile ilgili seminerler verdiğini gösteriyor. İstanbul'dan sonra İzmir, Ankara ve Adana'yı ziyaret eden Chassy, gezisinin Ankara ayağında aynı zamanda Anadolu Ajansına "Genetiğiyle oynanmış gıdalar zararlı değil" başlığıyla da haber olmuş. Chassy'nin o dönemde gerçekleştirdiği ziyaretlerin bir listesi şöyle:

10-11 Eylül 2005, Sabancı Üniversitesi, Tarımsal Biyoteknoloji Sempozyumu.

12 Eylül 2005, Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Tarım Biyoteknolojisindeki Son Gelişmeler Konferansı.

13 Eylül 2005, Ankara Üniversitesi Biyoteknoloji Merkezi, GDO'lar İçin Biyoteknoloji Kullanımı: Mitler ve Gerçekler (Anadolu Ajansı da haber olarak geçmiş).

15 Eylül 2005, Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Transgenik Organizma Üretiminde Biyoteknoloji Kullanımı.

The Independent'ın ortaya çıkardığı raporun Mayıs 2005'te yayınlanmış olması ve sadece birkaç ay sonra Dr. Chassy'nin Türkiye'ye gelerek GDO ile ilgili ortaya atılan sağlık çekincelerinin gerçek olmadığına dair iddiaları, çok uluslu şirket güdümlü ABD biyoteknoloji politikasının azmi ve acımasızlığının bir göstergesi.

GDO'lar ile ilgili kamudaki bilgi savaşlarından yakınan Dr. Bruce Chassy'nin GDO'lu tohumları bilimsel aklama çalışmalarına tepki göstermek bir yana, bu propagandaya alet olan medyası, üniversiteleri ve bilim kurumu, GDO'lu ürünleri verilen rüşvetler karşılığında denetlenmeden ülke markete girişine olanak sağlayan Tarım Bakanlığı yetkilileri ile Türkiye, devleti, bürokratlarını ve temsil ettikleri halkı bilimsel açıdan cahil ve geri kafalı olarak resmeden ABD telgraflarını bir anlamda haklı çıkardığına şahit oluyoruz.

ABD'den Türkiye'ye "GDO'lu Telgraflar" - Bianet


GDO'lar Konusunda Bilgi Kirliliğini Kim Yaratıyor?

Bakanlık broşüründe GDO'ların yemler vasıtasıyla hayvanların etine, sütüne ve yumurtasına geçmediği, Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi'nin (EFSA) bilimsel araştırma sonuçlarının da bu doğrultuda çıktığı için bu tür hayvansal ürünlere GDO etiketi konmadığı belirtilmektedir. EFSA'nın güvenilirliği ve doğruluğu bizzat AB ülkelerinin birçoğunda tartışılırken, bu kurumun görüşlerinin ve yeterince araştırma yapılmamış olan bu yaşamsal konunun doğru kabul edilip bu broşüre eklenmesini Bakanlığın büyük bir sorumluluk altına girmesi şeklinde yorumluyoruz.

GDO'lar Konusunda Bilgi Kirliliğini Kim Yaratıyor? - Bianet


Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar ve Organik Aydınlar

http://subjektif.org/2011/10/wikilea...anik_Aydnlar-4

pria 01-11-2013 00:35

Bakanlık öyle diyor ama..
 
Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi pria (Mesaj 1213497)

Bakanlık broşüründe GDO'ların yemler vasıtasıyla hayvanların etine, sütüne ve yumurtasına geçmediği, Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi'nin (EFSA) bilimsel araştırma sonuçlarının da bu doğrultuda çıktığı için bu tür hayvansal ürünlere GDO etiketi konmadığı belirtilmektedir. EFSA'nın güvenilirliği ve doğruluğu bizzat AB ülkelerinin birçoğunda tartışılırken, bu kurumun görüşlerinin ve yeterince araştırma yapılmamış olan bu yaşamsal konunun doğru kabul edilip bu broşüre eklenmesini Bakanlığın büyük bir sorumluluk altına girmesi şeklinde yorumluyoruz.

Bununla birlikte yemlerdeki GDO’nun hayvanların etine ya da sütüne geçmeyeceği, bu nedenle insanlara bir zararı olmayacağı önermesi Türkiye’de GDO’lardan çıkarı olan gıda firmalarının nakarat hâlinde tekrarladığı bir cümle! Oysa son yıllarda gerçekleştirilen ve endişelerimize adil ve gerçek bir platform sağlayan kimi araştırmalara göre, besinlerin sindirimi sırasında memelilerin serum ve organlarına yatay RNA transferi gerçekleşebilmekte.

Yani, bu araştırmalara göre, GDO’lu soya ile beslenmiş bir ineğin sütüne ya da etine GDO’lu soyadan bir RNA geçişi gerçekleşebileceği gibi; bu eti ya da sütü tüketen bir insanın sistemine, benzer bir transferin gerçekleşmesi de pekâlâ mümkün.

Defne Koryürek'in yazısından alıntıdır.(Taraf Gazetesi)

Kaynaklar:
Proof of horizontal gene transfer RNA molecules in GM food crops can enter the serum and organs of mammals
Horizontal Gene Transfer from GMOs Does Happen
The next generation of GMOs could be especially dangerous | Grist

MeTePe 01-11-2013 00:51

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi MeyveliTepe (Mesaj 1213484)
.. GDO ile beslenmenin araştırmadaki sağlık kötüye gidişini doğrudan etkilediğine dair tek bir cümlem yok. Bunu da siz yakıştırıyorsunuz.

Herhalde haklısınız.... Bunları farketmeden ben yazmış olmalıyım... :cool: Alzehimer'den olsa gerek, hatırlayamıyorum.

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi MeyveliTepe
Yayınladığım araştırma 15 senedir GDO yemekte olan amerikan toplumunda sağlık durumunun pek de iyiye gitmediğini gösteriyor.

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi MeyveliTepe
Neticesi; "15 senedir GDO yiyiyorlar bir şey oldu mu?" ifadesine yanıt, evet bir şey olmuşa benzer.

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi MeyveliTepe
Bu tablonun tek sebebinin GDO'lar olduğu tabii ki söylenemez. Ancak tersi de hiç söylenemez. Söylenebilecek tek şey, toplum sağlığının son yıllarda (tam da her gün daha fazla GDO'nun besin olarak tüketildiği dönemde) oldukça kötüye gidiyor olması.

Kronik hastalıkların bu şekilde artma sebepleri içinde beslenme önemli bir yer tutuyor.

**************

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi MeyveliTepe
Söz gelimi otizmi bile glyphosate'a bağlayan bağımsız araştırmalar var. Kapitalizmin bu uygulamasında glyphosate kullanım artışını ellerini ovuşturarak izleyen otizim sektörü mensubu tıp doktorları bile vardır muhtemelen.

İsterseniz gerçekten bilgi sahibi olmadığınız konulara fazla bulaşmayın. Mahçup olmanızı istemem!

Otizm gibi duygulanım bozukluklarında araştırmaların büyük çoğunluğu "BAĞIMSIZ" dır. Çünkü bu araştırmaların GDO firmalarıyla falan alakası yoktur.

Otizm, GDO, glikofosfat, herbisitler, aşılar veya diğer kimyasallar hayatımıza girmeden çok önce keşfedilmiş bir rahatsızlıktır.

Tıp insanları "kapitalizmin bu uygulamasında" insanları hasta etmeye değil, tedavi etmeye çalışırlar. Yapılan "bağımsız" çalışmaların amacı da hastalıkları ortaya çıkmadan önlemek içindir.

Otizm kardeşler arasında diğer toplum fertlerine göre 20 kat fazla görülür. Kalıtsallığına ilişkin çok güçlü deliller mevcuttur. Erkeklerde 5 kat fazla görünmesinin erkek beynindeki soyut düşünme becerisiyle yakından ilişkili olduğuna dair ciddi kanıtlar vardır. Bunların dışında otizme neden olabileceği düşünülen pek çok genetik faktör mevcuttur.

Tüm bunları bir kenara bırakıp, kapitalist bazı tıp adamlarının 1-2 fazla otizm hastası çıksın diye (toplumda kendiliğinden zaten fazlasıyla varken) GDO kullanımını teşvik ettiğini söylemek -kusura bakmazsanız- mantıksızlıktan da öte, ancak paranoya diye adlandırılabilir. :o

Siz gelin şuna "hayattaki her türlü kötülük ve musibetin nedeni GDO'dur" deyin, bu işi bitirin... Böylelikle detaylı açıklamalara da gerek kalmaz. :cool:

*************

EK: Şu glikofosfat ile otizmi ilişkilendirdiğiniz "makale" (!!!) yi de buldum. Bir bilgisayar mühendisi ile kendine "serbest bilim adamı" diyen eski bir kimya mühendisi tarafından yazılmış. Bu şahısların yaptığı hiç bir çalışma yok. Sadece makale yazmışlar. Bilim dünyası tarafından da alay konusu olmuş. Bilginize... :)

http://www.examiner.com/article/bogu...s-the-internet

MeyveliTepe 01-11-2013 01:34

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi birnefestoprak (Mesaj 1212099)
Cok guzel bir haber: Misir konusunda buyuk bir pazara sahip olan Meksika, GDO'lu misirin uretimini yasakladi.
Mexico Suspends GMO Corn, We Recommend Two Corn Tortilla Brands | Prop 37 | Food | KCET

Mısır ve Meksika sözcükleri yan yana geldiğinde bize önemli bir şeyi hatırlatıyor.

Mısırın ana vatanı Meksika. Bir çok bölgede endemik, kendi kendine yetişen mısır çeşitleri olduğu biliniyor. Bir yerde, Meksikada 20.000 farklı mısır çeşidi olduğunu okumuştum.

1998 yılından itibaren Meksikada ticari olarak GDO'lu mısır yetiştirilmesi yasaklanmış. Fakat gıda tüketiminde kullanılmak üzere ithal edilmesine izin verilmiş. Novartis isimli şirket de yüklü miktarda mısırı Meksikaya getirir olmuş.

O dönemlerde, başta Monsanto şirketi olmak üzere GDO'lu tohum üretenler her yerde GDO'lu bitkilerin hiç bir şekilde aynı aileden başka bitkileri tozlayarak genetik kirlenme yaratmayacağını, biyoçeşitliliğe bir etkisi olmayacağını söylüyorlar.

Hatta, etkileri altındaki ama bağımsızmış gibi görünen bilim insanına peş peşe araştırma makaleleri yayınlatıyorlar. Hepsinde de, şu şu koşullarda GDO'lu filan tohum ekildi, yakınındaki filan bitkiler, feşmekan yöntemlerle incelendi, hiç bir genetik transfer bulunamadı diye sonuçlar yazıyor. Bunlar, her türlü GDO lobisinin pek itibar ettiği bilimsel(!) makaleler. Hatta bunlardan biri, burada da oku da öğren edasıyla bilgimize sunulmuştu ;)

Meksikalı ama Berkeley üniversitesinde çalışan Chapela isimli bir bilim insanı, Oaxaca vadisindeki endemik mısır çeşitleri üzerinde GDO'lu mısırdan gelen kirlenme tesbit ediyor. Bu çalışma daha yayınlanmadan şiddetli bir çalkalanma başlıyor ve 2001 yılında Nature dergisi tarafından her türlü bilimsel yayın kuralına uygun olarak yayınlanıyor.

Ve kıyamet kopuyor.

Koskoca Monsanto şirketi, üstelik dünyadaki yeni yönetim stratejisinin baş silahı olarak kullanılmak üzere devlet ve devletin tüm birimleriyle, ülkenin kongresi ve senatosuyla bütünleşmiş bir şirketin, o güne kadar GDO'ların çevre etkileriyle ilgili söylediklerini yüz kızartıcı bir şekilde yerle bir eden, baldırı çıplak bir Meksikalı bilim insanına pabuç bırakacak değil ya.

İlk tepki üniversitedeki diğer akademik kişilerden geliyor. Veryansın ediyorlar Chapela'ya, nasıl böyle bir şey yapar diye. Monsanto'dan yılda 25 milyon dolar alan Berkeley'in durumu ne olacak diye.

Meksikalı devlet bürokratlarından tutun, biyotech güdümündeki ilişkili herkes, kimi rica ederek, kimi tehdit ederek Chapelayı araştırmayı geri çekmesi için zorluyor.

Chapela'yı Berkeleyden kovuyorlar ama bir kere bir kurşun atılmış, izini yok etmek için Chapela'yı ve çalışmasını itibarsızlaştırma çabaları artarak devam ediyor. İki cepheden saldırı başlıyor.

Birisi, biotech adına bir grup bilim(!) insanını ve bazı bilimsel çevreleri organize eden, C.S.Prakash'ın yönlendirdiği bir grup, Chapela'nın çalışmasını kelime kelime mercek altına alıp "flawed" (kusurlu) olmakla damgalamaya çalışıyorlar.

Diğeri, Monsanto'ya halkla ilişkiler (PR) hizmeti veren Bivine Group denen şirketten geliyor. İki tane sahte kişilik ("Mary Murphy" ve "Andura Smetacek") ile hem Nature dergisine hem de tüm ilgili internet kaynaklarında Chapelayı ve çalışmasını itibarsızlaştırmak, lekelemek üzere kampanya başlatıyorlar. Gönderilen mesajların izi takip edildiğinde biri Bivine Group şirketine, diğeri de Monsanto'ya çıkıyor. Fakat Nature dergisi 133 yıllık tarihinde yapmadığını yaparak Chapela'nın makalesini yayından kaldırıyor (bu makale bu için Nature'da yayında).

Sonraki yıllarda başka bir çok olayda GDO'lu bitkilerin GDO'lu olmayan akrabalarını tozlayarak kirliliğe sebep olduğu ortaya çıktı. Kirlenen çeşitin ille de endemil olması da gerekmiyor. Bir çok organik veya geleneksel fakat GDO'lu olmayan çeşiti kirlettiği ortaya çıktı.

Prof.Dr.Elena Alvarez-Buylla, Chapela'nın çalışmasını, hem chapela'nın kullandığı örnekleri hem de sonraki yılların örneklerini kullanarak, biraz daha gelişmiş bir teknolojiyle tekrarladı ve 2001 yılında ilk kez yıkılan bir yalanı tekrar ispatladı. Ne gariptir ki bu çalışmanın makalesini de yayınlatabilmek için 2 yıl kadar uğraşması gerekti. Makale, her türlü engele rağmen sonunda 2008 yılında yayınlandı.

Bir buçuk yıl kadar önce, Elena Alvarez-Buylla ile e-mail yoluyla irtibat kurarak sormuştum. Forumda yukarılarda bir yerde bahsetmiştim.

Sn.Birnefestoprak'un mesajından sonra tekrar sordum. Kısaca mahkeme kararının ticari mısır ekimi için geçerli olduğunu söyledi. Konu ile ilgili haberler deneme ekimlerini de kapsadığını söylüyor.

Bazı güney amerika ülkelerinin durumu da epey vahim. AP'nin Arjantin hakkında geçenlerde yayınlanan bir raporu, o ülkede nasıl bir dram yaşanmakta olduğunu ortaya koydu. Ayrıca ve etraflıca bahsetmekte yarar var.

pria 01-11-2013 01:50

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi MeTePe (Mesaj 1213499)

Otizm, GDO, glikofosfat, herbisitler, aşılar veya diğer kimyasallar hayatımıza girmeden çok önce keşfedilmiş bir rahatsızlıktır.


Prof. Dr. Kenan Demirkol :

GDO'lar çıktıktan sonra otizm 16 kat arttı

Otizm, zihinsel engelli demek değildir. Genetik de değildir. Vücudun, ağır metal /GDO vb. faktörlerden etkilenmesinin sonucudur.
Bugüne kadar uygulanan testlerin çoğu hatalı olduğu için yanlış teşhisler konulmuştur.

Dr. Burhan Özfatura

http://www.sonsayfa.com/Makaleler/Dr...akfi-4094.html

1987’den 1998’e kadar olan 10 yıllık zaman diliminde California’da otizm nedeni ile tedavi gören çocuk sayısı 2.7 kez artmıştır. 1991’den 1997 yılları arasındaki artış ise 5.6 kattır.

Bütün bu araştırmalar otizmin muazzam bir şekilde arttığını ve bu durumun temel olarak sadece genetik nedenli olmayacağını, çevresel faktörlerin otizm tablosunun oluşumunda çok daha önemli rollerinin olduğunu kuvvetle düşündürmektedir.

PROF.DR.AHMET AYDIN
http://saglikliyasham.blogcu.com/pro...ihcesi/5502442

MeTePe 01-11-2013 15:16

Sn. pria,

Metodoloji konusunda çok ciddi bir yanlış içerisinde olduğunuzu söylemeden edemeyeceğim. Gerçi konumuz otizm değil ama aşağıda yazdığınız şu cümle tamamen yanlış!

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi pria (Mesaj 1213507)
Otizm, zihinsel engelli demek değildir. Genetik de değildir. Vücudun, ağır metal /GDO vb. faktörlerden etkilenmesinin sonucudur.
Bugüne kadar uygulanan testlerin çoğu hatalı olduğu için yanlış teşhisler konulmuştur.

Öncelikle otizmin "zihinsel engel" olduğunu iddia eden olmadığı gibi, aslında tek bir hastalıktan ibaret değildir. Uluslararası DSM-5 kriterlerine göre Otistik Spektrum Bozuklukları ve Sosyal İletişim Bozuklukları başlıkları altında, bu rahatsızlıklara nasıl teşhis konulacağı anlatılmaktadır. Ülkemizde de Yaygın Gelişimsel Bozukluk başlığı altında toplanan pek çok farklı tablodan oluşur. Örneğin Asperger Sendromu, otistik fakat üstün zekalı veya yüksek beyin işlevi olan kişilerde görülür. (Hatırlarsanız Fazıl Say için de otistik diyenler olmuştu)

DSM-5 Diagnostic Criteria | What is Autism?/Diagnosis | Autism Speaks

Görüleceği üzere, bu teşhis yöntemlerinin sizin bahsettiğiniz "testlerle" yakından uzaktan alakası yoktur. Yani bir çocuğun otistik olduğunu anlamak için genetik veya kimyasal testler yapılmaz!

Otistikler üzerinde genetik ve kimyasal testler yapılır. Bunlar TEŞHİS için değil, hastalığın nedenlerini anlamak için yapılan çalışmalardır. Yani hatalı testlerden yanlış otizm tanısı konuldu diye bir şey yoktur. Bu iddianız tümüyle dayanaksız olduğu gibi, bugün dahi otismi bilinen kriterler dışında teşhis edebilen kesin bir test mevcut değildir.

Pek çok rahatsızlık gibi otizm de hem genetik, hem çevresel nedenlere bağlıdır. Bir hastalık için çevresel nedenler denilince ilk akla gelen şey GDO değildir. Çevresel nedenler;
- İçinde yaşadığınız fiziksel koşullar,
- İklim,
- Kimyasallar vs.
gibi maddi şeyler olduğu kadar
- Sosyal ilişkiler
- Ekonomik refah düzeyi
- Yaşantımızı etkileyen teknolojilerden oluşur.

Örneğin;
- Tek çocuklu ve ana-babanın çalıştığı ailelerde otizm daha fazla görülmektedir.
- Çocukla sosyal iletişimin sınırlı olduğu, çok TV seyredilen evlerde daha fazla görülmektedir.

Bunların hepsi çevresel etkenlerdir.

Diğer taraftan, otizmin genetik nedenleri olduğuna dair sayısız bilimsel makale mevcuttur. Şüphesiz bunlar içinde en önemlileri tek yumurta ikizleri ve kardeşler üzerinde yapılan araştırmalardır. Bu araştırmalar bir hastalığın genetik nedenleri hakkında çok güçlü deliller sunarlar. Ayrıca, otizmli kişiler üzerinde yapılan genetik araştırmalar bu kişilerin hatırı sayılık kısmında genetik farklılıklar olduğunu ortaya koymuştur. Yani sizin bahsettiğiniz "genetik değil" kısmı doğru değil. Nitekim sizin verdiğiniz yazılardan birinde de aynen şu ifade mevcut:

Alıntı:

Bu araştırmalara göre otizmin genetik alt yapısı olan, enfeksiyonlar, toksik kimyasallar, hipoksemi ve gıdalardaki protein ve peptitlerle tetiklenen ve yaygın gelişimsel bozukluğa yol açan nöroimmün bir klinik tablo olduğu
***********
Şimdi verdiğiniz bilgiler içinde doğru olan bir şey var. Otizmin görülme sıklığında artış var. Ben buna karşı çıkıyor değilim. Ancak, kendisi Genel Cerrah olup otizm konusunda hiç bir çalışması olmayan, tescilli bir GDO karşıtı bir kişinin GDO nedeniyle otizm 16 kat artmıştır tezini kabul etmem de mümkün değil.

Otizme ilişkin bütün kaynaklar otizmin genetik ve çevresel faktörler sonucu ortaya çıktığını kabul eder. Ancak bu faktörlerin neler olduğu detaylı araştırmaların konusudur. Örneğin, "aşıların" otizmin artmasında bir etkisinin olup olmadığını tespit edebilmek için aşı uygulamasının olmadığı toplumlarda da otizmin artıp artmadığına bakmanız lazım. Multifaktoriyel nedenler söz konusu olduğunda bu analizleri yapmak çok zordur.

**************

Konuyu teknik ayrıntılara boğmak istemediğim için fazla uzatmayacağım. Ancak dramatik bir örnek olarak; 3 yaşından önce fazla TV izleyen çocuklarda ve yağmuru bol ülkelerde otizmin daha fazla görülmesi gibi ÇEVRESEL nedenlerle, GDO kullanımının artmasının otizmi arttırdığı fikri arasında nesnel bir ilişki kurulamaz. Otizmde artış patlamasıyla TV yayınlarının başlaması, yaygınlaşması arasında çok ciddi bir korelasyon bulunmaktadır. Benzer bir çevresel neden olarak aşılama uzun süre sorgulanmış, ancak klinik bulgular bunun pek de doğru olmadığını ortaya koymuştur.

Sonuç olarak, otizm görülme sıklığı artmıştır. Bunun çevresel nedenleri olması da son derece muhtemeldir. Ancak bu çevresel nedenler içerisinde GDO'nun ne kadar payı olduğu net bir şekilde gösterilmedikçe bu sadece bir iddiadan ibaret kalır.

Ben 20 yıldan uzun süredir engelli çocuklarla çalışıyorum. Bunlar içinde otistikler de ciddi bir payı oluşturur. 20 yıl önce Türkiye istatistiklerinde %0,5 çıkan engelli oranı, bugün %10'lara ulaşmıştır. Bunun nedeni elbette engellilerin dramatik olarak artması değil, daha görünür olmalarıdır. 20 yıl önce "konuşmayan, içine kapanık çocuk" dediğiniz bireyler, bugün otizm tanısı almaktadır. "Haşarı, çok hareketli, cin gibi çocuk" dedikleriniz bugün "Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite sendromu" tanısı almaktadır. Burada dikkatle sorulması gereken soru, hastalık oranlarının mı arttığı, yoksa teşhis ve tespit yöntemlerinin mi değiştiğidir. Her ikisinin de doğru olma olasılığı vardır. Ama bu nedenler doğru analiz edilmelidir.


NOT: Bir hastalığın "genetik" olması ile "kalıtsal" olması aynı şey değildir. Kalıtsal hastalıklar soylar boyunca devam eder. Örneği Akdeniz Anemisi kalıtsal bir hastalıktır. Genetik hastalıklar ise genlerde oluşan çeşitli bozukluklar neticesinde ortaya çıkan hastalıklardır. Bunlarda kısmen kalıtsallık da olabilir. Ancak genellikle tek bir gen veya kromozomla ilişkisini göstermekte yaşanılan zorluklar nedeniyle bu tür hastalıklar genetik eğilim veya ailesel yaktınlık şeklinde değerlendirilir. Örneğin ailenizde şeker hastası varsa, sizde de olma olasılığı yüksek olur. Ama bu tam bir kalıtsal hastalık olduğunu göstermez.

Genetik mekanizmalar, çoğu kez Mendel'in bezelye deneylerinde gösterdiği "tek gen" mutasyonları kadar basit değildir. Bugün dahi bu mekanizmalar tam olarak anlaşılmış değildir.

pria 01-11-2013 16:16

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi MeTePe (Mesaj 1213721)

Pek çok rahatsızlık gibi otizm de hem genetik, hem çevresel nedenlere bağlıdır. Bir hastalık için çevresel nedenler denilince ilk akla gelen şey GDO değildir..

Sayın MeTePe,

Ancak okuyup araştırdığım kadarıyla tıbbi bilgilere sahip olmam ve herhangi bir uzmanlığım olmayışı nedeniyle sizin doğrularınıza karşı saygısızlık etmekten kaçınan sade bir vatandaş olarak yazdıklarınızın biraz aksini ispatlayabilecek türde araştırmalar da var:

...20 Eylül 2011’de Nature dergisine ait Cell Research’de çok önemli bir makale yayınlandı. İnsan kanında yenilen bitkilere ait genetik materyaller bulundu. Bu çok heyecan verici buluş yediğimiz gıdaların doğrudan doğruya vücudumuzun genlerine müdahale ettiğini göstermektedir.
...Araştırmacılar gıda olarak yenilen bitkilere ait mikro RNA’ların bağırsakların epitel hücreleri tarafından alındığı bunların ekzozom adı verilen minik keselerin içerisine konularak paketlendiği ve bu ekzozomlarla kana verildiğini göstermiştir. Ekzozomların özelliği dokulara ait hücrelerle kaynaşarak onların içerisine girebiliyor oluşlarıdır.


Beslenmebulteni.com – Yediğimiz besinler genetiğimizi değiştirebilir!

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi MeTePe (Mesaj 1213114)
...Evvet... doğru! BESLENME!

GDO'lu beslenme değil, bir bütün olarak beslenme!

Bilindiği kadarıyla bu konudaki en önemli neden obesitedir. Yani, aşırı yağ, şeker ve hazır gıda tüketimine bağlı kötü beslenmedir. Bunun içerisinde GDO'nun bir payı varsa bile bu payın ne kadar olduğuna bakmaksızın Tip 2 şeker hastalığı bazı kronik İLERİ YAŞ hastalıklarının en önemli nedeninin kötü beslenme olduğu söylenebilir..

Bu yazdıklarınıza aşağıdaki röportajı okuduktan sonra tamamen inanmamak mümkün değil..Şeker..özellikle GDO'lu mısırdan mı yoksa doğal mısırlardan mı elde edilip edilmediğini bilemediğimiz, özellikle çocukların çok sevdiği ürünlerde bolca kullanılan mısır şurubunun bu kadar yaygın kullanılmasından endişelenmemek te mümkün değil..bunların bu yavrularımızın gelişiminde ne tür tahribatlar yaptığını maalesef bilemiyoruz henüz :

Beslenmebulteni.com – Şişmanlığın temel nedeni fazla kalori almak değil, fazla früktoz tüketmek

Ben doğallığı kaybolmuş her türlü nesneden ürken biri olarak, bırakın GDO'lu ürün tüketmeyi, üretim safhasında nasıl bol kimyasal ot ilaçları kullanıldığına tanık olan biri olarak pirinç bile tüketmekten kaçınan bir bireyim.

Doğallığıyla oynanan herşeyin günün birinde insanoğlundan çeşitli hastalıklar yaratarak intikamını aldığına inanıyorum.

Otizmin endişe verici artış nedenlerinden biri de bu olmalı..

MeTePe 01-11-2013 17:16

Sn. pria,

Yine üzülerek, metodoloji konusunda hata yaptığınızı söylemek zorundayım.

Bahsettiğiniz makaleden çok önce alınan gıdalara ait RNA ve DNA parçalarının insanların kanına geçtiği çeşitli deneylerle gösterilmiştir. Bu yeni veya bilinmeyen bir bilgi değil. Ancak, böyle bir bilgi şöyle bir sonuç doğurmaz:

Alınan gıdaların RNA parçaları kanımıza karışır---> Bu parçalar gidip çeşitli hücrelerin DNA'sı ile birleşir ---> Değişen DNA'lı hücreler Otizme yol açar! ---> Bu mekanizma sadece GDO'lı gıdalarda görülür!

Bahsettiğiniz mekanizma aldığınız her türlü gıda için söz konusudur. Hatta siz hiç gıda almayıp saf protein, yağ ve karbonhidratla beslenseniz dahi çevresel nedenler (ısı, ışık, radyasyon gibi) hücrelerinizin DNA'larında bozulmalara yol açar. Hatta bu nedenleri de ortadan kaldırsak bile, basit hücre bölünmeleri sırasında dahi kopyalama hataları olur. (Fotokopide kopyaların gittikçe kötüleşmesi gibi)

Kanser gibi hastalıkların en önemli nedeni de budur.

Ancak, özel bir durum olarak "otizm" gibi hastalıklar bu mekanizmayla açıklanamaz. Şöyle ki;
- Otizm 0-3 yaş aralığında ortaya çıkan bir hastalıktır. Bu dönemde bebekler genellikle anne sütüyle veya son derece titizlikle hazırlanmış mamalarla beslenir. Yani beslenmenin bu yaş aralığında etkisinin olması oldukça düşük olasılıktır.
- Otizmde beyinde yapısal değişiklikler olması muhtemeldir. Bunlar doğumdan sonra beslenmeden ziyade, doğum öncesi, hatta ana-babaya ilişkin faktörlere bağlıdır. Ha, burada ana-babanın beslenmesi bir faktör olabilir. Ama bunu tespit etmek de oldukça zordur.

Otizm gibi hastalıklarda, genel olarak mekanizma "genetik yatkınlık olması, ancak çevresel etkenlerle rahatsızlığın tetiklenmesi" gibi tarif edilebilir. Bunun doğru bir açıklama olabileceğine dair en önemli bulgu, bazı çevresel düzenlemelerle (örneğin evde TV izlenmesinin yasaklanması, sosyal ilişkilerin arttırılması, özel eğitim verilmesi gibi) otizmin büyük ölçüde düzeltilebilmesidir.

Yine güzel bir örnek olarak, otizmin GIDA ile ilişkisine dair yapılan çalışmalar ne yazık ki uygulanan ÖZEL diyetlerle doğru doğru dürüst iyileşme sağlanamadığını göstermektedir.

******************

Diğer yazdığınız beslenme ile sağlık ilişkisine dair yazınıza da bazı itirazlarım ve katıldığım yerleri var.

Öncelikle fruktoz bir meyve şekeridir ve pek çok doğal gıdayla birlikte alınır. Yani yapay bir şey değil. Diğer taraftan, sanayiciler şeker olarak fruktozdan ziyade ticari açıdan elverişli maltodekstrin gibi ürünleri kullanırlar.

Ben de sizin gibi, yapay gıdalarda çok miktarda tatlandırıcı kullanılmasına karşıyım. Ama bunlar "doğal olmadığı için" değil, gereksiz ve aşırı kalori içerdiği için karşıyım. Bir bardak kolanın ne kadar şeker içerdiğine bakarsanız hayretler içerisinde kalırsınız. Kullanılan şekerin tipi ne olursa olsun, bu çok aşırı miktarda ve doğal olmayan enerji girdisidir. İnsan bedeni bu tür aşırılıklara yanıt verecek şekilde evrimleşmemiştir.

Bence asıl sorun buradadır.

Yani, beslenmenin sağlıklı bir yaşamda tartışılmaz bir önemi olduğu bir gerçek. Ama bunu sadece tukaka ilan edilen bazı moleküllere bağlamak yeterli değil. Sadece doğal gıdalarla bile beslenseniz sağlıklı bir beslenme anlamı taşımaz. Nitekim köylerde yaşayıp obesite sorunu olan çok miktarda insan mevcuttur.

birnefestoprak 01-11-2013 17:32

Amerika'da kurulu, Guvenilir (bir baska ifadeyle GDO'suz) Tohum Sozlesmesi (Safe Seed Pledge)'ni imzalamis kucuk olcekli bir geleneksel tohum sirketinin sahibi olarak birkac noktaya deginmek isterim:

1) "Organik tarim cok masrafli, yapilmasi imkansizlasti. GDO'lu tohumlar ve kimyasallar masraflari azaltti." anlayisi yalandan ibaret. Turkiye icin konusalim. Ciftciye gerekli egitim verilmiyor; cogu da kendini gelistirmek icin caba sarfetmiyor, okumuyor, arastirmiyor, organik tarim tekniklerini bilmiyor. Kendisine organik tarimin cok masrafli oldugunu soyleyen ziraat muhendisleri olunca buna inanagelmis, bu durum devam ediyor.

Ornekleyecek olursak, tuta kelebegiyle nasil mucadele edilecegi, kurutma disinda tohum hasat yontemleri oldugu, yosun, sivi balik gubresi, yararli mikroorganizmalar gibi urunlerin fonksiyonlari ve faydalarinin ne oldugu gibi konular cogu ciftci tarafindan hala bilinmiyor. Domateslerde capraz tozlasma olmayacagini dusunen muhendisler, yetistiriciler var.

Kokleri yuzlerce, binlerce yila dayanan, insanligin hafizasinda ve tarihinde yer etmis, zamaninin otesinde o kadar cesitli ve hayran kalinasi yontemler var ki, bunlarin bircogunun kullandigi malzemeler Ingilizce tabirle "a little goes a long way" yani "azicigi uzun sure kullanim icin yeter" bilgisiyle uygulanir.

Hersey bir yana, organik tarimda esas olan, ureticinin kendi tohumunu sonraki mevsimde ekmek icin hasat etmesidir. Tek basina bu bile masraftan dusecek. GDO'lu ya da GDO'suz tohum almaniza gerek kalmamis, kaynak bagimliliginiz ortadan kalkmis oluyor.

2) Gectigimiz bir iki sene icinde GDO'lu misirlarla capraz tozlasmadan dolayi Amerika'nin cok eski geleneksel misir tohumlarindan birkac tanesi kontaminasyona ugradi. Eger bu misirlarin yuksek miktarlarda organik uretimini yapan gorece buyuk olcekli bir geleneksel tohum sirketiyseniz (ki boyle sirketler vardir) ve uretim alaninizin yakinindaki (kilometrelerce mesafeden bahsediyorum) ciftlikte GDO'lu misir uretimi yapiliyorsa, uretimi hemen durdurmalisiniz. Tohumu kaybetmektense, katalogunuzdan cikarin daha iyi.

Beraberinde getirdigi butun saglik sorunlarini bir kenara birakarak sormak isterim: GDO'lu tohumlarin insanlik icin faydali oldugunu iddia edenler, geleneksel, insanlik tarihi ve hafizasiyla ozdeslesmis tohumlarin kaybolmasina yol acmasina ne derler?

3) Bir yiyecek paketinin ustunde GDO etiketinin konulmasinda ne gibi bir sakinca var? Belki ozellikle GDO'lu olanindan alacagim ve bunu bilmek istiyorum. Bu hakkim neden elimden aliniyor, bunu da bilmek istiyorum.

Amerika'da bu konunun karsisinda guclu bir sivil toplum olusmustur, guclenmeye devam etmektedir. Bu sivil toplum, paketlerin etiketlenmesi konusunda, milyonlarca dolar harcanarak finanse edilen karsi propagandaya karsin Kaliforniya'da %50'ye yakin bir oyla gorusunu belli etti. Simdi, Washington'da neler olacagini gorecegiz. Washington icin Yes on 522: The campaign to label genetically engineered foods in Washington state adresini takip edebilirsiniz.

4) "Ne yani, Amerika kendi halkina zararli olan birseyi mi istiyor?" sorusu kurnazliktan ibaret. Devlet politikasindan ziyade belli devlet kurumlarinin icinde GDO sirketlerinin lobi faaliyetleri sonucu olarak, karar alma mevkilerinde gorev yapan kisiler var.

Bunun yaninda, Amerika'da anayasal haklar tahmin edemeyeceginiz kadar onemlidir. Bizdeki gibi ileri demokrasi kurallari islemez. Yani bir sirketin fabrikasini, uretim/yonetim merkezini vs maliye mufettisleriyle kafaniza gore basamayacaginiz gibi, ister GDO'lu tohum ureten sirket olsun, ister sade vatandas olsun, kimsenin anayasal haklarina aykiri sekilde politikalar izleyemezsiniz. Kararlar yuksek ve yerel mahkemeler yoluyla, halk oylamalariyla verilir. Parasi olanin propaganda faaliyeti bakimindan bana gore haksiz bir avantaj sagladigi dogru ama bircok eyalette giderek artan, yoredeki ciftliklerin urunlerini alma, ciftlik yoksa organik urun satan yerlerden yararlanma, yiyebileceginden cok daha fazlasini almak yerine mutfak masrafini azaltacak sekilde yetecek kadar ve saglikli tuketme anlayisinin giderek yayilmakta ve guclenmekte oldugunu da belirteyim.

MeTePe 02-11-2013 01:00

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi birnefestoprak (Mesaj 1213773)
1) "Organik tarim cok masrafli, yapilmasi imkansizlasti. GDO'lu tohumlar ve kimyasallar masraflari azaltti." anlayisi yalandan ibaret.

Bir tohum üreticisi olarak doğrudan konunun içinde olan bir birey olmanızı düşünerek bir konuyu tartışmaya açmak istiyorum.

- Organik tarımın masraflı olup olmadığı hakkında bir fikrim yok. Ancak, markete gittiğimde "organik" tabir edilen ürünlerin hibrit veya ıslah edilmiş ürünlerden en az 4-5 kat daha pahalı satıldığını görüyorum.

- Ürün kalitesi dikkate alındığında organik ürünler genellikle eciş bücüş, kurtlu ve dayanıksızken, hibrit veya ıslah edilmiş ürünlerin daha dayanıklı, daha güzel ve daha lezzetli olduğunu görüyorum. Bunun en güzel örneklerinden birini kendim mısır yetiştirirken yaşadım. Doğal tohumla yetiştirdiğim mısırlar bir fiyasko iken hibrit tohumlar neredeyse markette en üst fiyattan satılabilecek kalitedeydi.

- Yapılan çeşitli anketler, insanların gıda tercihlerinin "sağlıklı"dan ziyade, "lezzetli" gibi kriterlerden etkilendiğini göstermiş. Benzer tercihler kolesterol hastası olsalar bile et sever kişileri bu alışkanlıklarından vazgeçirmekte yaşanan zorluklarda görülür.

- Alkol ve özellikle sigara sağlık açısından son derece sakıncalıdır. Ama bunları kullanmaya devam ederiz.

- Et yemenin en doğal hali "az pişmiş haşlama" iken mangalda karsinojenik yarı yanmış is kokulu şiş yapmaya bayılırız.

Yukarıda yazdığım tespitler GDO'yu haklı çıkartmak veya organik tarımı kötülemek için değil... Bu gerekçeler varken sadece ve sadece organik tarımın gıda üretiminde yegane seçenek olarak kalabileceğini gerçekten düşünüyor musunuz, onu merak ediyorum.

Ben her türlü doğal tohumun korunması ve üretilmesinden yanayım. Ama bunların ıslah edilmesini de yanlış bulmuyorum. Çünkü eninde sonunda tarım da ticari bir faliyettir ve insanlar en iyiyi en ucuza üretmek, satmak ve satın almak ister. Bu koşulları organik tarım yerine getirebildiği sürece ne ala... Ama bunu yapabilseydi zaten diğer yöntemler hiç ortaya çıkmazdı, öyle değil mi?

birnefestoprak 02-11-2013 03:25

Her isin masrafi vardir; para ve emek harcayacaksiniz ki para kazanabilesiniz ve urunu tuketeni de memnun edebilesiniz. GDO'lu ve kimyasalli tarimi parlatip motive etmek adina organik tarimin cok pahali oldugu icin yapilmamasi gerektigini soyleyenler yalan soyluyor diyorum. Organik tarim, muthis bir geri donusum hikayesidir aslinda. Balikci haline gidersiniz, balikcilarin cope atacaklari balik artiklarini (ciftlik degil deniz baligi olacak) istersiniz, alir topraga gomer ekim sezonuna kadar topraktaki nutrientleri ve diger mineralleri guclendirir, gozle gorulecek farklar yaratacak sonuclar alirsiniz. Ayni seyi kahve satan dukkanlara gidip kahve artiklarini toplayarak da yapabilirsiniz. Hayvanlariniz varsa, diskilarini dinlendirir gubre yaparsiniz. Azot fiksleyen alfalfa, bakla gibi bitkileri topragi guclendirmek icin ekersiniz, bitkiler hasada gelmeden yeniden buyumeleri icin koke yakin bolgeden kesip saplarini daha sonra topraga eklemek uzere kompost yapmak icin kullanirsiniz. Domatesin yanina sarimsak ekersiniz, domatese bocekler dadanmaz. Bu liste uzar da uzar. Sonucta, bu tip uygulamalarla uretim masrafinizi dusurur, tuketiciye de ona gore maliyet cikarirsiniz.

Organik urunu yerel ureticiden almalisiniz. Buyuk marketlerden alacaginizdan cok daha ucuza edinebileceginize eminim. Bugun artik CSA (Community Supported Agriculture) yani Toplum Destekli Tarim giderek yayginlasiyor. Gidiyorsunuz organik ciftlige uye oluyorsunuz, her hafta mevsimine gore uretimde ne varsa, aidatiniz karsiligi yiyorsunuz. En onemlisi, yediginiz seyi nerde hangi sartlarda yetistirildigini bilerek ve tadina vararak yiyorsunuz. Su anda bile bu tip uygulamalarla tuketicinin odedigi paralar, icine bir suru kimyasal basilmis meyve/sebzelere kiyasla son derece makuldur. TDT'lerin yayginlasmasiyla, maliyetler daha da dusecektir. Sivil toplum da saglikli besinleri tuketmek adina talep edecek ki, bu dusus daha cabuk gerceklessin.

Geleneksel cesitlerin urun kalitesiyle ilgili gorusunuz tamamen yanlis. Geleneksel tohumlar, ozellikle halkin hafizasinda yer etmis, gastronomik acidan begenisini kazanmis, lezzetinden ve kalitesinden dolayi nesiller boyu uretilegelen tohumlardir. Bu tohumlar zaten kimisi yuzyillardir kimisi on yillardir, basta koyluler ve ciftciler olan ureticileri tarafindan islah edilerek geliyor. Koylu bu sene urun aliyor, tohumu en saglikli bitkinin en lezzetli ve kaliteli meyvesinden hasat edip onumuzdeki sene onu ekiyor ve devinim hic bitmiyor. Sizce, koylunun agzinin tadi sizinkinden cok daha kotu mu ki, o tohumlari saklayip soylarini devam ettiriyor? Geleneksel Turk Mutfagi diyoruz, degil mi? Dunyanin sayili mutfaklarindan... Mutfagin bu kadar guclu olmasinin nedeni sadece tarifler mi, yoksa o tariflerin ortaya cikarildigi eski zamanlarda kullanilan malzemelerin kalitesi ve lezzetinin tariflerin taa o zamanlarda olumsuzlesmesinde bir katkisi var midir? Ayas Domatesi, Adapazari Kabagi, Maras Biberi, Aydin Patlicani, Kirkagac Kavunu, Cengelkoy Hiyari, Marmara'ya gocmenler eliyle getirilen pembe Bulgar domatesleri gibi geleneksel cesitlerden hic yemediyseniz, hibrit cesitleri sevmeye devam edebilirsiniz :)

Hibrit tohum ocu de degil, hibrit tohumlari kullanarak da organik tarim yapilabilir bunu da soyleyeyim. Cok kaliteli ve lezzetli hibrit cesitler var ama iste hikaye siz hasadi tamamladiktan sonra bitiyor. Urettiginiz meyveden tohumu cikarip sonraki sene yeniden ektiginizde %100 ayni kalite ve lezzette urun almaniz mumkun degil; tohum kaynagina surekli bagimli durumdasiniz, her sene yeniden tohum almaniz gerek. Geleneksel tohumda ise boyle bir sorun yok; lezzet, herhangi bir fizyolojik veya dis etmen olmadigi surece (ki bu etmenler hibrit cesitlerin lezzeti icin de gecerlidir) duraylidir. Tohum kaynagina gidip tekrar para vermenize de gerek yok. Ne guzel, degil mi? Ticari tohum sirketinden aldiysaniz, tohuma bir kere para oduyorsunuz, sonra hep kendi tohumunuzu kendiniz uretebiliyorsunuz.

Bunlarin disinda, organik tarimin yegane secenek olarak kalabilecegini dusunmem icin organik tarimin su anda yegane secenek olmasi lazim :) Boyle birsey 30-40 yildir yok zaten. Insanlar, simdilerde organik tarimin onemini yeniden farkettikleri icin o tarafa dogru donus yapiyorlar. Yani, organik tarim, seceneklerden biri ve bence en onemlisi olarak, tipki insanligin gecmisinde oldugu gibi geri geliyor.

Misirdan bahsetmissiniz... Cok kaliteli ve lezzetli misir tohumlari, GDO'lu tohumlarin kontaminasyonuna karsin piyasada hala mevcut. Bu forumda cok faydali basliklar ve size yardimci olabilecek cok sayida insan var. Mutlaka danisip, yetistirirken nelere dikkat etmeniz gerektigi konusunda bilgi alin derim.

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi MeTePe (Mesaj 1213896)
Bir tohum üreticisi olarak doğrudan konunun içinde olan bir birey olmanızı düşünerek bir konuyu tartışmaya açmak istiyorum.

- Organik tarımın masraflı olup olmadığı hakkında bir fikrim yok. Ancak, markete gittiğimde "organik" tabir edilen ürünlerin hibrit veya ıslah edilmiş ürünlerden en az 4-5 kat daha pahalı satıldığını görüyorum.

- Ürün kalitesi dikkate alındığında organik ürünler genellikle eciş bücüş, kurtlu ve dayanıksızken, hibrit veya ıslah edilmiş ürünlerin daha dayanıklı, daha güzel ve daha lezzetli olduğunu görüyorum. Bunun en güzel örneklerinden birini kendim mısır yetiştirirken yaşadım. Doğal tohumla yetiştirdiğim mısırlar bir fiyasko iken hibrit tohumlar neredeyse markette en üst fiyattan satılabilecek kalitedeydi.

- Yapılan çeşitli anketler, insanların gıda tercihlerinin "sağlıklı"dan ziyade, "lezzetli" gibi kriterlerden etkilendiğini göstermiş. Benzer tercihler kolesterol hastası olsalar bile et sever kişileri bu alışkanlıklarından vazgeçirmekte yaşanan zorluklarda görülür.

- Alkol ve özellikle sigara sağlık açısından son derece sakıncalıdır. Ama bunları kullanmaya devam ederiz.

- Et yemenin en doğal hali "az pişmiş haşlama" iken mangalda karsinojenik yarı yanmış is kokulu şiş yapmaya bayılırız.

Yukarıda yazdığım tespitler GDO'yu haklı çıkartmak veya organik tarımı kötülemek için değil... Bu gerekçeler varken sadece ve sadece organik tarımın gıda üretiminde yegane seçenek olarak kalabileceğini gerçekten düşünüyor musunuz, onu merak ediyorum.

Ben her türlü doğal tohumun korunması ve üretilmesinden yanayım. Ama bunların ıslah edilmesini de yanlış bulmuyorum. Çünkü eninde sonunda tarım da ticari bir faliyettir ve insanlar en iyiyi en ucuza üretmek, satmak ve satın almak ister. Bu koşulları organik tarım yerine getirebildiği sürece ne ala... Ama bunu yapabilseydi zaten diğer yöntemler hiç ortaya çıkmazdı, öyle değil mi?


pria 02-11-2013 10:34

Sayın birnefestoprak,

Dün akşam CNNTurk'te Londra ve Newyork gibi büyük kentlerde ''şehir tarımcılığından'' söz ediliyordu..Sizin bilginiz vardır bu konuda..yani insanlar o büyük kentlerin kıyılarında veya çevrelerindeki tarla veya bahçelerde kişisel tarım yapmaya özendiriliyor gibi anladım ben..
veya o büyük megakent etrafındaki köylüler kentin beslenmesi için özendirilip teşvik ediliyor olabilir..

Ayrıca, Newyork, Londra gibi kentlerde kişi başına 20-22 m2. yeşil alan düşerken, İstanbul'da bunun 1.2 m2. olması ne kadar dramatik bir kentleşme olgusu içinde olduğumuzu hatırlattı bana..

Bu konuda bildiklerinizi yazabilir misiniz?

pria 02-11-2013 10:42

Sayın MeTePe,

Organik olsun olmasın, ürünlerin büyük kentlerdeki yüksek fiyatlı oluşunun ana nedeni aracılardır.
Tekirdağ/Şarköy'de kilosu 1 lira bile olmayan Kardinal üzüm nasıl olup ta market raflarında 3.5-4 liraya fırlıyor?
Köylünün tarlasından 40 kuruşa alınan ıspanak market rafında niye 3.5 lira olabiliyor?
Bunlara kafa yormak gerek..
Köylüden 1.3 liraya alınan baldo pirinç markette niye 6-6.5 lira oluyor?

Üreticinin cebine biraz daha katkı yapabilecek bir dağıtım ve pazarlama örgütlenmesi yapılabilse, inanın çiftçi daha bir şevkle üretir ve dolayısıyla tüketici de daha ucuza tüketme olanağı bulunur..
Sistemi sorgulamak lazım..
Gıdada hem üreticinin hem de tüketicinin aleyhine işleyen soygun düzeninin çarklarını kırmak gerek..
Bu yapıldığında, organik ürün üretimi de artar..fiyatı da ucuzlar..

pria 02-11-2013 11:14

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi MeTePe (Mesaj 1213896)

- Organik tarımın masraflı olup olmadığı hakkında bir fikrim yok. Ancak, markete gittiğimde "organik" tabir edilen ürünlerin hibrit veya ıslah edilmiş ürünlerden en az 4-5 kat daha pahalı satıldığını görüyorum.

- Ürün kalitesi dikkate alındığında organik ürünler genellikle eciş bücüş, kurtlu ve dayanıksızken, hibrit veya ıslah edilmiş ürünlerin daha dayanıklı, daha güzel ve daha lezzetli olduğunu görüyorum.

Ben organik ürünlerin 4-5 kat daha pahalı olduğu savınıza pek katılamıyorum..Organik ürünler, sıradan ürünlere göre genelde 1-1.5 kat pahalıdır..Bazı kalemlerde bu oran en fazla 3 kata kadar çıkabilir..

Örneğin, sıradan saf keçi peynirini 25 liradan alıyorsanız, organiğini 50 liraya, sıradan keçi tereyağının kilosunu 25 liradan alıyorsanız organiğini 35-40 liradan alabilirsiniz.

Sıradan, orta kalite pirinci 3.5-4 liradan alırken organiğini 10 liradan alabilirsiniz.

Sıradan bir 350 gramlık reçeli 4 liradan alırken organiğini 10 liradan bulabiklirsiniz..

Pazarda sıradan bir elmayı 2 liraya alıyorsanız organik pazarda 4-5 liradan bulabilirsiniz.
Sıradan nohut, fasulye, mercimeğin kilosu 4-5-6 lira ise, organik sertifikalı olanlarının kilosunu 10-11 liradan bulabilirsiniz.
Daha çok örnekler verebilirim..
Ama ben 4-5 kat pahalı bir ürüne tanık olmadım henüz..Siz örnek verirseniz öğrenmiş olurum..

Ayrıca, hibrit türlerin organik ürünlerden daha az lezzetli olduğu savınıza da katılmıyorum..
Bizim Kartal'daki organik pazardan bir demet maydanoz alın bir de sıradan bir maydanozla kıyaslayın, bakalım hangisi damağınızda ben daha bir maydanozum diyecek?
Elma için de, domates için de hepsi için de durum böyledir..
Bir de hibrit türlerin daha dayanıklı olduğu savınıza da katılmıyorum..Ben pazarda Bilecik'li bir köylüden hiç ilaç yüzü görmemiş, bazıları kurtlu elmalardan alırım, evde 3-4 ay dayanır..Diğer elmalarda mümkün değil..lezzet yönünden de öyle..Örneğin, kimyasal gübre ile yetişen bir kavun alın, organik olanından çok daha önce göçüp çürümeye döner..Kimyasal gübre ile yetişmiş domates bile organiğinden çok daha az dayanır.
Daha dayanıklı olanlar yoğurt gibi koruyucu katılan ürünlerdir..Organik yoğurt çabucak ekşir..Süt te öyle..
Belki sizin damak tadınız hibritlerin tadına çok aşina olduğu için artık organik ürünlerin gerçek lezzetini tanıyamıyor olabilir :))
Nutella'nın lezzetine müptela olan bir kişiye asla doğal fındık kremasını beğendiremezsiniz..

MeTePe 02-11-2013 16:30

Sn. pria ve birnefestoprak,

Yorumlarınız için teşekkür ederim. Ancak sanıyorum bir nokta yanlış anlaşıldı. Benim organik ürün ve hibrit/kimyasal ürün arasında yaptığım kıyaslamalar sadece market raflarında gördüğüm ürünlerle sınırlı değil.

Hem evimin terasında, hem de bir yakınımın şehir dışındaki bahçesinde hobi olarak çeşitli ürünler yetiştiriyoruz. Bunlar içerisinde doğal tohumlardan yetiştirilenler olduğu gibi, hibrit tohumlar da var. Örneğin sadece domatesin 4-5 ayrı çeşidini dikiyoruz.

5-6 yıllık deneyim sonrasında "lezzet"le ilgili en önemli unsurun tohum bir kenara bırakılırsa olgun ve dalından koparılmış ürün olduğu kanaatindeyim. Örneğin marketlerde satılan Cobra domatesler pek de matah olmamasına rağmen, kendi yetiştirdikleriniz gerçekten lezzetli oluyor.

Diğer taraftan, bir büyükşehir merkezinde yaşayan bir insan olarak her türlü yerel ürünü gidip üreticisinden almak haliyle mümkün değil. Ayrıca, yetiştirmeye çok uğraşıp iklim ve toprak koşulları nedeniyle üretemediğiniz ürünler de var. Bunları her halukarda satın almak durumundasınız.

Bir ürünün pazarlanmasında aracıların arslan payını aldığı da bir gerçek. Ama biliyorsunuz bazen bir ürünün etiketi ürünün kendisinden daha pahalı olabiliyor. Organik ürünler de öyle.

Sn. pria,
Organikler daha dayanıklı ifadenize katılmıyorum. Dediğim gibi sadece domatesin 4-5 ayrı türünü yetiştiriyoruz. Örneğin tamamen aynı şartlarda yetişmiş marmande domatesler cobralardan daha hızlı çürüyor. Mısır örneğini daha önce vermiştim. Hibrit mısırlar doğal olanlara kıyasla inanılmaz lezzette ve kalitede ürün veriyor. Ayrıca, kendim köy sütünden yoğurt da yaparım. En az marketteki yoğurt kadar dayanıklı durur. Eğer süzme yoğurt yaparsam 3 ay bile dayandığı oluyor.

Şimdi bir konunun yanlış anlaşılmasını istemem. Tüm doğal ürünleri bir kenara bırakıp hibritlere geçelim falan gibi bir iddiam yok. Tam tersine, pek çok yerel ve doğal tohumu kendi çapımda üretmeye çalışıyorum. Benim tartışmaya açmak istediğim şey, organik olmayan tarımın da bir gereksinim sonucu ortaya çıkmış olmasıdır. Şimdi organik tarıma geri dönüşün zaman içerisinde oluşan bu büyük talebi nasıl karşılayacağını sorguluyorum.

Geçen yıl okuduğum ABD'de yapılan bir ankette, insanların ucuz, lezzetli ve gösterişli ürünleri daha fazla tercih ettiği, nasıl üretildiğiyle fazla ilgilenmediği yazıyordu. Son yıllarda bu eğilim yavaş yavaş değişiyor olabilir. Ama organik olmayan tarıma her zaman ciddi bir talep olacağı kanısındayım. Konuyu GDO'ya bağlayacak olursak, GDO'lu ürünler de hibrit tohum üretmenin uç noktadaki bir teknolojisi. Yani kaçınılmaz bir gelecek. Ayrıca, GDO üretim teknikleri, diğer canlılarda da gen aşılama için kullanılabilecek teknolojiler içeriyor. Bu teknolojiler zaman içerisinde tedavisi olanaksız gözüken bazı hastalıkların iyileştirilmesi için umut vadediyor.

Buradaki herkesle hem fikir olduğum bir konu var. GDO üretimi belli şirketlerin tekeline girmiş durumda. Bu tekelin önünü kesmek ve insanlığı bunlara mecbur bırakmamak çok önemli. Ancak, bunu yapmak GDO teknolojisine karşı olmak anlamına gelmiyor. Bizim yerel bir GDO teknolojisi üretmek bir yana, test etme imkanlarına dahi sahip olmadığımız geçen seneki pirinç fiyaskosunda ortaya çıktı. Bundan kaçarak, görmezden gelerek veya üstünü örterek kurtulmamız mümkün değil. Bana göre bu biraz "elektrik çarpar" diye elektrik kullanımına karşı olmaya benziyor.

birnefestoprak 02-11-2013 17:21

Irili ufakli bircok kentte belediyeler vatandasa 'community gardening (birebir cevirirsek toplum bahceciligi)' icin yer sagliyor. Benim yasadigim yerde, farkli bolgelerde insanlarin ulasim durumlarina ve talebe gore ayrilmis ve birbirinden ayri isimlerle anilan bahceler var. Buralara yillik az miktarda bir para oduyorsunuz, size cok buyuk olmayan ama sebzelerin nasil yetistirilecegini ogrenebileceginiz, toprakla oynayip stres atabileceginiz, yetistirdiginiz sebze/meyveleri dalindan koparip yiyebileceginiz kadar birkac metrekarelik alan saglaniyor. Sanirim cicek yetistirmenize de musaade ediyorlar. Buralarda kompost yapimi, sulama, gubreleme gibi bircok konuda ortak yapilan ve ogrenilen faaliyetler de oluyor.

'Community gardening' ile 'urban farming (sehir tarimciligi)' birbirinden farkli. Sehir tarimciligi genelde ticari oluyor. Amerika'da bahceli evler cok yaygin oldugu icin, bahceleri de evin yerine gore oldukca buyuk olabiliyor. Eger evin bulundugu yer, tapuda tarim arazisi olarak gozukuyorsa, oraya ciftlik kurabilirsiniz. Hayvan seslerinden ve tezek kokusundan komsulariniz bir noktadan sonra rahatsiz olabilir ama bu yasal olarak mumkun ki pratikte de var. Benim tohum uretimini yaptigim keci ciftligi, sehir icinde yer aliyor ornegin. 8-10 donumluk bir alana oturuyor.

Yine sehirle baglantisi yakin olacak, kolay ulasilacak sekilde, uyelik uzerinden calisan daha buyuk ciftlikler de var. Yakinlarda ziyaret etmek istedigim bir tanesinin 80 donum arazisi var. Simdilik bunun 40 donumunu kullaniyorlar. 300 uyeleri var. Ortalama 4 kisiden deseniz, en az 1200 kisiyi besliyor. Urunlerini pazarda da satiyorlar. Yani, 40 donum sadece 1200 kisiye degil, ondan daha fazlasina sebze/meyve sagliyor. Bu, benim ilerde yapmak istedigim birsey.

Sehir ciftliklerinden bazilari da kar amaci gutmeyen ciftlikler; yani aldiklari uyelik aidatlarini ciftligi dondurmek, gonulluluk faaliyetleri ve calisanlarin maaslarini odemek gibi isler icin kullaniyorlar. Evimize 15-20 dakika mesafede olan bir tanesi degisik miktarlarda urun sunan odeme seceneklerine sahip. Bu seceneklerden bir tanesinde senelik 850 dolar oduyorsunuz. Ciftlikte kurduklari pazar yerine gidip hasattan belirtilen miktarda urunleri kutunuza dolduruyorsunuz. Bu, haftalik oluyor ve topladiklariniz 2 kisiye yetecek kadar.

Bunlarin yaninda, kendi evinin bahcesinde sebze yetistirenlerin de zaman zaman basi belaya girmiyor degil. Ara ara garip dava konulari duyuyoruz. Bazen belediyeler, goruntuyu bozdugu ve sehir planlamasina aykiri oldugunu soyleyerek, yola bakan on bahcelerinde sebze yetistiren insanlari mahkemeye verebiliyor. Amerika'da on bahcenin cimle kaplanmasi bir efsanedir. Cim, belli boyda olacak, yemyesil olacak, hastalik belirtisi gostermeyecek diye Amerika'daki sehir suyunun yanlis hatirlamiyorsan %50'si cim sulamasina giderken, planlamaya uymuyor diye bana gore cok daha mantikli ve ic acici olan sebze ekimine karsi cikabiliyorlar. Iki ornegi icin bkz:

Vegetable Garden Brings Criminal Charges in Oak Park, Michigan - ABC News
Florida Man Fights To Keep Vegetable Garden In Front Yard : Freedom Outpost

Bu tip dava ornekleri, urunlerinde GDO barindiran sirketlerin cok hosuna gidiyordur tabii...

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi pria (Mesaj 1213958)
Sayın birnefestoprak,

Dün akşam CNNTurk'te Londra ve Newyork gibi büyük kentlerde ''şehir tarımcılığından'' söz ediliyordu..Sizin bilginiz vardır bu konuda..yani insanlar o büyük kentlerin kıyılarında veya çevrelerindeki tarla veya bahçelerde kişisel tarım yapmaya özendiriliyor gibi anladım ben..
veya o büyük megakent etrafındaki köylüler kentin beslenmesi için özendirilip teşvik ediliyor olabilir..

Ayrıca, Newyork, Londra gibi kentlerde kişi başına 20-22 m2. yeşil alan düşerken, İstanbul'da bunun 1.2 m2. olması ne kadar dramatik bir kentleşme olgusu içinde olduğumuzu hatırlattı bana..

Bu konuda bildiklerinizi yazabilir misiniz?


birnefestoprak 02-11-2013 18:05

Alıntı:

Diğer taraftan, bir büyükşehir merkezinde yaşayan bir insan olarak her türlü yerel ürünü gidip üreticisinden almak haliyle mümkün değil. Ayrıca, yetiştirmeye çok uğraşıp iklim ve toprak koşulları nedeniyle üretemediğiniz ürünler de var. Bunları her halukarda satın almak durumundasınız.
Ben de diyorum ki, sivil toplum bu tip ureticiler icin talebini ortaya koyarsa, mumkun olur. Iklim ve toprakla ilgili sorunlar bir sekilde asilabilir.

Ince kabuklu pembe domatesi veya depolamaya uygun olmayan cesidi yetistirirseniz, tabii ki daha cabuk bozulur. Hemen tuketmeniz lazim. Depolamaya musait Kirkagac Kavunu'yla ince kabuklu Duvelek'in raf omru bir olamayacagi gibi domatesler arasinda da kullanim acisindan farklar bulunur. Dunyada bilinen 5500 civarinda geleneksel domates cesidi var. Bunlarin icinde kalin kabuklu olan, raf omru uzun olanlar da vardir. Binlerce domates arasindan 4-5 tanesini yetistirip butun geleneksel tohum cesitleri icin genelleme yapmaniz dogru degil.

Siz hangi geleneksel misiri yetistirdiniz, adini verebilir misiniz? Bir de tohumunu nerden aldiniz?

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi MeTePe (Mesaj 1214054)
Sn. pria ve birnefestoprak,

Yorumlarınız için teşekkür ederim. Ancak sanıyorum bir nokta yanlış anlaşıldı. Benim organik ürün ve hibrit/kimyasal ürün arasında yaptığım kıyaslamalar sadece market raflarında gördüğüm ürünlerle sınırlı değil.

Hem evimin terasında, hem de bir yakınımın şehir dışındaki bahçesinde hobi olarak çeşitli ürünler yetiştiriyoruz. Bunlar içerisinde doğal tohumlardan yetiştirilenler olduğu gibi, hibrit tohumlar da var. Örneğin sadece domatesin 4-5 ayrı çeşidini dikiyoruz.

5-6 yıllık deneyim sonrasında "lezzet"le ilgili en önemli unsurun tohum bir kenara bırakılırsa olgun ve dalından koparılmış ürün olduğu kanaatindeyim. Örneğin marketlerde satılan Cobra domatesler pek de matah olmamasına rağmen, kendi yetiştirdikleriniz gerçekten lezzetli oluyor.

Diğer taraftan, bir büyükşehir merkezinde yaşayan bir insan olarak her türlü yerel ürünü gidip üreticisinden almak haliyle mümkün değil. Ayrıca, yetiştirmeye çok uğraşıp iklim ve toprak koşulları nedeniyle üretemediğiniz ürünler de var. Bunları her halukarda satın almak durumundasınız.

Bir ürünün pazarlanmasında aracıların arslan payını aldığı da bir gerçek. Ama biliyorsunuz bazen bir ürünün etiketi ürünün kendisinden daha pahalı olabiliyor. Organik ürünler de öyle.

Sn. pria,
Organikler daha dayanıklı ifadenize katılmıyorum. Dediğim gibi sadece domatesin 4-5 ayrı türünü yetiştiriyoruz. Örneğin tamamen aynı şartlarda yetişmiş marmande domatesler cobralardan daha hızlı çürüyor. Mısır örneğini daha önce vermiştim. Hibrit mısırlar doğal olanlara kıyasla inanılmaz lezzette ve kalitede ürün veriyor. Ayrıca, kendim köy sütünden yoğurt da yaparım. En az marketteki yoğurt kadar dayanıklı durur. Eğer süzme yoğurt yaparsam 3 ay bile dayandığı oluyor.

Şimdi bir konunun yanlış anlaşılmasını istemem. Tüm doğal ürünleri bir kenara bırakıp hibritlere geçelim falan gibi bir iddiam yok. Tam tersine, pek çok yerel ve doğal tohumu kendi çapımda üretmeye çalışıyorum. Benim tartışmaya açmak istediğim şey, organik olmayan tarımın da bir gereksinim sonucu ortaya çıkmış olmasıdır. Şimdi organik tarıma geri dönüşün zaman içerisinde oluşan bu büyük talebi nasıl karşılayacağını sorguluyorum.

Geçen yıl okuduğum ABD'de yapılan bir ankette, insanların ucuz, lezzetli ve gösterişli ürünleri daha fazla tercih ettiği, nasıl üretildiğiyle fazla ilgilenmediği yazıyordu. Son yıllarda bu eğilim yavaş yavaş değişiyor olabilir. Ama organik olmayan tarıma her zaman ciddi bir talep olacağı kanısındayım. Konuyu GDO'ya bağlayacak olursak, GDO'lu ürünler de hibrit tohum üretmenin uç noktadaki bir teknolojisi. Yani kaçınılmaz bir gelecek. Ayrıca, GDO üretim teknikleri, diğer canlılarda da gen aşılama için kullanılabilecek teknolojiler içeriyor. Bu teknolojiler zaman içerisinde tedavisi olanaksız gözüken bazı hastalıkların iyileştirilmesi için umut vadediyor.

Buradaki herkesle hem fikir olduğum bir konu var. GDO üretimi belli şirketlerin tekeline girmiş durumda. Bu tekelin önünü kesmek ve insanlığı bunlara mecbur bırakmamak çok önemli. Ancak, bunu yapmak GDO teknolojisine karşı olmak anlamına gelmiyor. Bizim yerel bir GDO teknolojisi üretmek bir yana, test etme imkanlarına dahi sahip olmadığımız geçen seneki pirinç fiyaskosunda ortaya çıktı. Bundan kaçarak, görmezden gelerek veya üstünü örterek kurtulmamız mümkün değil. Bana göre bu biraz "elektrik çarpar" diye elektrik kullanımına karşı olmaya benziyor.


MeTePe 03-11-2013 00:32

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi birnefestoprak (Mesaj 1214089)
Siz hangi geleneksel misiri yetistirdiniz, adini verebilir misiniz? Bir de tohumunu nerden aldiniz?

Açıkcası cinsini bilmiyorum. Tohum konusunda o kadar bilgi sahibi değilim. Konya Ereğli bölgesinde eskiden beri yetiştirilen yetiştirilen, çok övdükleri ve üreticinin kendisine tohumluk olarak ayırdığı bir koçandan yetiştirdim.

Aynı mısırın yanında hibrit mısırlar ve tohumunu kanadadan getirdiğimiz geleneksel renkli mısırlar vardı. Hepsi aynı toprakta, yanyana aynı koşullarda yetişmesine rağmen yerli mısır oldukça sönük kaldı. Koçanlarda tane sayısı az oldu. Boyları da diğerlerinin yanında güdük kaldı. Aldığım kişiye ulaşabilirsem adını öğrenip yazarım.

Şimdi siz bir üretici olarak kullandığınız tohumların niteliklerine göre tercihlerde bulunabilir, bilinçli hareket edebilirsiniz. Ben bir hobi üreticisiyim. Yani aslında tüketiciyim. Ürün alırken de sizin bahsettiğiniz kadar ayrıntılı tercihlerde bulunamam. Domates almaya gittiğimde markette 5000 cins değil, genellikle 2 cins domates olur. Ucuz domates, bir de salkım domates. Belli dönemlerde de Ayaş domatesi gibi yerli ürünler olur. Bunlarda genellikle normalin 2 katı fiyatla satılır. (Aslında bunların da doğal yollardan yetişmediğini bizzat Ayaş'tan domates alırken görüyorum. Her türlü gübre, kimyasal, ilaç vs. kullanılıyor. Hatta Ayaş'ta yetiştirilen hibrit veya ıslah edilmiş domatesler bile Ayaş domatesi diye satılıyor.)

İdealize edilmiş bir tarım dünyasında tamamen doğal, organik ürünler kulağa hoş gelebilir. Ancak ben gerçekte yaşadığımız dünyadan bahsediyorum. Yani sıradan bir vatandaş olarak pazardan, marketten alacağımız ürünler beni daha çok ilgilendiriyor. Bahsettiğiniz şehir tarımı veya hobi üreticiliği güzel şeyler. Ben de yapıyorum. Ama kışın biber domates yemek istersem Antalya'da serada yetiştirilmiş ürünlere mecburum. Açıkcası, organik tarımın buna yanıt vermekte yeterli olabileceğine de çok fazla inancım yok. Çiftçi de buna fazla bel bağlamıyor olsa gerek ki, hala endüstriyel tarıma devam ediyor. Benim söylemeye çalıştığım da bu. Yanılmıyorsam Türkiye'ye her yıl tonlarca kaçak hibrit tohum giriyor. Belki de GDO'lu tohum bile giriyordur.

En başta tartışmaya açmak istediğim de işin tam bu kısmı... Arz ve talep ortadayken organik tarım bunu nasıl aşabilir? Üreticinin geleneksel tohumlarını bir kenara koyup endüstriyel tohumları kullanması nasıl önlenebilir. Her evin kendi ürününü yetiştirmesi buna yanıt olamaz. Aksi halde tarımla uğraşacak çiftçiye de gerek kalmazdı.

birnefestoprak 03-11-2013 02:27

Alıntı:

Açıkcası cinsini bilmiyorum. Tohum konusunda o kadar bilgi sahibi değilim. Konya Ereğli bölgesinde eskiden beri yetiştirilen yetiştirilen, çok övdükleri ve üreticinin kendisine tohumluk olarak ayırdığı bir koçandan yetiştirdim.
Sizin iklim kosullariniza musait bir cesit degildir, yetistirirken dikkat etmeniz gereken seyleri goz ardi etmissinizdir vs vs. Hem tuketici oldugunuzu soyluyorsunuz, hem de olasi yetistirme hatalarindan geleneksel tohumlari sorumlu tutuyorsunuz :) Varsayalim ki, size kocani gonderen uretici size aslinda o kadar da iyi olmayan bir cesidi cok kaliteli oldugunu soyleyerek gonderdi. Ya da belki de size gonderdigi geleneksel cesit, aslinda o kadar iyi sonuc vermeyen bir cesit. Size gelen misir, iyi sonuc vermeyince, butun geleneksel tohumlar kalitesiz mi oluyor? Ayni mantiktan hareketle, raf omru uzun olan bir hibrit cesit eger lezzetsizse, butun hibrit tohumlar kalitesiz mi diyeceksiniz?

Alıntı:

Ürün alırken de sizin bahsettiğiniz kadar ayrıntılı tercihlerde bulunamam. Domates almaya gittiğimde markette 5000 cins değil, genellikle 2 cins domates olur.
Size 5000 cesit domatesi birden ayni anda yetistirin demiyorum ki. Belli ki 5000 cesit icinden begeninize uymayan, raf omru cok kisa olan 2 cesidi yetistirmissinizdir diyorum. Sizdeki de ne sans, 5000 icinde gidip 2 tane begenmeyeceginiz cesit bulmussunuz :) Raf omru kisa geldiyse, raf omru uzun olan kalin kabuklu bir geleneksel cesidi yetistirirsiniz, bu kadar basit. Madem karsilastirma yapacaksiniz, kalin kabuklu geleneksel cesitle kalin kabuklu hibriti karsilastirmaniz lazim.

Alıntı:

İdealize edilmiş bir tarım dünyasında tamamen doğal, organik ürünler kulağa hoş gelebilir. Ancak ben gerçekte yaşadığımız dünyadan bahsediyorum. Yani sıradan bir vatandaş olarak pazardan, marketten alacağımız ürünler beni daha çok ilgilendiriyor.
Ben de diyorum ki pazara gelen urunlerin yetistirilme kosullari bakimindan vatandas talepte bulunacak ki organik urunden satin alma sansiniz olsun. Biz de uzayda yasamadigimiza gore, gercekte yasadigimiz dunyada meydana gelen artistan bahsediyorum. Organik urunu ciftci yetistiriyor. Ayni sehrin fiziki sinirlari icinde, bakkala gider gibi ciftlige gitmiyorsunuz herhalde. Yerel deyince 50-100 km gibi mesafelerden bahsediyoruz ki Amerika'da bu mesafeler de cok daha azaliyor. Adam urununu yetistiriyor, sonra pazara getirip satiyor ya da markete satiyor, musteri de gidip marketten aliyor. Urun, talebe gore gunluk geliyor cunku yetistirilirken kimyasal kullanilmamis. Eger market, kullanim suresi gecen mali satiyorsa, markete sikayette bulunacaksiniz, ciftcinin o iste bir rolu yok.

Alıntı:

Açıkcası, organik tarımın buna yanıt vermekte yeterli olabileceğine de çok fazla inancım yok.
Teknik ve istatistiklerle ortaya konan konularda inanc ustunden karar vermemiz mumkun degil.

Alıntı:

Çiftçi de buna fazla bel bağlamıyor olsa gerek ki, hala endüstriyel tarıma devam ediyor... Üreticinin geleneksel tohumlarını bir kenara koyup endüstriyel tohumları kullanması nasıl önlenebilir.
Ciftci, piyasaya uretim yapsa dahi, kendi evinin arka bahcesinde geleneksel cesitlerini ekmeye devam eder. Geleneksel tohumlar bugune nasil ulasti saniyorsunuz? Bu ifadeniz de maalesef hibrit tohumla geleneksel tohum arasinda kalite acisindan bir degerlendirme sunmuyor.

Alıntı:

Arz ve talep ortadayken organik tarım bunu nasıl aşabilir?
Talep arttikca, organik tarim yapan ciftlikler de artiyor. Adam para kazanmayacagi ise niye girsin ki :) Kar ediyor ki organik tarim yapiyor.

Alıntı:

Her evin kendi ürününü yetiştirmesi buna yanıt olamaz.
Ben boyle bir konudan bahsettigimi hatirlamiyorum. Kendi evinizin bahcesinde sebze yetistirebilirsiniz. Aldiginiz urun ev ahalisini doyurmaya yeter veya yetmez, bu baska bir konu. Evde sebze yetistirmenizle ciftcinin yaptigi uretim arasinda nasil bir baglanti var?

Alıntı:

Aksi halde tarımla uğraşacak çiftçiye de gerek kalmazdı.
Bu da dogru degil. Organik tarima talebin artmasiyla birlikte ciftlik sayilari artiyor diyorum. Ciftlik sayisi artinca, ciftci sayisi artmis mi yoksa azalmis mi oluyor?

Bakin, Washington Eyaleti'yle ilgili ilk arayista buldugum bir rapor:
http://aenews.wsu.edu/july02aenews/o...s/organics.pdf.

Sekil 1'e bakarsaniz 1993-2002 yillari arasinda acre (yaklasik 4 donume tekabul eder) olarak organik tarim arazilerindeki degisim goruluyor. 1993'te 6188 acre'ken 2002 yilinda 43166 acre olmus. Artmis mi azalmis mi?

USDA (United States Department of Agriculture)'in organik tarimla ilgili hazirladigi istatistiki calismanin ozunu Chicago Tribune gecmis: Organic farms on the rise - chicagotribune.com

Ne diyor haberde?

The survery said there are 14,540 farms that were USDA certified organic or exempt from certification because sales are less than $5,000 -- including 129 in Maryland. The number has doubled at least twice since 1990.

USDA'in 5000 dolarin altinda yillik kazanci olan ciftliklere, organiklik sertifikasini bedava verdiginden bahsediyor. Yani diger bir ifadeyle organik tarim yapan kucuk uretici devlet eliyle tesvik ediliyor. Bu kucuk ciftliklerin sayisi 14540 civarindaymis ve bu sayi 1990'dan bu yana 2 kat artmis. Yani daha fazla ciftci organik tarima gecis yapmis.

They farm 4.1 million acres of land in all 50 states, though California is home to 20 percent of the farms. That's up from about 1 million acres in 1990. (It's still only about a percent of all farmed crop and pasture land.)

Bu ciftlikler ulkenin tamaminda 4.1 milyon acre (~16 milyon donum) yer kapliyormus ve bunlarin %20'si Kaliforniya'daymis. Bu sayi, 1990'daki 1 milyondan 4 kat artarak bugune gelmis. Toplam tarim faaliyetleri icindeki orani hala cok dusuk, %1 civarinda diye de ekliyor.

In 2008, sales of organic products nationwide totaled $3.16 billion. Some $1.94 billion was spent on crops and $1.22 billion on livestock, poultry and their products.

2008'de ulke genelinde organik urun satisi 3.16 milyar dolar civarindaymis.

Organic farming is largely local with about 44 percent of sales were made within 100 miles from the farm. Though, just 7 percent were direct to consumers at farmers' markets and other means. The rest went to wholesalers and retailers.

Organik ciftcilik buyuk oranda yerelmis ve soz konusu ciftliklerin satislarinin %44'unun buyuk kismi ciftlikten 160 km mesafe icindeki marketlere dagitiliyormus (daha once bahsettigim yerellik). Pazarlarda dogrudan pazar musterisine satilan oran ise henuz %7'ymis.

Haberin alt basligi:
Survery shows farmland dedicated to organic crops is growing

Arastirma, organik tarima ayrilan arazilerde artis oldugunu gosteriyor.

MeTePe 03-11-2013 18:06

Sn. birnefestoprak,
Yorumlarınız için teşekkür ederim ama bunlar benim sorularıma yeterli yanıtı vermiyor.

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi birnefestoprak (Mesaj 1214217)
Sizin iklim kosullariniza musait bir cesit degildir, yetistirirken dikkat etmeniz gereken seyleri goz ardi etmissinizdir vs vs. Hem tuketici oldugunuzu soyluyorsunuz, hem de olasi yetistirme hatalarindan geleneksel tohumlari sorumlu tutuyorsunuz :)
...
Size gelen misir, iyi sonuc vermeyince, butun geleneksel tohumlar kalitesiz mi oluyor? Ayni mantiktan hareketle, raf omru uzun olan bir hibrit cesit eger lezzetsizse, butun hibrit tohumlar kalitesiz mi diyeceksiniz?

Öncelikle bahsettiğim mısır tohumu sadece bir örnek idi. Elbette tek bir örnekten yola çıkarak bir genelleme yapacak değilim. Bundan başka deneyimlerim de oldu ama hepsini tek tek analiz etmek bizi bir yere ulaştırmaz. Zaten bu benim uzman olduğum bir konu da değil.

Ancak, ben piyasanın en iyi laboratuar olduğunu düşünürüm. Siz mükemmel bir ürün ortaya çıkartabilirsiniz, piyasa bunu beğenmezse hiç bir kıymeti olmaz.

Çiftçinin organik tarım yerine konvansiyonel tarımı tercih etmesi benim ektiğim mısırın başarısız olması ve buradan bir genelleme gitmem değil... piyasanın tercihlerini bu yönde kullanmasıdır. Yani piyasa kendi "genellemesini" yapmış, kendi tercihlerini belirlemiş.

Alıntı:

Ben de diyorum ki pazara gelen urunlerin yetistirilme kosullari bakimindan vatandas talepte bulunacak ki organik urunden satin alma sansiniz olsun.
...
Ayni sehrin fiziki sinirlari icinde, bakkala gider gibi ciftlige gitmiyorsunuz herhalde. Yerel deyince 50-100 km gibi mesafelerden bahsediyoruz ki Amerika'da bu mesafeler de cok daha azaliyor.
Doğru diyorsunuz da, bildiğiniz gibi bir ürünün satışındaki önemli bazı kriterler ulaşılabilirliği ve fiyatıdır. Anamur muzu için kalkıp Antalya'ya gidemem. Eğer dünyanın öbür ucundan gelen gösterişli ithal muz 2TL'ye satılırken, ufak tefek anamur muzu 3,5-4TL'ye satılırsa bu ürüne talep olmaz.

Alıntı:

Talep arttikca, organik tarim yapan ciftlikler de artiyor. Adam para kazanmayacagi ise niye girsin ki Kar ediyor ki organik tarim yapiyor...
Kazansın, yapsın... benim itirazım yok. :) Ancak sizin verdiğiniz yazılarda da bu işin teşvik edildiğinden bahsediyorsunuz. Bir şeyi ne zaman teşvik edersiniz? Eğer insan o işi yapmaktan kaçınıyorsa, öyle değil mi?

Ayrıca verdiğiniz yazıda, bu teşvikden yararlanan çiftçilerin %78'i bu işe devam edeceğini söylemiş. Az da olsa memnun olmayanlar da olmuş. Tüm bu artışa rağmen organik tarım halen %1 seviyesinde kalmış.

Organik tarıma gerçekten çok ciddi bir talep olsaydı 1990'dan bu yana (yani 20 yılda) sizce çiftçilerin ağırlıklı bir kısmı teşvik falan olmadan kendiliğinden bu işe meyletmez miydi?

Alıntı:

Bu da dogru degil. Organik tarima talebin artmasiyla birlikte ciftlik sayilari artiyor diyorum. Ciftlik sayisi artinca, ciftci sayisi artmis mi yoksa azalmis mi oluyor?
Ben böyle bir ifadede bulunmadım. Daha önceki mesajınızda yazdığınız community gardening ve urban farming açıklamalarınıza gönderme yapmıştım. Organik tarımla uğraşanların arttığı konusunda da hem fikirim. Aksini iddia etmedim. Sadece bunun hangi noktaya kadar çözüm olabileceğini tartışıyorum.

Alıntı:

A number of researchers have estimated that organic foods might eventually expand to 10-15% of total food sales. Price premiums will influence the expansion, as will the continued shift of conventional
farming to more sustainable approaches. It is not inconceivable that for certain crops organic production could become the norm if production costs are equal to or less than other systems
Verdiğiniz yazının sonuç kısmında yazan bu ifade bile %10-15 gibi bir pay öngörmüş. Benim söylediğimden pek de farklı olmayarak fiyat kriterinden bahsetmiş. Demek ki piyasa oyunu böyle oynuyor.

********************
Şimdi sanıyorum yazdıklarımı belli bir önyargı ile yaklaşıyorsunuz. Organik tarıma karşı falan değilim. Hatta destek bile veririm.
Ama sıradan bir tüketici olarak henüz benim taleplerimi karşılamıyor. Siz diyorsunuz ki, talep ederseniz organik tarım artar. Benim talep etmem için;
1. Bu tercihin önüme konulması
2. Kabul edebileceğim niteliklere sahip olması gerekir:
2a) Kalitesi
2b) Fiyatı
2c) Ulaşılabilirliği

Diyorsunuz ki, organik olan kalitelidir, lezzetlidir. Her ne kadar deneyimlerim her zaman olmasa da "genellikle" aksini gösterse de, bir uzman olarak bu görüşünüzü kabul etmeye razıyım. Ancak hala önümüzde diğer sorunlar duruyor.

pria 03-11-2013 18:40

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi MeTePe (Mesaj 1214414)
Anamur muzu için kalkıp Antalya'ya gidemem. Eğer dünyanın öbür ucundan gelen gösterişli ithal muz 2TL'ye satılırken, ufak tefek anamur muzu 3,5-4TL'ye satılırsa bu ürüne talep olmaz.

.

Bir ürünün albenili, gösterişli olması satın alma nedeni olmamalı:

... Topraklarının sadece yüzde 5’inde muz üretilen Kosta Rika’nın ithal ettiği pestisitlerin yüzde 35’i muzlara sıkılıyormuş!

"Üzerimize zehir sıkıyorlar" - Organik Yaşam- ntvmsnbc.com

Ben her zaman Anamur muzumuzu tercih ederim..Fiyatları birbirine yakın olsun olmasın bu tercihim değişmez..Özellikle bu yıl çok güzel ve daha irice yerli muzlar var piyasada..Onun lezzeti, rayihası asla ithal muzda yok sayın MeTePe..İthal muz iğde gibi sanki..

birnefestoprak 04-11-2013 00:11

Alıntı:

Ancak, ben piyasanın en iyi laboratuar olduğunu düşünürüm. Siz mükemmel bir ürün ortaya çıkartabilirsiniz, piyasa bunu beğenmezse hiç bir kıymeti olmaz.
Ben diyorum ki GDO'lu misirlari yetistirdiginiz alanin etrafindaki ciftliklerde geleneksel misir cesitleri yetistiriliyorsa, geleneksel cesitler geri donulemeyecek sekilde kontaminasyona ugruyor ve sirf bu yuzden bile organik tarim tesvik edilmeli. Siz diyorsunuz ki, piyasa istiyorsa GDOlu urun satilacak kardesim, dolayisiyla diger misirlar kaybolursa kaybolsun. Sonuc buna variyor. Piyasa ustunden degerlendirme yapip, insanligin hafizasini bunyesinde barindiran tohumlarin yok olmasina raziysaniz, diyecek birsey yok.

Alıntı:

Anamur muzu için kalkıp Antalya'ya gidemem.
Anamur Muzu domates, salatalik gibi konvensiyonel bir bitki degil ki karsilastirma yapalim. Pekala Anamur'dan Ankara'ya getirilip satilabilir. Benim soyledigimle bunun ne alakasi var? Anamur Muzu'nu Ankara kosullarinda yetistirebilecek uretici varsin buyursun yapsin, konumuz bu degil. Ozel olarak uretimi Anamur'da yapiliyorsa urun de Anamur'dan gelir. Ama Ankara'da yetistirilmesi varken, Anamur'dan gelen domatesten bahsedebilirsiniz. O raporda, yerellik denirken uretici-tuketici arasinda 160 km gibi bir mesafeden bahsediliyor. Eger ayni olcegi Turkiye'ye uyarlarsak, yaklasik olarak Cankiri-Ankara arasi yapiyor diyelim ki 2 saatlik bir mesafe yapiyor. Ornegin bu da olcek olarak yerel sayilir. Organik ciftligi sizin oturdugunuz mahallede kuracak degiller.

Organik tarim ihtiyaci karsilamiyor diyen sizdiniz. Ben de dedim ki, 30-40 yildir organik tarim uygulamalari zaten cok az yapiliyor, ihtiyaci nasil karsilasin. Son yillarda artisa gecmis durumda, pastadaki payi cok dusuk oldugu icin bundan sikayet ediyoruz, daha yukselmeli diyoruz. Organik tarima talep artiyor, arttikca da organik uretim yapan ciftliklerin sayisi artiyor bu kadar basit. Daha bugun bunlardan birisinde kurulan pazara gittim, ortalik insan kayniyordu.

USDA'den piyasayla ilgili baska bir degerlendirme: USDA ERS - Organic Agriculture: Organic Market Overview.

Organik olan kalitelidir, lezzetlidir demiyorum. Herkesin bir agiz tadi var, benim begendigimi siz begenmeyebilirsiniz. Bakin konu organiklik de degildi, siz boyle konulari degistirip hic alakasiz noktalara yonlendirmeyi seviyorsunuz. Konu geleneksel-hibrit cesit karsilastirmasiydi. Siz, marketten aldiginiz hibritler cok lezzetli diyerek geleneksel cesitleri begenmediginizi soylediniz. Ben de size binlerce geleneksel cesit arasindan lezzeti cok da iyi olmayan, nakliyeye dayanmadigi icin markete gelene kadar bozulmus/ezilmis/curumus olanini yediyseniz, buna dayanarak topyekun bir geleneksel tohum/urun degerlendirmesi yapamayacaginizi soyledim. Bu yuzden de en kisa zamanda sebze/meyvenizi aldiginiz yeri degistirin derim. Geleneksel tohumdan yetistirilmis urunu begenmiyorsunuz, organik olani da istemeyebilirsiniz. Hormon basilmis, pestisite bezenmis sebzeleri/etleri yemenize kim engel olabilir?

Alıntı:

Ama sıradan bir tüketici olarak henüz benim taleplerimi karşılamıyor. Siz diyorsunuz ki, talep ederseniz organik tarım artar. Benim talep etmem için;
1. Bu tercihin önüme konulması
Bilincli toplumlarda tercihler insanlarin onune konulmaz. Tuketici, daha iyisini talep eder. Iyisi yapilmiyorsa, almaktan vazgecer; uretici de urunu piyasadan cekmek zorunda kalir. Siz ve mahallenizdekiler, konvensiyonel tarim urunlerini yemekten memnunsaniz, yemeye devam edersiniz. Organik urun talep ederseniz, market organik urun getirir. Bu urunu tuketen insan sayisi arttikca da fiyati duser.

Bir de yetistirdiginizi soylediginiz geleneksel misir tohumuyla ilgili konu arada kaynamasin. Geleneksel oldugunu soylediginiz misirdan kac tane tohum ekmistiniz?

MeTePe 04-11-2013 01:30

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi pria (Mesaj 1214438)
Bir ürünün albenili, gösterişli olması satın alma nedeni olmamalı:
...
Onun lezzeti, rayihası asla ithal muzda yok sayın MeTePe..İthal muz iğde gibi sanki..

Doğru ama bu bir realite... Albeni, gösteriş önemli kriterler olmasa reklamcılık ve ambalaj diye bir sektörler olmazdı.

Bu arada ben her iki tür muzu da alıyorum. Ama Antalya'da doğrudan tarlanın kenarında satılan muzun, ta ekvatordan Ankara'da evimin köşesindeki markete kadar gelen ithal muzun iki katı fiyatına satılması da bana dokunuyor. Anamur muzlarına ne kadar ilaç sıktıklarını da bilmiyoruz... ya da ben bilmiyorum.

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi birnefestoprak
Siz diyorsunuz ki, piyasa istiyorsa GDOlu urun satilacak kardesim, dolayisiyla diger misirlar kaybolursa kaybolsun. Sonuc buna variyor. Piyasa ustunden degerlendirme yapip, insanligin hafizasini bunyesinde barindiran tohumlarin yok olmasina raziysaniz, diyecek birsey yok.

Hiç bir mesajımda böyle bir şey söylemediğim gibi, böyle bir imada dahi bulunmadım. Ayrıca yanılmıyorsam kontaminasyon sadece GDO'lu ürünlerde olmaz. Bahsettiğiniz geleneksel tohum üretme yöntemleri dahi uzun vadede bir çeşit seçilmiş/yönlendirilmiş evrimdir.

Konuyu daha fazla saptırmak arzusunda değilim. Bu konuyu burada tartışmaya açmak sanıyorum yanlış oldu. Ancak, GDO kısmına gelince, laboratuarda tailor-made üretilen bir tohumla, geleneksel melezleme yöntemleriyle elde edilmiş "doğal" tohumlar arasında prensipte nasıl bir fark olabilir?

Mısır örneğinden devam edecek olursak, doğada hiç var olmamış veya oldukça farklı olan bir bitkiyi insanoğlunun bilinçli veya bilinçsiz çabalarıyla melezleyerek "mısır" adı verilen bir ürüne dönüştüreceksiniz... sonra bu mısırı çeşitli melezleme yöntemleriyle pek çok çeşitli cins ve özelliklere bürüyeceksiniz. Bunu dikip yetiştirmeniz, üretmeniz tamamen doğal olacak.

Ve tüm bunları yaparken, bu işlemin sonucunun insanoğluna uzun vadede bir zararı olup olmayacağını bir an dahi düşünmeyeceksiniz.

Ne çelişki değil mi? Bugün başımızın belası "mısır şurubu" dünyanın en önemli sağlık sorunlarının baş müsebbibi. :cool: Üstelik GDO'lu olması dahi gerekmiyor.

************
Sorunuza yanıt: Bahsettiğim mısırdan yer darlığı nedeniyle 15 adet civarında dikmiştim. Ürün iyi olmayınca bir daha da dikmedim. Bu benim satın aldığım veya sipariş ettiğim bir mısır değil. Ereğli'den bir arkadaşımın getirip verdiği bir ürün. Dediğim gibi, kendisine ulaşabilirsem cinsiyle ilgili daha detaylı bilgi almaya çalışacağım.

Şunlar evimin terasında denemek için saksıya diktiğim bir kaç tane. Daha sonra yan saksılara bir kaç tane hibrit tohum dikmiştim. Boyları ve gövde çapları neredeyse 2 katı oldu. Daha detaylı resim bulamadım ne yazık ki. Hep çiçek böcek çekmişiz.

http://img30.imageshack.us/img30/5655/2vcu.jpg

birnefestoprak 04-11-2013 01:58

Alıntı:

Ancak, GDO kısmına gelince, laboratuarda tailor-made üretilen bir tohumla, geleneksel melezleme yöntemleriyle elde edilmiş "doğal" tohumlar arasında prensipte nasıl bir fark olabilir?
Bu ifadeyi bir Amerikali duysa "epic fail" diyerek yorum yapardi. Misirin yuzyillarca kultivasyonunu yapan insanlar misirin genlerine toksik maddeler mi enjekte etmisler?

Uc sorum olacak:
1) Misirlari tek sira halinde mi diktiniz?
2) Yere alinmasi gereken geleneksel bir cesidi evinizin terasindaki daracik saksilara diktiginizin farkinda misiniz?
3) Saksida yetistirilmek uzere uretilmis olma ihtimali yuksek olan hibrit misirla, geleneksel misir cesidini karsilastirdiginizin farkinda misiniz?

MeTePe 04-11-2013 16:36

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi birnefestoprak (Mesaj 1214631)
Bu ifadeyi bir Amerikali duysa "epic fail" diyerek yorum yapardi. Misirin yuzyillarca kultivasyonunu yapan insanlar misirin genlerine toksik maddeler mi enjekte etmisler?

Kusura bakmayın ama bu biraz çarpıtma oldu... Golden Rice'a toksik madde mi enjekte etmişler? Altı üstü beta-caroten üreten bir gen içeriyor. O da yediğiniz havuçta da var!

Ayrıca, mısırın genine değilde üstüne toksik madde sıkmak çok farkediyor mu? Siz işin özüne değil, ayrıntısına takılıyorsunuz.

Alıntı:

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi birnefestoprak (Mesaj 1214631)
Uc sorum olacak:
1) Misirlari tek sira halinde mi diktiniz?
2) Yere alinmasi gereken geleneksel bir cesidi evinizin terasindaki daracik saksilara diktiginizin farkinda misiniz?
3) Saksida yetistirilmek uzere uretilmis olma ihtimali yuksek olan hibrit misirla, geleneksel misir cesidini karsilastirdiginizin farkinda misiniz?


Daha önceki mesajlarımda bir kaç kez belirttim ama sanıyorum iyi anlatamadım. Resimde gördükleriniz terasta görsellik için diktiğim ürünler. Bunların yanında 1-2 fide domates, biber, fasülye falan da dikiyorum. Amaç ürün almak değil, bir bahçe havası vermek. Bunun yanı sıra şehir dışında hobi için dikim yaptığımız yaklaşık 1 dönümlük bir bahçe var.

Ayrıntıları merak ettiğiniz için söyleyeyim. Tozlaşmanın kolay olması için mısırları birbirine yakın 4-5 sıra halinde dikiyoruz. Yaklaşık 300-400 koçan kadar da ürün topluyoruz. Genellikle de tek bir tohum türünden değil, 4-5 ayrı tohumdan dikim yapıyoruz. Amaç elbette satıp para kazanmak değil, çeşitli ürünleri bir arada yetiştirmek.

Gördüğünüz saksılar da 70-80lt toprak alabilen 40cm derinliği olan saksılardır. Fotoğraf önceki yıla ait. Bu yıl aynı saksılara bahçeye diktiklerimizden 10 civarında hibrit tohum diktim. (Her saksıya 3-4 adet) Her tohumdan 2 adet, bir tanesinden 3 adet koçan çıktı. Bunlar saksıya özel tohum değil, ticari tarım için üretilmiş tohumlar. Hem saksıda, hem tarlada daha iyi ürün veriyorlar.

pria 04-11-2013 17:37

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi MeTePe (Mesaj 1214628)
Bu arada ben her iki tür muzu da alıyorum. Ama Antalya'da doğrudan tarlanın kenarında satılan muzun, ta ekvatordan Ankara'da evimin köşesindeki markete kadar gelen ithal muzun iki katı fiyatına satılması da bana dokunuyor.

...

"organik" tabir edilen ürünlerin hibrit veya ıslah edilmiş ürünlerden en az 4-5 kat daha pahalı satıldığını görüyorum.'' söyleminize katılmadığım gibi, yerli muzun ithal muz fiyatının iki katına satıldığı söyleminize de katılmıyorum..
Yerli muz her zaman ithalden ucuzdur..Gerek semt pazarında, gerekse marketlerde yerlisi 3 ila 4 lira arasıdır yerli muz, ithal ise çoğunlukla 4.5 liranın üstündedir.
Ben önceden yerli muzun da biraz irilerine özenirdim..Ama geçen yıl hor görülüp, surat asılan 2-2.5 liraya satılan minicik yerli muzların öylesine aromalı, öylesine lezzetli olanlarına denk geldim ki..Her sebze ve meyvenin gösterişli olmasına rağmen iri olmasının çok lezzetli olmayacağının kanıtı oldu benim için..

Ayrıca ''Bunun yanı sıra şehir dışında hobi için dikim yaptığımız yaklaşık 1 dönümlük bir bahçe var.'' demenize rağmen, merakımdan bir gözatayım dediğimde, Tohum Takas Etkinliği'nden hiçbir talepte bulunmayışınız da ilginç geldi bana.. :(
Ah, benim İstanbul'da elimin altında 1 dekar yerim olacak ta, etkinlikten neler ister neler ekerdim, bilseniz..

birnefestoprak 04-11-2013 17:41

Sn MeTePe,

Yuzlerce yillik (binlerce yillik demek daha dogru) insan eliyle yapilan misir islahindan bahsediyorsunuz, sonra da misirlarin ustune toksik madde sikilmasiyla genine toksik madde enjekte edilmesinin farkinin olup olmadigini soruyorsunuz. 20. yuzyildan once, misir ustunde kimyasal madde mi kullaniliyordu? Ne kadar ilgisiz karsilastirmalar yapiyorsunuz... Binlerce yila ayrinti diyorsaniz, yapacak birsey yok. Butun bu kimyasallarin kullanimi son 60-70 yillik surede oluyor. Ayrica organik tarimdan yana oldugumu soylemistim. Ne misirin genine, ne de ustune toksik madde sikilmasindan yana degilim ama biz bunu konusmuyoruz. GDO'lu misirla insanligin kultivasyonunu gerceklestirdigi ve dogal yontemlerle yetistirdigi geleneksel misiri karsilastiriyoruz. GDO'lu misirla ustune kimyasal sikilan geleneksel misiri karsilastirmiyoruz. Sonucta geleneksel misir cesitlerini de kimyasallari kullanarak yetistirmek mumkun degil mi?

Tek sira ekip ekmediginizi sorunca, sorup sorusturup bulup bulusturup, tek sira yerine yanyana dikilince (tek sira halinde 10 tane yerine iki sira halinde 5'er tane veya daha cok sayida siralarla) tozlasmanin daha basarili oldugunu, bunun da kocanlardaki tane sayisini arttirdigini mi ogrendiniz :) Siradan bir tuketici oldugunuzu, yetistirme konusunu pek bilmediginizi belirttiniz ama ayrintilari iyi biliyorsunuz :) Gubrelemedeki eksiklik/yanlislik, sulamadaki yanlislik gibi konularin da kocan dolgunlugunda etkili oldugunu soyleyeyim. 40 cm saksi derinligi de o dev gibi misir icin bayagi iyiymis. Saksilarin genisligi de 20 cm mi? Terasta degil de tarlada fotograf cektiniz mi?

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi MeTePe (Mesaj 1214839)
Kusura bakmayın ama bu biraz çarpıtma oldu... Golden Rice'a toksik madde mi enjekte etmişler? Altı üstü beta-caroten üreten bir gen içeriyor. O da yediğiniz havuçta da var!

Ayrıca, mısırın genine değilde üstüne toksik madde sıkmak çok farkediyor mu? Siz işin özüne değil, ayrıntısına takılıyorsunuz.



Daha önceki mesajlarımda bir kaç kez belirttim ama sanıyorum iyi anlatamadım. Resimde gördükleriniz terasta görsellik için diktiğim ürünler. Bunların yanında 1-2 fide domates, biber, fasülye falan da dikiyorum. Amaç ürün almak değil, bir bahçe havası vermek. Bunun yanı sıra şehir dışında hobi için dikim yaptığımız yaklaşık 1 dönümlük bir bahçe var.

Ayrıntıları merak ettiğiniz için söyleyeyim. Tozlaşmanın kolay olması için mısırları birbirine yakın 4-5 sıra halinde dikiyoruz. Yaklaşık 300-400 koçan kadar da ürün topluyoruz. Genellikle de tek bir tohum türünden değil, 4-5 ayrı tohumdan dikim yapıyoruz. Amaç elbette satıp para kazanmak değil, çeşitli ürünleri bir arada yetiştirmek.

Gördüğünüz saksılar da 70-80lt toprak alabilen 40cm derinliği olan saksılardır. Fotoğraf önceki yıla ait. Bu yıl aynı saksılara bahçeye diktiklerimizden 10 civarında hibrit tohum diktim. (Her saksıya 3-4 adet) Her tohumdan 2 adet, bir tanesinden 3 adet koçan çıktı. Bunlar saksıya özel tohum değil, ticari tarım için üretilmiş tohumlar. Hem saksıda, hem tarlada daha iyi ürün veriyorlar.



Forum saati Türkiye saatine göredir. GMT +2. Şu an saat: 22:09.
(Türkiye için GMT +2 seçilmelidir.)

Forum vBulletin Version 3.8.5 Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0
agaclar.net © 2004 - 2025