agaclar.net

agaclar.net (https://www.agaclar.net/forum/)
-   Doğa, Çevre, Ekoloji, Gıda Hukuk ve Politikaları (https://www.agaclar.net/forum/doga-cevre-ekoloji-gida-hukuk-ve-politikalari/)
-   -   Temiz Besin Hareketi "GDO'lu ise Bilmek Hakkımızdır" (https://www.agaclar.net/forum/doga-cevre-ekoloji-gida-hukuk-ve-politikalari/20185.htm)

MeyveliTepe 09-11-2013 22:16

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi MeTePe
Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi MeyveliTepe
.. GDO ile beslenmenin araştırmadaki sağlık kötüye gidişini doğrudan etkilediğine dair tek bir cümlem yok. Bunu da siz yakıştırıyorsunuz

Herhalde haklısınız.... Bunları farketmeden ben yazmış olmalıyım... Alzehimer'den olsa gerek, hatırlayamıyorum.
Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi MeyveliTepe
Yayınladığım araştırma 15 senedir GDO yemekte olan amerikan toplumunda sağlık durumunun pek de iyiye gitmediğini gösteriyor.

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi MeyveliTepe
Neticesi; "15 senedir GDO yiyiyorlar bir şey oldu mu?" ifadesine yanıt, evet bir şey olmuşa benzer.

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi MeyveliTepe
Bu tablonun tek sebebinin GDO'lar olduğu tabii ki söylenemez. Ancak tersi de hiç söylenemez. Söylenebilecek tek şey, toplum sağlığının son yıllarda (tam da her gün daha fazla GDO'nun besin olarak tüketildiği dönemde) oldukça kötüye gidiyor olması.

Kronik hastalıkların bu şekilde artma sebepleri içinde beslenme önemli bir yer tutuyor.

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi MeyveliTepe
Söz gelimi otizmi bile glyphosate'a bağlayan bağımsız araştırmalar var. Kapitalizmin bu uygulamasında glyphosate kullanım artışını ellerini ovuşturarak izleyen otizim sektörü mensubu tıp doktorları bile vardır muhtemelen.


Yukarıda alıntıladığınız laflar ülkemizde insanların GDO'lu yiyeceklerle beslenmesine ikna etmek üzere söylenen;
Alıntı:

GDO’lu ürünlerin büyük bir kısmı ABD kökenli. Şimdi Dünyanın en gelişmiş ve zengin ülkesi kendi insanlarını bilerek riske mi sokuyor.
lafına cevaptır. En özet şekliyle, "GDO yediler, bir şey oldu mu? " diyenlere, evet bir şey olmuş anlamındadır. GDO sebebiyle bir şey olmadığını söyleyenler, bir şey olduğu söylendiğinde olan şeyin de doğrudan GDO sebebiyle olduğunun söylendiği çıkarımına varıyor ki, bir bakıma bu kendi kazdıkları çukura düşmek gibi bir şey.
Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi MeTePe
ABD'de sağlık risklerinin değişmesinin başka nedenleri de muhakkak vardır. Belki de bir tanesi GDO'dur. Ancak, hiç bir temel veri olmadan nasıl böyle bir iddiayı ileri sürdüğünüzü anlamak mümkün değil.

Benim söylediğim, ABD'de toplum sağlığının iyiye gitmediğine dair veri varken, bu insanlara uzunca bir süredir seçim şansı da bırakmadan GDO yedirildiğine dair de veri varken, "temel veri" olmadan GDO'ların toplum sağlığına negatif bir etkisinin olmadığının da söylenemeyeceği, böyle bir imaj yaratmanın ya da bu imajın arkasında durmanın ucuz bir kandırmaca olduğudur.

Bilmeden alanınıza dokunmuşum :) Uzmanlık alanınız olduğuna göre Alzehimer mı, başka bir şey mi siz daha iyisini bilirsiniz.

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi MeTePe
Diğer taraftan hastalık epidemiyolojisi, insidansı, patolojisi falan gibi verilerin pek önemli olmadığını, her türlü musibeti GDO'ya bağlayabileceğimiz sonucuna varıyoruz. Halbuki Dünya Sağlık Teşkilatı kanser etkenlerinde en önemli nedenlerden biri olarak sigarayı görüyor ama olsun.

BU KADAR ZORLAMA YORUMLARINIZIN KARŞISINDA ŞAPKA ÇIKARTIYORUM.

Burada benim de şapka çıkartacağım şey bu yorum olsa gerek. Sanki, hastalık epidemiyolojisi, insidansı, patolojisi falan gibi verilerin pek önemli olmadığını ve sigaranın kanser etkeni olmadığını söylüyormuşum gibi.
Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi MeTePe
Eğer komşunuzun evindeki 2 kilo pirincin yarısını ve sizin evdeki 5 kilo nohutun yarısını torbalayıp aç ülkelere göndermeyi başarabiliyorsanız sorun yok. Bu insanlar aç kalmamış olur. İyi de GDO'ya sıra gelene kadar, Afrika'da 100 yıldır açlık var. Neden hala bu gıda bolluğu çözüm olmadı?

Bu ifade herhalde dünyada bazı ülkelerde zaman zaman ortaya çıkan açlık probleminin aslında bir yiyecek yetersizliği değil, dağıtım yetersizliği problemi olduğunu söyleyenlere idi.

Ama aynı mantık cambazlığı burada da var. Yiyeceğin dağıtımında sorun olduğunu söyleyenler bunu GDO'nun dünyadaki açlığı bitireceği sloganına karşı söylüyorlar. Oysa GDO'lar son 15 senedir açlık filan bitirmedi. Sorun hala aynı sorun.

Ne ki, GDO endüstrisi ve destekçisi lobi sorunun çözümüne katkı yerine mallarını satmak ve ülkelere gıda yoluyla hakim olabilmek için GDO'lu mallarının dünyadaki açlığı bitireceğini söylüyorlar.

Bu lafın slogan gibi ilk çıktığı zaman ABD'nin Avrupayı GDO'ya razı etmeye çalıştığı 2001 yılına denk gelir. Kuraklık sebebiyle açlık çeken Afrikanın güneyindeki bir kaç ülke üzerinden esas etkilemek istedikleri Avrupa idi ve şaşalı bir yardımseverlik maskesi altında dilenci olarak niteledikleri bir kaç ülkeye BT mısır gönderdiler. Oysa GDO'lu olmayan yiyecek gönderme imkanları da vardı. Bir ülke bu yardımı reddetti. GDO'ya çok daha önce ekerek, biçerek de kucak açmış bir tanesi nedense açlıktan kurtulamadı.

MeyveliTepe 09-11-2013 22:25

2 Eklenti(ler)
Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi MeyveliTepe
Söz gelimi otizmi bile glyphosate'a bağlayan bağımsız araştırmalar var. Kapitalizmin bu uygulamasında glyphosate kullanım artışını ellerini ovuşturarak izleyen otizim sektörü mensubu tıp doktorları bile vardır muhtemelen.

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi MeTePe
Tıp insanları "kapitalizmin bu uygulamasında" insanları hasta etmeye değil, tedavi etmeye çalışırlar. Yapılan "bağımsız" çalışmaların amacı da hastalıkları ortaya çıkmadan önlemek içindir.

İnsanlarını bilemiyeceğim ancak doğrudur. "TIP" hastalıkları ortaya çıkmadan önce önlemeyi hedef almalıdır. Ancak ne yazık ki tıbbın sağlık üzerinden kâr etmeyi amaçlayan ekonomi ile aynı şey olmadığını, sağlık üzerine konumlanmış ekonominin TIP tanımı ile aynı hedefi izlediğinden kuşkulanmak için benim ve başka bir çok insanın kuşku duyması için yeterli sebep var. Sonuçta ellerini ovuşturan siz olmasınız bile başkalarının bunu sizin adınıza da yaptığını düşünüyorum.
Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi MeTePe
EK: Şu glikofosfat ile otizmi ilişkilendirdiğiniz "makale" (!!!) yi de buldum. Bir bilgisayar mühendisi ile kendine "serbest bilim adamı" diyen eski bir kimya mühendisi tarafından yazılmış. Bu şahısların yaptığı hiç bir çalışma yok. Sadece makale yazmışlar. Bilim dünyası tarafından da alay konusu olmuş. Bilginize...

http://www.examiner.com/article/bogu...s-the-internet

Glyphosate ile otizmi ben ilişkilendirmedim. İlişkilendirenler var dedim. Linkini verdiğiniz yazının yazarı da bir yemek tarifçisi. Başka neler yazmış diye baktığımda da gördüğüm, her ülkede örneklerini gördüğümüz üzere Monsanto'nun bir beyanat tekrarlayıcısı.

Yazının hemen altındaki alaylardan ilkini de ben aktarayım. Kit C.Birskovich yazmış.

"Böylece görüşünüzü ispatlamak üzere her gün çayınıza biraz RoundUp koyabilirsiniz.
İtibarları dışında bilimsel posizyonlarının yanlışlığı ile ilgili hiç bir şey ispat etmediğinizi fark ettim. Monsanto'nun uzun kollarının koltukaltı kokusunu duyuyorum.
"

Otizm ile glyphosate'ı ilişkilendirdiğimi söylediğiniz Saneff ve Samsel'in bir "literature review (literatür taraması-gözden geçirmesi)" olan makalelerinde doğru, yanlış, eksik vb. şeyler olabilir.

Endüstrinin yaklaşımı GDO'lar ve GDO ilintili pestisitler hakkında aleyhte sonuç veren biyoçeşitlilik, çevre, sağlık konularındaki araştırmaların tümünü etkileri ve kontrolleri altındaki bilim(!) kanallarınca (olmadı Bivings Group ile) discredit etmenin bir yolunu bulmak şeklinde.

"GDO'lar emniyetlidir, çevreye bir zararı yoktur, biyoçeşitliliği etkilemez, GDO'ların ayrılmaz parçası RoundUp şurup gibi bir şeydir" anlamına gelen yayınlanmış makale sayısı herhalde binlerle ifade edilebilir.

Öyle ki artık bilim(!) dünyasında bir yer edinmek isteyenler, istendiği gibi bir sonuç verecek şekilde bir araştırma yapıp böylesinden bir kaç makale yayınlamak zorunda kalıyor olmalılar. Kaldı ki, araştırma için ilgili patent sahibi şirketten izin alma zorunluluğu bu gibi araştırmaların sonuçlarını önceden belirleme zorunluluğu da getiriyor. Bu araştırmalardan hiç biri discredit edilmemiş, gayet itibarlı makalelerdir.

Burada GDO'ların biyoçeşitliliğe bir zararının olmadığını ispatlamak için verilen bir makale için, makalede adı olanlardan biri olan Pascal Drake'e yazmıştım. Anlaşıldı ki, bilim(!) insanı altına adını yazdığı makalede, yazmış oldukları şeylere ilgi alanım değil diyor. Üstelik makaleyi yayınladıkları tarihte bile GDO'ların genetik kirlenmeye sebep olduğuna dair, bırakın araştırmayı, mahkeme kararı var. Ne gam, gayet credit bir makale :)

Bu yıl RoundUp aktif maddesinin insanlarda göğüs kanseri hücrelerinin çoğalmasını teşvik ettiğini iddia eden bir araştırma yayınlandı. AgBioWorld şemsiyesi altındaki bilimcilerin ya da eski Monsanto çalışanı olup yeni bilimsel yayın editörü olanların bu çalışmayı da discredit edecek kontra yayınını henüz göremedim, ama yakındır.

Otizim ile RoundUp arasında şöyle bir korrelaston grafiği çizilmiş. 1990'lı yıllardan itibaren ABD'de yıllık RoundUp kullanım miktarı ile otistik çocuk sayısı arasında bir korrelasyon gösteriyor.
Eklenti 452984

Kontra grafik hemen gelmiş. Organik yiyecek satış tutarı ile Otizm arasında korrelasyon gösteriyor.
Eklenti 452985

Bunun trafik kazaları ile olanına da burada rastlarsak pek şaşırtıcı olmaz.

Böylelikle çok artan RoundUp kullanımının otizm (veya başka hastalıklarla) korrelasyon içinde olabileceği var sayımını çöpe atmış oluyorlar;)

Artık yağan yağmurda bile belli oranlarda RoundUp'a rastlanıyor olmasının, GDO'lu tohum ekiminin çok az olduğu Avrupada bile insanların idrarlarında RoundUp tesbit ediliyor olmasının üzerini böylelikle karartmış oluyorlar (Bir araştırmada 18 ülke 182 denekten alınan örneklerden %44'ünün idrarında RoundUp aktif maddesine rastlandığı bildiriliyor)
Alıntı:

Ancak dramatik bir örnek olarak; 3 yaşından önce fazla TV izleyen çocuklarda ve yağmuru bol ülkelerde otizmin daha fazla görülmesi gibi ÇEVRESEL nedenlerle, GDO kullanımının artmasının otizmi arttırdığı fikri arasında nesnel bir ilişki kurulamaz. Otizmde artış patlamasıyla TV yayınlarının başlaması, yaygınlaşması arasında çok ciddi bir korelasyon bulunmaktadır. Benzer bir çevresel neden olarak aşılama uzun süre sorgulanmış, ancak klinik bulgular bunun pek de doğru olmadığını ortaya koymuştur.
Bu durumda gitgide artan pestisite mazur kalma durumunun da çevresel bir etki olduğunun söylenemeyeceği sonucu da çıkıyor olabilir. Otizm ile ilgili başka kaynaklar pestisitlerin bir faktör olduğunu belirtiyorlar ama olsun, konu RoundUp olduğunda durum değişiyordur belki.

MeyveliTepe 09-11-2013 22:52

Bu arada bir konunun açıklığını tekrar hatırlamakta fayda var.

Buşından itibaren bu başlıkta GDO'lardan, ne yediğimizi bilme hakkından söz ederken tam olarak kasteddiğimiz şey nedir?

Tartışma konusu olan GDO'nun kolayca Genetik Bilimi ile özdeşleştirilip, GDO'lu besinlere karşı olanların esasında genetik bilimine de karşı olduğunu, genetik biliminin insanlık için bir çok faydalı kullanımı olabileceğine de karşı olunduğu gibi bir izlenim de verilmeye çalışıldığını izleyebiliyoruz.

Vişne ağacına kiraz aşısı yapıldığında bir tür GDO'cu olunduğu ucuzluğunda bulunanlar olduğu bile duyuldu.

Oysa tüm tartışmanın konusu olan GDO kapsamı Kartagena protokolünde tariflidir. Article 4 ve Article 5, box'larda yer alan tanımlarla beraber neyin bu tartışmanın kapsamında, neyin dışında olduğunu gayet net ortaya koyuyor.

Dahası aynı protokol, kapsam içindeki LMO (Living Modified Organism - Yaşayan Değiştirilmiş Organizmalar- GDO'lar)'ların "precautionary principle" (ihtiyatlılık prensipi) çerçevesinde işlem göreceğini de belirtir.

Belki de tüm gürültü bu prensibin ülkeler, toplumlar ve genel olarak insanlar, çevre ve çevreyi oluşturan tüm yaşam aleyhine, olması gerektiği şekilde uygulanmamasından, protokol ve bu prensibin gereği olarak ortaya konmuş olması gereken bilimsel verinin aldatıcı olduğunun anlaşılmakta olduğunun gün yüzüne çıkıyor olmasından kaynaklanıyor.

En özet şekliyle tartışma konusu olan GDO'lar en pratik şekliyle, hali hazırda 4-5 şirketin bir grup tohumda (pamuk, şeker pancarı, kanola, mısır, soya, pirinç vb.) biyoteknoloji yoluyla doğada kendi kendine olamayacak şekilde bazı mikroorganizmalara ait genleri tohumun DNA'sına yerleştirmek suretiyle yaptıkları genetik değişikliklerdir.

Hali hazırda büyük bir ağırlıkla söz konusu tohumlar "RR" (RoundUp Ready) ve "BT" (bacillus thuringiensis) toksin içeren özelliklerdeki tohumlardır.

RR tohumlar, Monsanto tarafından üretilen ve aktif maddesi glyphosate olup, önemli oranda yayıcı bir madde de içeren RoundUp isimli herbisit'e (bitki öldürücü) dayanıklı tohumlardır. Böylelikle bu tohumların ekildiği alanlara RoundUp bitki öldürücüsü uygulandığında, bu tohumdan ekilen bitkilerin sağ kalması fakat diğer bitkilerin öldürülmesi amaçlanmaktadır.

BT tohumlar ise, bacillus thuringiensis isimli bakterinin, kelebek larvalarının sindirim sistemine girmesini takiben, sindirim sistemindeki bir enzimden tetiklenerek ürettikleri toksini (ki bu toksin tırtılın ölümüne sebep olur) doğrudan tohumun DNA'sına yerleştirerek, bitkinin her bir hücresinde doğrudan toksin bulunmasını sağlar.

Bacillus thuringiensis bakterisi organik prensiplerle bitki yetiştiriciliğinde kullanılan bir bakteridir. Bitkilere püskürtülen bakteri içerikli suspansiyon bitkinin yaprak ve gövde yüzeyinde hava koşullarına bağlı olarak 2 gün civarında canlı kalır. Herhangi bir şekilde bitkiye sirayet etmez.

Yüzeydeki bakteri bir şekilde kelebek larvası ile temas ederse bazı bakteriler tırtılın sindirim sistemine girer, orada bulunan tırtıla ait bir enzimin yardımıyla bir toksin üretir. Toksin de larvayı öldürür. Larvanın vücudunda bulunan toksin, yine bitkinin ne yaprağı ne de meyvesiyle herhangi bir etkileşime girmez, kurumuş larva vücudu ile birlikte bitkiyi terk eder.

Toksinin bakteri tarafından üretilme koşulu tırtılın varlığı ve bakterinin tırtıl ile teması ve bakterinin tırtılın sindirim sistemine girmiş olmasıdır. Tırtıl ile temas etmeyen bitki yüzeyindeki bakteri hava koşullarına bağlı olarak 2 gün içinde ölür.

BT toksini ile genetiği değiştirilmiş tohumdan yetişen bitki, kökünden meyvesine, polenine kadar tüm hücrelerinde, henüz çimlenmemiş tohum durumundan, hasat sonrası kurumuş yaprağı, meyvesi, verdiği tohumu, bu tohumun işlenmesi, öğütümesi pişirilmesi, durumunda dahi var olan toksini daimi olarak içerir.

Bu sebeple bu bakterinin organik tarımdaki kullanımı ile GDO'lu BT tohum toksini arasındaki farkı iyi anlamak gerekiyor. Unvanı prof. olan bazı GDO destekçisi kişiler, BT tohumu, "ne olmuş, organikçilerin de kullandığı bir şey" ucuzluğu ile anlatmayı adet haline getirdiler. Özetin özeti, bu bakteri organik tarımda kullanıldığında bitki ve meyvesinin hiç bir hücresinde toksik madde bulunmaz iken, BT toksinli GDO'larda her bir hücrede toksik madde bulunur.

GDO şirketlerinin dünya kamuoyunu GDO'ya razı etmek için söyledikleri şeylerden biri, GDO tohumlar ekilerek tarım yapıldığında pestisit kullanımının çok azalacağını söylemek idi.

Oysa gerek BT gerekse RR tohumlarda pestisit kullanım azalması, sadece o tohumların ekimine başlanmasından sonraki ilk iki yıl içinde izlendi. Sonrasında her türlü pestisit kullanımı gitgide arttı. RR tohum ekilen tarlalar etraflarıyla beraber neredeyse RoundUp ile sürekli yıkanır duruma geldi. Çünkü artık traktörlerin bile sökemediği ot öldürücülere dirençli yeni süper-ot'lar türedi ve bunlar GDO'lu tarlalardan bağımsız olarak artık her yerde çoğalmaya başladı. Çevreye karışan yüz binlerce ton RoundUp ve başka pestisitlere ilaveten GDO'lar sebebiyle çevreye yayılan süper-ot'lar topyekün GDO camiasının dünyaya bir başka hediyesi oldu.

Bazı zararlıları öldürsün diye bitkinin her bir hücresine yerleştirilen BT toksin de artık o böcekleri öldüremiyor. Toksine direnç kazanan yeni böcek nesilleri yine GDO camiasının ilave bir hediyesi olarak çevreye yayıldı bile. Baş etmek için ilaveten eskisinden de çok böcek öldürücü zehirler püskürtülüyor. Artık insanlara hem BT toksin içeren hem de pestisit kalıntılı yiyecekler yedirilmeye çalışılıyor.

Sonuçta, hali hazırda GDO'lar dediğimizde söz konusu olan;

ne menem bir şey olduğu Kartegena protokolü tarafından ele alınan, ABD kaynaklı 4-5 küresel şirketin mikroorganizma genlerini bitkilere transfer etmek suretiyle yarattıkları ve doğada kendi kendine oluşması olanaklı olmayan, patentli, ABD devletinin dış politikasında başka ülkelerin gıda ve beslenmelerini kontrol etmek adına çok önemli (belki de en önemli) misyon biçilen ve bu yüzden sadece 4-5 şirketin organizasyonu, basın ilişkileri, lobi gruplarıyla da sınırlı kalmayıp ABD dışındaki tüm resmi, gayrı-resmi, sempati grupları dahil tüm misyonlarıyla, her ölçekte ve her platformda, yukarıda uzun anlatılan BT ve RR tohumların, bunlardan üretilmiş yiyeceklerin ülkelere serbestçe girişi, zorluk çıkaranların engellenmesi, yoğun karşı propoganda yapılması suretiyle kamuoyu tepkisinin elimine edilmesi, her yol mübah olmak üzere uygulanan bir GDO işgalidir.

Bu işgalin neferlerine merkezi olarak çeşitli araçların hazırlanmış olduğunu görüyoruz, gördüğümüzde de tanımlaması zor olmuyor.

Kamuoyunda en çok kullanılanlardan biri, "GDO'lara karşı çıkanlar genetik bilimine, insanlığa olası faydalarına da karşı çıkıyorlar" söylemi. Bir başkası da havuçlu pirinçten oluşan temcit pilavı. Havuçlu pirinç gelecek dünyadaki çocuklar hem doyacak hem de besin yetersizliğinden kurtulacak havucu :)

Halen böyle doyup besin eksikliğinden kurtulmuş bir çocuk mevcut değil. Ama ne gam, havuçlu pirinç gelecek ya, milyonlarca ton BT toksini içeren mısırı, RoundUP ile yıkanmış mikroorganizma geni aşılanmış soyayı, BT pamuğu vs. kabullenmeliyiz, çevreye olan kötü ve geri döndürülemez kalıcı etkilerini görmezden gelmeliyiz, RoundUp'ın yağmur olarak yağmasına ses çıkarmamalıyız. Bu tohumlar için ülkelerin oluk gibi varlık kaynaklarının da 4-5 firmaya akmasına tabii ki ses çıkarmamalıyız. Beklenen böyle bir şey.

MeyveliTepe 16-12-2013 20:57

http://www.youtube.com/watch?v=tgUmW5ZwkGU&feature=player_detailpage

Adalet Yağcı 22-01-2014 13:47

Bir kaç yıl önce nette, Chemtrails'in uçaklarla yer yüzüne püskürttüğü ALUMINUM, BARIUM, MORGELLONS ile ilgili iddialarını hayretle okumuştum.
İnsanlığın kendisini yok etmekte neden bu kadar ısrarcı olduğunu anlayabilmek mümkün değil.
Şehir efsanesi mi?
Siz karar verin.

facebook'ta takip ettiğim 'Türkiye Chemtrails Takipçileri' sayfasının iddialarını olduğu gibi aktarıyorum.




Kodaman Ismail tarafından Türkiye Chemtrails Takipçileri'

Gıda amaçlı genetiği değiştirilmiş (GD) ürünlerin ithalatı için yapılan başvurulara son olarak Tüm Gıda Dış Ticaret Derneği’nin (TÜGİDER) üç çeşit GD soya ithalat başvurusu da eklenince hepimiz nefeslerimizi tuttuk, Biyogüvenlik Kurulu’nun kararını bekliyoruz.

Onaylandığı takdirde, etiketlerde de belirtilmeyeceğini düşünmek gerçekten tüyler ürpertici. Ne ile karşı karşıya olduğumuzu iyice kavrayabilmek için GDO’nun ne olduğunu bilmek kadar, bunun arkasında yatan ekonomik ve politik gerçekleri öğrenmek de gerekli. GDO’nun gerçek amacı küresel gıda tedarikini kontrol altına alabilmek, yani bu bir ekonomik ve politik hakimiyet meselesi. En büyük biyoteknoloji şirketleri Monsanto, DuPont, Syngenta -bir Novartis şirketi- ve Bayer genetiği değiştirilmiş tohum pazarının neredeyse %100’ünü ve haşere ilacı/pestisit pazarının %60’ını ellerinde bulunduruyorlar. Yeni şirket satın alımları sayesinde de ticari tohum pazarının %23’üne hakimler.

Araştırmalarım sırasında çoğu zaman bana “yok artık!” dedirten, Superman ya da Batman filmlerindeki dünyayı ele geçirme planları yapan şeytani kimyagerin komplolarını aratmayan ekonomik, politik ve sosyal boyutlarından önce gelin hep beraber bir dönem GD tohumların %90’ını üreten, biyomühendislik alanının en büyük şirketi Monsanto’nun kendi tarihsel “DNA”sına bir bakalım.

1901 – John Francis Quenny satın alma elemanı olarak çalıştığı bir toptan ilaç şirketinden ayrılıp, o günlerde sadece Almanya’dan ithal edilebilen sakarinini ABD’de üretmek için çok ufak bir sermayeyi borç harç toplayarak Monsanto Chemical Works şirketini kurar. Her ne kadar Alman karteli fiyatları düşürdüğü için ona zor günler yaşatsa da, kendi gibi çok yeni, sadık bir müşteri olan Coca-Cola sayesinde ayakta kalır. İşleri yolunda giden Monsanto, ürün yelpazesini vanilya, kafein, sakinleştiriciler ve laksatifler ekleyerek genişletir.
1917 – Monsanto Aspirin üretimine başlar ve kısa sürede dünyanın en büyük Aspirin üreticisi olur. Birinci Dünya Savaşı sırasında da Avrupa’dan kimyasal madde ithalatı durunca, kimya sanayinde yerini sağlamlaştırır.

1920 – Şirketin başına oğlu Edgar’ın geçmesiyle ürün yelpazesi daha da genişler: Plastik, reçine, kauçuk, yakıt katkı maddeleri, yapay kafein, endüstriyel sıvılar, vinil kaplama, bulaşık deterjanı, fosfor, anti-friz, sülfürik asit, erbisit, pestisitler (Mona Lisa tablosunu koruyan cam bile bir Monsanto ürünü!).

1935 – PCB üretimine başlar. [Poliklorlu bifeniller, UNEP (Birleşmiş Milletler Çevre Programı) Kimyasallar Birimi tarafından hazırlanan ve Stokholm Sözleşmesi’nde çevre ve insan sağlığına olumsuz etkilerinden dolayı kullanılmasına yasaklama ve sınırlama getirilen 12 adet kalıcı organik kirleticiden (KOK) biridir. Hava, su ve toprakta farklı derecelerde biriken PCB, aşırı ısınmaya ve ateşe dayanıklı olduğundan özellikle izolasyon, elektrik devreleri ve elektrikli aletlerde kullanılmıştır. Yağ oranı yüksek besinlerle, yüzey toprakları, içme suyu ve yeraltı suyuyla, elektrikli alet üretim yerleri gibi kapalı ortamlarda inhalasyon ve deri yoluyla vücuda alınabilen PCB’nin, bağışıklık sistemi toksitesine, endokrin yapısında bozukluklarına, anne sütünde birikme sonucunda bebeklerde mutasyona yol açtığı ve kanserojen etkilere sahip olduğu belirlenmiştir.]

1940 – Monsanto polistiren (strafor) ve sentetik elyafın yanında DDT de üretmeye başlar. [DDT: Kolayca vücut dokusundaki yağlarda çözülen ve gıda zincirinde biriken, çok zehirli ve kuvvetli bir böcek ilacıdır. Balık ve kuş da dahil olmak üzere, birçok hayvan türünün soyunun tükenmesine yol açacağı belli olunca, 1970’lerde yasaklanmıştır.]

1943-1948 – Monsanto Dayton, Ohio’da Manhattan Project için yani ilk atom bombası için uranyum üzerine araştırmalar yürütür. Dayton Project’in başındaki Dr. Charles Thomas bombanın ilk test patlaması sırasında hazır bulunur ve daha sonra Monsanto’nun yönetim kurulu başkanı olur. Monsanto, 1980’lere kadar Mount Project adı altında federal hükümet için yine Ohio’da bir nükleer santral işletir.

1948 – 2,4,5-T adını verdiği ve ileride meşhur Agent Orange’ın üretiminde kullanılacağı, çok güçlü bir herbisit üretimine başlar. Bu sırada dioksin adlı bir kimyasal yan ürün ortaya çıkar. [Dioksin: kalp ve karaciğer hastalıkları, üreme ve gelişme bozukluklarına yol açan çok toksik bir kimyasal maddedir. Çok küçük miktarlarda bile çevre ve vücutta biriken dioksin, 1997’de Dünya Sağlık Örgütü tarafından kanserojen olarak sınıflandırılmıştır.]

1949 – Monsanto fabrikasındaki patlama; dioksinli 2,4,5-T’nin çevreye yayılmasına yol açar. Her ne kadar 1971’de bu maddenin üretimini durdurmuş olsa bile, 2004’te on binlerce kent sakini adına açılan bir grup davası sonucu Monsanto tıbbi bakım, temizlik ve para cezasına mahkum edilir.
1954 – Bayer’le birlikte poliüretan üretimine başlar.

1955 – Lion Rafinerisi’ni satın alarak petrol esaslı gübre üretimine başlar.
1959 – Monsanto yüksek teknoloji endüstrisi için saf silikon üretimine başlar.
1960-1970 – Monsanto, Vietnam Savaşı sırasında ABD askeri güçlerinin Vietnam, Doğu Laos ve Kamboçya’nın bazı bölgelerine kullandıkları herbisit ve yaprak dökücü (2,4,5-T ve dioksin içeren) Agent Orange’ın en önemli üreticilerinden biridir. [ABD’nin Agent Orange’ı kullanma amacı kırsal ve ormanlık arazilerde yaprak dökerek gerillaların saklanmalarını engellemek ve gıdasız bırakmaktı.

Ayrıca köylülerin gıda kaynaklarını azaltarak, ABD’nin kontrolü altındaki kentlere göç ettirmek de istiyorlardı. Spreyleme işleminin büyük kısmı havadan, bir kısmı da kamyon ve teknelerden yapıldı. 1962 ve 1971 yılları arasında sırasında ABD yaklaşık 75.770.000 litre Agent Orange kullandı. Vietnam Dışişleri Bakanlığı'na göre 4,8 milyon Vietnamlı Agent Orange’a maruz kaldı, 400.000 kişi öldü, 500.000 çocuk sakat doğdu ve düşük oranları arttı. Amerikalı gaziler de kendi paylarına düşen ciddi sağlık sorunları yaşadılar. Ekolojik denge bozuldu, bölgelerin yeniden ormanlaştırılması çok zor ya da neredeyse imkansız bir hal aldı. Harvard’lı bir biyolog aynı bölgede spreylenmemiş iki ormanda 145 ve 170 kuş türü ve 30 ve 55 memeliye karşı, spreylenmiş bir ormanda 24 kuş ve beş memeli hayvan türüne rastladı. Bu da yetmezmiş gibi, bugünlerde Monsanto Vietnam’a bu sefer GDO’ları ile girmeye çalışıyor!]

1968 – LED seri imalatı yapan ilk şirket olur. 1970’lerden itibaren biyoteknolojiye ağırlık vermeye başlayan Monsanto, ileride en büyük silahı olacak Roundup herbisitinin aktif maddesi glisofat molekülü geliştirir ve patentini alır ve 1973’te Roundup’ı piyasa sürer.

1976 – Cycle-Safe adıyla dünyanın ilk plastik gazlı içecek şişesini üretir. Şişe, bir yıl sonra kansere yol açma riskinden dolayı yasaklanır.
1982 – Monsanto ilk defa bir bitkinin genetiğini değiştiren şirket olur. GDO’lu pamuk, soya, mısır ve kanola geliştirmeye başlar.

1985 – Monsanto aspartam patentini elinde bulunduran G. Searle’ü satın alır, NutraSweet Company adlı ayrı bir şirket açar ve aspartam işini 2000 yılında satana kadar buradan yürütür.

1994 – Monsanto yeni bir teknoloji geliştirir ve ineklerin daha fazla süt vermesini sağlayacak bir büyüme hormonu olan Posilac’ı (rBST/rBGH) piyasaya sürer. BST hormonu ve genetiği değiştirilmiş koli basilinin genetik mühendislik yöntemleriyle birleştirilmesiyle üretilen Posilac hayvanların sağlığını bozduğu gibi, elde edilen süt de insanlarda da meme, ilik ve prostat kanserine yol açabildiği için Kanada, Avustralya, Japonya ve Avrupa Birliği de dahil olmak üzere 27 ülkede yasaklanır. Monsanto Posilac’ı 2008’de Eli Lilly and Company’ye satar.

1996 – İlk biyoteknolojik mahsulü Roundup Ready Soya ve haşerelere dayanıklı biyoteknolojik pamuğunu tanıtır.
1997 – Monsanto yeni ürünleri GDO’lu Roundup Kanola, Pamuk ve Mısır’ı satışına başlar. 1997 ve 2002 arasında şirket birleşme ve bölünmeleriyle (kimyasal madde operasyonlarını Solutia adlı bir şirketine devrederek), Monsanto bozuk sicilli bir kimyasal madde devinden bir biyoteknoloji devine dönüşür. Kurumsal geçmişinde hiçbir kimyasal maddeden bahsetmediği gibi artık kendini tertemiz bir “hayat bilimleri” ve “tarım şirketi” olarak tanıtan Monsanto’nun kimyasal maddeleri hakkında açılan tüm davalar da Solutia’ya aktarılır. 2002’de Solutia, PCB fabrikasının bulunduğu Anniston, Alabama’da toprak ve suyu kirlenmekten suçlu bulunur ve 20,000 kişiye 600 milyon dolar ödemeye mahkum olur. 2003’de Solutia iflasını ilan eder.

1998 – Monsanto-Cargill ortak girişimi en ileri genetik teknolojiyi dünyanın en büyük gıda işleme ve dağıtım şirketiyle bir araya getirir.
2000 – Monsanto Pharmacia ve Upjohn ile birleşir.
2001 – Dünyadaki tüm GDO’lu mahsullerin %91’i Monsanto’ya aittir.
2004 – Monsanto American Seeds’i kurar ve şirket alımlarına başlar. 2005 yılında 1,4 milyar dolara dünyanın en büyük sebze ve meyve tohum şirketlerinden Seminis’i satın alır.

2007 – 1,5 milyar dolara önemi bir pamuk tohumu üreticisi Delta & Pine Land Company’yi satın alır. [Bu şirketin önemi, üç steril tohum ya da diğer adlarıyla Terminatör Tohum ya da İntihar tohumu patentinin sahibi olmasıdır. Bir sonraki yıl kullanılamayan bu tohumların satışına henüz için çıkmamış olsa da, yakın bir gelecekte çıkacağına kesin gözüyle bakılmakta. Ayrıca, 2001-2006’da D &PL’in Türkiye’deki şirketi Türk Delta Pine’ın hükümet raporları ve sertifikasyonları elde etmek için Türkiye Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı bazı çalışanlarına yaklaşık 43 000 dolar rüşvet verdiği ortaya çıkmıştır. D & PL ve Turk Deltapine ABD’de 300 000 dolar ceza ödemeye mahkum edilmiştir.]

2008 — Rakipleri tarafından tohum endüstrisinde tekel kurmakla suçlanan Monsanto, 546 milyon Euro’ya Hollandalı hibrit tohum şirketi De Ruiter’i ve bazı şeker kamışı üreticilerini satın alır. Bugüne kadar tohum şirketleri satın alımında harcadığı miktarın 30 milyar doları geçtiği söylenmekte.
2009 – Şirket, 11,7 milyar dolar net satış yaptığını ve 2,1 milyar dolar net gelir ilan eder.

2010 – Forbes dergisi tarafından “yılın şirketi” seçilir.
2011 – Monsanto’nun 2010 yılı net satışı 10,5 milyar dolar, net geliri ise 1 milyar dolar olarak açıklanır. 2009 yılına göre %50’lik bu düşüş, Roundup patentinin süresinin dolması ve rakiplerin jenerik herbisitleri daha ucuza piyasa sürmüş olmalarından kaynaklanmaktadır.

Bugün, dünyada GDO’lu mahsüllerin %80’i Monsanto’ya ait bir gen içermekte. Şirketin Roundup’ı ise dünyada en çok satan pestisiti, Roundup’a dayanaklı tohumlarıyla da Monsanto bir tekel oluşturmuş durumda. Monsanto’nun bu “sabıkalı” kronolojik geçmişinin ardından, önümüzdeki günlerde bu çokuluslu devin girift politik bağlantılarından, Monsanto tohumu satın alıp ekmenin, sosyal ve ekonomik sonuçlarını ve şirketin dünya gıda stokunu kontrol ederek, doğa ve dünya üzerinde nasıl bir hakimiyet kurmaya çalıştığından bahsedeceğim. O güne kadar, henüz izlemediyseniz, “The World According to Monsanto” belgeselini izlemenizi tavsiye ederim.

Adalet Yağcı 22-01-2014 13:56

Chemtrails'i Yakından tanıyalım.

Chemtrails, Uçakların arkasındaki şeritler, spreyleme, Kimyasallar, HAARP!

Bu tarz karakteristik uçak izi görüntülerini defalarca izledim.
Gerçekten de izlerin altına doğru sarkan kısımlarda gök kuşağı renginde, baryum tuzları ve alüminyum parçacıklarının neden olduğunu düşündüğüm parlak bir oluşum gözlemledim.

Ara sıra başımızı gökyüzüne çevirip, "yukarıda neler oluyor" diye bakmakta fayda var.

birnefestoprak 24-01-2014 19:55

2 Eklenti(ler)
Gectigimiz hafta GDO karsiti kampanyanin onde gelen isimlerinden olan ve Institute for Responsible Technology'nin kurucu yoneticilerinden Jeff Smith, burda lafi dolandirmadan dogrudan soze girerek 'GDO'nun insan sagligi uzerinde olusturdugu belgelenmis riskler' konulu bir sunum yapti. Hem icerik hem de Smith'in cok iyi bir konusmaci olmasi bakimindan sunumdan cok mutlu ayrildik.

Ilgilenenlere yazari oldugu Seeds of Deception kitabini ve yapimini ustlendigi Genetic Roulette: The Gamble of Our Lives filmini siddetle tavsiye ederim.

oz26 17-06-2014 00:07

GDO'larla ilgili yoğun bilimsel sansür var

Ezgi BAŞARAN’ın Purdue Üniversitesi’nden Prof. Don Huber ve Tufts Üniversitesi’nden Sheldon Krimsk ile söyleşisi…


… Geleneksel bitki yetiştirme yöntemi mahsulün miktarını ve kalitesini artırır, genetik mühendislik değil.

… Genç bilim insanları için GDO’larda toksin bulmanın cezası var.

… Genetik mühendislik sonucu elde edilmiş ürünler üzerinde mülkiyet hakkı kurulabiliyor. Dolayısıyla ürünün ‘sahibi’ olan şirketler onlar üzerinde test yapılmasını, negatif sonuçların yayınlanmasını yasaklar. Zaten iş GDO’lara geldiğinde yoğun bir bilimsel sansür var. Şöyle bir laf var: ‘Genetik mühendislik bir din statüsüne erişti, o yüzden güvenliğini test eden çıkmıyor.’

… GDO’ların zararlı olduğuna dair ciddi araştırmalar mevcut fakat bu araştırmalar menfaat sahipleri tarafından ya çamurlu sulara gömülüyor ya da sansürleniyor… Aslına bakarsanız son 20 yılda GDO’ların toksin değerleriyle ilgili uzun soluklu sadece iki araştırmanın yapılmış olması suç kabul edilmeli.

…Buna para, siyaset ve güç denir. ‘Eğer siyaseti kontrol ederseniz, ekonomiyi kontrol edersiniz. Eğer tohumu kontrol ederseniz, insanları kontrol edersiniz’ diye bir söz var.

Ticari amaçla üretilen ve tarımda kullanılan GDO’ların yüzde 90’ından fazlası yarardan çok zarar yarattı. Böcek ve zararlıların direncini arttırdı. Çevre, mahsül, hayvan ve insan sağlığı için şu anda bir tehdit oluşturuyor.

…GDO’ların çıkış noktası hiç bir zaman açlığı önlemek değildi. Başlangıçta böceğe dirençli tohumlar böcek ilacı kullanımını azaltmıştı. Fakat bu tohumlar böceklerin direncini artırdı ve şimdi çiftçiler onlara karşı yeniden ilaç kullanmak zorunda kaldı.

… Bazı araştırmacılar hayvanlar üstünde yaptıkları deneylerde GDO’ların zararlarını tespit etti ama GDO yanlısı cemaat hemen bu araştırmaları değersizmiş gibi gösterdi. Ne zaman negatif bir araştırma çıksa hep bir ağızdan bunu yapıyorlar… Hükümet de bunları ne test ediyor ne de denetliyor.



GDO'larla ilgili yoğun bilimsel sansür var - EZGİ BAŞARAN - Radikal

İsmail Kuzucu 08-11-2014 22:23

1 Eklenti(ler)
Ülker Hero Baby Mamasında GDO, ekranlara hiç yansımayan bir bilgi olsa gerek..

Eklenti 525665

Oğuz Karsan 06-01-2015 13:11

Merhaba,

Okuduklarımdan anladığımı özetlersem;

Çok uluslu şirketler, Dünyanın artan nüfusunu besleyebilmek bahanesiyle başlattıkları tohumların genleriyle oynayarak daha verimli ürün elde etme aldatmacasıyla, bir taraftan sağlığımızı bozmayı başardıkları gibi, diğer taraftan da kartelleşmiş kardeş kimya firmalarına araştırmaları için büyük bir pazar sunarak geleceğimizin gıdalarını tehlikeye atmışlardır.

Bu oyunlarını bozmak için gereken alt yapı ve bilgiye de sahip olamadığımız da bir gerçek. Ne kadar güçlü olmaya çalışsak da tahminimizden daha uzun bir süre onların emperyal planlarının parçası olmaya devam edeceğimiz muhakkak.

Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün "Mutlaka Muassır medeniyetler seviyesine çıkmalıyız" sözünün anlamını daha iyi anlamış bulunuyorum.

Saygılar

MeyveliTepe 23-03-2015 23:01

Round Up Ready GDO'lar ile birlikte çok yoğun kullanılan glyphosate aktif maddesi Dünya Sağlık Örgütü Uluslararası Kanser Araştırma Ajansı tarafından malathion ve diazinon aktif maddelerinin yanı sıra "probably carcinogenic to humans (Group 2A)" (İnsanlara muhtemelen kansorejen" olarak yeniden sınıflandırıldı.

Bu grubun açıklaması şöyle:

Grup 2A, sıfnıflandırılan ajanın (glyphosate) insanlarda muhtemelen kansere sebep olduğu anlamında. Bu kategori, söz konusu ajanın insanlarda kanser yaptığı konusunda sınırlı miktarda delil olması, ancak hayvanlarda kanser yaptığında yeterli miktarda delil mevcut olduğunda kullanılıyor. "Sınırlı delil" ise söz konusu ajana maruz kalan insanlarla bu insanların kansere yakalanmaları arasında pozitif ilişki gözlenmesi durumunda ifade ediliyor.

Kaynak: http://www.iarc.fr/en/media-centre/i...hVolume112.pdf

Glyphosate diğer içeriklerden daha çok daha fazla önem taşıyor çünkü başta GDO'ların yetiştirilmesi olmak üzere dünyada en çok kullanılan ot/bitki öldürücü içerik. Hemen hemen yenen her şeyin içine girmiş durumda, öyle ki güney avrupada yağan yağmurda, insanların idrarlarında dahi bu içeriğin varlığı saptandı.

Biz Türkiye'de bu içerikten muaf değiliz maalesef. Ülkemizde de en çok kullanılan ot ilacı (Round up) bu içeriktedir.

MeyveliTepe 26-03-2015 00:24

Glyphosate ile ilgili peş peşe yeni bulgular geliyor. Bu içerik halen dünyada en çok kullanılan ot öldürücü (herbisit), öyleki neredeyse her yer glyphosate'a bulanmış durumda.

Genetiği değiştirilerek glyphosate'ın öldüremediği GDO'lu mısır, soya ve kanola tarlalarında bu içeriğe direnç gösteren süper otların türemesi ve yayılmasından sonra 2,4-D ve Dicamba aktif maddelerine dirençli yeni GDO'lu tohumlar yapıldı. Bu sayede glyphosate'a dirençli otların görüldüğü alanlarda 2,4-D ve dicamba içerikli ot öldürücüye dirençli GDO'lar ekilecek ve bu ot öldürücüler kullanılarak otsuz tarım yapılacaktı.

Çok yeni yayınlanan bir araştırmada, glyphosate, 2,4-D ve dicamba'nın canlılarda e-coli ve salmonella bakterilerine karşı kullanılan antibiyotikleri etkisiz hale getirdiği anlaşıldı.

Kaynak:study-links-widely-used-pesticides-to-antibiotic-resistance

çamkokusu 03-07-2016 17:26

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi malina (Mesaj 613910)
Hangilerinin GDO'suz olduğunu yazan bir liste elinizde olsa, alışverişinizi buna uygun yapmak için zaman harcar mısınız?

Elimde neyin zararlı olduğunu gösteren güvenilir bir liste olduktan sonra yaparım tabii.Organizasyon ne durumda?Güncel bir liste oluşturabildiniz mi?

MeyveliTepe 23-10-2016 18:36

1 Eklenti(ler)
Eklenti 630918

Buğday sebebiyle gluten allerjisi ve gluten hassasiyetlerinin son yıllarda çok arttığını duyuyoruz. Öyle ki, acaba gizlice GDO'lu buğday yapıldı da bu sebeple mi buğday sebebiyle akut allerji vak'aları çok sık görülmeye başlandı diye merak edenler olmuş.

Sonuç, hayır, buğdayda gizli tutulan bir GDO hadisesi yok ancak sebep daha da dehşet verici. Sebep gluten allerjisi filan değilmiş.

Konvansiyonel buğday üreticileri tarladaki buğdayın büyük kısmı hasata geldiğinde tüm tarlaya round-up (glyphosate) uyguluyorlarmış. Böylece bir kaç gün içinde tarladaki tüm buğday bitkisi ölüyor, ölürken de can havliyle henüz olmamış tohumlarını olgunlaştırıyorlarmış. Bu sayede çiftçi daha yeknesak, kısmen de daha fazla ürün alıyormuş.

Bunun başka bir sonucu ise hasattan sadece bir kaç gün önce yapılan uygulama sebebiyle elbette hasat edilen buğdayda çok yüksek bir glyphosate kalıntısı oluyor. Bazı ülkelerin çoktan yasakladığı glyphosate ülkemizde her yıl tonlarca satılıyor. Ülkemizde buğday hasatı öncesi tarlaya uygulayıp uygulamadıklarını bilmiyorum. Muhtemelen yapan vardır, üstelik yasak olduğunu da sanmıyorum, ancak ne oranda olduğunu bilmiyorum.
Başta alzheimer, otizm, kalp hastalıkları, sindirim sistemi hastalıkları, kanser vb. kronik hastalıklarla ilişkilendirilen glyphosate maddesinin yağan yağmurda, insanların idrarında bile bulunmasına şaşmamak lazım.

Kaynaklar:
The Real Reason Wheat is Toxic (it's not the gluten) | The Healthy Home Economist

The Real Reason Why Wheat is Toxic to the Human Body Will Shock You! (It’s NOT the Gluten!) - ORGANIC AND HEALTHY


Forum saati Türkiye saatine göredir. GMT +2. Şu an saat: 12:34.
(Türkiye için GMT +2 seçilmelidir.)

Forum vBulletin Version 3.8.5 Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0
agaclar.net © 2004 - 2025