![]() |
|
|
|
|
|
#1 |
|
Ağaç Dostu
|
Sevgili arkadaşlar ülkemizin tabii güzelliklerini, doğasını kirleten çok uluslu şirketlerle onların taşeronlarına hayır demeliyiz. Ama ülkemiz de o kadar çok sorunumuz var ki. Başta terör, kaybettiğimiz FİDANLARIMIZ. Acımız çok büyük. Artık bu acıları yaşamak istemiyoruz. Yeter artık... Binlerce yıl süren kardeşliği bozdular. Nereye sürükleniyoruz?... Ülkemizde sade vatandaş ,köylü olmak suç, çığlığımız ise abartılı. Peki biz ne yapacağız? Onlara göre sesiz olup hiç bir şeyin farkında olmamalı genetiği değiştirilmiş tohumları kullanıp ürünlerini tüketmeliyiz ve doğamızı altüst edip kirlettiklerinde ise biz hiç ses çıkarmadan sessiz sessiz oturmalıyız. İçimizden gelen çığlığı dışarı vurmamalıyız ki istediklerini daha rahat yapsınlar. Sularımız, ormanlarımız, topraklarımız satıldı. Maden, tohum, su, petrol, silah,ilaç, gıda tekellerinin ellerine düştük. Dedekorkut'un sözleri gibi. Hey oğul!... Azını gören, çoğunu bilen, sözünü diyen oğul... Sen sen ol, el sözüyle yola çıkan, el yolunda yorulur. Can oğul... |
|
|
|
|
|
#2 |
|
Ağaç Dostu
|
Hikmet Çetinkaya Kirli Savaş ve Doğa 20-06-2010 05:14 Bir yürek vuruşu gibi suların, yitip giden yaşamların, bunca acıların ve hüzünlerin adını koymaya çalıştık hep. Yumuşak ve adsız mevsimleri ararken biz hep gece nöbetlerini düşündük. Hakkâri’de dün sabaha karşı 11 şehit verdik. 15 askerimiz de yaralandı. Ülkeyi yönetenler “demokratik açılım” diye diye eli kanlı terör örgütünün bölgede cirit atmasına neden olmadılar mı? Analar, babalar, kardeşler, sevgililer... Yüreğinde insan ve yaşam sevinci olanlar... Artık “dur” diyelim bu kirli savaşa. Hayallerimiz yıkıldı... Çocuklarımız öldü... Bir türlü anlatamadık PKK’nin ayrılıkçı bir terör örgütü olduğunu... Demokratik, kültürel, sosyal haklar peşinde olmadığını... Hiç duydunuz mu Kürt kökenli siyasetçilerin, “sağlıklı çevrede yaşam hakkı” dediğini? Kirpikleri tutuşmuş çocukların, kuşların, rüzgârın hışırtısında eğilen dalların şarkılarını dinlerken içimizden vurulduk. Bilinmeyen bir kentin kapısına gelip durduk kendi sevinçlerimizi ve umutlarımızı çoğaltırken, acılarla karşı karşıya kaldık. *** Sisler içinde uyandık... Mor dağların resmini çizdik... Kapıların açılmasını beklerken... Kestane çiçekleri açmıştı gençlik yıllarımızda. Yaşamın çekiciliğinin kalmadığı günleri hiç düşünmüyorduk. Taşra kasabalarının o büyük yalnızlığını gördük, büyük kentlerde kaybolup gittik. İşkenceleri, hapislik yıllarını yaşadık. Düşünce ve sözcük arasında sıkışıp kaldık. Çiçeğini geriye isteyen toprak... Poyraz, fırtına, bora... Bizi biz yapan sözcüklerdi bunlar. Ellerimizin yumuşaklığı örtmüştü gözlerimizi... Işıltılı göğün bizdik yorgun savaşçıları... Göklerin yığınını ellerimizle taşırken biz kurduk barış köprülerini, biz suladık ağaçları, çiçekleri, bitkileri. Doğayı katledenleri biz teşhir ettik her yerde... Bizdik şiir okuyan gecenin ayazında: “Karanlıklarımın sevinçle kapladığı ince güzelliğindeyim yüzünün... Bana sessizliğini veren çığlığın ne güzel!” *** Sessizliğini veren çığlık Bergama Kozak Yaylası’nda, kesilen çamfıstığı ağaçlarının rüzgârda çıkardığı sese benziyor bir haziran sabahında. Masmavi bir deniz aşağılarda. Tarihin ve kültürün binlerce yıllık izlerini ararken biçimi olan ve olmayan her şey adına bir çığlık yankılanıyor Kozak Yaylası’ndan: “Kurtarın bizi!” Bir sitede o çığlığı, boynu bükük çamfıstığı ağaçlarının fotoğraflarına bakınca içimizde duyduğumuz inanılmaz acıyı bir kez daha hissediyoruz doğaseverler olarak. Daha uzaklara gitmek değil amacımız... Kendi doğduğumuz topraklarda, barış içinde insanca yaşamak, zehir solumamak. Taşlarla, yağmurlarla, ateşlerle yanan bir günün pırıltılı sabahlarını görmek, yoksulluğu alın yazısı saymamak. Yakılıyor ormanlar... Sincaplar, kaplumbağalar, kuşlar ölüyor... Bitki örtüsü yok oluyor... Soruyorum size Kanadalı, Amerikalı “çokuluslu altın avcıları” ve onların taşeronları, bu coğrafyayı yok etmek için mi geldiniz buralara? Ve siz kendinizi solcu, sosyalist, devrimci, yurtsever, Atatürkçü olarak gören sanatçılar, ne işiniz var onların sponsor olarak destek verdikleri şenliklerde? Kışladağı’nda, İzmir Efemçukuru’nda, Edremit Körfezi’nde devrimci şarkılar söylenmez, ağıt yakılır! *** İsveçli şair Gunnar Ekelöf, yaşamın hiçbir çekici yönü kalmadığını anlatırken şöyle der: “Yaşamın hiçbir çekici yönü kalmadığı gün İçimizde özsuyun ve asidin yükselişinin durduğu gün Durgun bir yaşantıya vardığım gün Kısacası, kendi kendime benzemeye başladığımdaki gün, - Bırakın beni gideyim.” Üç gün önce Cunda Adası’nda “Taş Kahve”de otururken denizden gelen esintiyle o bilindik düşlerimi çoğaltıyordum. ABD’li politikacı, Oscar ödüllü belgesel film (küresel ısınmayı anlatan ‘Uygunsuz Gerçek’ filmi) yapımcısı ve Nobel Barış Ödülü sahibi Al Gore’un öyküsü geldi aklıma. 1993-2001 yılları arasında ABD Başkan Yardımcısı olan Al Gore, 2007 yılında Şili Film Festivali’ne “çokuluslu altın avcıları” sponsor olduğu için katılmayı kabul etmedi. Ne zaman ki altın şirketi sponsorluktan çekildi, o zaman çağrıya “evet” deyip Şili’ye gitti. Doğaya böyle sahip çıkılır... *** Yurtsever sanatçı dik duruş sergiler, tıpkı onurlu bilim insanları, düzgün siyasetçiler ve gerçek aydınlar, gazeteciler gibi! Havamızı, sularımızı, doğamızı.. göllerimizi, denizlerimizi, ırmaklarımızı, ovalarımızı kirletenlere neden böyle ödün veriyoruz, neden?.. İda Dağı (Kaz Dağları), Kaçkarlar, Madra Dağları, Turgutlu Çaldağı, Tunceli’de Munzur Vadisi... En önemlisi hukuk devletimiz kirleniyor... Gecenin sesi soluğu gibiyim... Ay denize düşüyor Cunda Adası’nda... Gözlerimi yumup düşlerimle baş başa kalıyorum... Hakkâri’de 11 şehit... Ve annelerin, babaların çığlıkları: “Durdurun bu akan kanı, duyun çığlığımızı!” *** Bu pazar canınızı sıkacağım... Aşağıdaki siteye girip Kozak Yaylası’ndaki katliamın fotoğraflarını görebilirsiniz... http://www.agaclar.net/forum/showthread.php?t=19706 |
|
|
|
|
|
#3 |
|
Ağaç Dostu
|
Bergama Belediye Başkanı sn. Mehmet Gönenç ile -altın madeni- hakkında yapılan, en son röportaj: Bergama’da ki altın işletmesinin son durumu hakkında bilgi verir misiniz ? Ovacık altın madenini işletmekte olan Koza Madencilik, tüm yargı kararlarına rağmen AKP iktidarından almış olduğu güçle, üstelik kapasitesini de üç katına çıkararak ( 300 bin tondan 1 milyon tona çıkmıştır.) faaliyetine devam etmektedir. Kendi ifadelerine göre açık ocakta cevher bitmiş olup, kapalı ocaklarda da sonuna gelinmiştir. Yöre halkı, kapatılıp doğaya ve yöre köylülerine vermiş olduğu zararın giderilmesi için çalışmalar beklerken, “siyanürle işlem merkezi” haline getirilmiş olması; yöreye ve Bergama halkına yapılan büyük bir ihanettir. Ovacık’ta yapılan ikinci atık barajı ile bir “doğa mezarlığı” oluşturulmuştur. Buraya başta Kozak yaylası olmak üzere doğayı “diri diri” gömeceklerdir. Dikili Çukuralan da geçtiğimiz mart ayında 7 bin 743 ağaç kestiler, 17 Haziran’da da kimselere duyurmadan ÇED toplantısı yapmışlar. Kozak’ta da yöre muhtarları ve belediye başkanlarıyla açtığımız davalarla hukuk mücadelemizde devam ediyor. Başta Narlıca köyü (daha önce'ki maden yeri-ovacık bölgesi) olmak üzere kanser vakalarında artış gözlenmektedir, kanser korkusuyla yatıp kalkmaktadırlar. Derhal yörede sağlık taraması yapılması için devleti göreve çağırıyoruz. Yöre de hızla gelişen seralarda 1000 kişiyi aşkın işçi istihdam edilmektedir, yarın ihraç edilen ürünler geri gelmeye başlarsa kaygısı duyulmaktadır. Bergama’nın turizmden beklentileri de karartılmıştır, tüm bunları Bergama hak etmiyor… Bergama köylü direnişinin artık bittiği, köylülerin mücadelede yorgun düştükleri söyleniyor bu görüşe katılıyor musunuz ? Uzun yıllar süren mücadele de yöre köylülerinin yorgun düştüğü doğrudur, bu yorgunlukta en büyük pay siyasi iktidarlarındır. Bugüne kadar 72 yargı kararının bir şekilde arkasına dolanarak sergilenen hukuk dışılık karşısında devlete güven kalmamış ve insanlar yılgınlığa düşmüşlerdir. Buna rağmen her köyde satın alınamayan, dik duran köylü önderlerimiz vardır, gelişmeleri yakından izlemektedirler. Bergama köylü mücadelesi, yeraltı kaynaklarımıza göz dikmiş emperyalist şirketlerin karşısında 10 yıllık bir barikat oluşturmuştur. Oluşturulan köy meclisleriyle söz, yetki ve karar aşamalarına doğrudan katılan köylünün, buralarda oluşturulan iradeyi, nasıl ete kemiğe bürünüp; binlerin katıldığı eylemlere dönüştüğünün öğretisi olmuştur Bergama. Bu nedenle Bergama’dan ders çıkaran siyanürcüler, tekrar Bergama direnişi yaşanmasın diye AKP iktidarından güvenceler alarak ülkemize gelmektedirler. Bergama da mücadele bayrağını Bergama’nın bir başka yöresi olan Kozak yaylası köylüleri devralmışlardır. Bir siyanürle işlem merkezi haline getirmeye çalıştığı görülüyor. Buna karşı nasıl bir mücadele hattı izlenmeli ? Öncelikle cevher getirilen yerlerde ki yöre halkını bilinçlendirmeliyiz, madenciler yöre halkına size zararımız olmayacak,”Sadece toprak alacağız, siyanürü burada kullanmayacağız” diyorlar. Oysa kestikleri ağaçlarla, aldıkları milyonlarca ton toprak ile yöreye telafisi olanaksız tahribat veriliyor, ekosistemi bozuyorlar. Geçtiğimiz günlerde Havran’daki ocak kapandı, yarattıkları tahribatı kamufle etmek için oraya Bergama’dan örtü toprağı götürdüler. Eurogold döneminde ki ÇED raporlarına bakılacak olursa alınan izinler maden işletmesi olarak alınmış 7-8 ömrü sonrasında yapılacak rehabilitasyonla kapatılıp gidilecekti. Sizin dışınızda, ülkenin diğer yerlerinde ki altın karşıtı mücadeleleri izleyebiliyor musunuz? Kendi yerelleriyle sınırlı olan bu mücadeleler nasıl birleştirilebilir sizce ? İzlemeye çalışıyorum, zaman zaman dayanışma gösteriyoruz. Ancak yerellerdeki mücadelenin olanaksızlıklar içinde ayakları üzerinde durması çok zor ve yoğun emek isteyen bir iş. Altının gücüyle sesinizi soluğunuzu kesmek için her yola başvuruyorlar. Her gün dağıtılan binlerce gazete, TV ve radyolarında yaptıkları bombardıman ile insanlarımızı kuşatmış haldeler. Bu durumda “onsu 1250 dolara fırlayan “kirli altına” karşı Donkişot’luk yapmak kalıyor bizlere de. Nasıl ki ülkemizde ki altın lobisi, yoğun faaliyetleriyle maden yasasını “halka rağmen” istedikleri şekilde çıkartıyorlarsa bizlerde merkezi bir bütünlük içinde hareket etmeliyiz ki sonuç alabilelim. Örneğin bir Türkiye Meclisi kurarak yerelleri buluşturabiliriz. Bu buluşma ile oluşturulan organik bağla halkının yanında saf tutmuş TMMOB, Türk Tabipler Birliği gibi örgütlerle ve emek eksenli partilerle daha sağlıklı ilişkiler geliştirebiliriz. Meclis’teki siyasi partiler üzerinde de baskı oluşturabiliriz. Bu mücadele çevre mücadelesi boyutlarını çoktan aşmıştır, yer altı kaynaklarımız işgal eden emperyalistlere ve işbirlikçilerine karşı yıllar önce Anadolu da Kuvay-ı Milliye’nin yaptığı gibi ; “Hattı mücadele yoktur, sathı mücadele vardır. Bu satıh tüm vatan toprağıdır” diyerek yollara dökülmeliyiz. Bergama ile başlayıp son yıllarda ülkenin bir çok yerine yayılan çevreci halk hareketlerinin başarıya ulaşması için neler yapılmalı? Size göre çözüm nerede aranmalı? Karşınızda altının gücüyle hareket eden profesyoneller var, adeta doğaya, Anadolu’ya “Ons ons altın gözüyle bakıp iştah kabartan, yağmacılara karşı”, örgütlü duruşumuzu Greenpeace örneğinde olduğu gibi geliştirmeliyiz. Nerede talan var orada bitmeliyiz. Bu anlamda ulusal ve uluslararası çapta bir mücadele yürütmeliyiz. Yerelleri kendi kaderlerine terk etmemeliyiz, yoksa Çamköylü Sebahat ablamızın dediği gibi “Yılanın ağzında çırçır çığıran kurbağalara döneriz”. Vahşi kapitalizmin, yaşam alanlarımıza karşı açmış olduğu bu savaşta insanımızın da bu düzenle de hesaplaşmasını sağlamalıyız. Elbette kolay değil ama şunu hiç unutmayalım; “Karıncanın kardeşi var, haydi kardeşler yollara dökülmeye. Alıntı kaynağı: (Erol Engel: Bergama Çevre Platformu Sözcüsü). |
|
|
|
|
|
#4 |
|
Ağaç Dostu
|
Bir Ege Senfonisi: 'Kozak Yaylası' Gülden Karabudak, toprak-doğa-insan birlikteliğinin en güzel örneği olarak adlandırılan Bergama Kozak Yaylası'nda altın çıkartmak için kıyıma uğratılan fıstık çamlarının ve yöre insanının çığlığını yazdı. İşte Karabudak'ın Kozak Lisesi dergisi için yazdığı yazı... -ATLAS dergisi Temmuz 2010 sayısında yayınlanmıştır... Yazı: Gülden Karabudak Son yıllarda, birçok insanın, bu keşmekeş şehir hayatından bunalıp, 'alıp başımı gitmek istiyorum' dediğini hep duymuşsunuzdur. İşte o alıp başını gitmek isteyenlerin, gelip gördüklerinde 'işte burası yaşanılası cennet mekân' diye haykırdıkları, o eşsiz beldelerden biridir Kozak Yaylası... Geçmişi İÖ 2000'lere dayanan, bağrında Asia, Misia, Bergama Krallığı, Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluklarını taşımış bir bölgeden bahsediyoruz aslında. Bergama Krallığı'nın en değerli ormanlarını barındıran ve biricik sayfiye mekanı, Osmanlı imparatorluğu döneminde de Karasi beyliğine bağlı bir kaza ve yine Cumhuriyet tarihimizin başlarında da, Yukarıbey ile belediyelik mertebesine erişmiş yegane bir bölge.Yani uygarlığın gerektirdiği tüm deneyimleri yaşamış bir diyardır Kozak Yaylası... Kozak Yaylası'nda Madenci Vahşeti! Halkının tamamı Yörük'tür. Aydın, mert, ileri görüşlü ve oldukça çalışkan olan Yörük insanı, atalarının konar-göçer yaşam tarzından dolayı, kendilerine özgü bilgi birikimine sahip olmuştur. Ve en önemlisi de, vatan edindikleri bu toprakların, kendilerine sağladığı en önemli imkânı, çamfıstığını layık olduğu değere ulaştırmayı bilmişlerdir. Akdeniz bölgesinin biricik ağacı, granitli toprakların yılmaz bekçisi, Kozak Yaylası'nın değişmez simgesi fıstık çamı, Kozak insanına hayat vermiştir. Düğünün-derneğin, eğitimin, geçimin, huzurun ve umudun neredeyse tek merkezi olmuştur. Her yıl Kozak Yaylası'nın üzerine bu ağaçlardan bereket yağar. Sevdasını işler kızlar- oğlanlar... Umutlarını bağlar gençler... Yazın işledikleri bu ürün sayesinde gönül rahatlığıyla ne kışlar atlatırlar. Kimselere muhtaç olmadan bir ömrü devirirler bu yaylada. Ne devlete bir gram külfeti, ne millete küçücük bir zararı olur ve tarih yazarlar her bahar, her yaz ve her kış... Bir ağacın bir kültürü böylesine şekillendirdiğini görebileceğiniz, belki de tek mekandır Kozak Yaylası!... Halkına umudu aşılar önce. Sonra üzerinde taşıdığı üç yıla ait ürünüyle, geleceğini planlamayı öğretir. Ardından iyi şartlarda yaşamanın, sağlıklı beslenmenin kıymetini anlatır üzerinde yaşayan insanlara. Onun hiç dinmeyen sesine kulak veren ve kıymetini bilen bir halk var elbet. Bu halk bilir ki, evlatları bu ağaç sayesinde büyüyecek, bilir ki, yarınını bu ağaç sayesinde sigortalayacak ve yine bilir ki gelenekleri, değerleri, atası bu ağacın var olmasıyla gelecek nesillere aktarılabilecek. O yüzden öncelikle kadınlardır fıstık çamının en değerli bekçileri... İlkokulda başlar bu sevda. Öğretmenlerinin yardımıyla diktiğin fıstık çamlarının, yıllar sonra çocuklarına verdiği ürünlere baktıkça, elinin değdiği toprağa müteşekkir olursun.Bir ağaç bir insana bu kadar mı zahmetsiz ödül verir diye düşünürsün!Dikersin ve bırakırsın doğanın kucağına...Kozak Yaylası'nın o kendine özgü yapısı,o anaç toprağı, havası ve suyu öyle bir bakım yapar ki ağacına,ne sulama derdin olur,ne çapalama... Bakmışsın birkaç yıl sonra dallarında kozalaklarıyla sana ve sevdiklerine koca bir gelecek vaat ediyor.Kim bunu küçümseyebilir?Kozak halkı ağacını en çok bu yüzden sever.Çünkü bilir,karşılıksız ve zahmetsizce imkanlarını seferber eden,ya bir anadır hayatta,ya da bir ağaç... Dedik ki, Kozak, yüzyılların birikimiyle, kendi çevresindeki bölgeler arasında apayrı bir kültür ve değer oluşturmuştur. İzmir'in göz nuru, Balıkesir'in aynası, Bergama'nın cennet bahçesi, Ayvalık'ın sayfiye bölgesidir. Ve ülkemizin 1200–1300 tonluk çam fıstığı ihracatının, 1000 tonunu karşılayarak, Türkiye Cumhuriyeti'nin onur tablosuna yerleşmiş çok değerli bir yöredir. Kozak Yaylası'nın nüfus hareketleri adeta Avrupa ülkelerini andırır. Çünkü Kozak halkı göç vermez ve şehirlere kaçmaz. Köyden kente göç sorununun çözülmesinde gerçek bir emsaldir! Kozak'ta insanlar her ne kadar modern ölçülere göre yaşasalar da, geleneklerinin yok olmasına müsaade etmezler. Bilirler ki geleneklerin kaybolması geçmişin bıraktığı izlerin silinmesine, bu da öz kültürünü kaybetmesine neden olur. İşte bu yüzden bayramlar hala Bayram gibi yaşanır bu yerde. Düğünleri tek gecelik bir eğlence değil, bir hafta önceden başlayan hazırlıkları ile tam bir şölen havasındadır. Yardımlaşmanın, komşuluğun, akrabalık ilişkilerinin, hala yara almadan devam ettiği yörede,insanlar birbirine,Çam ağacının o kocaman kökleriyle toprağa tutunduğu gibi tutunur. Kozak Yaylası'nın değerleri saymakla bitmez. Türkiye'nin üniversiteye birçok öğrenci gönderen ilk köy lisesi Kozak Yaylası'ndadır. Ayrıca şimdilerde yapılan görüşmeler sonucu Kozak Lisesi Anadolu Lisesi niteliğine kavuşmak üzere. Bir yöre daha nasıl değer katabilir, üzerinde yaşayan evlatlarına? Bunca güzellik ve değerler bütünü Kozak Yaylası'nı yaşatmak boynumuzun borcu iken,bu değerleri yok sayan zihniyetlerde var... Çünkü bahanesi çoktur insanoğlunun... Kimilerimiz dünyaya sadece yok etmek ve yakıp yıkmak için gelmişizdir.İster devlet eliyle ister vatandaş,ister gençleştirme bahanesiyle, ister yakacak odun,isterse milyonlarca toprağı alt üst ederek yapılan maden çıkarma çılgınlığı...aklınıza gelecek türlü bahanelerle,ne yazık ki, bir yöreye medeniyeti tattıran ve 4000 yıldır ayakta tutan devrin ağaçlarını ve onun kardeşlerini kesmek için adeta yarış içinde olanlar da var Kozak Yaylası'nda..var olanı bitirmek,geçmişten gelen tarihi ve doğal değerlerimizi bir kalemde silmek bazılarımızın en belirgin özelliğidir hani! Gelecek onları lanetleyecek! Kurtuluş Savaşında anlı şanlı kahramanlıklarıyla, gelecek nesillere, yani bizlere, bu tarih-doğa kardeşliğini ve burada yaşamanın onurunu bırakan yüz binlerce atamıza yeminimiz olsun; 'Mayasını binlerce yılın ortak tarihinden alan Kozak Yaylası insanı, bu eşsiz beldeyi şerefi ve namusu üzerine korumaya and içmiştir. Kainat bunu böyle bilsin! Düzenleyen Fatoş : 06-07-2010 saat 17:31 Neden: eksik yazı |
|
|
|
|
|
#5 |
|
Ağaç Dostu
|
Kozak yaylası ve işsizlik seferberliği... Mehmet Uğur CİVELEK / ARKA PLAN 16.06.2010 - 08:00 Geçtiğimiz hafta sonu yollarda idik ve ateşin düştüğü yeri nasıl yaktığını, yarattığı değişimi yakından gördük. Yörede yaşayanların gözü ile bölgeye ve siyasi iradeye bakış açısını anlama şansımız oldu. İşsizlik seferberliğindeki ikiyüzlülüğü, arkasındaki menfaat ilişkilerini, büyüyen endişeleri ve mücadele kararlılığını yüce insanlardan dinledik... Bergama'da kesilen ağaçların yerine dikilenlerin nasıl kuruduğunu, toprağın öldüğünü gördük. Kozak Yaylası'nı gezdik, çam fıstığı ağaçlarına yönelik katliamı dinledik; Yukarıbey köyünde yaşayanların çığlığını okurlarla paylaşmayı görev bildik. Siyasi irade Balıkesir ilimizin yüzde 66'sına maden arama ruhsatı vermiş. Bu duruma göre halkının hakkını ve hukukunu ayaklar altına almış. Yöre halkı uyanmış, "Söz milletin" diyenlerin gerçek yüzünü görmüş ve daha fazla masal dinlemek istemiyor. Kozak Yaylası'ndaki köylerin temel gelir kayanğı, bölgedeki doğal fıstık çam ve kızıl çamlardan oluşan ormandan geliyor. Bu sayede yöre göç vermiyor, işsizlik üretmiyor; tam aksine çalışmak için çevre illerden bölgeye hareket oluyormuş. Çam fıstığı üretimi açısından özel ve önemli bir yeri varmış. 6000 kişiye iş olanağı sağlıyormuş ve 50 milyon doları aşan oranda ihracat yapıyormuş. Maden ruhsatı alanlar bu fıstık çamlarını kestikçe bölge insanı kendi geleceğine kastedildiğini, bu katliamın kendisine karşı yapıldığını görüyor. Orta-uzun vadede madenden yaratılacak net katma değerin bugün yaratılanın yarısı bile olamayacağını, bölgede büyük bir işsizlik yaratacağını ve çevre felaketine yol açacağını görüyor. Bu gidişi durdurmak adına her yolu denemeye kararlı görünüyor. Çevre bilincinin üst düzeye ulaştığı net bir şekilde farkediliyor. Siyasi iradenin icazeti ile yaşanan bu gelişmeleri kendisine yönelik terörist bir faaliyet olarak algılıyor ve bu durumu görmezden gelen medyanın suç ortaklığı yaptığını düşünüyor. Nasıl olur da mevcuttan çok daha az gelir yaratacak, hem de işsizliği artıracak çevre katliamına göz yumulur? Bu kararı alanlar ve yaratılan fiili duruma kayıtsız kalanları tanımlamak için en uygun sıfat ne olabilir? Bu kafa lkemizin medeniyet standartlarını nereye götürür? Bu yağmaya ve yıkıma sebep olanlar devlet adamı veya milletin vekili sayılabilirler mi? İsrail'in yaptıklarını "devlet terörü" olarak tanımlayanlar neden kendi yaptıklarını görmez, görenleri susturmaya ve susmayanı linç etmeye çalışırlar?.. Birilerine rant yaratmak adına geniş kesimleri çaresizlik bataklığına itmek cehalet değil, kötü niyettir. Ülkemizde uygulanan politik tercihlerin yanlış olduğunu, üretenleri cezalandırıp işsizliği ve çaresizliği artırdığını görüyor ısrarla dile getiriyorduk. Bu kez aynı sonucu üreten ve çevre felaketine yol açan farklı bir türüne yakından tanık olduk. Bu sonuca yol açan politikaları uygulayan ve destekleynlerin insani değerlerden tümüyle uzaklaştığına inanmak. İstemiyorduk ama yanılmışız! Türkiye İstatistik Kurumu tarafından hazırlanan istatistikler yalın bu gerçekleri görmemizi engelliyor, fakat bu durum insanlarımızın gerçekleri algılayıp uyanmasını engelleyemiyor. Kendi çıkarlarını her şeyin üstünde görenlerin maskesi düşüyor... Böyle gitmez diyenlerin sayısı artıyor ve dengeler değişiyor... Yaşananlara bakılır ise halkın gündemini görmezden gelenlerin kaybetmesi kaçınılmaz olacak. İşsizlik seferberliğine çıkanların gerçekte işsizliği artırmak için çalıştıkları ve bunun kabul edilebilir bir mazeretinin olamayacağı daha iyi anlaşılacak.. |
|
|
|
|
|
#6 |
|
Ağaç Dostu
|
28/07/2010 Kozak’ı böyle katlediyorlar Özer Akdemir Bergama Kozak Yaylası’nın Aşağıbey - Dikili arasında kalan bölümünde son günlerde hummalı bir çalışma var. Bergama Kozak Yaylası’nın Aşağıbey - Dikili arasında kalan bölümünde son günlerde hummalı bir çalışma var. Koza Altın Şirketi kızılçam ve fıstık çamları ile kaplı ormanlık arazide altın madeni tesislerini kurabilmek için yoğun bir tempoda çalışıyor. Bölgede güvenlik bakımından adeta kuş uçurulmuyor. Maden alanına giden yolda jandarma nöbet tutuyor, daha içerilerde sahanın girişinde ise madenci şirketin özel güvenlik görevlileri. Otomatik giriş kapıları, ağaçlara bile yerleştirilen kameralar… Bilim insanlarının “Ekolojik hassas bölge” olarak tanımladıkları alanda yapılan doğa ve orman katliamını kimsenin görmesi istenmiyor anlaşılan. AĞAÇLARDA BİLE KAMERALAR VAR Bu güvenlik önlemlerine rağmen geçtiğimiz Haziran ayını ortalarında Bergama Motokros ekibinden üç kişi, dağ yollarından geçerek maden alanına ulaşmayı başardı. Ekipte yer alan ve aynı zamanda TEMA Bergama temsilciliğini de yapan Av. Sezgin Güler maden sahasında gördüklerini şöyle anlatıyor; “Yaklaşık 200 dönümlük bir alanda ağaçlar kesilmiş. Kesimler halen devam ediyor. Kesilen ağaçlar genç ve sağlam görünüyordu. Şirket büyük bir şantiye kurmuş, yoğun olarak inşaat ve ağaç kesimine devam ediyor. Şantiyenin girişinde otomatik kapı var. Ağaçlara bile kamera yerleştirmişler…” DEVLETİN JANDARMASI MADEN BEKÇİSİ Avukat Güler, dağ yollarından tırmanarak gelmenin dışında maden alanına girişin olanaksız olduğunu anlatıyor. Daha maden alanına sapan yolun başı jandarmalar tarafından tutulmuş çünkü. “Jandarmalar yolun başında barikat kurmuşlar, maden çalışanları hariç kimseyi yaklaştırmıyorlar. Girmek isteyeni ‘maden çalışma alanı güvenlik gerekçesiyle giriş yasak’ diye geri gönderiyorlar. Devletin jandarması şirketin bekçiliğini yapıyor yani”. Güler’in aktardıklarına göre, jandarmanın yolun başını tutmasına karşın şirket kendi güvenlik önlemlerini almayı da ihmal etmemiş. Özel güvenlik elemanlarının yanı sıra yol boyu ağaçlara yerleştirilen güvenlik kameraları ve otomatik giriş kapısı ile saha 24 saat gözlenmekte. KASABANIN ŞERİFİ TİCARETE DE EL ATTI Avukat Güler jandarmanın maden sahası diye sokmadığı alanın aslında hala Bergama Orman İşletme Müdürlüğü’ne ait olduğunu söylüyor. “Maden Bölgesi” diye bir şey söz konusu değil yani. Bu arada ilçedeki birçok resmi kurumun yanı sıra Bergama Orman İşletme Müdürlüğü’nün de altıncı şirket tarafından bilgisayarlarının yenilendiği gibi iddialar herkesin dilinde Bergama’da. Hemen her etkinlik öncesi resmi-gayri resmi kurumların aklına sponsor olarak ilk gelen yer altıncı şirket oluyor. Bergama Belediye Başkanı Mehmet Gönenç’in deyimi ile “kasabanın Şerifi gibi” davranmayı sürdürüyor yani… AL GÜLÜM VER GÜLÜM! Altın Madencisi şirket kasabanın şerifliğini yanı sıra her türlü ticari işine de el atmış durumda. Daha önce Kozak yaylasında turistik dinlenme tesisi kuran, çam fıstıklarını almak için fıstık fabrikası açan şirket son olarak bölgenin köklü süt ve süt ürünleri kooperatifi olan Çamavlu Kooperatifini de satın aldı. 10 dönüm açık arazi üzerine kurulu 1350 metrekarelik tesisleri 718.050 TL’ye satın alan şirket burada süt ve süt ürünleri ticareti yapacağını açıkladı. Altın madencisi bir şirketin fıstık ve süt ticaretine soyunmasının altındaki nedenin, yöre halkının ekonomik ilişkileri içerisinde söz sahibi olarak onların altın madenciliğine karşı çıkışının önüne geçmek olduğu dile getiriliyor. Bu arada Koza Grubuna ait ATP A.Ş’nin Yukarıbey köyünde yaptığı fıstık çamı işleme tesisleri inşaatını tanıdık bir ismin yürüttüğünü de belirtelim. İş başında olduğu sürece (1999-2004) altıncı şirkete her türlü kolaylığı gösteren, başkanlık öncesinde de şirketin inşaat işlerini yapan Bergama eski Belediye Başkanı Akif Ersezgin’in şirketi, Ersezgin İnşaat.!.. (İzmir/EVRENSEL) |
|
|
|
|
|
#7 |
|
Ağaç Dostu
|
Erol Engel 25/07/2010 Koza’nın dokunulmazlığı mı var? Özer Akdemir 5 HAZİRAN 2005’de Dünya Çevre Gününü Çamköy’de kutlamak isteyen çevrecilere karşı altın madeni çalışanları tarafından yapılan saldırıyla ilgili davanın ikinci duruşması Bergama’da görüldü. Biri “kayıp” 4 iddianamenin ardından 5 yıl aradan sonra açılabilen davanın ikinci duruşmasında da davanın esas hakimi yoktu. Bir önceki duruşmaya katılmayan hakim “Sağlık sorunu” gerekçesiyle önceki gün yapılan duruşmaya da katılmadı. Mağdurların ‘sanık’, saldıranların ‘şikayetçi’ olması gibi yönleriyle şaşırtıcı bulunan davanın belki de en garip yanı ise davanın bir numaralı sanığı olması gerektiği söylenen Koza Şirketi Sahibi Hamdi Akın İpek’in iddianamede adının dahi bulunmaması! HAYALET İDDİANAME, HAYALET SANIK! Önceki gün Bergama Asliye Ceza Mahkemesi’nde gerçekleştirilen duruşmada saldırıya uğrayan çevrecilerin avukatlarının ve ifade veren iki kişinin en çok üzerinde durduğu nokta Akın İpek’in neden iddianamede adının geçmediği oldu. Savcılığa iade edilen iki iddianamede (08.05.2008 ve 05.10.2008 tarihli iddianameler) 6. sıradaki sanık olarak bulunan, yine 28.12.2009 tarihli iddianamede 6. sırada görünen Akın İpek’in, görülmekte olan davanın açıldığı 4. iddianamede adının olmamasının hukuki bir açıklaması bulunamıyor. Çevrecilerin avukatları Akın İpek’in hakkında bu davayla ilgili herhangi bir takipsizlik kararının kendilerine tebliğ edilmediği söylediler. Avukatlar, aynı şekilde UYAP (Ulusal Yargı Ağı Projesi) kayıtlarında olmasına rağmen, görülmekte olan dava dosyasında ‘akıbeti’ konusunda hiçbir iz bulunmayan 3. iddianame (Akın İpek burada da sanık) ile ilgili ne gibi bir işlem yapıldığı noktasında da mahkemeden bilgi talep ettiler. SALDIRIYA UĞRADILAR SANIK OLDULAR! İkinci duruşmada ifade veren hem sanık hem şikayetçi durumundaki Bergama Çevre Platformu Sözcüsü Erol Engel ve Muammer Sakaryalı da dava dosyasındaki bu tuhaflıklara dikkat çektiler. Engel, 5 Haziran 2005’de yaşanan olayları aktarıp, saldırıyı şirketin sahibi Akın İpek’in ve Şirket Müdürü Hayri Öğüt’ün organize ettiklerini söyledi. Jandarma yetkililerinin ve kaymakamın olaylardan 4 saat sonra bölgeye geldiklerini, şirket çalışanlarının saldırılarının kaymakam ve jandarma komutanı önünde de devam ettiğini aktaran Engel, saldırganların cezalandırılmasını istedi. Davada hem sanık hem şikayetçi durumda olan EGEÇEP Dönem Sözcüsü Muammer Sakaryalı da esas saldırıya uğrayanların, araçlarının camları kırılanların, seyahat özgürlükleri engellenenlerin kendileri olduğunu belirterek, buna karşın kendilerinin ‘sanık’ olarak gösterildiği dosyada olayları organize eden şirket patronunun olmamasına anlam veremediğini söyledi. Davanın bir ‘tuhaflıklar silsilesi’ ile başladığını ve öyle devam ettiğini söyleyen Sakaryalı, gerçek saldırganların adalete hesap vermediği, yargı önüne çıkarılmadığı sürece saldırganlıklarına devam edeceğine dikkat çekti. KENDİLERİNİ HUKUKUN ÜSTÜNDE GÖRÜYORLAR Çevrecilerin Avukatlarından Arif Ali Cangı, 5 Haziran 2005’de yaşananları canlıların yaşam hakkı için verilen mücadeleye ve yargı karalarına karşı madenci şirketin bir direnci olduğunu söyledi. Saldırıdaki amacın ‘İllegal çalışan madeni çalışır vaziyette tutmak’ olduğunu kaydeden Cangı, Şirket Patronu Akın İpek’in iddianamede neden olmadığı ile ilgili bilgi için Cumhuriyet Savcılığı’na başvurduklarını söyledi. Duruşmaya Ankara’dan gelen Av. Mehmet Horuş da Akın İpek’in iddianamede olmamasının yarattığı belirsizliğin adil yargılanma hakkının ihlali sonucunu doğurduğunu belirterek, “Uygulanmayan mahkeme karaları nedeniyle bu şirketler kendilerini hukukun üstünde görmeye başladılar. Şirket patronu hakkında hiçbir takipsizlik kararı olmamasına rağmen yargılama yapılamaması hukuka olan güveni zedelemektedir” dedi. Horuş, davanın artık Koza Altın şirketini ve patronunu yargılayıp yargılayamama davasına dönüştüğünü söyledi. HER YER BERGAMA! Avukatların Akın İpek’le ilgili taleplerini yerinde bulan mahkeme başkanı ve savcı Cumhuriyet Savcılığına müzakere yazılarak İpek’le ilgili soruşturma yapılıp yapılmadığının bildirilmesine karar verdiler. 8 Ekim 2010 tarihine ertelenen duruşma çıkışında duruşmaya Ankara, Sinop Gerze, İzmir gibi yerlerden gelenler Adliye önünde pankartlarını açarak basın açıklaması gerçekleştirdiler. “Her yer Bergama her yer direniş” pankartının açıldığı basın açıklamasında konuşan Çetin Kurtoğlu, Bergama köylülerinin mücadelesinin anlamına ve önemine dikkat çekti. Duruşmaya destek için geçtiğimiz ay Ankara’da gerçekleştirilen Çevre Direnişleri Buluşuyor etkinliğini düzenleyen TMMOB Ankara İKK sözcüsü Ramazan Pektaş ve çeşitli oda yöneticileri, DİSK/Genel-İş TİS Genel Sekreteri İsmail Özhamarat, Devrimci 78’liler, Halkevleri, Yeşil Gerze Çevre Platformu, EDP, EMEP ve ÇYDD temsilcileri katıldı. Açıklamada “Siyanürcü şirket memleketi terk et”, “Her yer Bergama her yer direniş” sloganları atıldı. (İzmir/EVRENSEL) |
|
|
|
|
|
#8 |
|
Ağaç Dostu
|
Hikmet Çetinkaya'nın Kozak Yaylası Hakkındaki Yazısı. POLİTİKA GÜNLÜĞÜ HİKMET ÇETİNKAYA Kozak Yaylası... Bir pazar sabahı yaşamdan, sevgiden, aşktan söz etmek istiyorum... Düşsel yolculuklara çıkmak!.. Paul Celan'la bir Viyana akşamını yaşamak, Prag'da sokaklarda dolaşmak, Belgrad'da anıları toplamak... Geçmiş zaman resimlerinde yaşamı yakalamak. Kıyıda yürürken denizin beyaz köpüklü dalgalarını seyretmek... Eski Datça'nın taş duvarlı evlerinin bahçelerinde renk renk çiçekleri sulamak... İlkyaz sıcağını yüreğimde duyumsamak.. . Duru su baharın, ilk çiçek toprağın mıdır? Lermontov elinde şarap kadehiyle ayın ışıklarını toplarken yeryüzünde, küreselleşmeye karşı başkaldırmak. Hani o sağır ve eski pişmanlık yıllarım vardır benim, okura sık sık anlatıp bıkkınlık getirdiğim... Çokuluslu şirketlerin "altın talanı"nı anlatırken, çocuklarımızın iç çekişleri Fırtına Vadisi'nde, Tunceli Ovacık'ta, Bergama'da, Kaz Dağları'nda yankılanır. Kapanan gözler vardır ya hani; konuşmayan çocuklar; dağ başları, ovalar, akarsular, göller, denizler... Yağma vardır, talan vardır ya!.. Filiz süren bir sessizlik gelip çatar hayatın tam ortasına... Soygunun, vurgunun, yolsuzluğun egemen olduğu yer burasıdır bilip de bilmeyene... Kaz Dağları, Artvin Cerattepe, Bergama Kozak Yaylası, Madra, Efemçukuru, Eşme, Tunceli Ovacık... Dağlarımız, ovalarımız delik deşik... 66 bin 600 dekarlık Kozak Yaylası'nda altın avcıları... *** 5 milyon çamfıstığı ağacı... 50 milyon dolarlık çamfıstığı dış satımı, 17 köyün geçim kaynağı... 300 binden fazla insana su sağlayan akarsular... Zehirlenen Madra Çayı... Yok olan doğa ve insanlık... Ne zaman açılacak gözlerimiz, ne zaman?.. Ne zaman söylenecek türkümüz, insanca yaşamımız, sevgimiz, tutkumuz?.. 300 binden fazla insana su veren Kozak Yaylası gözden ıkarıldı... Ne yazarsan yaz, siyasal erk umursamaz... On beş gün önce oralardaydım. .. Kaz Dağları'ndan Edremit Körfezi'ni seyrederken tarifsiz kederler içindeydim... Kaz Dağları teslim alınmıştı... Biga Yarımadası can çekişiyordu... Vahşi kapitalizmin "Küreselleşme" ya da "Yeni Dünya Düzeni" masalı; aslında "Ahtopot'un Kolları"yla azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkeleri kuşatmıştır... Çokuluslu "altın avcıları" ve onların taşeronları ülkemin topraklarını "mal" gibi görüyorlar. Yerli işbirlikçilerini, siyasal erki de "köle". Elimde Prof. Dr. Yaşar Gürbüz'ün "Siyasal Sosyoloji" kitabı (Filiz Yayınları, İstanbul) var... İlginç olduğu kadar okunması gereken bir kitap... Azgelişmiş ülke tanımı Türkiye'yi anlatıyor gibi... Kısa sürede köşeyi dönenler, sanayileşmiş ülke varsıllarının tersine pahalı otomobiller, yalılar, köşkler, gece kulüplerinde bırakılan binlerce liralar... Azgelişmiş ya da gelişmemiş ülkelerin fotoğrafları değil midir bu yazdıklarım... *** Şimdi gel de Karl Marx'ı anımsama... Yaşar Gürbüz de anımsamış ki, Marx'ın sosyal sınıflara bakışını almış kitabına... Köle bir çeşit maldır!.. Öyle söyler Marx... Emekçi ise emeğini satar... Sınıflar arasındaki çelişkiyi Tunceli Ovacık'ta ya da Eşme Kışladağ'ında "Altın avcıları"nın yanında çalışan köylülere nasıl anlatacaksınız? Bir uçta köleyi, bir uçta işçiyi alırsanız ne çıkar ortaya? Sanayileşmemiş bir toplumsanız, din eksenli politikaların boyunduruğu altındaysanız yandınız!.. Tarikatlar siyasete yön verecek, din sömürüsü ivme kazanacak. Galiba Türkiye'nin siyasal sancısı da bu!.. Suudiler Türkiye'de toprak satın alıp buğday ekmeye hazırlanıyorlar. .. AKP iktidarı arkalarında.. . Paraları repoda!.. Çokuluslu şirketler ise dağlarımızı, ovalarımızı talan ediyorlar... *** Kozak Yaylası'nda kıyım sürüyor... Acı ama gerçek bu!.. AKP'nin gerçek yüzü ortada sevgili okur! Türkiye'yi gerenler, hem ekonomiye hem de sosyal yaşama zarar veriyor... "Demokrasi ve özgürlük" adı altında Türkiye peşkeş çekiliyor... Her siyasi hareket AKP tarafından durdurulmak isteniyor; sendikalara, demokratik kitle örgütlerine baskı yapılıyor... Bir pazar sabahı yaşam ve sevgiden söz edecektim, olmadı... Belki Tahsin Saraç'ın dizeleriyle kendimi bağışlatabilirim: "Al bahar, yeşil yaprak / Titrerim ak yellerle, dorukta kavak kavak / Ben ozanım / Açlığın kan çizgisinde ve taş dilsizliğinde / Değişip olurum hemen / Suskunluğun o sarı öfkesiyle / Kınında bekleyen soğuk bir bıçak." |
|
|
|
|
|
#9 |
|
Yeni Üye
Giriş Tarihi: 10-05-2010
Şehir: izmir bergama kozak yaylası
Mesajlar: 9
|
başa çıkamayacağımız kadar çok ayıbımız var. bizler bir avuç kozak sevdalısı elimizden geleni yapıyoruz.yapmayada devam edeceğiz.nedenini iyi biliyorsunuzki gelecek nesillere yemyeşil bir kozak bırakmak için.ama görüyoruzki altın istilacılariı kozak yaylasını yok etmek için kozak halkına yaranmak için elinden geleni yapıyo.eğer bir gün kozakta ki yeşillikler yok olduğunda bizlerin vicdanı rahat olmayacak.diyeceğizki bizler kozak için elimizden geleni yaptık canımızı dişimize taktık uğraştık sizler naptınız diyeceğiz...kozakta ekolojibozulmaya devam ediyo. kozak yok oluyo kimseler sesimizi duymuyo ...bu gidişlede duymayacak...grhan....BÜTÜN KOZAKLILAR BURAYA....!!!!(FACEBOOK)adına... |
|
|
|
|
|
#10 |
|
Ağaç Dostu
|
http://video.cnnturk.com/2009/progra...aylasi-2-kisim Yukarıda'ki link'te CNN TÜRK kanalında yayınlanan -Sahil Günlüğü- programının, KOZAK gezisi belgeseli var. |
|
|
|
|
|
#11 |
|
Ağaçsever
|
Bu Bergama başta olmak üzere çeşitli maden arama ve işletmeleriyle ilgili asılsız ve çoğukez siyasi kaynaklı haberlere sinir oluyorum.Bizler de konuyu kulaktan dolma ezberleyip birilerine kızıyoruz.Neler dendi yok kazdağları bergama vs siyanürle altın aranıyor doğa katlediliyor.Akıl var mantık var ya siyanürle yapılan araştırmanın ne olduğunu bilmeden neler neler söylendi.Ne olur biraz mantıklı eleştiriler yapalım.Bende başlarda diyodum burda ne yapıyo bu adamlar diye daha sonra hocaların da desteğiyle işin aslını öğrendik ve şimdi bu eleştiriler saçma geliyor |
|
|
|
|
|
#12 |
|
Ağaç Dostu
|
Sevgili pera Siz ora da yaşamıyorsunuz, o ağaçların ürünün geliriyle altın madeninin getireceği geliri karşılaştırdınız mı? Bu başlığı baştan sona incelediniz mi? Ağaçların kesilmeden önceki halini ve sonraki halini gördünüz mü? Yeraltı sularının yönünü fay hatlarına çevirdiler, kesilen ağaçların sayısı 25.000 ni buldu.Oraları şimdi tam bir çöle döndü,bu sene bağlarımızdan verim alamadık, çamlarımız kurumakta tek sebep yeraltı sularına doğrudan müdahale edilip kaybolmasına sebep oldular. Bizlerin siyasetle işimiz olmaz, asıl o maden ocağının ruhsatını alan şirketin siyasi ilişkilerine bakın. |
|
|
|
|
|
#13 | |
|
Ağaçsever
|
Alıntı:
|
|
|
|
|
|
|
#14 |
|
Ağaç Dostu
|
18-03-2010, 12:29 #26 Fatoş Ağaç Dostu Giriş Tarihi: 19-12-2009 Şehir: İzmir Mesajlar: 616 KOZA ALTIN İŞLETMELERİ'NİN AYRICALIĞINA SON VERİLMELİDİR! Perşembe, 30 Temmuz 2009 10:36 Çevre ve Orman Bakanlığı'nın mahkeme kararlarını hiçe sayarak Bergama-Ovacık Altın Madeni‘nde faaliyetlerin devam etmesine izin vermesi nedeniyle Çevre Mühendisleri Odası, Jeoloji Mühendisleri Odası, Kimya Mühendisleri Odası ve Metalurji Mühendisleri Odası 29 Temmuz 2009 tarihinde ortak bir açıklama yaptılar. Koza Altın İşletmeleri‘nin Ayrıcalığına Son Verilmelidir! Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği‘ne bağlı aşağıda imzası olan meslek odaları olarak Çevre ve Orman Bakanlığı‘nı kuruluş amacına uygun davranmaya çağırıyoruz. Kozak Yaylası ve yörede geri dönüşü olmayacak yıkıma yol açacak maden ocaklarına izin vermeyiniz. Bergama-Ovacık Altın Madeni‘nin faaliyetlerini hukuka aykırı bulan onlarca mahkeme kararına, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına, Anayasa Mahkemesi‘nin Maden Kanunu ile ilgili iptal kararına ve en son Danıştay‘ın Madencilik Faaliyetleri İzin Yönetmeliği hakkında verdiği Yürütmeyi Durdurma kararlarına rağmen, Çevre ve Orman Bakanlığı mevcut yasaları ve her düzeydeki yargı kararını yok sayarak başta Koza Altın İşletmeleri A.Ş. olmak üzere madencilik faaliyeti yürüten şirketlerin isteklerini yasalardan ve yargı kararlarından üstün tutmaya devam etmektedir. Bergama ve Dikili yöresi, bölgesel ölçekte maden sahasına dönüştürülmeye başlanmıştır. "Bergama-Kozak Köyü - Gelintepe mevkiinde", Bergama-Yerlitahtacı Köyü‘nde" ve "Dikili-İlçesi, Çağlan Köyü- Uyuzyaka mevkiinde" "Altın Madeni Açık Ocak" işletmeciliği için Koza Altın İşletmeciliği A.Ş. tarafından 2006 yılında ÇED başvuruları yapılmıştır. Söz konusu maden ocaklarının ÇED süreçleri kapsamında yapılan halkın katılımı toplantısında, yöre halkından hiç kimse madenin açılması doğrultusunda görüş bildirmemiştir. Ocaklarda çıkartılacak cevherin işletileceği Bergama-Ovacık Altın Madeni işletmesinin kapasitesinin dolmuş olması ve kapasitesinin artırılmamış olması nedeniyle ÇED süreci durdurulmuştur. Fakat üç yıl sonra, her üç ocak için de yeniden başvuru yapılmış ve 29 Temmuz 2009 Çarşamba günü Çevre ve Orman Bakanlığında 1. İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu Toplantısı yapılacaktır. Yine Kozak Yaylasında bulunan Bergama Kaplan Köyü ve Dikili- Çukuralan Köyü sınırları içinde bulunan yine Koza A.Ş.ye ruhsatlı Altın Madeni Ocağı için 6 Ağustos 2009 tarihinde 1.İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu toplantısı yapılacaktır. Yani Kozak Yaylasının delik deşik edilmesi için izin sürecinin son aşamasına gelinmiştir. Çağlan, Yukarıbey, Yerlitahtacı ve Çukuralan Köyü sınırları içinde bulunan 4 ayrı maden ocağının içinde bulunduğu, KOZA A.Ş.ye verilen ruhsat sahaların büyüklüğü yüz km2‘yi aşmaktadır. ÇED sürecinin başlatıldığı tarihte yürürlükte olan Çevresel Etki Değerlendirme Yönetmeliğinin(RG tarih ve sayısı:16.12.2003-25318) 10. Maddesine göre; " Proje sahibi özel formatın veriliş tarihinden itibaren bir yıl içinde Çevresel Etki Değerlendirmesi Raporunu Bakanlığa sunmakla yükümlüdür. Bu süre içinde Çevresel Etki Değerlendirmesi Raporu sunulmaz veya gerekçesi belirtilerek ek süre isteminde bulunulmaz ise başvuru geçersiz sayılır. Proje sahibinin süre uzatım talebi Bakanlıkça uygun bulunması halinde altı ayı geçmemek üzere bir defaya mahsus ek süre verilir." ÇED Yönetmeliği‘nin bu açık hükmüne, 2008 yılında ÇED Yönetmeliği‘nde değişiklik yapılmasına rağmen Çevre ve Orman Bakanlığı, eski başvuruları kabul ederek ve yeniden halkın görüşüne başvurmayarak yangından mal kaçırırcasına ÇED sürecini işletmektedir. Altın şirketlerine hukuki açıdan yol göstericilik yapmak Çevre ve Orman Bakanlığı‘nın görevi değildir. Koza Altın İşletmeleri A.Ş. her defasında Çevre ve Orman Bakanlığı‘na başvurarak verilen yargı kararları ile yasalar ve yönetmelikler karşısında faaliyetine nasıl devam etmesi gerektiğini sormaktadır. Asıl ilginç olan ise Çevre ve Orman Bakanlığı‘nın her defasında söz konusu şirkete hukuki yol göstericilik yaparak; izlemesi gereken yol ve yöntemleri bildirmesidir. Bu şekilde Koza Altın İşletmeleri‘nin Çevre ve Orman Bakanlığı‘na yaptığı ÇED başvuruları, Bakanlık tarafından çevresel etki değerlendirme sürecinin en başından usulen ve bir takım şekli formalitelerden ibaret olarak ele alınmaktadır. Koza Altın İşletmeleri A.Ş.ye yargı kararları ve yasalar karşısında tanınan ayrıcalıklar, kamuoyu tarafından çok iyi bilinmekte ve gelişmeler, ülkemizin doğal varlıklarının geleceği açısından kaygıyla izlenmektedir. Gelinen aşamada Koza Altın İşletmeleri A.Ş. kamuoyundan yükselen bu haklı tepkiyi susturmak için açılan davaların davacılarına, avukatlarına ve yaşanan hukuk tanımazlığı dile getiren gazetecilere karşı yüklü tazminat davaları açmaktan ve sahibi olduğu medya organları aracılığı karalama kampanyaları yürütmekten başka çare bulamamaktadır. Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği‘ne bağlı aşağıda imzası olan meslek odaları olarak Çevre ve Orman Bakanlığı‘nı kuruluş amacına uygun davranmaya çağırıyoruz. Kozak Yaylası ve yörede geri dönüşü olmayacak yıkıma yol açacak maden ocaklarına izin vermeyiniz. Çevre ve Orman Bakanlığı asli görevini yerine getirmelidir! TMMOB Çevre Mühendisleri Odası TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası TMMOB Kimya Mühendisleri Odası TMMOB Metalurji Mühendisleri Odası |
|
|
|
|
|
#16 |
|
Ağaçsever
|
Cahilsiniz demedim.Ve hiç bir hocam bu konuda farklı düşünmüyor.Ayrıca Balıkesir JEO.müh odası başkanıyla da konuştuk ve bu bölgede bu kadar tepki olmasının altında başka sebepler olduğunuo da söyledi.Örneklvereyim Balıkesir Sındırgıda altın aranıyor ama kimsenin haberi yok.Nedenine gelince bu bölgede ingiliz bi firma çalışıyor.Peki ne yapalım bırakalım altın aranmasın **** çıkarılmasın mı?Mermer ve kil ocakları içinde bu tarz şeyler sözyleniyor onlarıda çıkarmayalım.Bırakalım dursunlar belki ingiliz veya alman firmaları gelip çıkartır o zaman sesimiz çıkmaz.Siyanür için de ayrıca eklemek lazım:Siyanür sinek ilacı gibi birşey değil öyle elimize bi kova alıp etrafa saçmıyoruz. Arazi karelere ayrılıp (harita üzerinde) bubölgelerden yumruk büyüklüğünde örnekler alınıyor.Daha sonra laboratuvar ortamında inceleniyor inceleme sonuçları bilgisayara ekleniyor.işlem bitince el örneği rehabilite ediliyor.Siyanür pahalı bir madde ayrıca zehirli o yüzden çok büyük güvenlik önlemleri alınıyor.Peki alınmazsa ne olur ? O zaman önce firma çalışanları ölür ve bu durumda firma ceza alır ayrıca çalışan tazminatları da çok düşük değil... |
|
|
|
|
|
#17 |
|
Ağaç Dostu
|
Kaz Dağları'ndan Kozak Yaylası'na... POLİTİKA GÜNLÜĞÜ HİKMET ÇETİNKAYA Kaz Dağları'ndan Kozak Yaylası'na... Çanakkale'nin, Edremit Körfezi' nin, Midilli' nin içme suyu kaynağı Kaz Dağları'dır... Oralarda neler oluyor bugün? Bir kilometre çapında, 400 metre derinlikte "dev cehennem çukurları" açılıyor, milyonlarca metreküp siyanürlü çamurun depolandığı "zehirli atıklar barajı" yapılıyor... Biga Yarımadası elden gidiyor, Çanakkale , Havran, Balya , İvrindi, Behramkale , Küçükkuyu, Güre , Akçay, Burhaniye ve o güzelim Kaz Dağları' nda yüzlerce bitki türü yok oluyor... Ekmeğimizi, havamızı, suyumuzu elimizden alıyorlar... Susacak mıyız? 5 Nisan'da on binler susmadı Çanakkale'de... On binler hep birlikte haykırdı: "Vatan toprağı kutsaldır, kaderine terk edilemez..." Okurlar anımsarlar... Yıllardır "altın avcıları" nın Bergama Ovacık'ı, Havran'ı, Tunceli'yi, Eşme'yi ne hale getirdiklerini yazdım, bıkmadan usanmadan... Bergama'nın Kozak Yaylası'nı anlattım uzun uzun... Türkiye'nin çam fıstığı ambarını, o yörede yaşayan insanlarımızı ve onların öykülerini Cumhuriyet okurları anımsarlar... "Altın avcıları" Kozak Yaylası'nı işgal etti. On ayda 20'ye yakın yörede derinliği 500 metreyi bulan sondajlar açıldı, fıstık çamları kesildi. Bir ton altın cevherini işlemek için 10 ton suya gereksinim vardır... Kozak Yaylası'nda 350 bin insan yaşıyor... Bir yayla yok ediliyor, yok!.. Nerede bizim Soros' un çocukları, neoliberal tosuncuklar? Nerede "besleme basın" ın dönekleri ve sözde Atatürkçüleri? Neden tek satır yazmıyorlar, yazamıyorlar? Kozak Yaylası'nda sondajdan çıkan atık Madra Çayı'na karışıyor, Ayvalık ve Altınoluk'u, içme suyunda bir tehlike bekliyor... Ne diyor Kozak Yaylası'nda yaşayanlar: "Bizim altınımız yerin altında değil üstündeki fıstık çamlarıdır." *** Çevreciler yıllardır Bergama Ovacık'ta siyanürlü altın madeninin çevreye verdiği zararı, Bakırçay Ovası'nın durumunu anlatıyorlar... Dinci medya, kimi kuruluşlar bu eylemleri yapan çevrecileri "Alman ajanı" olarak suçladılar yıllarca. Çevreci dostlar DGM' de yargılandılar. Sonunda hepsi aklandı. Bu arada bir gerçek çıktı ortaya. Almanya'nın eski sosyal demokrat Başbakanı Gerhard Schröder 'in, "çokuluslu altın şirketleri" nin danışmanı olduğu öğrenildi. Hatta, EXPO 2015 için bilmem kaç bin Avro'yu cebine indirip İzmir'e bile geldi. Türkiye'de bazı gerçekleri anlatmak çok zor... Örneğin, Türkiye'de ne kadar altın madeni var? Bergama Ovacık' ta bugüne dek kaç ton altın çıkarıldı, Türkiye ne kazandı? Bilen var mı? Tuhaf bir durum!.. Her kafadan ses çıkıyor!.. AKP, yurt topraklarını yabancılara peşkeş çekiyor; karşı çıkanları "besleme basının" kalemşorları, kimi politikacılar, emekli sivil ve askeri bürokratlar bir dönem şöyle suçluyorlardı: "Bunlar vatan haini!" Ne zaman Kaz Dağları delik deşik edilmeye başlandı; AKP'lisi, CHP'lisi, ANAP'lısı, ÖDP'lisi, demokratik kitle örgütleriyle bir araya gelip ilk eylemi gerçekleştirdiler... Medyamız az da olsa uyanmıştı... Haberler gazetelerin birinci sayfalarına girmeye başladı, televizyonlar haber yaptı... *** Kanaltürk'ten Tuncay Mollaveisoğlu 'nun emeği büyüktür bu mücadelede... Cumhuriyet'ten Türkel Minibaş, Erdal Atabek "altın avcıları" nı çok yazdılar... On beş yıl önce on kişiyle başlayan "toprağına, suyuna, havana, yaşamına sahip çık" hareketi dalga dalga yayıldı Ege'de... Efemçukuru' ndan Eşme Kışladağ' ına; Toroslar' dan Kaz Dağları' na; Tunceli Ovacık' tan Kaçkarlar' a; Erzincan' dan Bergama' ya dek çevre bilinci gelişti... Şimdi sıra siyasi bilinçte... Yurttaşlık bilincinin gelişmediği toplumlarda çevre bilinci de gelişmez, siyasal bilinç de... Bu öykü uzundur... Önümüzdeki günlerde değineceğim... CUMHURİYET Çevreyi korumak aklın gereğidir... M. Kemal Atatürk http://www.tema.org.tr/2B/index.asp http://www.nukleersiz.org/mailform.php |
|
|
|
|
|
#18 |
|
Ağaç Dostu
|
O zaman hocalarınız bu iddaalarını kanıtlasınlar, Balıkesir JEO. MÜH. ODASI BAŞKANI, yukarıdaki TMMOB.Çevre müh.odası,TMMOB Jeoloji odası, TMMOB Kimya müh. odası, TMMOB Metalurji müh odalarının ortak yayınladıkları bildiriye KARŞI CEVAP yazması ve ispatlaması lazım. SİZDEN DEĞİL ONLARDAN CEVAP BEKLİYORUZ. Onlar bizi suçladığına göre. Düzenleyen Fatoş : 16-08-2010 saat 12:19 |
|
|
|
|
|
#19 | |
|
Ağaçsever
|
Alıntı:
|
|
|
|
|
|
|
#20 | |
|
Ağaç Dostu
|
Alıntı:
Amacımızın bağcıyı dövmek olduğunu söylüyorsunuz. ASLINDA BİZ BAĞCIYIZ. Sizden; sormuş olduğunuz hocalarınızdan, Balıkesir JEO. MÜH.ODASI başkanın diğer müh. odalarıyla birlikte yayınladığı bildiriye karşı olduğunu bildiren bir bilgilendirme yazısı istedim. NEDEN SİNİRLENDİNİZ? anlayamadım ![]() Daha önce ki yazınızda Almanlar,İngilizler tarafından kışkırtılanlar diye ima da bulundunuz. zaten mahkemede aklanıldı. Sonrada diğer gelişen olayları anlatan Cumhuriyet gazetesinden alıntı yaptım. Biz oranın evlatları olarak, siz ne derseniz deyin biz haklıyız, devam edeceğiz! Düzenleyen Fatoş : 16-08-2010 saat 23:26 |
|
|
|
|
|
|
#21 | |
|
Ağaçsever
|
Alıntı:
|
|
|
|
|
|
|
#22 |
|
Ağaçsever
|
Bakın ağaçlar konusunda hassas olmanızı anlayabilirim ama yayınladığınız yazıların derdi üzüm yemek değil bağcı dövmek.Cumhuriyet gazetesinden alıntı yapmak hükümete yüklenmek iyi güzel de buna siyaset denir çevrecilik değil.Lütfen bilinçli bir şekilde çevrecilik yapın bana deseniz ağaç kesmek doğru değil evet haklısınız derim ama diğer konulara gelince ne yazık ki eksiğiniz olduğunu düşünüyorum. |
|
|
|
|
|
#23 |
|
Yeni Üye
Giriş Tarihi: 10-05-2010
Şehir: izmir bergama kozak yaylası
Mesajlar: 9
|
burada sinirlenecek birisi varsa ilkönce ben sinirlenip öfkelenmeliyim sayın era neden derseniz ben kozak yaylasında yaşıyorum kozağın havasını en çok ben soluyorum,en güzel sularını ben içiyorum,bizlerin saf altını olan fıstık çamlarına en çok ben çıkıyorum.kozağı sizden daha iyi ben biliyor ben yaşıyorum.mademki o kadar iddalısınız mademki o istilacıları bu kadar savunuyosunuz,ozaman soracaklarımıda yanıtlayın vacıktaki siyanür havuzu ne kadar tehlikesiz çevresine kaç kilometre zararı var,kozaktaki çam ağaçlarındaki mahsüller iki senedir neden kuruyo.bu mahsüller daha önceki yıllarda kurumuyoduda neden iki üç senedir kurumaya başladı isterseniz bi ziraat mühendisinide çağırın kozağa oda cevaplasın.biz altın istemiyoruz maden istemiyoruz bizim madenimiz var zaten aslanlar gibi çam fıstığımız var üzümümüz var çamavlumuzun elması var biz böyle daha mutluyuz ....sevgilerimle |
|
|
|
|
|
#24 |
|
Ağaç Dostu
|
Zaten bu bölüm'de yazma amacımızının önceliği, ağaçların kesilmesi ve sonrasında oluşabilecek olan doğal dengenin bozulması yönünde'dir sn. pera. Sadece doğal yaşam altüst olmayacak, ayrıca antik çağlardan beri yöre insanına hem besin, hem'de ekonomi olarak kaynak yaratan ve müdahale edilmediği taktirde, yine yüzlerce yıl yöre insanına kazandıracak olan doğal kaynaklardan bahsediyoruz. Altın dediğiniz maden belli bir süre sonra (en fazla 10 ya'da 30 yıl diyelim) çıkartılıp bitecek. Ya sonra? Sökülen ağaçlar yerine dikilebilir demişsiniz. Ne yazık'ki burada kesilip sökülen ağaçlar, 5-6 yıl'da kolayca yetişip büyüyen ağaçlardan değil. Sn.pera, ben sizden asıl şunu öğrenmek istiyorum. Eğer bu konuda bilginiz var ise bizimle paylaşırsanız sevinirim. Aşağı yukarı 14-15 yıl'dan beri çeşitli televizyon kanalların'da yayınlanan bir çok tartışma programların'da, prof ya'da doç. olan çok sayıda akademisyen'den duyduğum bir cümle var. Şöyle diyorlar'dı: Altın olan bir yerde kesinlik'le Uranyum vardır (örnek olarak, G. Afrika, Bergama, Eşme ve daha aklıma gelmeyen bir çok yer veriliyordu) ve altın arama-çıkarma adı altında, aslında küresel güçlerin bu Uranyum'u elde etme amacını güttüklerini söylüyorlardı. Bu bilgi doğrumu'dur sizce? |
|
|
|
|
|
#26 |
|
Ağaç Dostu
|
Anasayfa » Kuşatılmış Türkiye Haberleri » Kozak Kaybediyor, Kim Kazanacak? Yayın Tarihi: Temmuz 11, 2010, Editör: mkirci · Yazının başlığı, dünya güzelimiz Kozak Yaylası’nı altıncıların gazabından kurtarmak için hazırlanan broşürde yer alıyor. Kozak Yaylası Doğal Çevreyi Koruma Kültür ve Turizm Derneği’nin broşüründe“yüzyıllardır üreten, kazandıran Kozak Yaylası yok ediliyor” denilerek şu soru anımsatılıyor; “Kaynağı tükenen, doğayı tüketen, daha az kazandıran altın madeni, kime ne fayda sağlıyor?” Broşürü üzülerek, ürpererek ve dehşete kapılarak okuduktan sonra, biz de aynı sorulara şunu ekliyoruz: Bergama’dan kuzeye doğru Madra Dağı’na yaslanarak ve ormanlarla kucaklaşarak uzanan; Ayvalık, Altınovave Burhaniye’nin su kaynağı olan; dahası Türkiye’nin yılda 1200 tonluk çam fıstığı ihracatında 1000 tonluk payı üstlenen“bereketli” bir yayla, hangi “kalkınma”anlayışına göre ve hangi “inanç”la binlerce ağacı kesilerek altıncıların doğa katliamına teslim ediliyor? Yanıt belli: Kozak Yaylamız da “ülkenin her yerini pazarlamak ve tüm güzellikleri talan etmek pahasına sömürgeleştirmek”amacına dayalı bir sözde kalkınma anlayışı ile “vicdan yoksunu yağmacı”ların gözü dönmüş rant politikalarına kurban ediliyor… Buna “dur” diyebilecek yegâne güvencemiz “ülke ve toplum yararını gözeten bağımsız yargı”mız da anayasada öngörülen değişikliklerle aynı vicdansız ve inançsız sömürgeciliğin yörüngesine sokulmak isteniyor… Üstelik, “12 Eylül Anayasası’nı demokratikleştiriyoruz” gibisinden tarihin en “kandırık” gerekçeleriyle… Ruhsat ticareti Kozak Yaylası’nda ilkbahardan yaza geçilirken resmi rakamlara göre “7 bin 743”, muhtarların ve köylülerin ifadelerine göreyse “25 bin”i aşkın ulu çam ağacı altın madenciliği uğruna kesildi. Kimlere verilen “izin”lerle mi? İşte yine resmi bilgiler: Orta Anadolu’daki bir il başkanına verilen 214 adet maden arama ruhsatının toplam “2383 km2” alanı kapladığı belirtiliyor. Yani Yalova ilinin tam 6 katı,Kilis’in 2 katı ya da Karabük, Osmaniye, Zonguldak, Rize illerimizin büyüklükleri kadar bir alan… İl başkanı bu ruhsatları maden arama şirketlerine “devrederek” (yani satarak) kim bilir neler kazandı. Bergama Çevre Platformu Sözcüsü Erol Engel ile Kozak Derneği Başkanı Mehmet Akın’ın ortak açıklamalarında, Aşağıbey köyünün Yellimevkiindeki ağaç kesimleri için deniyor ki; “Yüzlerce yılda oluşan koskocaman bir ormanı, bir ton kayaçtaki 4 gram altın için feda eden zihniyeti kınıyoruz…” Doğup büyüdüğü yaylanın böylesine acımasız ellerden kurtulabilmesi için çaba gösteren “Kozaklı” dernek sözcüsüGülden Karabudak da şunları söylüyor: “TMMOB, yöredeki muhtarlar, belediyeler, çok sayıda STK ve yurttaşlar davalar açtılar. Ne var ki ağaç katliamı ve doğa tahribatı davalar sürerken devam ediyor. Yarın mahkemeler durdursa bile, geri kazanılması olanaksız kayıplar var…” İşte anayasa değişikliğinin asıl gerekçesi… İktidarların çevre cinayetlerine “dur” demeyecek “uyumlu mahkeme”ler yaratmak… ‘Adalet’ ve ‘kalkınma’ (!) Kozak Yaylası’nda çam fıstığı ve tarım ürünlerinden elde edilen yıllık gelir 170 milyon dolar. Bu gelir, yayladaki 16 köyde yaşayan “8 bin köylü”nün ortak geçim kaynağı ve onların emekleriyle sağlanıyor. Aynı yerdeki 2 maden ocağından beklenen yıllık gelir ise 90 milyon dolar. Bu gelir de ülkeyi yönetenlerce“kayırılan” şirketlerin olacak, en çok 100 çalışan da “asgari ücret”ten maaş alacak… Yani binlerce köylümüzün kuşaktan kuşağa geçim kaynağı, birkaç madenci patronun kâr amacı için kurutulacak… İşte “Kozak kaybediyor; kim kazanacak?” sorusunun yanıtı…. Ey “adalet” ve “kalkınma” diyenler; söyler misiniz şu “açılım”lı demokrasiniz“kim”ler için? OKTAY EKİNCİ / Cumhuriyet Etiketler: Kozak Yaylası |
|
|
|
|
|
#27 |
|
Ağaç Dostu
|
Dünyadaki Altın Madeni ve Siyanür Felaketleri Siyanür Öldürür! Uluslararası altın şirketleri ve onların yerli işbirlikçi şirketleri, bu güne kadar dünyanın değişik coğrafyalarında çeşitli felaketlere yol açtı. Aşağıdaki derleme, Mesut Mahmutoğulları'nın MAI ve Küreselleşme Karşıtı Çalışma Grubu'nun sitesinde yer alan yazısından özetlenerek alınmıştır. KIBRIS: LEFKE 1974 yılına kadar Cyprus Mines Corp.(CMC) tarafından işletilen madende bugüne binlerce dönümlük ölü toprak ve çevresinde bulunan zehirli bir göl kalmıştır. Madeni işleten şirket önce AMACO daha sonra AMAX'la birleşir. ABD: SUMMITVILLE ALTIN MADENLERİ Summitville ABD'de Colorado Eyaleti sınırları içinde San Juan dağları üzerinde bir bölgedir. 1986 yılında açılan madeni SCMCI ve ortağı Kanada'lı GALACTIC RESORCES adlı şirket işletir. İşletme tipi bu gün Bergama Ovacık'taki altın madeninin aynısıdır. Şirket, atık barajından "sıfır deşarj" olacağını, doğaya hiçbir zehirli atık bırakılmayacağını garanti etmişti. Fakat madenin işletilmesinden bir ay sonra, atık barajından zehirli atığın sızdığı tespit edilmiştir. Atık barajında sızıntının önlenmesi için oluşturulan, kil tabakası ve plastik örtü asitlerin etkisiyle parçalanmış, maden yakınında bulunan nehir ve yeraltı su kaynakları sızıntıyla kirlenmiştir. Sonuç tam bir yıkımdır. Bölgedeki Alamosa nehri 27 kilometre buyunca siyanür bileşikleri, asit ve ağır metaller içeren maden atıklarıyla zehirlenir. Nehir balıkları ve vahşi hayvanlar kitlesel ölümle karşı karşıya kalır. Yoğun su kullanımıyla, çevredeki çiftliklerin su ihtiyacı karşılanamaz ve topraklar ölmeye başlar. ABD: MONTANA ZORTMAN LANDUSKY MADENLERİ Kanadalı PEGASUS adlı şirket tarafından 1979 itibaren işletilen bu madenden doğal ortama akan siyanür ve ağır metal sızıntıları, asit kaçakları vahşi hayvan ölümlerine, tüm içme suyu kaynaklarının kirlenmesine, maden çevresinde yoğun toprak zehirlenmesine neden olur. Bölgede yaşayan yerlilerin yoğun mücadelesi sonucunda, şirket 1996 Federal Mahkemenin kararıyla Amerikan tarihinin en büyük tazminat ödeme cezasına çarptırılır. ENDONEZYA: IRIAN JAYA MADENİ RTZ'nin işlettiği maden, 3500 metre yüksekliğindeki dağların üzerindedir. 3.6 milyon hektar alana yayılır. Günde 125.000 ton zehirli atık, yakında bulunan Ajikwa nehrine bırakılmaktadır. Bölgede korkunç bir çevre kirliliği yaşanır. Sular, balıklar, bitkiler, insanlar, toprak zehirlenir. Halk ayaklanır. Bu ayaklanma devlet güçleri tarafından silahla ve gözaltında öldürmelerle bastırılır. Öldürülenlerin ve kaybolanların arasında kadın ve çocuklarda vardır sayıları yüzlerle ifade edilmektedir. Benzer öldürme olayları Yeni Gine'de de olmuştur. Felaketin bir başka bilinen sonucu da, sulanamayan başta pirinç tarlalarından ürün alınamaması yüzünden yaşanan kıtlıktır. Bu kıtlık yüzlerce insanın 1997 yazında açlıktan ölümüne neden olmuştur. ROMANYA: BAIA MARE ALTIN MADENİ 2000 yılı Şubat ayı başında BAIA MARE siyanürlü altın madeninde meydana gelen çevre felaketi sonucunda Tuna nehri siyanürle zehirlendi. Felaketten Romanya, Macaristan ve Yugoslavya etkilendi. Madenin sahibi ESMERALDA isimli Avustralyalı bir şirkettir. Ve artık çok iyi tanıdığımız NORMANDY POSEIDON bu şirketin sahibidir. Bu şirket Türkiye'de altın çıkarmak isteyen başta EUROGOLD (NORMANDY), TUPRAG, COMINCO ve ANGLO TUR altın şirketlerinin de ana ortağıdır. PAPUA YENİ GİNE: OK TEDİ ALTIN MADENİ Papua Yeni Gine'de 2100 metre yüksekliğinde OK Tedi dağındaki madenin zehirli atıkları yoğun yağmurlarla yaşanan toprak kayması sonucu çevreye yayılır. 1100 kilometre uzunluğundaki Fly River nehri tamamen kirlenir. Kirlenme öyle büyük boyuttadır ki, nehre 800 km uzaklıktaki su kaynaklarında ağır metal ve siyanür kirlenmesi tespit edilir. Madenci şirketin ortakları; Amerikan petrol ve maden şirketi AMOCO, Avustralyalı BHP(AAC'nin uzantısı), Alman Metalgesellschaft (MG), DEGUSSA; Dresner Bank tır. YENİ ZELLANDA: TUI ALTIN MADENİ 1973 yılında 2,5 milyon ton maden atığı bırakılarak terk edildi. Kurşun, cıva ve kadmiyum içeren bu atıklar bölgenin tüm yeraltı ve yerüstü kaynaklarını kirletmiştir. Özellikle Kadmiyum öldürücü bir zehir özelliğindedir. TUI madeninin bulunduğu bölgenin yerel meclisi, kirlenmenin önüne geçmek için yılda 600.000 - 1.000.000 dolarlık bir harcamanın gerekli olduğunu söylemektedir. YENİ ZELLANDA: MARTHA HİLL ALTIN MADENİ Martha Hill altın madeninde durum daha vahimdir. Atıkların oranı 30 milyon tondur ve atıklar yakınındaki Ohinemuri deresine bırakılmaktadır. Yoğun çevre kirliğine karşı yükselen muhalefet ve madende cevherin bitmiş olması öne sürülerek, madenci şirket bölgeden ayrılır. Fakat 1988'de yoğun tepkilere rağmen maden yeniden açılır. Şirketin ana ortağı AMAX'dır. Eurogold şirketi Türkiye'den 17 gazeteciyi propaganda için bu madeni gezdirmeye götürmüştü. Gazeteciler geri döndüklerinde, Yeni Zelanda'daki altın madeninin güzelliğini, zehirli atık barajında yüzen ördekleri anlattılar. Ama çevre köylerden insanlarla konuşmuş olsalardı, yaşanan felaketleri öğrenebilirlerdi. YENİ ZELLANDA: GOLDEN CROSS ALTIN MADENİ Lefke'yi de kirleten CMC tarafından işletilen GOLDEN CROSS altın madeninde de aynı felaket yaşanmaktadır. Çevreye verdiği zararlar yüzünden Yeni Zelanda devleti mahkemelerince yargılanıp kapatılan maden bir süre sonra yeniden çalışmaya başladı. G. AMERİKA: OMAI ALTIN MADENİ ABD Summitville'den kaçan GALACTIK RESOURCE adlı şirket, Golden Star ismi ile, G. Amerika'da Guyana'da altın madeni işletmek için kurulun çok ortaklı Omai Golden Mine adlı şirketi ile birlikte tekrar ortaya çıkar. Ortaklar yine tanıdığımız şirketler. Yani, yan kuruluşları ile ortak olan Alman MG, DEGUSSA, Kanadalı TECK (MG'nin ortağıdır) ve AAC şirketleridir. Bunlar tabi ki Türkiye'de altın çıkarmak isteyen şirketlerdir. Aynı kaçınılmaz son burada da yaşandı. 19 Ağustos 1995 günü, Maden de bulunan atık barajı, yoğun yağmurlarla taşan Omai nehrinin azgın suları tarafından yıkılır. Zehirli atıklar beş gün içinde nehrin yan kolları ile 80 km kadar uzağa taşınır. 18 bin yerli yerlerinden olur. Ölümcül hastalıklar baş gösterir. Milyonlarca canlı zehirlenir ve ölür. Son Güncelleme: Salı, 06 Temmuz 2010 11:06 © 2010 [Doğader] Doğayi Çevreyi Koruma ve Doğa Sporları Derneği Joomla! is Free Software released under the GNU General Public License. |
|
|
|
|
|
#28 |
|
Ağaç Dostu
|
Yazan: oriste53 28 Ocak '04 Dünyanın hemen her yerinde altın işletmeciliğinin gerekliliği ya da sakıncaları tartışılıyor. Bu tartışmaların bir yanında işletmeye konu olan yörelerde yaşayanlar, bazı bilim insanları ve sivil toplum insanları; karşı yanında işletmeci şirketler, yine bazı bilim insanları, bazı siyasetçiler, bir çok medyacı, az da olsa bazı sivil toplum örgütleri yer alıyor. İşletmelerin çevre sorunları yaratma etkisi, dünya ekonomisinde altın’ın bir meta olarak değeri, vb belitler bir yana bırakıldığında tartışmaların çoğunun insan sağlığı, daha da doğrusu siyanürün zararları çevresinde geliştiği görülüyor. Bu, bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de böyle. Bir yandan, dikkatler siyanürün zehirleyici etkisine, çoğu zaman toplu kıyımlarda-toplu intiharlarda kullanılmış oluşunun toplumsal bellekte bıraktığı olumsuz izlenime de çağrışımlar yapılarak, çekiliyor; bu tür işletmelerde ne yazık ki sık sık ortaya kazalarla siyanürlü akışkanların çevreye yayılışı ile hayvan ve bitki topluluklarına verilen zararlar göz önünde yaşanıyor; siyanürün insan sağlığına kısa sürede ya da ağır ağır gelişen öldürücü etkisi tartışılıyor. Bir yandan da, zehirlenmelerle ölümler içinde siyanürün yok mertebesinde göründüğü istatistikler, siyanürün doğada hızla parçalanıyor oluşu, toplumsal yaşamımızda bir çok başka kaynaktan doğaya altın işletmecilerinin saldığından daha çok siyanür salınışı, vb olgular karşı belitler olarak ileri sürülüyor. Oysa, siyanür bu tür işletmelerde kullanılan biricik kimyasal değil ve siyanürün yarattığı doğrudan etkileme riskinden daha önemli tehlikenin, siyanürle altın işletme sürecinin doğal dengede bulunan bir çok mineralin parçalanması, kompleksleşmesi, daha tepkir durumda ortalığa salınması ya da buna açık bir biçimde büyük hacimlerle depolanması olduğu yeni yeni görülmeye ve araştırılmaya başlandı. Elbette bu konuya daha çok eğilinmesi yaşanan olumsuzlukların etkisi ile oluyor. Siyanür ile altın işletmelerinin (daha önceden biniyor olsa da) kütlesel ve yaygın biçimde ortaya çıkması 1980’lerde oldu. Bu işletmelerin bazılarının çevreye olumsuz etkileri 80’lerin ortalarında yaşanmaya başladı. 80’lerin sonlarına doğru büyük işletmeler için gelişmiş ülkeler yerine geri kalmış ülkelerin seçilmeye başlandığı görüldü. 90’larda çevre ile uyumlu işletmeler öne çıkmaya başladı. Altın işletmelerinde çevre ve halk sağlığını gözeten işletmecilik ve kimyasal kullanımı doğrultusunda kurallar, standartlar ve kodlar ancak şimdilerde hazırlanıp yayılıyor. Bu arada neler olduğu da yeni yeni ortaya çıkmaya başladı. 1940’a kadar siyanürle işlem yapılmış olduğu bilinen ve 1974’ten bu yana terkedilmiş olan Kıbrıs Lefke’deki CMC Madeni ile ilgili bir araştırma başlattığına değinen Dr Enver Bıldır, “Bu konuda henüz sonuçlanmamış bir çalışmam var. İşe giriş numaralarına göre sıralanan 30 Kasım 1963 tarihli Karadağ yer altı madencileri listesini ele alan bu çalışma, henüz daha işin başında olmasına rağmen ürkütücü gerçeği gözler önüne sermektedir. Listedeki 1 numaralı isim Ali Kayımzade akciğer kanserinden ölmüş, 2 numaralı işçi Hüdaverdi Kasım ise kan kanserinden. İlk 15 işçiden ölüm nedenlerini bulabildiğim 10 işçinin 6’sı kanserden ölmüş. Kanser illetinden kırılan sadece madenciler olmadılar. Dört bir tarafı maden atıkları ile kirletilen Lefke’de yaşayan insanların tümü bu kirlilikten etkilenmiş ve etkilenmeye devam ediyor. Lefke Belediyesi 2000 yılı ölüm kayıtlarına göre bölgede ölümlerin yarısı kanser kaynaklı.”. bilgisini veriyor. Dünyanın değişik yerlerinde, tartışılan yolla yapılan altın işletmelerinin insan sağlığına olan olumsuz etkileri üzerine çok sayıda çalışma yapılmış. Örneğin, Kanada Ontario Eyaleti’ndeki altın işletmelerinde çalışanlar üzerinde, bir kamu kuruluşu olan “Workers Compensation Board” için yapılmış üç ayrı araştırmanın sonuçlarına göre bu maden işletmelerinde çalışanların akciğer kanserinden ölme riskinin, aynı bölgede madende çalışmayanlara göre %40 daha yüksek olduğu (SMR 140), mide kanseri için böyle bir ilişkinin kurulamadığı, artan kanser riskinin yeraltında çalışanlarda ve ayrıca sigara içenlerde daha yüksek olduğu, bu risk artışının arsenik ya da radon gibi kanser yapıcı kimyasallardan mı yoksa silisli tozların solunmasından mı kaynaklandığına ilişkin güvenilir veri bulunamadığı bildirilmektedir. Altın madenleri çalışanları arasında akciğer kanserinden ölme riskinin yüksekliği başka araştırmalarla da belirlenmiş. Yine örneğin, Avustralya’da 14 yıl süre ile 1974 madenci üzerinde yapılan çalışmada SMR=140; Güney Afrikalı 3971 madenci üzerinde 9 yıl süre için yapılan çalışmada SMR=161; ABD Güney Dakota’da Lead Madeni’nde 14 yıl için SMR=370; Sovyetler Birliği’nde 27 yıl için RR=7.9 gibi yüksek riskler bulunmuştur. Daha sonra 2000 Ocak ayı sonundaki kaza ile gündeme gelen Romanya Baia Mare bölgesindeki madenciliğin çevreye yaydığı kurşun, arsenik ve sülfürden ötürü, madenciliğin yaygın olduğu Marumares İlindeki iş hastalıklarının ülke ortalamasının iki katı olduğu; 1996’da 248 çalışanın zehirlendiği ve bunların yarısının Baia Mare’den olduğu; örneğin Phoenix işletmesi çalışanlarının %52’sinin kronik hasta oldukları da bildiriliyordu. Bunlardan ötürü de tıp çevreleri ve hekimler geçmişte, siyanür kullanılarak altın işletmeciliği tartışmalarına etkili bir biçimde katıldı, bugün de katılmayı sürdürüyor. Çevre İçin Hekimler Derneği, 13 Temmuz 2000’de yayınladığı ve Bergama-Ovacık işletmesine ilişkin TÜBİTAK Raporu’nu hazırlayanları kınadığı bir basın bülteninde “Siyanür büyük miktarlarda alındığı takdirde koma ve ölüme neden olan çok zehirli bir maddedir. Uzun süre ve hissedilemeyecek kadar düşük miktarlarda siyanüre maruz kalan kişilerde ise kan bozuklukları, kalp ağrısı, baş ağrısı, solunum güçlükleri, kusma, tiroid bezinde büyüme, yürüme bozuklukları, görme ve işitme bozuklukları ve diğer sinir sistemiyle ilgili bozukluklara rastlanabilir. Siyanür dışında çevreyi kirletecek ağır metallerin de başta kanser olmak üzere pek çok sağlık sorununa neden oldukları bilinmektedir.” görüşünü açıklamaktadır. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof Dr Fethi Doğan da İzmir’de düzenlenen bir Sempozyum’da sunduğu bildirisinde Bergama-Ovacık Altın Madeni’nin kanser insidansını kaçınılmaz olarak artırıcı ve birçok sistemik hastalığın doğmasına sebep olucu mekanizmasını tartışmıştır. TÜBİTAK Raporu yayınlandıktan sonra sağlık disiplinleri arasında da çok tartışıldı. Türk Tabipler Birliği, TTB(2001) de yayınladığı ”Bergama Raporu”nda, TÜBİTAK Raporu’nu hazırlayanların arasında hiç hekim bulunmamasına karşın, siyanür ve atıklarının insan sağlığına etkisi konusunda ayrıntılı değerlendirmeler yapılışına dikkat çekildi. TÜBİTAK Raporu’nda, “siyanürün vücutta birikim göstermediği ve kanserojen olmadığı vurgulanmakta, yüksek dozda alınması durumunda yaratacağı toksik etkilerden bahsedilmekte, ancak uzun süre düşük doza maruz kalmakla yol açabileceği çok sayıda sağlık sorunundan raporun hiç bir yerinde söz edilmemektedir. Hatta Prof Orhon, kronik toksisitesi ile ilgili bilgi olmadığını bile söylemektedir. Oysa, siyanüre uzun süre düşük doz maruziyet, yani bu tesisin siyanür açısından yaratabileceği asıl önemli sorun, literatürde yeterince tartışılmıştır.” Bu uzun süreli düşük dozda maruziyete aslında, siyanür uzmanı olarak tanınan yayınlarına bu işletmeleri savunanların sık başvurduğu Mudder de; siyanür konusundaki bilinmeyenleri açığa çıkaran ve yalanlara muhalif tavrı ile dikkat çeken Moran da değiniyor. TTB’nin ayrıntılı eleştiri raporu yayınlandıktan sonra bu kez, Türk Toksikoloji Derneği Başkanı Prof Dr Ali Esat Karakaya tarafından bir karşı rapor hazırlandı ve yayınlandı. Bu rapor, bir yandan Bergama’da altın işletmeciliğine hazırlanan firmanın web sayfasına alındı; bir yandan da ülkemizde bu tür işletmeciliğe karşı çıkanların Almanya’nın ajanı olduğu savlanan bir kitapta uzun bir alıntı ile kendisinden yararlanıldı. Konunun halk sağlığı ve sağlık risklerine ilişkin yanının yeterince anlaşılabilmesi için önce, TTB Raporu’nun ne dediğinin incelenmesinde yarar var. “İNSAN SAĞLIĞINI ETKİLEYEBİLECEK UNSURLAR KONUSUNDA TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ GÖRÜŞÜ” başlıklı yayınında, TTB, önce risk kavramına halk sağlığı alanında çalışanların nasıl baktığını açıklıyor. Onlara göre, “Risk, zarar görme olasılığı olarak tanımlanabilir. Çevresel kirleticilere bağlı olarak ortaya çıkan riskler, kirletici maddenin insan sağlığı ve doğa üzerinde yarattığı potansiyel tehlike ile insanın ve toplumun bu maddeyle karşılaşma olasılığının birlikte göz önünde bulundurulmasıyla değerlendirilebilir. Risk kavramı tehlike kavramıyla karıştırılmamalıdır. Risk, bir tehlikenin gerçekleşme olasılığının toplumsal düzeyde niceliksel olarak ifade edilmesidir. Sıfır risk diye bir şey söz konusu değildir. Yani tehlike yaratan bir etken, toplumla karşılaşma şansı olduğu sürece risk oluşturur ve ancak riskin (etkenin yarattığı tehlike düzeyine ve bu karşılaşma şansının az ya da çok olmasına bağlı olarak) az ya da çok olmasından söz edilebilir. Buradan yola çıkılarak da toplumda kabul edilebilecek risk düzeyinden söz edilebilir. Bu düzey Batı ülkelerinde genellikle milyonda bir düzeyinin altıdır. Sıfır riskin söz konusu olmadığı göz önünde bulundurularak her zaman koruma ilkesi (önlem ilkesi) işletilmelidir. Yani toplum üzerinde sağlık yönünden tehlike yaratan bir etkenin yaratacağı risk, etkene maruziyet olasılığı mümkün olan en düşük düzeye dek azaltılarak (olası ise maruziyet tümüyle ortadan kaldırılarak) en düşük düzeye çekilmelidir. Öte yandan tehlikesiz olarak bilinen bir çok maddenin sağlık üzerinde zararlı etkisi olabileceği de unutulmamalıdır. Toksisitesi zayıf ve maruziyet olasılığı düşük bir maddenin zararlı etkilerini ortaya koymak son derece zordur. Bir etkenin zararlı etkisi esas olarak epidemiyolojik araştırmalarla ortaya konur. Ancak risk değerlendirmesinin birinci aşaması olan tehlikeli etkenin saptanması çok uzun zaman alabilir. Örneğin kanserojen olduğundan şüphe edilen bir maddenin etkisini görmek için 5-15 yıl beklemek gerekir. Riski yüksek maddelerin sağlık üzerine zararlı etkileri gerek mesleki maruziyetler nedeniyle, gerekse kazalardan sonra yapılan araştırmalarla ortaya konmuştur. Günümüzde çevresel risklerin ortaya konulmasında zaman seri analizleri ve ekolojik araştırma yöntemleri de kullanılmaktadır. Hayvan deneyleri de zararlı etkiyi ortaya koymak için kullanılan bir diğer yöntemdir. Çevreye bağlı risklerin değerlendirilmesinde düşük dozlara bağlı risklerin saptanması da güçlükler gösterir. Ayrıca maruziyetin tanımlanmasında kişisel faktörler de çevresel faktörler kadar önem taşır. Aynı dozda maruziyetin oluşturacağı sonuç yaş ve cinsiyete göre büyük farklar gösterebilir. Çocuklar, yaşlılar, hamileler gibi özel risk grupları tanımlanır. Bu arada maruziyetin birikici olması, yani kümülatif maruziyet de önem taşır. Çok düşük bir düzeyde kirleticiye çok uzun yıllar boyunca maruz kalmak, bazen daha yüksek dozda ama çok kısa süreli maruziyetlere göre çok daha ciddi bir risk oluşturabilir. Maruziyetin kaynağından insanda toksik etki oluşmasına kadar geçilen ve incelenmesi gereken çok sayıda etap vardır. Bunlar arasında kaynağın kendisi, ortamda taşınması, başka maddelere dönüşümü, çevrede birikimi, vücut tarafından alınabilecek doz miktarı, temas şekli, alınan doz miktarı, biyolojik olarak etkili doz miktarı, hastalığın erken belirtileri ve hastalığın ortaya çıkması sayılabilir. Çevresel kirleticilerin oluşturduğu sağlık riskleri, bu tanım ve ölçütlerden de anlaşılabildiği gibi, son derece fazla sayıda faktörle ilişkili ve karmaşık bir konudur. Kirletici maddeler için tanımlanan eşik değerler, riskin varlığı ya da yokluğunun ortaya konması için tek başlarına hiç bir anlam taşımazlar. Eşik değer genellikle herhangi bir işlem sonucu ortaya çıkan, ya da doğada kendiliğinden bulunan kirleticilerin ortamda bulunan ve toplum için (ya da çeşitli insan toplulukları için) zararlı olmayacağı varsayılan miktarını gösterir. Eşik değerler toplum için ya da işyeri ortamı için değişiklikler gösterir. Genellikle zaman içinde maruziyetin yarattığı sağlık sorunlarının daha iyi tanımlanması ve maruziyeti azaltıcı önlemlerin gelişmesiyle de eşik değerler düşürülür. Çeşitli ülkelerde çeşitli kirleticiler için çok farklı eşik değerler verilmesi de bu değerlerin bilimsel olarak saptanmış ve risk oluşturmayan bir düzey olmaktan çok, ekonomik ve benzeri nedenlerle saptanan ve değiştirilen, yani çevre sağlığından çok çevre yönetimi disiplinini ilgilendiren bir düzey olduğunu düşündürür. Ayrıca günümüzde insan sağlığı ve çevre için ileri derecede risk oluşturan pek çok maddenin, özellikle de kanserojen, mutajen ve teratojen etkilere sahip maddelerin eşik değeri "0" olarak kabul edilmeye başlanmıştır. Radyasyon bunların içinde en iyi bilinen örnektir. Kısaca bir kirleticinin eşik değeri, yani ortamda izin verilen en yüksek bulunma miktarı o düzeyin bütünüyle güvenli olduğunu ve hiç bir risk oluşturmadığını değil, sadece bu düzeyin hiç bir şekilde aşılmaması gerektiğini gösterir. Kaldı ki yukarıda da belirtmeye çalıştığımız gibi maruz kalınan düzey maruziyetin yaratacağı riskin saptanmasında göz önünde bulundurulacak faktörlerden sadece bir tanesidir. Risk değerlendirilmesinde bu bilimsel ilkelerden hareket edilmesi zorunludur.” Prof Karakaya’nın Raporu(2001)’nda da, hem Tübitak ve hem de TTB Raporları ele alınıp kıyaslandı. Karakaya’nın Raporu’ndaki bu kıyaslamanın Tübitak Raporu’na ilişkin övgülerine aşağıda ayrıca değinmek üzere şimdilik yalnızca TTB Raporu eleştirisine değinelim. Karakaya, TTB Raporu’nu öncelikle yazarlarının toksikolog olmayışlarından ötürü yerden yere vuruyor. Bu arada, aralarında bir pratisyen hekim bile bulunmayan bir kurulun hazırladığı Tübitak Raporu’nun, hem de hukukçu yazarın elinden çıkmış olan halk sağlığı değerlendirmelerini ise yere göğe koyamıyor. Karakaya, yukarıya alıntılanan risk kavramı üzerine değerlendirmelere pek değinmiyor. Değinmiyor ama, günlük alınabilecek siyanür miktarı ile ilgili eşik değer kavramı ve bunun belirlenişi ile ilgili ayrıntılı bilgiler verip, TTB Raporu’nun yazarlarını karacahillikle suçluyor. Zaten daha raporunun başında TTB Raporu’nun iki yazarının akademik yetersizlikleriyle ilgili olarak yaptığı araştırmanın sonuçlarını okuyucusuna sunuyor. Son derece düzgün ve etkileyici anlatımı, bilimsel sunum teknik ve biçimine uygunluğu ve yüksek nitelikli görünümü ile, etkileyici bir metin, Karakaya’nın Raporu. Ancak, satır araları dikkatle okunduğunda bir çok önemli hususun kıyısından dolaştığı görülüyor. Israrla, her kimyasalın belli bir dozdan sonra zehirleyici olabileceği ve bu nedenle bunun varlığına değil miktarına bakılması gerektiği yönünde okuyucusunu uyaran Toksikoloji Derneği Başkanı, bütün değinmelerini Bergama’daki atık barajına gönderilecek atığın sıvı fazındaki bileşenlerin miktarlarına yapıyor. Katı fazdaki bileşenleri hiç gündeme getirmiyor. Atık barajında sonsuza kadar bekletilecek olan katı ve sıvı fazların etkileşimi olasılığını irdelemiyor. Uzman hekimlerin halk sağlığı konusunda değerlendirme yapmalarını, toksikolog değiller diye bir türlü içine sindiremiyor ama, Tübitak Raporu’ndaki mühendislik değerlendirmelerini, “çoğunluğu konularında uluslararası düzeyde tanınmış bilim adamlarından oluşan komisyon, bilimsel metodolojiyi uygulayarak elde ettiği verileri değerlendirmiş ve karar verici organlara yol gösterici ve kamuoyunu aydınlatıcı net bir sonuca varmıştır” diyerek mühendislerin yeterliğini ölçme konusunda kendisini yetkin görebiliyor. Kısacası, Karakaya(2001)’nın raporunda yalnızca sıvı fazdaki atığın içindeki siyanürün hangi dozlarda olumsuz etkisinin olabileceği üzerinde duruluyor. Başka bir sakınca tartışılmıyor. Yazar için, gerek doğal ve gerekse denge koşulları değiştirilmiş ortamlarda çeşitli bileşenlerin işletme ve depolama koşullarındaki tepkimeleri, kimyasal değişim süreçleri ve bunların insan sağlığına yönelik olarak yaratabileceği toksik etkiler ve riskler, üzerinde durulacak konular değil. O yalnızca, belirlenmiş resmi limit değeri cetvelleri ve işletmecinin yaptığı bazı analizlerin sonuçları ile yetiniyor. Kendini bununla sınırlandırmaya razı olmayanları ise cahil görüyor. TTB’nin değerlendirmesi ise aşağıdaki ayrıntılarla sürüyor : “SİYANÜR VE DİĞER KİMYASAL ATIKLARIN İNSAN SAĞLIĞI ÜZERİNE ETKİLERİ: Bergama-Ovacık altın madeni cevher içeriğinde altın ve gümüş dışında şu elementler bulunmaktadır: Arsenik, Antimon, Bakır, Cıva, Çinko, Kadmiyum, Krom, Kurşun, Kükürt. Atık bileşimi de bu maddeler ve bunlara ek olarak demir ve siyanürden oluşmaktadır. Halk sağlığı uzmanları, kamuoyunda çok konuşulan siyanürün yanı sıra ağır metallerin oluşturacağı riskler üzerinde de durmaktadır 1. SİYANÜR: Siyanür, hidrojen siyanür (HCN), sodyum siyanür (NaCN) ve potasyum siyanür (KCN) gibi bileşikler halinde ya da serbest olarak bulunur. HCN, renksiz bir gazdır, keskin ve bayıltıcı, bademe benzer bir kokusu vardır. Beyaz katı maddeler olan sodyum ve potasyum siyanür ise nemli havada aynı keskin kokuyu yayar. Havada daha çok gaz formunda hidrojen siyanür olarak bulunan siyanür küçük miktarda ince toz partikülleri olarak da bulunabilir. HCN havada 1-3 yılda yarılanır. Su yüzeyinde bulunan siyanür de HCN formuna dönüşür ve buharlaşır. Siyanür yüksek konsantrasyonlarda toprak mikroorganizmaları için toksiktir ve toprak yoluyla yeraltı sularına geçebilir. Siyanür havadan, içme sularından, toprağa değen cilt yoluyla ve siyanür bulaşmış yiyeceklerin yenmesi yoluyla vücuda alınabilir. Solunum yoluyla alınan siyanür kaynakları arasında sigara içimi, yangın dumanının solunması ve siyanür içeren atıkların depolandığı atık depolama alanlarının yakınındaki havanın solunması sayılabilir. Siyanür kullanılan işyerlerinde çalışan işçiler de siyanüre maruz kalma yönünden risk altındadırlar. Solunum yoluyla alınan yüksek miktarda siyanür insan için son derece zararlıdır, kısa sürede beyin ve kalbi etkileyerek koma ve ölüme neden olur. Düşük düzeyde siyanüre uzun süre maruz kalma sonunda solunum güçlükleri, kalp ağrısı, kusma, kan değişiklikleri, baş ağrısı ve tiroid bezinde büyüme ortaya çıkabilir. Besinlerle alınan yüksek miktarlardaki siyanür de yine solunum darlığı ve derin nefes alıp verme, konvülsiyon, bilinç kaybı ve ölümle sonuçlanır. Kanda siyanür düzeyi yüksek olan kişilerde ayrıca el ve ayak parmaklarında zayıflama, yürüme güçlüğü, görmede bozukluk, sağırlık, tiroid bezi fonksiyonlarında azalma görülebilir. Cilde siyanür teması irritasyon ve yaralar açılmasına neden olur. İnsanda gösterilememekle birlikte hayvan deneylerinde siyanürün doğumsal bozukluklara neden olabildiği ve üreme sisteminin etkilendiği gösterilmiştir. Siyanürün insan ya da hayvanlar için kanserojen olduğuna dair bir bulgu yoktur. Siyanür kan ve idrarda bazı tahlil yöntemleriyle saptanabilir. Ancak kısa sürede vücuttan uzaklaştırılabilmesi nedeniyle bu tahlillerin maruziyetten kısa bir süre sonra yapılması gerekir. EPA'ya göre içme suyunda litrede 0,2 mg'ın (0,2 mg/l) üzerinde siyanür bulunamaz. 2. ARSENİK: Doğada çok az miktarda bulunan arsenik genellikle oksijen, klor ve kükürtle bileşik halde bulunur. Bitki ve hayvanlarda ise karbon ve hidrojenle bileşik yapar. Çoğu arsenik bileşiğinin özel bir tadı ve kokusu yoktur. Çevrede bulunan arsenik buharlaşmaz, çoğu arsenik bileşiği suda çözünür, arsenik bulaşmış maddelerin yanmasıyla havaya karışabilir, havadan yere inerek birikebilir, parçalanmaz, ancak bir türden diğerine dönüşebilir. Solunum ve sindirim yollarıyla vücuda alınabilir. İnorganik arsenik insanlar için çok zehirli olup organik arsenik daha az zararlıdır. Besinlerde ve sudaki yüksek miktarda (60 ppm) arsenik öldürücü olabilir. Arsenik sinir sistemi, mide-barsak ve cilt dokularına zarar verir. Yüksek miktarlarda solunması akciğer ve solunum yollarında yaralara neden olabilir. Düşük düzeylerde arseniğe maruz kalmak bulantı, kusma ve ishale, kırmızı ve beyaz kan hücrelerinin yapımında düşmeye, kalp ritminde bozulmaya, kan damarlarında patolojilere, el ve ayaklarda iğnelenme ve karıncalanma hissedilmesine neden olabilir. Uzun süre maruziyet durumunda ciltte kararmaya, el ve ayaklarda ve gövdede siğil ve kabarmaların olmasına neden olabilir. Doğrudan cilt teması kızarma ve şişmelere neden olabilir. Arsenik bilinen bir kanserojendir. İnorganik arseniğin solunması akciğer kanserine, besin yoluyla alınması ise cilt, mesane, böbrek, karaciğer ve akciğer kanserine neden olabilir. Yüksek düzeyde maruziyet durumunda idrarda saptanabilir, ancak maruziyetten kısa bir süre sonra tahlil yapılması gerekir. Ancak maruziyetten sonraki 6-12 ay boyunca saç ve tırnakta saptanabilir. Ancak bu testler düşük düzeyde maruziyetlerde anlamlı değildir ve olası bir sağlık etkisi konusunda fikir vermez. EPA'nın içme suyu için verdiği en üst sınır 0,05 ppm'dir, ancak bu düzey ileride düşürülebilir.” Rapor’da daha sonra kadmiyum, krom, kurşun ve cıvanın toksisitesi üzerinde durulup bu tür işletmelerde varolan kaza riski vurgulanıyor. TTB Raporu’nda daha sonra bu tür işletmelerin sakıncalarına değinilirken, “Hekimler insan sağlığını doğrudan ilgilendiren konuların yanı sıra çevreyi etkileyebilecek her türlü risk ve olası sonuçlarıyla da ilgilenirler.Doğanın dengesinin bozulması insan sağlığını da etkileyen sonuçlar doğurur. Bu yöntemde kullanılan siyanür, çevre ve insan sağlığı için ileri derecede toksiktir. Cevherde altın ve gümüşün yanı sıra bulunan arsenik ve ağır metallerin atık bileşiminde büyük miktarlarda bulunması çevrede yaşayan insanların sağlığını doğrudan tehdit edebilecektir. Bir insan hakkı olan çevre hakkı, gelecekte olabilecekleri de içerir. Uluslararası çevre hukuku metinlerinde de “risk” ve “olasılık” kavramları ele alınmaktadır. Çağdaş halk sağlığı anlayışında insanların hasta olmalarını beklemek yerine önlem almak ve olası riskleri ortadan kaldırmak geçerlidir. Kullanılacak bir yöntemin ya da maddenin insan sağlığı açısından risk oluşturması ve hastalık yapabilme olasılığının bulunması o yöntem veya maddenin kullanılmamasını gerektirir. … insan sağlığını tehdit etme olasılığı bulunan ağır metallerle zehirlenme, uzun yıllar boyu yavaş bir süreçte gerçekleşebilir. Bu tür çevre sağlığı sorunlarına yol açan ağır metal vb. etkenlere bağlı kanser gibi hastalıkların oluşması bir anda olmaz ve ne tür etkiler oluştuğunu ölçmek çok zordur. Bu nedenle insan sağlığına zararı önceden bilinen madde veya yöntemlerin daha ilk başta ortamda olmaması koruyucu hekimlik açısından en doğru olanıdır.“ Bu tartışma sürerken, dünyada değişik yerlerde insanların zehirlenmesi, ölmesi sürüyor. Çarpıcı bir örnek de ülkemizden verilebilir. Bu tür tartışmalar gündeme geldiğinde sık sık örnek gösterilen ve siyanürle işlem yolu ile cevher kazanılan önemli bir işletme var : Kütahya’daki Gümüşköy İşletmesi. Bunun yanında ise bir köy, Dulkadirli. En az 800 yıllık geçmişi olduğu adından bile anlaşılan ve 1986 yılında Etibank’ın Kütahya’ya 35 km uzaklıkta Gümüşköy’de KRUPP Firması ile ortak kurduğu siyanürle gümüş işletmesi ve atık barajı açıldığında 62 hanelik 293 nüfuslu olduğu bildirilen Dulkadirli köyünde yaşayanlar, 1993 yılında 12 haneye, şimdi ise 2 hanede 6 kişiye düşmüş durumda. Eskişehir Anadolu Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı’ndan Prof Necla Özdemir’in bir yazışmasında o dönemde köyde yaz aylarında ortalama 200, kış aylarında da 100-130 arasında kişinin yaşadığı not ediliyor. Prof Özdemir’in bulgularına göre, Tavşanlı Kaymakamlığı Köy’ün nüfusunun 1980’de 190, 1985’te 209 ve 1990 yılında da 189 kişi olduğunu bildirmiş. Yazının yazılmasından önceki son on yılda köy nüfusuna kayıtlı olan ve Muhtarlık tarafından köyde yaşadığı bildirilen, 56 kişinin öldüğü belirlenmiş. Ölenlerin yakınlarının sözlü bildirimleri, ellerinde var olan hastane belgeleri ve hastanelerden sağlanan başka belgelere göre ölüm nedeni olarak belirlenen hastalıkların dökümü çarpıcı : 22 kişi çeşitli kanser türlerinden, 12 kişi kanser dışı kanser dışı hastalıklardan ve 22 kişi de belirlenemeyen nedenlerle ölmüş. 22 kanser ölümünden 18’i erkek ve 4’ü kadın. Bunların 10’u akciğer; 4’ü cilt; 1’i yemek borusu; 2’si mesane; 1’i beyin tümörü; 1’i prostat; 1’i tiroid ve 2’si ise yerleşimi belirlenemeyen kanser türlerinden ölmüş. Kanser dışı 12 ölüm için kafa içi kanama, kronik akciğer hastalığı, kalp enfarktüsü, vb hastalıklar belirlenmiş. İnceleme sırasında ise köyde akciğer kanseri olduğu öğrenilen 10 kişinin bütünü erkek. Bunlardan 5’i hastane belgeleri ile, biri de o sıradaki sağlık taramasında teşhis edilmiş. 10 akciğer kanserli hastanın 9’unun kronik sigara içici, bir bölümünün de bölgedeki maden arama galerilerinde çalışmış olduğu saptanmış. Prof Özdemir’in çalışması sırasında köyde yapılan sağlık taramasında, 26 cilt bozukluğu; 67 tam ya da tama yakın diş kaybı; 23 gastroentestinal distress bulgusu; 12 hipertansiyon/ arterioskopik kalp hastalığı; 13 normalden büyük tiroid bezi; 8 kişide KOAH; 9 periferik damar hastalığı; 3 kalp kapak hastalığı; 5 kadında adet bozukluğu; 1 akciğer kanseri; 1 cilt kanseri kaygısı; … saptanmış. Yaygın ve solunum yolları dışındaki organlarda da karşılaşılan kanser ölümleri ve terk nedeni ile boşalan köydeki sorunun nedeninin siyanür ile ilgili olmadığı savunulup, bu köye 10 km uzaktaki bir kaynaktan sağlanan sudaki arsenik içeriğinin 0.67 mg/l (ABD standartları 0.01mg/l ve dünya standartları 0.05 mg/l) oluşu ile açıklanmaktadır. Bu saptama, Prof Özdemir’in çalışması sırasında alınan örneklerin MTA Enstitüsü’nde yapılan analizlerine dayanılarak yapılmış. Prof Özdemir, sudaki arsenik ve konut sıvalarındaki kuvars tozunun dışında anlamlı bir kanser yapıcı etkenin görülemediğini söylüyor. Köyün su kaynağı daha sonra değiştirilmiş ve köylüler de sıvalarında kuvars tozu kullanmaz olmuşlar(!). Ne ki, bu arseniğin etkisini neden yüzyıllarca göstermeyip te, gümüş cevherinin siyanürle işletilmesini beklediğinin açıklanmasına yanaşan, pek yok. Oysa, kanser yaratıcı yanı çok iyi bilinen inorganik arseniğin altın işletmeleri çevresindeki yeraltı suyu ve havada asılı parçacıklarda nasıl zenginleştiği yakın zamanda yapılan birçok sempozyum ve workshopta sunulan çok sayıda bildiri ile örnekleniyor. İnorganik arsenik doğada özellikle arsenopirit minerali şeklinde ve çok yaygın bulunuyor. Bu ise, oldukça duraylı; pek çok çözücüden etkilenmiyor; ortamın asitliği ya da bazikliği onu parçalayamıyor. Bir tek zaafı var, nitrik asitle hızla çözülüyor. Açık ortamlarda kullanılan siyanürün ise, ortam çok bazik değilse HCN şeklinde hızla atmosfere salındığı ve yarılanma ömrünün de laboratuar deney sonuçlarına göre, 9 ay dolayında olduğu bildiriliyor. Bu gaz, ya doğada ultraviyole ışınının etkisi ile yavaş yavaş, ya da Bergama’daki tesiste kurulan siyanür giderme tesislerinde hızla parçalandığında amonyak ve nitrit salınıyor, doğaya. İşte, Gümüşköy yöresinde o güne değin duraylı kalabilmiş olan arsenopiritin artık hızla çözülüp arseniğini çevreye salabilmesi için gerekli saldırgan kimyasallar bunlar, nitrik asite dönüşebilen gazlar! Son birkaç yıl içinde kanser yapıcı arseniğin doğada serbest kalmasında altın işletmeciliği; özellikle de, siyanürün parçalanması sonunda çevre atmosferde azot oksitlerin çoğalması ve yağışlar sonunda, doğada çok duraylı olan arsenopiriti parçalayan nitrik asit zenginleşmesine neden oluşu konusuna daha çok ilgi gösterilmeye başlandığı görülüyor. USGS’in su kalitesine ilişkin çalışmaları kapsamında bir de Arsenik Çalışma Grubu var. Bu grubun web sayfasında da; Avrupa Komisyonu’nun “Orta ve Doğu Avrupa’da Arseniğe Maruziyet ve Kanser Riski” üzerine başlattığı projede de, BM Dünya Sağlık Örgütü’nün konuya ilişkin olarak başlattığı çalışmalarda da, başkalarında da artık kanser yapıcı yanı ile çok sakınılan arseniğin doğaya yayılmasının örnekleri arasında maden ve özellikle altın işletmelerinin çevresi de öne çıkmaya başladı. Son üç yıl içinde bu konuda yapılan workshop ve sempozyumlara sunulan bildirilerin içinde altın madenlerinin çevrelerine ilişkin olanların oranı oldukça büyük. Bazı şeyler yeni yeni ortaya çıkıyor! Yargı kararlarına karşı, yasa dışı deneme üretiminin sürdürüldüğü Ovacık Normandy altın işletmesinin çevresinde de, daha şimdiden olumsuz etkiler görülmeye başlandığına ilişkin haberler dolaşmaya başladı bile. Ovacık ve Çamköy’de geride kalan yıl hiç arı kalmadığı, bütün büyükbaş hayvan doğumlarının ölü ya da sakat olduğu, işletmenin bekçi köpeklerinin topluca öldüğü yolundaki bu söylentiler, ciddi bir araştırmayı gerektirir gibi değil mi? Bunlar, açıkça bu tür işletmelerden kaynaklanan ya da öyle olduğu düşünülen sağlık sorunlarının yalnızca doğrudan ya da dolaylı olarak siyanüre bağlanabileceklerinin bir bölümü. Çevreye salınan silisli tozlar, ağır metaller ve bunları azdıran asit maden drenajına ilişkin halk sağlığı sorunları da ayrıca tartışılabilir. Herhalde, bütün bu yaşananlar konusunda yerbilimcilerin de, halk sağlığı uzmanlarının da, toksikologların da söyleyecek bir şeyleri olmalı. Toksikolojinin de, sonunda insan sağlığının korunmasına hizmeti amaçlayan bir bilim dalı olduğu ve olması gerekenin toksikologlar ile halk sağlığı uzmanlarının birlikte saha araştırmalarına girişmesinin, yayınlanmış cetveller ile şirketlerin yaptırdığı analizleri kıyaslamaktan daha bilimsel olacağını düşünmek ve bunu beklemek herkesin hakkı. Orada köyler var uzakta, bizim köylerimiz. Onların başına gelenler bir gün bize de “çıkabilir”. Farkına bile varamayız. Bölüm: Madencilik |
|
|
|
|
|
#29 |
|
Ağaç Dostu
|
BERGAMA ALTERNATİF ÇED TOPLANTISI YAPILDI 26 ağustos 2010 Koza Altın'ın Ovacık Köyü'nde ÇED toplantısının olduğu saatte, Bergamalılar, Kozaklılar ve ülkenin diğer yörelerinden gelen yurttaşlar ve meslek odaları ve sivil toplum örgütü temsilcilerinin katıldığı "Halkın gerçek bilgilendirme toplantısı" düzenlenmiş ve söz konusu proje değerlendirildi. Kozak çevre derneği ve Bergama çevre platformunun ortaklaşa düzenlediği toplantıya divan'ın oluşturulması sonrasında başlandı. Divan başkanlığını Erol ENGEL, yardımcılığını Yukarıbey muhtarı İlhan ÇAKIR'ın yaptığı toplantıda ilk sözü hukuksal süreci anlatmak üzere Av. Arif Ali CANGI'ya söz verildi. Av.Ari Ali CANGI: Danıştay 6. dairesi tarafından yeniden yürütmenin durdurulması kararı verildi. Ancak maden tarafından yeni bir süreç başlatıldı ve ovacıkta ÇED halkın katılımı toplantısı yapılıyor. Yargı kararının arkasından dolanılması için yapılan Hukuksuz yeni bir süreç başlatılmıştır. Biz bugün burada bu nedenle toplandık ve Gerçek anlamda Halkın Katılımı toplantısını yapıyoruz. Şimdi Kozak Yaylası'nda bulunan cevher Ovacık altın tesislerinde işletilmek isteniyor. Bugün gerçekleştirilen Ovacık'taki ÇED toplantısı bu nedenle yapılıyor. Bu nedenle bu toplantı en çok kozaklıları ilgilendiriyor. Biz Bakanlığa bu sürecin iptali için başvuruda bulunduk ancak gelen cevapta sürecin devam edeceği bildirildi. Son derece hızlı davranarak yeniden madenin çalıştırılması isteniyor. Hukukun arkasından dolanmaya çalışılıyor. Bizler ve Kozak'lılar çığlığımızı yükseltmeliyiz. Herkesin toprağına havasına suyuna ve Ülkesine sahip çıkması gerekiyor. Biz burada bir ilki gerçekleştiriyoruz. Toplantı halkın katılımı toplantısıdır ve gerçek halk buradadır. Diyoruz ki; Her yer Bergama ve hepimiz Bergama'lıyız. Çevre Mühendisleri Odası Genel Başkanı Yılmaz Kilim: Süreci uzatırız, hukuksal sürecin arkasından dolanırız ve madeni boşaltırız gideriz düşüncesi hakim. Artvin' deki mücadele sonucu madenciler çekip gitmek zorunda kaldılar. ÇED halkın katılımı toplantısı, yapılacak işlemin sonuçları konusunda halkın bilgilendirilmesi açısından önemli ve mutlaka halkın katılımı gereklidir. Bu nedenle bu toplantı çok önemlidir. Biz çevre mühendisleri odası olarak, haklı mücadelenizde her zaman yanınızda olacağımızı bildirir saygılarımı sunarım. Prof. Dr. Ali Osman Karababa: Bergama sağlık açısından bir laboratuar. Çünkü altın madeninin sağlık açısından neler getireceğini Bergama'da yakından göreceğiz. Madencilik etkinliği sonucunsa toprakta yer alan ağır metaller aktif hale geçip sağlığı tehdit edecek şekilde yaşam ortamına karışıyor. Bergama'da alınan su örneğinden ölçtüğümüz arsenik miktarı izin verilen miktarın 25 katı kadardı. İzmir'de sularda bulunan ve pek çok insanın korku ile yaklaştığı arsenik miktarının çok daha fazlası Bergama suyunda olmasına rağmen hiç bilgi verilmiyor kıyamet kopmuyor. Bu suyu içmek zorunda bırakılıyoruz ve bu su ile beslenen bitkileri yiyerek alınan arsenik miktarı katlanıyor. Dolayısıyla çocuklar anne karnında gelişmesin düşsün, anomali doğumlar gerçekleşsin, bu bölgede yaşayan insanlar prostat, Akciğer, troid vs. kanseri olsunlar diyorlar. İnsan sağlının bedeli var mıdır? Üç kuruşluk altın karşılığında sağlığımız hiçe sayılıyor. Ben bir sağlıkçı olarak, bir Türkiye vatandaşı olarak bu uygulamaya karşıyım. Bağlı olduğum Tabip odası, Türk Tabipler Birliği' de karşıdır. Saygılar sunuyorum Metalurji Müh. Genel Başkanı-Celalettin Küçük görüşlerini bildirmek üzere kürsüye çağrıldı: Bergama, Eşme, Gümüşhane ve dünyanın pek çok yerinde her defasında farklı şekilde bizi kandırıyorlar. Yargı karları uygulanamıyor. Biz Türk Mühendisleri ve Mimarları odaları olarak bu uygulamalara karşıyız. Başbakan diyor ki; odalar bizi engelliyor, evet engelliyoruz. Benim kozaklılara da lafım var; Topaklarınızı satmayacaksınız, topraklarınıza sahip çıkacaksınız. Bergama halkı neler olacağını çok iyi biliyorlar. Ve şimdi Kozak yaylası'nın ve Havran'ın topraklarına sahip çıkmasını istiyorum ve hepinize saygılarımı sunuyorum İLHAN ÇAKIR (Kozak Yukarıbey Muhtarı): Kaplanda yapılan ÇED toplantısında 1 ton kayadan 4 gram altın alacaklarını söylediler. Yani 4 gram altın için kozak deşilmez. Durumumuz çok kötü. 10 sene çalışıp 20 milyon dolar Türkiye'ye girdi sağlayacaklarmış. Her yıl sadece fıstıktan 50 milyon dolar girdi sağlanıyor. Üzüm, şarap, elma vs. katmasak bile bu kadarını da mı bilmiyorsunuz? Kozak su deposudur. Balıkesir ve pek çok yer kozağın suyunu içiyorlar. Bunlar için felaket olacak. 800 metreye indiklerini duymuştuk ama daha kötü bir durumda. Ben araştırdım 4 aydır çalıştıkları yerde çok büyük bir su alanı bulmuşlar ve aynı zamanda aynı bölgede fay hattı olduğunu ve suyu aşağıya indirmeleri gerektiğini söylediler. 1000mx1000 m boyutlarında çukurlar açılacağı söyleniyor peki bu sular ne olacak, biliyorsunuz küresel ısınma ve susuzluk tehlikesi var. Kuraklık nedeniyle tasarruf sudan tasarruf edin deniyor, peki bunlar ne olacak. Biz daha fazla bilgi edinmek istiyoruz. Burada profosörler, Odalardan uzmanlar var. Lütfen su konusunu daha fazla işleyin. Hepinize teşekkür ediyorum. SITKI BİLGİ (Kozak Aşağıbey Muhtarı) : Biz altın madenciliğinden son derece kaygılıyız. Bizim altınımız çam fıstığıdır. Dünyanın en kaliteli fıstığını yetiştirip, yılda 50-60 milyon dolar girdi sağlıyoruz. Şimdi altın madenciliğine ne gerek var. Her iş her yerde yapılmamalı. Bir çoban nasıl Ankara'nın İzmir'in göbeğinde hayvancılık yapamazsa, dünyanın ender yerlerinden olan kozak ta da madencilik yapılamamalı. Yalnız fıstığımızdan değil, yeraltı sularından da kaygı duymaktayız. Ben 20 yıllık muhtarım. Daha önce kozak'ı değerlendirmeye gelen bilim insanları suların iyi kullanılmaması halinde çöl olacağını söylemişlerdi. Şimdi daha iyi anlıyorum. Çünkü şimdi maden çalışması yapabilmek için yüzeydeki suyu indirmek için fay hattı arıyorlar. Biz kozağın endemik bitki örtüsünün bozulmasını istemiyoruz. Endişemiz büyük. Bize katkı sunan herkese teşekkür ediyorum. REVAETTİN YILDIZ (Kozak Karaveliler Muhtarı): Tüm katılımcıları selamlıyorum. Kozak havası suyu ve fıstık çamıyla özel yerlerden biridir. Ormanlar dünyanın akciğerleri olduğunu söylüyoruz . Peki neden ormanlarımızı yok ediyoruz. Tüm katılımcılara teşekkür ederim. Mehmet Emin Demirtaş (Kozak Hisarköy muhtarı): Bizde tüm arkadaşlarımız gibi bu konulardan şikayetçiyiz. Devletimiz bize sahip çıksın. Saygılar sunuyorum. SELİM DEMİRCAN (Kozak Çevre Derneği Başkanı) : Öncelikle bizi yalnız bırakmayan herkese teşekkür ediyorum. Maden bizler üzerinde oynadığı oyuna devam ediyor. Sanki yargı kararı yokmuş gibi hala maden için işlemlere devam ediyorlar. Altın madeni halkın sempatisini kazanmak için madenci işi olmadığı halde, krizden de yararlanarak çam fıstığı kozalağı alıyor. Cam fıstığı için depo ve tesis kuracağını söylüyor. Neden tesis kuracakmış, çam fıstığı altıncıların işi mi? Bizim şimdiye kadar fıstığımızı altın madencileri mi alıyordu. Madenciler çaresizlikten her fırsatı değerlendirmeye çalışıyor. Yardım paketleri hazırlıyorlarmış. Yardımda bulunacaklarmış. Kozak yaylasının sadakaya ihtiyacı yok. Kurtuluş savaşında olduğu gibi madencilerin de oyunu bozulacaktır. Arkadaşlarımızdan bu konuda dikkatli olmalarını rica ediyorum. Kozak'ın işe de istihdama da ihtiyacı yok. Bizler madenciliğe karşı değiliz ama çevreye insana zarar vermeden yapılmasını istiyoruz. Her yerde her şey yapılmaz. Kozak'ta madencilik yapılamaz. Kimse 10 yılda 20 milyon dolar girdi için Kozak'ı feda etmesin, biz yılda 50 milyon dolar girdi sağlıyoruz. Saygıları sunuyoruz. Berna Karabudak (yukarıbey köylüsü): Bize destek veren herkese teşekkür ederim. Altın madeni bizi yenemeyecek, mücadelemiz sürecek Kadınları yenemeyecekler, hepinize teşekkürler.. Muammer Sakaryalı (İnay Vicdan Hareketi sözcüsü): İnay'da bizim mücadelemiz bir yol aldıysa bu kadınlar sayesinde oldu. Kadınlar olmadan bizim çabalarımız beş para etmez. Kadınlar burada daha çok konuşmalıdır. Ben konuşulanları izledim gözledim halkın gerçek katılım toplantısı buradadır. Burada Kozaklı köylüler onların temsilcisi muhtarlar konuşuyorlar. Parayla tutulmuş insanların bulunduğu yer halkın katılım toplantısı olamaz. Ben bir ay önce ovacıkta yapılan ÇED toplantısına katıldım. Bir orkestra şefinin el işaretiyle oturup kalkan bindirilmiş kıtaların bulunduğu bir topluluk vardı, bu halk olamaz. İnay'da bir zehirlenme vakası yaşadık. Araştırılmasını istedik. Doğum yapan kuzularda anomaliler vardı. Kuzunun bacağı, burnu, gözü yoktu. İnsanlar çocuklarımız da böyle mi doğacak korkusu içindeler. Kaygılıyız kaygılarımızı giderin dedik. Kimse bizi ciddiye almadı. Şimdi görüyorum Kozaklı kadınlar bu işin peşini bırakmayacaklar, biz bırakmıyoruz. Bize bir bakın biz de vatan haini suratı var mı? Toprağı, ağacı, arıyı, suyu sevdik. Onların vicdanını sorguladık diye bize saldırıyorlar. Umut ellerimizde..umut Kozaklıların kol kola girebilmesinde, Kozak ile Eşme ve Bergama'nın kol kola yürüyebilmesinde. Teşekkürler. Osman Özgüven (Dikili Belediye Başkanı): Bergama faaliyete başladığından bu yana birileri para kazanmak için mücadele verirken, birileri de insanları zehirliyorsunuz diye mücadele veriyorlar. Burada bir çok bilim insanı var, onlar yıllardır koşturuyorlar . Ama onlara vatan haini diyorlar biz de onların yanındayız ve vatan hainliğine devam ediyoruz. Biliyoruz, Bergama'da da torbalar dağıtmaya başladılar. Ancak mücadelemizden vazgeçmeyeceğiz. Midilli de yapılan bir toplantıya katıldık ve burada yapılan altın madeni nedeniyle adalara zarar vereceği endişesi içindeler. Adalarda ve Yunanistan'da bu nedenle faaliyetler sürüyor. Eninde sonunda bunun zararı Dikiliye de gelecek. Sadece Bergama ve Dikili'nin değil bu sorun tüm insanların sorunudur. Bu nedenle bilim insanları da, bizler de hep birlikte mücadelemizi sürdüreceğiz ve bir gün hukuk doğadan ve bizden yana da işleyecektir. SEFA TAŞKIN(Bergama eski belediye bşk.): Bu güzel toplantı ile birlikte şunu görüyorum ki, Bergama'nın başlattığı mücadele geleneği hala sürüyor. 18 yıl önce Bergama'da güzel kadınların ve erkeklerin uluslararası tekelci ve yerli işbirlikçilere karşı cesaretle başlattığı mücadele hala sürüyor. Burada altın buldular ve dünyanın en zehirli maddesi olan siyanürle çıkarmaya çalışıyorlar. Siyasetçilerin hoşgörüsüyle yıllardır, aleyhinde çıkan pek çok yargı kararına karşın madeni işletmeyi sürdürdüler. Ve 7-8 yıldır neredeyse Ovacık'ı bitirdiler ve orayı bir zehir çukuru haline getirdiler.Şimdi o havuzlardan zehirli maddeler sulara sızıyor e biz o suları kullanıyoruz. İnanıyorum ki 10 yıl sonra Bergama kanser Hastaneleri ile ünlenecek. Şimdi sıra Kozakta. Böyle bir bölgede siyanürün işi ne ? Orası doğal sit alanı olması gerekir. Ve 1-2 işbirlikçi dışında kimsenin karı olmayacak. Kozakta yapılacak altın madeni nedeniyle Bergama daha da zarar görecek. Çünkü oradaki kirlenen yeraltı suları Bergama'daki kirliliği katlayacak. Sadece Bergama'nın doğasını değil, insanlarını da gözden çıkardılar. Kozaklılar çok şanslısınız, çünkü dünyada görülmemiş bir mücadele örneğinin deneyimlerinden faydalanacaksınız. Burada bulunan bilim insanlarından korkmayın ve onlara yaklaşın vatan haini değillerdir. Burada olduğunuz için çok mutluyum. Görüyorum ki, Kozaklılar başlarına geleceklerinin farkındalar. Altın madeninden yana olan muhtarları seçmeyin, altına karşı olan muhtarları ödüllendirin. Madencilerin olanakları ve güçleri var, bakın Kanaltürk'ü aldılar, Bugün gazetesi onların. Ancak siz kararlı olmanız durumunda siz onlardan çoksunuz ve güçlüsünüz. Faklı partilerin insanları olabilirsiniz ama bu topraklara sahip çıkmak için yan yana gelin. Çevre mücadelesinde bilim insanları ile birlikte el-ele verin. YEKTA ÜNSAL(Tema Vakfı Temsilcisi): Söylenebilecek her şey söylendi. Ben Türkiye'de bir ilkin yaşandığına tanık olduğuma inanıyorum. Burada gerçek halkın katılımı toplantısı yapılıyor. Hukuk insanlar için varsa, hukuk burada. Bu kadar kalabalığı görünce heyecanlandım. Herkese teşekkür ediyorum GÜMÇED temsilcisi Bora Bey: Bizlerle yola çıkan herkes söylenecek her şeyi söylediler ben Anayasanın 56. maddesinde herke "Sağlıklı bir çevrede. Yaşama hakkına sahiptir" der. Peki kozaklılar böyle bir yerde yaşarlarken neden şimdi onları zehirle yaşamaya mahkum ediliyorlar. Dünyada Altın çıkan ülkeler değil, çıkaran ülkeler zengindir. 5177 sayılı Bu talan yasası yürürlükte kaldıkça bu mücadeleyi vermek zorundayız. Birlikteyiz, beraberiz, birlikten güçlük doğacaktır. EGEÇEP SÖZCÜSÜ ERHAN İÇÖZ: Ovacık altın madeni tüm Ege'yi mahvedecek. ÇED raporunda diyorlar ki, 3.8 ton altın madeni kaldı, biz 7 yıl daha faaliyetimizi südüreceğiz diyorlar. 3.8 ton altın madeni 1 yılda biter. 7 yıl daha sürmesinin nedeni Kozak, Havran ve diğer bölgelerdeki altın madenlerini de işleyecekler, 7 yıl sonra 10 yıl daha diyecekler. Onlar altını savunuyorlar, biz yaşamı… İzin verecek miyiz? (KÖYLÜLER HEP BİR AĞIZDAN: HAYIIIR)… Ama korkuyorlar, günlerdir Kanaltürk'te bizi karalayan haberler yapıyorlar. Korkuyorlar. Kozak yaylası su deposu, Kozak'taki su Balıkesir'den tutun da , Altınoluk, Dikili ve daha pek çok yere Kozak suları yayılıyor, bu nedenle sorun tüm Ege'nin sorunudur. Kozak yaylasının tamamı için altın madeni arama ruhsatı vardır. Şimdi birkaç yerde başlayıp, sonra sizin direncinizi kırdıkça diğer yerleri de delik deşik edecekler. Bizler ne zaman çağrılırsak bilim insanı hukukçular olarak yanınızdayız. Biz halkız, haklıyız ve kazanacağız. EGE KİMYA MÜH. ODASI BAŞKANI ERTUĞRUL BARKA: Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Namusum üzerine yemin ederim vatanım için konuşacağım ve yalnızca gerçeği söyleyeceğim. Bu vatanımızın, hukukumuzun mücadelesi. Neden bunlar biz ve bizim gibi ülkelerin başına geliyor. Kapitalizm yine krize girdi ve bu krizi bizim üzerimizden aşmaya çalışıyorlar. Bunun için 12 Eylül oldu, 12 Mart oldu, iktidara kendi adamlarını getirdiler. Siz siyaset yapmayın dediler. Neden? Bizi sömürmek için yalnızca insanı değil, toprağını, suyunu, denizlerini, yeraltı kaynaklarını sömürmek için. Emperyalist şirketlere peşkeş çekmek için… Uyanın arkadaşlar vatandır tehlikede olan. Onlar altınsa biz üstünüz. İZMİR ÇEVRE MÜH. ODASI BAŞKANI HALİL GEZER: Merhaba, tüm meslektaşlarım adına hepiniz selamlıyorum. Bu halkın katılımı toplantısıdır, altın madenciliği bilgilendirme toplantısı için buradayız. Ben Altın Madenciliğine karşıyım. Altın madenciliği çevreye, insana zarara vermeden yapılabilir ancak bu karlı bir iş değildir. Yani birisine altın madeni işlet ama çevreyi kirletmeden canlı yaşamına zarar vermeden yap denmiş olsa kimse yapmaz. Tekelci uluslar arası şirketler tarafından bu gün ülkemizde altın madenciliği yapılıyorsa bize değer verdikleri için değil, bizi değersiz gördükleri için yapılıyor. Biz altın madenciliğine karşıysak çevreyi, ülkemizi, insanı, yaşamı sevdiğimiz için istemiyoruz. Ülke girdisi artacak diyorlar. Peki kimin cebine girecek bu girdi? Kozaklılar söyledi biz yılda 50milyon dolar girdi sağlıyoruz diye, peki bu kimin cebine giriyor? Halkın cebine, işte bunu istemiyorlar. Bizler, sizler ülkemizi seviyoruz ne Bergama, Kozak, Efemçukuru, İnay ve tüm Türkiye'de altın madenciliğine karşıyız. Bu yalanlara kanmayalım. Tekrar ediyorum: Altın madenciliğinden ülkemizin hiçbir kazancı yoktur, çıkarılmasın istemiyoruz. Kayıtlara açıkça geçmesini istiyorum. Biz başaracağız bir geleceğimizi savunacağız, çam fıstığı, pamuk, vs.bize yeter. Altın toprak altında kalsın ileride yaşama uygun bir yöntem olması mümkün olursa, kendi altınımızı kendimiz çıkarırız. Saygılar sunuyorum. ELELE HAREKETİ DÖNEM SÖZCÜSÜ MUSTAFA GÜL: Şimdiye kadar Bergama halkının yanındaydık ve bundan sonrada yanında olacağız. Mücadelemiz zor ancak, biz halkız bir gün mutlaka kazanacağız. İDA ÇEV. DER. SİYAMİ DEMİR: Altınoluk'ta kurduğumuz çevre derneğimizden arkadaşlarımla size destek olmak üzere geldik. Ben neden çevreci olduğumu anlatacağım. Çelik işçisi olarak ciğerlerimin pek çoğunu kaybettim. Oksijenin bol olduğu Altınoluk'ta yaşamam gerektiğini söylediler. Buraya yerleştim, ama öğrendim ki buranında hava ve suyu kirletilecekmiş. Bu nedenle 50 yaşından sonra çevreci oldum. Saldırı yöresel değil küreseldir. Hepinize saygılar sunuyorum. ORMAN MÜH. ODASINDAN FEVZİ YILMAZ: Değerli Bergamalılar ve kozak yaylasının cesur yürekli savaşçıları. Muhtarların konuşmaları bizi cesaretlendirdi. Çok teşekkür ederim. İSKİ'de yeşertilip DSİ'de da büyütülen ve bakan yapılan bir çevre bakanımız var. Turgut'lu Nikel madenlerini İngilizlere veren bir çevre bakanımız var. Biz Kozak'ı çamları temiz suları ve temiz havasıyla biliriz. Bu maden bana Gazze işgalini hatırlattı. Orada su kaynaklarını duvarla çevirip Gazze halkını felakete süreklenmesini isteyenlerle Bize bu maden yayasını dayatılarak ülkemizi talan etmek-ettirmek isteyenler aynı güçlerdir. . Tüm kozak ve Bergamalıları kutluyorum. Bergama Çevre Platformu Sözcüsü Erol Engel: Arkadaşlar, yüreğimiz yanıyor, bu güne kadar Kozak yaylasını güzellikleriyle andık. Piknik yaptık, yürüyüş yaptık, Kozağa gidince geri gelişimiz gelmiyor. Bu izinlere imza atan insanların kozağı götürüp hangi vicdanla imzalarını attıklarını sormak gerekiyor. Devlet Bergama'yı gözden çıkardı. 4 gram altın için 9996 kg toprağı ne yapacaksınız… 2. havuz yapmak için uğraşıyorlar, biz ona 2. doğa mezarlığı dedik. Orada Kozağı diri diri gömmek istiyorlar. Buna dur diyemezsek oradaki pasa dağları silsile halinde çoğalacak. Altınlar alınınca bu zehirli ve üzerinde ot bitmeyen toprak ne olacak…? Şimdi kozakta sondaj alanı var. Sen ne yapıyorsun diyen yok. MTA'yı göreve çağırıyoruz. Talanın boyutunu anlayamıyoruz. Burada çok zengin su kaynakları var. Eskiden 60 metreden su çıkarken şimdi 200 metreden çıkıyor. Bergama gözden çıkarıldı 2. atık havuzunun yanında bulunan seralarda pek çok işçi çalışıyor. Eğer 2. Atık havuzu yapılırsa seracılık bitecek. Altıncı Şirkete Ege Bölgesi Sanayi Odası tarafından çevre ödülü verildi. Onlara soruyorum; Yöredeki sulu tarım bitmek üzere, neredeyse bir şehrin tükettiği su kadar su tüketecekler, Kozağı Bergama'ya gömecekler bunun için mi ödülle teşvik ediyorsunuz. Amerikalıların gerçekleştiremediğini işbirlikçi tarikatçı Koza şirketi gerçekleştirdi. 2005 yılında çevre gününde, 2006'da Dikili'de festivalde, en son 28 Kasım 2008 da bizlere saldırdılar. Bu cemaatin yetkililerine soruyorum yeryüzünün cenneti Kozağı gömmek hangi vicdana sığar? Kozaklı kadınlarımızdan; Neziha Solak: Biz Kozak'ta altın madeni istemiyoruz. Biz fıstığımızı satıp paramızı kazanıyoruz. Kozaktan gitsinler. Ben korkuyorum bu gidişle her şey bitecek sıra kadınlara gelecek. Biz istemiyoruz, gitsinler. Yasemin Safran: Muhtarlara sesleniyorum. Koza altın şirketine fırsat vermeyelim, Halkımızın yoksulluğundan faydalanıyorlar. Bunlara fırsat vermeyelim elele verelim. SERKAN….(emekli işçi): Bizler ağaçların kesilmemesi için yol kesme eylemi yapmıştık. Ancak o mücadele içinde birileri bu işe siyaseti bulaştırmayın dedi, bu işin çevre işi olduğunu söyledi. Siyasetle topraklarımız kirlenirken siyaset yapmamak mümkün mü? Topraklarımızı havamızı suyumuzu kirletenlerle ilgili kararları biz değil, bu kararları siyasiler aldı. Bize seçtirilenlerin kararları ve bizim lehimize değil emperyalistlerin lehinedir. Burada her şey siyasidir bizi ve çevrimizi emperyalistlere peşkeş çeken siyasilerdir ve bunları başımızdan defetmek gerekir. Saygılarımız sunuyorum ÖZGE CANDAN: Bergamalı bir kadın olarak konuşuyorum. Peyzaj mimarıyım. Gözlemlerimi paylaşmak istiyorum. Kanser vakaları giderek artıyor. Kadınlarda meme kanseri, erkeklerde beyin hasarı oluşuyor. Emperyalistlerin yalanlarına kanmayın. Oluşturulan suni tepeler, Zehirli topraktı, dikkat çekmemek için üzerlerine humuslu toprak atıp zeytin ektiler. Zeytinlere inanılmaz vitamin veriyorlar. Bu kandırmaca, oradaki dağlar nedeniyle rüzgar alınamıyor, bu nedenle nemden mantar oluşuyor. Orası(pasa dağlarının civarı) bamya yetiştiricisi ama mahsül alamadılar. Borca batmış durumdalar. Aynı şeyler Kozak'ın da başına gelecek. Tarih bize öğretti, direnen insanlar kazanacaktır. Birbirimize destek olmalıyız. Umut ellerimizde, teşekkür ederim. Düzenleyen Fatoş : 26-08-2010 saat 18:37 Neden: eksik |
|
|
|
![]() |
| Konu Araçları | |
| Mod Seç | |
|
|