19-10-2006, 17:14 | #1 |
agaclar.net
|
Yılan
Buyurun bakalım |
19-10-2006, 18:11 | #4 | |
Ağaç Dostu
|
Alıntı:
Proteroglypha grubuna dahil en zehirliveinsanlar için en tehlikeli yılanlardır. Zehirleri nörotoksin yani sinirleri felç edici etkiye sahiptir. Çok güzel renklere sahiptirler. Karasal ve yarı sucul türleri vardır. En bol Avusturalya'da bulunurlar. 41 cins 180 kadar türü vardır. Ülkemizde tek tür olarak, Walterinnesia aegyptia-Kara Çöl Yılanı, Mısır Kobrasıbulunmaktadır. (Kitabın kenarına hocamız söylerken not almışım "2001 yılında Urfa civarında görülmüş.") Walterinnesia aegyptia: 2m kadar boyları vardır. Parlak siyah ve lekesiz sırt rengi ile kara yılan(Coluber jugularis) ile karıştırılabilir. Çeşitli biyotoplarda, yapılara yakın yahut çölde yaşarlar. Mısır'dan Zagros Dağları'na kadar olan bölgede, Levant ve Orta Doğu'da dağılış gösterir. |
|
21-10-2006, 06:31 | #5 |
Ağaç Dostu
|
Benim yaşadığım çevrede de, bozyörük, engerek ve kör yılana çok sık rastlanıyor.Derede yaşayan su yılanlarıda gördüm. Bozyörük diye isimlendirilen tür, koyun ve ineklerin memesinden süt içmesi ile meşhur. İnsandan korkmuyor. Çok sıkıştırılırsa havaya dikilip, ağzını açarak tıslıyor. Tecrübelerimle sabit. Yılanın kükürt kokusunu sevmediği söyleniyor. Yılan gelmesin istiyorsanız yere kükürt serpebilirsiniz. |
28-10-2006, 00:46 | #6 |
Ağaç Dostu
|
Merhaba, Bulunduğum yerde kobra yılanı olduğu söyleniyor.Zehirli yılandan(bir de akrep ve bir örümcek)söz ediliyor.3 yıl önce çocuklardan birinin çantasından 1.5 mt. uzunluğunda bir yılan çıkmıştı.Biz de incelemiştik.Aşağıda verdiğim adresteki değildi galiba,çünkü vücut çapı daha büyüktü.Canlısıyla karşılaşmadık.Önceleri kobra türü yılanların burada olacağına inanmamıştım,ama nadir,zehirsiz bir tür bile varmış. http://reptile.fisek.com.tr/lepmac.htm |
20-12-2006, 16:51 | #7 |
Ağaç Dostu
|
Ben bursada merkezde oturuyorum dolayısıyla yılan görmek imkansız.Ben seviyorum onları, evet tehlikeliler ama biz buluşmazsak ve tedbir alırsak bir şey olacağını sanmam.Ne yazıkki insanlar yılanları gördüğü yerde öldürüyorlar.Bu yüzden doğal denge bozuluyor. Memet haklı, bazı türler kaçırılıyor.Yılanlar sıkıntıya girdiklerinde ve panik yaptıklarında daha çok saldırgan oluyorlar.Ya da ölüyorlar.Böyle giderse anadoluda onların da nesli ne yazıkki tükenicek, çok yazık.Umarım bu konuda önlem alınır.Gerçi bir önlem alınacağını hiç sanmam.Ancak yılanların da nesli tükenince ve ortayı fareler sarınca değerleri anlaşılacak. |
26-12-2006, 14:44 | #8 |
Ağaçsever
Giriş Tarihi: 29-11-2006
Şehir: Hatay
Mesajlar: 75
|
Bizim orda(Hatay'da) yılan boldur Çeşit çeşitine rastladım.Ama en çok su yılanı,kara yılan ve boz yılan çoktur.Ki boz yılan beslemişliğimde vardır.Ta ki annem temizlik yaparken bulup kıyameti koparana dek |
19-01-2007, 18:23 | #9 |
Ağaç Dostu
Giriş Tarihi: 23-07-2006
Şehir: Karabük
Mesajlar: 4,526
|
Türkiye'de Kaç Tür Yılan Yaşıyor? Türkiye'de 43 yılan türü yaşamaktadır. Bunlar: Boidae: Eryx jaculus(Mahmuzlu Yılan) Max Boyu: 70 cm Colubridae: Coluber caspius(Hazer Yılanı) Max Boyu: 180cm Coluber jugularis(Kara Yılan) Max Boyu: 2 Metre Coluber najadum(İnce Yılan) Max Boyu: 140cm Coluber nummifer(Sikkeli Yılan) Max Boyu: 150cm Coluber ravergieri(Kocabaş Yılan) Max Boyu: 130-140cm Coluber rubriceps(Toros Yılanı) Max Boyu: 100-110cm Coluber schmidti(Kırmızı Yılan) Max Boyu: 160cm Coluber ventromaculatus(Benekli Yılan) Max Boyu: 1 Metre Coronella austrica(Avusturya Yılanı) Max Boyu: 75cm Eirenis colaris(Yakalı Yılan) Max Boyu: 40cm Eirenis coronella(Halkalı Yılan) Max Boyu: 30cm Eirenis decemlineatus(Çizgili Yılan) Max Boyu: 95cm Eirenis lineomaculatus(Bodur Yılan) Max Boyu: 35cm Eirenis modestus(Uysal Yılan) Max Boyu: 70cm Eirenis punctatolineatus(Van Yılanı) Max Boyu: 50cm Eirenis rothi(Kudüs Yılanı) Max Boyu: 35cm Elaphe dione(Step Yılanı) Max Boyu: 100cm Elaphe hohenackeri(Kafkas Yılanı) Max Boyu: 75cm Elaphe longissima(Eskülap Yılanı) Max Boyu: 150cm Elaphe quatuorlineata(Sarı Yılan) Max Boyu: 230 cm Elaphe situla(Ev Yılanı) Max Boyu: 90cm Natrix natrix(Yarı Sucul Yılan) Max Boyu: 150cm Natrix tessellata(Su Yılanı) Max Boyu: 120cm Naxrix megalocephala(Hemşin Yılanı) Max Boyu: 120cm Pseudocalamus persicus (İran Yılanı) Max Boyu: 40cm Rhynchocalamus melanocephalus (Toprak Yılanı) Max Boyu: 40cm Spalerosophis diadema (Urfa Yılanı) Max Boyu: 180cm Malpolon monspessulanus(Çukurbaşlı Yılan) Max Boyu: 2 Metre (Yarı Zehirli) Telescopus fallax(Kedi Gözlü Yılan) Max Boyu: 80cm (Yarı Zehirli) Leptotyphlopidae: Leptotyphlops macrorhynchus (İpliksi Yılan) Max Boyu: 25cm Typhlopidae: Typhlops vermicularis (Kör Yılan) Max Boyu: 35cm Rhinotyphlops episcopus(Sivriburun Yılan) Max Boyu 35cm Viperidae: (Hepsi Zehirli) Vipera ammodytes(Boynuzlu Engerek) Maksimum boyu 1 Metre (Zehirli) Vipera barani(Baran Engereği) Max Boyu: 55cm (Zehirli) Vipera kaznakovi(Kafkas Engereği) Max Boyu: 60 -70cm (Zehirli) Macrovipera lebetina(Koca Engerek) Max Boyu: 180cm (Zehirli) Vipera pontica(Çoruh Engereği) Max Buyu: 50cm (Zehirli) Vipera raddei(Ağrı Engereği) Max Boyu: 1m (Zehirli) Vipera eriwanensis(Küçük Engerek) Max Boyu: 50-60cm (Zehirli) Vipera ursinii anatolica(Anadolu Küçük Engereği) Max Boyu: 50-60cm (Zehirli) Vipera wagneri(Vagner Engereği) Max Boyu 50-90cm (Zehirli) Vipera xanthina (Şeritli Engerek) Max Boyu: 80cm, nadiren 1m (Zehirli) Elapidae: (Hepsi Zehirli) Walterinnesia aegyptia (Çöl Kobrası) Max Boyu 120cm (Zehirli) http://reptile.fisek.com.tr/tury.htm |
23-05-2007, 07:57 | #10 |
Ağaç Dostu
|
Geçen gün köyde 5 yaşında bir çocuğu yılan ısırdı. Annesi hemen ilk yardım yapmak yerine yılanı aramış Yarım saat sonra aramaktan vazgeçmiş ve çocuğu sağlık ocağına götürmüşler. Sağlık ocağında andiot, panzehir yokmuş. Karamürsel devlet hastanesine götürmüşler. Ordan Çapa'ya sevk edilmişler. Çocuk en son yoğun bakımdaydı. Annesinin yılanı intikam için mi, yoksa alıp yılanı doktora göstermek için mi aradığını bilmiyorum. Ama o kadar vakit kaybedilmese idi tedavi daha kolay olacaktı. Çünkü hastaneye gidene kadar zehir bütün vücuda yayılmış. |
25-05-2007, 20:37 | #11 |
Yeni Üye
Giriş Tarihi: 24-05-2007
Şehir: izmir
Mesajlar: 5
|
artvin hopa da ; endemik bir tür olan hopa engereği, yöre de yaşayan insanlar tarafından , sanki insanlara olur olmaz saldırıyorlarmış gibi bir nevi seferberlik ilan edilerek resmen katledildi birey sayısı yok denecek kadar azaldı ve sonunda fareler predatörlerinin ortadan kalkmasıyla çoğaldı va tarım ürünlerine zarar vermeye başladılar |
31-05-2007, 13:59 | #12 |
Ağaç Dostu
|
Çankırı Taşmescit'te bulunan Tıp Sembolü
Çankırı’da bulunan TAŞMESCİT ( Cemaleddin Ferruh Darülhadisi ) Selçuklu Dönemi'nden kalma en önemli yapıdır. İki ayrı yapıdan oluşan eserin şifahane kısmı, Anadolu Selçuklu Hükümdarı Keyhüsrevoğlu I. Alaadin Keykubat zamanında Çankırı Atabeyi Cemaleddin Ferruh tarafından Miladi 1235 yılında yaptırılmıştır. Şifahaneye 1242 yılında bir de darulhadis kısmı ilave edilmiştir. Yapının plastik sanatlar bakımından önemi ise, üzerinde yer alan iki adet yılan figürlü parçadan meydana gelmektedir. Bunlardan biri sürekli yayınlara konu olmuş ve üzerinde durulmuştur. 100x25 cm ebatlarındaki bu kabartmanın özelliği, gövdeleri birbirine dolanan iki ejder (yılan) motifidir. Ejderlerin başları birbirine karşılıklı gelecek şekilde biçimlendirilmiştir. Günümüzde "Tıp Sembolü" olarak kullanılan kabartmanın orijinali kaybolmuş olup aslına uygun olarak yaptırılan yenisi yerine konulmuştur.Halk arasında su içen yılan olarak da isimlendirilen ikinci parça diğerinin aksine alçak kabartma şeklinde olmayıp başlı başına bir heykel görünümündedir. Darulhadis'te kullanılan gözenekli taştan yapılmış olan parça kupa şeklinde olup gövdesine bir yılan sarılmakta ve üst kısmında uzantı yaparak sonuçlanmaktadır. Bu motif ise günümüzde "Eczacılık Sembolü" olarak kullanılmakta ve halen Çankırı Müzesi'nde sergilenmektedir. Düzenleyen Metin Y. : 31-05-2007 saat 20:09 |
01-06-2007, 16:15 | #13 |
Ağaç Dostu
|
Derdi olan yılana sarılır...
Bayburt merkeze bağlı Kırkpınar köyünde mayıs-haziran aylarında toprak altından çıkan yılanların, birçok hastalığa iyi geldiğine inanıldığı, bilimsel olarak böyle bir şeyin mümkün olmadığı bildirildi. Alınan bilgiye göre, Bayburt'a yaklaşık 25 kilometre uzaklıktaki Kırkpınar köyünde yılanlar, köylüler tarafından alınarak özel hazırlanmış toprak kaplarda sütle besleniyor. Sedef, yılancık, egzama gibi birçok hastalığa iyi geldiğine inanılan yılanlar, vücudun rahatsızlık hissedilen bölgelerine konularak şifa aranıyor. Kırkpınar Köyü Muhtarı İlhami Ulusoy (39), AA muhabirine yaptığı açıklamada, köyün yılanlarla özdeşleştiğini savundu. Muhtar Ulusoy, insanlara hiçbir zarar vermediğini iddia ettiği yılanların, özellikle siyatik, romatizma, sinüzit ve sedef hastalığı olan kişilerin tedavisi için kullanıldığını söyledi. Kırkpınar köyüne gelen 32 yaşındaki Osman Bulunmaz, ''Ayağımda ağrı var. Ağrıyan bölgeye yılanı koydum. Bu tedavi bana iyi geliyor, daha önce bir iki kez daha denedim, faydasını gördüm'' diye konuştu. BİLİMSEL İZAHI YOK Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Tıp Fakültesi Dermatoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Köksal Alpay, halk arasındaki, yılanların sedef, egzama gibi hastalıklara iyi geldiği, ağrıları geçirdiği yönündeki inanışın bilimsel olmadığını söyledi. Bu tür geleneklerin bazı bölgelerde sürdürüldüğünü ifade eden Alpay, ''Yılanların rahatsızlıkları giderici bir etkisi olduğunu bilimsel olarak açıklayamayız. Bunların bilimsel izahı yok'' dedi. İyileşeceğine inanan insanların psikolojik olarak etkilenebileceklerine işaret eden Alpay, ''Eğer bir kişi, yılanla temastan sonra derisindeki hastalığının geçeceğine inanıyorsa böyle bir olumlu netice psikolojik olarak alınmış olabilir. Yoksa "bilimsel olarak böyle bir şey mümkün değildir'' diye konuştu. Bu tür şeylerde dikkatli olunması gerektiğini vurgulayan Alpay, ''Bazen yılanların ısırması, zehirli bir maddeyi deriye enjekte etmesi gibi riskler olabilir. Biz hekimler olarak bu tür uygulamaları tasvip etmeyiz, böyle şeyleri hastalarımıza tavsiye etmeyiz'' dedi. Kaynak: Anadolu Ajansı [30 Mayıs 2007] |
22-06-2007, 13:19 | #14 |
Ağaç Dostu
|
Yılanları öldürdük, fareler cirit atıyor Yatağan ve Bergama’daki fare istilasını yorumlayan uzmanlar, bunun sadece küresel ısınmadan kaynaklanmadığını, insanların kendi elleriyle bu sonu hazırladıklarını söylüyor: Yılan, fare yer. Yılanları öldürdük, farelerin sayısı arttı İSTANBUL - Muğla’nın Yatağan ve İzmir’in Bergama ilçelerinde onbinlerce farenin tarım arazilerini istila etmesi küresel ısınmaya bağlanıyor. NTVMSNBC’nin konuştuğu uzmanlar ise, farelerin artışı, öldürücü keneler, arıların toplu ölümü gibi olayların tek suçlusunun küresel ısınma olmadığını, ondan önce insanların kendi elleriyle bu sonu hazırladıklarını söylediler. SİVRİSİNEK, HAMAMBÖCEĞİ DE ARTIYOR Hacettepe Üniversitesi Ekoloji Anabilim Dalı öğretim üyelerinden Doç. Bülent Alten’e göre kenelerin artışı, arıların toplu ölümü ve fare istilası başta olmak üzere her şeyi küresel ısınmaya bağlamak bilimsellikten uzak bir yaklaşım. “Bu olaylarda küresel ısınmanın gerçekten etkisi var mı yok mu diye ciddi bir araştırma gerekiyor” diyen Alten, artık insan etkisinin ciddiye alınmadığını ve bütün sorumluluğun küresel ısınmaya yıkıldığını söyledi. Alten, “Yılanla fare arasında önemli bir denge var. Tarım alanı açma ve ürünü artırma uğruna yılanları öldürürsen, yılanlar kaçmış, fareler artmış olabilir” dedi. Doç. Alten, sivrisinek ve hamamböceği gibi haşerelerin sayısında da artış olduğu yönündeki iddiaları, “Sivrisinek sayısından çok sivrisineğin yayıldığı alan genişliyor, bunların taşıdığı parazitler de dış çevre sıcaklığından çok etkileniyor. Sivrisinek ve kene gibi canlıların bu kadar çok yayılması, küresel ısınmanın dolaylı etkileridir, ancak direkt hava ısındı, bunlar arttı, diyemeyiz” sözleriyle değerlendirdi. ARILAR ÇOK SAĞLAM CANLILAR Dünyanın jeolojik evriminde geldiği aşamayı insanların hızlandırdığını belirten Doç. Alten, şöyle devam etti: “Geçenlerde toplu arı ölümleri oldu ve bunun nedenini de küresel ısınmaya bağladılar. Oysa arılar termo regülasyonu olan canlılardır ve 15 santigrat artı sıcaklık konulsa bile bunu nötrleştirebilir, arılar bu kadar sağlam canlılardır. Yani fareleri, keneleri ya da arıların ölümünün sadece küresel ısınmaya bağlanması doğru değil. İnsan davranışları, kullanılan kimyasallar ya da ilaçlar gibi insan etkisini de hesaba katmak gerekir.” SÜNEYİ ÖLDÜREN İLAÇ, YILANLARI DA ÖLDÜRDÜ Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Gökhan Günaydın, sıcaklık ve nem oranının canlıların dağılımını etkilediğini, ancak herşeyi küresel ısınmaya bağlamanın alışkanlık olduğunu söyledi. Günaydın şöyle dedi: “Havaların erken ısınması doğum oranını artırma, çabuk irileşme gibi etkiler yapabilir, ama bu aşağı yukarı tüm canlılar üzerinde aynı etkiyi yapar. Ancak bazı türler, diğerleri üzerinde belirleyicidir. Örneğin yılan fareleri yer, yılan varlığındaki azalma fareleri artırabilir. Bir dönem Trakya’da süne mücadelesi nedeniyle hatalı ilaç kullanıldı, bu da yılan varlığını azalttı, fare varlığında ciddi bir artış oldu ve yazlıkları fare bastı. Sonuçta insanların yaptığı yanlışlıklar ve müdahaleler nedeniyle denge bozuluyor ve doğanın bize geri dönüşü de bu şekilde oluyor.” KIZILDENİZ’DE YAŞAYAN BALIKLAR TÜRKİYE KIYILARINDA Türkiye İklim Değişikliği Proje Yöneticisi Yunus Arıkan’a göre, küresel ısınma hem eko sistemleri, hem de sosyo ekonomik durumu etkileyecek bir yapılanmaya doğru gidiyor. Arıkan, “Bütün alanlarda etkilenme ve biyolojik çeşitliliğin kimi yerlerde azalması, bazı alanlarda da yeni türlerle karşılaşma söz konusu. Özellikle deniz eko sisteminde ciddi değişiklikler var. Kızıldeniz’de yaşayan bazı yosun ve balık türlerinin Türkiye’ye gelmesi gibi. Bu düzensizlik kenelerde, kuş gribinde ya da farelerde de olabilir” dedi. Sıcaklık artışının canlıların yaşam alanlarını da, alışkanlıklarını da değiştirdiğini, insanların yeni canlı türleriyle karşılaşmaya hazır olması gerektiğini vurgulayan Arıkan, şöyle devam etti: “Aşırı bir sıcak yaşıyoruz ama bu aşırı sıcağın sonunda yağış geliyor. Çok garip bir mevsim yaşıyoruz ve iklimler değişime doğru gidiyor. Kış boyunca yağmur almadık, ama Haziran’da yağmur yağdı. Eskiden yazlar sıcak ve kurak, kışlar ılık ve yağışlı derdik, şimdi bir olağanüstülük var. Türkiye ve dünya coğrafyasında iklimler yeni bir dengeye oturmaya başladı, bir geçiş süreci yaşanıyor ve bu geçiş sürecinde kargaşa ve karmaşa oluyor.” Kaynak: NTV.com |
26-06-2007, 13:28 | #15 |
Ağaç Dostu.
|
Yılan konusunda ne yapsam iyimser olamıyorum, gerçekten tedirgin oluyorum.Yaz da geldi, sürekli otlar arasında bahçede dolanacağız, yüreğim ağzımda olacak Şimdiye kadar görmedim bizim bahçelerde ama gören çok, ben karşılaşsam sanırım bir daha bağa bahçeye de gidemem |
30-06-2007, 00:57 | #16 | |
Ağaç Dostu
|
Alıntı:
O kadar Abarmana gerek yok kardeşim Halkı boşuna suçlama .biraz öğren Halktan önce o yılanı alıp yurt dışına çıkaranları ve bunu bizzat destekliyen Mürekkep yalamışları,tabki devleti de unutmamalı.Gerçi sen bunları hatırlamayacak kadar küçüksün.Halk içinde yılan öldüren de var ****** her yerde olduğu gibi.Ama yılanı seven hatta onunla çocuk gibi ılgilenenler de var.Bir bilgi de vereyim Belki atlamışındır."Yılanların çoğu özellikle "kafkas engereği **** hopa engereği yöre halkının pek gitmediği dağlık bölgelerde yaşarlar" (Azlağa) Esenkıyı,Liman köyü ,Sultanselim dağı vs |
|
06-07-2007, 17:59 | #17 |
Yeni Üye
|
Ağaç - İnsan - Yılan
Bence hiç tartışmasız şekilde, yılan, diğer bütün yaratıklar arasında insan´a en uzak olan canlı türünü teşkil eder. Çünkü zaten bu uzaklığı ifade edebilmesi amacıyla yaratılmıştır. "Yılan fobisi" bir gerçektir. Fakat bu "yılandan korkmamak" kadar anormal değildir. Benim gibi biri, "insan ruhu´nda yılanın yeri" dediğinde, bu, "bilim-sel değil" diyerek savsaklanabiliyor ve böylelikle ithal 3. dünya bilim-sel-liğine tek hamlede zafer kazandırılmış olunuyor. Fakat sonuçta çok geç kalmış durumdaki sınıflandırma faaliyetleri "yılan" konusunda da pekçok şeyi kapsayabilmektan uzak kalıyor. Anadolu´nun şartlarında şekillenen insan kavrayışı / bilinci içinden ele alınmaya kalkıldığında "Yılan" konusunun çok örtülü durumda bulunduğu rahatlıkla anlaşılabilir. "Gerçeğin üstünün örtülmesine" dönük tipik sosyo / bürokratik Anadolu marifetlerine her alanda karşı çıkan biri olmama rağmen şu "yılan" konusunda ben dahi elimin kolumun bağlanmasına ses çıkarmaya yanaşamıyorum. Ömrümün bir kısmı, köy yaşantılarında geçtiğinden, içinde yılanların cirit attığı pekçok hikaye dinledim. Mesela bunlardan bir kısmı, tipik, "biçerdöverciyi yılan sokması" tema´sı üstüne kuruludur. Hatta bir defasında biçerdöverci ansızın yılanla gözgöze geliyor. Yüzüne atlayan yılan öylesine güçlüdür ki, iki eliyle gövdesini kafasına yakın bir yerden kavradığı halde onu durdurmayı başaramaz. Tek çaresinin yılanın kafasını ısırarak öldürmek olduğunu anlamıştır. Bunda başarılı da olur. Fakat yılanın zehiri zaman içinde biçerdövercinin dişlerinin dökülmesine sebep olmuştur... Bilin bakalım buradaki yılanın türü nedir? Anadolu yılanları konusunda da tıpkı diğer bütün alanlarda olduğu gibi, internet sayesinde, işin içyüzü ortaya çıkınca gerçekler birer "tahtakurusu salkımı" gibi ortaya dökülür oldu. Mesela, Anglo-Sakson bilim geleneğinde "tasnifleme ve enformasyon"un zaten kimbilir kaç yüz yıllık bir yeri vardı (kolonilerden kalma "kelebek koleksiyonculuğu" hobileri de dahil). Onlar açısından İnternet, olsa olsa, çekmeceler dolusu bu muazzam birikimin enformasyonunda daha engin bir ortam kazanılması demektir. Ya Anadolu için? Anadolu´da işte İnternet var. Fakat ortada hala bir-iki engerek kafatası illustrasyonundan başka birşey yok... Aslında, diyar akademizmine bu konuda da veriştirdiğim uzunca bir yazı hazırlamıştım. Fakat son yıllarda neler olup bittiğine dair bir araştırma yaptığımda doğrudan "serpentolog" denebilecek birilerine denk gelmemiş olsam da genel olarak sürüngenler başlığı altında öne çıkan bir-iki ismin varlığını gördüm. Diğer taraftan siyasi birtakım çekişmelere rağmen sağlık bakanlığının "antivenom" konusunda işleri nisbeten sıkı tuttuğunu da gördüm. Ki, asıl teselli verici olan budur. ..................................... Kara yılanı (şimdiki deyimiyle kara-sal yılan), ikindi güneşinde kızmış ininde isyan mı desem, sonsuz bir kin ve nefret mi desem, işte öyle o sıcağın tadını çıkarır. Eskiden (yazım olarak çok daha verimli olduğum yıllarda) o kin ve nefretin hazzını onlarla birlikte hissederdim. Çok sonraki yıllarda yılanların adeta beni ele geçirmekte olduklarını anlar olunca onlarla bağlarımı tamamen kestim. Bunlar, Evliya Çelebi edebiyatıyla aynı kefede düşünülmeye kalkılabilir. O takdirde "pozitif"çeden şunları ilave edebilirim: Bence tabiatın tamamına olduğu gibi, o tabiat içinde yılanların diyarlarına da birtakım femino / sosyo humanizm fıçıları içinden gitmeye, daha da kötüsü, onlarla oynaşmaya kalkılmamalı. Çünkü bu iş sözümona geyik üretme çiftliğinde inekleştirilmiş koca boynuzlu geyikleri okşamaya benzemez. Hernekadar on-onbeş yıl öncesinden çok farklı olarak, sağlık bakanlığı, il merkezlerinde panzehir stoğu bulundurmakta ise de tipik 3. dünya dolaplarının bu konuda da her an dönebileceği yönünde ciddi bir önyargım var. (Mesela, şehrin göbeğinde tutulan panzehirin kime faydası olur ki?). Yani, sıradan bir engereğin ısırması ardından yok ekstremite´yi yukarıdan bir yerden bağlayacaktım, yok emecektim ya da "yılanı bulup getirsinler de hele bir bakalım" gibisinden tipik ve çok muhtemel 3. dünya turnikeleri neticesinde pisi pisine ölmek işten bile değil. İnsan yalın bir araştırmada dahi, konunun asıl yönünü "tıbbi uzmanlık"ın teşkil ettiğini çok kolayca görüyor. Elbette, "sözde pozitif tıp eğitimine dayalı ezberden peynir gemisi yürütme uzmanlığı"nı değil, "adamın suratına baktığında zehirin vücutta nerelere ulaşmış olduğunu anlayabilme" şeklinde o hayran olunası tecrübi / profesyonel uzmanlığı kastediyorum. Konunun bir de şu yönü var: Mesela, TRT´nin yerli belgesellerinde metin yazarlarının metne lirik bir hava vereceğim derken işi iyice saçmalamaya vardırıp, "lirizm salyalamak" haline getirmelerine ne kadar antipati duyuyorsam, coğrafya, ekosistem vs genel başlıklar altında uzanan alanlara dair forumların şematik klişeler haline gelmesine de o derece antipati duyabiliyorum. Acaba "ağaçlar" başlıklı bir forum, "ağaç türlerinin sınıflandırılmasını" merkez mi almalıdır, yoksa o sınıflandırmalar daha esaslı çekirdekler etrafında tali / perifer alanları mı teşkil etmelidir? Bence ikincisi. Çünkü ilk tercihte diretilirse "yılan"ın "ağaç" ile olan bağını kurmak imkanı kalmıyor. Ne de olsa Anadolu´da ağaçta yaşayabilen bir yılan olmadığı gibi, "mamba"lar da "bonusunu sevenlerin gezegeni"nde o derece yaygın değiller. Ekosistem filan mı? Yılanlar konusuna bununla da gelinemez. Çünkü o takdirde yol henüz tarla farelerinde biter. "Şöyle faydalılar - böyle faydalılar" ile de hiçbir yere varılamaz. Zaten en saçma kalanı da bu oportunism, yani, has türkçesi, menfaatperestlik´tir. Yani, gezegenin ayağı kaymak üzere. Fakat, maddecilik raconuna halel gelmesin diye işi hala faydacılık´a yaslamaya çalışmak. Bir tabiat insanı olarak bunu asla kabullenmeyeceğim: Yılanlar gezegen tabiatının tıpkı diğer türleri gibi birer parçasıdır. Yani bu işin faydası / tarla faresi filan yoktur. Bence yılan konusunda "gerçek" (elbette Anadolu´da yılanlar konusu da dahil), insanın "tabiat hakkındaki birikimi" gözardı edilerek ortaya çıkartılamaz. Bu birikim nerede?: Maziye gömülmüş durumda. Neden gömüldü?: "İnsanın tabiatla olan bağlarını kesmek için" İnsan´ın tabiat ile olan bağları neden kesilmiştir? ( İşte düğüm noktası hep burada ): İnsan´ın anti-pozitif kuruntu ve kurgularından kurtulup bilim çağına açılmak için mi, yoksa, "izole dişil / sosyal hayat mücavirlerinde özerk nüfus imalatı çiftlikleri" teşkil etmek için mi? Bence yine ikincisi ( İlki ise neredeyse tamamen bahane). Halbuki ağaç - yılan - insan üçlemesi arasındaki bağ, insan ruhunun derinliklerinde hiç bozulmaksızın duruyor: İnsan ile Yılan arasında bir uçurum var. Çünkü yılanın yüksek ağacın dalındaki gökyüzü huzurunda bir varlık olmaktan çıkartılıp kanatları koparılarak yerde sürünmeye mahkum edilmiş bir varlık haline getirilmesinde insan´ın sorumluluğu bulun-mak-tadır. İnsan (Anadolu´da da), yılan ile karşı karşı karşıya geldiğinde, varlığının bütün ontik düşeyinde derinlemesine hakim durumdaki kozmik gerçeğin, 1- Derin "korku" 2- Derin "suçluluk" halindeki tezahürlerini yaşayacaktır. Burada belki bu duyguların insan varoluşuna aslında "dün" gibisinden nasıl da yakın olduğu, kimilerinin pozitivizm, bendenizin ise "mücavir alan engizisyonu" dediğim yabancılaşmaya bel bağlanılarak anlaşılmak istenmeyebilir. Yani, "nasıl olsa "derinlerde kalmış" denebilir. Fakat trajikomik kaçan birtakım fobi ve özellikle yeni nesil modernite histerileri ve bunların homojenize sekanslarına baktığımda bana hiç de o kadar uzak gelmiyor: "Modernitenin sefil psikopatolojisi", aslında, "kökler"in, tabiattan izole hayat keselerine bel bağlanılarak bastırılmış olmasından ibaret. "Gezegen Tabiatı*" ruhumuzda dün gibi yakın ("Gezegenini sevenlerin Bonusu" cinsinden bir laf da türettiler ya. Artık bu gibi ifadeleri kullanmaya sıkılır oldum). Böyle olunca, bu tabiatın şaşmaz imajlarından biri durumundaki "Yılan" ile olan kader bağımız da daha dün kadar yakın. Çünkü aynı ağacın dalından beraber indirildik, oradan kovulup buraya beraber atıldık... (O ağaç, orada "Sidre" idi. Şimdiyse, o belki de, güneşin akşamüstü ışınları üzerine düştüğünde -anlayana- herşeyi anlatıveren ve iyi gelişmiş bir "kokarağaç". Bu arada sitede kokarağaç - Aylandız ile ilgili başlık göremedim). İnsan: Varoluşu Yılan ile Kartal arasındaki kozmik gerilimle irkilip sarsılan varlık. Kimi zaman kartalın gözlerinden gördüğünü sanır; fakat çoğu zaman ise, o kadar yüksekte olsa dahi aslında kartalın pençelerinde debelendiğini görür. Bunlar değişti ya da aşıldı mı acaba? Elbette hayır. (Bütün bunlar dişil / sosyal mücavirlerdeki izole nüfus imalatı çiftlikleri ve bunların, adına "birey" denen seri imalat partiküllerinin vurdumduymaz mutluluk oyunları adına "unutturuldu"). Bir laboratuvardaki kobaylığın üstünü örtmek, yani, zekanın önünün açılmasını engellemek (varoluşun sır olmaktan çıkmasını engellemek) için baştan böyle bir sembol kurgusu kurulmuş olabilir. Bunun elbette farkındayız. Varoluş sır olmaktan çıkmasın ki, laboratuvarın tabiattan izole sosyal keseciklerindeki dolap dönmeye devam etsin... Yılandan korkan biriyim. Fakat inkar edilemez gerçek şu: Bu oyuna baktığımda derinlerimden kaynayıp gelen kin ve nefretim ile yılanın ikindi sıcaklarında yanan ininde varettiği kin ve nefret arasında bir benzerlik var... Çünkü aslında onunla aynı kuyruk acısını paylaşıyorum. (Gezegen tabiatından izole dişil / sosyal nüfus imalatı çiftliklerinin pozitivizm oyununa gelmiş sistematik felsefe, istediği kadar "insan ile tabiat arasında benzerlik kurmaya kalkmak hatalıdır" desin. Bunu artık hiçten önemsemiyorum). Mesele şu ki, biz aslında herzaman uyanıktık. Fakat (inimize) bastırılmış olduğumuz için uykuda sanıldık. (Bunları bilmeyen bir yeni yetmeye biyoloji - zooloji - herpetoloji - ve nihayet serpentoloji okutmak, düpedüz, bu işin bir ayağının daima çukurda kalması demek olacaktır. Daha açık ifadesiyle, "pozitif kültürsüzlük"...) |
09-07-2007, 09:47 | #18 |
Ağaç Dostu
|
Elin yok -ayağın yok - sana yukarıdan bakıyormuş gibi görünsem de, kıvrılıp keyf çatıyormuş gibi görünsen de!.. senin ürküten! sakinliğinden...çok korkuyorum. Bu korkuyu içime salanı bir bulursam.. Kartal olacağım.. |
03-10-2007, 12:11 | #19 |
Ağaç Dostu
|
Bir gün Vali Recep Yazıcıoğlu barajına pikniğe gitmiştik. Gezerken kadının biri yılan diye bağırdı. Hemen gittik baktık yarım metre pembenin tonlarında küt kuyruklu üçgen kafalı sevimlimi sevimli (tabi bu benim yorumum) bir yılancık. Abimin elinde bir metre boyunda yarım parmak plastik boru vardı.(o zamanlar güneş enerjisi yapıyordu da arabada varmış.)Abim boruyla yılanı dürterken şaşırılacak bir şey oldu. Yılan borunun içine girmeye başladı. tam olarak girince iki borunun iki tarafını kapattık. eve getirdik. (israrlarım sayesinde) Boş bi akvaryumum vardı akvaryum kumunu koyup içine koyduk. yılan çok sakin hareket ediyor yavaş yavaş ilerliyordu.Sağ sol yaparak kendini kuma gömüyordu. Hiç ısıracak yılana benzemiyordu neyse iyice alışınca elimize falan alabiliyorduk.ÇOK SEVİN MİŞTİM ÇOK. AMAAA bir sorun vardı bu yılan ne yiyecekti. ot verdik olmadı, böcek verdik olmadı, dolaptan et verdik olmadı. Mahallemizin en yaşlısı süt verin dedi. Onu da yemedi biraz ısıttık gene yemedi. Bir haftanın sonun da yılan zayıflamaya başlayınca çok üzülerek ikinci bir piknikte salmak zorunda kaldım. |
11-01-2008, 19:21 | #21 | |
herpetolog
Giriş Tarihi: 11-01-2008
Şehir: Ankara
Mesajlar: 57
|
Mısır Kobrası
Alıntı:
Foruma yeni üye olduğum için çok önceden açılan bazı konulara yeni cevap vermiş oluyorum. Evet, Türkiye'de Elapidae, yani Mercan Yılanları ve Kobraları içeren aileden 1 adet tür bulunmaktadır: Walterinnesia aegyptia (Mısır Kobrası, Çöl Kobrası, Çöl Karayılanı) Türkiye'den ilk kaydı 2001 yılında verilmiş olup (Birecik'ten) gene aynı bölgeden 2 tür daha kayıt edilmiştir. Son olarak da biraz daha batıdan (Kilis civarı) bir kaydı daha vardır. Ayrıca da genellikle saklanır ve insandan kaçar. Bu yüzden karşılaşılması biraz zordur. Kobra diyoruz ama sizin hayal ettiğiniz Kral Kobra'lar gibi ortalama 2,5-3 metre uzunluklarında, başının yanlarını açıp diklenen bir kobra değil. Mısır Kobrası'na kobraların atası da diyebiliriz. Tamamen siyah renkli olan bu yılanın ortalama boyu 60 cm kadardır ve yanlarında açılabilen kaburgalar bulunmaz. Bir de doğal kobraların hepsi çok zehirlidir, yani zehirsiz kobra olması söz konusu değil. Doğal diye belirtmemin nedeni de şu: Zehir dişleri ve zehir bezleri çıkarılarak hayvan yapay olarak zehirsiz hale (buna "venomoid" deniyor) getirilebiliyor. Umarım açıklayıcı olmuştur. Sevgi ve saygılarımla. Naşit İĞCİ |
|
11-01-2008, 19:27 | #22 |
herpetolog
Giriş Tarihi: 11-01-2008
Şehir: Ankara
Mesajlar: 57
|
Yılan besleme.
Biz fareyle besliyoruz. Yılan küçükse ona göre yavru fare alıyoruz. Fare şart değil çok çeşitli şeylerle (örneğin yeni doğmuş piliç, kurbağa, kertenkele...) beslenebilir. Ama çoğunlukla fare tercih edilir. Sevgilerimle.. Naşit İĞCİ |
23-01-2008, 06:51 | #23 |
Ağaç Dostu
|
istanbulda bir evin bahçesinde bahçe bakimi yaparken yapraklarin arasinda ufak bir yilan gordum ve o anda yanimda olan ve bizimle çalisan isçilere soyledim soylemez olaydim bir anda ellerindeki kazma kurekle "hani nerde o yilan ?" diyerek aramaya koyuldular bu arda ben isçilerle tartismaya girdim kuçuk bir yilan oldugunu onun bizden daha çok kortugunu oldurmenin sart olmadigini soyluyordum onlarda yilanin basinin kucukken ezilmesi gerektigini ayrica yilanin Hz. Ademden yana insanligin dusmani oldugunu ve goruldugu yerde oldurulmesi savunuyorladi neyse yilani o an bulamadilar ama bir sure sonra hayvancagiz yapraklarin arasinda hareket edince saldirdilar ve "basini ezerek" oldurduler. Anadoluda yilana karsi bu kadar saldirgan olmamizin en buyuk sebebi yilanin insanligin dusmani seytani sembolize eden bir yaratik olarak gorulmesinden dolayi olabilir. Ustelik cahillikle beraber bir yilan fobiside var mesela ben çocukken tarlada tek basima dolasmaya çekinirdim bir yilanin beni sokucagindan çok korkardim hangi yorede hangi yilan yasar bunlar ne yer ne icer zehirlimi degilmi bunlar bize okulda ogretilmedi. Tasradan kalan yilan hatiralari ise birin yilan gormesi bagirmasi ve ordaki cumbur cematin eline ne geçtiyse alip yilan avina çikmasiydi. Bir tek karayilana karismazlar hernedense. Asagidaki goruntulerde elemanin biri yilani oldurmeyelim oldurmesek olmazmi desede obur akabalar "yilan insanin dusmani goruldugu yerde oldurulmeli" dusuncesine sahip . Bu videonun sonunda yilana ne yaptiklarini soylenmiyor ama internetteki diger Turk yilan goruntuleri genellikle yilanin oldurulmesi ile ilgili! yilan yilani yiyor adli bir video http://www.youtube.com/watch?v=lLdaoF_m6r8 (Ormanda giden bir grup Türk başka bir yılanı yutan dev bir yılanla karşılaşır. Diyaloglar süper.) |
23-01-2008, 10:49 | #24 |
Ağaç Dostu
|
Geçen gün izlediğim belgeselde dünyanın en zehirli yılanının Avustralya'da yaşadığını öğrendim. Ancak şimdiye kadar hiç kimse görmemiş. Yerin altında yaşayıp fareyle besleniyormuş. Zift gibi simsiyah çok parlak derili bir yılandı. |
24-01-2008, 01:10 | #25 |
herpetolog
Giriş Tarihi: 11-01-2008
Şehir: Ankara
Mesajlar: 57
|
Yılanlara yaklaşımımız...
"Cennette Adem ve Havva ile beraber yaşayan, onlarla yeryüzüne inen; adından ilk bahsedilişi dünya tarihinden bile daha eskilere uzanan bir yaratık... "Hem Tanrı kabul edilip tapınılan, hem Şeytan kabul edilip lanetlenen, hayat ile ölüm, zehir ile panzehir, erkek ile kadın, kısacası kendisine pek çok zıt anlamlar yüklenen, dünyanın en esrarengiz yaratığı..." Yukarıdaki paragrafı Prof. Dr. Fuat YÖNDEMLİ'nin çok güzel ve özgün bir çalışması olan "Tarih Öncesinden Günümüze Yılan" adlı kitabının arkasındaki tanıtımdan aldım. Hoşuma gittiği için ve konuyla ilgisi olduğunu düşündüğümden paylaşmak istedim. Gerçekten de dünya insanlık tarihinde hakkında bu kadar yazılıp çizilen, efsaneler üretilen ve kendisine bu kadar zıt anlamlar yüklenen başka bir canlı grubu daha yoktur sanırım. Beni kendilerine çeken biraz da onların bu esrarengiz ve korkulan tarafları galiba Evet Mehmet Ali Bey, sizin de belirttiğiniz gibi ülkemizde bu hayvanlara maalesef pek de iyi yaklaşılmıyor. Görüldüğünde öldürülmesi gereken hayvanlar gözüyle bakılıyor. Bunun nedeniyle ilgili yaptığınız iki tespit de çok yerinde. Birincisi kültürden ve dini inanışlardan kökenlenen bir düşünce tarzı (ki dini eserlerde bunun tam tersi yılanlarla ilgili iyi yönde çokça anlatım vardır), ikincisi de yılan korkusu. İlginçtir ki yılan fobisi (ophidiophobia) artık insanlarda bir miktar genetik olarak da aktarılan bir davranış haline gelmiş. Şöyle ki: Örneğin 5-6 yaşına kadar olan çocuklarda yılan korkusu görülmez. Ancak zamanla, çevreden duyduklarıyla, ya da doğada yılanı bir arkadaşını ısırırken görmesiyle, kötü bir tecrübeyle, hebrlerden-basından duyduklarıyla vs. vs. çocukta yılan korkusu gelişir. İlginç olan, Karanlık korkusu, yabancılardan korkma gibi korkular çocuk büyüdükçe azalırken, yılan korkusu tam tersine çoğalır ve öyle bir noktaya gelir ki yılanı bırakın görmeyi isminin bile geçmesi kişinin tüylerinin diken diken olmasına neden olur. İşte işin genetik kısmı burada devreye giriyor. Yılan korkusu çevreden aşılanıyor ama onu büyütmeye insan genetik olarak meyilli oluyor. Bunun nedenini de bin yıllar boyunca bazı zehirli yılanlar tarafından insanların ölmesi, hastalanması gibi kötü tanıklıklarda arayabiliriz. Bu söylediğim şey için %100 böyledir demiyorum bir biyolog olarak diyebilirim ki gayet mantıklı bir açıklama ve yaklaşım. Çocuk diğer bazı korkularını yenmek için fazla bir çaba harcamazken, yılan korkusunu yenebilmesi için çaba harcaması gerekiyor. Ülkemiz de de yılanlara öldürmek için yaklaşanlar olduğu gibi, çok önemli sayılıp hiç dokunulmayan yerler de var. Arazilerde gördüğümüz yanlış inanış, özellikle zehirsiz yılanların zehirli sanılmasıdır. Halk yılanlarla ilgili o kadar çok efsane üretmiş ki aldığım notlar bir ajandayı doldurdu, yazmaya kalksam kitap olur Çok ilginç olanları yeri gelince paylaşabilirim. Sadece ülkemizde değil diğer ülkelerde de yılanlara bu şekilde bir yaklaşım söz konusu. Oradaki fark bazı ülkeler doğa eğitimine çok önem veriyorlar ve okullarda bu yönde çok güzel programlar oluyor. Bizim eksiğimiz biraz bu yönde olabilir. Köylerde ve taşrada yaşayan insanlara baktığımızda zaten korkanlar çocuklar değil yetişkinler oluyor, çocuklar ellerine alıp sallamayı tercih ediyorlar Ama işte zamanla çocuklara da bu mantık yerleşebiliyor. Uzun lafın kısası, yılanları sevelim ve koruyalım Bu forumdaki üyelerin belki de çoğunluğu yılanlardan korkuyordur ancak hiçbirinin onların öldürülmesi taraftarı olduğunu düşünmüyorum. Bu yüzden her ne kadar bu tip konularda insanların düşüncelerini yıkmak çok zor olsa da onlara bazı şeyleri açıklamaya çalışmayı kendimize görev edinmeliyiz. Yoksa üzerinde çalışacağımız yılan kalmayacak Sevgi ve saygılarımla Naşit |
24-01-2008, 01:36 | #26 | |
herpetolog
Giriş Tarihi: 11-01-2008
Şehir: Ankara
Mesajlar: 57
|
Dünyanın en zehirli yılanları
Alıntı:
Belgeselde bahsi geçen hayvan ya Tai-Pan denen Oxyuranus cinsidir (özellikle Inland Taipan denen O. microlepidotus'un zehir gerçekten çok etkili ve ölümcüldür ve dünyanın en zehirli yılanları arasındadır), ya da Tiger Snake (Kaplan Yılanı) denen Notechis cinsidir. İkisi de Avustralyalı'dır ve ikisi de dünyanın en zehirli yılanlarındandır. İki yılan da dünyanın en zehirlilerini içeren Elapidae (Mercan Yılanları+Kobralar) ailesindendir. Oxyuranus'ta da siyah formlar olmakla birlikte, parlak, zift gibi simsiyah dediğinize göre çok büyük bir olasılıkla Notechis'tir. Özellikle N. ater ve ada formları dediğiniz gibi parlak ve simsiyahtır (Resmini ekledim). Bu arada şunu da belirteyim ki; "en zehirli" ile "en tehlikeli" nin ayrımını yapmak gerekir. Örneğin bir yılan için dünyanın en zehirli yılanlarından diyebiliriz. Ancak zehri ondan daha az kuvvetli ama daha çok vaka üreten bir yılan varsa ona daha tehlikeli deriz. Sevgilerimle Naşit Fotoğraflar: |
|
24-01-2008, 06:34 | #27 |
Ağaç Dostu
|
Evet belgeselde anlatılan yılan buydu. Dünyanın en zehirli böcek ve sürüngenlerini araştıran bir belgeseldi. Tehlikeli ve zehirli ayrımına katılıyorum. Çünkü yöreden şimdiye kadar bu yılanı gören olmamış. |
24-01-2008, 09:01 | #28 |
Ağaç Dostu
|
Gerçektende zift gibi simsiyahmis bu yilan sanki yapma bir yilana benziyor! Bu arada haberlerde okudugum Turkiyede youtube giris yasaklanmis.Bu cagda bu zihniyet ! sansurcu yasakci zihniyeti kiniyorum. |
29-01-2008, 23:23 | #29 |
ZİRAATÇI
Giriş Tarihi: 15-08-2007
Şehir: amasya
Mesajlar: 10
|
Müthiş bir desen, harika görünüyor ama çok soğuk geliyor bana |
Konu Araçları | |
Mod Seç | |
|
|