![]() |
|
|
|
#1 |
|
Yeni Üye
|
Dürbünle Ağaçlara Bakmak
DÜRBÜNLE AĞAÇLARA BAKMAK İlk anda saçma gelebilecek olsa da böyle bir konu var. Bu yazıda, naçizane tecrübe, birikim ve hissiyatımı -belki enazından yeni nesillere ve bir defaya mahsus olsa da- anlatmış olurum dedim. Forumda konumlanabileceği bölüm olarak da ancak burayı münasip gördüm. ……………………. Teselli o ki, yeni nesillerin eğitilmesi zarureti ortadan hiç kalkmayacak. Çünkü anne karnından -arketipik derin miras sayılmaz ise- cahil olarak doğulur. Fakat o küçük hayvan yavrusunun baştan itibaren gözleri vardır ve açıktır. Yani, o bakan gözler -insan varoluşu, içine doğulan gerçeklik karşısında hep birkaç sıfır geriden başlıyorsa da- mevcuttur. İnsanın görmesine “görüş” denir. “Dürbün görüşü”ne inanılmaz saygılıyım. Gözümde çok büyüyor. Dürbün “büyüttüğü için” değil, aracısız bir “görüş imkânı” olduğu için. Dürbün doğrudan bir mucizedir. Halbuki “fotoğraf / fotoğraflama” gayreti, aslında, dürbünü bastırmaktadır. “Gerçeği fotoğraflamak” için yaşanır olunduğunda evet fotoğraf çekilmiş oluyor. Fakat “görüş”, işte o geride kalıyor. Dürbün “görüşü” öne çıkartmaktadır. Hem de doğrudan. Dün ( 20 Eylül 2025 ), sırf bildiğim bir mekândaki “ağaçlara dürbün ile bakmak için” yola koyuldum ( 30+30 km ). Onlar meşe-lerdi. Tabiata dürbün ile bakmak zaten başlı başına büyü iken, “ağaçlara dürbünle bakmak” bu büyük tecrübenin apayrı bir tezahürü olmuş oluyor. Bu yazıyı hazırlamak sebeplerimden biri de, dürbünü web enformasyonunun ayağa düşürücü ezberlerinden kurtarabilmek. Çünkü, konunun aslını ifade edebilmek yerine saçma rakamlarla örülmüş dantel copy /paste’lar artık tahammül edilemez oldu. Bu sadece Tr web’te değil, yabancı web’te de böyle. Bugün bir çocuğun “avuçüstü idiot aleti” dediğim ve fakat global sahiplerin hayat ehline “akıllı telefon” adıyla ustaca itelediği şeyler yerine “dürbün” diye tutturması ne kadar da harika olurdu. Tamamen istisnaya düşmüş ise de o çocuk muhtemelen hâlâ var. Ve işte tam da burada eski defterlerden web’e copy/paste edilmiş ezberler ve bunlara dair rakam safsataları sahne alıyor. Niçin? Çünkü “dürbün görüşünü” anlatabilmek için hiç çabalamamışlardır. Neyi ve ne kadar anlatabilsinler ki? Evet, “terrestrial observation” denen bir mefhum zihnimde kimbilir ne zamandır yerli yerinde. Bununla kastedilmesi gereken anlam, dürbün başta olmak üzere, ufuk azimutunda “uzakları görmek veya görüntülemek” amaçlı özel optiklere dair tecrübe olmalıdır. “Ağaçlara bakmak” da buna dahil. Bu arada bazen birşeyler yapmak için gayret edenler oluyor. Fakat hüzün verici olan, o gayretlerinde bile taklit rit’lerine sığınıyorlar. “Gece yıldızlara bakacam” hevesini görüyorum. Fakat onun bile arkasında ( yani aslında ) “arkadaşlarınızla paylaşın” halindeki sürüleştirme / idiotlaştırma rüzgârı bulunuyor. “Dürbünün objektif çapının büyütme katsayısına bölünmesi” ile başlayan yapay zekâ kılıklı tekrarlar... En baştan, “dürbünde objektif çapı ne kadar büyük ise o kadar iyidir” gibisinden bir ezber, tabiat dürbününde geçerli değildir. Meselâ, “ağaçlara dürbünle bakmak insanlığını” hiç yaşamamış biri bir “Nikon 10x35 EII” modelindeki 35’i nasıl izah edebilir? O niçin 50 (mm) değil de 35 mm’dir? Üstelik o dürbün 150$ değil 1000$dan fazla bir etiketli iken… O kategorideki bir dürbünde “objektif çapını nisbeten düşük tutmak”, izahatini, maliyeti düşürmede değil, “objektiften gelen ışığı mükemmelen toplayıp kıymetlendirebilmede” bulmalıdır. Fotoğraf makinalarının objektiflerinde de geniş objektif çapları tercih edilir fakat onlarda “diyafram” imkânı vardır. Halbuki dürbünde diyafram herhalde hiç olmamıştır. Nikon 10x35 EII’de 35’i 10’a bölünce çıkan rakam -yine ezberdeen- “eye pupil” değeri olmaktadır. Fakat -10x50 dürbün standardına nazire olarak- niçin 5 değil de 3,5(mm) eye pupil? Demek ki, “tabiata ve bilhassa da ağaçlara bakmak” amacıyla tasarlanıp imal edilmiş dürbünde eye pupil değeri 3-3,5mm olarak “sınırlandırılmaktadır”. “Azami ışık geçirgenliği” de tamamen ezberdir. Halbuki aslolan, “soğuk kontrast” yolunu kaliteli toplam ışık geçirgenliği ile tamamlayan kaplamalardır. Demek ki, sözde dürbün sayfa veya videolarında “tabiat dürbünü” mefhumu hiç bulunmamaktadır. Elbette, bilinmeyen bir şey aynı zamanda bulunmayacaktır da. Konu hakkında sağda solda birşeyler duyabilmek imkânsız. Halbuki cennet mekân 3.dünya şartlarında (da) dürbün pekâlâ var. Buna mukabil, herhalde başta atlar ve sonra türeme kuşçuluk işleri olmak üzere sağa sola dürbünle bakan binlercesi de var. Muhtemelen yıllık satış rakamları da mevcuttur. Fakat, tuhaf bir şekilde, “tabiata dürbün ile bakmak” ve buna dair görüşün karakteristikleri hakkında tek bir yazı hiç olmuş mudur? Ben -kimi kesintilere rağmen- yarım asırdır hayatında dürbün yeralan biri oluşuma rağmen böyle bir denemeyi hiç görmedim. Bunda elbette konunun filozofik seviyede subjektif kalması bir sebeptir. Fakat filozofik kalmasını “bahane” eden derin ve kuşatıcı gerçeklik asıl sebeptir. “Dürbün görüşü” varoluşu tamamlıyor. …………………… Yeşil yapraklar… Her ağacın yapraklarındaki yeşil, dürbün görüşünde bambaşkadır. Tabi, görüşteki soğuk kontrast ambians esas ise de, bu bir kadife kumaş yüzeyi yeknesaklığı değil. Aksine, her bir yaprağın dahil olduğu ve de tamamen dürbünün kendine has derinlik ve parallaksında kıymetlenen bir doku ve kontur karmaşası halinde. Dokuda herbir yaprak dal karmaşasına bağlı olsa da her biri farklı bir nesne gibi algılanmış olur. “Soğuk kontrast” diyorum çünkü bütün terrestrial görüş imkânlarında ten rengi filan değil o mavi-yeşil peşinde koşulur. Buna pahalı Cassegrain / Maksutov konstrüksiyonundaki aynalı teleskoplar da dahildir. Her defasında / her kurguda, görüşteki görüntüde amaç parlaklık değil, tam aksine, parlaklığın bastırılmasıdır. Koyu kontrasttaki netliği mümkün kılan da bu olmuş oluyor. Hepsinde de çok iyi bir “süzme” ile ulaşılmış soğuk ve nisbeten koyu ağırlıklı kontrast esastır. Yani, klişe olarak dürbün optik sisteminde “ışık geçirgenliğinin azami seviyelere taşınabilmesi” tekrarlansa da kaliteli bir dürbünde aslında olan “süzme”dir. Fakat süzülen ışık değil hava olmaktadır. Yani, mesafe ile son derece çetrefillenen atmosferik derinliğin sebep olduğu kendine has “haze”in bertaraf edilebilmesi. Haze yani ufuk buğusu, genel olarak tipik yüksek rakımlı yaz günü öğleden sonrasında enaz olacaktır. Bu bakımdan dürbünde deniz değil toprak ve onun yaylası mekân olmaktadır. Fakat her halikârda “yaz”. Elbette dürbünle ağaçlara bakmak gibisinden tuhaf bir fasılda atmosferik etki yıldızlara veya binlerce metre irtifadaki bir uçağa bakmaktaki gibi değildir. Yine de, dürbünün kalitesi o mesafede de kendisini ifade edecektir. Ağaçlara bakıldığında en mükemmel görüşü mümkün kılacak bütün bir dürbün optiğinde “buna uygun kaplamalar” öne çıkar. “Ağaçlara bakmak” dürbününde soğuk kontrast buğulu bir leke/kontur düzenini verebilmelidir. Bu bakımdan, dijital havasındaki “roof prism” keskinlik yerine “eski ekol” yani porro prism daha uygun kalır. Net fakat buğulu, soğuk kontrast ve büyülü. Bu, normal fotoğrafik görüntüde arzu edilen cinematic soften’dan da farklı birşeydir. İlaveten, dürbündeki soğuk kontrast, ağacın dalındaki küçük kuşun karın turuncusunu veya gövdeye ayaklarını saplamış orman ağaçkakanındaki kırmızıyı yutuyor da değildir. Onlar yine vardır ve hatta soğuk kontrast ortasında daha da harikadırlar. Tabiat dürbününde bütün bunlar “porro prizma” kurgusu ile olur ( artık hiç porro prizma modelleri olmayan Zeiss veya Leica’lara rağmen ). Çünkü, dürbün görüşünün büyüsündeki ana husus “büyütme” ve buna mukabil bir inanılmaz “derinlik planı / parallaks” olsa da, bu fizik mucizenin aslında “stereoskopi” bulunmaktadır. Fakat hayat tezgâhının hele ki 3.dünyalı çöküş entropisi karşısında, “stereoskopi ve 3D’nin tamamen farklı olduğunu” dahî hatırlatmak gerekiyor: 3D, bakılan gerçekliğin kendisidir. Stereoskopi ise, görüşün karakteristiğidir. Yani “3D görüş” diye bir mefhum yoktur, -3D’ye- “steroskopik bakış / görüş” vardır ( Böyle olunca 3D gerçeğe monoküler bakmakla 3D ortadan kalkmaz. Sadece “görüş” kabiliyeti zaafiyete düşmüş olur ). Şimdilerde “çatıcılar ( yani, roof prizmacılar )” dürbün görüşündeki en mühim ve de dürbünün insan görüşünü bu derece büyülü şekilde tamamlayan asıl hususun stereoskopi olduğunu, bunun ise, “birbirlerinden mümkün olduğu kadar uzak objektifler” ile mümkün olabileceğini unutturmak peşindeler. Dürbünde steroskopik mükemmellik ancak porro prizma kurgusu ile mümkündür. O derece mühim “kaplama (mercek / prizma kaplamaları )” işi dahî bunu ancak tamamlar durumdadır. O da, kaplamalar yeni teknoloji olsa bile “eski ekol” görüşü ortadan kaldırmayacak şekilde. ………………….. İşin içine giren anlar / bilir: Nikon, SE seriini çoktan nihayetlendirmiştir. Fakat “ağaçları en mükemmel görmek” yolunda porro prizma “EII” serii devam ediyor. Fiyatı, ahalinin cehaletten ezberlemesine iyi ve muhtemelen bir o kadar da “kolay” reklamlanan normal Monarch’ın 7’inin dahi iki katı kadardır ( Anormal Monarch, 10x42 HG’dir ve o ise Porro 10x35 EII’den pahalıdır ). 10x35 Porro EII, Monarch 7 10x42’den niçin neredeyse iki kat daha pahalıdır? Çünkü diğer tarafta -aynı görüşten- Swarovksy Habicht serii bulunmaktadır. Ki, Habicht seriinde 10x40 modeli de var. Bu ikisi ( Nikon 10x35 EII ve Swa 10x42 Habicht ) bana rakipten ziyade -istila karşısında- “müttefik” gibi görünüyorlar… ………………….. Meşelere -dürbünle- uzun uzun baktım. Hangi mesafeden? Elbette 100 metreden değil, ortalama 15-20 metreden ve hatta yer yer daha da yakından. Çünkü “ağaçlara -dürbünle- öyle bakılır”. Dürbünler hakkında -sözde- anlatan sayfalardaki klişelerden biri olan “en yakına netleme mesafesi” yerini tam da burada bulmuş oluyor. Belki, yakındaki çalıya konmuş kelebek veya yusufçuka bakmak için 3m. gibi bir yakın netleme iyi olurdu. Fakat genel olarak porro dürbünlerde standart kalan 8-10m. gibi değerler ağaçlara bakmada kâfi olmaktadır. Ve bütün bunlar, fotoğraf makinasıyla bakmaktan tamamen farklıdır. Yani, ağacı kadraja sığdırmak derdi yoktur. ( Ki, yıllar önce yine bu forumda “Ağaç fotoğrafı nasıl çekilir” başlığıyla yazmıştım ). Ağaçlara dürbünle bakmak, ormana karşıdan bakmak değildir. Hem de kesinlikle değildir. Çünkü yapraklar “seçilebiliyorsa”, o, görüş olacaktır. O sebeple, baştan beri iki mesafe ve buna mukabil görüş planı teşhis etmişimdir: 1- Ormana dışından bakmak, 2- Ormana içinden bakmak. Dürbünle, orman kaplı koskoca bir yamaca bakmak da elbette klasiklerdendir. Fakat bu, “dürbün ile ağaçlara bakmak” değildir. Son zamanlarda “Yapay zekâ destekli -görüntü- detaylandırma ve buna mukabil “upscaling” faslına ağırlık verdiğimde, Türkçe’ye aynı uydurukça dil spastikhanesinden itelenmiş “çözünürlük” kelimesinin ( uydurmasının ) daha ilk gençliğimde öğrendiğim / teşhis ettiğim “seçilirlik” gerçeği ve ona dair fizik müfredatı / muhtevayı nasıl da unutturduğunu acı bir şekilde hatırladım: Görüntü ve görüşteki “seçilirlik” bir dikdörtgenin kenar ebat rakamlarının çarpılmasıyla elde edilen bir matris değer olmayıp, yakından uzağa -radyan cinsinden- açıda “azalan” bir görüş karakteristiğidir… Bu sebeple, zaten işin başında ve hatta herzaman olduğu gibi –“yenidoğancılar” tarafından- prematüre doğmaya zorlanmış “yapay zekâ” destekli büyütme algoritma ve modellerini çuvallatan da işte o “seçilirlik” faslı olmaktadır: Büyütülebilecek olan, ancak, “seçilir” olandır. Seçilir olmayan için ise uydurulmuş olacaktır. Ki, bunu “creative” lafı ile örtbas ediyorlar. Tıpkı, kendisinden “figürü yontması” istenen heykel öğrencisinin, bunu beceremediğinde ortaya çıkardığı ucubeyi “soyutladım” diyerek yedirmeye kalkması faslında olduğu gibi… Ucubeler, “akıllı” sandıkları telefonlarındaki “fotoğraf makinesi cücesine” camera demekteler. Aletin verebildiği görüntünün kolayca şişirilmiş hallerindeki matris ise “çözünürlük” olmaktadır ( yani temel kimya laboratuvarında beher kabındaki ılık suda eritilmiş şeker gibisinden bir anlam). Halbuki, çözünürlük dedikleri şeyin aslı göz doktorunun duvarındaki harflerle dolu tabeladadır. Doktorun yapması gereken “tabelayı yakından uzağa taşımak” olmalıydı. Bu mümkün olmadığından onun yerine, sabit mesafeye asılı tabeladaki harfleri gitgide küçültmektedir. Cüceleştiklerinde(!) görüş ortadan kalkmakta, hatta imkânsızlaşmaktadır… ……………….. “Yaprakları” dürbün görüşündeki mükemmelliklerinde biraz daha anlatabilmek… Dürbün ile -hele ki ağaçlara- öğle vakti veya en fazla öğleden hemen sonrası kontrastında bakılır. Ağaçların yaprakları da aynı anlayış doğrultusunda renklenmiştir ve o “gölgeliklerinde” bir yeşildir. “Irradiance” diye bir mefhumu ancak günü geldiğinde duyabildim. Yani yine çok geç. Ağaçlarda yapraklar ışığı azami seviyede soğuracak şekilde tasarlanmıştır. Ağaçların dürbün görüşüne o derece müsbet etkisi de bahis konusu düşük irradiance sayesinde olmalıdır. Dürbünle ağaçlara bakıldığında vakit ikindi güneşine yaklaşsa bile dürbün soğuk kontrastı sayesinde can sıkıcı “ısınmayı” enazından bir yere kadar telafi edebiliyor. O da elbette yine dürbünün kalitesi ile ilgili. İlk kelime belli: “fully”... Ezbere çalacak fakat, Aşağı yukarı bütün dürbünler “multi coated”tır fakat ancak belli bir kalite seviyesi üzerindekiler “-fully- multi coated” olur. Tabiat dürbünü -benim şu andaki dürbünümde olduğu gibi- 10x50 olabilir olmasına da hiç olmazsa “fully” multi coated ise. ( Evet benim şu andaki dürbünüm de 10x50. Çünkü onu daha ziyade karanlık gökyüzü – yıldızlar nostaljisi için öyle tercih etmiştim. Dediğim gibi, “fully coated” olmasaydı tabiata bakışta çuvallama ihtimali yüksek olurdu. Kaldı ki, derin etkisini zihnime çocukluğunda kazımış dürbünüm 8x30 bir Olympia idi ). Ucuz dürbünlerin tamamı “fully” olmayan dev bir çöplük teşkil ediyor. ……………………….. Aniden karar verip yaptığım dünkü gezide meşelerin bir kısmı kızıl meşe idi ve ben “olması gereken” öğle / öğleden hemen sonrası vaktini kaçırmıştım. Gözardı ettiğim diğer husus ise, aynı mekâna 7 yıl öncede kalmış ve de fotoğraflamadan ibaret ilk gidişimin mevsim bakımından bundan sadece 20 gün kadar önce olmasıydı. Asıl gecikme de buydu. Sonbahar ekinoksuna yakalanmış oldum. Meşelerin yaprakları herşeyi anlatıyordu. Meşelerin yaprakları için son böyle. Fakat başlangıç yani yaz başı için ise Anadolu haziranına gelinmesi gerekir. Aksi halde meselâ iyi gitmiş bir ilkbaharın mayısında meşe yaprakları taze bir sarı bir tondadır. Buna mukabil koskoca bir meşe meşceresi saçma bir marul göbeği sarısı görüş/görüntü verir. Bir meşe grubundaki her bir ağacın hali, yapraklarındaki tonal yelpazeden anlaşılabilir. Su mu, toprak mı, yoksa ulu orta rüzgâra fazla maruz kalmak mı? Birşeyler kimi meşe ağaçlarının yaprakları yeşilden sarıya sürüklemektedir. ………………….. “Ağaçlara dürbün ile bakmak” hikayesinde Anadolu klasiği dereboyu kavaklarına o kadar yakından bakmak gerekmez ( yapraklar yüksektedir ). Dürbün ile bakılan kavaklarda yaprakların çift taraflı yeşili kadar yaz esintilerindeki nisbeten uzak kalan çırpınışları öne çıkar. Bunu, kargaların kavak tepelerindeki yuvalarına -o rüzgârda- ustaca iniş kalkışları tamamlar. Buna karşı, ormanda, karaçamların gelemediği bir rakımda onca sarıçam arasında bir orman kavağına denk gelinmesi ise tamamen farklıdır. Ormanda kayın, bahçede kiraz veya zerdali. Hem kiraz hem de zerdali tam birer dürbün klasiğidir. Yaprakların tamamında öyledir fakat zerdali yaprağı da -kavakta olduğu gibi- yine rüzgârı anlatır. Kirazda da zerdalide de yapraklarla kontrast halinde gövde ( kabuk ) vardır. Klasik bir ormaniçi fotoğrafımda ahlatın yapraklarını -monitör başında- kriter olarak kullanıyor isem de ( çünkü kendine has bir gri / turkuaz kartelası vardır ), ahlata dürbünle bakmak da başkadır. Yine çok eskiler ( orman yılları öncesi ) ve -dürbünde- akasya… Akasya yaprakları normal görüşte zaten kendine has iken dürbünde daha da kendindedir. Çiçekli haldeki akasyayı dürbün görüşünde tanımış olmanın çocukluğu… Son on yıl ardından bu yaz akasya hissiyatımı yeniden bir elden geçirme imkânım oldu. Elbette, yine bildiğim mekânlardaki ve son 40 yılın fenomeni misallerden: Akasya yaprakları da -her bakımdan- muazzam. ………………….. Dürbün bir görüntü değil görüş imkânı olduğundan renk modeli / uzayı meselesi yoktur. Hatta, insan görüşünü bugünün “görüntü” şartlarıyla kıyaslamak yolunda ve sadece 16 bit bir Dynamic Range halinde göstermeye kalkanlara tezat… Yani insan görüşündeki inanılmaz ve muhtemelen enaz 24 bit Dynamic Range ( ki belki saçma olan rakamlandırmanın kendisi ) karakteristiği aslında olsa olsa dürbünün ortalama bir el aleti oluşunu telafi etmektedir. Yani, dürbün görüşü müstakil bir kontrast kadraj değil, insan görüşünün inanılmaz geniş karakteristiğini tamamlamaktadır. Dürbün ile ağaçlara bakıldığında görülecek olan yapraklardır. Yani yeşil. Elbette, -öyle bir tabiat varsa- inanılmaz bir yeşil kartelası. Bu ise, işte “soğuk kontrast” dediğim ve de tabiata bakışı mükemmelleştiren görüş karakteristiği demek oluyor. Soğuk kontrast bende 8x30 dürbün mazisi olsa da bunu belki de 1980’lerde zihnimde fetişize olmuş Japon fotoğrafi optikleri tamamlıyordu. O yıllarda Nikon objektifler çok daha hayaldi. Soğuk ambiansın şuur altı kökü belki de o özlemden geliyordur. Yani, kaliteli fotoğraf makinası objektifinin verdiği görüntü. Ki, onca yıl sonra bugün markaların fotoğrafi objektifleri yelpazelerinde tuhaf bir şekilde rakam olarak “yavaş” tabir edilen objektiflerin en pahalı modeller olup çıkması da bunu hatırlatıyor. Yani, aynı normal odak mesafesinde f1,4 gibi eski hayal bir hızlı objektif karşısında f4 yani çok daha yavaş bir objektifin çok daha pahalı olabilmesi. Halbuki olan, objektifin ışık transferi kabiliyetinin zayıf olması değil, aksine, ışığı çok daha iyi organize ediyor olması. Bununla bağlantılı olarak, meselâ, dürbün ile ağaçlara bakmanın çok özel bir hali olan “kapalı gökyüzü yeşili” şartlarında benim diyen RGB’nin nasıl da saçmalıktan ibaret olduğu net olarak teşhis edilebilir. Çünkü dürbün, o monitor RGB’de ulaşılamayan yeşili görmeyi mümkün kılacaktır. Burada kast edilen “kapalı gökyüzü” elbette boz bulanık ve de asap bozucu kış günü değildir. Pekâlâ anlaşılabileceği üzere, en sağlam olanı da herhalde ılık bir yağmur sonrası ambiansıdır. Yani gökyüzünü olduğu gibi örtüyor olmasına rağmen atmosferik “ışıma”yı engellemeyen bir kombinasyon. İşte o, “ağaçlara dürbün ile bakmak” için bambaşka bir alemdir. |
|
|
|
![]() |
|
|