agaclar.net

Geri Dön   agaclar.net > Agaclar.net Kullanıcı Hizmetleri > SIK SORULAN SORULAR / FORUM KULLANMA KILAVUZU
(https)




Beğeni Düzeni591Beğeniler

 
 
Bookmark and Share Dış Bağlantılar Konu Araçları Mod Seç
Prev Önceki mesaj   Sonraki mesaj Next
Eski Bugün, 16:34   #11
Yeni Üye
 
ormanci's Avatar
 
Giriş Tarihi: 10-10-2004
Şehir: Eskişehir
Mesajlar: 29
Galeri: 13
Yukarıdaki ilk yazı, yelpazenin şu kademesine klasik “dil hatırlatmalarından” ibaret oldu.
2000’lerdeki forum insanlığının bugüne -ben dahil- artık “yaşlanmış” haldeki son intikali ( maalesef ) ardından yine şu hususları hatırlatmak isterim:

Biz, bu forumlarda yazmış ve hâlâ da yazmaya gayret eden kimileri, hibrit bir nesildeniz. Yani, ömürlerinin ilk yarısını dijital öncesi ( kemikli dönem dediğim ) dönemde yaşamış, ikinci perdenin ise işte bu dijital dönemde “geçmekte” olduğu bir nesil. Koca bir gezegenin mazisinde böyle bir şey yoktur ve asteroid çarpması işler olmadığı müddetçe de öyle kalacak.

“Yapay zekâ” faslı furya. Fakat yapay zekâya dil ucubesi “yapay insan(lar)”dan gelindiği niçin hiç idrak edilemiyor?
Çünkü strateji ve buna mukabil kuvvet bunu çok ustaca örtbas etti.
Biraz önce, televizyonda siya-sal bilgiler “yar doç” bir simanın dili…
Bendenizin, “yatak odası finansmanı fonu” onların ise eskilerden zombi tabirle “maaş” dedikleri mefhuma sırtını yaslamış halde, bir siyasî partiye “vaaz vermeye” kalkıyo(r).
Yani, hariçten gazel okumanın 3.dünyalı akademizmi…
R’yi bilhassa parantezde yazdım, çünkü telaffuz ettiği hususlara kurban edilmiş cümelelerinin hiç birindeki “yor”larda “r” yoktu. Hepsi de “yo”dan ibaretti. Yani, bir zamanlar “Yo Yo Türkçesi” dediğim fenomen…

( Önceki yazımda da üstüne basa basa istfade ettiğim ‘yar doç’ deyişi, ‘amcası maşallah bizim oğlan yar doç oldu, seneye de doç olacaamış, torun bekliyoz gali’ modundaki köylü materyalizminin dilinden intihaldir. Dünyanın göbeğinde “Tavşantepe köyünün stratejik ehemmiyeti” cinsinden bu 3.dünya çiftliğinin böylesine yar doç klasiği “yo yo türkçesi” burada havada uçuş halinde filan değil, düpedüz böylesine et/kemik temelleri var… )
………………………..

Önceki yazımda 90’larda, bu, köyün mezarlığından bakir 3.dünya pazarına bir an önce PC / Windows satma peşindekilerin Türkçesine dokunmuştum. Onun adı genel olarak “Microsoft Türkçesi” kaldı.
Pekâlâ, şu anda benim de istifade ettiğim ofis seti editöründeki çıldırtıcı TR İmlâ şablonundan hiç sıkıntı duyan var mı? Ne gezer…
2000’ler boyu her iki cenahtan Türkçe Olimpiyatı tiyatrosu oynamış birileri bunu hiçbir zaman dert etmediler, umurlarında bile değil. Diğerleri ise zaten yumurtadan “sinek”.
Peşin yazayım, o şablonu asla açık tutmam.
Türkçeyi Bill Amcaya satmak, tarlayı/ormanı/dereyi ona satmaya benzemez…
……………………………….

Hayat ve onun formal diktası, stratejisini 3.dünya şartlarında hakikaten takdire şayan bir mükemmellikte uyguladı.
Bunun en tipik kademelerinden birini -yapay insan ve o yapay insanlardan müteşekkil hayat sürüsünü öne çıkartmak siyasetindeki genetik çiftlik ağalığında- “dili de insanın ötesine taşımak” teşkil ediyordu.
Bu, “insanın muhasaraya alınması”dır. Uzun zamandır “çember daraltma operasyonu” diyorum.

Tekrar ediyorum, stratejide hayatın yerel sahnesinde kolay çoğalan dil fukarası figüran kadrosunu
-meselâ yapay zekâya geçiş yolunda-
öne çıkartmaları gerekiyordu.
Bunun metodu ise “sürüleştirme (sosyalizm)” oluyordu.
Sosyalizm ve onun dili vuran “ostrakismos”larını ise eşitlik / adalet vaatleri yani “demogoji” ile örtbas ediyorlardı.

Kıta Avrupasının 1960’larında, ağır propaganda baskısını payandalamak babında bir “psikiyatri aleyhtarlığı” peydahlanmıştı. Amaç, gençlik furyası üzerinden gerçekleştirilen istilânın kamuflajında istifade edilen “uyuşturucu” merkezli saldırının neticelerini meşrulaştırmaktı.
LSD ile meydana gelen tabloyu ve onun da altında uzanan narkotik şizofreniyi örtbas için öyle yapmaları gerekiyordu. Post modern kademedeki “yapay insan” o temel sayesinde mümkün olabildi.

3.dünyalı fakat post modern havuz sazanının “konuşamıyor” olması elbette dün / bugün işi değil. Fakat nerelerden gelip yakın tarihe düğümlenen böyle bir kesit var.
Bunların dalgaları 3.dünyaya büyüklüğü tsunami, istilası ise “salgın” halinde vurdu.
Virüs, mevcut dokuya öylesine uyumluydu ki, bağışıklık diye bir şeyden bahsetmenin bile anlamı yoktu. O sebeple, Anadolu’nun mazisiyle de uyumlu şekilde ve aslında “tencere yuvarlandı kapağını buldu” olarak tezahür etti.

Elde büyük bir miras vardı da kaybedilmiş mi oldu? Elbette hayır.

Anadolu’nun on bin yıllık bir yolgeçen hanı / hergele meydanı olmasına rağmen, devlet tiyatrosunun sahnesinde tuhaf bir şekilde bize kadar intikal edebilmiş bir maarif vardı. Yani, naçizane kitabımda da “Hasan Âli Rolling Stones’cu değildi” dediğim bir maarif.
Fakat çok sonraları anladık ki, onu birileri Balkanlardan buraya taşımıştı ve onlar ahlâk ve edebi aslında Hristiyan maarifinden “öğrenmişlerdi”.

Hayatın yerel çiftliğine taşıma su ile değirmen olamayacağı net bir şekilde tecrübe edildi.
Kendisini kalın kast bariyeri üzerinde garantiye almış genetik dikta, günü geldiğinde silahını bize çekti. Barajın duvarı ardında tuttuğu rezervi, barajın kapaklarını açmak suretiyle üzerimize saldı. Böylece, hayatın seri imalat yapay insan sürüsü -her zamanki uşaklıklarda- bir anda sahne alıverdi.

Artık “ilim irfan sahibi, oturup kalkmayı bilen, iki kelimeyi yan yana getirip fikirlerini ifadede müşkülat çekmeyen insan” karşısında hayatın o -sosyal / birey- camızları olacaktı.
Buna herhalde, “mefkûrenin maarifi alt etmesi” denebilir… ( kendisini mefkûre uydurmasının arkasına saklamış sosyalist / sosyolog Elmacı Ziya’nın kocaman kırmızı elma'sının insan’a galip gelmesi ).

Ve yine aynı genetikten birilerine yazdırılmış anayasalar, mostralık gibi sırıtan bu çiftlik-sel senkretiği ( yani ağa / amele uyumunu ) hep “devletiyle toplumuyla bölünmez bütünlük” safsatası ile örtmek peşinde oldular…
Fakat nihayet şu ki, “eyvah sönerse o son ocak halimiz nolcak” modundaki sürü ve onun diktasının bekası adına azdırılan hayat sahasında yokolan sadece insan değildir. Bunu mutlak surette tabiatın yokoluşu tamamlar. Bu ikisi bir aradadır.
( Aslında batıya da nüfuz etmiş virüsün 1945 sonrası ‘environmentalism’ kurgusu, ‘antik şamanik ruh ve bunun kültürünü’ bastırmak içindi. Uydurmadır ).

Yani, asıl boşa kürek çekenler, orman yangınlarının “gerçek sebeplerini” teşkil eden bu derin hususları, bugün yerel çiftlik diktası şartlarında örtbas için çabalayanlardır.
Anadolu Coğrafyası, -ortaçağdan uzatmalarındaki çiftlik ağalığı halinde- taşıyabileceğinin enaz üç-dört katı bir kelle populasyonu halindedir. Ve bunlar “yapay insan” formundadır:
Konuşamıyorlar…

Kendi derinliğine olgunlaşan bir dil değil, sürüden taklitlerden can bulup, yazmak şöyle dursun, zerre okumazlığı yine aynı spastik vak’a dilde ele veren figüranlar.
Hayatın kut-sal havuzuna diktanın gündelik pişmiş mısır taneleriyle avantalanan ahalinin, bu korkunç gerçeği eski usül humanizm/komunizm, yeni usül pozitivizm/yoga/motivasyonizm safsataları ile örtbas imkânı bulunmuyor.

Bu yarım asır ardından dildeki hâl, hâlâ, noktalama, büyük/küçük harf meselesinden ibaret görülüyorsa, bu, olsa olsa, “bindikleri dalın kesilmemesini arzu eden, fakat ağacın devrilmekte olduğunu göremeyenlerin” hâlidir.

İstilâ karşısında saçma da kalsa en basit tedbir “evden dışarı çıkmamak” olur.
Meselâ, regressif bir tutum olsa da “tabiata sığınmak” tam da böyleydi.
Hatta orman dr yük müh bir arkadaşımız ( ki kendisi bendenizi arkadaş olarak görüyor mu bunu hâlâ bilemiyorum ) beni madden ve manen 40 yılımı verdiğim Türkmen Dağları Ormanımın Manisa Tarzanı şeklinde ifade etmişti.
Tabiata çeken ağır bir kuvvet vardı. Elbette, “kaçış” idi.
Fakat bir yandan yazıyorduk ta.
“Muhafaza edebildi isek” o da ancak o kadardır.

Herhalde anlaşılmıştır: Dil’in muhazası insanlığın muhafazasıdır…

Benzer bir husus, ABD’de izole olmuş olması sayesinde mükemmel kalabilmiş Türkçe.
ABD’ye herhalde 60’larda gitmiş olup bugün ileri yaşlarındaki simalar veya onların orada doğmuş nesillerinden kimilerinin Türkçelerinin pürüzsüz kalabilmiş ( muhafaza edilebilmiş ) olmasını kast ediyorum. Onlar, Anadolu’yu ele geçiren “hastalığa” maruz olmadıkları için dilleri “sağlam (sağlıklı)” kalabildi.
Meselâ, yerelde adeta asgarî ücretten ( genetik çiftlik diktasının resmî ‘serf tayınından’ ) TV muhabiri yapılmış zavallıların perişan dilleri karşısında yukarıdaki yazımda da bahsettiğim TV’nin Washington muhabiri genç arkadaşın Türkçesi sanki başka bir gezegende muhafaza edilmiş gibisinden mükemmel kalıyor…
( Kendisine facebook’tan yazmıştım fakat cevaba tenezzül etmedi. Sağlık olsun… ).
…………………………

Dilde “tiyatrodan duruma göre rol” denebilecek bir hâlden de bahsetmeliyim.

Yani, böyükten gördüğüne ezik/büzük rolü ve ona göre formal bir dil, küçükten gördüğü karşısında ise çok kolayca patavatsızlaşıp “köy ağası” dili.
Saygı duyduğum ve pîrim diyebileceğim bir prof. hocamız öyle bir holding ağasından için çok net ifade etmiştir: Gençliğinde güzel / pürüzsüz konuşurdu, yaşlandıkça ( holding ağalığına alıştıkça ) köy ağası dilinden konuşur oldu…

Yeni nesil, yani, prof hocamızın 1988 tarihli -Emperyalist Türkiye” adlı kitabında “Tenekeci profesörler” dediği tayfa ( hoca bu ifadesinde onların ‘dil düşmanlığından’ gelen dil kifayetsizliklerini kast etmektedir ). Bu benzetme şu günlerde furya olan halinde “boş teneke” haline e-b-rilmiş bulunuyor. Tuhaf olan da şu ki, İbranicede b ve v harflerinin yer değiştirebildiğini de aynı hocamızdan öğrenmiş olduk. ( Türkçede “evren” diye bir şey yoktur, fakat İbranicede “ebren [ibran]” daima ve tabiatıyla baş köşededir )…
Ve adının önünde prof. yazan biri, kendisiyle yapılan mülâkatta o patavatsızlık halinde “giderekten/gelerekten” diyebiliyor. Yani, “yukarıya” taşıyan değil, aşağıya çeken cinsten bir titr’lenme…

Belki tam ifadesi şu: Yar doç’un kültürsüzlüğü “hiç okumamış olmasından”, prof.un tenekeciliği ise “doğru okumamış olmasından” geliyor olmalı…

Türeme giderekten / gelerekten patavatsızlığı karşısında cümleye şahıs olanı sona, fiili başa almak suretiyle “cümleyi devirmek” faslı en unutulmazlardan.
Bu işin mucitleri, şahıs ile fiilin cümledeki yerlerini vandallıktan gelen iştah ile değiştirme işini “şiir-sel-lik” diye takdim etseler de, bunun aslı “devrik domates kamyonu”dur. Daha da doğrusu, “domates kamyonunu devirmek”. Çünkü “devrik” denildiğinde akla gelmesi gereken, o korkunç orman hastalığıdır ( şiir veya domates değil ).
…………………………

Dili domates kamyonunun akıbetine sürükleyen ahlâksızlık, diyarın diğer bir klasiğidir.
Diyarda yarım asırdan fazla bir süre -böyle bir dil üzerinden- yapılan propagandanın mısralarından biri “ahlâk yoktur fayda vardır” nakaratı olmuştur.

Nasıl ki, “psikolojim bozuldu” diyene “psikolojiye bir şey olmaz, olan senin psiko’ya olmuş” diyorsam benzer durum burada da aynen tezahür ediyor: Şimdilerde “ahlâk çökmüş” diyorlar. Hayır, çökmüş olan, derin ve aynı zamanda “dil düşmanı” da olan propagandanın ahlâkı çökertme on yılları ardından ahlâksızlaşmış olanların çöküşüdür. Yani, demeliyim ki, “ahlâka bir şey olmaz, olan senin -hayata güvenerek- ahlâksız kalman”. Yani, daima etle kemik kombinasyonu halinde olmuş birilerinin şimdi etten yağı ayıklamak şöyle dursun, tereyağından kıl çeker gibisinden sıyrılma gayretleri…
Asıl ahlâksızlık zaten budur. Müsebbipler o kolay yırtamamalı.
Dildeki garabetin buna benzer nice tezahürlerden misalleri var.

Temennim, bu kadar paragraf ardından “iyi de bu kadar şeyi buraya niye yazmış?” denilmez.
Hele ki, önceki yazım ardından kendisini -herhalde vpn üzerinden- jamaicalı takdim edip, derin vandalize tepkisini bugünlerdeki populer tabiriyle “klavyenin bütün tuşlarına basarak” göstermiş forum-sal-da olduğu gibi…
( Baktım ki, forum yönetimi onu kaldırmış :��)) ).

Bu tutuma, yani, forumlarda ilgili konuda yazılmış bir metni boşa çıkartmak yolunda kısa bir itiraz ile “son yazılan” olmaktan çıkartmak işine eskiden “çalıya işeyip geçmek” (afedersiniz) diyordum.
Bu elbette, artık, birinin tohumdan mıdır fidandan mıdır ağaç haline getirdiğine tahammül edemeyip onu kesmeye kalkmak şeklinde de ifade edilebilir.
Niçin tepki gösteriliyor?
Çünkü “cehaletin birey veya ülke halinde can bulmuş halinin savunmasının” nerelere varabileceği…

Bu coğrafyada cehalete methiye, ocağın sönmesinden korkmanın siyasetidir.
Hayatın cehaletten semirdiğini örtbas etmeye, ağalığın, sürüsüne “korkma” telkini vermesi yetemez…
Görüldüğü üzere, ahalide dil öyle, bizde ise -hâlâ- böyle…
Konu yazım hatası değil. Çünkü yazım hatası denilen, “büyük hastalığın” sadece bir neticesidir.

Tabi ki hayata güveniyorlar.
Yani o büyük yangına…
Şimdiki zaman denen bıçak sırtında safkan gerçeği güçlü bir şekilde yakarak geleceğe (yanmamış olana) kendisini intikal ettiriyor.
İnsan, doğum ile ölüm arasında “kelimelerine” hapsedilmiş bir varoluş iken o, bakış/koklaşlarından dölleşip hiç ölmeyen büyük yangın.
Bu, yazım hatası işi değil, onun çok ötesinde.
Böyle olunca Türkçe "kullanılan" değil, konuşulan/yazılan olmalıdır.
Kullanılan dil hayatın arzu ettiği kadar kalır ( Yani, spastik vaka Türkçesinde "araç-sal-laştırma" dedikleri ).
Hayatın ne arzu ettiği ise ortada...

Ormanci - Eskişehir

ormanci Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
 


Gönderme Kuralları
Yeni konu gönderemezsiniz
Konulara yanıt veremezsiniz
Ek dosya yükleyemezsiniz
Kendi gönderilerinizi düzenleyemezsiniz

BB code Açık
Smilies Açık
[IMG] Kodu Açık
HTML Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Forum saati Türkiye saatine göredir. GMT +2. Şu an saat: 23:08.
(Türkiye için GMT +2 seçilmelidir.)


Forum vBulletin Version 3.8.5 Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0
agaclar.net © 2004 - 2025