agaclar.net

Geri Dön   agaclar.net > Doğaya ve Yaşamınıza Sahip Çıkın > Orman, Ormancılık, Orman Yangınları, Ağaçlandırma
(https)




Beğeni Düzeni43Beğeniler

Cevapla
 
Bookmark and Share Dış Bağlantılar Konu Araçları Mod Seç
Eski 18-08-2010, 13:43   #121
Ağaç Dostu
 
Fatoş's Avatar
 
Giriş Tarihi: 19-12-2009
Şehir: İzmir
Mesajlar: 1,660
Galeri: 120
Anasayfa » Kuşatılmış Türkiye Haberleri » Kozak Kaybediyor, Kim Kazanacak?

Yayın Tarihi: Temmuz 11, 2010, Editör: mkirci ·
Yazının başlığı, dünya güzelimiz Kozak Yaylası’nı altıncıların gazabından kurtarmak için hazırlanan broşürde yer alıyor.

Kozak Yaylası Doğal Çevreyi Koruma Kültür ve Turizm Derneği’nin broşüründe“yüzyıllardır üreten, kazandıran Kozak Yaylası yok ediliyor” denilerek şu soru anımsatılıyor; “Kaynağı tükenen, doğayı tüketen, daha az kazandıran altın madeni, kime ne fayda sağlıyor?”

Broşürü üzülerek, ürpererek ve dehşete kapılarak okuduktan sonra, biz de aynı sorulara şunu ekliyoruz:

Bergama’dan kuzeye doğru Madra Dağı’na yaslanarak ve ormanlarla kucaklaşarak uzanan; Ayvalık, Altınovave Burhaniye’nin su kaynağı olan; dahası Türkiye’nin yılda 1200 tonluk çam fıstığı ihracatında 1000 tonluk payı üstlenen“bereketli” bir yayla, hangi “kalkınma”anlayışına göre ve hangi “inanç”la binlerce ağacı kesilerek altıncıların doğa katliamına teslim ediliyor?

Yanıt belli: Kozak Yaylamız da “ülkenin her yerini pazarlamak ve tüm güzellikleri talan etmek pahasına sömürgeleştirmek”amacına dayalı bir sözde kalkınma anlayışı ile “vicdan yoksunu yağmacı”ların gözü dönmüş rant politikalarına kurban ediliyor…

Buna “dur” diyebilecek yegâne güvencemiz “ülke ve toplum yararını gözeten bağımsız yargı”mız da anayasada öngörülen değişikliklerle aynı vicdansız ve inançsız sömürgeciliğin yörüngesine sokulmak isteniyor…

Üstelik, “12 Eylül Anayasası’nı demokratikleştiriyoruz” gibisinden tarihin en “kandırık” gerekçeleriyle…

Ruhsat ticareti

Kozak Yaylası’nda ilkbahardan yaza geçilirken resmi rakamlara göre “7 bin 743”, muhtarların ve köylülerin ifadelerine göreyse “25 bin”i aşkın ulu çam ağacı altın madenciliği uğruna kesildi.

Kimlere verilen “izin”lerle mi? İşte yine resmi bilgiler:

Orta Anadolu’daki bir il başkanına verilen 214 adet maden arama ruhsatının toplam “2383 km2” alanı kapladığı belirtiliyor. Yani Yalova ilinin tam 6 katı,Kilis’in 2 katı ya da Karabük, Osmaniye, Zonguldak, Rize illerimizin büyüklükleri kadar bir alan…

İl başkanı bu ruhsatları maden arama şirketlerine “devrederek” (yani satarak) kim bilir neler kazandı. Bergama Çevre Platformu Sözcüsü Erol Engel ile Kozak Derneği Başkanı Mehmet Akın’ın ortak açıklamalarında, Aşağıbey köyünün Yellimevkiindeki ağaç kesimleri için deniyor ki; “Yüzlerce yılda oluşan koskocaman bir ormanı, bir ton kayaçtaki 4 gram altın için feda eden zihniyeti kınıyoruz…”

Doğup büyüdüğü yaylanın böylesine acımasız ellerden kurtulabilmesi için çaba gösteren “Kozaklı” dernek sözcüsüGülden Karabudak da şunları söylüyor:

“TMMOB, yöredeki muhtarlar, belediyeler, çok sayıda STK ve yurttaşlar davalar açtılar. Ne var ki ağaç katliamı ve doğa tahribatı davalar sürerken devam ediyor. Yarın mahkemeler durdursa bile, geri kazanılması olanaksız kayıplar var…”

İşte anayasa değişikliğinin asıl gerekçesi… İktidarların çevre cinayetlerine “dur” demeyecek “uyumlu mahkeme”ler yaratmak…

‘Adalet’ ve ‘kalkınma’ (!)

Kozak Yaylası’nda çam fıstığı ve tarım ürünlerinden elde edilen yıllık gelir 170 milyon dolar. Bu gelir, yayladaki 16 köyde yaşayan “8 bin köylü”nün ortak geçim kaynağı ve onların emekleriyle sağlanıyor.

Aynı yerdeki 2 maden ocağından beklenen yıllık gelir ise 90 milyon dolar. Bu gelir de ülkeyi yönetenlerce“kayırılan” şirketlerin olacak, en çok 100 çalışan da “asgari ücret”ten maaş alacak…

Yani binlerce köylümüzün kuşaktan kuşağa geçim kaynağı, birkaç madenci patronun kâr amacı için kurutulacak… İşte “Kozak kaybediyor; kim kazanacak?” sorusunun yanıtı….

Ey “adalet” ve “kalkınma” diyenler; söyler misiniz şu “açılım”lı demokrasiniz“kim”ler için?

OKTAY EKİNCİ / Cumhuriyet

Etiketler: Kozak Yaylası

Fatoş Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 19-08-2010, 12:39   #122
Ağaç Dostu
 
Fatoş's Avatar
 
Giriş Tarihi: 19-12-2009
Şehir: İzmir
Mesajlar: 1,660
Galeri: 120
Dünyadaki Altın Madeni ve Siyanür Felaketleri
Siyanür Öldürür!

Uluslararası altın şirketleri ve onların yerli işbirlikçi şirketleri, bu güne kadar dünyanın değişik coğrafyalarında çeşitli felaketlere yol açtı. Aşağıdaki derleme, Mesut Mahmutoğulları'nın MAI ve Küreselleşme Karşıtı Çalışma Grubu'nun sitesinde yer alan yazısından özetlenerek alınmıştır.


KIBRIS: LEFKE
1974 yılına kadar Cyprus Mines Corp.(CMC) tarafından işletilen madende bugüne binlerce dönümlük ölü toprak ve çevresinde bulunan zehirli bir göl kalmıştır.

Madeni işleten şirket önce AMACO daha sonra AMAX'la birleşir.

ABD: SUMMITVILLE ALTIN MADENLERİ
Summitville ABD'de Colorado Eyaleti sınırları içinde San Juan dağları üzerinde bir bölgedir. 1986 yılında açılan madeni SCMCI ve ortağı Kanada'lı GALACTIC RESORCES adlı şirket işletir. İşletme tipi bu gün Bergama Ovacık'taki altın madeninin aynısıdır. Şirket, atık barajından "sıfır deşarj" olacağını, doğaya hiçbir zehirli atık bırakılmayacağını garanti etmişti. Fakat madenin işletilmesinden bir ay sonra, atık barajından zehirli atığın sızdığı tespit edilmiştir. Atık barajında sızıntının önlenmesi için oluşturulan, kil tabakası ve plastik örtü asitlerin etkisiyle parçalanmış, maden yakınında bulunan nehir ve yeraltı su kaynakları sızıntıyla kirlenmiştir. Sonuç tam bir yıkımdır. Bölgedeki Alamosa nehri 27 kilometre buyunca siyanür

bileşikleri, asit ve ağır metaller içeren maden atıklarıyla zehirlenir. Nehir balıkları ve vahşi hayvanlar kitlesel ölümle karşı karşıya kalır. Yoğun su kullanımıyla, çevredeki çiftliklerin su ihtiyacı karşılanamaz ve topraklar ölmeye başlar.

ABD: MONTANA ZORTMAN LANDUSKY MADENLERİ
Kanadalı PEGASUS adlı şirket tarafından 1979 itibaren işletilen bu madenden doğal ortama akan siyanür ve ağır metal sızıntıları, asit kaçakları vahşi hayvan ölümlerine, tüm içme suyu kaynaklarının kirlenmesine, maden çevresinde yoğun toprak zehirlenmesine neden olur. Bölgede yaşayan yerlilerin yoğun mücadelesi sonucunda, şirket 1996 Federal Mahkemenin kararıyla Amerikan tarihinin en büyük tazminat ödeme cezasına çarptırılır.


ENDONEZYA: IRIAN JAYA MADENİ
RTZ'nin işlettiği maden, 3500 metre yüksekliğindeki dağların üzerindedir. 3.6 milyon hektar alana yayılır. Günde 125.000 ton zehirli atık, yakında bulunan Ajikwa nehrine bırakılmaktadır. Bölgede korkunç bir çevre kirliliği yaşanır. Sular, balıklar, bitkiler, insanlar, toprak zehirlenir. Halk ayaklanır. Bu ayaklanma devlet güçleri tarafından silahla ve gözaltında öldürmelerle bastırılır. Öldürülenlerin ve kaybolanların arasında kadın ve çocuklarda vardır sayıları yüzlerle ifade edilmektedir. Benzer öldürme olayları Yeni Gine'de de olmuştur.

Felaketin bir başka bilinen sonucu da, sulanamayan başta pirinç tarlalarından ürün alınamaması yüzünden yaşanan kıtlıktır. Bu kıtlık yüzlerce insanın 1997 yazında açlıktan ölümüne neden olmuştur.


ROMANYA: BAIA MARE ALTIN MADENİ
2000 yılı Şubat ayı başında BAIA MARE siyanürlü altın madeninde meydana gelen çevre felaketi sonucunda Tuna nehri siyanürle zehirlendi. Felaketten Romanya, Macaristan ve Yugoslavya etkilendi. Madenin sahibi ESMERALDA isimli Avustralyalı bir şirkettir. Ve artık çok iyi tanıdığımız NORMANDY POSEIDON bu şirketin sahibidir.

Bu şirket Türkiye'de altın çıkarmak isteyen başta EUROGOLD (NORMANDY), TUPRAG, COMINCO ve ANGLO TUR altın şirketlerinin de ana ortağıdır.


PAPUA YENİ GİNE: OK TEDİ ALTIN MADENİ
Papua Yeni Gine'de 2100 metre yüksekliğinde OK Tedi dağındaki madenin zehirli atıkları yoğun yağmurlarla yaşanan toprak kayması sonucu çevreye yayılır. 1100 kilometre uzunluğundaki Fly River nehri tamamen kirlenir. Kirlenme öyle büyük boyuttadır ki, nehre 800 km uzaklıktaki su kaynaklarında ağır metal ve siyanür kirlenmesi tespit edilir.

Madenci şirketin ortakları; Amerikan petrol ve maden şirketi AMOCO, Avustralyalı BHP(AAC'nin uzantısı), Alman Metalgesellschaft (MG), DEGUSSA; Dresner Bank tır.


YENİ ZELLANDA: TUI ALTIN MADENİ
1973 yılında 2,5 milyon ton maden atığı bırakılarak terk edildi. Kurşun, cıva ve kadmiyum içeren bu atıklar bölgenin tüm yeraltı ve yerüstü kaynaklarını kirletmiştir. Özellikle Kadmiyum öldürücü bir zehir özelliğindedir. TUI madeninin bulunduğu bölgenin yerel meclisi, kirlenmenin önüne geçmek için yılda 600.000 - 1.000.000 dolarlık bir harcamanın gerekli olduğunu söylemektedir.


YENİ ZELLANDA: MARTHA HİLL ALTIN MADENİ
Martha Hill altın madeninde durum daha vahimdir. Atıkların oranı 30 milyon tondur ve atıklar yakınındaki Ohinemuri deresine bırakılmaktadır. Yoğun çevre kirliğine karşı yükselen muhalefet ve madende cevherin bitmiş olması öne sürülerek, madenci şirket bölgeden ayrılır. Fakat 1988'de yoğun tepkilere rağmen maden yeniden açılır. Şirketin ana ortağı AMAX'dır.

Eurogold şirketi Türkiye'den 17 gazeteciyi propaganda için bu madeni gezdirmeye götürmüştü. Gazeteciler geri döndüklerinde, Yeni Zelanda'daki altın madeninin güzelliğini, zehirli atık barajında yüzen ördekleri anlattılar. Ama çevre köylerden insanlarla konuşmuş olsalardı, yaşanan felaketleri öğrenebilirlerdi.


YENİ ZELLANDA: GOLDEN CROSS ALTIN MADENİ
Lefke'yi de kirleten CMC tarafından işletilen GOLDEN CROSS altın madeninde de aynı felaket yaşanmaktadır. Çevreye verdiği zararlar yüzünden Yeni Zelanda devleti mahkemelerince yargılanıp kapatılan maden bir süre sonra yeniden çalışmaya başladı.


G. AMERİKA: OMAI ALTIN MADENİ
ABD Summitville'den kaçan GALACTIK RESOURCE adlı şirket, Golden Star ismi ile, G. Amerika'da Guyana'da altın madeni işletmek için kurulun çok ortaklı Omai Golden Mine adlı şirketi ile birlikte tekrar ortaya çıkar. Ortaklar yine tanıdığımız şirketler. Yani, yan kuruluşları ile ortak olan Alman MG, DEGUSSA, Kanadalı TECK (MG'nin ortağıdır) ve AAC şirketleridir. Bunlar tabi ki Türkiye'de altın çıkarmak isteyen şirketlerdir.

Aynı kaçınılmaz son burada da yaşandı. 19 Ağustos 1995 günü, Maden de bulunan atık barajı, yoğun yağmurlarla taşan Omai nehrinin azgın suları tarafından yıkılır. Zehirli atıklar beş gün içinde nehrin yan kolları ile 80 km kadar uzağa taşınır. 18 bin yerli yerlerinden olur. Ölümcül hastalıklar baş gösterir. Milyonlarca canlı zehirlenir ve ölür.


Son Güncelleme: Salı, 06 Temmuz 2010 11:06
© 2010 [Doğader] Doğayi Çevreyi Koruma ve Doğa Sporları Derneği
Joomla! is Free Software released under the GNU General Public License.

Fatoş Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 19-08-2010, 13:09   #123
Ağaç Dostu
 
Fatoş's Avatar
 
Giriş Tarihi: 19-12-2009
Şehir: İzmir
Mesajlar: 1,660
Galeri: 120
Yazan: oriste53 28 Ocak '04

Dünyanın hemen her yerinde altın işletmeciliğinin gerekliliği ya da sakıncaları tartışılıyor. Bu tartışmaların bir yanında işletmeye konu olan yörelerde yaşayanlar, bazı bilim insanları ve sivil toplum insanları; karşı yanında işletmeci şirketler, yine bazı bilim insanları, bazı siyasetçiler, bir çok medyacı, az da olsa bazı sivil toplum örgütleri yer alıyor. İşletmelerin çevre sorunları yaratma etkisi, dünya ekonomisinde altın’ın bir meta olarak değeri, vb belitler bir yana bırakıldığında tartışmaların çoğunun insan sağlığı, daha da doğrusu siyanürün zararları çevresinde geliştiği görülüyor. Bu, bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de böyle.

Bir yandan, dikkatler siyanürün zehirleyici etkisine, çoğu zaman toplu kıyımlarda-toplu intiharlarda kullanılmış oluşunun toplumsal bellekte bıraktığı olumsuz izlenime de çağrışımlar yapılarak, çekiliyor; bu tür işletmelerde ne yazık ki sık sık ortaya kazalarla siyanürlü akışkanların çevreye yayılışı ile hayvan ve bitki topluluklarına verilen zararlar göz önünde yaşanıyor; siyanürün insan sağlığına kısa sürede ya da ağır ağır gelişen öldürücü etkisi tartışılıyor. Bir yandan da, zehirlenmelerle ölümler içinde siyanürün yok mertebesinde göründüğü istatistikler, siyanürün doğada hızla parçalanıyor oluşu, toplumsal yaşamımızda bir çok başka kaynaktan doğaya altın işletmecilerinin saldığından daha çok siyanür salınışı, vb olgular karşı belitler olarak ileri sürülüyor.

Oysa, siyanür bu tür işletmelerde kullanılan biricik kimyasal değil ve siyanürün yarattığı doğrudan etkileme riskinden daha önemli tehlikenin, siyanürle altın işletme sürecinin doğal dengede bulunan bir çok mineralin parçalanması, kompleksleşmesi, daha tepkir durumda ortalığa salınması ya da buna açık bir biçimde büyük hacimlerle depolanması olduğu yeni yeni görülmeye ve araştırılmaya başlandı.
Elbette bu konuya daha çok eğilinmesi yaşanan olumsuzlukların etkisi ile oluyor. Siyanür ile altın işletmelerinin (daha önceden biniyor olsa da) kütlesel ve yaygın biçimde ortaya çıkması 1980’lerde oldu. Bu işletmelerin bazılarının çevreye olumsuz etkileri 80’lerin ortalarında yaşanmaya başladı. 80’lerin sonlarına doğru büyük işletmeler için gelişmiş ülkeler yerine geri kalmış ülkelerin seçilmeye başlandığı görüldü. 90’larda çevre ile uyumlu işletmeler öne çıkmaya başladı. Altın işletmelerinde çevre ve halk sağlığını gözeten işletmecilik ve kimyasal kullanımı doğrultusunda kurallar, standartlar ve kodlar ancak şimdilerde hazırlanıp yayılıyor. Bu arada neler olduğu da yeni yeni ortaya çıkmaya başladı.

1940’a kadar siyanürle işlem yapılmış olduğu bilinen ve 1974’ten bu yana terkedilmiş olan Kıbrıs Lefke’deki CMC Madeni ile ilgili bir araştırma başlattığına değinen Dr Enver Bıldır, “Bu konuda henüz sonuçlanmamış bir çalışmam var. İşe giriş numaralarına göre sıralanan 30 Kasım 1963 tarihli Karadağ yer altı madencileri listesini ele alan bu çalışma, henüz daha işin başında olmasına rağmen ürkütücü gerçeği gözler önüne sermektedir. Listedeki 1 numaralı isim Ali Kayımzade akciğer kanserinden ölmüş, 2 numaralı işçi Hüdaverdi Kasım ise kan kanserinden. İlk 15 işçiden ölüm nedenlerini bulabildiğim 10 işçinin 6’sı kanserden ölmüş. Kanser illetinden kırılan sadece madenciler olmadılar. Dört bir tarafı maden atıkları ile kirletilen Lefke’de yaşayan insanların tümü bu kirlilikten etkilenmiş ve etkilenmeye devam ediyor. Lefke Belediyesi 2000 yılı ölüm kayıtlarına göre bölgede ölümlerin yarısı kanser kaynaklı.”. bilgisini veriyor.

Dünyanın değişik yerlerinde, tartışılan yolla yapılan altın işletmelerinin insan sağlığına olan olumsuz etkileri üzerine çok sayıda çalışma yapılmış. Örneğin, Kanada Ontario Eyaleti’ndeki altın işletmelerinde çalışanlar üzerinde, bir kamu kuruluşu olan “Workers Compensation Board” için yapılmış üç ayrı araştırmanın sonuçlarına göre bu maden işletmelerinde çalışanların akciğer kanserinden ölme riskinin, aynı bölgede madende çalışmayanlara göre %40 daha yüksek olduğu (SMR 140), mide kanseri için böyle bir ilişkinin kurulamadığı, artan kanser riskinin yeraltında çalışanlarda ve ayrıca sigara içenlerde daha yüksek olduğu, bu risk artışının arsenik ya da radon gibi kanser yapıcı kimyasallardan mı yoksa silisli tozların solunmasından mı kaynaklandığına ilişkin güvenilir veri bulunamadığı bildirilmektedir.
Altın madenleri çalışanları arasında akciğer kanserinden ölme riskinin yüksekliği başka araştırmalarla da belirlenmiş. Yine örneğin, Avustralya’da 14 yıl süre ile 1974 madenci üzerinde yapılan çalışmada SMR=140; Güney Afrikalı 3971 madenci üzerinde 9 yıl süre için yapılan çalışmada SMR=161; ABD Güney Dakota’da Lead Madeni’nde 14 yıl için SMR=370; Sovyetler Birliği’nde 27 yıl için RR=7.9 gibi yüksek riskler bulunmuştur.

Daha sonra 2000 Ocak ayı sonundaki kaza ile gündeme gelen Romanya Baia Mare bölgesindeki madenciliğin çevreye yaydığı kurşun, arsenik ve sülfürden ötürü, madenciliğin yaygın olduğu Marumares İlindeki iş hastalıklarının ülke ortalamasının iki katı olduğu; 1996’da 248 çalışanın zehirlendiği ve bunların yarısının Baia Mare’den olduğu; örneğin Phoenix işletmesi çalışanlarının %52’sinin kronik hasta oldukları da bildiriliyordu.

Bunlardan ötürü de tıp çevreleri ve hekimler geçmişte, siyanür kullanılarak altın işletmeciliği tartışmalarına etkili bir biçimde katıldı, bugün de katılmayı sürdürüyor.
Çevre İçin Hekimler Derneği, 13 Temmuz 2000’de yayınladığı ve Bergama-Ovacık işletmesine ilişkin TÜBİTAK Raporu’nu hazırlayanları kınadığı bir basın bülteninde “Siyanür büyük miktarlarda alındığı takdirde koma ve ölüme neden olan çok zehirli bir maddedir. Uzun süre ve hissedilemeyecek kadar düşük miktarlarda siyanüre maruz kalan kişilerde ise kan bozuklukları, kalp ağrısı, baş ağrısı, solunum güçlükleri, kusma, tiroid bezinde büyüme, yürüme bozuklukları, görme ve işitme bozuklukları ve diğer sinir sistemiyle ilgili bozukluklara rastlanabilir. Siyanür dışında çevreyi kirletecek ağır metallerin de başta kanser olmak üzere pek çok sağlık sorununa neden oldukları bilinmektedir.” görüşünü açıklamaktadır.
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof Dr Fethi Doğan da İzmir’de düzenlenen bir Sempozyum’da sunduğu bildirisinde Bergama-Ovacık Altın Madeni’nin kanser insidansını kaçınılmaz olarak artırıcı ve birçok sistemik hastalığın doğmasına sebep olucu mekanizmasını tartışmıştır.
TÜBİTAK Raporu yayınlandıktan sonra sağlık disiplinleri arasında da çok tartışıldı. Türk Tabipler Birliği, TTB(2001) de yayınladığı ”Bergama Raporu”nda, TÜBİTAK Raporu’nu hazırlayanların arasında hiç hekim bulunmamasına karşın, siyanür ve atıklarının insan sağlığına etkisi konusunda ayrıntılı değerlendirmeler yapılışına dikkat çekildi. TÜBİTAK Raporu’nda, “siyanürün vücutta birikim göstermediği ve kanserojen olmadığı vurgulanmakta, yüksek dozda alınması durumunda yaratacağı toksik etkilerden bahsedilmekte, ancak uzun süre düşük doza maruz kalmakla yol açabileceği çok sayıda sağlık sorunundan raporun hiç bir yerinde söz edilmemektedir. Hatta Prof Orhon, kronik toksisitesi ile ilgili bilgi olmadığını bile söylemektedir. Oysa, siyanüre uzun süre düşük doz maruziyet, yani bu tesisin siyanür açısından yaratabileceği asıl önemli sorun, literatürde yeterince tartışılmıştır.” Bu uzun süreli düşük dozda maruziyete aslında, siyanür uzmanı olarak tanınan yayınlarına bu işletmeleri savunanların sık başvurduğu Mudder de; siyanür konusundaki bilinmeyenleri açığa çıkaran ve yalanlara muhalif tavrı ile dikkat çeken Moran da değiniyor.

TTB’nin ayrıntılı eleştiri raporu yayınlandıktan sonra bu kez, Türk Toksikoloji Derneği Başkanı Prof Dr Ali Esat Karakaya tarafından bir karşı rapor hazırlandı ve yayınlandı. Bu rapor, bir yandan Bergama’da altın işletmeciliğine hazırlanan firmanın web sayfasına alındı; bir yandan da ülkemizde bu tür işletmeciliğe karşı çıkanların Almanya’nın ajanı olduğu savlanan bir kitapta uzun bir alıntı ile kendisinden yararlanıldı. Konunun halk sağlığı ve sağlık risklerine ilişkin yanının yeterince anlaşılabilmesi için önce, TTB Raporu’nun ne dediğinin incelenmesinde yarar var.

“İNSAN SAĞLIĞINI ETKİLEYEBİLECEK UNSURLAR KONUSUNDA TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ GÖRÜŞÜ” başlıklı yayınında, TTB, önce risk kavramına halk sağlığı alanında çalışanların nasıl baktığını açıklıyor. Onlara göre,

“Risk, zarar görme olasılığı olarak tanımlanabilir. Çevresel kirleticilere bağlı olarak ortaya çıkan riskler, kirletici maddenin insan sağlığı ve doğa üzerinde yarattığı potansiyel tehlike ile insanın ve toplumun bu maddeyle karşılaşma olasılığının birlikte göz önünde bulundurulmasıyla değerlendirilebilir. Risk kavramı tehlike kavramıyla karıştırılmamalıdır. Risk, bir tehlikenin gerçekleşme olasılığının toplumsal düzeyde niceliksel olarak ifade edilmesidir.

Sıfır risk diye bir şey söz konusu değildir. Yani tehlike yaratan bir etken, toplumla karşılaşma şansı olduğu sürece risk oluşturur ve ancak riskin (etkenin yarattığı tehlike düzeyine ve bu karşılaşma şansının az ya da çok olmasına bağlı olarak) az ya da çok olmasından söz edilebilir. Buradan yola çıkılarak da toplumda kabul edilebilecek risk düzeyinden söz edilebilir. Bu düzey Batı ülkelerinde genellikle milyonda bir düzeyinin altıdır.

Sıfır riskin söz konusu olmadığı göz önünde bulundurularak her zaman koruma ilkesi (önlem ilkesi) işletilmelidir. Yani toplum üzerinde sağlık yönünden tehlike yaratan bir etkenin yaratacağı risk, etkene maruziyet olasılığı mümkün olan en düşük düzeye dek azaltılarak (olası ise maruziyet tümüyle ortadan kaldırılarak) en düşük düzeye çekilmelidir.

Öte yandan tehlikesiz olarak bilinen bir çok maddenin sağlık üzerinde zararlı etkisi olabileceği de unutulmamalıdır. Toksisitesi zayıf ve maruziyet olasılığı düşük bir maddenin zararlı etkilerini ortaya koymak son derece zordur. Bir etkenin zararlı etkisi esas olarak epidemiyolojik araştırmalarla ortaya konur. Ancak risk değerlendirmesinin birinci aşaması olan tehlikeli etkenin saptanması çok uzun zaman alabilir. Örneğin kanserojen olduğundan şüphe edilen bir maddenin etkisini görmek için 5-15 yıl beklemek gerekir.

Riski yüksek maddelerin sağlık üzerine zararlı etkileri gerek mesleki maruziyetler nedeniyle, gerekse kazalardan sonra yapılan araştırmalarla ortaya konmuştur. Günümüzde çevresel risklerin ortaya konulmasında zaman seri analizleri ve ekolojik araştırma yöntemleri de kullanılmaktadır. Hayvan deneyleri de zararlı etkiyi ortaya koymak için kullanılan bir diğer yöntemdir.

Çevreye bağlı risklerin değerlendirilmesinde düşük dozlara bağlı risklerin saptanması da güçlükler gösterir. Ayrıca maruziyetin tanımlanmasında kişisel faktörler de çevresel faktörler kadar önem taşır. Aynı dozda maruziyetin oluşturacağı sonuç yaş ve cinsiyete göre büyük farklar gösterebilir. Çocuklar, yaşlılar, hamileler gibi özel risk grupları tanımlanır.

Bu arada maruziyetin birikici olması, yani kümülatif maruziyet de önem taşır. Çok düşük bir düzeyde kirleticiye çok uzun yıllar boyunca maruz kalmak, bazen daha yüksek dozda ama çok kısa süreli maruziyetlere göre çok daha ciddi bir risk oluşturabilir. Maruziyetin kaynağından insanda toksik etki oluşmasına kadar geçilen ve incelenmesi gereken çok sayıda etap vardır. Bunlar arasında kaynağın kendisi, ortamda taşınması, başka maddelere dönüşümü, çevrede birikimi, vücut tarafından alınabilecek doz miktarı, temas şekli, alınan doz miktarı, biyolojik olarak etkili doz miktarı, hastalığın erken belirtileri ve hastalığın ortaya çıkması sayılabilir.

Çevresel kirleticilerin oluşturduğu sağlık riskleri, bu tanım ve ölçütlerden de anlaşılabildiği gibi, son derece fazla sayıda faktörle ilişkili ve karmaşık bir konudur. Kirletici maddeler için tanımlanan eşik değerler, riskin varlığı ya da yokluğunun ortaya konması için tek başlarına hiç bir anlam taşımazlar.
Eşik değer genellikle herhangi bir işlem sonucu ortaya çıkan, ya da doğada kendiliğinden bulunan kirleticilerin ortamda bulunan ve toplum için (ya da çeşitli insan toplulukları için) zararlı olmayacağı varsayılan miktarını gösterir. Eşik değerler toplum için ya da işyeri ortamı için değişiklikler gösterir. Genellikle zaman içinde maruziyetin yarattığı sağlık sorunlarının daha iyi tanımlanması ve maruziyeti azaltıcı önlemlerin gelişmesiyle de eşik değerler düşürülür. Çeşitli ülkelerde çeşitli kirleticiler için çok farklı eşik değerler verilmesi de bu değerlerin bilimsel olarak saptanmış ve risk oluşturmayan bir düzey olmaktan çok, ekonomik ve benzeri nedenlerle saptanan ve değiştirilen, yani çevre sağlığından çok çevre yönetimi disiplinini ilgilendiren bir düzey olduğunu düşündürür.

Ayrıca günümüzde insan sağlığı ve çevre için ileri derecede risk oluşturan pek çok maddenin, özellikle de kanserojen, mutajen ve teratojen etkilere sahip maddelerin eşik değeri "0" olarak kabul edilmeye başlanmıştır. Radyasyon bunların içinde en iyi bilinen örnektir.

Kısaca bir kirleticinin eşik değeri, yani ortamda izin verilen en yüksek bulunma miktarı o düzeyin bütünüyle güvenli olduğunu ve hiç bir risk oluşturmadığını değil, sadece bu düzeyin hiç bir şekilde aşılmaması gerektiğini gösterir. Kaldı ki yukarıda da belirtmeye çalıştığımız gibi maruz kalınan düzey maruziyetin yaratacağı riskin saptanmasında göz önünde bulundurulacak faktörlerden sadece bir tanesidir. Risk değerlendirilmesinde bu bilimsel ilkelerden hareket edilmesi zorunludur.”

Prof Karakaya’nın Raporu(2001)’nda da, hem Tübitak ve hem de TTB Raporları ele alınıp kıyaslandı. Karakaya’nın Raporu’ndaki bu kıyaslamanın Tübitak Raporu’na ilişkin övgülerine aşağıda ayrıca değinmek üzere şimdilik yalnızca TTB Raporu eleştirisine değinelim. Karakaya, TTB Raporu’nu öncelikle yazarlarının toksikolog olmayışlarından ötürü yerden yere vuruyor. Bu arada, aralarında bir pratisyen hekim bile bulunmayan bir kurulun hazırladığı Tübitak Raporu’nun, hem de hukukçu yazarın elinden çıkmış olan halk sağlığı değerlendirmelerini ise yere göğe koyamıyor. Karakaya, yukarıya alıntılanan risk kavramı üzerine değerlendirmelere pek değinmiyor. Değinmiyor ama, günlük alınabilecek siyanür miktarı ile ilgili eşik değer kavramı ve bunun belirlenişi ile ilgili ayrıntılı bilgiler verip, TTB Raporu’nun yazarlarını karacahillikle suçluyor. Zaten daha raporunun başında TTB Raporu’nun iki yazarının akademik yetersizlikleriyle ilgili olarak yaptığı araştırmanın sonuçlarını okuyucusuna sunuyor.

Son derece düzgün ve etkileyici anlatımı, bilimsel sunum teknik ve biçimine uygunluğu ve yüksek nitelikli görünümü ile, etkileyici bir metin, Karakaya’nın Raporu. Ancak, satır araları dikkatle okunduğunda bir çok önemli hususun kıyısından dolaştığı görülüyor. Israrla, her kimyasalın belli bir dozdan sonra zehirleyici olabileceği ve bu nedenle bunun varlığına değil miktarına bakılması gerektiği yönünde okuyucusunu uyaran Toksikoloji Derneği Başkanı, bütün değinmelerini Bergama’daki atık barajına gönderilecek atığın sıvı fazındaki bileşenlerin miktarlarına yapıyor. Katı fazdaki bileşenleri hiç gündeme getirmiyor. Atık barajında sonsuza kadar bekletilecek olan katı ve sıvı fazların etkileşimi olasılığını irdelemiyor. Uzman hekimlerin halk sağlığı konusunda değerlendirme yapmalarını, toksikolog değiller diye bir türlü içine sindiremiyor ama, Tübitak Raporu’ndaki mühendislik değerlendirmelerini, “çoğunluğu konularında uluslararası düzeyde tanınmış bilim adamlarından oluşan komisyon, bilimsel metodolojiyi uygulayarak elde ettiği verileri değerlendirmiş ve karar verici organlara yol gösterici ve kamuoyunu aydınlatıcı net bir sonuca varmıştır” diyerek mühendislerin yeterliğini ölçme konusunda kendisini yetkin görebiliyor.

Kısacası, Karakaya(2001)’nın raporunda yalnızca sıvı fazdaki atığın içindeki siyanürün hangi dozlarda olumsuz etkisinin olabileceği üzerinde duruluyor. Başka bir sakınca tartışılmıyor. Yazar için, gerek doğal ve gerekse denge koşulları değiştirilmiş ortamlarda çeşitli bileşenlerin işletme ve depolama koşullarındaki tepkimeleri, kimyasal değişim süreçleri ve bunların insan sağlığına yönelik olarak yaratabileceği toksik etkiler ve riskler, üzerinde durulacak konular değil. O yalnızca, belirlenmiş resmi limit değeri cetvelleri ve işletmecinin yaptığı bazı analizlerin sonuçları ile yetiniyor. Kendini bununla sınırlandırmaya razı olmayanları ise cahil görüyor.

TTB’nin değerlendirmesi ise aşağıdaki ayrıntılarla sürüyor :

“SİYANÜR VE DİĞER KİMYASAL ATIKLARIN İNSAN SAĞLIĞI ÜZERİNE ETKİLERİ:

Bergama-Ovacık altın madeni cevher içeriğinde altın ve gümüş dışında şu elementler bulunmaktadır: Arsenik, Antimon, Bakır, Cıva, Çinko, Kadmiyum, Krom, Kurşun, Kükürt. Atık bileşimi de bu maddeler ve bunlara ek olarak demir ve siyanürden oluşmaktadır. Halk sağlığı uzmanları, kamuoyunda çok konuşulan siyanürün yanı sıra ağır metallerin oluşturacağı riskler üzerinde de durmaktadır

1. SİYANÜR: Siyanür, hidrojen siyanür (HCN), sodyum siyanür (NaCN) ve potasyum siyanür (KCN) gibi bileşikler halinde ya da serbest olarak bulunur. HCN, renksiz bir gazdır, keskin ve bayıltıcı, bademe benzer bir kokusu vardır. Beyaz katı maddeler olan sodyum ve potasyum siyanür ise nemli havada aynı keskin kokuyu yayar. Havada daha çok gaz formunda hidrojen siyanür olarak bulunan siyanür küçük miktarda ince toz partikülleri olarak da bulunabilir. HCN havada 1-3 yılda yarılanır. Su yüzeyinde bulunan siyanür de HCN formuna dönüşür ve buharlaşır. Siyanür yüksek konsantrasyonlarda toprak mikroorganizmaları için toksiktir ve toprak yoluyla yeraltı sularına geçebilir. Siyanür havadan, içme sularından, toprağa değen cilt yoluyla ve siyanür bulaşmış yiyeceklerin yenmesi yoluyla vücuda alınabilir. Solunum yoluyla alınan siyanür kaynakları arasında sigara içimi, yangın dumanının solunması ve siyanür içeren atıkların depolandığı atık depolama alanlarının yakınındaki havanın solunması sayılabilir. Siyanür kullanılan işyerlerinde çalışan işçiler de siyanüre maruz kalma yönünden risk altındadırlar.
Solunum yoluyla alınan yüksek miktarda siyanür insan için son derece zararlıdır, kısa sürede beyin ve kalbi etkileyerek koma ve ölüme neden olur.

Düşük düzeyde siyanüre uzun süre maruz kalma sonunda solunum güçlükleri, kalp ağrısı, kusma, kan değişiklikleri, baş ağrısı ve tiroid bezinde büyüme ortaya çıkabilir. Besinlerle alınan yüksek miktarlardaki siyanür de yine solunum darlığı ve derin nefes alıp verme, konvülsiyon, bilinç kaybı ve ölümle sonuçlanır. Kanda siyanür düzeyi yüksek olan kişilerde ayrıca el ve ayak parmaklarında zayıflama, yürüme güçlüğü, görmede bozukluk, sağırlık, tiroid bezi fonksiyonlarında azalma görülebilir. Cilde siyanür teması irritasyon ve yaralar açılmasına neden olur. İnsanda gösterilememekle birlikte hayvan deneylerinde siyanürün doğumsal bozukluklara neden olabildiği ve üreme sisteminin etkilendiği gösterilmiştir.
Siyanürün insan ya da hayvanlar için kanserojen olduğuna dair bir bulgu yoktur.

Siyanür kan ve idrarda bazı tahlil yöntemleriyle saptanabilir. Ancak kısa sürede vücuttan uzaklaştırılabilmesi nedeniyle bu tahlillerin maruziyetten kısa bir süre sonra yapılması gerekir.
EPA'ya göre içme suyunda litrede 0,2 mg'ın (0,2 mg/l) üzerinde siyanür bulunamaz.
2. ARSENİK: Doğada çok az miktarda bulunan arsenik genellikle oksijen, klor ve kükürtle bileşik halde bulunur. Bitki ve hayvanlarda ise karbon ve hidrojenle bileşik yapar. Çoğu arsenik bileşiğinin özel bir tadı ve kokusu yoktur. Çevrede bulunan arsenik buharlaşmaz, çoğu arsenik bileşiği suda çözünür, arsenik bulaşmış maddelerin yanmasıyla havaya karışabilir, havadan yere inerek birikebilir, parçalanmaz, ancak bir türden diğerine dönüşebilir. Solunum ve sindirim yollarıyla vücuda alınabilir.

İnorganik arsenik insanlar için çok zehirli olup organik arsenik daha az zararlıdır. Besinlerde ve sudaki yüksek miktarda (60 ppm) arsenik öldürücü olabilir. Arsenik sinir sistemi, mide-barsak ve cilt dokularına zarar verir. Yüksek miktarlarda solunması akciğer ve solunum yollarında yaralara neden olabilir.
Düşük düzeylerde arseniğe maruz kalmak bulantı, kusma ve ishale, kırmızı ve beyaz kan hücrelerinin yapımında düşmeye, kalp ritminde bozulmaya, kan damarlarında patolojilere, el ve ayaklarda iğnelenme ve karıncalanma hissedilmesine neden olabilir. Uzun süre maruziyet durumunda ciltte kararmaya, el ve ayaklarda ve gövdede siğil ve kabarmaların olmasına neden olabilir. Doğrudan cilt teması kızarma ve şişmelere neden olabilir.

Arsenik bilinen bir kanserojendir. İnorganik arseniğin solunması akciğer kanserine, besin yoluyla alınması ise cilt, mesane, böbrek, karaciğer ve akciğer kanserine neden olabilir.

Yüksek düzeyde maruziyet durumunda idrarda saptanabilir, ancak maruziyetten kısa bir süre sonra tahlil yapılması gerekir. Ancak maruziyetten sonraki 6-12 ay boyunca saç ve tırnakta saptanabilir. Ancak bu testler düşük düzeyde maruziyetlerde anlamlı değildir ve olası bir sağlık etkisi konusunda fikir vermez. EPA'nın içme suyu için verdiği en üst sınır 0,05 ppm'dir, ancak bu düzey ileride düşürülebilir.”
Rapor’da daha sonra kadmiyum, krom, kurşun ve cıvanın toksisitesi üzerinde durulup bu tür işletmelerde varolan kaza riski vurgulanıyor. TTB Raporu’nda daha sonra bu tür işletmelerin sakıncalarına değinilirken,

“Hekimler insan sağlığını doğrudan ilgilendiren konuların yanı sıra çevreyi etkileyebilecek her türlü risk ve olası sonuçlarıyla da ilgilenirler.Doğanın dengesinin bozulması insan sağlığını da etkileyen sonuçlar doğurur. Bu yöntemde kullanılan siyanür, çevre ve insan sağlığı için ileri derecede toksiktir.
Cevherde altın ve gümüşün yanı sıra bulunan arsenik ve ağır metallerin atık bileşiminde büyük miktarlarda bulunması çevrede yaşayan insanların sağlığını doğrudan tehdit edebilecektir.
Bir insan hakkı olan çevre hakkı, gelecekte olabilecekleri de içerir. Uluslararası çevre hukuku metinlerinde de “risk” ve “olasılık” kavramları ele alınmaktadır. Çağdaş halk sağlığı anlayışında insanların hasta olmalarını beklemek yerine önlem almak ve olası riskleri ortadan kaldırmak geçerlidir. Kullanılacak bir yöntemin ya da maddenin insan sağlığı açısından risk oluşturması ve hastalık yapabilme olasılığının bulunması o yöntem veya maddenin kullanılmamasını gerektirir.

… insan sağlığını tehdit etme olasılığı bulunan ağır metallerle zehirlenme, uzun yıllar boyu yavaş bir süreçte gerçekleşebilir. Bu tür çevre sağlığı sorunlarına yol açan ağır metal vb. etkenlere bağlı kanser gibi hastalıkların oluşması bir anda olmaz ve ne tür etkiler oluştuğunu ölçmek çok zordur. Bu nedenle insan sağlığına zararı önceden bilinen madde veya yöntemlerin daha ilk başta ortamda olmaması koruyucu hekimlik açısından en doğru olanıdır.“

Bu tartışma sürerken, dünyada değişik yerlerde insanların zehirlenmesi, ölmesi sürüyor.
Çarpıcı bir örnek de ülkemizden verilebilir. Bu tür tartışmalar gündeme geldiğinde sık sık örnek gösterilen ve siyanürle işlem yolu ile cevher kazanılan önemli bir işletme var : Kütahya’daki Gümüşköy İşletmesi. Bunun yanında ise bir köy, Dulkadirli. En az 800 yıllık geçmişi olduğu adından bile anlaşılan ve 1986 yılında Etibank’ın Kütahya’ya 35 km uzaklıkta Gümüşköy’de KRUPP Firması ile ortak kurduğu siyanürle gümüş işletmesi ve atık barajı açıldığında 62 hanelik 293 nüfuslu olduğu bildirilen Dulkadirli köyünde yaşayanlar, 1993 yılında 12 haneye, şimdi ise 2 hanede 6 kişiye düşmüş durumda. Eskişehir Anadolu Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı’ndan Prof Necla Özdemir’in bir yazışmasında o dönemde köyde yaz aylarında ortalama 200, kış aylarında da 100-130 arasında kişinin yaşadığı not ediliyor. Prof Özdemir’in bulgularına göre, Tavşanlı Kaymakamlığı Köy’ün nüfusunun 1980’de 190, 1985’te 209 ve 1990 yılında da 189 kişi olduğunu bildirmiş. Yazının yazılmasından önceki son on yılda köy nüfusuna kayıtlı olan ve Muhtarlık tarafından köyde yaşadığı bildirilen, 56 kişinin öldüğü belirlenmiş. Ölenlerin yakınlarının sözlü bildirimleri, ellerinde var olan hastane belgeleri ve hastanelerden sağlanan başka belgelere göre ölüm nedeni olarak belirlenen hastalıkların dökümü çarpıcı : 22 kişi çeşitli kanser türlerinden, 12 kişi kanser dışı kanser dışı hastalıklardan ve 22 kişi de belirlenemeyen nedenlerle ölmüş. 22 kanser ölümünden 18’i erkek ve 4’ü kadın. Bunların 10’u akciğer; 4’ü cilt; 1’i yemek borusu; 2’si mesane; 1’i beyin tümörü; 1’i prostat; 1’i tiroid ve 2’si ise yerleşimi belirlenemeyen kanser türlerinden ölmüş. Kanser dışı 12 ölüm için kafa içi kanama, kronik akciğer hastalığı, kalp enfarktüsü, vb hastalıklar belirlenmiş. İnceleme sırasında ise köyde akciğer kanseri olduğu öğrenilen 10 kişinin bütünü erkek. Bunlardan 5’i hastane belgeleri ile, biri de o sıradaki sağlık taramasında teşhis edilmiş. 10 akciğer kanserli hastanın 9’unun kronik sigara içici, bir bölümünün de bölgedeki maden arama galerilerinde çalışmış olduğu saptanmış.

Prof Özdemir’in çalışması sırasında köyde yapılan sağlık taramasında, 26 cilt bozukluğu; 67 tam ya da tama yakın diş kaybı; 23 gastroentestinal distress bulgusu; 12 hipertansiyon/ arterioskopik kalp hastalığı; 13 normalden büyük tiroid bezi; 8 kişide KOAH; 9 periferik damar hastalığı; 3 kalp kapak hastalığı; 5 kadında adet bozukluğu; 1 akciğer kanseri; 1 cilt kanseri kaygısı; … saptanmış.
Yaygın ve solunum yolları dışındaki organlarda da karşılaşılan kanser ölümleri ve terk nedeni ile boşalan köydeki sorunun nedeninin siyanür ile ilgili olmadığı savunulup, bu köye 10 km uzaktaki bir kaynaktan sağlanan sudaki arsenik içeriğinin 0.67 mg/l (ABD standartları 0.01mg/l ve dünya standartları 0.05 mg/l) oluşu ile açıklanmaktadır. Bu saptama, Prof Özdemir’in çalışması sırasında alınan örneklerin MTA Enstitüsü’nde yapılan analizlerine dayanılarak yapılmış. Prof Özdemir, sudaki arsenik ve konut sıvalarındaki kuvars tozunun dışında anlamlı bir kanser yapıcı etkenin görülemediğini söylüyor. Köyün su kaynağı daha sonra değiştirilmiş ve köylüler de sıvalarında kuvars tozu kullanmaz olmuşlar(!).
Ne ki, bu arseniğin etkisini neden yüzyıllarca göstermeyip te, gümüş cevherinin siyanürle işletilmesini beklediğinin açıklanmasına yanaşan, pek yok. Oysa, kanser yaratıcı yanı çok iyi bilinen inorganik arseniğin altın işletmeleri çevresindeki yeraltı suyu ve havada asılı parçacıklarda nasıl zenginleştiği yakın zamanda yapılan birçok sempozyum ve workshopta sunulan çok sayıda bildiri ile örnekleniyor.
İnorganik arsenik doğada özellikle arsenopirit minerali şeklinde ve çok yaygın bulunuyor. Bu ise, oldukça duraylı; pek çok çözücüden etkilenmiyor; ortamın asitliği ya da bazikliği onu parçalayamıyor. Bir tek zaafı var, nitrik asitle hızla çözülüyor.

Açık ortamlarda kullanılan siyanürün ise, ortam çok bazik değilse HCN şeklinde hızla atmosfere salındığı ve yarılanma ömrünün de laboratuar deney sonuçlarına göre, 9 ay dolayında olduğu bildiriliyor. Bu gaz, ya doğada ultraviyole ışınının etkisi ile yavaş yavaş, ya da Bergama’daki tesiste kurulan siyanür giderme tesislerinde hızla parçalandığında amonyak ve nitrit salınıyor, doğaya. İşte, Gümüşköy yöresinde o güne değin duraylı kalabilmiş olan arsenopiritin artık hızla çözülüp arseniğini çevreye salabilmesi için gerekli saldırgan kimyasallar bunlar, nitrik asite dönüşebilen gazlar!

Son birkaç yıl içinde kanser yapıcı arseniğin doğada serbest kalmasında altın işletmeciliği; özellikle de, siyanürün parçalanması sonunda çevre atmosferde azot oksitlerin çoğalması ve yağışlar sonunda, doğada çok duraylı olan arsenopiriti parçalayan nitrik asit zenginleşmesine neden oluşu konusuna daha çok ilgi gösterilmeye başlandığı görülüyor. USGS’in su kalitesine ilişkin çalışmaları kapsamında bir de Arsenik Çalışma Grubu var. Bu grubun web sayfasında da; Avrupa Komisyonu’nun “Orta ve Doğu Avrupa’da Arseniğe Maruziyet ve Kanser Riski” üzerine başlattığı projede de, BM Dünya Sağlık Örgütü’nün konuya ilişkin olarak başlattığı çalışmalarda da, başkalarında da artık kanser yapıcı yanı ile çok sakınılan arseniğin doğaya yayılmasının örnekleri arasında maden ve özellikle altın işletmelerinin çevresi de öne çıkmaya başladı. Son üç yıl içinde bu konuda yapılan workshop ve sempozyumlara sunulan bildirilerin içinde altın madenlerinin çevrelerine ilişkin olanların oranı oldukça büyük. Bazı şeyler yeni yeni ortaya çıkıyor!

Yargı kararlarına karşı, yasa dışı deneme üretiminin sürdürüldüğü Ovacık Normandy altın işletmesinin çevresinde de, daha şimdiden olumsuz etkiler görülmeye başlandığına ilişkin haberler dolaşmaya başladı bile. Ovacık ve Çamköy’de geride kalan yıl hiç arı kalmadığı, bütün büyükbaş hayvan doğumlarının ölü ya da sakat olduğu, işletmenin bekçi köpeklerinin topluca öldüğü yolundaki bu söylentiler, ciddi bir araştırmayı gerektirir gibi değil mi?

Bunlar, açıkça bu tür işletmelerden kaynaklanan ya da öyle olduğu düşünülen sağlık sorunlarının yalnızca doğrudan ya da dolaylı olarak siyanüre bağlanabileceklerinin bir bölümü. Çevreye salınan silisli tozlar, ağır metaller ve bunları azdıran asit maden drenajına ilişkin halk sağlığı sorunları da ayrıca tartışılabilir.

Herhalde, bütün bu yaşananlar konusunda yerbilimcilerin de, halk sağlığı uzmanlarının da, toksikologların da söyleyecek bir şeyleri olmalı. Toksikolojinin de, sonunda insan sağlığının korunmasına hizmeti amaçlayan bir bilim dalı olduğu ve olması gerekenin toksikologlar ile halk sağlığı uzmanlarının birlikte saha araştırmalarına girişmesinin, yayınlanmış cetveller ile şirketlerin yaptırdığı analizleri kıyaslamaktan daha bilimsel olacağını düşünmek ve bunu beklemek herkesin hakkı.
Orada köyler var uzakta, bizim köylerimiz.
Onların başına gelenler bir gün bize de “çıkabilir”.
Farkına bile varamayız.

Bölüm: Madencilik

Fatoş Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 26-08-2010, 16:21   #124
Ağaç Dostu
 
Fatoş's Avatar
 
Giriş Tarihi: 19-12-2009
Şehir: İzmir
Mesajlar: 1,660
Galeri: 120
BERGAMA ALTERNATİF ÇED TOPLANTISI YAPILDI 26 ağustos 2010


Koza Altın'ın Ovacık Köyü'nde ÇED toplantısının olduğu saatte, Bergamalılar, Kozaklılar ve ülkenin diğer yörelerinden gelen yurttaşlar ve meslek odaları ve sivil toplum örgütü temsilcilerinin katıldığı "Halkın gerçek bilgilendirme toplantısı" düzenlenmiş ve söz konusu proje değerlendirildi.




Kozak çevre derneği ve Bergama çevre platformunun ortaklaşa düzenlediği toplantıya divan'ın oluşturulması sonrasında başlandı. Divan başkanlığını Erol ENGEL, yardımcılığını Yukarıbey muhtarı İlhan ÇAKIR'ın yaptığı toplantıda ilk sözü hukuksal süreci anlatmak üzere Av. Arif Ali CANGI'ya söz verildi.


Av.Ari Ali CANGI: Danıştay 6. dairesi tarafından yeniden yürütmenin durdurulması kararı verildi. Ancak maden tarafından yeni bir süreç başlatıldı ve ovacıkta ÇED halkın katılımı toplantısı yapılıyor. Yargı kararının arkasından dolanılması için yapılan Hukuksuz yeni bir süreç başlatılmıştır. Biz bugün burada bu nedenle toplandık ve Gerçek anlamda Halkın Katılımı toplantısını yapıyoruz.


Şimdi Kozak Yaylası'nda bulunan cevher Ovacık altın tesislerinde işletilmek isteniyor. Bugün gerçekleştirilen Ovacık'taki ÇED toplantısı bu nedenle yapılıyor. Bu nedenle bu toplantı en çok kozaklıları ilgilendiriyor. Biz Bakanlığa bu sürecin iptali için başvuruda bulunduk ancak gelen cevapta sürecin devam edeceği bildirildi. Son derece hızlı davranarak yeniden madenin çalıştırılması isteniyor. Hukukun arkasından dolanmaya çalışılıyor. Bizler ve Kozak'lılar çığlığımızı yükseltmeliyiz. Herkesin toprağına havasına suyuna ve Ülkesine sahip çıkması gerekiyor. Biz burada bir ilki gerçekleştiriyoruz. Toplantı halkın katılımı toplantısıdır ve gerçek halk buradadır. Diyoruz ki; Her yer Bergama ve hepimiz Bergama'lıyız.

Çevre Mühendisleri Odası Genel Başkanı Yılmaz Kilim: Süreci uzatırız, hukuksal sürecin arkasından dolanırız ve madeni boşaltırız gideriz düşüncesi hakim. Artvin' deki mücadele sonucu madenciler çekip gitmek zorunda kaldılar. ÇED halkın katılımı toplantısı, yapılacak işlemin sonuçları konusunda halkın bilgilendirilmesi açısından önemli ve mutlaka halkın katılımı gereklidir. Bu nedenle bu toplantı çok önemlidir. Biz çevre mühendisleri odası olarak, haklı mücadelenizde her zaman yanınızda olacağımızı bildirir saygılarımı sunarım.


Prof. Dr. Ali Osman Karababa: Bergama sağlık açısından bir laboratuar. Çünkü altın madeninin sağlık açısından neler getireceğini Bergama'da yakından göreceğiz. Madencilik etkinliği sonucunsa toprakta yer alan ağır metaller aktif hale geçip sağlığı tehdit edecek şekilde yaşam ortamına karışıyor. Bergama'da alınan su örneğinden ölçtüğümüz arsenik miktarı izin verilen miktarın 25 katı kadardı. İzmir'de sularda bulunan ve pek çok insanın korku ile yaklaştığı arsenik miktarının çok daha fazlası Bergama suyunda olmasına rağmen hiç bilgi verilmiyor kıyamet kopmuyor. Bu suyu içmek zorunda bırakılıyoruz ve bu su ile beslenen bitkileri yiyerek alınan arsenik miktarı katlanıyor. Dolayısıyla çocuklar anne karnında gelişmesin düşsün, anomali doğumlar gerçekleşsin, bu bölgede yaşayan insanlar prostat, Akciğer, troid vs. kanseri olsunlar diyorlar. İnsan sağlının bedeli var mıdır? Üç kuruşluk altın karşılığında sağlığımız hiçe sayılıyor. Ben bir sağlıkçı olarak, bir Türkiye vatandaşı olarak bu uygulamaya karşıyım. Bağlı olduğum Tabip odası, Türk Tabipler Birliği' de karşıdır. Saygılar sunuyorum


Metalurji Müh. Genel Başkanı-Celalettin Küçük görüşlerini bildirmek üzere kürsüye çağrıldı: Bergama, Eşme, Gümüşhane ve dünyanın pek çok yerinde her defasında farklı şekilde bizi kandırıyorlar. Yargı karları uygulanamıyor. Biz Türk Mühendisleri ve Mimarları odaları olarak bu uygulamalara karşıyız. Başbakan diyor ki; odalar bizi engelliyor, evet engelliyoruz. Benim kozaklılara da lafım var; Topaklarınızı satmayacaksınız, topraklarınıza sahip çıkacaksınız. Bergama halkı neler olacağını çok iyi biliyorlar. Ve şimdi Kozak yaylası'nın ve Havran'ın topraklarına sahip çıkmasını istiyorum ve hepinize saygılarımı sunuyorum

İLHAN ÇAKIR (Kozak Yukarıbey Muhtarı): Kaplanda yapılan ÇED toplantısında 1 ton kayadan 4 gram altın alacaklarını söylediler. Yani 4 gram altın için kozak deşilmez. Durumumuz çok kötü. 10 sene çalışıp 20 milyon dolar Türkiye'ye girdi sağlayacaklarmış. Her yıl sadece fıstıktan 50 milyon dolar girdi sağlanıyor. Üzüm, şarap, elma vs. katmasak bile bu kadarını da mı bilmiyorsunuz? Kozak su deposudur. Balıkesir ve pek çok yer kozağın suyunu içiyorlar. Bunlar için felaket olacak. 800 metreye indiklerini duymuştuk ama daha kötü bir durumda. Ben araştırdım 4 aydır çalıştıkları yerde çok büyük bir su alanı bulmuşlar ve aynı zamanda aynı bölgede fay hattı olduğunu ve suyu aşağıya indirmeleri gerektiğini söylediler. 1000mx1000 m boyutlarında çukurlar açılacağı söyleniyor peki bu sular ne olacak, biliyorsunuz küresel ısınma ve susuzluk tehlikesi var. Kuraklık nedeniyle tasarruf sudan tasarruf edin deniyor, peki bunlar ne olacak. Biz daha fazla bilgi edinmek istiyoruz. Burada profosörler, Odalardan uzmanlar var. Lütfen su konusunu daha fazla işleyin. Hepinize teşekkür ediyorum.

SITKI BİLGİ (Kozak Aşağıbey Muhtarı) : Biz altın madenciliğinden son derece kaygılıyız. Bizim altınımız çam fıstığıdır. Dünyanın en kaliteli fıstığını yetiştirip, yılda 50-60 milyon dolar girdi sağlıyoruz. Şimdi altın madenciliğine ne gerek var. Her iş her yerde yapılmamalı. Bir çoban nasıl Ankara'nın İzmir'in göbeğinde hayvancılık yapamazsa, dünyanın ender yerlerinden olan kozak ta da madencilik yapılamamalı. Yalnız fıstığımızdan değil, yeraltı sularından da kaygı duymaktayız. Ben 20 yıllık muhtarım. Daha önce kozak'ı değerlendirmeye gelen bilim insanları suların iyi kullanılmaması halinde çöl olacağını söylemişlerdi. Şimdi daha iyi anlıyorum. Çünkü şimdi maden çalışması yapabilmek için yüzeydeki suyu indirmek için fay hattı arıyorlar. Biz kozağın endemik bitki örtüsünün bozulmasını istemiyoruz. Endişemiz büyük. Bize katkı sunan herkese teşekkür ediyorum.

REVAETTİN YILDIZ (Kozak Karaveliler Muhtarı): Tüm katılımcıları selamlıyorum. Kozak havası suyu ve fıstık çamıyla özel yerlerden biridir. Ormanlar dünyanın akciğerleri olduğunu söylüyoruz . Peki neden ormanlarımızı yok ediyoruz. Tüm katılımcılara teşekkür ederim.

Mehmet Emin Demirtaş (Kozak Hisarköy muhtarı): Bizde tüm arkadaşlarımız gibi bu konulardan şikayetçiyiz. Devletimiz bize sahip çıksın. Saygılar sunuyorum.

SELİM DEMİRCAN (Kozak Çevre Derneği Başkanı) : Öncelikle bizi yalnız bırakmayan herkese teşekkür ediyorum. Maden bizler üzerinde oynadığı oyuna devam ediyor. Sanki yargı kararı yokmuş gibi hala maden için işlemlere devam ediyorlar. Altın madeni halkın sempatisini kazanmak için madenci işi olmadığı halde, krizden de yararlanarak çam fıstığı kozalağı alıyor. Cam fıstığı için depo ve tesis kuracağını söylüyor. Neden tesis kuracakmış, çam fıstığı altıncıların işi mi? Bizim şimdiye kadar fıstığımızı altın madencileri mi alıyordu. Madenciler çaresizlikten her fırsatı değerlendirmeye çalışıyor. Yardım paketleri hazırlıyorlarmış. Yardımda bulunacaklarmış. Kozak yaylasının sadakaya ihtiyacı yok. Kurtuluş savaşında olduğu gibi madencilerin de oyunu bozulacaktır. Arkadaşlarımızdan bu konuda dikkatli olmalarını rica ediyorum. Kozak'ın işe de istihdama da ihtiyacı yok. Bizler madenciliğe karşı değiliz ama çevreye insana zarar vermeden yapılmasını istiyoruz. Her yerde her şey yapılmaz. Kozak'ta madencilik yapılamaz. Kimse 10 yılda 20 milyon dolar girdi için Kozak'ı feda etmesin, biz yılda 50 milyon dolar girdi sağlıyoruz. Saygıları sunuyoruz.

Berna Karabudak (yukarıbey köylüsü): Bize destek veren herkese teşekkür ederim. Altın madeni bizi yenemeyecek, mücadelemiz sürecek Kadınları yenemeyecekler, hepinize teşekkürler..

Muammer Sakaryalı (İnay Vicdan Hareketi sözcüsü): İnay'da bizim mücadelemiz bir yol aldıysa bu kadınlar sayesinde oldu. Kadınlar olmadan bizim çabalarımız beş para etmez. Kadınlar burada daha çok konuşmalıdır. Ben konuşulanları izledim gözledim halkın gerçek katılım toplantısı buradadır. Burada Kozaklı köylüler onların temsilcisi muhtarlar konuşuyorlar. Parayla tutulmuş insanların bulunduğu yer halkın katılım toplantısı olamaz. Ben bir ay önce ovacıkta yapılan ÇED toplantısına katıldım. Bir orkestra şefinin el işaretiyle oturup kalkan bindirilmiş kıtaların bulunduğu bir topluluk vardı, bu halk olamaz.
İnay'da bir zehirlenme vakası yaşadık. Araştırılmasını istedik. Doğum yapan kuzularda anomaliler vardı. Kuzunun bacağı, burnu, gözü yoktu. İnsanlar çocuklarımız da böyle mi doğacak korkusu içindeler. Kaygılıyız kaygılarımızı giderin dedik. Kimse bizi ciddiye almadı. Şimdi görüyorum Kozaklı kadınlar bu işin peşini bırakmayacaklar, biz bırakmıyoruz. Bize bir bakın biz de vatan haini suratı var mı? Toprağı, ağacı, arıyı, suyu sevdik. Onların vicdanını sorguladık diye bize saldırıyorlar. Umut ellerimizde..umut Kozaklıların kol kola girebilmesinde, Kozak ile Eşme ve Bergama'nın kol kola yürüyebilmesinde. Teşekkürler.

Osman Özgüven (Dikili Belediye Başkanı): Bergama faaliyete başladığından bu yana birileri para kazanmak için mücadele verirken, birileri de insanları zehirliyorsunuz diye mücadele veriyorlar. Burada bir çok bilim insanı var, onlar yıllardır koşturuyorlar . Ama onlara vatan haini diyorlar biz de onların yanındayız ve vatan hainliğine devam ediyoruz. Biliyoruz, Bergama'da da torbalar dağıtmaya başladılar. Ancak mücadelemizden vazgeçmeyeceğiz. Midilli de yapılan bir toplantıya katıldık ve burada yapılan altın madeni nedeniyle adalara zarar vereceği endişesi içindeler. Adalarda ve Yunanistan'da bu nedenle faaliyetler sürüyor. Eninde sonunda bunun zararı Dikiliye de gelecek. Sadece Bergama ve Dikili'nin değil bu sorun tüm insanların sorunudur. Bu nedenle bilim insanları da, bizler de hep birlikte mücadelemizi sürdüreceğiz ve bir gün hukuk doğadan ve bizden yana da işleyecektir.

SEFA TAŞKIN(Bergama eski belediye bşk.): Bu güzel toplantı ile birlikte şunu görüyorum ki, Bergama'nın başlattığı mücadele geleneği hala sürüyor. 18 yıl önce Bergama'da güzel kadınların ve erkeklerin uluslararası tekelci ve yerli işbirlikçilere karşı cesaretle başlattığı mücadele hala sürüyor. Burada altın buldular ve dünyanın en zehirli maddesi olan siyanürle çıkarmaya çalışıyorlar. Siyasetçilerin hoşgörüsüyle yıllardır, aleyhinde çıkan pek çok yargı kararına karşın madeni işletmeyi sürdürdüler. Ve 7-8 yıldır neredeyse Ovacık'ı bitirdiler ve orayı bir zehir çukuru haline getirdiler.Şimdi o havuzlardan zehirli maddeler sulara sızıyor e biz o suları kullanıyoruz. İnanıyorum ki 10 yıl sonra Bergama kanser Hastaneleri ile ünlenecek. Şimdi sıra Kozakta. Böyle bir bölgede siyanürün işi ne ? Orası doğal sit alanı olması gerekir. Ve 1-2 işbirlikçi dışında kimsenin karı olmayacak. Kozakta yapılacak altın madeni nedeniyle Bergama daha da zarar görecek. Çünkü oradaki kirlenen yeraltı suları Bergama'daki kirliliği katlayacak. Sadece Bergama'nın doğasını değil, insanlarını da gözden çıkardılar. Kozaklılar çok şanslısınız, çünkü dünyada görülmemiş bir mücadele örneğinin deneyimlerinden faydalanacaksınız. Burada bulunan bilim insanlarından korkmayın ve onlara yaklaşın vatan haini değillerdir. Burada olduğunuz için çok mutluyum. Görüyorum ki, Kozaklılar başlarına geleceklerinin farkındalar. Altın madeninden yana olan muhtarları seçmeyin, altına karşı olan muhtarları ödüllendirin. Madencilerin olanakları ve güçleri var, bakın Kanaltürk'ü aldılar, Bugün gazetesi onların. Ancak siz kararlı olmanız durumunda siz onlardan çoksunuz ve güçlüsünüz. Faklı partilerin insanları olabilirsiniz ama bu topraklara sahip çıkmak için yan yana gelin. Çevre mücadelesinde bilim insanları ile birlikte el-ele verin.

YEKTA ÜNSAL(Tema Vakfı Temsilcisi): Söylenebilecek her şey söylendi. Ben Türkiye'de bir ilkin yaşandığına tanık olduğuma inanıyorum. Burada gerçek halkın katılımı toplantısı yapılıyor. Hukuk insanlar için varsa, hukuk burada. Bu kadar kalabalığı görünce heyecanlandım. Herkese teşekkür ediyorum

GÜMÇED temsilcisi Bora Bey: Bizlerle yola çıkan herkes söylenecek her şeyi söylediler ben Anayasanın 56. maddesinde herke "Sağlıklı bir çevrede. Yaşama hakkına sahiptir" der. Peki kozaklılar böyle bir yerde yaşarlarken neden şimdi onları zehirle yaşamaya mahkum ediliyorlar. Dünyada Altın çıkan ülkeler değil, çıkaran ülkeler zengindir. 5177 sayılı Bu talan yasası yürürlükte kaldıkça bu mücadeleyi vermek zorundayız. Birlikteyiz, beraberiz, birlikten güçlük doğacaktır.

EGEÇEP SÖZCÜSÜ ERHAN İÇÖZ: Ovacık altın madeni tüm Ege'yi mahvedecek. ÇED raporunda diyorlar ki, 3.8 ton altın madeni kaldı, biz 7 yıl daha faaliyetimizi südüreceğiz diyorlar. 3.8 ton altın madeni 1 yılda biter. 7 yıl daha sürmesinin nedeni Kozak, Havran ve diğer bölgelerdeki altın madenlerini de işleyecekler, 7 yıl sonra 10 yıl daha diyecekler. Onlar altını savunuyorlar, biz yaşamı… İzin verecek miyiz? (KÖYLÜLER HEP BİR AĞIZDAN: HAYIIIR)… Ama korkuyorlar, günlerdir Kanaltürk'te bizi karalayan haberler yapıyorlar. Korkuyorlar.
Kozak yaylası su deposu, Kozak'taki su Balıkesir'den tutun da , Altınoluk, Dikili ve daha pek çok yere Kozak suları yayılıyor, bu nedenle sorun tüm Ege'nin sorunudur. Kozak yaylasının tamamı için altın madeni arama ruhsatı vardır. Şimdi birkaç yerde başlayıp, sonra sizin direncinizi kırdıkça diğer yerleri de delik deşik edecekler. Bizler ne zaman çağrılırsak bilim insanı hukukçular olarak yanınızdayız. Biz halkız, haklıyız ve kazanacağız.

EGE KİMYA MÜH. ODASI BAŞKANI ERTUĞRUL BARKA: Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Namusum üzerine yemin ederim vatanım için konuşacağım ve yalnızca gerçeği söyleyeceğim. Bu vatanımızın, hukukumuzun mücadelesi. Neden bunlar biz ve bizim gibi ülkelerin başına geliyor. Kapitalizm yine krize girdi ve bu krizi bizim üzerimizden aşmaya çalışıyorlar. Bunun için 12 Eylül oldu, 12 Mart oldu, iktidara kendi adamlarını getirdiler. Siz siyaset yapmayın dediler. Neden? Bizi sömürmek için yalnızca insanı değil, toprağını, suyunu, denizlerini, yeraltı kaynaklarını sömürmek için. Emperyalist şirketlere peşkeş çekmek için… Uyanın arkadaşlar vatandır tehlikede olan. Onlar altınsa biz üstünüz.

İZMİR ÇEVRE MÜH. ODASI BAŞKANI HALİL GEZER: Merhaba, tüm meslektaşlarım adına hepiniz selamlıyorum. Bu halkın katılımı toplantısıdır, altın madenciliği bilgilendirme toplantısı için buradayız. Ben Altın Madenciliğine karşıyım. Altın madenciliği çevreye, insana zarara vermeden yapılabilir ancak bu karlı bir iş değildir. Yani birisine altın madeni işlet ama çevreyi kirletmeden canlı yaşamına zarar vermeden yap denmiş olsa kimse yapmaz. Tekelci uluslar arası şirketler tarafından bu gün ülkemizde altın madenciliği yapılıyorsa bize değer verdikleri için değil, bizi değersiz gördükleri için yapılıyor. Biz altın madenciliğine karşıysak çevreyi, ülkemizi, insanı, yaşamı sevdiğimiz için istemiyoruz. Ülke girdisi artacak diyorlar. Peki kimin cebine girecek bu girdi? Kozaklılar söyledi biz yılda 50milyon dolar girdi sağlıyoruz diye, peki bu kimin cebine giriyor? Halkın cebine, işte bunu istemiyorlar. Bizler, sizler ülkemizi seviyoruz ne Bergama, Kozak, Efemçukuru, İnay ve tüm Türkiye'de altın madenciliğine karşıyız. Bu yalanlara kanmayalım. Tekrar ediyorum: Altın madenciliğinden ülkemizin hiçbir kazancı yoktur, çıkarılmasın istemiyoruz. Kayıtlara açıkça geçmesini istiyorum. Biz başaracağız bir geleceğimizi savunacağız, çam fıstığı, pamuk, vs.bize yeter. Altın toprak altında kalsın ileride yaşama uygun bir yöntem olması mümkün olursa, kendi altınımızı kendimiz çıkarırız. Saygılar sunuyorum.

ELELE HAREKETİ DÖNEM SÖZCÜSÜ MUSTAFA GÜL: Şimdiye kadar Bergama halkının yanındaydık ve bundan sonrada yanında olacağız. Mücadelemiz zor ancak, biz halkız bir gün mutlaka kazanacağız.

İDA ÇEV. DER. SİYAMİ DEMİR: Altınoluk'ta kurduğumuz çevre derneğimizden arkadaşlarımla size destek olmak üzere geldik. Ben neden çevreci olduğumu anlatacağım. Çelik işçisi olarak ciğerlerimin pek çoğunu kaybettim. Oksijenin bol olduğu Altınoluk'ta yaşamam gerektiğini söylediler. Buraya yerleştim, ama öğrendim ki buranında hava ve suyu kirletilecekmiş. Bu nedenle 50 yaşından sonra çevreci oldum. Saldırı yöresel değil küreseldir. Hepinize saygılar sunuyorum.

ORMAN MÜH. ODASINDAN FEVZİ YILMAZ: Değerli Bergamalılar ve kozak yaylasının cesur yürekli savaşçıları. Muhtarların konuşmaları bizi cesaretlendirdi. Çok teşekkür ederim. İSKİ'de yeşertilip DSİ'de da büyütülen ve bakan yapılan bir çevre bakanımız var. Turgut'lu Nikel madenlerini İngilizlere veren bir çevre bakanımız var. Biz Kozak'ı çamları temiz suları ve temiz havasıyla biliriz. Bu maden bana Gazze işgalini hatırlattı. Orada su kaynaklarını duvarla çevirip Gazze halkını felakete süreklenmesini isteyenlerle Bize bu maden yayasını dayatılarak ülkemizi talan etmek-ettirmek isteyenler aynı güçlerdir. . Tüm kozak ve Bergamalıları kutluyorum.

Bergama Çevre Platformu Sözcüsü Erol Engel: Arkadaşlar, yüreğimiz yanıyor, bu güne kadar Kozak yaylasını güzellikleriyle andık. Piknik yaptık, yürüyüş yaptık, Kozağa gidince geri gelişimiz gelmiyor. Bu izinlere imza atan insanların kozağı götürüp hangi vicdanla imzalarını attıklarını sormak gerekiyor. Devlet Bergama'yı gözden çıkardı. 4 gram altın için 9996 kg toprağı ne yapacaksınız… 2. havuz yapmak için uğraşıyorlar, biz ona 2. doğa mezarlığı dedik. Orada Kozağı diri diri gömmek istiyorlar. Buna dur diyemezsek oradaki pasa dağları silsile halinde çoğalacak. Altınlar alınınca bu zehirli ve üzerinde ot bitmeyen toprak ne olacak…? Şimdi kozakta sondaj alanı var. Sen ne yapıyorsun diyen yok. MTA'yı göreve çağırıyoruz. Talanın boyutunu anlayamıyoruz. Burada çok zengin su kaynakları var. Eskiden 60 metreden su çıkarken şimdi 200 metreden çıkıyor. Bergama gözden çıkarıldı 2. atık havuzunun yanında bulunan seralarda pek çok işçi çalışıyor. Eğer 2. Atık havuzu yapılırsa seracılık bitecek. Altıncı Şirkete Ege Bölgesi Sanayi Odası tarafından çevre ödülü verildi. Onlara soruyorum; Yöredeki sulu tarım bitmek üzere, neredeyse bir şehrin tükettiği su kadar su tüketecekler, Kozağı Bergama'ya gömecekler bunun için mi ödülle teşvik ediyorsunuz. Amerikalıların gerçekleştiremediğini işbirlikçi tarikatçı Koza şirketi gerçekleştirdi. 2005 yılında çevre gününde, 2006'da Dikili'de festivalde, en son 28 Kasım 2008 da bizlere saldırdılar. Bu cemaatin yetkililerine soruyorum yeryüzünün cenneti Kozağı gömmek hangi vicdana sığar?

Kozaklı kadınlarımızdan;




Neziha Solak: Biz Kozak'ta altın madeni istemiyoruz. Biz fıstığımızı satıp paramızı kazanıyoruz. Kozaktan gitsinler. Ben korkuyorum bu gidişle her şey bitecek sıra kadınlara gelecek. Biz istemiyoruz, gitsinler.
Yasemin Safran: Muhtarlara sesleniyorum. Koza altın şirketine fırsat vermeyelim, Halkımızın yoksulluğundan faydalanıyorlar. Bunlara fırsat vermeyelim elele verelim.

SERKAN….(emekli işçi): Bizler ağaçların kesilmemesi için yol kesme eylemi yapmıştık. Ancak o mücadele içinde birileri bu işe siyaseti bulaştırmayın dedi, bu işin çevre işi olduğunu söyledi. Siyasetle topraklarımız kirlenirken siyaset yapmamak mümkün mü? Topraklarımızı havamızı suyumuzu kirletenlerle ilgili kararları biz değil, bu kararları siyasiler aldı. Bize seçtirilenlerin kararları ve bizim lehimize değil emperyalistlerin lehinedir. Burada her şey siyasidir bizi ve çevrimizi emperyalistlere peşkeş çeken siyasilerdir ve bunları başımızdan defetmek gerekir. Saygılarımız sunuyorum

ÖZGE CANDAN: Bergamalı bir kadın olarak konuşuyorum. Peyzaj mimarıyım. Gözlemlerimi paylaşmak istiyorum. Kanser vakaları giderek artıyor. Kadınlarda meme kanseri, erkeklerde beyin hasarı oluşuyor. Emperyalistlerin yalanlarına kanmayın. Oluşturulan suni tepeler, Zehirli topraktı, dikkat çekmemek için üzerlerine humuslu toprak atıp zeytin ektiler. Zeytinlere inanılmaz vitamin veriyorlar. Bu kandırmaca, oradaki dağlar nedeniyle rüzgar alınamıyor, bu nedenle nemden mantar oluşuyor. Orası(pasa dağlarının civarı) bamya yetiştiricisi ama mahsül alamadılar. Borca batmış durumdalar. Aynı şeyler Kozak'ın da başına gelecek. Tarih bize öğretti, direnen insanlar kazanacaktır. Birbirimize destek olmalıyız. Umut ellerimizde, teşekkür ederim.


Düzenleyen Fatoş : 26-08-2010 saat 17:37 Neden: eksik
Fatoş Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 26-08-2010, 16:22   #125
Ağaç Dostu
 
Fatoş's Avatar
 
Giriş Tarihi: 19-12-2009
Şehir: İzmir
Mesajlar: 1,660
Galeri: 120
26 a ğ u s t o s 2010 p e r ş e m b e
Kozak yaylası hakkında bilgilendirme toplantısı yapıldı.
Bergama Kuzey Ege Gazetesinden alıntıdır.


Düzenleyen Fatoş : 26-08-2010 saat 17:34 Neden: eksik
Fatoş Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 28-08-2010, 12:29   #126
Ağaç Dostu
 
Latif's Avatar
 
Giriş Tarihi: 01-04-2009
Şehir: izmir
Mesajlar: 404
Galeri: 5
allino'yu yok edecek

. Antik kentteki gelişmelerin kaygı verici olduğunu söyleyen Allianoi Girişim Grubu Dönem Sözcüsü İffet Diler, `Kalabalık bir işçi grubu temizlik çalışmaları yapıyordu. Büyük hamamda bulunan suların tahliyesine başlamışlardı. Bu çalışmanın ardından restorasyon öğrencilerinin gelip duvarlarda güçlendirme çalışması yapacağını öğrendik` diye konuştu.

Gelişmeler hakkında sağlıklı bilgi edinemediklerini ifade eden Diler, `Bize bilgi vermekten kaçınıyorlar. Ancak öğrendiğimiz kadarıyla yeni bir bilim heyeti oluşturulmuş ve Kurul bu heyetin raporu ışığında bir karar vermiş. Bilim heyeti de daha önce Danıştay tarafından iptal edilen ve kalıntıların mille kaplanmasını öngören raporda `küçük` bir değişiklik yapmış, daha önce kalıntıların siltli kille kaplanması öngörülüyordu bu sefer kilin yerini kum almış. İşlemin durdurulması için en kısa zamanda mahkemeye başvuracağız` dedi.

Allianoi Girişim Grubu üyelerinden Jeofizik Mühendisi Erhan İçöz ise, kum kullanmanın antik kente daha büyük zarar vereceğini söyledi.

Allianoi`nin kille kaplanarak sular altında bırakılmasına karşı 4 iptal, 2 yürütmeyi durdurma kararı aldıklarını söyleyen Avukat Hilal Küey ise, `Açılan bütün davalar Allianoi lehine sonuçlandı. Sadece 2009 yılında alınan karara karşı açtığımız dava sürüyor. Bütün bunlara karşın yine hukukun arkasına dolanarak yeni bir karar çıkartmışlar. Bunlar biraz dalga geçer gibi kil yerine kum yazıp aynı kararı alarak mahkeme kararın ihlal ediyorlar. Sorumlular hakkında Cumhuriyet Savcılığına görevi kötüye kullanmak suçundan suç duyurusunda bulunacağız` dedi. (İZMİR)

Latif Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 31-08-2010, 13:25   #127
Ağaç Dostu
 
Fatoş's Avatar
 
Giriş Tarihi: 19-12-2009
Şehir: İzmir
Mesajlar: 1,660
Galeri: 120
Sevgili Latif bey, ne yazık ki ülkemizin bütün tabii ve tarihsel değerleri kıymeti bilinmek istenmiyor, önemsenmiyor, ülkemize ve gelecek kuşaklara yapılabilecek bence en büyük kötülük!
31. August 2010
Tamamı gün ışığına çıkartılmayan Allianoi, su altında bırakılacak. Koruma Kurulu'nun kararına göre, Allianoi antik kenti bu kez “kumla kaplanarak” korunacak! “Bilimsel olarak bu mümkün değildir” Allianoi Girişim Grubu, kararı yargıya taşıyacak.

Antik kent Allianoi, Koruma Kurulu'nun yeni kararına göre, kumla kaplanacak ve su altında kalacak. Allianoi Girişim Grubu, karara karşı yeni bir dava açacak. Girişim Grubu Sözcüsü İffet Diler, “2001 yılında arkeolojik SİT alanı ilan edilen yerde bu baraj neden yapılıyor? Bu inatlaşma neden?” diye soruyor.



Bergama'nın kuzeydoğusundaki Allianoi antik kentini toprak altından kurtarma çalışmaları 1998 yılında başladı. Kazı çalışmaları, gönüllüler tarafından yapıldı, finansmanı da devlet dışı çeşitli kurumlar tarafından sağlandı. Lise ve ortaokul öğrencileri de düzenlenen bağış kampanyalarıyla Allianoi’nin toprak altından çıkartılmasına yardımcı oldu.

2001 YILINDA BÖLGE SİT ALANI İLAN EDİLDİ

Kazı çalışmaları sürerken, 2001 yılında bölge arkeolojik SİT alanı ilan edildi. Ancak, SİT alanına Yortanlı Barajı inşa etme kararından da vazgeçilmedi. Bu kez Allianoi’nin tamamı gün ışığına çıkartılmadan, su altında bırakılması süreci başladı.

Allianoi Girişim Grubu öncülüğünde yürütülen “kurtarma” çalışmalarına rağmen, antik kentin kil ile kaplanarak su altında bırakılması kararı alındı. Kararlar mahkemeye taşınınca, Koruma Kurulu, son yaptığı iki toplantıda, bu kez kum ile kapatma kararı aldı.

Son gelişmeler hakkında bilgi veren Allianoi Girişim Grubu Sözcüsü İffet Diler, alanda da kumla kaplama için çalışmaların başladığını belirterek, şunları söyledi: “Malzemeler götürüldü, işçiler tutuldu, restorasyon bölümü öğrencileri göreve başladı. Telden kafesler yapılıyor. Allianoi’nin duvarlarına takılacakmış bu telden kafesler, düşen taşları böylece yerine koyacaklarmış, sonra da beton dökeceklermiş. Böyle bir koruma bilimsel olarak olamaz? Ne kullanırsanız kullanın, aynı hacimli toprakla gömmek bilimsel olarak mümkün değildir.”



“BARAJ İÇİNDE BİR ADACIK YAPILABİLİR”

Diler, “Nasıl korunabilir?” sorusuna ise şu yanıtı: “Aslında, 2001 yılında alınan SİT kararına uyulup, baraj projesinden vazgeçilseydi böyle olmayacaktı. Ama bugün açısından da bilimsel koruma yöntemleri var. Mimarlar Odası’nın bu konuda bir çalışması bulunuyor. Ayrıca, uluslararası alanda bir yarışma sonucu başka bir ülkede uygulanan yöntem var. Arkeolojik alanın çevresine, geçirmezlik tabakasına da ulaşan yüksek bir duvarın örülmesi ve o bölgenin adacık olarak kalması. Bunu maliyeti yüksek diye kabul etmiyorlar. Bunun için para kaynağı bulmaya çalıştık, yurtdışından destek gelecek, dedik. Yine de kabul etmediler.”

Diler, Koruma Kurulu'nun son kararına karşı da dava açacaklarını bildirdi.



“ALLİANOİ SAYESİNDE HERKES KENDİ KÖYÜNDE YAŞAYABİLİR”

Allianoi Girişim Grubu Sözcüsü İffet Diler, Allianoi'yi Balçova Termal Tesislerine benzeterek, şunları söyledi: “Termal tesisler, her yıl binlerce insanı ağırlıyor. Allianoi de Bergama ve İzmir için de çok önemli bir yer. Bergama’da büyük bir sağlık yurdu var. Allianoi ile birleştiği takdirde, gelen turistlerin üç beş gün kalması sağlanabilir. Bu çevre köyler için de kaynak olacak. Sadece tarımla uğraşmayacak, mermer çıkarmakla ilgilenmeyecek, belki de evlerini pansiyonculuğa açacak. Bu çocuklarının köylerini terk etmemesini sağlar, herkes kendi evinde, kendi köyünde yaşayabilir.”

“BİRLEŞMEZSEK KAYBEDERİZ”

Allianoi ile benzer sorunları yaşayan yerlerde yürütülen mücadelenin ortaklaştırılması gerektiğine dikkat çeken Diler, “Birleşmezsek bir çok şeyi kaybedeceğiz. Kendi evimizde, kendi özgür çevremizde yaşamak istiyoruz. Hasankeyf’le, Munzur’la, Senoz’la, Aksu Vadisi’yle, İspir’le, Şırnak’la, Hakkâri’yle, Cilo’yla, Yuvarlakçay’la birlikte olmak istiyoruz” dedi.

ANF
Gün ışığına çıkmadan su altında bırak


Düzenleyen Fatoş : 31-08-2010 saat 14:51
Fatoş Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 31-08-2010, 14:29   #128
Ağaç Dostu
 
Fatoş's Avatar
 
Giriş Tarihi: 19-12-2009
Şehir: İzmir
Mesajlar: 1,660
Galeri: 120
Bu güzelliğe nasıl kıyılır, hangi akıl ve mantıkla?
Name:  su_altinda.jpg
Views: 1693
Size:  51.3 KB
Name:  su_altinda_1.jpg
Views: 1508
Size:  43.0 KB

Fatoş Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 31-08-2010, 14:32   #129
Ağaç Dostu
 
Fatoş's Avatar
 
Giriş Tarihi: 19-12-2009
Şehir: İzmir
Mesajlar: 1,660
Galeri: 120
Name:  su_altinda_2.jpg
Views: 1486
Size:  19.7 KB
Name:  su_altinda_3.jpg
Views: 1559
Size:  40.5 KB

Fatoş Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 31-08-2010, 15:19   #130
Ağaç Dostu
 
Latif's Avatar
 
Giriş Tarihi: 01-04-2009
Şehir: izmir
Mesajlar: 404
Galeri: 5
Sizin gibiler sayesinde yok edemiyecekler

Latif Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 31-08-2010, 16:09   #131
Ağaç Dostu
 
ayazkentli's Avatar
 
Giriş Tarihi: 10-04-2009
Şehir: İzmir
Mesajlar: 1,641
Galeri: 1
Allianoi ile benim köyüm arasında'ki ilişkiyi ve köylümüzün içinde kaldığı çelişkiden bahsedeyim. Çünki Allianoi benim köyüm olan Ayazkentin mücahir alanı içerisine alınmış durumda.

Biliyorsunuz, geçen yıl akp hükümeti bir çok beldeyi, nüfusu 2000 altına düşen ve turizm alanı dışında kalan küçük yerlerin belediyeliklerini kapattı. Alliaoni'nin Ayazkent'in mücahir alanına alınmış olması nedeni ile nüfusu 2000 kişinin altına düşen Ayazkent'in belediyeliği -turizm bölgesi- vasfı kazanması ile kurtulmuş oldu.

Köylümüz karışık duygular içinde. Çünki hem yapılacak olan baraj'a sulama yönünden ihtiyaç duyuyor, hem'de belde'yi, köy olmaktan kurtaran Allianoi'nin baraj suları altında kalmasına üzülüyor.

Her ne kadar, baraj inşaatı sırasında bazı eserler bulunmuş olsa'da, aslında burasının, çok eskiden beri antik kent olduğu biliniyordu (1800 yıl önce, bir seyyahın anılarında, Allianoi'den bahsettiği belgeler hala duruyor). Barajın yapılması planlanırken bu durum göz önüne alınmamış.

Tam anlamı ile plansızlık örneği.

Ben kazanacağımız hakkında şüpheliyim. Çünki bir çok mahkeme kararı olmasına rağmen, hükümet mahkeme kararlarını uygulamıyor (altın madenlerinde olduğu gibi).

ayazkentli Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 31-08-2010, 16:43   #132
Ağaç Dostu
 
Fatoş's Avatar
 
Giriş Tarihi: 19-12-2009
Şehir: İzmir
Mesajlar: 1,660
Galeri: 120
Ben de bazen umutsuzluğa kapılıyorum ama değerlerimizin yitip gitmesine göz yumamıyorum aslında hepimiz elimizden geleni yapmalıyız, yazılarımızla, tepkimizi belirtip büyük bir kamuoyu yaratmalıyız ama böyle konularda ne yazık ki çoğunluk ilgilenmek istemiyor,uzak duruyor.

Bizlere ne oldu, neden böyle olduk?

Fatoş Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 31-08-2010, 16:44   #133
Ağaç Dostu
 
ayazkentli's Avatar
 
Giriş Tarihi: 10-04-2009
Şehir: İzmir
Mesajlar: 1,641
Galeri: 1
http://haber.gazetevatan.com/eroglu-...26213/1/Gundem

Çevre bakanı Veysel Eroğlu buyurmuşlar: Allianoi diye bir yer yoktur!!!!

Orası paşa ılıcasıdır.
---------------------------------------------------------------------
Ve ayrıca sanatçı Tarkan'a, Allianoi'ye sahip çıkan mesajlar verdiği için fırça atıp, sanatçılar böyle şeyler ile uğraşmasınlar, demiş.

Tabi sanatçılar akp politikalarını överlerken (sezen aksu, nihat doğan gibi) iyi. Ama eleştirirlerse, politikaya karışmayın diyorlar.

Madem'ki sanatçıların politikaya karışmalarını istemiyorsunuz, ne diye sanatçıları, AÇILIMLAR için toplayıp destek olamalarını istiyorsunuz.

İşinize yararlar ise, sanatçılar iyi. Eleştirirlerse kötü.

Ne kadar DEMOKRATİK bir ülkeyiz ve ne kadar DEMOKRATİKLEŞİYORUZ değil'mi?!!!!!

Pes yani.


Düzenleyen ayazkentli : 31-08-2010 saat 17:00 Neden: Link ilavesi.
ayazkentli Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 31-08-2010, 16:53   #134
Ağaç Dostu
 
Latif's Avatar
 
Giriş Tarihi: 01-04-2009
Şehir: izmir
Mesajlar: 404
Galeri: 5
Şu anda av.hilal kuey'ın almış oldugu belgeler nedeniyle ben ümitliyim
saygı dolu sevgiler

Latif Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 31-08-2010, 17:02   #135
Ağaç Dostu
 
Fatoş's Avatar
 
Giriş Tarihi: 19-12-2009
Şehir: İzmir
Mesajlar: 1,660
Galeri: 120
BASIN BÜLTENİ
Allianoi, Bergama’nın 18 km kuzeydoğusundaki 2000 yıllık antik sağlık yurduyla ilgili olarak hukukî süreç halen devam etmektedir.

Bilindiği gibi akla , mantığa sığmayan bir buluşla ALLIANOI’un mille kapatılarak suya gömülmesi konusunda koruma(ma) kurulunca karar alınmıştı. Tarih ve kültür konusunda duyarlı yurttaşlar karara karşı durmuşlar ve imza kampanyaların yanı sıra Allianoi Antik sağlık yurdunun kurtulması için açılan 12 adet davada yanımızda yer almışlardır. Ancak el yordamıyla işleri yürütmenin peşinde olanlar hukuku hiçe saymakta tereddüt etmemektedirler.

Kaldı ki açılan davaların sonuçlanmış olanların hepsinde gömme işlemlerine karşı iptal kararları almış bulunmaktayız. Buna karşın ALLIANOI’u gömme işlemini yapacak KOÇOĞLU firmasınca tutulan 15 kadar işçinin alanda çalıştığı ihbarı ulaşmıştır. Şirket kamyonlarının hazır olduğu söylenmiştir. Her an alanda daha önce bilimsel çalışma yapmak amacıyla açılan bölümlerin yeniden toprakla kapatılabileceği bilgisi aktarılmıştır.

BERGAMA MÜZESİ TARAFINDAN ALANDA TEMİZLİK ÇALIŞMASI BAŞLATILMIŞTIR…

17. AĞUSTOS’DA TOPLANAN KURUL GÖZLERDEN UZAK YOK ETME KARARINI ALMIŞ VE UYGULAMAYA KOYMUŞTUR.

ÜLKENİN KÜLTÜREL DEĞERLERİNİ KORUMAKLA YÜKÜMLÜ BAKANLIK ÜSTLENMİŞ OLDUĞU GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMAKTADIR.

ALLIANOI ANADOLU VE MEZOPOTAMYA’NIN BEŞİĞİDİR…

SAYIN BAKANI SORUMLULUKLARINI YERİNE GETİRMEYE DAVET EDİYORUZ.

SİZ BİZİM KÜLTÜR BAKANIMIZSANIZ NEDEN GEÇMİŞİ GELECEĞE TAŞIMA KONUSUNDA DUYARLI DAVRANMIYORSUNUZ?


Son bir yılda sıklıkla ALLIANOI görünmez bir el tarafından tehdit edilmektedir. Hukuk ülkesinde yasaların çiğnendiği günler. Önerilen tüm projeleri ellerinin tersiyle iten sorumlular ısrarla tarihi ören yerini gömme görevlerini yerine getirme telaşındadırlar. Yapılmaya çalışılan Türkiye Cumhuriyeti devletinin imzalamış olduğu tüm uluslar arası anlaşmalara aykırı bir durumdur.

Konuya duyarlı herkesi göreve çağrıyoruz.

ALLIANOI ÇAMURLA KAPATILARAK SUYA GÖMÜLMEK İSTENMEKTEDİR!

Allianoi’da DSİ’nin yürürlüğe koymaya çalıştığı mille doldurma işlemini onaylayan İzmir 2 Nolu Koruma kurulu kararlarının İzmir İdare Mahkemeleri ve Danıştay 6. Daire Kararları ile iptal edilmiş olması nedeniyle yasal dayanaktan yoksundur. Hatırlatıyoruz.

Konu ile ilgili Kurula yapmış olduğumuz 18.6.2010 tarihli başvurumuza İzmir 2. Nolu Kurulun vermiş olduğu 12.7.2010 tarihli cevabında, İzmir 4. İdare mahkemesinin 12.5.2010 tarihli kararlarına uyulması yönünde karar aldıkları, dağıtım aşamasında olduğu, müdürlüklerince yapılan herhangi bir işlem bulunmadığı bildirilmiştir.

Yetkilileri uyarıyoruz!

ALLIANOI KUMLA KAPATILARAK KARANLIĞA TERKEDİLEMEZ.

ILICADAKİ ROMA HAMAMININ ÜSTÜNÜ AÇARAK YAPTIĞINIZ MÜDAHALE CİNAYETTİR!..

TARİH KATLEDİLMEKTEDİR!..

ALLIANOI ÜLKEMİZİN GELECEĞİDİR!

KAFANIZI KUMA ALLIANOI’U SUYA GÖMMEYİN!

İffet DİLER
Allianoi Girişim Grubu Dönem Sözcüsü

Fatoş Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 31-08-2010, 17:18   #136
Ağaç Dostu
 
Fatoş's Avatar
 
Giriş Tarihi: 19-12-2009
Şehir: İzmir
Mesajlar: 1,660
Galeri: 120
31.08.2010 17:08:15 - Güncelleme 57 dk. önce /CCN TÜRK

Bakan'a göre Allianoi bir iki taştan ibaret!


Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, Allianoi'nin baraj suları altında kalmasına tepki gösteren Tarkan'a da kızdı, "Sanatçı arkadaş sanatıyla ilgilensin, herkesin bir ihtisası vardır. Herkes bilmediği bir konuya burnunu sokarsa çok yanlış olur" dedi ve Allianoi diye bir yer olmadığını iddia etti. Kültür Bakanlığı'nın sitesinde ise Allianoi'nin ne kadar önemli bir değer olduğundan bahsediyor.

Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, İzmir'in Bayındır ilçesi AK Parti'li Belediye Başkanı Mehmet Kertiş'i makamında ziyaret etti.

Burada sulama projeleriyle ilgili bilgiler veren Eroğlu Beydağ Barajı'nı bitirdiklerini, Zeytinova Barajı'nın projesinin tamamlandığını, Aktaş Barajı'nın ihalesinin de bugün yapıldığını söyledi.

Gazetecilerin İzmir'in Bergama ilçesinde antik Allianoi kaplıca merkezinin Yortanlı Barajı suları altında kalacağını, sanatçı Tarkan'ın da buna tepki gösterdiğini hatırlatması üzerine Bakan Eroğlu, "Sanatçı arkadaş sanatıyla ilgilensin, herkesin bir ihtisası vardır. Herkes bilmediği bir konuya burnunu sokarsa çok yanlış olur. Ben şimdi kalkıp da onun sanatıyla alakalı bir şey söylesem ne derece yanlış olursa, onun da bir baraj ya da tarihi eserin korunmasıyla ilgili söyleyeceği şey fevkalade yanlıştır. Bunlar doğru değil. Dünyanın hiçbir yerinde de yoktur. Bilimadamları karar verir ne yapılacağına, ona göre yapılır. Yortanlı polemik mevzu oldu. Buna ilk defa orada kazı yapan kişiler sebep oldu. Kazılara devam etmek istediler. Yıllarca DSİ'den yüklü miktarda kazı paraları aldılar. Yaklaşık 4.5-5 milyon lira kazılar için para ödedik. Ayrıca ayni yardımlarla destekte bulunduk. Bugünün parasıyla 7 milyon lira kazı ve çıkartılan eserlerin Bergama Müzesine taşınması için masraf yaptık. Bunu tamamen Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Bergama Müze Müdürlüğünün denetimi altında yaptık" dedi.



"Allianoi" ismi uydurmaymış, Bakan öyle dedi

Bakan Eroğlu Allianoi ismine de itiraz etti, bu ismin uydurulduğunu öne sürdü. Eroğlu şunları söyledi:

"Orası Allianoi değil. Allianoi diye bir yer o kişinin uydurduğu bir kelimedir. Bunu ben ispat ettim. Bunu çok net söylüyorum. Bununla ilgili TRT'yi yanıltmışlar, bir tarihte belgesel diye hazırlamışlar. Belgesel olduğuna göre belgesini gönderin dedim. Böyle bir tarihi kayıt gösteremediler. Genel müdürken TRT'ye sert bir yazı yazdım. Neticede kendim baktım. Orada Paşa Ilıcası adıyla bilinen Türkiye'nin her tarafında olan bir ılıca, kaplıca var. Geçmiş dönemde eski bir valimizin zamanında restore edilmiş. Beton duvarlar var. Mermerler konmuş. Sadece Peri Kızı adı verilen bir eser çıktı, Bergama Müzesi'ne kondu. Her tarafta olan mozaikler var. Çatı uydurma bir malzemeyle yapılmış. Çıkan bir tek sütun var, Peri Kızı var. Sütunlar korunacak. Üniversitelere bilim adamlarına sorduk. Onların istediği şekilde koruyacak tedbirler alıyoruz, örtüyoruz. İstenildiği zaman, gelecekte tekrar açılır kullanılır. Tarihi eserlere bir şey yaptığımız yok. Oraya biz 60 milyon lira para harcadık. Bir takım cahil insanlar yüzünden, bazı art niyetli kişiler yüzünden orada su tutulamadı çiftçiler mağdur oldu. İki senedir bekliyor. Artık tahammülümüz yoktur."

DSİ, Koruma Kurulu'ndan aldığı izinle baraj göleti altında kalacak Alliaoni'nin üzerinin kumla kapatılmasına karar vermişti. Daha önce Alliaoni'nin su altında bırakacak projelere karşı yürütmeyi durdurma kararları alan çevreciler son karara karşı da mahkemeye başvurmaya hazırlanıyordu.

Kültür Bakanlığı'nın sitesinde önemli değer olarak tanıtılan Allianoi neresi peki?

Bakan Eroğlu'nun "Yok böyle bir yer" dediği Allianoi, Kültür Bakanlığı'nın sitesinde yer alıyor ve Türkiye için çok önemli bir değer olduğunun altı çiziliyor.

İşte Kültür Bakanlığı'nın sitesinde yer alan bilgilerle Allianoi:

"Son yıllarda yapılan kazı çalışmaları sonucunda Bergama'nın 18 km kuzeydoğusunda Paşa Ilıcası olarak anılan merkezde Asklepios'a adanmış yeni bir Asklepieion ortaya çıkartılmıştır.

İS II. yüzyılda yaşamış Hadrianotherai'lı P.A. Aristides, Hieroi Logoi (Kutsal Sözler) adlı eserinde; Pergamon'a 120 stadia (23-25 km) uzaklıkta olan Allianoi'da şifa bulduğunu aktarır. Pergamon ve yakın çevresinde bu uzaklıkta, bu ölçülerde başka bir sağlık merkezi olmadığından Allianoi, Asklepieionu'nun Paşa Ilıcası Mevkii'nde keşfedilen antik merkez olduğu sanılmaktadır.

Kült merkezinin yakın çevresindeki yerleşmelerle bağlantısı araştırılmış, yol ağlarının hep bu alanla olan bağlantısından dolayı bu alanın önemli konaklama merkezlerinden biri olduğu saptanmıştır.

1998 yılından bu yana yapılan kurtarma kazı çalışmaları sonucunda;

-Halen 47º C sıcak suyu olan, 9700 m2'lik bir alana kurulmuş, frigidarium (ılıklık), dinlenme veya terapi odaları, çeşme ve havuzları, termal tesisleri
- Halen kullanılan çift kemerli Roma Köprüsü
- Doğu - batı doğrultulu, 210 m uzunluğunda, 6 m genişliğinde sütunlu tören yolu
- Kuzey - güney doğrultulu 35 m uzunluğunda 8 m genişliğinde sütunlu cadde
- Sütunlu caddenin stoasının arkalarında farklı işlevler için kullanılmış dükkan ve mekanlar bir nympheum (anıtsal çeşme)
- Görkemli bir tedavi yapısı
- Kuzey - güney doğrultulu caddenin başlangıcında proplylon (anıtsal giriş)
- Doğu - batı doğrultulu caddelerin bitiminde geçiş yapısı
- Latrinler (umumi tuvalet yapıları)
- Bazilikal tipte büyük kilise yapısı
- İki mezarlık Şapeli (küçük kilise)
- Nekropol alanları (mezarlık)
- Seramik atölyeleri, fırınları
- İçme ve atık su sistemleri
ortaya çıkarılmıştır.

Allianoi, büyük olasılıkla İ.Ö. II. yüzyılda kurulmuş, ancak İ.S. II. yüzyılda Hadrian Dönemi'nde büyük bir bayındırlık hareketi yaşamış ve hidroterapinin uygulandığı büyük bir kült merkezi görünümü kazanmıştır. Bizans döneminde kısmen yerleşime sahne olan merkez, Batı Anadolu'da sıcak su kaynağının üzerinde kurulmuş, en büyük ve en iyi korunmuş komplekslerden biridir. "

Fatoş Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 31-08-2010, 17:28   #137
Ağaç Dostu
 
Fatoş's Avatar
 
Giriş Tarihi: 19-12-2009
Şehir: İzmir
Mesajlar: 1,660
Galeri: 120
Name:  fft5_mf528350 (1).Jpeg
Views: 1989
Size:  35.7 KB

Fatoş Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 31-08-2010, 17:40   #138
Ağaç Dostu
 
Fatoş's Avatar
 
Giriş Tarihi: 19-12-2009
Şehir: İzmir
Mesajlar: 1,660
Galeri: 120
Name:  file_.ashx.jpg
Views: 5462
Size:  66.7 KB
Name:  file_.ashx (2).jpg
Views: 1946
Size:  70.5 KB
Name:  file_.ashx (2).jpg
Views: 1946
Size:  70.5 KB
Name:  file_.ashx (4).jpg
Views: 1719
Size:  65.0 KB
Name:  file_.ashx (5).jpg
Views: 1506
Size:  63.6 KB

Eklenen Resimler
 
Fatoş Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 31-08-2010, 17:42   #139
Ağaç Dostu
 
Fatoş's Avatar
 
Giriş Tarihi: 19-12-2009
Şehir: İzmir
Mesajlar: 1,660
Galeri: 120
Name:  file_.ashx (6).jpg
Views: 1594
Size:  64.0 KB
Name:  file_.ashx (7).jpg
Views: 1442
Size:  64.0 KB

Fatoş Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 31-08-2010, 17:45   #140
Ağaç Dostu
 
Fatoş's Avatar
 
Giriş Tarihi: 19-12-2009
Şehir: İzmir
Mesajlar: 1,660
Galeri: 120
Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, Allianoi için "Beton duvarlar var. Mermerler konmuş. Sadece Peri Kızı adı verilen bir eser çıktı, Bergama Müzesi'ne kondu. Her tarafta olan mozaikler var. Çatı uydurma bir malzemeyle yapılmış. Çıkan bir tek sütun var, Peri Kızı var. Sütunlar korunacak" dedi. Kültür Bakanlığı'na göre ise Allionai, Bakan'ın söylediğinden çok çok daha fazlası... İşte fotoğraflarıyla Allionai, karar sizin...

Fatoş Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 01-09-2010, 07:51   #141
Ağaç Dostu
 
Mehmet Can's Avatar
 
Giriş Tarihi: 31-03-2008
Şehir: BERGAMA
Mesajlar: 288
Galeri: 45
insanlar açlıktan intahar ettiği bir ülkede yaşadığımızı unutmayalım.

Mehmet Can Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 01-09-2010, 10:12   #142
Ağaç Dostu
 
ayazkentli's Avatar
 
Giriş Tarihi: 10-04-2009
Şehir: İzmir
Mesajlar: 1,641
Galeri: 1
Esas, insanları aç bırakan ve intihar etmelerine NEDEN OLAN siyasetçileri UNUTMAYALIM, enigma!

ayazkentli Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 01-09-2010, 12:52   #143
Ağaç Dostu
 
Latif's Avatar
 
Giriş Tarihi: 01-04-2009
Şehir: izmir
Mesajlar: 404
Galeri: 5
Bir kısım arkadaşlar su anda Allionai de kendilerini zincire bagladılar.
İffet hanım ve girişim gurubu sayesinde yok edemiyecekler

Latif Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 01-09-2010, 15:06   #144
Ağaç Dostu
 
ayazkentli's Avatar
 
Giriş Tarihi: 10-04-2009
Şehir: İzmir
Mesajlar: 1,641
Galeri: 1
Son durum.

Eylemcilerin jandarmanın ısrarlarına rağmen zincirlerini sökmemeleri üzerine İdarenin hukuk dışı inşaatın durdurulduğuna dair bilgi geldi. Eylemciler, kazı başkanı Doç. Dr. Ahmet Yaraş'ın önderliğinde bir heyetin yerinde inceleme yapmasını istediler. Basın mensupları ve kazı başkanı Yaraş'ın önderdiğindeki grup üç yıl sonra ilk defa kazı alanına girerek Allianoi'de incelemeler yaptı.


İnşaatın durdurulduğu tespit edildi. Bunun sonucunda eylemciler inşaatın yeniden devamı halinde protestoların devam edeceğini bildirdi ve inşaatın durması üzerine zincir eylemine son verdi. Önümüzdeki haftalarda Allianoi'de bir eylem kampı kurulması planlanıyor.

ayazkentli Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 01-09-2010, 21:42   #145
Ağaç Dostu
 
Latif's Avatar
 
Giriş Tarihi: 01-04-2009
Şehir: izmir
Mesajlar: 404
Galeri: 5
Sn Ayazkentli
haberde benim önüme geçtiginiz ve yakın takipte oldugunuz için
saygı dolu sevgiler

Latif Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 02-09-2010, 13:11   #146
Ağaç Dostu
 
Fatoş's Avatar
 
Giriş Tarihi: 19-12-2009
Şehir: İzmir
Mesajlar: 1,660
Galeri: 120
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi enigma_6643 Mesajı Göster
insanlar açlıktan intahar ettiği bir ülkede yaşadığımızı unutmayalım.
Halkımızın, köylümüzün çektiği sıkıntıların sebeplerinden sadece bir tanesini aşağıya aktarıyorum.

Fatoş Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 02-09-2010, 13:12   #147
Ağaç Dostu
 
Fatoş's Avatar
 
Giriş Tarihi: 19-12-2009
Şehir: İzmir
Mesajlar: 1,660
Galeri: 120
TARIM SEKTÖRÜNDE ÖZELLEŞTİRMELER İŞSİZLİK VE YOKSULLUK GETİRİYOR ÜRETİMİ DÜŞÜRÜYOR!

Ahmet Atalık | Çar, 26/05/2010 - 01:00
Bir zamanlar tarım ülkesi Türkiye, artık gelişmiş ülkelerin pazarı konumunda. Artık ekonomisi bağımsız olmayan Türkiye siyasi olarak da bağımsız olamadığından tarım politikalarını dış nasihatlarla oluşturuyor. Bu da sektörün gerilemesine, bu alana hizmet veren kamu kurumlarının özelleştirilmesine, tarım ürünlerinin dışarıdan alınmasına, tarımın istihdamdaki payının düşmesine, kırsal alanın boşalmasına, işsizliğe, kısacası kaosa yol açıyor.

Ülkemizde 1980’de uygulamaya konan neo-liberal politikalar ülkemiz tarım sektörünü hızla geriletti. 24 Ocak 1980 kararları ile tarımsal destekleme kapsamı daraltıldı, ürün fiyatları baskılandı, iç ticaret hadleri keskin bir şekilde tarımın aleyhine döndü. Bunun sonucunda köylümüz Cumhuriyet tarihi boyunca en ağır fiyat çöküntüsü ile karşılaştı, tarım sektörü ciddi şekilde gerilemeye başladı. Bu uygulamaların önünde engel oluşturacak örgütlülükler de 12 Eylül 1980 askeri darbesi ile yok edildi.

1924 yılında kurulmuş olan Tarım Bakanlığı, 1985 yılında yeniden yapılandırılarak önemli genel müdürlüklerinin tamamı kapatıldı. Buna paralel olarak tarım alanındaki yetkiler birçok kamu kurumu arasında paylaştırılarak oluşturulan yetki çatışmaları, eşgüdüm yetersizlikleri ile birleştirilince etkisiz bir tarım yönetimi yaratıldı.

1980’lerin ortalarında zarar eden kamu kurumlarının özelleştirileceği söylemlerini duymaya başladık. Dünya Bankası (DB) desteği ile 1985 yılında “Özelleştirme Ana Planı” hazırlandı, 1986 yılında ise KİT’lerin Özelleştirilmesi Hakkında Yasa çıkarıldı. Zarar eden KİT bir türlü bulunamayınca öncelikle bu kurumlar ağır faiz yükü altında borçlandırılmaya ve 1990’ların ortalarından itibaren de özelleştirilmeye başlandılar. Günümüzde ise kar edenler de satıldı.

Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin tarımında bağımlı yapılar oluşturmak, dışsatımda rekabet üstünlüğü olan AB ve ABD’nin dünya pazarlarındaki etkinliklerini artırmak amacıyla 1994 yılında imzalanan ve Dünya Ticaret Örgütü’nü kuran anlaşmalardan biri olan Uruguay Turu Tarım Anlaşmasına taraf olan Türkiye iç desteklerin azaltılması, pazara girişin kolaylaştırılması, dışsatım sübvansiyonlarının indirgenmesi taahhütlerini kabul etti.

AB ile imzaladığımız ve 1996’da uygulamaya giren, esas olarak da temel tarım ürünlerini kapsamayan, ama AB’nin Türkiye’ye göre bariz üstünlüğü bulunan içinde süt, tahıl ve şeker bulunan işlenmiş tarım ürünleri kapsama dahil edildi. Ancak, Türkiye’nin bariz üstünlüğü bulunan işlenmiş tarım ürünleri olan salça ve meyve suyu ise kapsam dışı tutuldu.

Tüm bu uygulamaların yanında Türkiye’nin tarımsal destekleme kapsamı da değiştirildi. Ülkemizde destekleme alımına 1932 yılında Ziraat Bankası vasıtasıyla buğday alımıyla başlandı. 1938’de Toprak Mahsulleri Ofisi’nin kurulmasıyla bu görev TMO’ya verildi. 1960’larda devlet destekleme kapsamına alınmış ürün sayısını 6’ya, 1970’lerin sonlarında 24’e çıkardı. Bu kapsamdaki ürün sayısı 5 Nisan 1994 kararlarıyla 9’a düşürüldü. 2000’li yıllarla birlikte tarımda Doğrudan Gelir Desteği (DGD) modeli uygulanmaya başlandı. Tarımsal üretimini artırmayı hedeflemesi gereken Türkiye uygulamaya koyduğu DGD ile üretimini daha da geriye götürdü.

1999 yılında IMF ile imzalanan Standby Anlaşması çerçevesinde Türkiye girdi ve çıktıya dayalı destekleme sistemi yerine DGD’ye geçecek, Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri ve Ziraat Bankası yeniden yapılandırılacak, KİT’ler özelleştirilecek, kamu otoritesinden bağımsız kurullar kurulacaktı. Bu önerileri tamamlar mahiyette 2001 yılında DB ile Tarım Reformu Uygulama Projesi imzalandı. IMF ve DB kaynaklı tarım politikalarının başarısızlığı yine DB raporu ile teyit edildi. Bu rapora göre 1999-2002 arasında tarımsal destekler 6 milyar dolar azalarak 1,1 milyar dolara indi, aynı dönemde tarımsal GSMH 27 milyar dolardan 22 milyar dolara geriledi, çiftçiler üzerindeki net etki, yaklaşık 4 milyar dolar tutarında yıllık zarar oldu, 2002-2003 reform döneminde suni gübre ve tarımsal kimyasal madde kullanımı %25-30 azaldı, DGD programı çiftçilerin maruz kaldığı net gelir kaybının yaklaşık %35-45’ini karşıladı.

AB ilerleme raporlarında ise Türkiye’den AB’nin kendi uyguladığı Ortak Tarım Politikası yerine, bu politikayla uzaktan yakından ilgisi olmayan IMF ve DB nasihatlarını uygulaması istenmektedir.

AB tarımına yılda yaklaşık 40 milyar avronun üzerinde, ABD ise 90 milyar doların üzerinde destek ayırırken Türkiye 2010 yılı için 5 milyar 600 milyon lira destek ayırdı. Bu miktar bütçemizin %2’si, milli gelirimizin ise %0,5’i kadardır. Oysa yine AKP iktidarı döneminde 2006 yılında çıkarılan Tarım Yasası’nda tarıma verilecek desteklerin %1’den az olamayacağı belirtilmektedir. Bu oran bugüne kadar yakalanabilmiş değildir.

AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında tarımın istihdama katkısı %35’ten günümüzde %25’lere düştü. Buna karşılık ülkemizdeki işsizlik oranı aynı dönemler için %10’lardan %14’lere çıktı. Kırsal alan boşaldıkça işsizlerin sayıları da artıyor.

Yaşanan olumsuz gelişmelere paralel olarak son birkaç yılda buğday üretimimiz %4, arpa üretimi %24, kırmızı mercimek üretimi %40, kuru fasulye üretimi %22, pamuk üretimi %35, tütün üretimi %38 oranında geriledi. Üretimdeki bu gerilemeyle birlikte Türkiye’nin tarım ürünleri dış ticaretinde ithalat ön plana çıktı. Bu kapsamda AKP iktidarı döneminde 2003 yılında 400 milyon dolar, 2004 yılında 300 milyon dolar, 2007 yılında 900 milyon dolar, 2008 yılında rekor bir düzeyle 2 milyar 500 milyon dolar ve 2009 yılında da 300 milyon dolar dış ticaret açığı verildi. Tarım ülkesi Türkiye artık pazar haline getirilmiş durumda.

Hayvancılık sektörü açısından da ülkemiz oldukça gerilemiş durumda. 1926 yılında çıkarılmış olan Hayvan Islahı Yasası TBMM’de görüşülmeyi bekleyen yeni Gıda Yasası ile kaldırılacak. Hayvancılık sektörümüzün gelişmesine büyük katkı sunan ve 1952 yılında kurulan Et ve Balık Kurumu (EBK), 1956’da kurulan YEMSAN ve 1963’te kurulan Süt Endüstrisi Kurumu (SEK) 1980’lerin sonlarında faiz yüküyle borçlandırıldı, 1992’de özelleştirme kapsamına alındı ve 1993-2000 yılları arasında özelleştirildi. Bu kurumları alanların büyük bölümü üretim peşinde değil arsalarının rantı peşindeydi, bu nedenle üretim tesislerinin pek çoğu özelleştirmeden kısa süre sonra kapatıldı. Türkiye 2007-2008 yılları arasında büyük bir kuraklık yaşar, yem bitkileri ve yemlerin fiyatı hızla artarken, hayvancılık sektörüne verilen destekler yarı yarıya aşağı çekildi, üretici maliyetinin altında satışlar yapmak zorunda kaldı. Bu politikalar sonucunda 1980’lerde nüfusumuz 44 milyon iken büyük ve küçükbaş hayvan varlığı 80 milyon başın üzerindeydi. Günümüzde ise nüfusumuz 72,5 milyona çıkarken hayvan varlığımız 37 milyon başa geriledi. Ülkemizde yıllık kırmızı et tüketiminin 1 milyon 200 milyon ton civarında olduğu tahmin edilmekle birlikte görüldüğü üzere yarıdan fazlası kaçak kesimden oluşmaktadır. YEMSAN, EBK ve SEK’in özelleştirildiği dönemin başında kayıtlı kırmız et üretimi 742 bin tondan günümüzde 412 bin tona geriledi. Hayvanlarımızın veriminin yükselmesi sadece süt üretimimize olumlu yansımış olup aynı dönem için 9 milyon 600 bin tondan 12,5 milyon tona yükseldi. Bu politikalar halkımızın beslenmesi üzerine de doğrudan etki etti. Ülkemiz insanı yılda kişi başına 6 kg kırmızı et tüketirken bu miktar AB’de kişi başına 75 kg’dır. Süt üretimimiz de aynı şekilde kişi başına 17 litre iken AB’de 110 litredir. Hayvancılık sektörümüzdeki bu gidişe dur demek yerine, sektörü daha büyük bir yıkıma götürecek bir adım atılarak, sadece birkaç kombinası devletin elinde kalan EBK kasaplık hayvan ithalatı ile görevlendirildi. İthalat yapılacak ülkelerin birçoğunda deli dana hastalığı görülmekte olup bu hayvanları yiyenlerde de bu hastalık görülebilmekte ve ölümle sonuçlanmaktadır. Kimsenin hayvancılık politikalarını düzeltmek yerine insanlarımızı böyle bir riske atmaya hakkı yoktur. Kendi çiftçimizden sakınan destekler, ithalat yoluyla başka ülkelerin üreticileri ve halkları için kolaylıkla verilebilmektedir.

Özelleştirmeler ülkemizde işsizliği ve köle işçilik düzenini de beraberinde getirdi. 2008 yılında TEKEL özelleştirilerek British American Tobacco çokuluslu şirketine satıldı. Hemen ardından İstanbul, Adana, Bitlis, Malatya ve Tokat Sigara fabrikaları kapatıldı, sadece Ballıca fabrikası üretimini sürdürüyor. Özelleştirme esnasında mağdur edilmeyecekleri sözü verilen işçiler Yaprak Tütün İşleme Müdürlüklerine aktarıldı. Bu işletmeler ihraç etmek üzere üreticinin tütünlerini almaya devam ettiler. Ancak, verilen sözler tutulmayarak özelleştirmenin üzerinden daha 2 yıl geçmişken bu işletmelerin kapatılması gündeme gelince işçilere köle işçilik düzeni olan ve hiçbir güvencesi olmayan 4 C statüsüne 900 milyon TL maaşla geçmeye zorlandılar. Bir gazetecinin sorusu üzerine Meclis Başkanı sayın Mehmet Ali Şahin TEKEL işçisine önerdikleri maaşın çok, kendilerinin 10 milyar 200 milyon TL olan maaşlarını ise az bulmaktadır. Sayın Şahin haklılığını göstermek için de dışarıda bu işi asgari ücretle yapacak milyonlarca işsizi örnek göstermektedir. Ancak bu ülkede başbakanlığı da meclis başkanlığını da asgari ücretle yapacak milyonlarca işsiz olduğunu görmezden gelmektedir. Dolayısıyla fakirlik tüm bir ulusa, zenginlik ise kendilerine bölüştürülmektedir. Ayrıca Zeytinburnu ilk ve orta dereceli okullarda yapılan araştırmalara göre öğrenciler arasında sigara kullanma oranı %87’ye yükselmiştir.

Siyasi iktidarın tarımsal alanda en son özelleştirme hedefi ise Türkiye Şeker Fabrikaları AŞ (TŞFAŞ)’dir. TŞFAŞ bünyesindeki 25 fabrika özelleştirildiğinde tıpkı TEKEL’in özelleştirilmesinde yaşandığı üzere fabrikalarının birçoğu derhal kapatılacaktır. Daha özelleştirilmeden işçilerine 4 C statüsüne geçmelerini isteyen yazılar gönderilmektedir. Oysa KİT’ler Anadolu’nun her yerine yayılmış üretim tesisleri ile bölgeler arası kalkınma dengesizliklerini gidermek amacıyla kurulmuşlardır. Şeker fabrikaları çoğu yerde bulundukları şehirlerin tek sanayi tesisleridir. Fabrikalardan 8’i Doğu Anadolu bölgesinde bulunmakta, bu yöremizde çiftçimizin şeker pancarı üretimini teşvik etmektedir. Pancar pek çok bitkiye göre çiftçiye daha çok kazandırmakta, ayrıca sağladığı yüksek istihdamla köyden kente göçü önlemektedir. TÜİK rakamlarına göre ülkemizde her 6 kişiden biri yoksuldur. Kentlerde her 10 kişiden biri yoksulken, kırsal alanda her 3 kişiden biri yoksuldur. Hane halkı 7 kişi ve yukarısında olan kırsal alanda ise her 2 kişiden biri yoksuldur. Türkiye’de nüfusun yaklaşık %25’i kırsal alanda yaşarken, bu oran Güneydoğu Anadolu Bölgemizde %34, Doğu Anadolu Bölgemizde ise %47’ye yükselmektedir. Bu bölgelerimizde kırsal nüfusu en kalabalık iller arasında Siirt (%40,3), Adıyaman (%43,6), Şanlıurfa ve Mardin (%43,7), Ağrı (%50,1), Kars (%58,2), Muş (%65,8) ve Ardahan’ı (%67,5) sayabiliriz. Çocuk sayısı açısından ailelerin kalabalıklığı dikkate alındığında ise ülkemizin en yoksul insanlarının bu iki bölgemizde bulunduğunu net bir şekilde söyleyebiliriz. Yoksulluk bu bölgelerin en önemli sorunudur.

Doğu Anadolu Projesi kapsamında bölgedeki beş üniversite (Atatürk, Fırat, İnönü, Kafkas ve Yüzüncüyıl Üniversiteleri) tarafından hazırlanmış ve Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) tarafından 2000 yılında yayımlanmış “Tarım” raporunda;

Bölge ekonomisinin diğer bölgelere göre daha geri olduğu,
Birkaç il dışında bölgenin tarım ağırlıklı bir ekonomiye sahip olduğu,
Bölgeyi kalkındırmanın yolunun öncelikle tarımdan geçtiği,
Bölgede birkaç il dışında hammadde azlığı-kişisel gelirin düşüklüğü ve bölgesel pazarın darlığı-ulaşımdaki güçlükler nedeniyle sanayinin gelişemediği,
Birçok ilin ekonomisinin daha ziyade kamu görevlilerinin aldıkları maaş ve ücretlere dayanır hale geldiği,
Bazı illerin ekonomilerinin kamu kesimiyle ayakta kalabildiği,
Bölgedeki kamu harcamalarının azalmasının bölge ekonomisini daha da daraltacağı gibi önemli saptamalar yer almaktadır.


Bu tespitlere göre ülke genelinde uygulanan kimi politikalar doğu ve güneydoğuyu doğrudan etkilemektedir. Bölge üniversiteleri, memur ve işçi ücretlerinin bu yörelerin ekonomisine katkısının büyük olduğunu belirttiğine göre, enflasyonun altında gerçekleşen maaş zamları bu yörelerimize oldukça olumsuz bir şekilde yansımaktadır. Ayrıca, bu bölgelerimiz cezalandırmak üzere sürülmüş memur yatağı olmaktan çıkarılmalıdır.

Üniversiteler tarafından bölgeyi kalkındırmanın en önemli yolu olarak tarım sektörü gösterilmektedir. Oysa ülkemizde tarım, 1980’den bu yana uygulanan neoliberal politikalar sonucu sürekli gerilemiştir. Kırsal nüfusu, dolayısıyla tarım nüfusu oldukça yüksek bu bölgelerimiz tarım politikalarından doğrudan etkilenmektedir. TÜİK’in verilerine göre Doğu Anadolu Bölgemizde, AKP’nin iktidar olduğu 2002-2008 yılları arasında baklagil üretimi %35, endüstriyel bitkiler üretimi %40, tahıl üretimi %25, yağlı tohum üretimi %30, yumru bitkiler üretimi %35 gerilemiştir. Güneydoğu Anadolu Bölgemizde de aynı ürünler için sırasıyla %25, %9, %12, %13 ve %43 gerileme olmuştur. Doğu Anadolu Bölgemizde 1990’lara göre büyükbaş hayvan sayımızda %7, küçükbaş hayvan sayımızda da %35 gerileme görülmektedir. 2002-2008 yılları arasında ise büyükbaş hayvan sayımız hemen hemen aynı sayıda kalırken küçükbaş hayvan sayımızda %9’luk bir gerileme yaşanmıştır. Güneydoğu Anadolu Bölgemizde ise 1990’lı yıllara göre büyükbaş hayvan sayımızda %10, küçükbaş hayvan sayımızda ise %30’luk bir gerileme görülmektedir. 2002-2008 yılları arasında ise büyükbaş ve küçükbaş hayvan sayıları neredeyse sabit kalmıştır. Tarım ve Köyişleri Bakanı her fırsatta tarımsal desteklerin, özellikle de hayvancılık desteklerinin AKP iktidarı zamanında oldukça fazla arttırıldığını her fırsatta söylemektedir. Ancak doğu ve güneydoğudaki bitkisel ve hayvansal üretim verilerindeki gerilemeler tarımsal desteklerin son derece yetersiz olduğunu göstermektedir. Üretimdeki gerileme tarım politikalarıyla yakından alakalıdır ve bölgenin yoksulluğunun önemli nedenlerinden biridir. Diğer yandan tarımsal üretimin azlığı, sanayiye yeterli hammadde üretilememesine ve sanayinin geri kalmasına neden olmaktadır. Şeker fabrikalarının özelleştirme kapsamından çıkarılması bu bölgemizdeki istihdam, tarımsal üretim ve hayvancılık açısından önemi çok büyüktür.

AB kırsal alan politikalarına son derece önem verip nüfusunu buralarda tutarken, ülkemizde uygulanan tarım politikaları sonucu bu alan hızla boşalmaktadır. Ülkemizde tarıma gereken önem verilmeli, tarıma dayalı sanayi teşvik edilmelidir. Tarımsal üretimde verimliliğin artması ve hayvancılığın gelişmesi açısından yem bitkileri ekimi teşvik edilmelidir. Bu kapsamda meralarımızın ıslahına da gereken önem verilmelidir. Özelleştirmeler işsizlik ve mutsuzluğu beraberinde getirmektedir. Bu uygulamalardan derhal vazgeçilmeli, devletin alana müdahale edebileceği kurumları mutlaka elinde olmalıdır. Her şeyden önemlisi de tarım politikamız dış nasihatlardan bağımsız, üreticimizin kazanacağı, tüketicimizin de ucuza satın alabileceği şekilde kurgulanmalıdır. Gıda güvenliğimizin sağlanması için kendi gıdamızı kendimiz üretmeliyiz.

Ahmet ATALIK (Ziraat Müh. Odası İstanbul Şube Başkanı)

Fatoş Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 02-09-2010, 19:04   #148
Ağaç Dostu
 
ayazkentli's Avatar
 
Giriş Tarihi: 10-04-2009
Şehir: İzmir
Mesajlar: 1,641
Galeri: 1
Saygılar Latif bey.

Haberleri, Allianoi'de ki arkadaşlarımızdan anında alıp, facebook -Bergamalılar- sayfamızda ve burada paylaştım. Bu nedenle, tv'de canlı tartışma programı sunan sunucuların sık sık kullandığı bir deyim vardır, hani -interaktif yayın oluyor- derler'ya, onun gibi bir şey oldu.

Allianoi, yavaş yavaş büyük medya'da gündeme gelmeye başladı. Bugün'ki köşesinde Ayşe Arman yazmış ve o'da oradaymış.

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/...asp?yazarid=12

ayazkentli Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 18-09-2010, 21:11   #149
Ağaç Dostu
 
Latif's Avatar
 
Giriş Tarihi: 01-04-2009
Şehir: izmir
Mesajlar: 404
Galeri: 5
Artık yok

Hukuk gömüldü
YILDIZLAR GÖKYÜZÜNDE!..TÜM SESLER YAŞANANLAR ...BORNOVA'DAN BİR ÇOCUK DÜŞMÜŞ YOLLARA..GÖZLERİNDE YAŞLAR..ROMA KÖPRÜSÜNÜN AYAKLARI SUYA DEĞİYOR..GERİDE KALAN NE BİZDEN???..BİLGİ!..BİLGİ!..ÇIĞLIK ÇIĞLIĞA DÖRT BİR YAN ALLIANOI'DA..BAĞIRIYOR SİYAH LEYLEK...SUYAŞ AĞAÇLARA ÇIRPARKEN KANATLARINI OKŞUYOR GELMEYENLERİN SAÇLARINI...YAVAŞÇA FISILDIYOR..GELİN!..GELİN!!!...SİZ GİDERSENİZ KUMA GÖMECEKELR ALLIANOI'U..SİZ GELMEZSENİZ YANACAK LOÇ'UN TAŞLARI..VE BEN HASANKEYFDE ÇÖZÜLÜRKEN SAÇLARIMIN ATEŞİ AĞLAYACAĞIM İLYA'NIN KIYISINDA..AĞLAYACAĞIM DİCLE...ALLIANOI'A GEL!..BÜYÜSÜN ELLERİMDEKİ ŞAFAK..ÇIK KORKULARINDANŞ İNCE SORGULAMALARDAN..CAYMA ÖZGÜRLÜĞÜNDEN..BİL ELİNDEN GİDEN DİLİNŞ AKLIN VE SENSİN...

ALLIANOI'A...ALLIANOI'A..ALLIANOI'A...

ŞİMDİ..ŞİMDİ...ŞİMDİ...ŞİMDİ...ŞİMDİ...ŞİMDİ...

Latif Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 18-09-2010, 22:17   #150
Ağaç Dostu
 
Fatoş's Avatar
 
Giriş Tarihi: 19-12-2009
Şehir: İzmir
Mesajlar: 1,660
Galeri: 120
Allianoi, Superisi ve Galenos ağlıyor.

Rüzgar ve güneş ile enerji elde edebilebilecek projeler "Alternatif baraj projeleri" kapsamında olmasına rağmen; nükleer santrallar, HES'ler, kömürlü termik santrallar gibi doğaya zararı olan büyük ve kirli projelerden, (büyük kârlar getirdiği için, vazgeçmeyerek) güzel yurdumuzdaki yaşamları hiçe saymaya daha nekadar devam edeceğiz?
Tarım, ormancılık, hayvancılık sanki çok umurumuzdaymış gibi saf anadolu köylümüzü "bedava suya kavuşturacağız sizi" söylemleriyle kandırıp asıl amacın sulamadan çok altın arıtma işleminde kullanılacak su rezervinin elde edilmesi olduğunu, ya da başka nedenleri de gören gözlerden saklamasaydık!
"Katiyyen Allianoi diye bir şey yok. Burada basit, her yerde görünen bir kaplıca var."demişti Çevre ve Orman bakanı sayın Veysel ERoğlu.Biz ondan daha mı iyi bileceğiz?
Berlin müzesine taşınan Zeus sunağı ve diğer değerli tarihi kalıntılarımız gibi keşke Allianoi de sular altında yok edilmeseydi de değer bilenlere teslim etseydik orayı diyoruz Biz de Can Dündar, Tarkan ve daha yüzlerce kişi gibi. Gidip sonra korunma altındaki tarihi miraslarımızı yabancı müzelerde bilet alıp ücret ödeyerek hayıflanmadan seyredebilseydik hiç değilse.
Ünlü Bergama'lı cerrah Galenos'un kemikleri sızlamadan,
içinde çeşmeler hamamlar caddeler köprüler yollar bulunan sağlık merkezi
Allianoi'deki Nymphe (su perisi)ağlamadan yüzlerce vasıfsız işçiyi keşke görevlendirip kalıntıların kumla kaplanması işinde görevlendirmeseydik de vebale ve günahımıza onları da ortak etmiş olmasaydık."Keşke demenin bir anlamı yok, olmuş bitmişe de çare yok" diyelim yine.Aman ha!
Akseki Gümüşdal, Alakır Nehri , Andon , Ardanuç Dereleri, Arhavi, Artvin, Meydancık, Barhal Vadisi, Birecik, Borçka, Cimil, Çatalzeytin – Akçay, Çaykara Solaklı, Çit Deresi, Çoruh Vadisi, Dalaman Çayı, Dicle Vadisi, Erenler Köyü, Fındıklı Arılı, Fındıklı Çağlayan, Fırtına Vadisi , Girlevik Şelalesi, Giresun Çanakçı, Giresun Keşap, Gölyaka Düzce, Görele, Güneysu, Gürgen, Gürleyikli Avatarlar, Hasankeyf, Havran Çayı, Hemşin, İkizdere, İspir Aksu Deresi, Kaş Gömbe, Kılıçkaya, Korkuteli Sürekler, Loç Vadisi, Macahel, Melet Çayı, Munzur Vadisi, Murgul Dereleri, Papart Vadisi, Saklıkent, Salarha, Sarıkeçili Göç Yolu Göksu Vadisi, Senoz Vadisi, Şavşat Dereleri, Tonya Fol Deresi, Tortum Vadisi ,Uzungöl, Yusufeli, Yuvarlakçay ve daha onlar gibileri henüz ağlamadan hiçdeğilse onlara sahip çıkalım.
Hepinize sevgilerimizle.


SUFİ SAJA

Fatoş Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Cevapla


Gönderme Kuralları
Yeni konu gönderemezsiniz
Konulara yanıt veremezsiniz
Ek dosya yükleyemezsiniz
Kendi gönderilerinizi düzenleyemezsiniz

BB code Açık
Smilies Açık
[IMG] Kodu Açık
HTML Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Forum saati Türkiye saatine göredir. GMT +2. Şu an saat: 16:40.
(Türkiye için GMT +2 seçilmelidir.)


Forum vBulletin Version 3.8.5 Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0
agaclar.net © 2004 - 2024