![]() |
|
![]() |
#1351 |
Yeni Üye
Giriş Tarihi: 04-03-2020
Şehir: Edirne
Mesajlar: 19
|
Trakya ağzı
Evet bende fikrimi belirtmek istedim;Nacizane bir Türk'ün Türkçeyi hem yazım,hemde söylem bakımından konuşması çok önemli. Yeterki Argo,kabadayı ağzı olmasın,bu gibi ithamlar Türkçemizin kara lekesi; Benim bahsetmek istediğim ise Bölgesel Şivelerimiz, Mesela benim gibi Trakyalı birinin anlıyacağı gibi; ![]() |
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#1352 | |
agaclar.net
|
Alıntı:
Yeter ki argo, kabadayı ağzı olmasın Argo konuşulması gereken yer de var, kabadayı gibi konuşulması gereken yer de... Bence önemli olan bu yerleri iyi saptamak ![]() |
|
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#1353 |
Ağaç Dostu
Giriş Tarihi: 20-03-2017
Şehir: izmir
Mesajlar: 502
|
Tüm sayfaları okuyamadım. Ama ilk fırsatta baştan sona okuyacağım. Mutlaka yazılmıştır. Ancak halen her yerde 'sağ ol' birleşik yazılıyor. Ve maalesef 'sağolun' şeklinde sürekli görüyorum. |
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#1354 |
Yeni Üye
Giriş Tarihi: 04-05-2020
Şehir: ADANA
Mesajlar: 1
|
Doğru söze ne denilebilir ki.Kolaylıklar diliyorum. |
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#1355 |
Ağaç Dostu
Giriş Tarihi: 20-03-2017
Şehir: izmir
Mesajlar: 502
|
Tdk 'de sürekli güncelleme var. Anlam vermek mümkün değil. Tdk'ye göre resim yerine fotoğraf, fotoğraf yerine de resim denilebilirmiş. Biz öğretim hayatındayken, resim çizilir, fotoğraf çekilirdi. Kesme işaretlerinde de değişim olmuş. İnsan hayret ediyor. Doğru bildiklerimiz artık yanlış olmuş. O nedenle hatalarımız varsa affola. |
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#1356 |
Yeni Üye
Giriş Tarihi: 25-08-2023
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 1
|
Yeni üye oldum. Kurallara göz atarken bu başlığı gördüm. Hassasiyetiniz için özellikle teşekkür etmek istedim. |
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#1357 |
Yeni Üye
Giriş Tarihi: 25-10-2023
Şehir: Ankara
Mesajlar: 1
|
Yeni üyeyim, göz atarken gördüm. Okuyorum, paylaşımınız için teşekkürler efendim. |
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#1358 |
Yeni Üye
Giriş Tarihi: 18-12-2023
Şehir: Budapeşte
Mesajlar: 10
|
Büyük harf kullanımı konusunda da katılıyorum. Noktalardan sonra büyük harfle başlamak önemlidir. Burada okudum. Bu, dilimizin kurallarına uygun olduğu gibi, yazımızı daha okunaklı ve anlaşılır hale getirir. Düzenleyen hermenegi : 02-01-2024 saat 18:17 |
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#1359 |
Yeni Üye
|
Sn. Malina, Artık yıllar ölçeğinde uğrayabiliyorum, bağışlayın. Koca bir deniz gibi olmuş forumunuzda beni balık ağı gibi yakalayan bir başlık olduğu içindir ki şöylesine yazmaktan kendimi alamadım: Orman yokolurken, Birileri ( muhtemelen hepsi ) sürüleştirildiler. Bu tipik bir “ağaçlandırma” şarlatanlığı idi. Biz ise uzaklarda bir yerlerde yalnızlığında yaşlanan ağaç gibi direndik. Dil, tepemizde esen rüzgârlarda uzaklardaki savrulmalardan geliyordu. “Dilin erozyonu” miladı ( 1941-42 ) sonrasının ilk 40 yılını yani 1980 öncesini zaten silmiştik. Ve dantel kılıklı korunun tekdüzeliğinde “arı” dedikleri, bizim zihnimizde ancak “sinek” olabilirdi. O yüzden “Sinek Türkçe” dedik. 80 sonrasının ilk 20 yılına “dilin ameleleştirilmesi” diyorum. Sonraki 20+5 yıla ise “dilin spastikleştirilmesi”... Yalnızlığın ağacı üstünde çok (on) yıl esintileri geldi geçti. Önce “birey” oldular, sonraları “iki kelimeyi yan yana getirip düzgün cümle kurabilme sıkıntısı çeken” “birey-sel-ler”. Belki de ikisi aynı anda oldu… Nihayetleri, “olgunlaşamadan pörsümüş tiritler” dediğim cinsten moruk dişili / erkekli bireyler sürüsü. Dil’i de ağaç’lığımız gibi, hep yalnızlığımızda tecrübe ettik. Muhafaza edebilmek, dili motorlu testereyle gün be gün budayanlara karşı direnişimizdi. Kesmek istiyorlardı, çünkü “damızlık / camızlık / anızlık ekosistemi” dediğim etten ağaçlandırma korusu çiftliğinde öyle olması gerekiyordu. …………………………………. Dile saldırı da yine onar yıllık dönemlerde (egzistansiyel kesitlerde) oldu. Sinek işini 90’lardaki “3. Dünyanın koru çiftliğine kısa sürede çok sayıda computer satabilmek” stratejisi doğrultusunda peydahlanan ucubelikler tamamladı. En unutulmaz olanı “interface”e binaen “arayüz” işidir. Halbuki arayüz demekle Türkçe demiş olmadılar, hiçbir zaman da olmayacaklar. En kötü ihtimalle “çalışma sistemi” demeleri gerekirken “işletim sistemi” “birey” olmuştu bile. ( İşletim-sel sistem” demeyi akıl edememiş olabilirler, iyi ki de edemediler ). ……………………………….. 3. dalga 2000’lerde geldi: 3.dünyanın adına üniversite denen kürklü maaş çiftliklerinde kadîm menfaatperetsliğin ( eskilerde kimi cenahın oportunizm dediği ) yeni nesilleri ( biraz modası geçmiş ifadesiyle omikron / eris varyantları ) bir an önce yar doç, ardından doç ve sonra ver elini mavi boyalı Nirvana oluvermek azılılığında şu dile zerre kadar acımadılar. Mekanizma gayet açıktır: Bir an önce İngilizce metinlerden -o uyduruk dilleriyle- tercüme yapıp bu zırvaları yar doç’luğa tırmandırmaları gerekiyordu. “First” veya “primarely”i gördüklerinde bunu “öncelikle” yaptılar. O gün bu gündür, koru-sallığın birey seri imalatı spastik her cümleye “öncelikle” diye başlamaktadır. Aynı yar doç adayı spastik, exactly veya certainly’i gördü. Bunu ise “açıkçası” yaptılar. Böyle de olunca spastik vak’a dilinde cümle nihayetlendirilip nokta konulmuş olsa bile “açıkçası”nı yapıştırmaları, sürüleşmenin ( sosyalization ) ne kadar korkunç bir hâl aldığını sergilemektedir… ……………………………….. Orman coğrafya yokedilirken yokolur. Bu ise Coğrafya Düşmanlığı ile olur. Coğrafya’nın yokoluşu Tarih ve Dil’in yokoluşu paralelinde olur. Geriye sürünün ekonomizm ve sosyolojizm bağnazlıkları kalır. Tamamı strateji ve tabiatıyla projedir. Fakat spastik vak’a yar doç adayı üç nesil sonrası Anadolu çıkmazında kendisini artık “ekonomist” diyerek değil “iktisatçı” demek suretiyle takdim etmektedir. O artık “Zombi muhafazakâr “dediğim bir spastiktir. Yani, kendisini “mütevelli heyeti azalığına” hazırlayan bir yapı taşçığı. Şu aralar zombi muhafazakârlık hayat ve onun vitrininde, yani, moda/furya. Meselâ, “an itibarıyla”... Muhtemelen bu daha da saçma spastikliğin yeni versiyonu desem pek doğru olmaz. Çünkü neredeyse on yılı var. Hatta, “tabi ki de” spastikliği bile artık 20 yılı çoktan boylamış bulunuyor. Burada istifade ettiğim “bulunuyor” kelimesi ile spastiklerin “paylaştı” demek yerine “paylaşımda bulundu” deyişlerindeki bulunmak herhalde karıştırılmayacaktır. Bunları marazî bir “aşina / aşikar” kulaktan kulağası tamamlıyor. Ve spastik yar doç adayımız artık 3. Dünyanın uyduruk TV’lerinde “şahsî kanaatim” demeyi öğrenmiştir ( uydurma kabilinden bir öğrenme ). Öyle bir şahsîîî ki, insanın aklına çocukluktaki sapan lastikleri geliyor. Öyle bir sündürme var. Halbuki kanaat zaten şahsındır / şahsa mahsustur. Fakat bu yeni nesil ekonomist / sosyolojist varyantlar fidanlıkta / koruda hiç şahıs olamadan birey ve daha da kötüsü birey-sel bir taksonomide olduklarındandır ki… Diğer bir traji komediyi bir kitabın önsözünde görmüştüm. Tarih bölümünde yüksek lisansında olan bir genç tarafından yazılmıştı. Yazar biyografisi mealinde bir sayfada bu genç kendisinden için “müellif “diyordu. Yani, sanki, penceresi cam cama “muallim” gibi. Hiç olmamış bir dünyanın virtual ( san-al ) ve daha da kötüsü marazî sineması. Sanki rezil bir yerli dizi formasyonu tarihe saçılmış gibi… Virüs salgını esnasında dikkatimi çekmişti. Herhalde kadîm uydurukçanın ulaş-ım / dolaş-ım fasıllarında olduğu gibi “bulaş-ım” yaparlar diyordum. Fakat isimlerinin önünde prof. yazan birileri Türkçenin ana tamamlayıcısı yani mastarı mak / mek’e dahî tahammül edemediklerinden o meşhur motorlu testerelerini bir defa daha gazladılar. Netice, bulaşmak kelimemiz budanmak suretiyle “bulaş” bırakıldı. Tabi ki bu bizde böyle olmaz, sadece onların birey-sel / toplum-sal ot kılıklı korularında öyle olur… Ve dikkat, aynı sürü, “salgın” demek yerine “pandemi”yi tercih etmiştir ( halen de etmektedir ), niçin? Son üç-beş yıldır gündelik tiradlarımda “Abraham’ın kut-sal havuzunda konsolide edilmiş birey-sel, toplum-sal, sınıf-sal, sazan-sal, sürü-sel-leri” dediğim bir allegori. Hep sel-li / sal-lı kuyruk sallarlar. Bunlara hebrewization’un ne olduğunu anlatabilmek mümkün olsaydı, sel/sal’daki S’ler atıldığında geriye o meşhur havayollarının uçağının üstündeki el/al’ın kaldığını anlayabilirlerdi. Fakat 85 yıldır heyhat… Misak-ı Millî böyük Balıklı Gölünde aynı işkence hergün devam ediyor. Çocukluğumun yine fakir olmasına rağmen hiç olmazsa dilleri düzgün insanlarını(!) arıyorum. Onlar hakikî büyüklerimizdi. Hiçbiri bir Safa veya Gölpınarlı değillerdi. Fakat onlar yaşlanan ve yalnızlığına yığılan zihnimizde şizofrenik bir özlemle yadeder duruma düştüğümüz dil büyüklerimizdi… ………………………….. Malûm nüfuz mekanizmaları tarafından TV ekranına tırmandırılıp haber takdimcisi yapılmış biri: İfadeyi, im / ım sinek’liğine tamamlayacak ya. Bunun içindir ki, güya 50 yani beş adet onar yıllık periyot öncesinde büyük tören ve böbürlenmelerle çöpe atılmış “şapkalı i”yi hortlatmak mecburiyetinde kalıyor: “Trafik polisi ceza kesti” denir. Aslı, “ceza işlemi”dir. Fakat spastik vak’a, im/ım’a tamamlama sendromu doğrultusunda, işlemi’nin sonundaki i’ye tahammül edemez. Ve maraziyetin son bir tezahürü olarak “cezaî işlem” gibi ucubeliğin Nirvanasına ulaşmış olur. Son yıllarda kanaatim artık yerleşmiş durumda: İm / Im maraziyeti Sel/Sal’ı çoktan sollamış bulunuyor. İm / ım’ın “ben-im”deki im ile değil, elohim’deki im ile irtibatlı olduğuna artık iyiden iyiye itimat ediyorum. Son bir sinek, “katıl-ım” olmuş oldu. Onların “katıl-ım bankacılığı” ucubeliği, beni “katılarak gülmek” gibisinden bir yere sürüklüyor. Bunları “yönelik / dönelik” faslı tamamlamaktadır. Yıllar önce yine böyle bir yerde ( yani forum yıllarında ) “kadına yönelik şiddet” diye bir şey yoktur, aslı “kadına şiddet”tir, demiştim. Bunun üzerine dile tuhaf bir şekilde itina eden bir özel TV’nin ( ki, aynı zamanda takdire şayan şekilde radyosu da olan tek TV’dir ) hakikaten de dile vâkıf TV profesyonelleri sanki beni duydular ve haberlerde “kadına şiddet” demeye başladılar… Nihayette, konu, artık büyük harf / küçük harf faslının çok ötesine taşmıştır. Yani çok genel bir “çöküş” -aklını hâlâ kaçırmamış bir insanoğluna- çok daha fazla sırıtır haldedir. Dilin inşaına temelinden saldıran hastalık artık çok daha korkunç bir kademededir. Çünkü diyar hayat çiftliği yani adına “ülke” denen yerel damızlık çiftliğinde “insana -topyekün- saldırı”da metotlardan biri fakat belki de en önemlisi “dile saldırı”dır. Meselâ, Adına hayat denen yerel sazan havuzundan sıçrama biri karşıma geçiyor ve -Psikolojim bozuldu bu aralar, diyor. Ben ise ona, -Hemşerim, psikolojiye bir şey olmaz. Onun sayesinde adına üniversite denen bir yerlerde birileri isimlerinin önüne doç/prof yazdırıyorlar, olan senin psiko’ya olmuş, diyorum. Ve ilave ediyorum, -Senin psiko’ya pato’dan çakılmış, yani, psikopatoloji dediğimiz bir mefhum var, o eskiden yeniye / yukarıdan aşağıya uzun bir listedir. Oradan -kendine uyan- birşeyler beğen, demeye getiriyorum. İşin aslı şudur: Adına “birey” denen dil ucubesi sazan, “moralim bozuk” demeyi unutmuş bir nesildendir. Çünkü moralite’nin bu dilde bir karşılığı adeta hiç olmamıştır. Ve ben bunun da asla tesadüf olmadığından adım gibi eminim. Daha da yakın zamanlarda başka bir metafor sahnem var: Aynı dil ucubesi birey-sel / toplum-sal sazan-sal karşıma geçip yine “bozuk psikolojisinden” dem vurduğunda şöyle bir bakıyorum ve, -Hemşerim hep psikolojinden dert yanıyorsun, fakat -bakıyorum da- bilhassa sosyolojinde, bu aralar yine populer olan sismolojinde, hergün soluduğun havanın memur atışı kılıklı meteorolojisinde ve hatta arkeolojinde filan -maşallah- hiç mesele yok. Mesele hep psikolojinde, niye böyle? diyorum. Bu sahne, konunun aslını, yani sosyo-dişil / sosyo-materyalist saldırıyı anlatmaktadır. Bu kadîm hayat havuzunda mükemmelen konsolide edilmiş hayat, insana ve buna mukabil elbette insan ruhuna asla tahammül edememektedir. Dilin güdükleş-tiril-mesi, hayatın atrofik ve de adına “birey” denen sazanlarının karakteristiğidir. ( Şu forum ile alâkalandıracak olursam, bu tipler, erozyon sahasına dikilmiş ve bu yüzden de fidan boyunu aşmaları mümkün olmayan ağaç bozuntuları gibidir ). Sadece 12 Eylül yani 1980 milat alınsa dahî, ortadaki büyük patolojiye dair haykırışlarımızın adîce duymazdan gelindiği onar yıllarımız, artık karşımızda “yanmış orman” kılıklı bir felaket halindedir. Diyarda çiftlik ağalığı ve buna mukabil kâhyalığı aristokrasisinin dile müdahalesi ve “Dile saldırı”, insanı iyiden iyiye kuşatmış gerçeklik melanetinin tam (eksiksiz) bir halidir. |
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
#1360 |
Yeni Üye
|
Yukarıdaki ilk yazı, yelpazenin şu kademesine klasik “dil hatırlatmalarından” ibaret oldu. 2000’lerdeki forum insanlığının bugüne -ben dahil- artık “yaşlanmış” haldeki son intikali ( maalesef ) ardından yine şu hususları hatırlatmak isterim: Biz, bu forumlarda yazmış ve hâlâ da yazmaya gayret eden kimileri, hibrit bir nesildeniz. Yani, ömürlerinin ilk yarısını dijital öncesi ( kemikli dönem dediğim ) dönemde yaşamış, ikinci perdenin ise işte bu dijital dönemde “geçmekte” olduğu bir nesil. Koca bir gezegenin mazisinde böyle bir şey yoktur ve asteroid çarpması işler olmadığı müddetçe de öyle kalacak. “Yapay zekâ” faslı furya. Fakat yapay zekâya dil ucubesi “yapay insan(lar)”dan gelindiği niçin hiç idrak edilemiyor? Çünkü strateji ve buna mukabil kuvvet bunu çok ustaca örtbas etti. Biraz önce, televizyonda siya-sal bilgiler “yar doç” bir simanın dili… Bendenizin, “yatak odası finansmanı fonu” onların ise eskilerden zombi tabirle “maaş” dedikleri mefhuma sırtını yaslamış halde, bir siyasî partiye “vaaz vermeye” kalkıyo(r). Yani, hariçten gazel okumanın 3.dünyalı akademizmi… R’yi bilhassa parantezde yazdım, çünkü telaffuz ettiği hususlara kurban edilmiş cümelelerinin hiç birindeki “yor”larda “r” yoktu. Hepsi de “yo”dan ibaretti. Yani, bir zamanlar “Yo Yo Türkçesi” dediğim fenomen… ( Önceki yazımda da üstüne basa basa istfade ettiğim ‘yar doç’ deyişi, ‘amcası maşallah bizim oğlan yar doç oldu, seneye de doç olacaamış, torun bekliyoz gali’ modundaki köylü materyalizminin dilinden intihaldir. Dünyanın göbeğinde “Tavşantepe köyünün stratejik ehemmiyeti” cinsinden bu 3.dünya çiftliğinin böylesine yar doç klasiği “yo yo türkçesi” burada havada uçuş halinde filan değil, düpedüz böylesine et/kemik temelleri var… ) ……………………….. Önceki yazımda 90’larda, bu, köyün mezarlığından bakir 3.dünya pazarına bir an önce PC / Windows satma peşindekilerin Türkçesine dokunmuştum. Onun adı genel olarak “Microsoft Türkçesi” kaldı. Pekâlâ, şu anda benim de istifade ettiğim ofis seti editöründeki çıldırtıcı TR İmlâ şablonundan hiç sıkıntı duyan var mı? Ne gezer… 2000’ler boyu her iki cenahtan Türkçe Olimpiyatı tiyatrosu oynamış birileri bunu hiçbir zaman dert etmediler, umurlarında bile değil. Diğerleri ise zaten yumurtadan “sinek”. Peşin yazayım, o şablonu asla açık tutmam. Türkçeyi Bill Amcaya satmak, tarlayı/ormanı/dereyi ona satmaya benzemez… ………………………………. Hayat ve onun formal diktası, stratejisini 3.dünya şartlarında hakikaten takdire şayan bir mükemmellikte uyguladı. Bunun en tipik kademelerinden birini -yapay insan ve o yapay insanlardan müteşekkil hayat sürüsünü öne çıkartmak siyasetindeki genetik çiftlik ağalığında- “dili de insanın ötesine taşımak” teşkil ediyordu. Bu, “insanın muhasaraya alınması”dır. Uzun zamandır “çember daraltma operasyonu” diyorum. Tekrar ediyorum, stratejide hayatın yerel sahnesinde kolay çoğalan dil fukarası figüran kadrosunu -meselâ yapay zekâya geçiş yolunda- öne çıkartmaları gerekiyordu. Bunun metodu ise “sürüleştirme (sosyalizm)” oluyordu. Sosyalizm ve onun dili vuran “ostrakismos”larını ise eşitlik / adalet vaatleri yani “demogoji” ile örtbas ediyorlardı. Kıta Avrupasının 1960’larında, ağır propaganda baskısını payandalamak babında bir “psikiyatri aleyhtarlığı” peydahlanmıştı. Amaç, gençlik furyası üzerinden gerçekleştirilen istilânın kamuflajında istifade edilen “uyuşturucu” merkezli saldırının neticelerini meşrulaştırmaktı. LSD ile meydana gelen tabloyu ve onun da altında uzanan narkotik şizofreniyi örtbas için öyle yapmaları gerekiyordu. Post modern kademedeki “yapay insan” o temel sayesinde mümkün olabildi. 3.dünyalı fakat post modern havuz sazanının “konuşamıyor” olması elbette dün / bugün işi değil. Fakat nerelerden gelip yakın tarihe düğümlenen böyle bir kesit var. Bunların dalgaları 3.dünyaya büyüklüğü tsunami, istilası ise “salgın” halinde vurdu. Virüs, mevcut dokuya öylesine uyumluydu ki, bağışıklık diye bir şeyden bahsetmenin bile anlamı yoktu. O sebeple, Anadolu’nun mazisiyle de uyumlu şekilde ve aslında “tencere yuvarlandı kapağını buldu” olarak tezahür etti. Elde büyük bir miras vardı da kaybedilmiş mi oldu? Elbette hayır. Anadolu’nun on bin yıllık bir yolgeçen hanı / hergele meydanı olmasına rağmen, devlet tiyatrosunun sahnesinde tuhaf bir şekilde bize kadar intikal edebilmiş bir maarif vardı. Yani, naçizane kitabımda da “Hasan Âli Rolling Stones’cu değildi” dediğim bir maarif. Fakat çok sonraları anladık ki, onu birileri Balkanlardan buraya taşımıştı ve onlar ahlâk ve edebi aslında Hristiyan maarifinden “öğrenmişlerdi”. Hayatın yerel çiftliğine taşıma su ile değirmen olamayacağı net bir şekilde tecrübe edildi. Kendisini kalın kast bariyeri üzerinde garantiye almış genetik dikta, günü geldiğinde silahını bize çekti. Barajın duvarı ardında tuttuğu rezervi, barajın kapaklarını açmak suretiyle üzerimize saldı. Böylece, hayatın seri imalat yapay insan sürüsü -her zamanki uşaklıklarda- bir anda sahne alıverdi. Artık “ilim irfan sahibi, oturup kalkmayı bilen, iki kelimeyi yan yana getirip fikirlerini ifadede müşkülat çekmeyen insan” karşısında hayatın o -sosyal / birey- camızları olacaktı. Buna herhalde, “mefkûrenin maarifi alt etmesi” denebilir… ( kendisini mefkûre uydurmasının arkasına saklamış sosyalist / sosyolog Elmacı Ziya’nın kocaman kırmızı elma'sının insan’a galip gelmesi ). Ve yine aynı genetikten birilerine yazdırılmış anayasalar, mostralık gibi sırıtan bu çiftlik-sel senkretiği ( yani ağa / amele uyumunu ) hep “devletiyle toplumuyla bölünmez bütünlük” safsatası ile örtmek peşinde oldular… Fakat nihayet şu ki, “eyvah sönerse o son ocak halimiz nolcak” modundaki sürü ve onun diktasının bekası adına azdırılan hayat sahasında yokolan sadece insan değildir. Bunu mutlak surette tabiatın yokoluşu tamamlar. Bu ikisi bir aradadır. ( Aslında batıya da nüfuz etmiş virüsün 1945 sonrası ‘environmentalism’ kurgusu, ‘antik şamanik ruh ve bunun kültürünü’ bastırmak içindi. Uydurmadır ). Yani, asıl boşa kürek çekenler, orman yangınlarının “gerçek sebeplerini” teşkil eden bu derin hususları, bugün yerel çiftlik diktası şartlarında örtbas için çabalayanlardır. Anadolu Coğrafyası, -ortaçağdan uzatmalarındaki çiftlik ağalığı halinde- taşıyabileceğinin enaz üç-dört katı bir kelle populasyonu halindedir. Ve bunlar “yapay insan” formundadır: Konuşamıyorlar… Kendi derinliğine olgunlaşan bir dil değil, sürüden taklitlerden can bulup, yazmak şöyle dursun, zerre okumazlığı yine aynı spastik vak’a dilde ele veren figüranlar. Hayatın kut-sal havuzuna diktanın gündelik pişmiş mısır taneleriyle avantalanan ahalinin, bu korkunç gerçeği eski usül humanizm/komunizm, yeni usül pozitivizm/yoga/motivasyonizm safsataları ile örtbas imkânı bulunmuyor. Bu yarım asır ardından dildeki hâl, hâlâ, noktalama, büyük/küçük harf meselesinden ibaret görülüyorsa, bu, olsa olsa, “bindikleri dalın kesilmemesini arzu eden, fakat ağacın devrilmekte olduğunu göremeyenlerin” hâlidir. İstilâ karşısında saçma da kalsa en basit tedbir “evden dışarı çıkmamak” olur. Meselâ, regressif bir tutum olsa da “tabiata sığınmak” tam da böyleydi. Hatta orman dr yük müh bir arkadaşımız ( ki kendisi bendenizi arkadaş olarak görüyor mu bunu hâlâ bilemiyorum ) beni madden ve manen 40 yılımı verdiğim Türkmen Dağları Ormanımın Manisa Tarzanı şeklinde ifade etmişti. Tabiata çeken ağır bir kuvvet vardı. Elbette, “kaçış” idi. Fakat bir yandan yazıyorduk ta. “Muhafaza edebildi isek” o da ancak o kadardır. Herhalde anlaşılmıştır: Dil’in muhazası insanlığın muhafazasıdır… Benzer bir husus, ABD’de izole olmuş olması sayesinde mükemmel kalabilmiş Türkçe. ABD’ye herhalde 60’larda gitmiş olup bugün ileri yaşlarındaki simalar veya onların orada doğmuş nesillerinden kimilerinin Türkçelerinin pürüzsüz kalabilmiş ( muhafaza edilebilmiş ) olmasını kast ediyorum. Onlar, Anadolu’yu ele geçiren “hastalığa” maruz olmadıkları için dilleri “sağlam (sağlıklı)” kalabildi. Meselâ, yerelde adeta asgarî ücretten ( genetik çiftlik diktasının resmî ‘serf tayınından’ ) TV muhabiri yapılmış zavallıların perişan dilleri karşısında yukarıdaki yazımda da bahsettiğim TV’nin Washington muhabiri genç arkadaşın Türkçesi sanki başka bir gezegende muhafaza edilmiş gibisinden mükemmel kalıyor… ( Kendisine facebook’tan yazmıştım fakat cevaba tenezzül etmedi. Sağlık olsun… ). ………………………… Dilde “tiyatrodan duruma göre rol” denebilecek bir hâlden de bahsetmeliyim. Yani, böyükten gördüğüne ezik/büzük rolü ve ona göre formal bir dil, küçükten gördüğü karşısında ise çok kolayca patavatsızlaşıp “köy ağası” dili. Saygı duyduğum ve pîrim diyebileceğim bir prof. hocamız öyle bir holding ağasından için çok net ifade etmiştir: Gençliğinde güzel / pürüzsüz konuşurdu, yaşlandıkça ( holding ağalığına alıştıkça ) köy ağası dilinden konuşur oldu… Yeni nesil, yani, prof hocamızın 1988 tarihli -Emperyalist Türkiye” adlı kitabında “Tenekeci profesörler” dediği tayfa ( hoca bu ifadesinde onların ‘dil düşmanlığından’ gelen dil kifayetsizliklerini kast etmektedir ). Bu benzetme şu günlerde furya olan halinde “boş teneke” haline e-b-rilmiş bulunuyor. Tuhaf olan da şu ki, İbranicede b ve v harflerinin yer değiştirebildiğini de aynı hocamızdan öğrenmiş olduk. ( Türkçede “evren” diye bir şey yoktur, fakat İbranicede “ebren [ibran]” daima ve tabiatıyla baş köşededir )… Ve adının önünde prof. yazan biri, kendisiyle yapılan mülâkatta o patavatsızlık halinde “giderekten/gelerekten” diyebiliyor. Yani, “yukarıya” taşıyan değil, aşağıya çeken cinsten bir titr’lenme… Belki tam ifadesi şu: Yar doç’un kültürsüzlüğü “hiç okumamış olmasından”, prof.un tenekeciliği ise “doğru okumamış olmasından” geliyor olmalı… Türeme giderekten / gelerekten patavatsızlığı karşısında cümleye şahıs olanı sona, fiili başa almak suretiyle “cümleyi devirmek” faslı en unutulmazlardan. Bu işin mucitleri, şahıs ile fiilin cümledeki yerlerini vandallıktan gelen iştah ile değiştirme işini “şiir-sel-lik” diye takdim etseler de, bunun aslı “devrik domates kamyonu”dur. Daha da doğrusu, “domates kamyonunu devirmek”. Çünkü “devrik” denildiğinde akla gelmesi gereken, o korkunç orman hastalığıdır ( şiir veya domates değil ). ………………………… Dili domates kamyonunun akıbetine sürükleyen ahlâksızlık, diyarın diğer bir klasiğidir. Diyarda yarım asırdan fazla bir süre -böyle bir dil üzerinden- yapılan propagandanın mısralarından biri “ahlâk yoktur fayda vardır” nakaratı olmuştur. Nasıl ki, “psikolojim bozuldu” diyene “psikolojiye bir şey olmaz, olan senin psiko’ya olmuş” diyorsam benzer durum burada da aynen tezahür ediyor: Şimdilerde “ahlâk çökmüş” diyorlar. Hayır, çökmüş olan, derin ve aynı zamanda “dil düşmanı” da olan propagandanın ahlâkı çökertme on yılları ardından ahlâksızlaşmış olanların çöküşüdür. Yani, demeliyim ki, “ahlâka bir şey olmaz, olan senin -hayata güvenerek- ahlâksız kalman”. Yani, daima etle kemik kombinasyonu halinde olmuş birilerinin şimdi etten yağı ayıklamak şöyle dursun, tereyağından kıl çeker gibisinden sıyrılma gayretleri… Asıl ahlâksızlık zaten budur. Müsebbipler o kolay yırtamamalı. Dildeki garabetin buna benzer nice tezahürlerden misalleri var. Temennim, bu kadar paragraf ardından “iyi de bu kadar şeyi buraya niye yazmış?” denilmez. Hele ki, önceki yazım ardından kendisini -herhalde vpn üzerinden- jamaicalı takdim edip, derin vandalize tepkisini bugünlerdeki populer tabiriyle “klavyenin bütün tuşlarına basarak” göstermiş forum-sal-da olduğu gibi… ( Baktım ki, forum yönetimi onu kaldırmış :)) ). Bu tutuma, yani, forumlarda ilgili konuda yazılmış bir metni boşa çıkartmak yolunda kısa bir itiraz ile “son yazılan” olmaktan çıkartmak işine eskiden “çalıya işeyip geçmek” (afedersiniz) diyordum. Bu elbette, artık, birinin tohumdan mıdır fidandan mıdır ağaç haline getirdiğine tahammül edemeyip onu kesmeye kalkmak şeklinde de ifade edilebilir. Niçin tepki gösteriliyor? Çünkü “cehaletin birey veya ülke halinde can bulmuş halinin savunmasının” nerelere varabileceği… Bu coğrafyada cehalete methiye, ocağın sönmesinden korkmanın siyasetidir. Hayatın cehaletten semirdiğini örtbas etmeye, ağalığın, sürüsüne “korkma” telkini vermesi yetemez… Görüldüğü üzere, ahalide dil öyle, bizde ise -hâlâ- böyle… Konu yazım hatası değil. Çünkü yazım hatası denilen, “büyük hastalığın” sadece bir neticesidir. Tabi ki hayata güveniyorlar. Yani o büyük yangına… Şimdiki zaman denen bıçak sırtında safkan gerçeği güçlü bir şekilde yakarak geleceğe (yanmamış olana) kendisini intikal ettiriyor. İnsan, doğum ile ölüm arasında “kelimelerine” hapsedilmiş bir varoluş iken o, bakış/koklaşlarından dölleşip hiç ölmeyen büyük yangın. Bu, yazım hatası işi değil, onun çok ötesinde. Böyle olunca Türkçe "kullanılan" değil, konuşulan/yazılan olmalıdır. Kullanılan dil hayatın arzu ettiği kadar kalır ( Yani, spastik vaka Türkçesinde "araç-sal-laştırma" dedikleri ). Hayatın ne arzu ettiği ise ortada... Ormanci - Eskişehir |
![]() |
![]() ![]() |
![]() |
|
|