https://ibb.co/0jswt5nF
( Galiba biraz daha uzatacağım ).
Dürbün faslında inatlaşacağım çizgilerim var ve bu konuyu yazmaya da bunlarla başladım.
Nasıl ki, “fotoğrafın (fotografinin) aslı Tabiat Fotoğrafçılığıdır” diyor isem, “dürbün konusunda da bu aynen geçerlidir” iddiamda kararlıyım. Ki son haftalara yığılan internet okumalarım beni alabildiğine doğrulamış oldu.
Bir defa, dürbünün maziye nasıl yayıldığı daha bir ortaya serildi. Önce, konvansiyonel bir yüzyıl vardı. Yani, Alman veya Rus dürbünleri gibi. 20.yy ve hatta her iki Dünya savaşına yayılan teknikler ve üretim… Tamamına yakını benzer tasarım ve konstrüksiyonda idi.
Çatı prizma dürbün işi 21.yy.da çıkmadı belki fakat gelişi de “gelişme”den ibaret olmadı.
Bence çatı prizma dürbün işinin altında, dürbün üreticilerinin, etiketleri, alışılmış 200-300$ kademesinden 1500-2000$’lara zıplatma şeytanlığı bulunuyor. Bu, elbette, porro prizma klasik dürbünlerin çatı dürbünleri ikame edebilirliği iddiası ve anlamında değildir. Fakat yine de asıl dinamiğin bu olduğu gayet açık. Yani, “dürbün peşine düşenler 300$ para ile kaliteye ulaşamasın mutlaka 1000/2000$’ı bayılsınlar” ve 50-100$ kâr yerine bir defada kocaman bir 500+$ kâr…
Halbuki iyi bilinen bir husustur, kalite, kalite / maliyet grafiğinde düz bir doğru halinde yükselmez. Önce düşük meblağlarda orantılı artış olur. Fakat belli bir kademe geçildiğinde çok daha az kalite artışları çok büyük fiyatlarla etiketlenir. Kalite / fiyat çizgisi, ters ve eğimi gitgide azalan bir parabol teşkil eder. Yani, 2000$’lık bir dürbün 200$’lık dürbünden asla “10 kat” daha kaliteli olamaz.
(Ağaçlara bakmada istifade edilecek) “Tabiat Dürbünü”nden neler beklendiği bakımından Dünyada kocaman bir potansiyel olduğunu bu birkaç haftada net olarak teşhis ettim. Demek ki, “arkadaşlarınızla paylaşımda bulunun” sürüsü babında değil fakat bir akıl mantık filarmonisi ve buna binaen esaslı/insanî bir talep var.
Çünkü Dünyada Tabiat diye bir mefhum hâlâ var.
O tabiata insan görüşünden bakabilmede dürbünün anlam ve konumunu bilen çok sayıda birileri de var.
Fakat sanki sinsi bir el durumu bastırıyor.
Aksi halde -yukarıda da yazdığım şekilde- koskoca Nikon’un durduk yerde Porro SE seriini nihayetlendirmesi izah edilemez.
Aslında izahı gayet açık: 1000/2000$’lık çatıları satabilmek için kestiler.
Sanki oligopol market zincirinin başındakilerin whatsap gruplarından fiyatları tespit edip anlaşması gibisinden bir şey…
Ve bütün bunları tamamlayan klasik çıkmazlar mevcut.
Bir dürbünün tasarımında kalite faktör ve bileşenleri belli. Fakat tuhaf bir şekilde o bileşenleri tek bir bütüne yığarak netice mümkün olamıyor. Yani, köy ağası herifin “olmuşkene eyisinden olsun, hepsinden koy” şeklindeki hayat faresi kokteyli dürbün tasarımında sökmüyor…
Halbuki, dürbünden beklenen kaliteli görüşün şartlarının neler olduğu bilinmiyor mu? Bilinmemek ne demek, geçen 200 yılda külliyatı yazılmıştır.
Meselâ, dikkatimi çekti. Bilenlerin bildiği bir Alman optik markası var ( Zeiss veya Leica değil ). Adamlar bir porro 10x50 dürbün yapmış. Dürbünde belki apokromatik objektiflere kadar yok yok. Fakat neticede dürbünün ağırlığı tam 1450 gr olmuş. Yani benim 950gr.lık dürbünümden bile tam yarım kg daha ağır. Bu, aslında projenin çökmüşlüğünün ispatı gibi. 850 Hp.lik bir araba tasarlıyorsun fakat neticede arabanın ağırlığı 2.5 ton oluyor… Dürbün değil de Alman Tankı demeyi hakeden bir durum. 2000$’lık çatıcıların, ağırlık konusunu nasıl da ustaca kullandığı ortada iken bu duruma düşmek bana çok trajikomik geldi.
Son bir-iki günde “Tabiat ( ve buna mukabil, ağaçlara bakma ) Dürbünü” hakkında yapay zekâ ile sohbetler yaptık. Genel olarak yapay zekâ, yeri geldiğinde kolayca sapıp saçmalıyor olsa da beni uyandırdığı noktalar da çok oldu.
Meselâ, dürbünde Tabiat Dürbünü stratejisine göre “spectral kurgu / tasarım” faslı var.
Yani, dürbünün verdiği görüşte arzu ettiğimiz soğuk kontrast ve buna dair color rendition bakımından.
Bilenler bilir, 1990’larda Photoshop’ta “luminosity masking” denilse “hö o da ne?” denirdi. En fazla, kanallara girilir, kanal kontrastı üzerinden manipüle edilirdi ki, “bi levels bi curves yapıyom o bana yetiyo” deyişi daha hakimdi. Bu kadarına ise “photo editing” değil, “desktop press” denirdi ( ucube tercümesinde ‘masaüstü yayıncılık’)…
Diyeceğim, Tabiat Dürbünü için kırmızı baskınlığını gidermek ve yani buna dair bir spectral profil meydana getirmek o kadar kolay olsaydı herkes yapardı. Yapılamadığından olmalı ki, hâlâ “gelinin portakal kabuğu ten rengi” gibisinden yerlerden tutturmaya çalışıyorlar. Sıcak ton, sıvı kremacılık filan…
İşte bu noktada, çoktan durdurulmuş Nikon 12x50 SE’nin objektiflerindeki koyu kırmızı / mor yansıma yerini buluyor. Buna ruby ( yakut ) efekti deniyor. Amaç, dürbüne girecek ışığın uzun dalga boyu kısmını ( yani kırmızı ve ötesi ) daha objektif yüzeyinde kısmen de olsa durdurup yansıtarak “arzu ettiğimiz” yeşil / mavi renk kontrastını elde edebilmek…
Bu teknik sayesinde, aynı zamanda, fotoğraftaki “local contrast” olgunluğuna ulaşılmış olunuyor.
Tabiat Dürbünü faslında barajın kapaklarını sıkı sıkı tutan birileri ve bunun avantasını hâlâ kolayca yiyebilen Japonlar ( ve bir de dürbüncü gösterip küpecilikten yolunu bulan bir Avusturyalı)…
İşte Amerikan “Oberwerk” durumu görmüş ve buna çalışmaya başlamış.
1000 değil 300$...
Gerek 8x30 gerekse 10x40’larında renk kartelası ( color rendition ) ve “arzu ettiğimiz” soğuk renk kontrastı harika görünüyor. Yani, okulere cep tel takılarak elde edilen görüntülerden görülebildiği kadarıyla bile. Hatta biri, Olympus OM1 fotoğraf makinasını bu işe tahsis ediyor…
Dürbünle,
Bindikleri dalın kesilmesinden korka korka aynı dalda çaktırmadan çoğalan, fakat, ağacın devrilmekte olduğunu göremeyen “kuşlara” değil “ağaçlara” bakın…
Çocukluk Olympia 8x30’umun yerini Oberwerk 8x30’un alabileceğine bu akşam iyiden iyiye ikna olmuş durundayım. Fakat 2021 ilkbaharında temin edebildiğim Celestron 10x50 Nature Porro dürbünümü bu kadar kolay gözden çıkartabilmemin yukarıdan(!) cezalandırılmasından da korkuyorum.
Çünkü biz, bu ülkenin yeni hallerindeki kokonatçıların pervasız rahatlığında değil, buranın haydut tarihinin (çok eskilerden) bize fatura ettiği ezikliğimizin “nankörlük” kaygısı altında yetiştik.