Araçlar

Bookmark and Share




Ormanda Geçen Hikayeler, Masallar

KARGA İLE TİLKİ

Bir dala konmuştu karga cenapları
Ağzında bir parça peynir vardı.
Sayın tilki kokuyu almış olmalı,
Ona nağme yapmaya başladı
-Ooo! Karga cenapları,merhaba!
Ne kadar güzelsiniz,ne kadar şirinsiniz!
Gözüm kör olsun yalanım varsa.
Tüyleriniz gibiyse sesiniz,
Sultanı sayılırsınız bütün bu ormanın.
Keyfinden aklı başından gitti bay karganın.
Göstermek için güzel sesini
Açınca ağzını,düşürdü nevalesini.
Tilki kapıp onu dedi ki;
“Efendiciğim,
Size güzel bir ders vereceğim.
Her dalkavuk bir alığın sırtından geçinir,
Bu derse de fazla olmasa gerek bir peynir.”
Karga şaşkın,mahcup,biraz da geç ama,
Yemin etti gayrı faka basmayacağına.

Jean de La Fontaine
25-12-2005
Eski 25-12-2005, 23:25  
aybala
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 15-10-2004
Şehir: İstanbul-Maltepe
Mesajlar: 6,826
TAVŞAN VE KAPLUMBAĞA

Tavşan ikide bir böbürleniyor:
"-Kimse benden hızlı koşamaz" diyormuş.
Sonunda kaplumbağa dayanamamış:
"-İstersen yarışalım" demiş.
Koşuya başlamışlar.Tavşan epeyce yol aldıktan sonra,
”Hıh, o sırtı kabuklu hayvancık sürüne sürüne kim bilir ne zaman sonra bana yetişir?” diye düşünmüş.
"-Şu ağacın altına biraz uzanıp dinleneyim" demiş.Uyuyakalmış.

Kaplumbağa ağır yürüyüşü ile yürümüş yürümüş,hiç dinlenmeden yol almış.
Tavşan bir ara gözünü açmış.Bir de ne görse beğenirsiniz, kaplumbağa neredeyse yarışı bitirmek üzereymiş.

Hemen fırlamış, rüzgar gibi koşmaya başlamış. Ama ne çare, kaplumbağaya yetişememiş. Böylece tavşan yarışı kaybetmiş. Aldırış etmemenin cezasını çekmiş. Kaplumbağa ise düzgün adımlarla, durmadan yürüdüğü için yarışı kazanmış.

aybala Çevrimdışı Kurallara Aykırı Mesajı Bildir IP  
Eski 26-12-2005, 10:56  
aybala
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 15-10-2004
Şehir: İstanbul-Maltepe
Mesajlar: 6,826
ATEŞ BÖCEĞİ İLE KARINCA

Karınca çok çalışkandır. Yaz boyu kışa hazırlık yapar. Evini inşa eder, kış için yiyecek depolar. Hemen ötede saz çalan ağustos böceği ise karıncayı aptallıkla suçlar, alaycı gözlerle seyreder.

Kış gelir ve karınca sıcak yuvasına yerleşir. Keyif yerindedir, çünkü bütün kış boyu yetecek kadar yiyeceği de vardır. Ancak yazın saz çalıp şarkı söyleyen ağustos böceği dışarıda kalmış, üşümektedir, ayrıca aç ve perişandır.

Karıncanın kapısını çalar. Kapıda yaz boyu kendisiyle alay eden ağustos böceğini gören karınca, “Yazın çalışmak yerine saz çaldın, şimdi de biraz oyna!” der.

aybala Çevrimdışı Kurallara Aykırı Mesajı Bildir IP  
Eski 26-12-2005, 11:00  
aybala
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 15-10-2004
Şehir: İstanbul-Maltepe
Mesajlar: 6,826
TİLKİ İLE LEYLEK

Leylekle tilki arkadaş olmuşlar. Kurnaz tilki leyleği evine davet etmiş. Davet günü gelmiş, tilki yemekleri hazırlamış, masaya servis açmış. Ancak o da ne! Bütün tabaklar yayvan...

Karnı aç leylek hangi tabağa yönelse, gagası tak edip kalıyor, bir türlü yemekleri yiyemiyormuş. Ama tilki hiç oralı olmadan, şapur şupur, kendi pişirdiği bütün yemekleri tüketmiş. Leylek hiç belli etmeden yemeklerin çok güzel olduğunu söyleyip, teşekkür etmiş ve tilkiyi evine davet ederek oradan ayrılmış.

Yine davet günü gelmiş, bu sefer tilki leyleğin evine misafir olmuş. Aslında kafasındaki tilkilik belli... Her durumda yemeği sadece kendi yiyecek. Hem davet ettiğinde, hem davete gittiğinde.

Ancak atladığı bir şey var. Leyleğin kapısını çalmış, kapı açılmış, içeri girmiş. Hoş sohbetten sonra leylek masayı kurmuş, ancak o da ne! Bütün kaplar leyleğin gagasına göre “U” biçiminde, derin ve dar ağızlı. Kurnaz tilki bir o kabı zorlamış, bir bu kabı zorlamış. Bakmış olacağı yok, yaptığı kurnazlığın leylek tarafından yutulmadığını anlayıp, leylekten özür dilemiş.

aybala Çevrimdışı Kurallara Aykırı Mesajı Bildir IP  
Eski 27-12-2005, 12:34  
backyard
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 25-07-2004
Şehir: Adana
Mesajlar: 3,563
Aziz Nesin: Memleketin Birinde: LA FONTAINE'İN YAZAMADIĞI MASAL

Not: Biraz uzun gerçi, yine de büyükler de okusun :)

Hayvanlar, kendi aralarında, en zeki hayvan yarışması düzenlemişlerdi. Her hayvan, kendini hayvanların en zekisi sandığından, bu yarışmayı kazanacağını sanıyordu. Ama hepsi de yarışmanın birinciliğine iki güçlü aday olduğunu bilmekteydi; bu adaylardan biri tilki, biri de sansardı.

Kurnazlıkta, zekada, bu ikisine üstün başka hiçbir hayvan yoktu. Bu yarışmayı ya biri, ya öbürü kazanacaktı.
En zeki hayvan yarışmasının yapılacağı gün yaklaştıkça, yarışma birinciliğine iki güçlü aday olan sansarla tilki arasında korkunç bir rekabet başlamıştı. Bu iki zeki hayvan birbirlerine düşman olmuşlardı. Sansar tilkinin, tilki de sansarın kazanmaması için, elinden geleni yapıyordu.

Sansar,
- Tek tilki kazanmasın da, zarar yok, ben de kazanmamaya razıyım... diyordu.

Tilki de,
- Tek sansar kazanmasın da, kim kazanırsa kazansın... diyordu.
Durum bu denli düşmanlığa varınca, sansarla tilki, en zeki hayvan yarışmasının birinciliği için başka bir aday aramaya başladılar. Öyle bir hayvan bulmalıydılar ki, zeka konusunda kendileriyle yarışa çıkamasın, onlara bir zararı olmasın, yani hayvanların en aptalı olsun. Araya araya buldular bu hayvanı: Öküz...
Bir sabah sansar, yemyeşil bir çayırlıkta otlamakta olan öküzün yanına gidip,
- Merhaba öküz kardeş, diye söze başladıktan sonra, öküzün zekasını övmeye başladı.
Öküz büyük bir alçakgönüllülükle gülümseyerek,
- Benimle alay mı ediyorsun sansar kardeş? dedi.

Sansar,
- Ne diye alay edecekmişim, dedi, hayvanların en zekisiyle alay etmek haddime mi kalmış...
Sansar, öküzü hayvanların en zekisi olduğuna inandırmak için diller döktü. Bununla da yetinmeyip öbür hayvanları da, öküzün en zeki hayvan olduğuna inandırmaya çalıştı. Sansardan sonra çayırda otlayan öküzün yanına tilki gitti. Kendisine bön bön bakan öküze,
- Ah öküz kardeş, dedi, gözlerinden zeka kıvılcımları çıkıyor. Öküz,
- Ben her ne kadar öküzsem de sandığın kadar da öküz değilim, kendimi bilirim, dedi.

Tilki,
- İnan olsun öküz kardeş, dedi, senin o zeka kıvılcımları çakan pırıl pırıl gözlerine bakarken, ipnotize olup kendimden geçiyorum. En zeki hayvan yarışmasının rakipsiz tek adayı sensin.
Tilki, öküzün zekasını tanıtmak için, can düşmanı sansardan daha büyük bir reklam kampanyasına girişti.
Hayvanlar, öküzün zeki olmadığını, yarışmayı kesinlikle kazanamayacağını elbet biliyorlardı. Ama sansarla tilkinin, kendilerinden baskın çıkıp en zeki hayvan seçilmemesi için, öküzün zeki olduğu yalanına inanmadıkları halde inanmış göründüler. Birbirlerine öküzün ne büyük zekası olduğunu ballandıra ballandıra anlatmaya başladılar.
- Aman zürafa kardeş, bizim öküz yok mu, ben onun kadar zeki hayvan görmedim...
- Hiç bilmez olur muyum, devekuşu kardeş, öküz benden bile zekidir. Sen ne dersin leylek kardeş?
- En zeki hayvan yarışmasında ben oyumu, gözümü kırpmadan öküze vereceğim. Dağlar, taşlar, ormanlar, çöller, kayalar, dereler, hayvanların öküz övgüleriyle yankılanıyordu:
- Hayvanların en zekisi öküzdüüüür!
- Öküzden daha zeki hayvan yoktuuuur!

- Bizim en zekimiz öküüüüz!
Bütün hayvanların bu yoğun propagandası karşısında öküz de yavaş yavaş, gerçekten hayvanların en zekisi olduğuna inanmaya başlamıştı. Kendi kendine şöyle diyordu:
- Çakal, sansar, tilki, bütün hayvanlar söylüyor, hayvanların en zekisi benmişim. Hepsi de aldanmıyor ya, öyleyse dedikleri doğru...
Yarışma günü geldi. Bütün hayvanlar, öküzün hayvanların en zekisi olduğunda anlaştılar. Böylece öküzün hayvanlar toplumundaki yeri, işi, görevi, düzeyi, yükselmiş oldu. Öküz artık kasıla kasıla yürüyor, şişine şişine böğürüyor, yayıla yayıla kuyruk altından mayıs bırakıyordu.
Gel zaman, git zaman... Hayvanlar arasında, çiftesi en pek hayvan yarışması yapılacaktı. Hiç kuşkusuz, çiftesi en pek hayvan, ya at **** katırdı.

Eşek de,
- Benim de çiftem güçlüdür! diye araya giriyorduysa da, katırla atın çiftesi yanında eşeğin çiftesinin adı bile geçmezdi.
Katır atın, at da katırın çiftesi en güçlü hayvan diye seçileceğinden korkuyordu. Bu iki hayvan arasında tarih boyunca süren kanlı bir çifte atma rekabeti vardı. Bu iki can düşmanı, yarışma günü yaklaştıkça birbirlerine atıp tutmaya başladılar. At şöyle diyordu:
- Hıh, katırın çiftesi de çifte mi sanki... Öküz bile ondan daha sert çifte atar. Babası eşek olan bir hayvanın çiftesinden ne çıkar..

Katır da şöyle demekteydi:
- Atın çiftesiyle sinek bile ezilmez. Öküzün çiftesi bile atınkinden daha güçlüdür.
At derede su içmekte olan öküzün yanına gidip ona şöyle dedi:
- Ey sayın öküz, sen dünyanın yalnız en zeki değil,hem de çiftesi en güçlü hayvanısın!
Art sol ayağıyla bastıgı taze fışkıdan fos diye bir ses çıkaran öküz,
- Aman at kardeş, dedi, sen varken benim çiftemin lafı mı olur.

At üsteledi:
- Yoo, sayın öküz, sen bir çifteyle katırı devirirsin. Boşuna alçakgönüllülük gösterme.
At gitti, arkasından katır, öküzün yanına geldi,
- Dünyanın çiftesi en güçlü hayvanı sayın öküze saygılarımı sunarım, dedi.
Öküz, bu sözlere önce inanmak istemedi, ama katır,
- Benim çifte de, atın çiftesi de seninkinin yanında hiç kalır.. deyince,
- Ben onlardan daha iyi bilecek değilim ya... diyerek,
çiftesinin pekliğine inanmaya başladı.
Her hayvan kendini çiftesi en güçlü hayvan sanıyordu. Horoz bile, mahmuzuyla çifte atabileceğini sanmaktaydı. İşte bu yüzden bütün hayvanlar, çiftesi zayıf bir hayvanın çiftesi en pek hayvan olarak seçilmesini istemekteydi.

Yarışma günü geldi. Bütün hayvanlar, öküzün çiftesi en güçlü olduğunda birlik gösterdiler.. Böylece en zeki hayvan olan öküzün çiftesi en güçlü hayvan olarak da hayvanlar toplumundaki yeri, işi, görevi, düzeyi daha da yükseldi.

Gel zaman, git zaman... Hayvanlar arasında hızlı koşma yarışı yapılacaktı. Her hayvan, hatta kaplumbağa bile, kendisini en hızlı koşan hayvan sanmaktaydı. Ama yine her hayvan içinden, en hızlı koşan hayvanın ya tavşan **** tazı olduğunu biliyordu. Hepsinin içinde de, her zaman, her yerde olduğu gibi, en güçlüye, en başarılıya düşmanlık, kıskançlık, çekemezlik duyguları vardı. Onun için, en hızlı koştuklarını bildikleri halde, tavşanla tazının yarışmayı kazanmasını istemiyorlardı.
Hızlı koşmada en amansız rakip olan tavşanla tazı, yarışma günü yaklaştıkça birbirlerine can düşmanı olmuşlardı. Tazı,
- Ben birinci olmayacaksam, öküz olsun daha iyi... diyordu.
Tavşan da aynı düşüncede olduğundan öküze gidip,
- Sen yalnız en zekimiz, en çiftesi güçlümüz değil, hem de bizim en hızlı koşanımızsın sayın öküz, dedi. Öküz, tavşana,
- Tazı da senin gibi düşünüyor... dedi.
Yarışma günü gelip çattı. Bütün hayvanlar koşmaya başladılar. Hızlı koşabilenler, rakipleri birinci olmasın diye birbirlerini çelmelediklerinden, önleyip engellediklerinden düşüp devriliyorlardı. Hepsi de, içlerinde en yavaş koşan öküzün birinci gelmesini istiyorlardı, ona yol veriyorlardı. Bunun sonunda öküz birinci oldu.
En zeki, en çiftesi pek, en hızlı koşan hayvan seçildiğinden, öküzün hayvanlar toplumundaki yeri, düzeyi, işi, görevi daha da yükselmişti. Öküzün burnu büyümüştü, yanına varılmıyordu artık.
Gel zaman, git zaman... En yakışıklı hayvan seçimi yapılacaktı. Bütün hayvanlar kendilerini en yakışıklı sanmaktaydı. Ama hepsi de en güzel hayvanın dağ keçisiyle geyik olduğunu da biliyorlar, bu iki güzel hayvanı kıskanıyorlardı. Tek onlar birinci seçilmesin de, isterse öküz en yakışıklı, en güzel hayvan seçilsin...
Geyikle, dağ keçisine gelince, bu iki rakip birbirlerinin aleyhine propagandaya girmişlerdi. İkisi de birbirlerinin çok çirkin olduğunu yayıp duruyordu. Dağ keçisi geyik, geyik de dağ keçisi için,
- Öküz bile ondan yakışıklıdır... diyordu.
Öbür hayvanlar da, yalan olduğunu bildikleri halde öküzün en yakışıklıları olduğuna inanmış görünmeye başlamışlardı. Seçim günü geldi. Bütün hayvanlar oylarını öküze verdiler. Böylece öküz en yakışıklı, en güzel hayvan seçildi. Bu seçimden hayvanların en güzeli, en yakışıklısı olan geyikle dağ keçisi bile memnundu.
Gel zaman, git zaman... Hayvanlar arasında en yırtıcı olanı seçilecekti. İki aday vardı, biri kurt, biri de kuş... Kuş deyince serçe kuşu değil, kartal. Kurtla kartaldan daha yırtıcı hayvan yoktu. Ama yine.de bütün hayvanlar, bu gerçeği bildikleri halde, kendilerinin en yırtıcı olduğunu sanıyorlardı.
Kartal, yatıp geviş getirmekte olan öküzün yanına gitti:
- Sayın öküz, dedi, akılsız kurt, kendisini senden daha yırtıcı sanıyor. Öküz,
- Ben hiç yırtıcı değilimdir, dedi, çünkü ot yerim.
- Yooo, hiç alçakgönüllülük göstermeyin boşuna... Siz kurda göre çok daha yırtıcısınız.
Az sonra da yanına gelen kurt, öküze,
- Dünyanın en yırtıcı hayvanını selamlarım... dedi.

Öküz,
- Yanılıyorsun kurt kardeş, dedi, evet ben en zeki hayvanım. Evet, en çiftesi pek hayvan benim. Evet, en hızlı koşan hayvan benim. En yakışıklı hayvan da benim. Ama en yırtıcı değilim. Sen benden çok daha yırtıcısın.

- Hayır, hayır... İstersen sen benden üstün olabilirsin yırtıcılıkta...
Seçim günü gelip çattı. Öküz, hayvanların oybirliğiyle en yırtıcı hayvan seçildi. Bu birincilikten sonra, hayvanlar toplumundaki yeri, işi, düzeyi daha da yükseldi.
Gel zaman, git zaman... Hayvanların en düşünür olanı seçilecekti. Elbette bu yarışmada en güçlü iki aday kazla hindiydi. Her zaman olduğu gibi, bu iki güçlü aday birbirlerine düşünce, yine öküz en düşünür hayvan seçildi.
Gel zaman, git zaman... En koruyucu hayvan seçimi yapılacaktı. Elbette hak, çoban köpeğiyle kurt köpeğinden birinindi. Ama en koruyucu hayvan seçiminde çoban köpeğiyle kurt köpeği bile oylarını öküze vermişlerdi. Öküzün,

- Ben kendimi bile koruyamam... demesi, seçilmesini önlemedi. Ama seçimden sonra, öküz de kendisinin en koruyucu hayvan olduğuna inanıp böğürerek, köpek taklidi yapıp havlamaya çalıştı.
Gel zaman, git zaman... En büyük hayvan seçimi yapılacaktı. Ya fil, ya deve kazanacaktı yarışmayı. Ama karınca bile kendini hayvanların en büyüğü sandığından, fille deveyi büyüklükte çekemiyor, başka bir hayvanın birinci olmasını istiyordu. Fille deveye gelince, onlar da birbirlerine düşmüşlerdi. Seçim yapıldı. Çok demokratik bir seçim olmuştu. Öküz, seçimi kazanmış, hayvanların en büyüğü seçilmişti.
Artık böbürlenmesinden, öküzün yanına varılamıyordu.

Gel zaman, git zaman... En sütlü hayvan yarışması yapılacaktı. Yarışmayı, ya ineğin ya mandanın kazanacağı biliniyordu Ama gelgelelim, memeleri olmayan, bütün yaşamında bir damla süt bile görmemiş olan tavuklar bile, kendilerini en sütlü hayvan sanıyorlar, bu yüzden de mandayla ineği kıskanıyorlardı. Aralarındaki rekabet yüzünden birbirlerine düşmüş olan mandayla inekse, tek rakibi birinci olmasın diye, öküzün en sütlü hayvan olduğunu söylüyorlardı. Manda, öküzün yanına gidip, ona en sütlü hayvan olduğunu söyleyince, öküz,
- Siz beni kızkardeşim inekle karıştırdınız galiba, dedi, ben hiç süt vermedim şimdiye dek... Memelerim de yok. Manda,
- Maşallah siz o kadar sütlü bir hayvansınız ki, dedi, süt vermek için memeye bile ihtiyaç yok.
Arkadan inek, öküzün yanına geldi. Ağabeyine en sütlü hayvan olduğunu söyledi. Öküz,
- Yahu, memem bile yok ki, süt vereyim... dedi. Öküz böyle söylerken, biyandan da işiyordu. Bunu gören inek,
- İşte, işte bak ne güzel de süt veriyorsun! diye bağırdı. Öküz,
- Ne sütü yahu, işiyorum... dedi. İnek de ona,
- Demek sen şimdiye dek hep süt işiyormuşsun da haberin bile yokmuş... dedi.
Bütün hayvanlar, başta en sütlü hayvan olan mandayla inek, öküzün en sütlü hayvan olduğunu yaymaya başladılar. Dağ-taş onların yaydıkları reklamla inledi.
- En yağlı süt, öküz sütü!
- Sütlerin en temizi öküzün sütüdür.
- Öküz öyle sütlüdür ki, süt işer!
Bu yoğun reklamlarla artık öküz de sidiğinin süt olduğuna, sanrı renkli süt işediğine inanmıştı.
Seçim zamanı geldi. Bütün hayvanlar, en başta da inekle manda, oylarını öküze verdiler. Böylece öküz, en sütlü hayvan seçildi.
Gel zaman, git zaman... Hayvanlara yeni bir başkan seçilecekti. Oldum bittim hayvanların başkanı elbet aslandı. Yine bir aslanın başkan seçileceğine hiç kuşku yoktu. Ama ne var ki, kaplan da başkanlığa adaylığını koymuştu. Kaplan,
- Ya o, ya ben!... diyordu.

Kaplan böyle diyordu ama, aslanın yine başkan seçileceğinden korkuyordu. Bunun üzerine "Ya o, ya ben!" diyen kaplan,
- Ne o, ne ben! demeye başladı.
Aslan da, kaplanın başkanlığa adaylığından sonra başkan olmaktan umutsıızluğa kapılmaya başlamıştı. Ya kaplanı başkan seçerlerse... Tek kaplan seçilmesin diye, aslan da,
- Ne o, ne ben! demeye başladı.
Bütün hayvanlar, hak etmediklerini, layık olmadıklarını bile bile hayvanların başkanı olmak istiyorlardı. Her başarılı, her güçlü kıskanıldığından, onlar da aslanla kaplanı çekemiyor, kıskanıyorlardı. İşte böyle böyle hayvanların başkanlığına öküz aday gösterildi. Çünkü hayvanlar, inanmadan öküzü en zekileri seçmişler, ama sonra sonra inanmaya başlamışlardı. Öküzü, yalan olduğunu bile bile, en sütlü hayvan, en güzel hayvan seçmişler, sonradan bu seçim resmileşince kendi yalanlarına inanmaya başlamışlardı. E böyle olunca, en zeki, en çiftesi pek, en hızlı koşan, en yakışıklı, en yırtıcı, en düşünür, en iyi koruyan, en büyük, en çok süt veren hayvan olan öküz, neden hayvanların başkanı olmasındı? Bu denli çok üstünlük ne aslanda vardı, ne de kaplanda... Kaldı ki, rakibi kaplan seçilmesin diye, tarih boyunca hayvanların başkanı olan aslan bile, öküzün başkanlığa kendisinden daha layık olduğunu söylüyordu. Yeni başkan adayı kaplansa,
- Başkanlık öküzün hakkıdır! diyor da başka bişey demiyordu.
Öbür hayvanlara gelince, nasıl olsa kendileri başkan olamayacaklarına göre, onlara en az zararı olan, hiç de rakip saymadıkları öküzün başkan olmasını istiyorlardı. İşte böylece seçim zamanı gelince, bütün hayvanların oybirliğiyle öküz başkan seçildi. Başkan öküz, kendini gerçekten başkan sanarak başkan gibi davranmaya başlayınca, hayvanlar da bu davranışı karşısında onu gerçekten başkan sanmaya başladılar.

Hayvanların tarihini yazan gergedan, çağını yazdığı tarih kitabına bu olayı şöyle yazdı:

"Atla katır tepişir, olan eşeğe olur. Öyle zaman gelir, güçlüler birbirine girer, arada öküz bile başkan olur."

backyard Çevrimdışı Kurallara Aykırı Mesajı Bildir IP  
Eski 15-02-2006, 14:12  
aybala
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 15-10-2004
Şehir: İstanbul-Maltepe
Mesajlar: 6,826
AY'IN YANINA VARMAK İSYETEN TAVŞAN

Bir zamanlar aya aşık bir tavşan varmış. Her ne zaman ay görünse, tavşan onu deliğinin kapısında bekler, şöyle söylermiş:
“Sevgili ay, neden inip beni yanına almıyorsun?”
“Yapamam” diyormuş ay,”biliyorum sen beni gerçekten seviyorsun,ama yapamam.”
Buna karşın tavşan öyle çok yalvarmış, öyle çok yalvarmış ki, günün birinde ay tavşanın her gün su almaya gittiği göle inmiş. Tavşan gelince, ayı suda görüp şöyle demiş:
“Sevgili ay, şimdi beni yanına alır mısın?
“Evet” diye yanıtlamış ay “ama göğe çıkınca korkarsan seni aşağı atarım.”
“Olsun, pekala! Nasıl istersen!”
Bunun üzerine hayvancağız ayın üzerine tırmanıp çıkmış. Bu yüzden aya ne zaman baksak orada tavşan görürüz.

(Derleyen : Leobardo Guevera M.
Yöre : Fincas Viejas, Mplo. Tecpan de Galeana, Guerrero.)
(Meksika Masalları, Okyanus yayınları)

aybala Çevrimdışı Kurallara Aykırı Mesajı Bildir IP  
Eski 15-02-2006, 14:18  
aybala
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 15-10-2004
Şehir: İstanbul-Maltepe
Mesajlar: 6,826
GEYİK NEDEN BOYNUZLUDUR?

Bir zamanlar geyiklerin boynuzu yokmuş, kaplanların varmış. Şimdi size neden geyiklerde boynuz bulunduğunu açıklamak için olan bitenlerin öyküsünü anlatacağız.

Vakti zamanında kaplan, yaralarını iyileştiren tavşana bir çift güzel boynuz armağan etmiş.

Olacak bu ya, kaplanın hesabı ödeyecek parası yokmuş, tavşan da ondan ücret istememiş, ama onun yerine, gönlünden ne koparsa onu ver, demiş. Kaplan da bunun üzerine başındaki o güzelim tacı çıkarıp uzatınca, sevinerek almış tavşan.

Aka tacı takınıp da, eşine dostuna caka satmaya çıkınca, bakmışlar ki boynuz ona hiç yakışmıyor. Tavşan bu işe çok üzülmüş. Taç hem başına çok ağır geliyor, hem tepesinde biçimsiz duruyor, hem de her taktığında düşüveriyormuş.

Güneşten yardım istemeye karar vermiş. Güneş de ona demiş ki, ben senin büyümene yardım ederim, ama önce yapman gereken işler var: Bana biraz kaplan göz yaşıyla bir sivri yılan dişi bulacaksın.

Tavşan ilk önce kaplana gidip ona acıklı acıklı büyükbabasının ölümünü anlatarak, üzüntüden ağlayan koca kedinin gözyaşlarını bir küçük şişeye toplamış.

Bu iş bitince, sıra gelmiş asıl zor olan göreve: Yılanın zehir dişleri.
Bunu nasıl becereceğini düşüne düşüne tepeye tırmanıyorken, bir yılan çıkıvermiş karşısına. İki koca taşı kıpkızıl ısıtıp pusuya yatmış. Yılan onu görünce, hemen sokmaya davranmış. O zaman tavşan elindeki taşlardan birini fırlatıvermiş yılana doğru. Öfkeden yılan ayağa dikilince hemen öbür taşı da fırlatmış. Yılan sıcak taşı ısırınca ağzı yanıp dişleri dökülmüş.

Tavşan güneşin istediklerini böylelikle toparlayıp güneşten görüşme istemiş. Buluştuklarında tavşana tek yaptığı iki kulağıyla iki ön bacağını şöylece bir çekivermek olmuş yalnızca. Bu iş bitince de demiş ki, “İşte şimdi büyük hayvan oldun, inanmazsan gölgene bak.”

Tavşan, bakınca gölgesini kocaman görüp, “işte bu benim” diye düşünerek sevinç içinde evine dönmüş. Tacını başına takarak ölçmüş, ama yine de tam oturmuyormuş.

Bunu gören tavşan ağlamaya başlamış. O sırada geyik gelip, “Hey, bu güzel taç kimin” diye sormuş. Tavşan “benimdir” diyerek, kaplanın verdiği bir armağan olduğunu söyleyince, geyik onu çok beğendiğini bildirip, tavşandan ödünç olarak istemiş. Tavşan, “Olmaz” demiş önce, “Ya sonra çok hoşuma gider de geri vermek istemezsen?”

Ama geyik öylesine yalvarmış, öylesine üstelemiş ki, sonunda kandırmış tavşanı. Tavşan da tacını ödünç vermiş geyiğe.

Sonra geyik, şöyle bir çevreyi dolaşması için izin istemiş başında taçla. Tavşan da “olmaz” dememiş.

Geyik sevinçle dağın tepesinde koşmuş oynamış. Sonra geri gelip az daha uzağa gitmek için izin istemiş, tavşan da geyiğin yaptığı oyunlardan hoşlanarak “olur” demiş. Geyik biraz uzaklarda gezinip, bir önceki gibi gene geri gelmiş. Bu kez birazcık daha uzağa gidip gidemeyeceğini sormuş. “Olur” demiş yine tavşan.

Geyiğin de istediği buymuş. Tacı başında var gücüyle koşarak uzaklaşmış, bir daha hiç geri dönmemek üzere.

Tavşan üzülerek anlayınca gerçeği başlamış umarsızca ağlamaya. Değerli armağanı çalmış götürmüş geyik göz göre göre.

(Derleyen : Amado Lazaro Felipa
Bildiren : Mauro Lazaro Ramiraz
Yöre : San Antonio Tatahuicapa, Verazcruz.)
(Meksika Masalları, Okyanus yayınları)

aybala Çevrimdışı Kurallara Aykırı Mesajı Bildir IP  
Eski 15-02-2006, 14:19  
aybala
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 15-10-2004
Şehir: İstanbul-Maltepe
Mesajlar: 6,826
CU

Bir kış sabahıydı. Cu adlı kuş titremekteydi soğuktan. Çünkü örtünecek tek tüyü yoktu. “Ne yapabilirim” diyordu, “Başka çaresi yok, karşıma çıkan her kuştan bir tüy isteyeceğim.”

Gitti geldi, önüne çıkandan tüy diledi. Hepsi de sevinerek bir tüy çıkarıp veriyordu Cu’ya.

Yine bir gün baykuş karşısına çıktı, ondan da herkes gibi bir tüy istedi. Baykuş çok kızdı. “Olmaz” dedi, “Hiçbir şeycik bile vermem sana.”

Kuşların tümü cıvıldaşarak, “Amma da bencilmiş şu baykuş” dedi birbirlerine. Sonra hep birlikte gagalamaya başladılar, kötü kuşu. Baykuş korkuyla uçup kaçıyordu, kuşlarsa kovalıyordu arkasından. En sonunda bir ağaç kovuğuna girip saklandı, gün boyunca da orada kaldı.

Gece oldu, sabah oldu. Gün ışıyınca karnını doyurmak için çıktığında kuşlar yeniden saldırdı. Yine saklanmak zorunda kalan baykuş, ertesi gün de aynı durumla karşılaştı. Böylece ne zaman dışarı çıksa gagalıyorlardı. Ne yapacağını düşüne dururken birden aklına geldi: “Buldum, ben de düşmanlarım uyurken gece çıkar avlanırım.”

O gün bugündür baykuş geceleri ava çakıp gündüzleri uyur. Cu ise topladığı tüylerden kendine şık bir kuş giysisi yapmış, çalım satar.

(Derleyen :Cesareo Reyes Saucedo
Bildiren : Cesareo Reyes Lozano
Yöre : Zacatecas.)
(Meksika Masalları, Okyanus yayınları)

aybala Çevrimdışı Kurallara Aykırı Mesajı Bildir IP  
Eski 13-02-2013, 10:44  
pria
Ağaç Dostu.
 
Giriş Tarihi: 06-08-2009
Şehir: Çanakkale
Mesajlar: 6,526
Sevdalı Bulut

Nazım HİKMET

Kaynak:
http://www.cosmosgunlugu.com/FileUpl...azimhikmet.pdf

pria Çevrimdışı Kurallara Aykırı Mesajı Bildir IP  
Yazılım vBadvanced CMPS, Forum vBulletin Version 3.8.5 Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0
agaclar.net © 2004 - 2024