![]() |
Alıntı:
|
Alıntı:
Anladığım kadarıyla bu 2,4-D ilacı dünyada bol miktarda kullanılıyor. Neredeyse tüm ülkelerde kullanımına onay verilmiş. Zaten kullanılıyor. Şimdi bir firma çıkmış, diyor ki... ben bu herbisite dayanıklı soya fasülyesi yaptım. Siz bu 2,4-D'yi kullansanız bile sadece zararlı otları öldüreceksiniz, fasülyelere bir şey olmayacak! Peki, güzel! Burada şöyle bir risk ortaya çıkıyor. Bu tohumu kullananlar 2,4-D'yi endişe etmeden kullanabilecekler. Dolayısıyla gerekenden fazla 2,4-D kullanılabilir. Evet, doğru! Peki bu 2,4-D dayanıklı fasülyeleri GDO ile değil de, normal melezleme yoluyla veya doğadan ıslah ederek elde etseydik sonuç değişir miydi? Açıkcası sanmıyorum. Demek ki aradaki tek fark birinde bitkiye bir gen sokuşturulması. Biraz araştırınca melez tohumların ciddi çevresel sonuçlar doğurabileceğini gördüm. Özellikle bunlarda kullanılan mantar ilaçları, antibiyotikler veya hormonların dikkat çekici etkileri olmuş. Pazara gittiğimde gördüğüm ürünlerin çok ciddi bir kesimi hibrit tohumlardan elde edilmiş. Herhangi bir tohum satıcısına baktığımda satılan 10 tohum cinsinden 6-7 tanesi hibrit. Burada neden "HİBRİT İSE BİLMEK HAKKIMIZ!" şeklinde bir başlık açılmadığı soru işareti oluştu bende. **************************** Bazı kişilerin Organik Tarım fanatiği olması anlaşılabilir bir şey. Ancak markete gittiğimde kilosu 1TL'ye satılan sulu, lezzetli, iri, dayanıklı domates varken, kilosu 5TL'ye ezik, büzük, kolay çürüyen domatesi kimin satın alacağını da merak etmiyor değilim. Bu arada bazı kişilerin "markette satılan domatesin tadı mı var?" dediklerini duyar gibiyim. Çok haklılar! Ama ben aynı domatesi bahçede yetiştirdiğimde markette satılan organik domatesten bile lezzetli oluyor. Demek ki sorun tohumda değil, pazarlanma şeklinde. (olgunlaşmadan toplanması vs.) ****************************** Şimdi sizin Prof.Alvarez Boyll yazışmasına dönecek olursak, diyorsunuz ki; "Bu konudaki bilim adamlarının %90'ı yalancıdır, çıkarcıdır, firmaların adamıdır. Bakın zavallı kadını ne hallere düşürmüş, makalesini 2 sene yayınlatmamışlar." İyi de nasılsa eninde sonunda yayınlanmış. Kendisine rica etsem sorar mısınız: Yayınlanması için mafya veya başka bir örgütten yardım mı almış? Bilim dünyasının da zaman zaman önyargıları olabilir. Örneğin küresel ısınmayla ilgili ortaya çıkan önyargı gibi... Ama her zaman karşıt fikirler olur ve bunları bugünün teknoloji çağında engellemek imkansız gibi bir şeydir. Mutlaka bir yerlerden patlak verir. Herşey bir yana, firmaların asla engelleyemeyeceği, dolaylı etkilere yönelik yapılan pek çok çalışma mümkündür. Şimdi sizin bakış açınızdan bakarsak, sayın Odeh'in ithal edilecek tohumlarla ilgili verdiği bir haber linki vardı. Bunu inceleyen bilim kurulu 9 başvurudan 6 tanesini reddetmiş, 3 tanesini onaylamış. Ben bu adamları nereye koyacağımı bilemedim. Bunlar firmaların adamı mı? 3 tohuma onay vermişler. O zaman diğer 6 sını niye reddetmişler? |
Alıntı:
|
Bayer'in Liberty Link isimli genetiği değiştirilmiş pirinci 2006 yılında civardaki pirinç tarımı yapılan tarlalardaki pirinci kirlettiği için 11bin çiftçi tarafından dava edildi ve 2011 yılında $750 milyon tutarında cezaya çarptırıldı.
|
"2,4-D" yi araştırırken Agent Orange'a da rastladınız mı bilmiyorum.
Alıntı:
Bu olsa olsa, bir kaç yıl boyunca çok yoğun 2,4-D'ye maruz bırakılan fasulyelerde olabilir. Aynı Round Up'a direnç kazanıp tüm Amerikayı işgal eden pigweed gibi. Round Up'ın, RR GDO tohumlar yüzünden her yıl bir öncekinden fazla kullanılıp bu güne geldiği düşünülürse, 2,4-D zehiri de gitgide artan ölçülerde kullanılacak. Bunun sonunda da belki şu meşhur pigweed fazladan bir de 2,4-D direnci kazanacak. Burada endişe edilmesi gereken tabii ki pigweed'den çok 2,4-D olsa gerek. Bu aktif maddenin geçmişteki ünü pek de iyi değil sanki. |
Alıntı:
Elimdeki 50'den fazla atalık domates tohumunun (ki bazılarının 300 yıllık tarihi var) en vasatı hibrit tohumlardan çok daha lezzetli domates verir. Hepsinin farklı özellikleri vardır. Bir yerde iyi ürün vermesi için önce orada yerelleşmesi gerekir. Yerelleşenler herhangi bir hibridden daha da verimli olur. Her birinin farklı aroma, lezzet ve dayanıklılıkları vardır. Söz gelimi, bendeki bir çeşit sertliğini bir ay muhafaza edecek kadar dayanıklıdır. Hepsinin farklı toprak, besin, su isterleri vardır. Hibrid tohumlar, bana göre GDO endüstrisinin tohum tekelleştirmesindeki bir önceki aşaması. Yine az sayıdaki şirketin, yine gıdaya hakim olma ekonomisi içinde hibridler yaratıp, yine çiftçiyi her yıl yeniden tohum satın almaya mahküm etme taktiği idi. Oysa, her ihtiyaca göre ve her ortama göre yerel tohum var (hibridlerle tohum ıslahını biribirine pek karıştırmamak gerekir). |
Alıntı:
Ama Agent Orange'da asetik asit de var. Bildiğimiz sirkede bulunan asit... Bu yüzden sirkeden vazgeçmiyoruz. Ayrıca okuduğum kadarıyla, asıl sorumlu tutulan madde dioxin, 2,3,7,8-tetrachlorodibenzodioxin (TCDD). Aksi halde 2,4-D böyle fütursuzca ve yaygın olarak kullanılmaya devam edilmezdi. Öyle değil mi? Dirençli fasülye nasıl ıslah edilir bilmiyorum. Uzmanı değilim. Demek ki gen teknolojisiyle bunun daha kolay olduğunu düşünmüşler. Ama benim vurguladığım husus bu değil... eğer hibrit fasülye ile bu mümkün olsa yine karşı çıkılacak mıydı? Onu soruyorum. Çünkü burada asıl hedef sapıyor. Bir bitkinin özelliklerinin değiştirilmesi mi bizi rahatsız ediyor, yoksa bu işlemin gen teknolojisi ile yapılmış olması mı? Siz çok dolaylı bir yolla bu teknolojiyi sorumlu tutuyorsunuz. 3-5 sayfadır çok çeşitli sorular dile getirdim. Yazdıklarımla ilgili pek çok karşı görüş ve itiraz yazıldı. Ama sorduğum sorulara doğru dürüst hiç yanıt alamadım. Burada tarla, bahçe ile uğraşan bu kadar insanın bu soruların yanıtlarını bilmediklerini düşünmüyorum. Ve neden yanıt alamadığımı da anlamış değilim. Son sorularımdan birini tekrar dile getireyim... Neden "Hibrit İse Bilmek Hakkımız" diye bir kampanya yok? |
Alıntı:
Alıntı:
Peki neden hibrit tohumlar bir tehdit olarak algılanmıyor. Bunu çeşitli kereler dile getirdim. Siz de ilk kez bu konuda yorum yaptınız. Alıntı:
Ama ıslah da tohum genetiğini değiştirmenin bir yoludur. Evrim sürecini hızlandırmak ve doğada kendiliğinden var olamayacak bir cins oluşturmaktır. Yöntem tamamen farklı ama sonuç aynı. |
(292 nin son cümlesine istinaden: Gelişen teknoloji, uygulama alanının sonuçlarını yorumlayabilecek zaman bırakmayacak kadar güçlü propaganda yöntemlerini de birlikte getirmekte, icra etmektedir. Pazar ve kazanç neredeyse küresel bir imparatorluk vaadedecek kadar genişlemiş, hükümranlık umudu ve zaferini yakın gösterecek kadar hayatî unsurlara (gıda) el atılmıştır. Bu durum zaten yeterince endişe kaynağıdır.)
|
Alıntı:
Buradan şunu anladım. GDO'lu ürünlerin en fazla zarar verdiği şey bu tohumları üreten firmalar. :) Adamlar 750 milyon dolar tazminat ödemek zorunda kalmışlar. Peki niye, çünkü kontaminasyon olduğunu duyan yabancılar pirinci satın almak istememiş ve pirinç fiyatları düşmüş. Çiftçiler de bu parasal kayıpları için dava açmışlar. İyi olmuş... firmalar artık daha dikkatli davranır. |
Alıntı:
Hibrit ve ıslah edilmiş ürünlere karşı olup olmadığınızı soruyorum sadece. Hadi ıslah edilmişleri de bir yana koyalım. Sadece hibrit olsun. Daha basite indirelim. Burada olduğunuza göre sebze, meyveden benden daha iyi anlıyor olmanız olası. Alışveriş yaparken aldığınız ürünlerin hibrit olmamasına özen gösteriyor musunuz? Bunu takip ediyor musunuz? Risklerini biliyor musunuz? Daha bir de tarım ilaçları ve gübre kısmı var ama henüz oraya gelemedik. |
Araya girmek istemediğimden parantez arasında yazmıştım ancak madem soru sordunuz, yanıtlayayım.
Kaçamak değil aslında. Teknolojik gelişmenin ne getirip götürdüğünü para kazanmayı bir şehirliden çok daha fazla isteyebilecek bir çiftçinin dünyasında değerlendirilmesini isterim. Ne kadar umurunda olacağı konusu tartışılır. Bu durum 4 tarafı da belirgenleştiriyor: Teknoloji sahibi, buna izin veren/vermeyen politik irade, kullanan çiftçi, tüketen yurttaş. Bilim adamlarını bu konuya dahil etmiyorum. Islah ya da hibrite vereceğim yanıtın biyolojik ve teknolojik olarak biraz daha ileri götürülerek transgenik organizmalara bağlanabileceği riskine rağmen; ıslaha evet derim, melez(hibrit) e dengeli kalarak yaklaşmayı tercih ederim. Alışveriş meselesini sormayın, bu konuda tam bir derdim. Çok sevdiğim sebzeyi pek yiyemiyorum. Tavuk ve hamur sıfıra indi diyebilirim. Görünüm ele veriyor büyük oranda. Mesela GDO serbest olsun diyen bir arkadaşımı sivri biberle canına kastedecek şekilde kovalayabilirim. :) Çünkü biber öyle bir şekil almış ki.. Ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Takip bu mertebede. Risk de görsel ve sezgisel olarak edinilen izlenim mertebesinde. Tabi bunlar 1 kişi için geçerli. Sorumluluğu da. |
(Elbette çok olmasa da yaşım gereği dün ile karşılaştırma şansım var, bunu göz ardı etmemek lazım.)
|
Alıntı:
Evet... bunu söyleyebilen en az bir kişi olduğuna sevindim. :p Yine de "hibrit ise bilmek isterim" demeye gerek duymuyorsunuz. Neden? Bu aşamada şunu eklemek isterim. 1980'lerden bu yana GMO (e.coli ve mayalar) tarafından üretilen insülin şeker hastalarında kullanılıyor. 2006 yılından bu yana konvansiyonel yöntemler tamamen bırakılmış. Yani artık tamamen GDO insülin kullanılıyor. Şikayet eden kimse duydunuz mu hiç? :confused: |
Bu biraz NBŞ konusuna benzemedi mi? İnsülin moleküler olarak arî ise önemli değil, genetik kalıntı var mı ya da buna bakılmış mı peki?
|
Bilmek için isteğe de gerek kalmıyor ku, kabak gibi ortada! GDO böyle olmayabilir.
|
Alıntı:
Kastedilen, GDO yararına araştırma yapıyor gibi görünenler. Ona baktık bulamadık, şuna baktık çok iyidir diyenlerin bazıları. Başkaları nasıl buluyor ki o zaman. Hala GDOlar başka bitkilere gen transferi yapmadı, çevreyi etkilemedi diyenler var. Fazladan bitkinin daha iyi gelişmesine de yarıyormuş. Bilseydik BT bakterisini sadece tırtıla sıkmaz, gübre gibi kökten de verirdik. Araştırma kısıtlamalarıyla ilgili bir yorumda bulunmamışsınız. Diyorlar ki, tohum alınırken bir anlaşma imzalanacak. Bu anlaşmada da araştırma kısıtı var. İzin verilmesi lazım. O zaman tohum alıp da araştırma yapanlar izinli araştırma yapıyor anlamına gelmiyor mu? Bakın birisi GDO tohum ekip araştırma yapmış, çevreye ne kadar iyi olduğuna dair makaleler yazmış. O zaman nasıl almış acaba o tohumları? Başka birileri de rahatsız olmuş GDO tohumların ekilmesine tarlayı yakmışlar. Haklı olarak "vandalism" diye şikayet etmiş. Dahası çevreye olan etkileri artık ayyuka çıkmışken. İnsan hiç olmazsa sabit olanları kabul eder de onların üzerinden bir şeyler yapar. [quote]Örneğin meşhur BT genini alaım. Toprakta bulunan Gram(+) bir bakteriye ait bir gen. Hayatınız boyunca bununla hiç karşı karşıya gelmeyeceğinizi nasıl söyleyebilirsiniz? Bağırsaklarımızda dahi milyonlarca bakteri yaşıyor. Bunların bazıları GDO çalışmalarında kullanılan bakteriler.[quote] Biz bu bakteri ile yıllardır iç içeyiz. İsteyin yarım saat sonra resmini çekip göndereyim. Ama bunun geni tek başına dolaşmaz. Tırtıl dışında (kurstaki izolasyonu) zararsız bir bakteridir. Toksini de tırtılın iç organlarında üretir. Tırtıl dışında başka bir yaratıkta da toksin üretmez. Bitkinin DNA'sına çakılan da bakterinin kendisi değil, toksinin kendisi kanımca. Neyse, esas yazmak istediklerim; Alıntı:
İnsanlar, bu aşamada kendilerine dayatılan BT/HT mısır varyetelerinin ve BT/HT soya varyetelerinin doğrudan veya dolaylı yiyecek zinciri içine girmesinin güvenli olduğuna temelden inanmıyor. İnanmamak için de yeterli sebepleri var. Burada esas belirleyici olan da, forumda öyledir, böyledir diye yazdığımız şeyler değil. GDO'lar toplumun besin zincirinin içine gizliden girmeye çalışıyor. Sadece bu bile tepki duyulmasına yeter. Sadece bizim ülkemizde değil, dünyanın hiç bir yerinde, hiç bir yiyecek şirketi, olumlu ayırd edici bir özellik olarak, "benim ürünüm GDO'dur, nasıl da güzeldir" demedi, diyemedi. Çıktığı ülke olan ABD'de "GDO ile GDO olmayan aynıdır" diyerek, GDO'ların GDO olmayanlar arasına gizlenmesini sağladılar. Bir şey gizleniyorsa insanlar, "gizleniyor, (kaba tabirle) demek ki var bir b.kluk" diye düşünürler. Nitekim bu güne kadar ortaya çıkanlar insanların kuşkularını azaltmadı, arttırdı. Hali hazırda yiyecek zincirine giren GDO'lar hiç bir zaman tüketicinin yararına, sağlığına vb. bir kaygı taşımadı. Sadece patent sahibi şirketlerin yararına, bir kâr makinası gibi çalıştı. GDO'lar hep sahipli idi. 2-3 şirket ve bunlarla bütünleşmiş bir devletin dünya politikasını oluşturdu. Başta Dünya Ticaret Örgütü olmak üzere, evvelce yapılmış, ülkeler arasındaki ilişkileri düzenleyen anlaşmalar kullanılarak dünyaya pompalanmaya çalışıldı. İnsanlar bunların detayını bilmese bile genel hatlarıyla biliyorlar. Bu bile tek başına "ne oluyoruz" demeye yeter. Tohum yaşamı temsil eder. Tohumun bir sahibinin olması bile yeterince itici bir şey. İnsanlar bunun farkında. Ülkemizde olan bitene bakalım. Senelerce milyonlarca ton GDO mısır ve soya girdi ülkeye. Yiyecek şirketleri ser verip sır vermeden yedirdi bunları insanlara. Sonra bir yönetmelik çıktı, kadük oldu. Sonra AB mevzuatı paralelinde kanun ve devamında bir yönetmelik daha çıktı. Hatırladığım kadarıyla altı ay kadar bekleme süresi koydular. GDO ithalatı devam etti. kanun ve yönetmelik devreye girdiğinde, hiç bir yiyecek kutusunun üzerinde GDO'ludur yazmadı. Oysa miktarı belirsiz GDO girdi stoku vardı. Aslında soya ve mısır ithalatı hiç hız kesmedi. Her yıl, bir öncekinden de fazla soya ve mısır girmeye devam etti. Teorik olarak bunların GDO'suz olması gerekir. Belki de öyledir. Toplam ithalat rakamlarına bakmıştım ama ülkelerine bakmadım. İlk fırsatta bir göz atacağım. Hiç bir yayın organında GDO denetimi ile ilgili bir şey duymadık. Sonra yem sanayi derneği, GDO ithal edeceğim dedi. Oysa dermek ithalat yapmıyor. Tek tek şirketler yapıyor. Şirketler mutad olduğu üzere derneğin arkasına gizlendi. Kanuna göre ürettikleri yemlere etiket koymaları lazım. Koyanlar da var nitekim. Ama tüketici bunun neresinde? (Şayet inekleri tüketici saymazsak) Peki, bu yemlerle beslenen hayvan ürünleri, et, süt, yoğurt, peynir,tavuk, yumurta vb. ne oldu. Biliyor muyuz hangisinin GDO'lu olduğunu hangisinin olmadığını? Söz gelimi, siz özellikle GDO yemek istiyorsunuz? Nasıl seçiyorsunuz? Oysa kanun şunu diyor; Alıntı:
Bizler teker teker şirketleri arayıp GDO yem kullanılıyor mu diye soruyoruz. Belki siz de aynını yapmalısınız. Herkes gibi sizin de tercih hakkınız var. Hoş, görünüşe göre herhangi bir markete girip içinde mısır türevleri veya soya türevleri, tercihan ikisini birden içeren ne alsanız arzu ettiğiniz üzere GDO vardır. Peki GDO istemeyenler ne yapacak? Durum böyle olunca, "benim de GDO isteme hakkım var, bana GDO yeme diyemezsiniz" demenin bir mânâsı yok, samimi de değil. Siz o hakkı zaten kullanıyorsunuz. Ne yeseniz zaten GDO. Fakat insanların "GDO istemeyiz" demesini kısıtlamaya kalktığınızda bilerek veya bilmeyerek GDO lobisiyle aynı paralele düşersiniz. Bu bakımdan dikkatli olmak gerek. İnsanların GDO istemeyiz demeye, eşlerine dostlarına, iletişimde oldukları başkalarına GDO yememesini tavsiye etme hakları da vardır. Nitekim siz de GDO iyidir deme hakkınızı kullanıyorsunuz. Gıda İthalatçıları derneği de aynını yaptı. Bazı gıda şirketlerinin isteği doğrultusunda başvuruda bulundu. Gerçekte kimin istediği belli değil, gizli. Üye listelerini bile kaldırdılar ortadan. GDO iyi bir şey ise neden? Kurulun yapısına da bir bakın. Neyi temsil ediyor? Kabul edilenler hep oy çokluğu ile. Demek ki bir fikir birliği bile yok. Dış ticaretin biyogüvenlik ile ne alakası olabilir ki? Bugün içinde bulunduğumuz GDO kaosunun ulvi bir genetik bilimiyle alakalı olduğunu hiç düşünmüyorum. Genetik diye bir bilim varsa, bu alandaki bilgi birikimiyle insanlar ve genel olarak doğa lehine yapılabilecek bir çok şey potansiyel olarak var. Bunu kim reddedebilir. Ama olanlar bu değil. Bütün mesele bu. Bizler burada yine bilgi ve bulgularımızı paylaşırız. Fakat yukarıda listelediklerim bu günün pratik gerçekleridir ve toplumların davranışlarını, sağduyusunu bunlar belirler. Ha, sonunda ne olur. Toplumlar seslerini çıkarıp değiştirme, etkileme gücüne sahip olmadıkları için kârlarına kâr katmaya devam ederler. Bizim gibiler de, artık çoktandır zaten yaptığımız gibi kendi besinimizi kendimiz üretiriz. |
Alıntı:
Tarım ilaçlarında da gelecekmişsiniz ya. Peşinen söyliyeyim. Zehirli tarım ilaçlarını da sevmeyiz. Problemlerimizi zehir kullanmadan çözmeye çalışırız. Çoğu zaman da çözeriz. Söz gelimi, bizim rokaları tereleri sineklere bırakmıyoruz pek. Tabii ki zehirsiz. |
Alıntı:
Ama şekeri sorguluyorsunuz. İyi bir şey bu. Samimiyetle, genetik kalıntı olmadığı gösterilse buna güvenip tereddütsüz yiyecek misiniz? |
Alıntı:
Alıntı:
*********** Diğer uzun mesajınızda ise yeni bir şey söylemediğiniz ve aksiyomlarla tezinizi dile getirdiğiniz için vereceğim her yanıt tekrarlardan ibaret olacak. Başa dönüp aynı şeyleri söylemenin pek anlamı yok. Firmaların engellemeleri olabileceğine hiç bir zaman itiraz etmedim. Israrla bunu dile getiriyorsunuz. E, tamam... peki. Kabul ediyorum zaten. Görünüşe göre pek başarılı olamıyorlar. :cool: |
|
Mother Earth News dergisinin son sayısında Genetiği Değiştirilmiş Gıda Tehditleri diye özellikle ABD'deki durumu anlatan bir yazı yayınlandı.
|
Mesajlardan birinde GDO’lu ürünlere karşı durmada Zambia kadar olamadık diye yazılmış. Merak ettim baktım bu Zambia’nın durumu neymiş diye.
Zambia 2002 yılında ve onu takip eden bir çok yıl boyunca kuraklıktan kaynaklanan rekolte düşüklüğü nedeniyle açlıkla karşı karşıya kalmış. Bu ülkenin büyüklüğü neredeyse Türkiye kadar. Nüsusu ise bizimkinin beşte biri kadar. Ülkenin topraklarının aslında verimli olduğu bildiriliyor. Kuraklık veya şu bu sebepten yiyecek sıkıntısı çıkmış ve en az üç milyon kişi ölümle karşı karşıya gelmiş. Bunlara Amerikan vatandaşının da yediği GDO’lu mısırı uluslararası kuruluşlar gıda yardımı olarak vermek istemişler. O zamanki başkan ben halkıma bile bile zehir yediremem demiş. Ayrıca bizim insanımız bunu tohumluk olarak kullanır çapraz tozlaşmayla bizim mısırımızı da bozar ve ihracat yapamayız demiş (Kendi mısırı kendini beslemeye çok yetiyor da bir de ihracat tasasına girmiş). O kadar ki gıda yardımının öğütülmüş mısırla yapılmasını bile kabul etmemiş bu Zambia. Not: en son haberlere göre artık öğütülmüş mısırı kabul edecekmiş. Amerika’nın, Kanada’nın kendi insanına yedirdiği mısırı kabul etmiyorlar. Diyorlarmış ki bize GDO’suz mısırdan verin. İyi de Amerikan mısırının yüzde 95’i GDO’lu zaten. Bu kıtlık esnasında ortalama yaşam beklentisi 50 yaştan 32 ye kadar düşmüş. Yani sapır sapır ölmüşler. Bu ölümü niçin göze almışlar? Efendim, GDO’lu mısır bunları 20 yıl sonra ya kanser yaparsa veya umulmadık hastalıklar çıkarırsa diye. İyi de adam aç olduğu için 20 yıl bir yana yarın, öbür gün açlıktan ölecek. Bir kısım insan kedileri, köpekleri yemiş ölmemek için. Hadi tarımına izin vermiyorsun, hiç değilse yemek için kabul et de insanlar ölmesin. Hayır! ‘GDO’lu ise yemezler.’ Eğer siz bu ülkede yaşayan yoksul biri olsanız nasıl davranırdınız? A. Kısa süre içinde açlıktan acı çekerek ölüp gitmeyi mi tercih ederdiniz? veya B. GDO’lu ürünlerin ileriki yıllarda vereceği hastalıklar, genetik bozukluklar söylentisine itibar etmeyip GDO’lu ürünü yemeyi mi tercih ederdiniz? Evet sorumu cahil bir Afrikalıya sormuyor; sizin gibi rasyonel düşünme kabiliyeti olanlara soruyorum. Cevap bekliyorum. A ya da B. Tabii ki bir de C seçeneği var. C. Dünyayı ve diğer insanları kurtarmak için intihar etmeyi mi tercih ederdiniz? Saygılarımla.. P.S. İntihar mı ederdiniz diyince bir anım aklıma geldi. Yurdışında çalıştığım firma istihkak alamadığı için 5 aydır maaşlarımızı ödeyemiyordu. İşçi arkadaşlar sürekli avans istiyorlar ama alamıyorlardı. Bir gün bir işçi arkadaş şefimize ‘madem avans veremiyorsunuz bari çok az bir para verin de fare zehiri alıp içelim kurtulalım’ demişti. Şef ondan baskın çıkıp, ‘fare zehiri alacak kadar bile paramız yok. Olsa alıp hep birlikte içip bu durumdan kurtulurduk’ demişti. Kıssadan hisse: Bunlara zehiri de vermek istemişler ama onu da kabul etmemişler. |
Kanaatimce insan yaşamı ancak çok özel durumlarda ilkelerden daha değersizdir. Hoş bu örnekteki durum da ilke ile zaten açıklanamaz ya... Kararlarının sonucunu yaşamışlar, üstüne bir de yorum yapmak anlamsız.
B seçeneğindeki "itibar etmeyip" ibaresini kaldırarıp "bile bile" ekleyerek seçerdim... Sayın Serpent, ayrıca mâlûmunuz, suî misâl misâl olmaz derler... Bu yaşanan Zambiya özelindeki toplu intihar girişimi GDO konusunda müspet ya da menfî bir katkı gibi durmuyor... Saygılar, |
Temkinlilik iyi bir şey.
Yine konuyla alakasız gibi görünen bir örnekle devam etmek istiyorum. 4-5 yıl önce cep telefonları beyin karserine yol açıyor diye bir yaygara koparıldı. Bunun artçı dalgaları da halen devam ediyor. Çatılardan baz istasyonlarını söktürenler, firmalara dava açanlar vs. sıkça basına yansıdı. Gerekçe oldukça geneldi. Yapılan çalışmalara göre fare embriyoları cep telefonu sinyallerine maruz bırakılınca hem sinir hücrelerinde kanama, ölüm, hem de kanser sıklığında artış görülüyordu. Her yönüyle korkunç bir tablo! 2 gün önce yaklaşık 15.000 kişi üzerinde 14 yıldır yürütülen bir çalışma yayınlandı. Buna göre, bilinen pek çok beyin, tükürük bezi, kulaç içi vs. tümörleri ile cep telefonu kullanımı arasında bir ilişki gösterilemedi. Elbette, bilim adamları bu konuda daha fazla araştırma yapılmasını önerdiler. :) :) ******************* Şimdi bu konunun GDO ile ne alakası var denilebilir... Aslında çok alakası var! 5-6 yıl önce başka bir forumda bu konuda yürütülen tartışmalarda önemli olanın telefonun kanser yapıp yapmaması değil, yaptığı kanserden daha fazla hayat kurtarıp kurtarmadığı olduğunu söylemiştim. Bugün cep telefonunun sadece kış aylarında bile dağda, yolda, karda mahsur kalan yüzlerce kişiyi kurtardığını sanırım kimse inkar edemez. Burada bir kaç kişi GDO'yu savunurmuş pozisyonunda sanki modern frankesteinlar yaratılsın gibi bir arzu duyuyormuşuz gibi algılanıyoruz. Kendi adıma konuşacak olursam benim tezim tamamen yararcılık üzerine kurulu. Cep telefonu örneğinde olduğu gibi kaybedilecek kaç yaşam var, kazanılacak kaç yaşam var noktasından hareket ediyorum. Sayın Serpent'in yukarıda verdiği örnek bu yönüyle oldukça anlamlı! Körü körüne bir GDO karşıtlığı mı? Yoksa kar-zarar hesabıyla yürütülecek bir bilinçli kabulleniş veya itiraz mı? Elbette ben de en doğal, en GDO'suz, en sağlıklı, en ilaçsız gıdalarla beslenmek isterim. Eğer bunun faturası bir kilo domatese 8-10TL vermek olacaksa o domatesi hiç yiyemeyeceğimden hareketle kanser riskini göze alabilirim. Pek çok kişi kanser riskini bile bile sigara tüketiyor. Kanser riskini bile bile ateşte ızgara edilmiş gıdaları tüketiyor. Hatta meşhur bir firma bunu reklamlarında bile kullandı "Ateş seni çağırıyor" :) Benim anlamakta zorlandığım kısım, keyif için dahi göze aldığımız oldukça yüksek risklerin pek azı söz konusu olduğunda olayın çok fazla büyütülerek dramatik noktalara çekilmesidir. Şurada tartışılmış pek mesajda görüleceği gibi, 20 yılda GDO'lu gıdalar nedeniyle tahminen 50, 100, 300, 500 vs. kişi kansere yakalanmıştır veya ölmüştür diyebilecek tek bir kişi yok! Çünkü tespit edilmiş böyle bir veri yok! Efendim dna parçasının tavuk embriyosuna geçişi gösterildi, bağırsak hücrelerine girdiği tespit edildi vs. Peki net sonuç nedir? Onu göremedik??? En başta da söylediğim gibi, GDO'lu ohumların yarattığı ekonomik tehdit bana göre en büyük tehdittir. Bunun için her türlü önlemin alınması taraftarıyım. Doğalgaza bağımlı olduğumuz gibi GDO'ya bağımlı hale gelmemiz de bir felaket olur. O zaman şimdiden önlemimizi alıp "GDO, tu kaka" demeden bu teknolojiye sahip olmaya çalışmalıyız. Aksi halde zaten dizleri titreyen tarımımız tümüyle çöküp kalacak. |
Cahil(!), kafası çalışmayan(!) Afrika ülkesi Zambia kadar olabilmek de bir şey olsa gerek. "GDO ile Dünyayı Açlıktan Kurtaracağız" sloganını bedel ödemeyi göze alarak GDO şirketlerinin ağızlarına tıkamışlardı. GDO'un açlıktan kurtardığı bir şey de yok ayrıca.
En son Zambia Tarımsal Araştırmalar Enstitüsü (ZARI), Afrika iklimine uygun yerel tohumdan %30 ürün artışı sağlayan mısır tohumu ıslah ettiler. Geçtiğimiz Ocak ayında merak edip DTMA'nın başındaki Dr.Wilfred Mwangi'ye yazdım, nasıl yaptınız, biyoteknoloji ile bir alakanız var mı diye. Ertesi gün cevap verdi, geleneksel ıslah ile kuraklığa dayanıklı mısır ürettik diye. Kötü olan ise, ayrıca bir de WEMA diye bir program var. DTMA'nın ürettiği tohumu alıp içine bir-iki gen çakıp bir firmaya patentlemek üzere bekliyor. |
Scientists Under Attack | youtube Video
Bir de Arpad Pusztai konusu var. Hatta ilki. GDO pateteslerle beslenen farelerin bağışıklık sistemlerinin zarar gördüğünü açıkladığında ilk iki gün çalıştığı kurumu bile kahraman etmişken birden bire, bir telefon ile hayatı kararmıştı. Sonra başka biliim insanlarının da başına benzer şeyler geldi. |
Bir Reklam Filmi | youtube Video
Bu videonun linkini verdiğimde iki yorum gelmişti. Birinde "ajitasyon" deniyor, çok seviyesiz bulunduğu ifade ediliyordu. Diğeri ise ne anlama geliyordu bilemedim ama :D bu işaret vardı. Çok seviyesiz olduğunda hemfikirim. Fazladan çok ahlaksız da buluyorum. Buna benzer başka reklam filmleri de var. Bir tanesi de bu. Daha da var. Geçen sene Vandana Shiva'nın Oragon State üniversitesindeki konferansını çevirmemiz esnasında Hindistanda nasıl GDO satmışlar diye merak edip araştırmıştım. Bir Reklam Filmi | youtube Video Bunlar karikatür olsun diye değil. Hindistanda çiftçilere GDO pamuk tohumu satmak maksadıyla medyada tekrar tekrar gösterilen filmler. Hepsinin ana fikri, GDO pamuk tohumu satın alırlarsa 10 misli fazla ürün alacaklar, tüm borçlarını ödeyecekler, üstüne üstlük bazı lüks sayılacak yeni şeyler de satın alıp mutlu olacaklar. Buna mukabil olan ise, BT pamukla beraber gittikçe artan çiftçi intiharları. Sayı 200 binleri çoktan geçti. Esas sebep tüm dünya gibi Hindistana da ihraç edilen "yeşil devrim". GDO'lar ise durumu perçinleyip GDO şirketlerinin ajentaları vasıtasıyla çiftçiyi tamamen avuçlarına almak, borçlarına borç katmaktan ibaret oldu. Bir hintli şöyle anlatıyor durumu: "Bu girdap genetiği değiştirilmiş tohumların ortaya çıkışıyla iyice şiddetlendi. Yeşil devrim dışarıdan kimyasal katkısı gerektiren tohumları ortaya çıkardıysa, Genetik Mühendisliği de zehiri bitkilerin içine yerleştirdi. Ve bu, dünyaya kimyasal tarımın bir alternatifi olarak sunuluyor. BT pamuğuna ihtiyacın var, böylece pamuğa böcek zehirleri püskürtmene gerek yok, Round up ‘a dayanıklı olana ihtiyacın var, böylece onlara göre yabani otları denetim altına almak için fazla püskürtme yapmana gerek yok. Şöyle ki, bunlardan birinin yabani otları denetim altına alacağı ve ot öldürücü kullanımını azaltacağı farzediliyor, diğerinin ise zararlı böcekleri denetim altına alarak böcek zehiri kullanımını azaltacağı varsayılıyor. Tam tersi oldu. BT pamukla neler olduğunu biliyorum. BT bir toprak organizmasıdır ve çok zararsızdır. Doktorumuz Elaine R. Ingham burada, kendisi toprak organizmaları hakkında her şeyi bilir ki buna genetiği değiştirilen ve genetiği değiştirildiği zaman bitkileri öldürmeye başlayan “Klebsiella Planticola”da dahildir. Aynısı BT için de geçerlidir, doğal olarak alınan BT memeliler için kesinlikle zararsızdır, sadece böceklerin larvaları için zararlıdır, çünkü böceğin sindirim sistemindeki enzimlerle harekete geçer. Fakat, genetik mühendislikle bitkilere yerleştirilen BT hazır yapılmış toksindir, böceğin sindirim sisteminde toksine dönüşen bir toksin değildir. Artık etki alanı çok büyüktür. Kral kelebeği (monarch butterfly) hakkında Cornell üniversitesinin araştırmasını hatırlayın, orada BT poleni kral kelebeğini öldürdü. BT pamuğun yetiştiği tarlalardaki toprak organizmalarına neler olduğunu gösteren bir araştırmayı yeni öğrendik. Biyokütleyi parçalayan bakterilerin %30’u kaybolmuş, azot sabitleyen enzimlerin %20’si kaybolmuş, bu yalnızca 4 yıllık ticari ekim sonucu. Peki zamanla toksik BT yayılırsa nereye varacak. Ancak bunun insanlara verdiği zarar, tahrif çok daha çarpıcı. Hindistan’da hiç intihar görmemiştik, ama şimdi çiftçi intiharları salgın halinde. Son on yılda 200.000 intihar oldu. İntiharların çoğunluğu BT pamuğun ekilip satıldığı bölgelerde. Çiftçilerin neden intihar ettiğini anlamak çok uzun sürmedi. İntihar ediyorlardı, çünkü borç içindeydiler. Borç içindeydiler çünkü eskiden kilosu 7 rupi olan tohum fiyatları, 1700 rupiye fırlamıştı. Yeni tohumlar her yıl yeniden satın alınmadıkça güvenilir değil, zararlıları kontrol altında tutacakları varsayılmasına karşın, aslında yeni zararlıların ortaya çıkmasını teşvik ediyor, hedef alınmayan zararlıların. Öyle çok ki isimlerini aklımda bile tutamıyorum, unlu bit, yaprak bitleri, pamuk yaprak zararlıları (jassids), armi böceği; her yıl daha fazla pestisit püskürtülmesini gerektiren yeni bir zararlı salgını ortaya çıkıyor. Sözde zararlıları kontrol altında tutacak bir mahsul olan BT piyasaya çıktığından beri pestisit kullanımı 13 kat arttı. Böylece tohum maliyeti, pestisit maliyeti, gübreler, sulama derken çiftçiler iyice borca battı, oysa milyoner olacakları söyleniyordu. Hatta bir ara, çeşitli tanrılar ve azizler tarafından ikna edildiler, çünkü Monsanto reklamlarında onları kullanıyordu. Pencab’a yolunuz düşerse, orada Sih dininin kurucusu Guru Nanak’ı kullanıyorlar. Uttar Pıradesh’de BT pamuk satışı için Ramayan’dan sahnelerin kullanıldığını görmüştüm. Biliyorsunuz, bizim çok sayıda tanrı ve tanrıçamız vardır, 300 milyon tane, ve hepsi bedavaya çalışan satış elemanlarınızdır. Hindistan bir inanç ülkesidir, insanlar bir reklamda Ram’ı görünce, Guru Nana Dev’i görünce inanırlar. İşte borca battıklarında daha derin bir şaşkınlık yaşamaları bu yüzdendir. Günü geldiğinde alacaklılar, ki bunlar aynı zamanda tohum ve kimyasal getiren şirketlerin acentalarıdır, gelir ve “artık senin toprağın bizim toprağımız” derler, çünkü çiftçinin sahip olduğu tek şey budur, parası yoktur. Bunların hepsi tüm haklarını şirketlerin acentalarının eline veren küçücük bir imza, hatta genellikle parmak baskısı yüzünden başlarına gelir. Toprağının elinden alındığı gün, o gün, çiftçi sessiz sedasız tarlasına gider, genellikle bu kocadır, çünkü şehire inip o çılgın ilanları gören de, ikna olan da odur; kadın kocasının pestisit kullanmaya kalkıştığını bilmez bile. Araştırdığımız vakaların %99’unun altından pestisit borcu çıktı. Birileri tarlanın yanından geçer,döner kadına gelir “kocan falanca yerde ölü yatıyor” der. Böylece sadece 200.000 intiharımız değil, 200.000’de dulumuz var. Ben onlara Monsanto dulları diyorum. Onlara doğaya karşı, biyoçeşitliliğe karşı ve çiftçilere karşı açılan savaşın dulları diyorum."[1] Görünüşe göre GDO Hintli çiftçinin ömrüne ömür katmamış. Bir Birleşmiş Milletler raporu, 2002 yılından itibaren her 32 dakikada bir çiftçinin intihar ettiğini söylüyor. Çiftçi intiharları Hindistanda sayı çok yüksek olduğu için dikkat çekiyor, fakat dünyada intiharlar içinde çiftçilerinki en yüksek oranda. Sebebi ise özetin özeti, tarım ve gıda tröstleri daha çok para kazansın diye. [1] Vandana Shiva - Oregon State Üniversitesi Konferansı Bölüm 1 Bölüm 2 Bölüm 3 |
Alıntı:
İşte ben de tam olarak bunu vurgulamak için mesaj yazmıştım. Elbette, Zambia örneği lehte veya aleyhte bir örnek olamaz. Ama arkadaşlarımız 'Zambia kadar olamadık' diyince onların bu söyleminin lehte bir örnek olamayacağını vurgulamak için bu mesajı yazdım. Orada yaşanan onca olumsuzluklara rağmen arkadaşlar Zambia örneğini vermekte bir beis görmüyorlar. Saygılar.. Not: Irkçı bir insan değilim. Hiç bir ulusu cahil, geri zekalı vs gibi söylemlerle aşağılamam. Zambia konusunda Devlet Başkanının ve çevresinin tutumunun kendi insanları için çok ama çok zararlı olduğunu vurgulamak istedim. |
Alıntı:
|
"Zambia Kadar Olamadık" maalesef.
O zamanki Zambia devlet başkanı ve hükümeti GDO mısırı ülkelerine sokmadı. Nasıl da hayal kırıklığı yaratmış GDO şirketinde. Oysa ne güzel açlığı bitirip Zambia'lıarın ömürlerini uzatacaklardı(!). GDO şirketleri Zamiba konusunda Avrupaya daha çok kızmışlar. Zambia'lılar GDO'nun Avrupa'ya girişi kısıtlı olduğu için ve ilerde Zambia kuraklığı atlatıp Avrupa'ya mısır satmak isterse Avrupalılar da kirlenmiş mısırı almaz diye bahane etmişler. Dikkatimi çeken bir şey de, bu Zambia olayı ile Meksikadaki endemik mısırlarda kirlenme tesbit edip makalesini yayınlamaya çalışan, sonra da GDO şirketi tarafından hayatı karartılan Chapela olayı aynı zaman aralığına denk geliyor. GDO'ların yerel çeşitleri kirlettiğine dair bir araştırma ve belgesinin yayınlanmasına zamanın kritikliği bakımından tahammül edememişler anlaşılan, yoksa uzun süre inkar edilebilecek bir şey değildi. Buna rağmen, politikalarında yeterince eğitilmemiş olanları "bunlar güzel genler, ne olmuş bulaşırsa, daha iyi ya" anlamında söylemde bulunabiliyorlar. Bu yüzden ABD elçiliklerinde GDO ikna politikaları konusunda eğitilmiş personel bulundurulması yönünde bir şey okumuştum geçenlerde bir yerlerde. Zambia ile ülkemizin karşılaştırılmasına gelince, Yem Sanayicileri Derneğinin arkasına gizlenen şirketler yem için GDO mısır ithal başvurusunda bulundular. Biyogüvenlik Kurulunda oy çokluğu ile çoğuna izin verildi. Bu mısırlar ülkemize öylece giriyor. Öğütme şartı getirmeyi kimse aklına getirmemiş. İki ay evvel Biyogüvenlik Kurulu başkanı ile yazıştığımda, cevabında öğütme işini bilmediklerini anladım. "Bir inceliyeyim" demişti. Ne yaptı bilmem. Bu GDO ların bir kısmının bir yerlerde ekildiğinden hiç kuşkum yok. Herhangi bir denetim yapıldığına dair şimdiye kadar bir şey duymadım. Doğrudan besin zincirine girmiş olması da bir olasılık. Emin değilim ama denetimi de ithal eden şirketin kendine bırakmışlar galiba. Hoş, denetlenseydi de Türk DeltaPine'ın denetiminden farklı mı olacaktı, o da ayrı mesele. Besin zincirine dolaylı girişi de bir muamma. Kimse GDO'lu yem kullanıyoruz demiyor. Doğrudan soruyoruz, bir kaçı hariç sadece kıvırtıyorlar. Lafta yemin billah ediyorlar kullanmıyoruz diye. Yazılı ver deyince yok. Oysa GDO lobisinin söylediği gibi o kadar iyi, sağlığa faydalı bir şey idiyse, göğüslerini gere gere "bizde her şey gdo'lu" filan demeleri lazımdı. |
Alıntı:
Benim anlatmak istediğimi anlayamamışsınız. Düşünün ki çocuğunuz gözünüzün önünde eriyip gidiyor, açlıktan ölmese bile yetersiz gıdanın sebep olduğu geri zekalılık, zayıf bünye gibi sorunlarla karşı karşıya çocuğunuz. Hadi siz kendinizi feda ediyor ve ölümü göze alıyorsunuz, ama siz yemeseniz bile çocuğunuzun da yiyebileceği bir şey yok. Çocuğunuzun bu hallere düşmesine razı mı olursunuz, yoksa ispatlanmamış GDO zararlıdır vehmi nedeniyle ona bu gıdayı yedirmez misiniz? Siz Zambia'nın GDO'ya karşıtlığı nedeniyle yetişkinler öldü çocuklar kurtuldu mu sanıyorsunuz? Bu tür olaylarda en büyük acıyı çocuklar çeker. Eeee, sonunda ne karar alıyor Zambia? Öğütülmüş GDO'lu mısırı kabul ediyor. Bu mısırı vaktiyle kabul etseydi de o açlıktan ölenler ölmeseydi daha iyi olmazmıydı? |
Hep ajitasyon ve demagojiye niçin başvurur bazı insanlar? Veya kıyas-ı batıldan neden medet umarlar? Herhalde bir tartışmada üste çıkmak için.
Eğer ajitasyon ve demagoji yapılacaksa âlâsını yapabilirim. Ama gerek görmüyorum. Çünkü doğru bulmuyor ve kendime yakıştıramıyorum. Şimdi siz “Zambia kadar olamadık” derseniz bundan ne anlaşılır? Zambialı kadar geri zekalılar/cahiller/yoksullar bile bizden akıllı/bilgili/zengin çıktı mı anlarsınız? Yoksa, ne anlarsınız? Bizatihi bu ifade Zambialıları aşağılıyor. Bu tür ajitasyonları yapacak ondan sonra, Zambia’nın yaptığını savunmaya geçeceksiniz. Neye karşılık? Milyonlarca açlık ölümüne karşılık. Üstelik, kıtlık zamanında kabul etmedikleri öğütülmüş GDO’lu mısırı artık kabul etmeye karar vermişler. Bu kararı verebilmek için milyonların ölmesini görmek mi gerekiyordu? Ya bundan sonra genetik hastalıklara yakalanırlarsa? Kuraklığa dayanıklı kendi mısırını geliştirmiş. Ne güzel. Kötü yapmış diyen mi var? Hindistandaki çiftçiler intihar ediyormuş. Bunun analojisini yapmıştım. Dondurma - boğulma ilişkisi. Neymiş? Falanca verdiği konferansta bu intiharlar Bt pamuk yüzünden oluyor demiş. Keza boğulmalar da dondurma yüzünden oluyor. Çünkü adam dondurmayı yiyince midesini üşütüyor, denizde midesine kramp giriyor, iki büklüm oluyor ve boğuluyor gibi bir şey bu. Daha önce de yazdım. Hindistandaki çiftçi intiharlarına ilk defa 1990 yılında dikkat çekilmiş. Yani Bt pamuk ekiminin başlamasından 12 yıl önce. Ama evirip çevirip aynı iddialar tekrar gündeme getiriliyor. Zararsız olduğu ispatlanıncaya kadar GDO’lu ürünleri yemek yokmuş. Avrupa birliğinin 100 milyon Euro harcayıp yaptırdığı araştırmaların ve Alman devletinin yiyebilirsiniz, bir zararı olduğu görülmüyor tavsiyesinin de hiç bir kıymeti yok anlaşılan. Görünüşe göre Zambia’nın aldığı kararlar çok daha rasyonel kararlar olarak algılanıyor. Hem de neye karşılık milyonlarca insanın açlıktan ölmesine karşılık. |
"Zambia kadar olamadık" kısmı biraz fazla tartışma konusu oldu.
Konuya katkı açısından aynı mantıkla hareket edince şunu da söyleyebiliriz: "GDO konusunda ne ABD kadar olabildik, ne de AB ülkeleri kadar" Bir tarafta dünyanın sayılı gelişmiş, kalkınmış, refah düzeyi, eğitim düzeyi en yüksek toplumları, diğer tarafta dünyanın en fakir ülkelerinden biri... Biz hangisi gibi olmak istiyoruz? Zambia gibi mi? ************* Sayın MeyveliTepe'nin reklamları ajitasyon olarak kullandığı belli ama bir şeyi tam olarak anlayamadım... Reklamlara mı karşı, yoksa GDO'ya mı? :cool: Bu reklamların konuya ne gibi bir katkısı var? Eğer reklamlara karşı ise, kendisiyle hem fikirim.... Bence de son derece basit, sıradan ve bayağı reklamlar. :rolleyes: Bu da reklam...ama hiç değilse bir seviyesi var: PRI: Golden Rice Answer to Childhood Health Problems - YouTube |
Alıntı:
Kafam karıştı biraz. |
Ya allahaşkına ZÖTEPE, FÖTEPE yazsa ne olacak? Okuyan sehven yazıldığını anlamıyor mu! Sayın Serpent'in kastedildiğini anlamıyor mu! Anlamıyorsa bu sayfada ne arıyor? Bu eleştiri mi?!
|
Benim hatam.... aklım başka yerdeyden isimleri karıştırdım. Hesabıma benden başka kimse giremez. Kasdettiğim elbette Serpent idi...
|
Alıntı:
Alıntı:
|
Alıntı:
Bu arada yeri gelmişken, GDO'ya karşı olan bir görüşü de aktarmış olalım. :cool: Prof. Dr. A. Çolak: "GDO'lu ürüne ihtiyaç yok" Alıntı:
Sayın Çolak'a katılıyorum. İhtiyacımız yoksa kullanmayalım. Ama itiraz ettiğim bir kısım var. İhtiyacımız yoksa neden ithal ediyoruz. :) Ziraatçi olmamakla birlikte özellikle mısırın ülkemizde oldukça verimsiz ve yetersiz olduğu söyleniyor. Mısır, beyaz et üretiminde çok önemli bir ürün. Bugün haberlerde koyunlara patates cipsi yedirildiği, çünkü kuru yemden daha ucuz olduğuna dair haberler vardı. (Şehir efsanesi de olabilir... doğruluğunu bilmiyorum) Ama burada şöyle bir tablo olduğunu da inkar etmek pek gerçekçi olmaz: Tarımsal ürünlerimiz gerek nitelik, gerekse nicelik olarak tüm gereksinimleri karşılamıyor. Karşı çıktığımız yerde alternatifleri de sunmamız lazım. Kimse kusura bakmasın ama "organik tarımla" bu ülke ihtiyaçlarının karşılanabileceğine kesinlikle inancım yok. Olsaydı zaten çiftçi boşuna ilaçlara, gübrelere, ithal tohumlara bu kadar para vermez, doğal yöntemlerle tarıma devam ederdi. Ayrıca yazının tümünü okuduğumda dehşete kapıldım. Çünkü, Türkiyenin en büyük üniversitelerinden birinin Ziraat Fak. başındaki kişi tohum geliştiremediklerini, çünkü tohum tescilinin 2,500TL tuttuğunu söylüyor.. Yazı ile İKİBİNBEŞYÜZ TL!!! Terasta maydonoz diktiğim saksılara 1000TL para harcadım ben! Buna gülünür mü, ağlanır mı bilmiyorum. Tescilli bir tohuma 2500TL ödemekten aciz bir toplum olarak milyar dolarlık GDO'lu tohumlar üstünde tartışma yürütüyoruz. Nasıl iş anlamadım. :confused: |
Bir arkadaşımız “Halkımızı Nasıl Zehirliyoruz?” mesajının altına şu linki koymuş.
Halkımızı nasıl zehirliyoruz? - Rahmi TURAN - Hürriyet Bu yazıyı okudum. Kendiniz de bakarsınız. Beni hayrete düşüren, bu yazının yazarının atıfta bulunduğu kişinin bir Doç. Dr. Tıp Uzmanı olması. Bu kişi diyor ki “Mısır şekerinin kullanımı Avrupa ülkelerinde ve Amerika’da yasaklandı [vurgulama bana ait]. Türkiye’de ise serbest. Mısır şekerinden yapılan gıdalardan uzak durun.” Yazının devamında başka şeyler de var. Gerçek dışı bir iddianın üstüne inşa edilmiş daha pek çok yalan-yanlış ifade. Şimdi insanımız gazetelerde bu ifadeyi görünce ne düşünür? Koskoca bir tıp doçenti bunu söylüyorsa vardır bir bildiği diye düşünür değil mi? Ama araştırınca görüyoruz ki ne Amerika’da yasaklanmış ne de Avrupa’da. Avrupa’da sadece her ülke için tanınmış bir üretim kotası var. Onun sebebinin de konvansiyonel beyaz şeker üretimini baltalamamak olduğu anlaşılıyor. Amerika beyaz şeker üretimi yeterli olmadığı ve daha ucuza üretilebildiği için neredeyse tümüyle mısır şekerine yönelmiş. Burada dikkat çekmeye çalıştığım husus mısır şekerinin GDO’lu üründen üretilip üretilmediği ve zararlı olup olmadığı değil. Bunlar ayrı konular. Kendi görüşlerini insanlara empoze edebilmek için düpedüz gerçeğe aykırı ifadelerden çekinmiyor bazı insanlar. Saygılarımla.. |
Forum saati Türkiye saatine göredir.
GMT +2. Şu an saat: 16:01. (Türkiye için GMT +2 seçilmelidir.) |
Forum vBulletin Version 3.8.5 Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0
agaclar.net © 2004 - 2025