agaclar.net

agaclar.net (https://www.agaclar.net/forum/)
-   Üyelerin Kaktüs ve Sukulentleri (https://www.agaclar.net/forum/uyelerin-kaktus-ve-sukulentleri/)
-   -   Kaktüslerim, uzakta olan bir dostumun hasretini çağrıştırır (https://www.agaclar.net/forum/uyelerin-kaktus-ve-sukulentleri/11103.htm)

Hülya 10-02-2010 00:25

Ney üfleyemeyen Neyzen
 
Sayın Kartalpin
Çok güzel anlatıyorsunuz. Öyküleriniz de bazen yaşanan olaylara öyle bir dokunuyorsunuz ki!
Bu öykünüzü defalarca okudum. yazmak istediğim çok şey var. Canım öyle yanıyor ki! Yazamıyorum.Ben de böyle yitirdim . Aynen duygularımı yansıtmış yazdıklarınız.
Son sözleriniz hariç,unutulmuyor,unutulmuyor..


Ama belki bir beyin kimyasındaki değişiklik, bir deprasyon, bir başkasanı cezalandırma amacı, iç nefret vs vs.. Ve bir intihar... Onu bir intihar sonucu yitirdim. Bu dost benim çevremde intihar yolu ile yaşama veda eden çok yakın tanıdığım 5. kişi... Babası bir neyzendi ama kendisi o neyi hiçbirzaman üfleyemedi...

Hayır kızgın değilim ona, Ya da “ne hakkın vardı böyle bir şekilde sevdiklerini üzmeye?” diye sormak da istemiyorum. Yargılamak asla değil yaptığım. Ne kadar mantık yorsam, ne kadar teslimiyetle karşılamak istesem de bu absurdluğu kabullenemiyorum bir türlü. Ama elbet kabulleneceğiz yaşam geride kalanlar için sürüyor, kendi yazgımızın son noktasına kadar tutunmayı bileceğiz, beden uzun süren yası kabul etmiyor. Anılar tekrar tekrar beyinden geçse de yine unutulacak yine unutlacak...

kartalpin 10-02-2010 20:13

Sayın Ferezya'ya
 
Önce güzel sözcükleriniz için teşekkür ederim, sizde paylaşabilirsiniz buraya içinizden dökülenleri ve bu sayfalarda yazılarınızı görmek bizi mutlu eder ve paylaşmanız da bizi onurlandırır. Fotoğraflarınıza baktım ki benim kaktüs aşkımın daha fazlası sizde kedilere yönelmiş. Paylaştığınız kedi fotoğraflarına hayranlık ve keyifle baktım. Evrendeki en estetik hayvan olan kedilere bende çok hayranım..

Lütfen bizi yazılarınızla onurlandırın.. Sevgi ve Saygıyla

kırçiçekleri 12-02-2010 00:15

Yanılıyorsunuz Sevgili Kartalpin...
Ve haksızlık ediyorsunuz kaleminize...
Dostunuz Yaşar'ı eleştirmek, tepki vermek değildi hiçbir yazılan.
Hani _ne kadar anlatırsan anlat, anlattıkların karşındakinin anladığı kadardır_ gibi bi söz vardır. Bizler kendi pencerelerimizden baktıklarımızı,gördüklerimizi , kendi anlamlarımızla yazdık içimizden geliverenleri geldiğince....
Yaşar Dosta, sağlıkla, aşkla yaşasın diliyoruz.
Kaleminiz hiç tükenmesin, kalın sağlıcakla....

Siyah 12-02-2010 12:47

1 Eklenti(ler)
13 yaşındaydı Özbekistan'dan Türkiye'ye göçtüğünde. Çok zorlu bir göç ile13 yaşından itibaren bilmediği bir ülkede hem çalışıp hem okumuştu. Ailesinin büyük bir kısmı ya vefat etmiş ya da Özbekistan'da kalmıştı. Uzak akrabalarının yanına yerleşmiş, en nihayetinde İstanbul'da Tıp Fakültesine girmişti. Kendi çabalarıyla yabancı dilini geliştirmiş, ihtisasını yapmış, peşine bilimsel çalışmaları ve akademik kariyeri gelmişti. Hayatta çok küçük yaşta at sırtında ülke değiştirdiği için, her zaman kendi başına birşeyler başardığı ve hep kendine dayanarak bir yerlere vardığı için "Göçebe" diye tanımlardı kendini...ve "göçebe kendine ebe" derdi...

Mesleğine ve Hocalığa vurgundu. En çok elde etmeyi istediği şeyi başarmış hayatta başka bir eksiği kalmamıştı ki, bir gün yürüyerek geldiği fakültesinde önce çok ciddi bir bel ağrısı, sonra mesane kontrol yitimi ile birlikte her iki bacağın tutmamasıyla gün içinde yatağa yığıldı kaldı. Transvers myelit tanısı koydular. %90 geri dönüşü mümkün olan bu hastalıkta ne yazık ki SÖ (adını vermiyorum, baş harfleriyle anacağım) %10'luk gruba dahil dolu ve ömür boyu kalıcı felç ile rehabilitasyona başladı.

Ben kürsüye asistan olarak başladığımda SÖ, Üniversitenin özel izniyle kürsüdeki odasında yaşıyordu. Böylece İstanbul'un günlük trafik derdinden kurtulmuştu. Yarı çalışma-yarı ev şeklinde ve gerekli ortopedik aletlerin bulunduğu odası mesai saatleri dışında tüm asistanların kantini gibi olmuştu. Açsak eğer mutlaka SÖ'nün buzdolabında bizim için yiyecek birşeyler bulunurdu. Sigaramız mı bitti? SÖ'nün çekmecesinde mutlaka vardır! Canınız çikolata mı çekti? Ay sonuna paranızı mı denkleştiremediniz? SÖ gizli bankanızdır! Yolda ıslandınız veya üzerinize birşeyler mi döküldü..SÖ gardolabında giyecek vardır mutlaka size uyacak! Hatta başınız mı ağrıdı? Antibiotiğe mi ihtiyacınız var? SÖ'nün tekerlekli sandalyasinin arkasına asılı duran çantası size tüm ilaçları temin edebilir. Sihirli bir oda gibidir SÖ'nün odası. İnanılmaz şeyler burunur içinde... Tornavida ihtiyacınızmı var? Hooop çantadan çıkar!

Mesai saatleri dışında bu kadar içli dışlı olduğumuz Hocamız, mesai saatleri içinde ise gaddarlığı ile nam salmıştı...Tek bir bakışıyla yüreğine korku salmadığı asistan yok gibiydi. Bir ben onun sınırlarını biraz zorlardım..Göçebe ruhlu bulurdu beni..benimle baş edememişti:))

-Görünene değil, görünmeyene bak!
-Konuşana değil, susana bak!
-O ne biçim özür dileme! Kendini haklı bularak-samimiyetsiz ve kifayetsiz!

Bu sözleri ondan duyarken hayatımızın en önemli derslerini aldığımızdan haberimiz olamayacak kadar toyduk henüz:))

Ufak tefek, esmer, çekik gözlüydü. Tipik orta asyalı yüzü vardı Hocamızda...
Karizmatikti..huysuzdu..
Bakmayın siz asistanların ihtiyaçlarını giderip, odasını bizim için kantin yaptığına...Gaddardı aslında, öyle gaddardı ki, asla beyaz bile olsa yalan söylemez, doğruyu da acıtıcı bir zalimlikle, gerektiğinde de sizi yaralamak için kullanırdı! Ama tüm bunlar iş ile sınırlı kalır, mesai saati bittiği anda gündüz sizi ağlatan, kendinizi yetersiz hissettiren ve "ben bu mesleği asla yapamayacağım" diye bunalımlara girmenize sebep olan Hocanız, sizi tüm bu duygulardan öyle iyi sıyırırdı ki, ertesi gün şevkle yine iş başı yapardınız ve eğitimize zevkle sarılırdınız!

İlk bilimsel çalışmalarımız da onun teşviki ve katkısı vardır.
Hayata dair en derin felsefik konuşmalarımızda onun sesi kulağımızda çınlar...
Yaşama azmi ve sevincini, en zor şartlar altında nasıl kendine dayanıp ayakta kalınabileceğini bize bizzat örnek olarak gösterendir...O bizim hocamız, babamız, savaşçımızdır...Huysuz mu huysuz, tatlı mı tatlı savaşçımız :)

Hiç yılmadan korkmadan, kendi özel arabasıyla tüm Türkiye'yi dolaşıp, bizlere gittiği en ucra köyleri anlatıp, bir insanın asla ve asla sakat olmasının onu sınırlamayacağını bize gösterendir...

Meslek hayatını dolu dolu yaşadı. Emekli olduğunda odasının önünden her geçişimizde içimiz sızladı. Orası bizim kantimiz, sığınağımız, zaman zaman hayatımızın en acı fırçalarınız yediğimiz biricik yerdi...

Onu rüyamda hiç görmemiştim ki, ta ki bir gece, bütün bir gece boyunca sıkıntıyla onu görene kadar! Bütün bir kürsü Hocaları ve dostları ile birlikteyken beni yanına çığırdı birşeyler konuştuk... Sabah uyandığımda hiç hayra yormadım çünkü sıkıntıyla uyandığım rüyalarımı sevmem! O akşam intihara teşebbüs ettiğini ve yoğun bakımda olduğunu haber alıp yanına koştuk... Bana rüyamda konuştuğumuz herşeyi satır satır aynen tekrarladı! Şoke olmuştum... Hem onun mücadeleden vaz geçişine hem de rüyamdaki sohbetin böyle bire bir karşıma çıkmasına hayretler içerisinde kalmıştım! Üzüntüm ve şoke oluşum bir yana SÖ bunu yapmazdı! O benim -bizim -tüm fakültenin gözünde azmin yılmaz savaşçısıydı....

Neden dedim ona....Neden?
"Artık bir faydam yok" dedi... Siz şu an sadece kendiniz için benim yaşamamı istiyorsunuz çünkü kendiniz için beni seviyorsunuz ve yaşayayım istiyorsunuz" diye cevapladı...
Ona haksız olduğunu söylediysekte ben biliyordum ki kararlıydı! Gözlerinden biliyordum...Onu tanıyordum...Beni de göçebe ruhlu bulduğundan en çok içini bana açtığından biliyordum...
"Yoruldun mu" dedim...
"Hayır" dedi, "yorulmadım-ama işim bitti artık, faydam kalmadı!"
İkinci denemesinde ölmeyi başardı. Hiçbirşeyi kendi iradesi dışında kabullenmezdi. Depresyonda değildi... Sadece karar vermişti. İşi bitmişti! Nitekim ölümünü de kendi iradesiyle seçti. 2 ay sonra cenazesindeydik....

SÖ'yü toprağa vereli 4 yıl oldu. Ama ben 4 yıldır ona "Allah rahmet eylesin" diyemedim. Adı her geçtiğinde, ya da bir çilingir sofrasında en çok sevdiği içki olan rakıyı yudumlarken hep "Kulakların çınlasın SÖ" dedim...

İçimden gelmedi...Benim için ölmedi ki...


"Kulakların çınlasın SÖ"

Not: Lütfen benim için, çok sevgili Hocam için buraya şöyle dikenleri en sert olanından bir kaktüs resmi koyar mısınız? Hocam gibi olsun...

İrem Erdinç 12-02-2010 14:22

İrem der ki:
 
Sevgili Taba; İnternet üzerinde kaktüs seyahati yapıp, SÖ'ye en yakışan kaktüsü sen seçip bize tanıt. Kendi adıma "Hile" olarak görülmeyecektir ;)

yardımı olursa: http://www.cactusinfo.net/gallery/A/index.htm
Taba bir kampanya başlatalım ve sana kaktüsler hediye edelim. Sende o güzel anlatımınla bize bolca yaşanmışlıklarını - hikayelerini ve tanıdıklarını yaz. Olur mu ;)

Siyah 12-02-2010 22:01

Sevgili İrem, size dostumu anlattırken istedim ki siz onu gözlerinizde canlandırın ve siz ona bir kaktüs seçin...Bir de şu var ki ben gerçekten teknoloji özürlü biriyim bana kaktüs yollasanız bile resmini çekip, yükleyip basmayı bile becerebileceğimden emin değilim...

Ama teklifin çok nazikti ve çok hoşuma gitti.
İzninle bende sana şöyle birşey teklif edeyim...
Ben size dostluklarımı yaşanmışlıklarımı anlatayım, kaktüsü siz seçip yapıştırın...hem böylece daha interaktif bir iletişim olur, hatta niye-hangi özellikleriyle o kaktüsü seçtiğinizi de açıklarsınız bana...

Sanırım sevgili Kartalpin'de pek itiraz etmez böyle bir uygulamaya...
(umuyorum...çünkü emin olun bu konuda çok ultimatom yedim, kendisi de SÖ'den pek farklı değil prensipleri konusunda :) )

Siyah 12-02-2010 23:39

Sevgili Kartalpin
Kaktüssüz yazı paylaşımım için çok özür diliyorum.
Sayfanızım formatını da bozmayı aklımdan geçirmem...
Sayın Malina'dan rica etsek benim bu yazılarımı buradan kaldırabilir mi?

Siyah 13-02-2010 00:49

Sevgili İrem,
Sanırım ikimizde gereken uyarıyı aldık...SÖ'ye prensiplerinde benzediğini söylemiştim :)

Sevgili Kartalpin ricanızı kırmak büyük kabalık olur, ayrıca sözlerinizden onur duydum...

Ben resim çekme ve yükleme konusunda Sevgili İrem'den destek alırım birlikte el ele hallederiz bu konuyu...

4.tekilkişi 13-02-2010 18:11

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi kartalpin (Mesaj 575893)

“Biz erkekler aşık oluruz, kadınlar ise sadece seçer. Doğanın kuralı bu ya da yaratan böyle buyurmuş.. Duygu dolu şiir yazan kaç kadın sayarsın bana, duygu dolu besteler yapan kadın bestekarlar nerede, duygu dolu çizimlere sahip kaç kadın ressam bilirsin… Kadın sadece ve sadece kendi çocuğuna karşı tam aşık olabilir. Yani hiç bi karşılık beklemeden sadece kendi çocuğuna sevgisini sunabilir. Kadın için bir erkek ise, sadece o aşka, yani çocuğa ulaşmada bir ara evredir . Eğer kadın da aşık olabilseydi evrende denge bozulurdu, İyi ki kadınlar aşık olmuyor da denge korunuyor toplumda”

Hanım'ın Çiftliği dizisinde mi duymuştum, Orhan Kemal menşeili, yahut On Kadınlı bir Ntv programında mı anımsayamadım şimdi. Deniliyordu ki: " Biz kadınlar aşık oluruz, erkekler ise SEVER sadece". Tam da Yaşar Bey'in sözleri ile zepzengin uyaklı. Durup, unutup her şeyi bu cümleyi düşünmüştüm. Hakikaten öyle mi? Aşık olan kadınlar mıdır erkekler mi? Hoş ne fark edecek değil mi? Aşkı tatsın da kişi.

Memlekette neden hiç şair kadın yok gibisinden sorulmuş Can Yücel'e cevabı malumunuz şahsına has olmuş :)) Bir başka şair de yine aynı konu üzerine -ah keşke tam cümleleriyle hatırlayabilseydim-: Erkeklerin karşılarında onları etkileyebilecek endam ve narinliğe sahip bir varlık var; kadınlar. Belki bu yüzden yazabiliyorlar demiş. Kadının karşısındaki erkek ne kadar etkileyici ki? Bir nefeslik durup düşünülünce sanki hak veriyor insan. (Estagfurullah yanlış anlaşılmasın sözlerim.) Daha geçen gün Antik "şair kadın" Sappho'nun kitabını aldım. Kadın şair diye almak istedim üstelik. Duygu yüklü kelimeler işte. Aşklı, dokunaklı. Mitoloji dersinde söylemişti hocamız, Aphrodite'ye yazılmış ilk şiir ona aitmiş. Ve söylenegelmiştir, Sappho kadınlara aşıkmış! Kadınlara! Bir erkeğe yazılamadı yine şiiir....

Bitkilere uyup kışın mahmurluğuna mı büründüm bilemiyorum. Biraz uzak bırakmıştım kendimi buralardan. İnsan sevdiğinin uzağına düşünce özlermiş; kıymetini anlarmış... Ben de bulandığım bu ağaçlar sevdasından uzağa çektim kendimi. Başkaca arayışlara girdim-çıktım. Bazen işin içinden çıkamadım, dolandı ayaklarım. Ama hiçbir yerde de bu tadı bulamadım. Özledim vesselaaam.

Yaşar Bey'le tanışınca yüzüme gül(ücük)ler doldu. İlk okuduğunda karşı bir atağa geçiyor insan, serde kadınlık var. İçimden bir ses yükseldi: Evden dışarı çıkarılmayan kadın ne kadar gösterecek ki aşkını? Özgür olmayan, kadın olduğunun farkında olmayan kadınlar ne kadar aşık olabilecekler? Onun ancak çocuğuna duyduğu aşkı kabul edebilir çevresindekiler? O da Anna olamaz; "anne" olur! Ne yapsın?! Tabii Yaşar Bey'in bunlara da pek çok cevabı vardır. Ve biliyorum aslında, önünde sonunda Sayın Kartalpin'in bahsettiği diğer bayan dostları gibi Yaşar Bey'in düşüncelerini haklı bulacağımı.

Merak ettim "Aha da bu ben işte" diye gönderdiği kaktüsü Yaşar Bey'in ne görüp ne düşünüp gönderdiğini. Kaktüsle arasında nasıl bir bağ kurdu acaba? Siz anlamışsınızdır hoş, daha görür görmez. Balık oltası gibi geldi bana dikenleri. Yahut yukarıya uzanan iki kol. Ne ikisi, bir sürü. Her yere uzanmak ister gibi. Her şeyi kucaklamak ister gibi. Veya tutunmak ister gibi bir şeylere...

4.tekilkişi 13-02-2010 22:14

Kitabevinde geçirdiğim zamanda Neyzen Tevfik ile Sappho arasında kalmıştım. Şansımı şair kadından yana kullandım. Zihnimin algısı Neyzen Tevfik'e açıkken, sizin yeni dostunuzla bir heyecan tanışmak istedim. Neyzen hiciv ustası, nükteli bir hikaye okuyacağım diye düşündüm. Öykünüzün adını da yine kafamdaki Neyzen tasvirine uygun, pek latifeli bulmuştum: Ney Üfleyemeyen Neyzen....

İlk defa kullanıyorum cümle içinde üzünç kelimesini. Çok işittim, çok okudum ama kelime ilk kez benim oldu. Benim duygularımın ifadesinde ilk kez kullanıldı. Üzünç duydum dostunuz için.

İnsanların burnunun direği niçin sızlar? Niçin yüreğin oturma odasında hissedilmez de üzüntü, neden burnun direği?

Bu gidiş, ardında üzüntüden çok daha derin hüzünler barındırır. Çünkü beklenilmeyen bir yolculuktur çıkılan. İnsan nasıl böyle bir karar verebilir? Babası akil bir neyzen olan bir oğul nasıl bu kadar boşluğa düşebilir? Ahhhh ne üzücü... Sizin üzüntünüz, içine düştüğünüzü düşündüğüm ruh durumunuz sorular/niyeler (tahmin edebiliyorum) insanı ne kadar boğar? İnsan bütün cevapsız soruların önüne hep kendini atar cevap olarak. Kendisinin iç huzuru rahatsız eder. Neden değil mi, biz bu kadar huzur doluyken, birileri niçin arayıştalar? Arayışta olsalar yine iyi; onlar aramayıştalar! Onlara neden bir kuple huzur sunamıyoruz kendimizinkinden biraz boşaltıp. Niye onların çaresizliklerine biraz huzur serpemiyoruz. Kendinizi ne kadar üzmüşsünüzdür kimbilir Sayın Kartalpin. Bazen ama, ama bazen!!!! İnsan bulmak istemez, aramak istemez, içine düştüğü boşluğa aitmiş sanır. O boşluğa o hiçliğe inanır. Of Allah'ım ne kötü! O inandığı hiçlikte yitirir kendini. Bu yine de kendisinin seçimidir. Saygı duymak (mı) gerekir?

Ölmek kolay, yaşayabilmektir zor olan. Eskiden, sorgulamalarla kendi kendimi köşeye sıkıştırdığım, kendimden önemli cevaplar istediğim zamanlar oldu. Doğum elimizde değil, ölümü verseydi bize Yaratan. Ölümümüzü bize bıraksaydı bari derdim. Keşke derdim ölümü biz seçebilseydik. Her üzüntümde pes ederdim. En basit hayal kırıklıklarımda, en kabul edilemez gördüğüm hatalarımda... Pes ederdim ama beklerdim bir küçük kıvılcım, bir ışık. Mutlu olmak, üzüntülerimi unutmak için en ufak bir fırsat beklerdim,yine de. İnsanlar, niye bu kadar çabuk pes ediyor artık?!!! Niye bu kadar umutsuzlaaar, inançsızlar yaşama karşı? Hep kendime ölümü bile yakıştırmak için daha akıllıca sebepler arardım ben. Bunlar ölmek isteyebilecek kadar önemli değiller henüz derdim. Yaşama inanırdım en azından. Boşluk hissi...... Rusya'daki o maden çukuru kadardı belki. Ama hiçbir boşluk içi doldurulamayacak kadar büyük değildir ki!

Ne kadar üzüldüm arkadaşınız için. Başınız sağ olsun. Siz sağ olun.



(Estagfurullah Sevgideğer Kartalpin, ben asıl kendimi sizden mahrum bırakmışım ne yazık! Ne ayıp, üzüntünüzde yanınızda olamamışım!)

Barçman 15-02-2010 08:39

Sayın Kartalpin Gerek size karşı mahçubiyetim gerekse gururuna çok düşkün
bir insan olarak çocuk gibi cezalandırılmamı hazmedemediğim için uzun zamanlar
bu siteye yorum yazmıyordum
Ama her zaman olduğu gibi yazılarınızı büyük bir keyifle takip ediyordum
Son mesajınız ve koyduğunuz fotoğraflardan sonra yazmadan duramayacağım
Sizin tabiat aşkınıza ve doğaya karşı duyarlı davranışlarınıza hayranım
Tabiattakı kedilere mama alıp onları beslemeniz , herkese örnek olması gereken bir davranış
Sizi canı yürekten kutlarım
Yazılarınızı takip ettikçe ne kadar çok ortak yönümüz var diye düşünüyorum
Hayattaki en büyük zevklerimden birisi ,çevremedeki hayvanları beslemek
Çevrede ne kadar kuş varsa bizim bahçemizde
Ferforjelerimizi kirletmeleri , kulaklarımızı çınlatan biteviye ötüşmelerine karşın
Eşimle onları çok seviyoruz ******
Bahçemizin önünde yatan sahipsiz kedi ve köpeklerimizide
Sıcak yaz gecelerinde çeşitli yerlere koyduğumuz su kaplarından su içmeğe gelen tilki yavrularını seyretmenin keyfinede doyum olmuyor
Bahçemize yıllar önce bırakılan biri topal biri kör köpeğimizde bu durumdan
son derece hoşnutlar
Umarım bu davranışınız herkese örnek olur
Herkes sokak hayvanları için bir şeyler yapıp onların yaşam hakkına saygı gösterir
Sevgilerimle

Siyah 15-02-2010 20:25

Bu yazı Kedili Baba içindir
 
Şehir, insanlar ve hayvanlar...
Bina yığınları arasında azıcık yeşil kalan o ender alanlarda bazen bir araya gelirler..
Çalıştığım yerin yakınında, park alanı olarak düşünülmüş ama asla gerçek bir park kimliğine kavuşamamış bir yer vardır.
Yine de o yerde hayvanlar ile insanlar biraz soluklanır...
Parkın çıkışında, bir garip meczup vardır.
Yer edinmiştir orayı, belki de şehirde kendini rahat hissettiği tek yer orasıdır... Orası evidir, yaşam alanıdır, dünyayı gözlediği yerdir...

Bir garip adam...Uzun boylu, zayıf mı zayıf..öğleye doğru gelir, parkın yanındaki muhtarlığın girişine yakın merdivenlerde oturur..

Parktaki bütün kediler heyecanlanır onu görünce...
Kedilerle birlikte bende heyecanlanırım..
Benim heyecanım, kedilerin ona nasıl büyük bir sevgiyle koştuklarını görmek içindir...
Her yanını bir anda kedi kaplar...
O kir pas içindeki adam, kedileri kucağına alır, kimisi yüzüne tırmanır, kimisi kolarında bacaklarında huzur içerisinde uyur. Kedileri sever sakince..ama ne sevme...belki de dünyadaki en yakınlarıdır o kediler...
Kedilerde de bir huzur bir huzur...Bir uyku...
Ama ne uyuma...
Öyle tilki uykusu filan değil..Derin derin huzur içinde uyur kediler...normal şartlarda sokak kedilerinin uyumayacağı tarzda.
Sırt üstü kendilerini dağıtırcasına uyur kediler onun kucağında, tepesinde, torbasının üzerinde

Onu öyle gördükçe adamcağızın bir çeşit "ermiş" olduğunu hayal ederim...
İçimden "Kedili Baba" taktım adını...
Bütün gün selpak mendil satıp kedi sever...
Gelip geçen hiç kimseyi taciz etmeden...

Ben mi onu ermiş yaptım, yoksa gerçekten mi ermiş bilemiyorum.
Bir noktadan sonra her iki durumda birbirine karışıyor...
Belki benim niyetimden oldu, belki öyleydi..Ne fark eder ki..
Bildiğim birşey var ise; gönlü herkesten zengindir.
Çok şahidimdir, sadece tek bir kuru lokma ekmeğinin yarısını kendi yer, yarısı ise o inanılmaz sayıdaki kedileri beslemek için böler...
Belki de tüm varlığı olan tek bir kuru ekmektir ve onu paylaşır!

Biz onun kadar zengin değiliz...Tüm varlığımızı aç kalma pahasına kedilere vermeyiz :)

Bu tabloya şahit olduğum ilk günde, çok derinden etkilendim...
Kedilerin ona olan sevgisi, onun kedilere olan sevgisi ve cömertliği...
Kendi içimizde onun gibi bir yüreğe sahip olmadığımıza eseflendim...
Gittim Kedili Babaya yenek, kediler içinse mama götürdüm...
Çok sevindi, kirli yüzü aydınlandı ve bana öyle içten bir "Allah razı olsun" dedi ki...
İçim ürperdi bir an!
O hafta inanılmaz bereketli bir hafta oldu benim için...
İşlerim bir açıldı, bir açıldı!
Tesadüf olduğuna kanaat getirdim...
Ertesi hafta bir mendil aldım sattıklarından ama epey yüklü bir para verdim üzerini almadan..
Yine aynı ifade ile bana "Allah razı olsun" dedi...
Ve tekrar aynı bereket ve bolluk!!!!!

Tamam dedim...Bu baba, gerçek bir ermiş!
Lakin ben ona yemek vermek istiyorum, ama bu yemeği verirken kendi işlerimi düşünmek istemiyorum...
Nefsimde en ufak bir çıkar hesabı olsun istemiyorum...
Önceleri acaba vermesem mi diye de düşündüm...
Ama adamcağızın haline de içiniz acıyor...
Ne yapacağımı bilemeden aklımın bir kenarında da kedili baba durdu...

Yine gittim mendil almaya...
Mendili aldım, yüklüce parayı uzattım..ve "Allah razı olsun demeni istemiyorum" dedim..."Yoksa alamam!"
Güldü "Tamam" dedi...
Şimdi arada yemek götürdüğümde veya mendil aldığımda ondan, bana sadece başıyla selam veriyor...
İçim rahat, işlerimde ekstra bir artış yok...Artış olacaksa başka nedenlerle oluyor zaten..
Bende vicdan hesabı yapmadan Kedili Baba'ya yemek verebiliyorum :)

Bu öyküyü bir arkadaşıma anlattım..
Hemen zıplamış gitmiş bir mendil almış ondan, bir sürüde para vermiş..
Hiçbir şey olmamış..
Telefon açtı bana, "Kedili Baba' ya bir sürü para verdim hiç birşey olmadı" diye...
Güldüm sadece....
:)

Not. Sevgili Kartalpin, kaktüs aldım, fotograf makinası da alacağım, formatı bozmayacağım söz...ama kedileri görünce dayanamadım ;)

diver_bird 15-02-2010 20:54

Sevgili Taba
SÖ ile ilgili yazınız çok güzel anlatım olmuş.
Eminim o sizi bi yerlerde görüyor ve duyuyordur.
Bu yüzden O da kendisinden allah rahmet eylesin denilerek bahsedilmesini istemezdi.
Hızır içinde uyusun
Kaybettiklerimiz hep içimizde yaşasın

Siyah 15-02-2010 21:55

Sevgili Diver Bird
Benim için yazdığınız güzel şeyler için çok teşekkür ederim.
SÖ eminim ki beni duyuyor, ben böyle şeylere gerçekten inanan biriyim, çoğu kişiye saçma gelsede..

Kaybettiklerimiz demeyelim...Ayrılanlar diyelim...Ve bizden ayrılanlar biz istediğimiz sürece hep bizimle kalırlar

Çok teşekkürler

hanif 16-02-2010 19:53

kaktusleri çok seviyorum ama şuan hiç kaktusum yok.buarada burda yeniyim

cok garip bi kaktus

otuzikinci kaktusunuz cok guzel çiçek açiyor biliyomusunuz

kırçiçekleri 16-02-2010 20:22

Dönülmezlerdeki Dostun özlemini çağrıştırıyor her şey...
 
1 Eklenti(ler)
Zaman....çok iyi bi silgi oluyor bazen...
Siliveriyor, unutuyorsun yaşananları, söylenenleri, birilerini...
Bazen de öyle kalın çizgiler çiziyor ki silinmesi olanaksız
izler bırakıyor.
"Bir yarasın, izi silinmeyecek" dedirtiyor insana.
Derdi ki Sevgili Dostum;
"Sevmek dokunmaktır"
Oysa her dokunuş sevgiden değil,
oysa dokunmadan da sever insan.
Yüreğinde inceden bi sızı duyuyorsa Onu anınca...
anımsadığında Onu, özleminden sızlıyorsa burnunun direği,
Gözlerinden yanaklarına süzülüveriyorsa gözyaşları Onun bi sözü gelince aklına...
Ondan gelecek_ bi tümcelik bile olsa _iletiyi bekliyorsa umutla...
Posta kutusunda Ondan gelen iletiyi görünce seviniyorsa çocukça...
Düşlerde kayboluyor, düşlerde buluyorsa Onu...
Dedi ki Sevgili Dostum;
"Sırça köşklerde yaşama, yere bassın ayakların"
Gerçekler dağıtıyordu güzel düşlerimi...
yere basınca kırılan sırça sarayımın cam kırıkları batıyordu ayaklarıma
ama kanayan yüreğimdi , ayaklarım değil....
Ve dedi ki Sevgili Dostum;
"Herşeyin bi sonu vardır"
Ama bilmiyordu ki dostluğun, sevginin yoktur sonu...
Yaşamın ölümdür sonu.
Alır gider sevgiliyi, dostu...
Alıp gidebilir mi Ona sevgimi?
alıp gidebilir mi dostluğumuzu?
Ölüm son olabilir yaşama
ama
son değildir sevgiye...
çoğaltır sevgileri, özlemi de katıp
daha bi çoğaltır.
Kocaman kocaman iki yıl oldu
ölüm alıp Onu götüreli
dönülmezlere...
Ve bana özlemini çağrıştırıyor
herşey....

kırçiçekleri 19-02-2010 22:45

Öykü okurken burksa da içimi, güzel anlatı ve o çok güzel kaktüsün güzelliği için çok çok teşekkür ediyorum.
Kızıl saçlı bi afet Kaktüsünüz.
Uzun uzun yaşasın...

kırçiçekleri 19-02-2010 23:04

Keşke...............
 
1 Eklenti(ler)
Yürüdüm deniz kenarında bu gün... Güzeldi hava.. Hafif, ılık bi esinti okşayıp geçiyordu usulca saçlarımdan...
Yalnız yürürken, insan kendinle konuşur ya, yaşanmışlıklar, sözler, dostlar gelir, geçer usundan...
Kızar bazen insan, yaptığı hataları, kızgınlıkları, kırgınlıkları anımsayıverince... Bir de keşkeler koşuşup gelirler
yanında pişmanlıklar, kırıklarla....
Birden kendi sesimle irkildim... Öyle dalmışım ki kendimle konuşmaya, sözcüklerin yalnızca içimde dolaşmadığının, dudaklarımdan dökülüverdiğinin ayrımına vardım birden.... Telaşla bakındım çevreme. Oh! yakınımda yoktu kimsecikler.
_Deli midir nedir?- derlerdi herhalde duysalar.
Kendimle konuşurken, zincirleme çağrışımlar olur belleğimde...
Şimdi yanımda bi arkadaşım olsaydı, konuşsaydık, ona anlatsaydım içimden gelenleri, geliverdiğince...
O anlatsaydı, ben dinleseydim, birbirimizin kırgınlıklarına, keşkelerine dokunup güzel, umut sözcükleriyle
iyileştirseydik usul usul... diye geçerken içimden, araya giren yollar, zaman, olanaksızlıklarla görüşemediğim arkadaşım geliverdi
usuma... Gülümsedim, buruk oldu gülümseyişim...
Öylesine doluydu ki, keşkeleri, umarsızlıkları, pişmanlıkları öyle çoktu, öyle ağır geliyordu ki yüreğine...
Sevecen bi yüreği vardı, yufka yürekli, içindeki yorgun çocukla ağlamaklıydı çok kereler...
Kendi kendine konuşmaktan yorulunca, ağlamakla dolunca içi koşar gelirdi bana.....
Gelir gelmez, daha oturmadan başlardı ayaküstü... İçindeki yükü bi saat önce boşaltma telaşında....
Anlatır, anlatır, anlatırdı,
bi soluk almak için duraklayınca da gözyaşları dökülüveririrdi telaşlı....Ardarda durmaksızın...
Hem ben , hem o biraz sakinlesin, biraz soluklansın diye kahve yapmaya gidince mutfağa, sürdürürdü anlatmayı... Başımı uzatıp kapıdan
parmaklarımı sus ile büzülen dudaklarıma götürüp _hemşirelerce_ ŞŞŞT deyince gülümserdi gözyaşlarını silip elinin tersiyle...
Kahvelerimizi yudumlarken, ona o an usuma geliveren bi fıkra anlatırdım, ya da okulda yaşanan gülümseten bi olayı...
Gülümserdi, içindeki çocuk sevinince, canlanırdı bi an... Sonra birden hani hava güneşli, ılık esintiliyken, birden esiveren soğuk bi yel, toplanan kara
yağmur yüklü bulutları kaplar ya gökyüzünü işte öylesi kayboluverirdi gülümseyişi, yüzü kararır, dudakları büzülür, yüzündeki kaygı çizgileri çoğalıverirdi...
Onu umutlandıracak, onu sevindirebilecek sözcükleri bulmak, ardarda sıralamak önceleri kolaydı ama O her gün, her an aynı yaşanmışlıklarını, aynı keşkelerini, aynı umarsızlıklarını anlattıkça Ona gerekli onun umutlarını yenileyecek, daha somut çözümler bulmak zorlaşıyordu...
_Seni de yoruyorum, senin de canını sıkıyorum değil mi? deyince...
Hayır desem de içimde, yüreğimde bi ağırlık, kara yağmur bulutlarının toplandığını,
gücümün tükendiğini duyumsuyordum.
Onun onca kırıklıklarına bi sözle, bi davranışla yeni bi kırgınlık eklemek istemediğimden, kendi dayanma gücümü zorluyordum, sıfırlayana dek...
Ve bi gün __Bu gün gazete de ne okudum biliyor musun? diye başladım söze...
Gülümseyerek... Hani muzipçe bi şeyler anlatacakmışcasına...
Gülümsediğini görünce,sürdürdüm sözümü....
"Sürekli yakınan, sürekli ağlamaklı, sürekli eskide kalanları anlatanlar onu dinleyenlerin de güçlerini tüketirler,
yaşam sevinçlerine nedenler ,umutlanacak yeni nedenler bulmak ve üleşmektir arttırır gücümüzü"
diyordu yazıda... Tümcem biter bitmez gözlerine baktım, tepkisini görmek için...
_Doğru...
Özür dilerim, seni de çok daralttım...
Yoruldun benimle...
Eyvah, eyvah!!! kırdım onu.. Al bi keşke daha...
Söylemeseydim keşke...
Gülümsedi, ayağa kalktı...
Boşverrrr dedi elini sallayıp, hadi yürüyelim uzun uzun....
Temiz hava iyi gelir ikimize de...
Sevindim,çok sevindim...
Ama bir hafta olmadan, aynı ağlamaklı, aynı keşkelerle geldi, anlattı yine
benim kere kere dinleyip bellediklerimi...
Olanca sevgimle dayandım, daha çok kırılmasına katlanamadığımdan...
Ve başka bi kente taşındılar bir süre sonra. Telefonla görüştük yalnızca...
Geçen yıl bi yakınına gelmiş, yolda karşılaştık.
Sevindim , sevindi görüşünce. Ama...
_Parkinson hastalığına yakalandım dedi, konuşması, adım atışı yavaşlamış...
Gözlerimin dolduğunu görmesin diye zorla yutkunup,
_Sonra görüşelim, ben seni ararım, acele bi sözüm var birine yetişmem gerek" diye koşar adım ayrıldım Ondan...
Gözyaşlarım aceleyle sildikçe,durmaksızıni bi yenisine engel olamadan akıyordu... Olanca gücümle yürüdüm. yürüdüm, nereye gideceğimi düşünmeden......
Keşkelerime bi sürü keşke daha eklendi işte...
Keşke karşılaşmasaydım, keşke Onu öylesine bitkin, öylesine yaşamdan koca bi tokat yemiş, yenilmiş görmeseydim ...Keşke....

kırçiçekleri 21-02-2010 18:25

KEŞKE; pişmanlıklar,
keşke; yaşanmış, insanın içinde her anımsayışta içini sızlatan...
keşke bi yazgı değil bence.
Keşke dönüp düzeltilemeyecek pişmanlıklarımız...
Keşke yerine __iyi ki yaşadım,
___iyi ki söyledim
___İyi ki yaptım diye bilmek.
Daha az hata yapmak, keşke demeden akılcıl davranabilmek...
Gerçekleri görüp savunmak, haksızlıklar karşısında susmamak...
Çıkarsız, bencil olmak ve sevmek...
Beklentisiz sevmek hem de...
Sevgiyle....

kırçiçekleri 21-02-2010 18:28

Dikenlerin içinden size sevgi ile gülümseyen çiçekler gerçekten olağanüstü güzel...
Sizi seviyorlar, gülümsüyorlar sevgiyle...
Ne mutlu size..

İrem Erdinç 24-02-2010 14:27

Abbas
 
1 Eklenti(ler)
Günlük konuşma dilimize yerleşen ve zaman zaman hepimizin kullandığı “Abbas yolcu” esprisi, belki de bu şiirden esinlenerek doğmuştur!
Kim bilir? Bu espride ki Abbas’ın, Cahit Sıtkı’nın Abbas’ı olup olmadığını bilmesem de o ünlü şiirindeki Abbas'ı sık sık anıyorum. Ve çok beğendiğim şiiri size tekrar okutmak istedim. Belki hikayesini de biliyorsunuzdur da, paylaşma nedenim Abbas olabilmek dilekli. Keşke sizlerin sevdiklerinizi de getirebilme kabiliyetine nail olabilsem ve böylesi hüzünbaz görmesem sizleri.


Neyse… şiir ve hikayesi başlıyooor.


“Haydi Abbas, vakit tamam;
Akşam diyordun işte oldu akşam.
Kur bakalım çilingir soframızı;
Dinsin artık bu kalp ağrısı.
Şu ağacın gölgesinde olsun;
Tam kenarında havuzun.
Aya haber sal çıksın bu gece;
Görünsün şöyle gönlümce.
Bas kırbacı sihirli seccadeye,
Göster hükmettiğini mesafeye
Ve zamana.
Katıp tozu dumanı,
Var git,
Böyle ferman etti Cahit,
Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş‘tan;
Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan.”

***
Abbas şiirinin ortaya çıkış öyküsü de oldukça ilginç.
Paylaşmak istiyorum:
“Cahit Sıtkı askerliğini yedek subay olarak yapmak üzere birliğine gider. O yıllarda yedek subay sayısı az olduğundan her yedek subaya emir eri verilmektedir.
Birliğine gittiğinde bölük yazıcısından künye defterini ister.

Sırayla isimlere bakmaktadır.
Bir isim dikkatini çeker; Abbas oğlu Abbas!
Sakat çolak eli yüzünden çürüğe ayrılmış biridir Abbas. Talim bitiminde bu askerin yanına gönderilmesini ister.
Öğle saatlerinde kapı çalınır. Karşısında civan, mert, yiğit biri selam çakıp;
-Abbas oğlu Abbas! Emret komutan! Der.
Aralarında söyle bir konuşma geçer.
-Nerelisin?
-Memleket Mardin, kaza Midyat komutan.
-Sen benim emir erim olur musun?
-Sen bilir komutan!
Askere eşyalarını toplamasını ve kendi evinin altındaki boş yere taşınmasını ister…

Zamanla askerin zeki oluşundan ve sıcakkanlılığından etkilenir.
Abbas her sabah erkenden kalkar Cahit Sıtkı ‘ ya kahvaltı hazırlar. Öğle yemeğini sormadan hazırlar. Tüm ihtiyaçlarını karşıdan bir istek gelmeden düşünüp yerine getirir. Erkenden kalkıp Cahit Sıtkı’nın kıyafetlerini ütüler hazırlar ve evin temizliğini yapar.

Akşamları olunca Cahit Sıtkı’nın sevdiği yemek ve mezeleri hazırlar. Zamanla aralarında komutan asker ilişkisinden daha güçlü bir dostluk bağı oluşur. Bu saf ve temiz Anadolu çocuğunda ki sadakat ve temiz yürekten etkilenmiştir Cahit Sıtkı…
Zaman zaman karşısına alıp dertleşir ve bu Anadolu çocuğunun ruhunda ki gizli şeyleri keşfeder…
Akşamları rakı sofrası kurup en güzel kızartma ve mezeleri hazırlar Abbas… Aralarındaki duygu bağları güçlenir. Böyle bir keyif geçesi akşamında alkollü Cahit Sıtkı sorar;
-Sen İstanbul’u bilir misin Abbas?
-Bilir komutan.
-Orda bir Beşiktaş vardır, bilir misin?
-Bilir komutan! Ben orda acemi birlikteydim.
-Orda benim bir sevgilim var. Sen bana kaçırıp onu getirir misin?
-Elbet komutan!
Sabah olur, Cahit Sıtkı bakar ki Abbas yeni asker kıyafetleri giymiş, tıraş olmuş, hazırlanmış.
Cahit Sıtkı sorar;
-Hayırdır Abbas, neden böyle hazırlık yaptın?
-Ben İstanbul gidecek komutan!
-Ne yapacaksın sen İstanbul’da?
-Sen söyledi bana. Ben gidecek sana Sevgiliyi getirecek!
Gözlerindeki hüznü ve gözyaşlarını gizlemek istercesine arkasını dönüp kapıyı çarpar ve çıkıp gider Cahit Sıtkı…
Fakat bu mert askerin, yüreği sevgi dolu Anadolu çocuğunun samimiyetinden, sadakatinden ve sıcaklığından etkilenir, duygulanır.
Akşam olur. Ağaç altında rakı sofrası kurdurur ve Abbas’ı karşısına oturtur.

Birlikte yiyip içerken, işte o akşam, Cahit Sıtkı bu meşhur şiirini kaleme döker!

Kaktüsümün fotoğrafı yazdan kalma; ama iki çiçek açışı aynı Cahit Sıtkı ve Abbas'ı çağrıştırıyor.

skaraca 25-02-2010 08:56

Sayın İrem Erdinç,

Çok fazla şiir okumam ama Cahit Sıtkı'nın bu şiiri, sevdiğim şiirler arasında yer alır. Ancak öyküsünün bu şekilde olduğunu sizden öğrenmiş oldum. Teşekkürler. Gerçekten güzel bir öykü imiş. Anadolu insanının saf, kendisinden istenileni belki de gerçek olup olmadığını sorgulamadan yerine getirmeye hazır olduğunu göstermesi bakımından da önemli.

Kaktüsünüz ise beyaz saksı içerisinde beyaz çiçekleriyle oldukça güzel görünmekte.

Siyah 25-02-2010 09:08

Sevgili İrem...
Harika bir yazı ve paylaşım...
İçim ısındı :)

Çok teşekkürler

İrem Erdinç 25-02-2010 10:04

Teşekkürler
 
Sevgili Kartalpin, Taba ve Skaraca, hoş sözleriniz için teşekkür ederim.

Skaraca kaktüsümü beğendiğiniz için ayrıca teşekkür ediyorum ;)

kırçiçekleri 25-02-2010 15:10

Çilingir Sofrası

Bu zıkkımınn yanında
Arnavut ciğeri ister, bir.
Çiroz salatası ister, iki.
Cacık ister, üç.


Adalet, müsavat, hürriyet demeye
Sadece yürek ister.

_Metin Eloğlu_

Çilingir sofrası da dost ister,
Abbas gibi yalın,
yürek ister,
yürekli dostlar ister insan yaşam sofrasında
Abbas gibi....

Yüreğine sağlık Sevgili İrem...
Kal dostça, sağlıcakla...
Bembeyaz gülümseyen kaktüsün gibi gülsün yaşam da
sana....

İrem Erdinç 25-02-2010 16:03

Teşekkürler
 
Sevgili Kırçiçekleri;

Gönlümü hoş eden, şapşahane yazınız ve dileğiniz için çok teşekkür ederim.

4.tekilkişi 27-02-2010 00:04

Cahit Sıtkı Tarancı babaannesinin ona anlattığı masallarla büyümüştür. Ve Abbas da o masallardan birindeki kahramandır. Masaldaki Abbas mükellef sofralar kurabilir, masal kişisi ne isterse onu yerine getirebilirmiş. Sihirli Lambanın Cini gibi aslında. Ve bütün bunları düşününce, Şair askere gittiğinde eline verilen künye defterinde elbette dikkatini çeken isim Abbasoğlu Abbas olacaktır :) İşte bu sebeple emir eri Abbas'tan çilingir sofrası kurmasını ister ve getirmesini Beşiktaş'taki ilk sevgiliyi... Masal kahramanıymış gibi.

Cahit Sıtkı'nın hayatını öğrenirken, hep aklımda o ilk sevgili vardı. Nasıl biriydi, neden o kadar çok sevilmiştir gibisine magazinel sorular. Onu uzun süre unutamamış. -Aşk kavuşamamak mıydı ki?- Sevgili Kartalpin'in "O ve O" dostlarını anlattığı hikayesindeki aşıklar gibi. Biraz daha farklı tabi. Bir taraf hep aşık, diğer taraf sonsuza kadar maşuk. Neyse ki Sevgideğer Kartalpin bir saksıda bütünleştirmiş onları. En azından hatıralarını, aşklarını sembolik de olsa.

Sayın Kartalpin'in anlatılarında o kadar çok şey öğreniyor ki insan. Müthiş bir doygunluk. Anlatımdaki lezzet, içimize işleyen duygu, dostlarının pek güzel halleri (fotoğrafları)... Elimdeki kitabı bırakmama sebep olup, dokunamadığım bir dünyanın içine gizli bir davetle beni çağıran bir dost kendisi. Kendisinin bile haberi yok belki bu çağrılardan ama, onun kaktüs dostları ve o dostlarla ilgili anlatacakları aklıma düşünce ne varsa bırakıyorum. Ve bu sayfalara ne zaman gelsem, daha muhteşem şekilde gerçek dünyama geri dönüyorum. Bir dergah gibi...

İçinizdeki sevgi ne kadar büyük ki, şehirler (ve daha neler) geçip bizim içimize dolabiliyor. Varlığınız ne güzel bir armağan Sayın Kartalpin.

4.tekilkişi 01-03-2010 01:39

Ne diyeceğimi bilemedim, affedin. Güzel iltifatlarınızın etkisindeyim. Ne demeli, kocaman bir teşekkür çok mu kuru kalır. Üzerine çiğ damlaları mı serpiştirmeli? Bilemedim. İnanın sarhoş gibi oldum. Bu teveccühünüze ne şekilde cevap verilebilir?! Bilemiyorum.....

skaraca 02-03-2010 09:18

İlkokulda, ortaokulda hatta lisede kaç arkadaşımızı bırakmadık ki...

Sanki hep aynı yerde, aynı kişilerle kalacakmış gibi sevdik arkadaşlarımızı, ama bir süre sonra herkes biryerlere gitti. Onlar gitmediyse biz gittik. Unutmadık onları ama bir daha da göremedik. Anılar bazen kırık-dökük canlandı. Bazen hiç ummadığımız bir anda karşımıza çıktılar. Belki biz, belki o hatırladı. Eski günlerden konuştuk, telefonlar alındı-verildi ama belki bir daha aradık-aramadık.

Fuad'ın kalp, yürek, gönül anlamında olduğunu da bilmiyordum. Genellikle Fuad değil Fuat olarak kullanır ve biliriz. Gerçi hangi kelimeyi doğru kullanabiliyoruz ki...

Teşekkürler sayın Kartalpin, Fuad'la tanışmamızı sağladığınız ve bizleri de geçmiş günlere götürdüğünüz için.

Vildan Sönmez 05-03-2010 08:10

Sayın Kartalpin,
Kaktüs ve sukulentlerin duygulu anlatımcısı.....
Doğum gününüzü kutlu olsun..

(Sayfanızın sessiz izleyicisi)

skaraca 05-03-2010 13:32

Sayın Kartalpin,

Arada bir ses veren sayfanız izleyicisi olarak Doğum gününüzü kutlar, sevdiklerinizle (bu arada kaktüslerinizi unutmayalım) birlikte nice mutlu yıllar dilerim.

berduray 05-03-2010 14:17

Çok yaşayın ve hep yazın...

Hayatın telaşı içinde, arada unuttuğumuz değerleri bize şahane hikayeler eşliğinde çaktırmadan hatırlattığınız için de; ayrıca müteşekkirim.

berduray 05-03-2010 22:11

Kendi adıma hiçbirşey yapmadan, onore oldum.

Bu şerefi bahşettiğiniz için teşekkürlerimi sunuyorum, lütfen kabul buyurun.

sevim.K 05-03-2010 22:25

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi kartalpin (Mesaj 591100)
Evet bir yıl daha yaşlandım ve ne mutlu ki bir yıl daha yaşlanmak nasip oldu.


Daha uzun yıllar yaş almanız dileklerimle:) Sevgiler, saygılar kaktüs dostu:)

kırçiçekleri 05-03-2010 22:55

Yaşamak,
yol almaktır yaşamda...
Yol boyunca arkadaşlar bulmak, aşklar yaşamak, sevdalarda kalmaktır.
Yürek sızıları, iç acıları duymak, ağlamak için için
hıçkırıklarını yutarak çok kereler...
Ve sevinmek, sevinçlerde...
Gülmek için katıyana dek bazen...
Gülümsemek mutluluktan....
Yaşamak,
güzeli çoğaltmaktır, üretmek ve üleşmektir sevgiyle...
Yaşam yolunuz uzun, aydınlık ...
Sevdalar hep yüreğinizde,
umutlar hep güzel düşlerinizde olsun...
Nice nice yıllara...
Sevgili Kartalpin...
Kaktüsleriniz hep gülümsesin aşkla size çiçek çiçek...
Sağlıcakla olun.

skaraca 05-03-2010 23:02

Çok teşekkürler sayın kartalpin,

Merak ediyorum ben hangi kaktüs olacağım. Ya da bir yıllık gelişim süreci nasıl olacak. Hani bazı bitkiler yerini sever çıldırmış gibi büyür. Ama aynı tür bir başka bitki aynı yerde diğeri kadar gelişemez. Hep birşeyler eksik kalır.

Hayatınızda eksik kalmaması dileğiyle... tekrar mutlu yıllar.

mel-i 05-03-2010 23:35

Sevgili Kartalpin ,

Hayatınızdan güzellikler hiç eksik olmasın . İyiki varsınız... Her günü bahar olan bir hayat sürmeniz dilğiyle...

Barçman 06-03-2010 08:35

Sayın Kartalpin Geçde olsa doğum gününüzü kutlamak isterim
Sağlıklı huzurlu bir yıl geçirmeniz dileğiyle
Gerek sizin gerek konunuza duygu yüklü mesajlar bırakan diğer arkadaşlarımızın
yazılarını okumak beni dinlendiriyor
Gönüllerinize , ellerinize sağlık
Bu arada kaktüslerinizi isimlendirdiğiniz dostlarınız çok şanslılar
Birgün onların arasında olmayı diliyorum Sevgiler

sevim.K 13-03-2010 09:43

VEDA

Veda diye yazmam gerekir biliyorum ama bir yürek acısı vedalaşmak içim acıyor. Öylesine dost, öylesine sıcak ki bütün dikenlerine rağmen. Kaçtır gidiyorum yanına git gide irileşen, kahverengileşen sarı lekelerine bakıyorum. Sarı lekeler yeşilliğini örtercesine yayılıyor. Siyahlar koyulaşan kahverengiyle yarışıyor sanki tükenmenin yok oluşun hızını göstermek istercesine

Kaç zaman oldu diyorum her soluksuzluğuyla konuşurken. Hatırlamıyorum, hatırlayamıyorum birlikte olmadığımız zamanları. Hep vardı diyorum küçücük bir saksı içerisinde yüreğime geldiği zamanları yaşarken.

Yüreğimin yalnızlığını yok etmek istercesine yüreğine can olsun diye yanına kattıklarımı hatırlayarak birer birer. Elim varmıyor zamanın çöplüğüne yollamak için kim bilir diyorum umutsuzluğum içinde bir can görürmüyüm.

ikimiz varken diyorum ilk kez kucaklaştığımızdan bu yana kimler katılmadı ki aramıza ya da kimler terkedip gitmedi ki ilk yol ayrımlarında. Her gelişte sevinçler yayılmadı mı yüzümüze sıcaklığını duyarken yüreklerimizin gidişlerinde yanışımız kadar.

Bir parça daha ertelemek istercesine yok oluşu güneşe bakıyorum.

Sen güneşi seversin diyorum. Sıcağı.. Isıtır yüreğini diyorum aydınlığı güneşin.

Sen aydınlıkları seversin.

Bir parça umut.

Derken güneşe.


Neredeyse hatırlayamadığım uzak bir zamandan bu yana benimle olan sahip olduğum ilk kaktüsüme, dostuma, sırdaşıma, arkadaşıma veda zamanı gelmiş ne yazık ki....

İçimden gelmedi fotoğrafını eklemek.

Tüm kaktüs dostlarına sevgilerimle

mrmusti 13-03-2010 10:35

Sevim hanım, Benim başlığa at resmini bende varsa yollıyayım dostunuzu size..

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi sevim.K (Mesaj 595880)
VEDA

Veda diye yazmam gerekir biliyorum ama bir yürek acısı vedalaşmak içim acıyor. Öylesine dost, öylesine sıcak ki bütün dikenlerine rağmen. Kaçtır gidiyorum yanına git gide irileşen, kahverengileşen sarı lekelerine bakıyorum. Sarı lekeler yeşilliğini örtercesine yayılıyor. Siyahlar koyulaşan kahverengiyle yarışıyor sanki tükenmenin yok oluşun hızını göstermek istercesine

Kaç zaman oldu diyorum her soluksuzluğuyla konuşurken. Hatırlamıyorum, hatırlayamıyorum birlikte olmadığımız zamanları. Hep vardı diyorum küçücük bir saksı içerisinde yüreğime geldiği zamanları yaşarken.

Yüreğimin yalnızlığını yok etmek istercesine yüreğine can olsun diye yanına kattıklarımı hatırlayarak birer birer. Elim varmıyor zamanın çöplüğüne yollamak için kim bilir diyorum umutsuzluğum içinde bir can görürmüyüm.

ikimiz varken diyorum ilk kez kucaklaştığımızdan bu yana kimler katılmadı ki aramıza ya da kimler terkedip gitmedi ki ilk yol ayrımlarında. Her gelişte sevinçler yayılmadı mı yüzümüze sıcaklığını duyarken yüreklerimizin gidişlerinde yanışımız kadar.

Bir parça daha ertelemek istercesine yok oluşu güneşe bakıyorum.

Sen güneşi seversin diyorum. Sıcağı.. Isıtır yüreğini diyorum aydınlığı güneşin.

Sen aydınlıkları seversin.

Bir parça umut.

Derken güneşe.


Neredeyse hatırlayamadığım uzak bir zamandan bu yana benimle olan sahip olduğum ilk kaktüsüme, dostuma, sırdaşıma, arkadaşıma veda zamanı gelmiş ne yazık ki....

İçimden gelmedi fotoğrafını eklemek.

Tüm kaktüs dostlarına sevgilerimle



Forum saati Türkiye saatine göredir. GMT +2. Şu an saat: 12:18.
(Türkiye için GMT +2 seçilmelidir.)

Forum vBulletin Version 3.8.5 Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0
agaclar.net © 2004 - 2025