![]() |
|
|
|
|
|
#1 |
|
Ağaç Dostu
Giriş Tarihi: 05-04-2007
Şehir: Appleton-İngiltere
Mesajlar: 1,706
|
Sn Umas Bahsettiğiniz İngiltere'deki araştırma sadece besin değerleri açısından yapıldı. Böyle bir araştırmanın İngiltere'de yapılmasına da hiç şaşırmamak lazım aslında. İngiltere'de organik üretim yapmayan çok büyük şirketler/holdingler var. Bunlar organik tarımın büyümesinden büyük zarar gördüler ve bu rapor da bu zararı bir nebze azaltmak için para basma makinelerinin sahipleri tarafından yaptırıldı. İngiltere'de bu konuyu en az 50 kişiyle konuştum ve herkes sanki fikir birliği yapmış gibi aynı şeyi söylüyor: Rapor bu holdinglerin işi! Irak'a saldırmayın diye bizler 2 milyon kişi Londra'da sokaklara dökülmüştük. Hemen bir rapor çıktı ortaya: Saddam kitle imha silahlarıyla 45 dakika içinde Londrayı vurabiliyor diye. İngiltere bu yalan yüzünden savaşa girdi. İngiltere'de yalan raporlar çoktur! Düşünebiliyor musunuz bir ülke bir yalan yüzünden savaşa giriyor. Sadece bir hükümet danışmanı "kitle imha silahları yoktur" diye rapor hazırladı ve ne oldu biliyor musunuz? Bu kişi 2 hafta içinde "intihar etti!" Belki besleyicilik açısından orgaink ürünlerle organik olmayan ürünler arasında büyük fark olmayabilir ancak organik ürün yediğinizde pestisit ve diğer kimyasal maddeleri de tüketmemiş olacağınız ve çevreyi biraz daha korumuş olacağınız da bir gerçek! Rapor bu konulara hiç değinmiyor tabii ki! Düzenleyen Dogasever : 05-08-2009 saat 20:47 Neden: Düzeltme |
|
|
|
|
|
#2 |
|
Ağaç Dostu
Giriş Tarihi: 22-06-2009
Şehir: istanbul
Mesajlar: 104
|
Yüreğime su serptiler, organik tarıma devam Organik tarım ve konvansiyonel tarımda yetiştirilen, 'X' ürün arasında bir farkın olmadığı yolundaki iddialara sessiz kalan organikçiler sonunda kükredi. Bunca zaman karşı tarafın taciz ateşlerine seyirci kalan, bizim gibi (benim gibi) konunun detaylarını bilme şansı çok zayıf olan kesimi net bilgilendiremeyen, belki de sadece 'bulanık suda balık avlamak için' organik ürünleri neden fahiş fiyatlara sattıklarını açıklayamayarak, 'sükut ikrardan gelir' lafını hatırlatan organikçilerden, ilk defa, bu denli net bir açıklamayla karşı karşıya kaldım. Gözlerim yaşardı; galiba profesyonel organik tarım işini tekrar kendi gündemime almam gerekiyor. ![]() Geçtiğimiz günlerde İngiliz Gıda Standartları Enstitüsü'nün yaptığı araştırma sonucunda dünya basınına dağıtılan 'Ekolojik Gıda Konvansiyonel Gıdadan Daha Faydalı Değil' haberine IFOAM (International Federation of Organic Agriculture Movements, Uluslararası Ekolojik Tarım Hareketleri Federasyonu) ve Toprak Vakfı (Soil Association) gibi kuruluşlar da dahil olmak üzere uluslararası tepki ve yanıtlar geldi Kuruluşlar, ekolojik gıdanın konvansiyonel gıdaya kıyasla daha fazla besin değeri içerdiğini kanıtlayan raporları sundu. Raporlar ayrıca söz konusu karşılaştırmada, konvansiyonel tarımda kullanılan tarım, böcek ve ot ilaçlarının hiç hesaba katılmamasının son derece yanlış olduğunun altını çizdi. Uluslararası platformlarda bu kurumlarla birlikte, ekolojik tarımın gelişmesi için çaba gösteren Buğday Derneği, bu yanıtları destekliyor ve arkasında duruyor. IFOAM (Uluslararası Ekolojik Tarım Hareketleri Federasyonu) Son zamanlarda yapılan araştırmalar, ekolojik üretimin olumlu etkisini son derece açık bir şekilde gösteriyor. (1) Yapılan çalışmalar ekolojik gıdaların genellikle daha düşük seviyede nitrat, antibiyotik (hayvansal gıdalar için) ve tarım ilacı kalıntısı (bitkisel gıdalar için) ve daha fazla mineral, vitamin içerdiğini, aynı zamanda daha dengeli protein profili olduğunu gösteriyor. Bunun yanısıra, ağır metaller ve patojen mikroorganizmalar söz konusu olduğunda ekolojik gıdaların en az konvansiyonel gıda kadar güvenli olduğunu gösteriyor. Tarım ilacı Kalıntıları ve Nitrat Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Organizasyonu (FAO) 'Ekolojik olarak üretilen gıdaların daha az tarım ilacı kalıntısı, ilaç kalıntısı ve çoğu durumda, daha az nitrat bulundurduğu'nu kabul etmiştir. (2) Ekolojik bitkisel bazlı gıdaların, ekolojik olmayan bitkisel gıdalara kıyasla daha yüksek miktarda sağlığa yararlı ikincil bitki bileşimi içerdiğini gösteren kanıtlar vardır. Vitamin gibi, bitki kökenli kimyasallar vardır. Örneğin, fenolik bileşimler bir bitkinin ve insan vücudunun anti-oksidanıdır. Karoten (sarı, turuncu ve kırmızı bitkilerde bulunur) de kardiyovasküler hastalıklar ve bazı kanser türleri riskini azaltan başka bir örnektir. Ekolojik ve konvansiyonel gıdaların bitki kökenli kimyasal seviyeleri karşılaştırıldığında, ekolojik gıdada daha fazla bitki kökenli kimyasal olduğu bulunmuştur (3). Avrupa Birliği tarafından gerçekleştirilen ve kısa zaman önce tamamlanan dört yıllık araştırma, ekolojik meyve ve sebzelerin en az yüzde kırk daha fazla antioksidan ve daha yüksek seviyede demir ve zink gibi faydalı mineraller olduğu sonucuna varmıştır. Ekolojik sürülerden alınan sütteki antioksidan miktarı, konvansiyonel sürülere oranla %90 daha fazladır. Profesör ve Proje Koordinatörü Carlo Leifert, aradaki farkın çok fazla olduğunu, tavsiye edilen beş porsiyon meyve ve sebzeyi tüketmeyenlerin ekolojik ürünle beslenerek sağlıklarına katkıda bulunacaklarını söylemiştir (4). Protein içeriğine gelince, ekolojik ürünler biraz daha az protein içeriyor ancak daha dengeli amino asid profili çiziyor. (5) Yukarıda anlatılan farklar birkaç faktörden kaynaklanıyor. Birincisi, ekolojik üretimde yetiştirilen ürünler daha az 'zorlanmış'tır, yani büyümeleri genellikle daha yavaş olur, bu da organizmalar bileşimlerini sentezlemeye vakit bulduklarından yaşamsal kaliteyi artırır. Son zamanlarda yapılan uzun süren bir çalışma (6) 'seyrelme etkisinin' böcek baskısı yokluğu, yüksek seviyeli nitrojen ve hızlı bitki büyümesi olduğuna dair kanıtlar bulmuştur. Birkaç yıl boyunca ekolojik üretim yapılan tarlalarda yetişen domatesler konvansiyonel domateslerden çok daha fazla flavonid konsantrasyonu içerir. Bu hayvansal ürünler için de geçerlidir. Bazı ülkelerde (örneğin Amerika'da) konvansiyonel tarımda yetiştirilen hayvanların büyümesi hormon kullanılarak hızlandırılır. Bu hormonların kalori başına alınan et ağırlığının artmasına sebep olduğu bilinir, bu etteki suyun tutulmasından kaynaklanır, böylece çiftçi daha fazla para kazanır çünkü fiyat ağırlığa göre belirlenir, kaloriye değil. Örneğin, eğer çiftçi %15 daha ağır çeken (hormon kullanımından dolayı ette suyun tutulması sebebiyle) et üretebilirse, %15 daha fazla para kazanır, ağırlık sadece su olmasına rağmen. Tüketici besin yerine suya para ödemiş olur! Hastalığa Dayanıklı Yerel Ürünler Besin değeri farklarının sebeplerinden biri de ekolojik yönetimde yetişen bitkilerin böcek baskısı altında kendilerini koruma mekanizmalarının daha fazla gelişmesidir, bunu yaparken de ikincil bitkisel bileşimler yaratırlar. Başka bir açıklama da, ekolojik ürün yetiştiren çiftçilerin bitki ve hayvan yetiştirirken sadece ürün randımanına göre değil, hastalık ve böceklenmeye karşı dayanıklı, yerel şartlara adapte olabilen bitki ve hayvan türlerine bakmalarıdır. Bu atalardan kalma veya yerel türler, yüksek randımanlı, modern türlerden daha fazla besin değerine sahip olabilir. Özetle, ekolojik statü dışında besin değerlerini etkileyen pek çok faktör vardır, örneğin ürün çeşitliliği, hasat zamanı, hasattan sonraki dağıtım gibi, ama sonuç olarak, ekolojik gıda, konvansiyonel gıdaya göre daha fazla besin değerine sahiptir. Araştırmalar, ekolojik gıdaların besinsel değerinin yanında, duyumsal kalite ve 'keyif alma' hissinin daha yüksek olduğunu ortaya koymuştur. Bu kural, işlenmiş ürünlerden çok, çiğ tüketilen ürünler için geçerlidir, işlenmiş ürünlerde ürünün asıl bileşimini etkileyen daha pek çok faktör verdır. İşlenmiş ürünlere gelince de ekolojik ürünler açıkça sağlık avantajına sahiptir. Konvansiyonel işlenmiş gıdalar yapay katkı maddeleri içerir, bunlar açıkça bilindiği gibi sağlığa zararlıdır. Hidrojene yağlar (trans-yağ olarak da bilinir) bunun en çarpıcı örneğidir. Bu yağlar hidrojenasyon yöntemiyle yapay olarak, ürüneri katılaştırmak ve raf ümrünü uzatmak için üretilir. Trans-yağların kalp hastalıkları, kanser ve cilt hastalıkları riskini artırdığına dair kanıtlar vardır. Binlerce gıda ürününe eklenen ve içerik listesinde kulağa masum gelen isimler takılan monosodyum glütamat, iç salgı bezlerinin çalışmasını bozar ve 'Çin restoranı sendromu' denen, baş dönmesi, baş ağrısı, terleme ve astım krizleriyle bağlantısı vardır. Dünyada en fazla kullanılan yapay tatlandırıcı olan Aspartamın, migren, inme, göz kararması ve daha birçok sinir sistemi problemleriyle doğrudan ilişkilidir. Bunlar ve benzeri zararlı katkıların kullanımı ekolojik gıdalarda yasaktır. Dolayısıyla, ekolojikürünler seçmek, tüketicilerin çok çeşitli ve büyük miktarlarda zararlı katkı maddelerinden kaçınmalarını sağlar. Ekolojikgıda bir lüks değildir, gıdanın olması geren halidir. [1] K Woese, D Lange, C Boess, KW Bogl, 'Ekolojikve konvansiyonel gıdaların karşılaştırılması', Journal of Science, Food and Agriculture, 74, 281-293, 1997. [2] Birleşmiş Milletler, Gıda ve Tarım Organizasyonu 22. yerel Avrupa Konferansı raporu, Portekiz, 24-28 July 2000. [3] Magkos, F (2003), Caronaro, M et al. (2001 and 2002), Tinttunen, S and Lehtonen, P (2001), Tarozzi, A (2006), Young, JE (2005), Veberic et al (2005), Asami et al. (2003) and Caris Veyrat, C et al. (2004). [4] http://www.timesonline.co.uk/tol/new...cle2753446.ece [5] Afssa (Agence Française de Sécurité Sanitaire des Aliments) (2003): Evaluation nutritionnelle et sanitaire des aliments issus de l'agriculture biologique, http://www.afssa.fr [6] 'Ekolojikve Konvansiyonel Tarım Yönetiminde Domateslerdeki Flavonid İçeriğinin Karşılaştırılması' Alyson E. Mitchell et al, Journal of Food and Agricultural Chemistry, Haziran 2007. TOPRAK VAKFI (SOIL ASSOCIATION) Bilindiği Gibi, Gıda Standartları Enstitüsü (Food Standards Agency) geçtiğimiz günlerde ekolojik beslenmenin önemli bir fayda sağlamadığına dair bir rapor yayınladı. Bu çok ciddi bir araştırma ve Toprak Vakfı bu araştırmanın sonuçlarını ciddiyetle inceleyecek – ancak ilk bakışta bile araştırmanın epey kısıtlı bir analiz olduğu görülüyor. Örneğin, inceleme sadece İngilizce yazılmış belgelere dayalı, bulunan belgelerin yarısı rapora dahil edilmemiş ve Avrupa Birliği tarafından bu yılın Nisan ayında yayınlanan (bu araştırmanın yayınlanacağının önceden bilinmesine rağmen) daha güncel rapor gözardı edilmiş. Daha Büyük Faydalar İnsanların ekolojik gıdayı sadece onları daha sağlıklı yapacağı düşüncesiyle satın aldıkları bir efsanedir. Geçtiğimiz aylarda yapılan AB araştırmasına göre, sürekli olarak ekolojikgıda satın alanlar (tüm ekolojikürünlerin %80'i) ekolojiktarımın ve ürünlerin faydaları konusunda çok daha sofistike bir anlayışa sahip. Örneğin, araştırma, tarım, böcek ve yabani ot zehirlerinin uzun vadeli etkilerini işaret etmekte başarısız olmuştur. Avrupa Komisyonu 2006 yılında, belli kanser türlerini, erkek kısırlığını ve sinir sistemi bozukluklarını tarım ilacı kullanımıyla ilişkilendirmişti. Endüstriyel tarım ile yetiştirilen bir elma 16 defa, 30 farklı kimyasalla ilaçlanmış olabilir. Yaban Hayatın Korunması Ekolojik gıda satın almak aynı zamanda sağlıklı bir çevreyi destekler. Ortalama bir ekolojik çiftlik %30 daha fazla tür ve %50 daha fazla kuş, kelebek ve arı gibi yaban hayat barındırır. Bu konuda uzman olan Compassion in World Farming (Dünya Tarımında Merhamet), ekolojik tarımın en yüksek hayvan refahına sahip olduğunu söylüyor. Diğer çevresel yararlar belli – Ekolojik çiftlikler daha az tehlikeli atık yaratıyor. Ekolojik tarımda yapay nitrojen gübresi yasaklanmıştır, dolayısıyla yağmur sularıyla karışarak deniz giden ve kıyı sularında aşırı yosun çoğalmasına sebep olan maddeler daha azdır. Ekolojik tarımda daha fazla kadın ve genç insan vardır, ekolojik çiftçiler gelecek için daha iyimserler. Bu gelecek, küresel ısınmanın ağırlığı altında eziliyor. Burada ekolojik tarım yol gösteriyor, kırmızı yonca gibi güneş ışığını kullanarak toprağa nitrojen katan doğal gübreler sayesinde tarım ürünlerine fayda sağlıyor. Kendimizin ve gezegenimizin sağlığı için ekolojikgıda ve tarım geleceğimizde büyük rol oynayacak. Toprak Vakfı Politika Direktörü Peter Melchett, FSA tarafından yetkilendirilen ekolojikgıda raporunu şöyle yorumladı: 'Araştırmacıların ulaştığı sonuç bizi hayal kırıklığına uğrattı. Araştırma, var olan ekolojik ve ekolojik olmayan ürünlerin beslenme karşılaştırmalarının tümünü reddetmiş. Bunun sebebi, var olan karşılaştırmaların, araştırmayı yapan London School of Hygiene ve Tropical Medicine'in koyduğu belli bir kritere uymuyor olmaları.' Araştırmacılar, göreceli az sayıdaki araştırmalara dayanarak, ekolojik ve ekolojik olmayan gıdalar arasındaki farkın ‘önemli' olmadığı sonucuna varmalarına rağmen, analizlerinde ekolojik gıdaların, ekolojik olmayan gıdaya kıyasla, besin değerlerinin daha yüksek olduğunu beyan etmişlerdir. Örneğin, FSA'nın çalışmasına göre, ekolojik gıdada bulunan besin değerleri ekolojik olmayanlara kıyasla aşağıdaki oranlarda daha yüksektir: - Protein 12.7% - Beta-karoten 53.6% - Flavonoids 38.4% - Bakır 8.3% - Magnezyum 7.1% - Fosfor 6% - Potasyum 2.5% - Sodyum 8.7% - Sulfür 10.5% - Zink 11.3% - Fenolik bileşimler 13.2% Araştırmacılar bunun yanısıra ekolojik et ve süt ürünlerindeki yararlı çoklu doymamış yağların, ekolojik olmayan et ve sütelere göre daha fazla olduğunu (2.1% - 27.8% daha fazla) bulmuşlardır. Toprak Vakfı, Avrupa Birliği tarafından fonlandırılan, 31 araştırma, üniversite ve yayının yanısıra 100 bilim araştırmasını da içinde barındıran, 18 milyon avroya mal olan ve bu yılın Nisan ayında sonuçlanan araştırmanın FSA tarafından göz önünde bulundurulmamasından dolayı hayal kırıklığına uğramıştır. Avrupa Birliği Araştırma Sonuçları Avrupa Birliği araştırma programı su sonuçlara varmıştı: * Ekolojik tarım ürünleri, bünyelerinde besin istenen yüksek bileşimleri (antioksidan, vitamin, glikosil) daha fazla barındırır. * Ekolojik tarım ürünleri, bünyelerinde besinlerde istenmeyen bileşimleri (mikotoksin, glikokaloid, kadmiyum ve nikel) daha az barındırır. Bunun yanısıra, ekolojik süt ve süt ürünlerindeki CLA ve Omega 3 miktarı %10-60 oranında, ekolojik yeşil sebze ve meyvelerdeki C vitamini de %90 oranında daha fazladır. Tarım ilaçlarının insan üzerindeki uzun süreli etkilerini araştıran bir çalışma yapılmamıştır. 2006'da Avrupa Komisyonu 'Uzun süre tarım ilaçlarına maruz kalmanın bağışıklık sisteminde, kanser, kısırlık, doğum sakatlıkları ve sinir sistemlerinde ciddi bozukluklara yol açtığı'nı belirtmiştir. Ekolojiktarım ve gıda sistemleri bütünselcidir, gübre gibi petrol türevinden üretilen girdiler kullanmak yerine doğayla birlikte çalışır. Ekolojik ürün satın alan tüketiciler sadece tarım ilacıyla kaplanmamış yiyecek almakla kalmaz, aynı zamanda yüksek hayvan refahı standartlarına destek olur, antibiyotiklerin sürekli kullanılmasını engeller ve çiftliklerdeki yaban hayatın artmasını destekler. Kaynak: Buğday Derneği |
|
|
|
|
|
#3 |
|
Ağaç Dostu
|
Herkez olabildiğince organik yetiştirmeye çalışsın...
Tarlamızın 930 metre uzağında otoyol bulunduğu için sertivika alamadık ama yılmadım yiyenler bilmesede organik üretime devam ediyorum. Etraftakiler ilaç at kimyasal gübre kullan diyorlar ama umrumda değil ben toprağın yarınını düşünüyorum. Herkez ot ilacı atarken ben biçiyorum ve tarlada çürütüyorum ilaç atanların tarlaları taşlı iken benim taşlı toprağım çok derinlerde kaldı üstünde kalın bir toprak tabakası oluştu. Herkez traktörle kimyasal kullanırken ben bioform organik gübre kullanıyorum. Bir konuşma esnasında kimyasal kullanmayı bırak dediğimde aldığım cevap neydi biliyor musunuz: "Ben yemiyorumya milletten banane" bu söz tam bir insanlık ayıbıydı bu sözden sonra o insanla muhabbet ettiğime bile utandım. |
|
|
|
|
|
#4 |
|
Ağaç Dostu
Giriş Tarihi: 25-07-2009
Şehir: Adana
Mesajlar: 173
|
Organik tarımın yerini hiçbir şey tutmuyor malesef. Son yıllarda kabak tadı veren karpuzlardan, içi oyuk gibi boş olan domateslerden , buzdolabında poşette büyüyen salatalıklardan, ceviz kadar olupta içi fındık kadar boş olan ama hiç tadı olmayan çileklerden vb. bizleri koru Allahım. Yaşasın organik tarım. Sevgiyle kalın... |
|
|
|
|
|
#5 |
|
Yeni Üye
Giriş Tarihi: 07-08-2009
Şehir: hatay
Mesajlar: 9
|
merhabalar .ben sağlık personeliyim.zaman zaman kanser araştırmada görev aldım.organik tarımın önemini biliyorum..çok aktif bir meslek yaşamım vardı hep emekli olmaya ve yalnız kalmaya korktum..boşluğa düşersin ne yapacaksın emekli olup diyenler çok du...emekli olmadan önce bir bahçe aldım şimdi ham..en kısa sürede işlenmeye başlanacak..40 yıldır el değmemiş..ben elbette acemiyim bilgiye çok ihtiyacım var.çevremde yaşlı insanlara soruyorum ama yetmiyor bazan ama korkunç bir sevgim var..başarmam lazım organik tarıma merhaba diyenlerdenim yani selamlar... |
|
|
|
|
|
#6 | |
|
Ağaç Dostu
|
Alıntı:
Buradan öğrendiklerim okuduklarım ile bir şeyler yapmaya çalışacağım. Hata yaparak öğreniyorum![]() UBYİ konusuna yazdığım mesajı konuyla ilgili olduğundan buraya da kopyalıyorum: İnşallah UBYİ işbirliğimiz sadece zeytin konulu değildir.! Evvelki gün İlçe Tarıma gittim. Burada zeytin olmuyormuş, yani ağaç güzel büyüyormuş ancak meyve tutumu olmuyormuş. Burası güneyden rüzgar alan bir bölge ( güneyde deniz var o taraftan kuvvetli esiyor) O yüzden ağaç olarak güzel büyüse de meyve az veriyormuş yani rantabl değil diyelim. Toprağımız boz toprak ne yapalım dedik. (Sahil toprağı da deniyor) Badem olabilir dediler. Organik yapsak dedik? Saçmalamayın dediler: Kime söylediysek hayretle yüzümüze bakıp olmaz diyor. Benim şevkim de kırılıyor. Denilen aynen şöyle: " Organik diye bir şey çıktı bir kısım sosyetiklerin hevesi, kesinlikle o işten para kazanamazsınız, alacak tüccar yok, siz ilacı suni gübreyi vereceksiniz, büyük düzgün parlak ürün yetiştireceksiniz, haaa istiyorsanız, kendinize bir kısım yapın ilaçsız, onu yiyin." Köylüler, memurlar, mühendisler ağız birliği etmişler. Belki de haklılar. Ben organik ya da doğal ya da zehirsiz, ne dersek diyelim, öyle yetiştireceğim ürünümü, fazlasını satmak istesem kime satacağım, nasıl satacağım? Leonardit atsak diyoruz devletin bir desteği var mı dedik, o da ne gibi yüzümüze baktılar. Dönüme 2,5 lira destek var. Harca harca bitmez. Toprak analizi yaptırsak dedik. Önce ne yapacağınıza karar verin de dediler. E ben analize göre karar versem daha iyi olmaz mı? Dostlar size söyleyim bu gidiş gidiş değil, işte köyüm, işte diğer köyler, işte seralar, zeytinler. Basıyorlar ilacı. Köylüm bıkmış ve bilinçsiz. Sen ona ilaç adı söyle. Sıksın otu kurutsun, sıksın biti öldürsün. Toprağın organik yapısı? Hangi organik toprak? Adam toprağı kaldırıp atıyor yeni toprak getirtiyor, şu bizim de aldığımız kırmızı topraktan. Yayıyor seraya basıyor suni gübreyi. Hayvancılığı hiç sormayın.Arazimizin ufak bir kısmında ağıl vardı, biz gelince taşındı, oradan çıkan pisliği ve antibiyotik ampullerinin haddi hesabı yok. Zehir yediğimizi bunları yaşayınca anladık. Ben et yiyemez oldum. Sanırım iyi ediyorum. Şurada 5-6 aydır çifçinin durumu ile ilgili gözlemlerim beni şok etti. Kafamız karışmış vaziyette döndük. Ben kendim organik yemesine yerim de, bebekler ne olacak, çocuklar ne olacak, insanlar ne olacak, hayvanlar ne olacak, bitkiler ne olacak... Bu toplum nasıl bilinçlenecek bilemedim. |
|
|
|
|
|
|
#7 | |
|
Ağaç Dostu
Giriş Tarihi: 10-03-2013
Şehir: Fransa
Mesajlar: 252
|
Alıntı:
|
|
|
|
|
|
|
#8 |
|
Ağaçsever
Giriş Tarihi: 21-10-2009
Şehir: muğla
Mesajlar: 47
|
ORGANİK TARIMIN AMAÇLARI Diğer bir deyişle ekolojik tarım; - Sentetik kimyasal ilaçlar ve gübre kullanımının kaçınılmasını, - Üretimde verimden daha önemlisi kalitenin arttırılmasını, - Parazit ve predatörlerden yararlanmayı, - Organik ve yeşil gübrelemeyi, - Ekim nöbetini, - Toprağın korunması, - Bitkinin direncinin arttırılmasını, - İnsana ve çevreye dost üretim sistemlerini, - Ekolojik sistemde hatalı uygulamalar sonucu kaybolan doğal dengeyi yeniden kurmayı, amaçlayan bir üretim şeklidir. |
|
|
|
|
|
#9 |
|
Ağaç Dostu
Giriş Tarihi: 03-04-2008
Şehir: demirci-manisa
Mesajlar: 110
|
Hacettepe tıp fakültesinin çocuk hastalıkları bölümünün yaptığı bir araştırmada ilaçlı domates yiyen anne bebeğini emzirdikden sonra, bebekten kan alınıp tahlili yapılmış ve domatese atılan o ilaç tespit edilmiş. Bu nedenle kendimiz ve çocuklarımızın sağlığını düşünüyorsak mümkün olduğunca ilaçsız gıdalar tüketmeliyiz. Saygılarımla. |
|
|
|
|
|
#10 |
|
agaclar.net
Giriş Tarihi: 22-03-2007
Şehir: Kocaeli
Mesajlar: 9,027
|
"... Kimyasalların kansere yol açanlarına kanserojen (veya karsinojen), kusurlu doğumlara yol açanlarına teratojen, fetüsün, bebek veya çocukların normal gelişimini bozan veya insanın üreme organları ve dokularında tahribat yapanlarına ise gelişimi/üremeyi etkileyen zehirler adı veriliyor. Bazı kimyasallar hormonların işlevlerini bozarak tahribat yapıyor, bunlar endokrin bozucular adıyla anılıyor. Bu kimyasalların insan sağlığı üzerindeki, burada saymaktan kaçındığım, zararlı etkileri çok uzun ve iç karartıcı bir hastalık listesi oluşturuyor. Şu kadar söyleyelim, büyüklerimizin sık sık dile getirdiği "eskiden bu kadar hastalık yoktu" veya "biz eskiden XXX hastalığı nedir bilmezdik" tarzı sözler boş değil. Bazı hastalıkların görülme sıklığında ve hastalık çeşitlerindeki artış iletişimin küreselleşmesinden ve artık her şeyi duyuyor olmamızdan kaynaklanmıyor; duyuyoruz, görüyoruz çünkü vücut yükümüz arttıkça hastalıklar, bozukluklar, sendromlar da çeşitlenerek artıyor. ..." Yazının tamamı. |
|
|
|
|
|
#11 |
|
Ağaç Dostu
Giriş Tarihi: 20-06-2008
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 554
|
Konuyu hızlıca okudum, uzun yazıların bir kısmını sonra okumak üzere atladım, daha önce açıklandıysa gözden kaçırmış olabilirim ama yapı marketlerde çeşitli markaların paketlenmiş tohumları satılıyor. Bunlardan bir kısmı da 'organik' adıyla satışa sunulmuş (organik domates, salatalık gibi). Bu tohumların organik adıyla satışa sunulabilmesi için yeterli denetim var mıdır, bu tohumlara güvenebilir miyiz? Bunların arasında mesela "organik" mısır tohumu bulsak GDO olmadığına emin olabilir miyiz? |
|
|
|
|
|
#12 | |
|
Ağaç Dostu
Giriş Tarihi: 26-02-2010
Şehir: TARSUS
Mesajlar: 174
|
Alıntı:
|
|
|
|
|
|
|
#13 |
|
Ağaç Dostu.
Giriş Tarihi: 06-08-2009
Şehir: Çanakkale
Mesajlar: 6,527
|
Sayın Halil Önen.. Ben Çanakkaleli'yim.. Sizin tarif ettiğiniz küçük çiftçi bizim ancak çok yoksul dağ köylerinde var.. İl ilçe merkezlerine yakın veya büyük ovalarda olan köylerde durum benim anlattığım gibidir hemen hemen.. Benim yaşadığım kasabada durum böyle genellikle.. Zaten bizim oralarda sizin dediğiniz gibi ilaçtan,suni gübreden kaçınarak doğal gübrelerle kendi yiyeceğini,kışlığını yapan köylü bile yok gibi az.. Köylerin bile %90'ı yumurtasını,sebzesini kasaba pazarından alır hale gelmiş..Yoğurdunu bile köy bakkalından alıyorlar..Sizin anlattığınız gibi küçük köy çiftçileri benim çocukluğumda çoktu..Bütün dere boyları minicik bahçelerle doluydu..Şimdi yok gibi..Hazırcılık alışkanlık haline gelmiş,millete çalışıp bahçe yapmak zor hale gelmiş,üşengeç olmuşlar..Hayvancılık ölmüş.. |
|
|
|
|
|
#14 |
|
Ağaç Dostu
Giriş Tarihi: 29-11-2009
Şehir: İstanbul - Gaziantep
Mesajlar: 1,194
|
Ne yazık ki, istediğimiz bir durum olmasa da Sn. Pria'nın son mesajında dediklerinin hepsi doğru. Ben Şile'nin köylerinde, tam 9 köy dolaşmama rağmen doğal maya amaçlı yoğurt bulamamıştım. Herkes sütü direk süt fabrikalarına satıyor. Yoğurdu ve peyniri gidip marketten alıyor. Ancak hala küçük bahçesinde küçük çaplı üretim yapan köylülerde var. Mümkünse bu türden küçük üreticileri bulup onlardan temin etmek en iyisi. |
|
|
|
|
|
#16 |
|
Yeni Üye
Giriş Tarihi: 13-05-2011
Şehir: giresun
Mesajlar: 2
|
slmm
öncelikle merhaba... ben gül fidanı ve yer kirazı üretimine başladım yaklaşık 3 dönüm araziye 5000 adet e yakın kraz diktim...suni gübre kullanmadım henüz...bakalım ne giib bir sonuc alacagız..... |
|
|
|
|
|
#17 |
|
/
|
Merhaba, Benim özellikle belirtmek istediğim bir konu da, tarımda kullanılan suların ne kadar güvenli olduğudur. Maalesef en ücra köylerden en büyük şehirlere kadar her şehrin kanalizasyonu akarsu, göl ve denizlere bağlanmış. Üç beş belediye-övünerek- arıtma yaptığını söylese de, ne kadar arıttıkları takdirlerinize kalmış. Evsel atıklar bir yana, sanayi atıkları asıl tehlike!!! Evvel seneki kuraklıkta -irili ufaklı onlarca şehrin kanalizasyonunu boşalttığı- Kızılırmağın suyunu Ankaralılara içirmediler mi? Doğanın, suyun değerini bilmez pisletirsen; bir gün o pislettiğin suyu içmek zorunda kalabilirsin!... |
|
|
|
|
|
#18 |
|
Yeni Üye
Giriş Tarihi: 27-12-2011
Şehir: Ankara
Mesajlar: 11
|
Bu konuda geniş bir talep var, eğer arz artarsa sanırım herkes organik ürünlere yönelir. Zira ben küçükken kendi bahçemizde yetiştirdiğimiz, o dalından kopartıp yuttuğum domatesleri biberleri daha da bulamadım. - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - Kaplumbağaya sırtın niye sağlam demişler, evimi sırtımda taşırım demiş. Teraryum ve çeşitli hayvanlarla ilgili kişisel web sitem: teraryum.host.org Düzenleyen teraryum.host : 27-12-2011 saat 12:46 Neden: imzamı unuttum. |
|
|
|
|
|
#19 |
|
Ağaç Dostu.
Giriş Tarihi: 03-10-2007
Şehir: Toronto-Ankara
Mesajlar: 1,568
|
Sanırım teraryum.host, Bence talep artarsa üreticiler arzı karşılamak için organik tarıma kısmen de olsa yönelecektir. Alan olmazsa siz en iyi organik ürünleri tezgahınıza koyun, para etmez. Aslına ortada buluşmak lazım. Tüketici pahalı diye almıyor, üretici de zahmetli diye üretmiyor. Ortada bir yerde buluşmak lazım. Geleneksel tarımı sıfırlamak zor ama tüketici olarak talep ederek organik tarımı geleneksel tarımla yarışır hale getirebiliriz sanırım. |
|
|
|
|
|
#20 |
|
Yeni Üye
Giriş Tarihi: 28-12-2011
Şehir: ANKARA
Mesajlar: 1
|
antep fıstığı yetiştirmek istiyorum. 9 ha arazimiz var. Bu konuda bana bilgi verebilecek birirsi var mı acaba, simdiden tesekkur ediyorum. |
|
|
|
|
|
#21 |
|
Ağaçsever
|
benim organik tarım felsefem.....tamamen baakir hiç ekim dikim yapılmamış topraklarda yerli tohum kullanarak dağlarda yayılarak beslenen hayvanların gübresiyle yapılır butür üretim yaptığınızda ne sertifika nede başka bir belge lazım değil ürününüz'ün kendisi zaten bir sertifika oluyor kim ne şekilde hangi labaratuarda kontrol ediyorsa etsin gerçek organik budur.yerli tohuma ulaşmak bu zamanda çok zor ama bulunuyor köylerde halaa eski tohumları eken diken insanlar var ben bu tohumlatı topluyorum gittiğim köylerde hep soruyor ve buluyorum.normal çifliklerde hazır yemle beslenen hayvanların gübresini kullanmayın.ormanlardan ağaç diblerinden fundalıklardan orman toprağı funda toprağı kullanın.benim organik tarım yöntemim bu |
|
|
|
|
|
#22 |
|
Ağaç Dostu.
Giriş Tarihi: 06-08-2009
Şehir: Çanakkale
Mesajlar: 6,527
|
|
|
|
|
|
|
#23 |
|
Ağaç Dostu.
Giriş Tarihi: 06-08-2009
Şehir: Çanakkale
Mesajlar: 6,527
|
|
|
|
|
|
|
#24 |
|
Yeni Üye
Giriş Tarihi: 24-01-2013
Şehir: Ankara
Mesajlar: 2
|
Organik ürünlerinizi uzmanlar tarafından yardımlarla kendiniz üretebileceğiniz yerler var. Dışardan satın almak yerine doğa içinde bir yaşam ile kendi ürünlerinizi yetiştirmek hem kendiniz hemde çocuklarınız için sağlıklı bir yaşam demektir. Ankaradaki bu 600 dönümlük dev ORGANİK TARIM KÖYÜ hakkında bilgi almak için 0532 258 41 41 - 0506 580 58 58 |
|
|
|
|
|
#25 |
|
Ağaçsever
Giriş Tarihi: 09-04-2013
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 82
|
Artık insanlara en uzak yerde yetişen bir bitki bile yüzde yüz doğal değildir. Nihayetinde onlar da dünyalı... Organik sertifika alabilmek için belirli sınırlar(kimyasal oranı) konulmuş, yani ürünün kimyasal oranının belirlenen sınırın altında olması gerekiyor. Hepimiz kanser olacak olsak da belki çocuklarımız kurtulur! (Daha olumlu bir yazıyı uykumu aldığım da yazarım. ) |
|
|
|
|
|
#26 |
|
Ağaçsever
Giriş Tarihi: 02-09-2008
Şehir: istanbul
Mesajlar: 32
|
merhabalar Buradaki birçok kişi sürekli suni gübre ve ilaçlardan bahsediyor. Bu durum beni oldukça üzüyor. Demekki insanlar suni gübre ve ilaç olmadan sebze meyve yenemeyeceğine şartlanmış. Bu asla doğru değil. Ben bahçemde senelerdir zerre kadar ilaç ve suni gübre kullanmadan sebze ve meyve yetiştiriyorum. Armut yemiyorum ahlat yiyorum, kayısı yemiyorum zerdali yiyorum.Bu söylediğim ağaçlara ne hastalık ne zararlı ne soğuk hava birşey yapmıyor, ağaçlar yıkılıyor meyveden. Ailesine yedirmek için sebze meyve yetiştirmeye çalışan arkadaşlara haddim olmayarak naçizane tavsiyem; hiçbirşey kullanmadan toprağa dikin, ne verirse yedirin yeyin. sonsuz saygılarımla. Düzenleyen natura : 18-04-2013 saat 14:42 |
|
|
|
|
|
#27 |
|
Ağaçsever
Giriş Tarihi: 09-04-2013
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 82
|
Bu link'i Organik Tarım başlıklarında paylaşmam doğru olacak dedim..: Organik Tarm Bilgi Paylam Sitesi |
|
|
|
|
|
#28 |
|
Ağaçsever
Giriş Tarihi: 16-04-2013
Şehir: Karabük
Mesajlar: 69
|
"KüçüK bir Kaliforniya biyoteknoloji şirketi olan Epicyte, genetik mühendisliği marifetiyle, yendiğinde erkeği kısırlaş*tıran bir mısır geliştirdiklerini açıkladı." Bundan da anlaşiliyor ki , tüm insanlik ,özellikle fakir ülkelerin insanlari ,acimasiz emperyalizmin denekleri haline getirilmiştir !!! Ve toplumsal yok etme başlamiştir. Kakalak ve böcek toplumlar !!! dünyadan silinmelidir .... Bu toplumsal yok etmenin silahi ise GIDA olacaktir !!! Toplumlari kisirlaşmakta kullanilmaya başlanmiş olan mısır , yüzlerce gida maddesinde nişasta olarak katki amaçli kullanilmaktadir.Özetle MISIRin gida sektöründe kullanim sahasi çok geniştir. 20 yıllık kısırlaştırma projesi Küçük bir Kaliforniya biyoteknoloji şirketi olan Epicyte, genetik mühendisliği marifetiyle, yendiğinde erkeği kısırlaş*tıran bir mısır geliştirdiklerini açıkladı. Epicyte, Svalbard'ın iki sponsoru olan DuPont ve Syngenta ile teknolojilerini yaymak için ortaklık kurmuştu. Çok il*ginçtir ki Epicyte, genetiği değiştiril*miş sperm öldürücülü mısırı ABD Ta*rım Bakanlığından (USDA) aldığı araştırma fonuyla geliştirmişti. Toplumun üremesini engelleyecek olan işlem önce erkeği kısırlaştirmak amaciyla spermi öldüren bir katkiyla mısır vasitasiyla kullanima verildi. Erkeklerin spermleri , döllenme sağlayamayacak duruma getirilmeye başlandi. Böylece "Negatif ojenik" projesi yürütülmeye başlandi. Kara baronlar bununla da yetinmediler . Bir başka uygulamalari da şöyle oldu ; 1990'larda BM Dün*ya Sağlık örgütü, Nikaragua, Meksika ve Filipinler'de 15 ila 45 yaşları arasın*daki milyonlarca kadının tetanoza kar*şı aşılanması için bir kampanya başlat*tı. Erkekler de tetanoz olabilirdi ama aşı erkeklere yapılmadı. Bu şüphe uyandırıcı durumdan ötürü Katolik bir kilise organizasyonu olan Comite Pro Vida de Mexico (Meksika Yaşam Komitesi) aşıları test ettirdi. Test sonuç*ları ile, Dünya Sağlık örgütü'nün (WHO) yalnızca çocuk doğuracak yaş*taki kadınlara dağıttığı aşıların Chorionic Gonadotrophin (hCG) içerdiği ortaya çıktı. Doğal bir hormon olan hCG, tetanoz toksoid taşıyıcılarıyla birleştiğinde kadınların hamile kalma*sını engelleyen antikorları üretiyordu. Daha sonradan ortaya çıktı ki Rocke*feller Vakfı, Rockefeller Nüfus Kon*seyi, Dünya Bankası ve ABD Ulusal Sağlık Enstitüleri, Dünya Sağlık örgü*tü (WHO) için tetanoz taşıyıcın bir kı*sırlaştırma aşısı üretmek için 1972'de 20 yıllık bir proje başlatmışlardı. Ayrı*ca Svalbard Kıyamet Tohum Deposu'nun ev sahibi Norveç hükümeti kısırlaştırıcı aşının üretilmesi için 41 mil*yon dolar bağış yapmıştı! MODERN ÇAĞIN TÜM GERİ KALMİŞ TOPLUMLARI DİĞER DEYİŞLE, ZENCİLERİ KISIRLAŞTIRILMALI VE HATTA HASTA EDİLEREK YAŞAM SÜRELERİ KISALTILMALI VE BÖYLECE ORTADAN KALDIRILMALI İDİ !!! Bu durumda okullarımızda yapilagelmekte olan ve uzun senelerdir devam eden aşilarin niteliği hakkında düşünmemiz de gerekmez mi ? Hibrid tohumlarla tekel tuzağı Rockefeller'in gelişmekte olan ülke*lerde yürüttüğü Yeşil Devrim çalışmalarına bu açıdan bakınca korkunç gö*rünüyor… Rockefeller Vakfı 1946'da sadece adı yeşil olan "Yeşil Devrim"i başlattı. Neydi Yeşil Devrim? 60'larda Rocke*feller'in çalıştığı Meksika, Hindistan gibi ülkelerde daha çok ürün veren ıs*lah edilmiş tohum çeşitleriyle açlık so*rununu büyük ölçüde çözmeyi vaat ediyordu. Yıllar sonra. Yeşil Devrim'in aslında Rockefeller ailesinin ileride tekelleştirebilecekleri bir tarım geliştirme planı olduğu ortaya çıktı; tıpkı yarım yüzyıl önce petrol endüstri*si işinde yaptıkları gibi. Nasıl tekelleştiler? Yeşil Devrim gelişmekte olan piyasa*larda yeni hibrid tohumların üretilme*sine dayanıyordu. Hibrid tohumlar üreyemedikleri için çiftçilerin her sene tohum alması gerekiyordu. Hibrid to*hum patentlerinin DuPont / Pioneer Hi-Bred'in ve Monsanto'nun başını çektiği bir avuç dev tohum şirketinin elinde toplanması daha sonra GDO'lu tohum darbesi için yolu açtı. Hibrid to*humlar ve bu tohumların ihtiyaç duy*duğu kimyasal gübreler, çiftçileri tarım ve petro-kimya şirketlerine bağımlı hale getiriyordu. Bu gübreler Rocke*feller kontrolündeki büyük petrol şir*ketlerinin ürünüydü. Ot ve böcek ilaç*lan da petrol ve kimya devleri için ek pazarlar oluşturuyordu. Yeşil devrim aslında bir "kimyasal darbeydi". Geliş*mekte olan ülkelerin yüksek miktarda*ki gübre ve ilaç girdisini finanse etme*leri mümkün değildi. Bu nedenle Dünya Bankasından kredi notu ala*rak ve ABD hükümetinin garantisi al*tındaki Chase Bank ve diğer New York bankaları aracılığıyla özel borç*lar aldılar. Sonuç? Bankalara ve tefecilere borçlanan çift*çiler genellikle topraklarını kaybetti*ler, iş aramak için şehirlere göç ettiler; fabrikaların ucuz işçi açığı da kapan*mış oldu. Patentli biyolojik silah Peki ya bugün? Bugün de Gates ve Rockefeller Afri*ka'da Yeşil Devrim adı altında bir projeye daha milyonlar yatırıyor. Amaç yi*ne GDO tohumların ve kimyasalların yaygınlaştırılması. Bunun için pek çok teşvik ve kampanyalara başvuruyorlar. Büyük bir tekelleşme tehdidiyle kar*şı karşıyayız... Plan işlerse tüm dünya birkaç tohum devinin kölesi olacak. Washington'dan gelen emirler doğrultusunda Washington'un siyasetlerine karşı olan üçüncü dünya ülkelerine tohum ver* meme olasılığı da var. Ayrıca pirinç, mısır, buğday ve soya gibi dünyanın temel gıda üretimi için patentli to*humların üretimi korkunç bir biyolo*jik silah olarak da kullanılabilir. Ge*netik müdahalelerle öldürücü gıdala*ra çevrilebilirler. (Yeni Aktüel) Katil Bush "Irak'ta yeşerdiğinde bütün bölgeye yayılacak demokrasi tohumlarını ekmek için bulunuyoruz" derken mecazi bir ifade kullanmıyordu. Nasıl mı? Gıda Fiyatlarındaki Yükselmeyle Başlayan Ayaklanmaların Görmezden Gelinen Nedeni: Gdo'lar! Gıda fiyatlarının artması ve dünyanın bazı bölgelerinin açlık tehdidiyle karşı karşıya kalması bir süredir hararetli tartışmalara neden oluyor. Durumun nedenleri arasında küresel ısınma kaynaklı kuraklık ve beslenme yerine biyoyakıt üretimi için ekim yapılması üzerinde durulurken, Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar'ın (GDO) bu süreçteki etkinliğinden fazla bahsedilmiyor. Oysa "dünyada açlığı sona erdirme" iddiasıyla yola çıkan dev şirketlerin genetik mühendislik ürünlerinin insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri araştırılmaya devam ederken, tarımdaki sonuçları son günlerde yaşanan ayaklanmalarla kendini göstermeye başladı bile. Irak'ı bombalamaya başladıktan üç ay sonra, Mayıs 2003'te Başkan Bush GDO'ların stratejik bir konu olarak ABD'nin savaş sonrası dış politikasının önceliği olduğunu vurgularken belki de nadir doğrularından birini söylüyordu. 1970'lerin sonunda başlayan bitkilerin genetik olarak değiştirilmesiyle ilgili çalışmalar 80'lerde düzenleyici hiçbir yasa olmadan hızlandı. Ana aktörse Başkan Yardımcısı "Baba Bush"tu; 1988'de başkan olduğunda da, ABD'de GDO üreten şirketlere serbestlik tanıdı. Pandora'nın kutusu açılırken, bilim adamları uyarıyordu. Bunlara kulak tıkayan Başkan Bush 1992'de noktayı koydu: "Genetiği değiştirilmiş (GD) mısır, soya fasulyesi, pirinç ya da pamuk gibi bitki ve yiyecekler 'büyük ölçüde' doğal olanlara denktir!" Süt sağlıktır! Yoksa değil midir? ABD yönetimiyle sıkı bağlantıları olan Monsanto şirketinin piyasaya giren ilk patentli GDO ürünü "rBGH" yani büyüme hormonu içeren süt oldu. Monsanto'nun iddiasına göre rBGH enjekte edilen inekler yüzde 30 daha fazla süt üretecekti. Geçimini bundan kazanan çiftçiler için azımsanmayacak miktardı bu. Üstelik Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) bu sütün sağlıklı olduğunu açıklamıştı. Fakat çiftçi ve tüketicilerin bilmediği, bu hormonun inekte IGF-1 adı verilen başka bir hormonu da arttığıydı. Bilim adamları hayvanlarda insülin benzeri bu büyüme faktörünün artmasının kansere yol açabileceği söylüyordu. Zamanla ineklerin sağlığı bozulmaya başladı. Yürümekte bile zorlanan bu hayvanları iyileştirmek içinse daha fazla antibiyotik verildi. 1990'ların sonunda antibiyotik kullanıcılarının yüzde 70'i artık hayvanlardı! Ve tabii et ve süt tüketen insanlar da antibiyotiğe dirençliydi artık 1991'de FDA'da GDO'larla ilgili politikaları belirlemek üzere yeni bir birim kuruldu. |
|
|
|
|
|
#29 |
|
Ağaçsever
Giriş Tarihi: 16-04-2013
Şehir: Karabük
Mesajlar: 69
|
BİYO-SİLAH TERMİNATÖR TOHUMLAR 3 Kendimizin çıkarlarımızdan fedakarlık ederek dünyanın iyiliği için lüksümüzden vazgeçeceğimiz konusunda kandırmamıza hiç gerek yok." Seorge Kennan, 1948 Bu, güç devrimi tarihinin de ötesindedir, hatta bilim dâhi bu azınlığın hizmetine sokulmuştur. 1948'de Kennan'in da kendi notlarında tavsiye ettiği gibi, herhangi bir fedakârlık veya dünyanın iyiliği düşünülmeden acımasız politikalar uygulandı, Ölüm tohumları Sizlere belki duymuş ve hatta okumuş olduğunuz önemli bir kitap ve yazarından bahsetmek istiyorum; Gazeteci F. William Engdahl, 'Ölüm Tohumları' eserinde GDO adı verilen "şeytan planının" tüm ayrıntılarını açıklıyor. Amerika üzerinden insanlığı kontrol altına almak, bazı milletleri kısırlaştırarak yok etmek gibi çok kirli planları olan şirketlerin içyüzünü deşifre edilen eserin 'giriş' bölümü aşağidadir. 'Ölüm Tohumları' herkesin üzerinde çokça düşünerek okuması gereken bir şaheser. "Biz dünya nüfusunun %6.3'ünü oluşturuyoruz ama zenginliğinin yarısına sahibiz. Bu farklılık özellikle bizler ve Asyalılar kadar büyük. Böyle bir durumda kıskanılma ve gücenilme gibi bir durumda olamayız. Gelecek dönemdeki asil görevimiz, ulusal güvenliğimize bir zarar getirmeden bu farklılık durumunu sürdürebileceğimiz bir ilişki kalıbı tasarlamaktır. Bunu yapmak için de tüm duygusallık ve hayallerden uzak durup dünyanın her yerindeki ulusal hedeflerimize odaklanmalıyız. Kendimizi çıkarlarımızdan fedakarlık ederek dünyanın iyiliği için lüksümüzden vazgeçeceğimiz konusunda kandırmamıza hiç gerek yok." Seorge Kennan, 1948 Bu kitap küçük bir sosyo-politik elit zümre tarafından 2.Dünya Savaşı sonrasında Vaşington'da ele alınmış bir proje ile ilgilidir. Bu, Kennan'in "farklılık durumunu sürdürebilmek" tümcesinin nasıl hayata geçirildiğinin anlatılmamış hikâyesidir. Aynı zamanda bir avuç insanın savaş sonrası tüm kaynaklara ve güce sahip oluşunun da hikâyesidir. Bu, güç devrimi tarihinin de ötesindedir, hattâ bilim dâhi bu azınlığın hizmetine sokulmuştur. 1948'de Kennan'in da kendi notlarında tavsiye ettiği gibi, herhangi bir fedakârlık veya dünyanın iyiliği düşünülmeden acımasız politikalar uygulandı, Seleflerinin aksine İngiliz imparatorluğu içindeki hâkim guruplar, yeni beliren 'Amerikan eliti, kendilerini savaştan sonra, "Amerikan Yüzyıh"nın şafağında ilan ettiler ve hitap yeteneklerini, dünyanın iyiliği için düşüncesini kendi amaçlarına uygun şekilde kullandılar. Onların Amerikan Yüzyılı daha yumuşak ve kibar bir imparatorluk olarak sömürgecilikten kurtuluş, demokrasi, ekonomik gelişme ve özgürlük kisvesi altında diğer ulusların kaderlerine hükmedebilen, Büyük İskender'den sonraki en büyük küresel imparatorluktu. Bu kitap "Bir Savaş Yüzyılı: Anglo-Amerikan Petrol Politikaları ve Yeni Dünya Düzeni" adlı kitabın bir devamı niteliğindedir. Petrolden sonra ikinci bir "kırmızı hattı" takip eder. İnsanın yaşamını sürdürebilmesinde en temel ihtiyacı olan günlük ekmeğinin karşılanmasını konu alır. 70'ler boyunca bu Amerikan elitin menfaatine hizmet eden kişi, hayatı boyunca 'güç dengesi1 politikalarının bir uygulayıcısı olan Henry Kissinger'di. Ve dünya hâkimiyeti konusundaki şu fikrini açıklamıştır; "Petrolü kontrol edersen ulusları kontrol edersin, yiyeceği kontrol edersen insanları kontrol edersin." "Küresel yiyeceği kontrol etme plânı" 1930'ların başlarına, savaşın patlak vermesinden önceye dayanır. Bu organizasyon belli başlı bazı ailelerin servetlerini korumak amacıyla seçilmiş özel kuruluşların yardımlarıyla maddi olarak destek görmüştür. Bu aileler güç ve zenginliklerini doğu sahili boyunca Boston, Vaşington, New York ve Philedelphia'ya yerleştirmişti. Bu sebeple egemen medya kuruluşları sıkça onlara atıfta bulunmuş, zaman zaman alay konusu etmişlerse de genellikle övmüşlerdir. Savaşla birlikte Amerikan gücünün ağırlık merkezi doğu sahilinden Seattle, Houston, Las Vegas, Atlanta ve Miami gibi bölgelere dağıldı. Sonradan da Asya, Japonya ve Latin Amerika'ya. 2.Dünya savaşından bir süre önce bir aile diğerlerine göre daha fazla öne çıkmıştır. Bu ailenin serveti, uğruna kan dökülen ve savaşılan 'kara altın' petrole dayanıyordu. Bu aileyle ilgili olağandışı olan ise ailenin sadece petrole değil, diğer başka alanlarda da yatırım yapmaya karar vermesi olmuştur. Psikoloji, tıp, gençlerin eğitimi, tarım, biyoloji ve biyolojinin tarımsal uygulamalarına yatırım yapmışlardır. Çoğu kişinin fark etmediği devasa bir büyüme ve gelişme göstermişler, servetlerini de o ölçüde büyütmüşlerdir. Bu kitapta ele alınan ana konu olan 'genetiği değiştirilmiş organizmalar' ya da GDO'nun tarihi, dönemin güçlü ailelerinden olan Rockefeller ailesinin (ve 4 kardeşin - David, Nelson, John ve Laurance) tarihiyle paralellik göstermektedir -ki savaşın Amerikan zaferiyle bitmesinden sonraki 30 yıl süresince güç evrimine bu insanlar yön vermiştir. Gücün tamamı ellerindedir ancak işin maliyeti tüm dünyayı etkilemiştir. Bundan 30 yıl önce, erk Rockefeller ailesinin etrafında toplanmıştı. Bugün ise 4 kardeşin 3'ü çeşitli nedenlerle vefat etmiştir. Tüm amaçları, daha sonraları Pentagon'un 'tam spektrum egemenlik' adı vereceği, gerektiğinde askeri gücün de devreye sokulabileceği küresel hâkimiyetti. Projeleri o günlerdeki küçük bir güç gurubundan bugün hayal bile edemeyecekleri, tüm gezegenin geleceği hakkında inisiyatif sahibi oldukları bir noktaya evirildi. Kalıtım mühendisliği ile bitki ve diğer canlı organizmaların patentlenmesi tarihinin anlaşılabilmesi için 2.Dünya savaşını takip eden yıllardaki Amerikan gücünün dünyada nasıl yayıldığına bakmak gerekir. George Kennan, Henry Luce, Averell Harriman ve hepsinden önce Rockefeller kardeşlerin tarım sektöründe başlattığı 'yeşil devrim' sayesinde Petro-kimyasal gübre, petrol ve enerji ürünlerine bağımlılık arttı. Onların o günlerde yaptıkları bugünün genetiğini değiştirme tarihinin ayrılmaz bir parçasıdır. Yüzyılın başında gerçekleşen 4 çokuluslu dev şirket birleşerek dünya üzerindeki çoğu insanın temel besinlerinin (pirinç, soya fasulyesi, buğday, mısır ve hatta bazı sebze ve meyveler ile pamuk) kontrolünü ellerine geçirdiler. Hastalığa dayanıklı kümes ürünleri, genetiği değiştirilmiş, güya kuş gribine dayanıklı ürünler ve geni değiştirilmiş domuz ve sığır üretimi için çaba sarf etmişlerdir. Dört özel şirketin üçünün Pentagonla kimyasal savaş araştırmaları konusunda sıkı bağları vardı. Dördüncü şirket aslen İsviçre kökenli olmasına rağmen İngiliz kontrolü altındaydı. Petrolde olduğu gibi GDO tarım projesi de bir Anglo-Amerikan küresel plânıdır Mayıs 2003'te Bağdat'taki acımasız Amerikan bombardımanının dumanı dağıldığında ABD başkanı GDO projesini stratejik bir konu haline getirdi ve ABD'nin savaş sonrası öncelikli dış politika gündemini oluşturdu. Dünyanın ikinci en büyük tarım üreticisi konumunda bulunan AB, bu küresel plânın önünde zorlu bir engel teşkil etmekteydi. Her ne kadar Almanya, Yunanistan, Fransa ve Avusturya gibi AB ülkeleri diğer dünya uluslarına benzer şekilde GDO ekimine sağlık ve bilimsel nedenlerle karşı çıksalar da, 2006 yılı başlarında Dünya Ticaret Örgütü (WTO), AB'ni toplu GDO üretimi için kapılarını açmaya zorladı. ABD ve İngiliz ordularının Irak'ı işgaliyle birlikte Vaşington, bu ülkeye genetiği değiştirilmiş tohumları ABD Tarım Bakanlığının bir cömertliği olarak göndermeye karar verdi. İlk büyük çaplı deney 90'ların başında çok uzun zamandır Rockefeller ailesinin bozduğu ve yolsuzlukla başı dertte olan Arjantin'de zaten yapılmıştı. İlerleyen sayfalarda da göreceğiniz gibi GDO'nun yaygınlaşması ve çoğalması uğruna politik tehdit, hükümet baskısı, yalan, rüşvet yöntemleri kullanılmış ve hatta cinayetler bile işlenmiştir. Okurken bir suç romanı hissine kapılmanız sürpriz olmayacak. Tarımsal verimlilik ve dünyanın yiyecek sorunlarını çözme adı altında işlenen bu suçlar, bu küçük zümrenin amaçları doğrultusunda önemsizdir. Yapılan bunca şeyin hedefinde sadece para ve kâr yoktur. Nihayetinde bu güçlü aileler kimlerin merkez bankalarının başlarında duracağına karar verirler. Para onların yaratmaları ya da yok etmeleri için emirlerindedir. Amaçları daha önceki despot ve diktatörlerin hayal ettikleri gibi mutlak dünya hâkimiyetidir. Kontrol edilmezlerse 10-20 yıl içerisinde bu hedeflerine ulaşmaları işten bile değil. Bu sebeple bu gerçeğin duyurulması ve herkes tarafından bilinmesi büyük önem arz etmektedir. (Bu metin Gazeteci F. William Engdahl’ın 'Ölüm Tohumları' adlı eserinin giriş bölümüdür. |
|
|
|
|
|
#30 |
|
Yeni Üye
Giriş Tarihi: 08-03-2014
Şehir: balıkesir
Mesajlar: 7
|
çok güzel ve doyurucu 1 konu olmuş aklımdaki 1 çok soru işareti gitti. |
|
|
|
![]() |
| Etiketler |
| armutlu, organik, tarım |
| Konu Araçları | |
| Mod Seç | |
|
|