![]() |
Organik tarımın ne kadar organik oldu
Haberturk Gazetesinde gördüğüm ve BBC News de de tekrar rastladığım bir haberi sizinle paylaşıyorum. Benim görüşlerime büyük ölçüde uyduğu ve sözüm ona organik üretim yapıldığının sadece bir idda olduğunu gösteren makale.
Sağlık açısından değerlendirildiğinde, organik tarımla üretilen ürünler, konvansiyonel tarımla üretilen ürünlerden farklı değil. Fransa’da “Tarım Araştırmaları Ulusal Enstitüsü”nün insan beslenmesi ve besin güvenliği üzerine çalışan iki uzmanının bilimsel bir beslenme dergisinde yayımlanan çalışmalarının sonucu bu. 2003 yılından bu yana yayımlanan yüzlerce çalışmayı detaylı olarak inceledikten sonra Léon Guéguen ve Gérard Pascal şunu tespit ettiler: “Bulgulanan zayıf farklar, organik besinlere, diğer normal besinlere oranla beslenme ve sağlık açısından bir üstünlük vermiyor.” ZEHİRİ DE KARŞILAŞTIRDILAR AMA… Geçen yaz, iki İngiliz araştırmacının Yiyecek Standartları Ajansı için yaptığı benzer bir çalışma organik tarımcılar ve organik tarım endüstrisi tarafından ciddi biçimde eleştirilmişti. Eleştiriler, iki araştırmacıyı, sadece meselenin beslenme boyutuyla ilgilenmekle (mesela pestisitlerin risklerini unutmakla) ve sadece dergilerde yazılı makaleleri dikkate almakla suçluyordu. “Bu tartışmayı noktalamak için, organik besinlerde çok daha az olduğu sanılan zehirli etkiler üzerine gittik ve bu konudaki çalışmaları da dikkate aldık” diyor Léon Guéguen. Ama onların çalışmasında da ibre organik besinlerden yana olmamış. “Mantıksal olarak organik ürünlerde daha az pestisite rastlıyoruz ama yine de rastlıyoruz” diyor Gérard Pascal ve “Paniğe kapılacak bir şey yok” diye ekliyor: “İki durumda da bulunan içerikler çok zayıf.” DOĞAL AMA ZARARSIZ DEĞİL 2007’de Fransa’da yapılan bir araştırma, analiz edilen sebze ve meyvelerin yüzde 92’sinin yönetmeliklere uyduğunu ortaya çıktı. Maksimum tortu limitleri (ki bu değer, güvenlik amacıyla, zehirlilik eşiğinden 100 kez düşük tutulmuştur), incelenen sebze ve meyvelerin sadece yüzde 8’inde aşılıyordu. Şunu da not etmek gerekir ki, bazen organik üreticilerin bazı parazitlerle mücadele amacıyla yoğun olarak kullandıkları bakır, kükürt, rotenon (kokusuz böcek/tarım ilaçlarında bol bulunan bir kimyasal molekül) ve neem yağının (organik böcek ilacı) etkileri şimdiye kadar hiçbir araştırmanın konusu olmadı. “Oysa insanların zararsız çünkü ‘doğal’ olduğuna inandıkları bu ürünler, bazı sentez moleküller kadar zehirli olabilirler” diyor Léon Guéguen. ZIT ÇEVRESEL ETKİ Organik beslenmenin sağlık açısından pek bir fayda sağlamadığı doğrulansa da, bu tür üretim biçiminin çevresel etkisi küresel olarak daha olumlu. Ama yine zıtlıklar var. Bir tarım çalışma grubunun çalışmaları, organik tarımın, yeraltı ve yerüstü suların nitrat ve pestisit içeriklerini düşürmeyi başardığını gösterdi. Aynı şekilde, toprağın fiziki ve biyolojik kalitesi iyileşiyor ama bu uygulama uzun vadede, “bazı minerallerin fakirleşmesine yol açıyor ki bu da üretim için sınırlandırıcı oluyor.” Yine, ekolojik tarım yapılan topraklarda biyolojik çeşitlilik daha zengin olsa da, sera etkili gazların azalması ve enerji tüketimi üzerindeki etkisinin ölçülmesi zor görünüyor. Ama pratikte, organik tarım alanlarının yayılması nedeniyle olumlu etkiler kullanışlı olmuyor. Bunu iyileştirmek için akademisyenler, eğimli havzalar ya da su toplama alanları gibi bazı hassas toprakların organik kullanımını öneriyor. Ama bu biraraya getirme de risksiz değil. “Bugün biyolojik tarım sahaları, onların etrafında konvansiyonel tarım yapan çiftçiler tarafından parazitlerden korunuyor” diyor Léon Guéguen. “Eğer onları aynı alana toplarsak, büyük bir salgın sırasında ürünler ortadan kalkabilir.” |
Herhangi bir fikri olan yokmu bu konuda. Nasıl kandırıldığımız, organik, doğal, GDO suz başlıklarıyla nasıl bir tezgaha kurban gitiğimiz, yeni yalanlara alet edildiğimiz konusunda ne olur susmayın.
Gerçek organik tarım ile üretilmiş, örneğin bir kilogram domates yemek isterseniz kilogram başına 7 TL ödemeniz gerekmekte. Bunu yapamayacağınıza göre ( en azından dünya nüfusunun 93 % ü yapamayacağına göre ) elde edebileceğiniz ve parasını ödeyeceğiniz gıdaların ne içerik de olduğunu iyice kontrol etmelisiniz. |
Evet organik tarım maalesef hikaye! oldu. İnsanoğlu tarımsal ilaçları keşfettğinden ve dünyayı kirletmeye başladığından beri bu böyle. Artık organik tarım yapmak imkansız gibi.
|
Health Checkup: Who Needs Organic Food?
Kendinizi kolayca berbat hissetmenin yolunu mu arıyorsunuz? Öyleyse sağlıklı beslenme fikrini unutun ve vücudunuz ne yemek istiyorsa onu yiyin. Vücudunuz et ister; yağ ister; tuz ve şeker ister. Vücudunuz mecbur kalırsa sebze ve meyveye katlanır, ancak sadece bütün bu et, yağ, şeker ve tuz bitince. Yiyeceklerin nerden geldiği sorusuna gelince - yöresel (kendi yerinde) üretilip üretilmediği, otla beslenmiş hayvansal gıda, kimyasalsız? Vücudunuz bu konuda şikayet etmez.(bağırmaz) Fakat bu oyundaki tek bahsi geçen şey siz ve vücudunuz değilsiniz. Doktorunuzun da ne yemeniz gerektiği konusunda görüşleri vardır. Ve ailenizin de. Ve bugünlerde heryerde görünen doğal besinciler dudaklarınızdan geçen herşeyin en doğru şekilde yetiştirildiği, toplandığı ve marketlere getirildiğini iddia ederler. Bunları bezdirici hatta rahatsız edici buluyorsanız yalnız değilsiniz. "Gıda kimliktir" diyor Texas State University de ekolojik tarih profesörü James McWilliams. "İnsanları yeme konusunda duyarlı ve erdemli olmaları için teşvik ediyoruz ve bunu nasıl yapacakları konusunda da çıtayı inanılmaz yüksek tutuyoruz." American Ziraat Bakanlığının (USDA) güncel verilerine göre her türlü organik besin Amerika pazarının %3ünü temsil etmektedir. Ancak bu hepimizin daha fazla desteklemesi gereken bir sektördür. Müthiş bir fikir gibi görünüyor ancak bunun için bir bedel ödeyeceğiz. Üründen ürüne ve bulunduğunuz bölgeye göre değişmekle birlikte, organik sebze ve meyveler sıradan üretilenlere göre pound (1 lb.=453 gr) başına 13-36 cent daha pahalı. Antibiyotiksiz ve hormonsuz olarak onaylanmış sütün galonu ortalama 6 dolar. Sıradan market sütü 3.5 dolar. Otla beslenmiş sığır bifteğinin yağ oranı düşük, kimyasal içermeyen süt iyi bir fikir olmasına karşın organik sebze ve meyvelerin konuşmaya değecek besleyici özelliğinin olduğu çok belirgin değil. 2009 yılında American Journal of Clinical Nutrition ın yayınladığı bir çalışma yiyecek dünyasında fırtına kopardı. Araştırmaya göre 3 vitamin dışındaki vitaminler ve besin değerleri karşılaştırıldığında organik ve alışılagelmiş üretim arasında bir fark bulunamamış "Organik ve alışılagelmiş gıda arasına bu parlak düz çizgileri çiziyoruz" diyor McWilliams. "Fakat bilim adamları bu çizgileri çizmiyor. Çarpı çiziyorlar ve tartışmanın her iki tarafında da insanlar var." Sağlıklı kalmak ve ailelerini beslemek isteyen tüketiciler ve herzamankinden daha sıkı olan bütçeleri için bu ideolojik gidiş gelişlerin (tartışmaların) hiçbir faydası bulunmuyor.İhtiyaç duyulan şey tartışmalar değil cevaplar. Doğal besincileri göz ardı edememenin en büyük sebebi bir çok yönden haklı olmaları. Beslenme alışkanlıklarımız bizi öldürüyor, ve dünyamızı da öldürüyor. Bu ay başında Centers for Disease Control and Prevention in Atlanta tarafından yayınlanan rapor Amerikan halkının yaklaşık %27 sinin obez olarak değerlendirildiğini ( ideal kilolarının %20 üstünde ) ve dokuz eyalette obezite oranın %30 olduğunu ortaya koymaktadır. Çok fazla et yiyoruz - yıllık Amerikadaki her adam, kadın ve çocuk başına 220 pound - ve sadece %14 ümüz günlük tavsiye edilen sebze meyveyi tüketiyoruz. Yiyeceklerimiz karşı koyamadığımız iki aroma olan tuz ve fruktoz şurubu açısından oldukça yoğun. Amerikada insanların günlük 3.800 kalori almasını sağlayacak kadar üretim yapılıyor, saklıklı beslenme için sadece 2.350 kaloriye ihtiyacimiz var. |
Ülkemizde geçmişi henüz fazla olmayan organik/doğal tarım, avrupa ve ABD'de yıllardan bu yana yapılıyor. Özellikle batı avrupa ve ABD'de insanlar, doğal ürünlere daha fazla para vermeyi göze alıyor. Kaldı ki bu insanlar, ne yazık ki, kazandıkları paranın kıymetini bizden çok daha iyi biliyorlar. Buna rağmen doğal ürünleri neredeyse iki katı fiyatına tercih etmeleri, kimyasal tarım ile elde edilen ürünlerden kaçışın en büyük göstergesi diye düşünüyorum. Sadece doğal üretimle elde edilmiş ürünlerin satıldığı marketler ve sadece bu ürünler ile hazırlanmış yemeklerin sunulduğu restaurantların sayısı oldukça fazla. Bu yerler sürekli kalabalık, bu da satışların iyi olduğuna işaret.
|
oRGANİK TARIMDA DA YETİŞTİRMEYE NE KADAR UYULUYOR.
|
Denetimler yeterlimi
|
herkese organik tavsiye ederim
|
Alıntı:
Yukardaki tespit ışığında; Rapor isteyenler, verenler, doğrudur/yanlıştır diyenler, yetiştirenler, alan/satanlar, araştırma yaptıran/yapanlar, yiyenler/yedirenler; Tüm sevdikleriniz, aileniz, değer verdikleriniz ve KENDİNİZ. Tuna' nın Karadeniz'e döküldüğü yerde mi yaşamak, yoksa kaynağının orda veya dünyanın başka bir yerinde mi yaşamayı tercih eder? Saygılarımla lütfen. Dünyanın her yerine ''Temel Gıda Maddeleri'' ihracat/ithalat işlemleri yapan ve neticede size ulaşacak olan birisi. |
Şunu söyleyebilirim; zirai ilaç kullanmanın sonu yok. Hep daha fazla kullanmanız gerekecek zamanla. Tarım işi daha da ticarileştikçe ve ila ki yüksek kâr, bol ürün dedikçe bu iş iyice azacak. Aslında tehlike herkesi ilgilendiriyor. Ben meyve sebze yemem, ya da ben dahil (kendim organik yetiştiriyorum) diyenler de tehlikede. Çünkü ilaçlar, bardağımızdaki suyun kaynağına yani yeraltı sularımıza da sızıyor.
Bu konuda geniş bir toplumsal harekete ihtiyaç var. Devlet gübreye, ilaca destek vereceğine, organik mücadele ve üretime destek vermeli. Bilenin aksine organik tarımda o kadar da çaresiz değiliz. Organik tarım çok ilerlemiş durumda. Nadasa bırakma, aynı ürünü aynı yere ertesi sene ekmeme (rotasyon), bitkinin konukçularını cezbecek tuzaklar kullanmak, ya da esas ürünün yanında konukçuların ilgilerini çekecek daha lezzetli başka bitkilerin ekimini yapmak, gübre ve ilaç yerine kompost ve kompost çayı kullanımı gibi... Ama bunlar hayal... İlaç ve suni gübre pazarı büüüyyyüüükkkk bir pazar...... Çok para dönüyor... |
ORGANİK mi acaba?
Merhaba,
Beslenmeye dayalı hastalıklarda çoğalma olunca, önce besinlerimizin doğallığı tartışılmaya daha sonra da organik furyası başladı. İnsanımız her konuda olduğu gibi işi kolayca çözdü. ORGANİK GIDA Peki doğal ya da organik gıda nedir? Nerede bulunur Her organik denen organik midir? Bu tip soruları çoğaltabiliriz. Bazı kurnazlar, çürümüş ya da yere düşmüş meyveleri pis bir örtünün üzerine koyup pazarlarda doğal, organik diye satma yarışına girmişler. Benzer örneğe Şile yolunda da eskiden rastlayabilirdiniz. Ucuz bilinen marketlerden(B.M, A1.1, Ş.K Vs) satın aldıkları yumurtaları önce kirletip sonra sepete koyup köy yumurtası diye satmaya çalışanlar vardı. Şimdilerde yumurtaların üzerine yazı yazıldığından artık işleri zorlaştı. Ancak, sahtekarlar her zaman kanunlardan önde giderler ve her zaman bir yol bulurlar onun için her gıdayı organik zannetmemeliyiz. Saygılar |
%100 organik işinin mümkün olmadığını kendi bahçemden biliyorum.
Kavunlarım bile kurtlandığında zirai ilaç kullanmadan ürün elde etmenin zor olduğunu anladım. Ama konu bu işi nasıl yapıldığı ve hangi miktarda kullanıldığı bence o nedenle organik diye satış yapanlardan 3 katı fiyatla ürün almam |
Merhaba,
Organik gıdalar yokken ne yapıyorduk ki? Durmadan daha etkili deterjan ve kimyasallar üretiliyor. Bu işin sonu yok olmayacak da. Görüşüm şu : Havanın, suyun, dolayısıyla herşeyin bir miktar kirlendiğini ve yapısının bozulduğunu varsayarsak, Ya teknolojinin bize sağladığı nimetlerden vazgeçip, dağbaşına gidip, henüz tamamiyle kirlenmemiş topraklar bulup, genetiği bozulmamış ham tohumlar ile yiyeceklerimizi üretmek. Bunu hangimiz ne kadar yapabiliriz tartışılır. Ama Anneannem ve Dedem gelişmiş teknolojileri kullanmadan uzun ve sağlıklı bir hayat yaşadılar. Tamamiyle tercih meselesi. Birkaç ay içinde inşallah, Çanakkale Bayramiç Hacıbekirler Köyünde Anneannemin ve Dedemin hayatına benzer bir yaşam kurmaya çalışacağım.Doğayı kirletmeden asgari ölçüde yaşamaya gayret edeceğim. Onlardan fazla, Aracım, İnternetim, Çamaşır makinam ve birkaç vazgeçemeyeceğim şey daha olacak. Ağaçlarımı, tohumlarımı ve bitkilerimi istediğim şekilde yetiştireceğim. Hayalim bu. Bu şekilde daha mutlu ve sağlıklı yaşayacağımı düşünüyorum. Saygılar |
Yaşadığımız ülke itibarı ile kendim üretmedikten sonra hiçbir ürünün organik olduğuna inanmam. Her şeyden önce organik ürünün yetişebileceği alanı göremiyorum.
Geçtiğimiz yıl, çok büyük bir firmanın ürettiği ve %100 dana eti olarak lanse edilen sucuklarda kanatlı hayvan eti bulunmuştu. Tarım Bakanlığı'nın sitesinde de açıklanmıştı. Geldiğimiz durum itibariyle hiçbir şeye, hiç kimseye güvenmiyorum. Yukarıda arkadaşların bir kısmı kimyasal gübre ve ilaç sektörünün büyüklüğünden söz ederek, organik tarımın önünde onların engel olabileceğinden bahsetmişler. Ancak bu tür firmalar kendilerine bir rant yaratılsın diye ortaya çıkmamışlar ki. Tam tersi, artan nüfusun gıda ihtiyacına cevap veremez hale gelen doğayı destek ya da taklit amacıyla ortadalar. Her gün, her saat, her dakika artan dünya nüfusunun beslenme adında çok büyük bir problemi var malumunuz. Organik tarımla ilaç kullanmadan, kimyasal gübreleme yapmadan yetişmiş sebze meyveyi tüketmek elbette çok güzel oluırdu. Fakat bu yöntemle insanlığı bugünkü hızla beslemek mümkün mü? Toprağın bitkiye verdiği azot, fosfor, potasyum ve diğer elementleri, bu üretim hızında ve mevcut tarım alanlarıyla kesintisiz karşılamak mümkün mü? Şu anda kimyasal gübre kullanımını durdursak, ilaçlamayı kessek domatesin kilosu herhalde 20 liraya fırlar. Belki biraz lezzet getirebilir, ama dünyanın büyük çoğunluğunu oluşturan yoksul insanlara açlık getirir sanırım. Neredeyse fabrikasyon üretime dönüşmüş tarım sektörü, insanlığın gıda ihtiyacını karşılamakta zorlanırken, bu araçların devre dışı bırakılması kimbilir nelere yol açar. Ne gübre fabrikam var, ne tarım ilacı fabrikam. Sadece gerçekçi düşünmeye çalışıyorum. Son olarak da, kimyasal gübreyle hormon kullanımını birbirine karıştırmamak ve ikisini aynı kefeye koymamak gerektiğinin de altını çizmek istiyorum. |
Ve küçük çifçi sertifika almadan doğal olarak geleneksel yolla ürettiğini organik pazara götürüp satabilir mi?
organik tarım için gerekli şartları küçük çifçi yerine getirebilir mi? Ve organik sertifikası için gereken parayı ödeyebilir mi ? Geçiş süresinde ne ile geçinir ? Bu geçiş süresini göze alabilir mi? Bu sertifikasyon kontrolu niye ilçe tarım tarafından yapılmaz, çoğunlukla yabancı şirketlerin elindedir ? Bu soruları köyde üretmeye başladığım ürünlere sertifika almaya çalıştığım için önümdeki zorluklar olduğu için soruyorum . Ve bendeki intiba, sertifika ancak küçük bir azınlık tarafından alınabilir .Ve küçük bir azınlık tarafından da bu ürünler satın alınabilir . En doğru çözüm , gerçek köylünün büyük şehirlerin pazarına kolayca ürünlerini götürebilmeleri ve burada ürününü satmak isteyen köylüden ÇKS ye kayıt şartı aranmalı . Ve üretim ilçe tarım tarafından denetlenmeli. Böylece gerçek üretici pazara malını götürür. Ve tüketici de gerçek köy ürünü tüketir. Bu ürümler sertifikalı üründen daha sağlıklı olacağınden eminim . |
Organik uretimde meselenin sertifikasyon olmadigini dusunuyorum. Ne yazik ki, basina "organik" eklendigi zaman, bircogunun aklina ilk gelen sey sertifika. Aslinda bu terim, doganin kendi saf dongusune aykiri olmayan her turlu yontemi ve malzemeyi kapsiyor.
Peki sorun ne? Adina organik dense de dogal dense de, uretilen urunun hakikaten organik ya da dogal olmasi. Urun, koy urunu olur, uretici de kucuk ureticidir ama 30-30-30 kimyasal gubreyi yine de kullanabilir. ABD'de organik uretim sertifikasi, USDA (ulkenin zirai yonetim birimi, devlet kurumudur) tarafindan onaylanmis firmalar tarafindan veriliyor. Peki, firma bu isi bedava mi yapiyor? Tabii ki hayir. Para aldiginiz bir is karsiliginda, kriterlere cok aykiri olmadigi surece, "musteri"nize sertifika vermeyi reddeder misiniz? :) Ulkede binlerce organik ciftlik var, USDA'in bunlarin hepsiyle tek tek ilgilenmesi mumkun degil; dolayisiyla eger sertifikalandirmayi yapan ozel kuruluslar icinde usulsuzluk yapan varsa, bunun tespiti kolay degil. Her sartta, konu, ciftcinin durustlugune dayaniyor. Durustluk, olculebilen birsey olmadigina gore, bir denetleme mekanizmasi kurulmasi sart. Bana gore, kucuk ureticinin urununu sattigi yerel organik pazarda (pazar, organik degilse baska mesele), denetleme yetkisi olan pazar yonetimleri kurmak, en etkin yontemlerden biri. Pazar yonetimi de, yorede organik uretimin onculugunu yapan tuketicilerden olusacak. Ureticinin pazara katilmak icin dolduracagi basvuru formundan, arazide denetlenmesine kadar, bu yonetim sorumlu olacak. Bitkiden alinacak verimden, hastalik ve zararli mucadelesine kadar, tamamen organik urunler kullanarak, kimyasal kullanildiginda elde edilen veya ondan daha iyi sonuclari elde etmek mumkun. Dolayisiyla bu bir bahane degil. Eger pazar organikse ve uretici, cesitli nedenleri bahane edip bilerek organik olmayan urunu organikmis gibi satmaya calisiyorsa, o ureticiyi pazardan atarsiniz. Butun bunlari yapmadan once de ureticiyi (kucuk ciftci) iyi bir egitimden gecirmek gerek. |
Büyüklerime bir sorum olacak, acaba yetiştirdiğimiz bir üründe kalıntı olup olmadığını nasıl öğrenebiliriz? Kime göndermemiz gerekli veya nereye başvurmamız gerekli?
|
Alıntı:
..:: Ankara Zirai Mcadele Merkez Aratrma Enstits ::.. |
Teşekkür ederim, sabah iletişime geçeceğim.
|
Tahlil laboratuarları 300'den fazla aktif madde için analiz yapıyorlar fakat kalıntılar önceden belirlenmiş limitlerin üzerinde mi diye bakıyorlar. Oysa söz konusu olan organik sebze meyve olduğunda limitin üstündekileri de altındakileri de bilmek gerekir. Bu bakımdan yetersiz kalıyor.
|
Ben bir ziraat mühendisi olarak organik tarıma inanmıyorum. Bunu her seferinde de söylüyorum. :)
Her şey bitkilerde var o ayrı ama organik üretim diye bir şey yok bence. Hepsi milleti daha fazla yolmak için yapılan oyunlar. |
Haklısınız H. Doğan hem de çok haklı, bu organik tarım konusunda.
2000 yılında yani bundan 14 yıl önce yüksek lisanstayken, bir hocamızın odasında hem ders yapıyor hem de sohbet ediyorduk. Sohbet esnasında kendi öğrencilik yıllarında İngiltere'de yaşadığı şeylerden bahsediyordu. Bir gün kendi odasına başka kültürlerden arkadaşlarını yemeğe davet etmiş onlardan biri de İngilizmiş. Haliyle geleneksel Türk mutfağından örnekler pişirmiş. Sarmalar, tatlılar...O kadar özendim ki demişti...Bayılmışlar....Aradan zaman geçmiş bu kez de İngiliz arkadaşları bir davet vermiş. Bizimki "Bir şey de yemedim, nasıl da açtım, kalktık gittik davete" diye anlatmaya devam ediyor...Neyse sofra mükemmel...Her şey gayet hoş...Bekle bekle yemek yok..."Dayanamadım mutfağa girdim, baktım daha tabakları ısıtıyor, ortada yemek namına bir şey yok bir tek bir tabakta cılız bir tavuk...Bu ne demiş: Cevap, şişine şişine "organik tavuk" diye gelmiş....Hay senin organiğine dedim içimden" diye anlatmaya devam etmişti. Sınıfta da emeklilik maaşlarını yükseltmek için gelen 1 yarbay, 2 de yüzbaşı, 1 de askere gidişi uzatmaya çalışan mimar vardı. Hepsinin acayibine gitti bu "organik" lafı...O dönem o denli YABANCIYDIK bu söze. İzmit Real'de minicik bir reyon vardı sadece organik ürün satan. Çoğu insanın daha haberi bile yoktu. Şimdi bakıyorum 14 sene sonra pazarda önüne gelen bağırıyor "organik bunlar organik" diye. Hadi diyelim domatesi, salatalığı, nane, maydanozu kendimiz yetiştirdik "organik" diye. Çay, şeker, sıvıyağ, mercimek,pirinç, buğday,nohut....saymaya gerek var mı, bu liste uzar gider. Tamamen dışa,pazara bağımlıyız. 2 domatese dünyanın parasını vererek SAĞLIKLI kalacağını zannetmek bana o denli gülünç geliyor ki... |
Organik ürün pazarının yükselişini genelde kanser hastalığının yaygınlığına bağlayarak hızlandırdılar. Ve günlük yaşamımızdaki kimyasalların artışına...Ne yalan söyleyeyim ben de inanıyordum bu bağlantıya. Sorgulamadan kabul etmek çok kolay çünkü. Kafamda soru işareti yakan 2 dizi oldu bu konuda.
Biri Jin adında 1800ler dönemini anlatan şahane bir Japon dizisiydi. Bir hastadaki göğüs kanseri anlatılıyordu bir bölümde??? A aa o dönemde göğüs kanseri var mıydı? Hani bu yüzyılın kimyasal patlamasınn sonucuydu kanser?? Daha sonra Downton Abbey adında 1. dünya savaşı dönemini anlatan bir dizi izlediğimde de göğüs kanseri konusu karşıma çıktı. Kafamda bir soru işareti yandı, araştırmaya başladım KANSERİN TARİHÇESİNİ. Bu konuda çok fazla Türkçe kaynak yok ama kanserin tarihi ta Mısır firavunlarına, hipokrata dek dayanıyor.....Demek ki BEYNİMİZE SOKMAYA ÇALIŞTIKLARI her şey DOĞRU DEĞİL. Hadi ha bire yediğimiz,içtiğimize saldırıyorlar. Oturduğumuz evler, pvc pencereler, kullandığımız boyalar....Ne kadar kaçabiliriz....Kerpiç evlerde, kireç boyalar kullanılan evlerde kalan kim kaldı. Kaldı ki onlar da ölmedi mi?.... |
Alıntı:
Diğer taraftan verdiğimiz zehir ve gübrelerle toprağımızı bozduk bir çok mantari hastalık türedi, bu durumlar varken ticari anlamda doğal organik tarım yapılabileceğine inanmıyorum. Hiç mi yapılamaz, yapılabilir, Örnek: ahmet bey bahçesine 10 kök 20 kök domates eker ve hiçbir zirai ilaç gübre vermez ve ilaç vererek bir kökten 5 kg domates alabilecekse ilaç vermeyerek 0.5 kg alır (Belkide hiç alamayabilir) ve bunu yer bu doğaldır, ama bunu ticari yapıyorsanız bir kilo domatesin kilosu 10 tl den aşağı olamaz, üreticide kendini düşünmek zorunda 5 kilo almak varken belkide hiç ürün alamama rizki varsa ortada aradaki fark da olması doğaldır, Benim takıldığım Diğer başka bir konu ürününü ilaçlı mücadeleyle üretmeyi tercih ettiysen şu işi de bilinçli yap daima en az zehirle mücadele et, larva dönemlerini takip et, en etkili olacağı dönemde ilacını at, beş kere 8 kere ilaç atacağına bir kere at. Haziran ayında trakyada bir zeytin üretisiyle biraz sohpetimiz oldu tüylerim ürperdi, daha henüz haziran ayında olmamıza rahmen 8 ilaçlama yapmış, uzatmayayım, neden bu kadar zehir dediğimde ne yapayım abi ürünümmü mahvolsun, -İnsanları mahvediyorsun ya - Banane insanlardan benim ürünüm bahvolursa ben biterim. |
Bizim ülkemizde çiftçiler maalesef fakir. (Genel olarak söylüyorum elbette zengin-büyük çiftçiler de var.)
Üreticiler ektiklerinden para kazanamzlarsa nasıl geçinecekler? Bir de bir sezon para kazanamama gibi bir lüksleri de yok, çünkü gırtlağa kadar borca batmış durumdalar. Bazıları ne kadar da ülkemiz büyüyor dese de hepsi rakamlarda yani sanal kısaca fos. Birkaç sene öncesine kadar ülkemiz tarım ürünlerinde kendine yeten birkaç ülkeden biriyken şimdi samanı bile ithal ediyoruz. Şimdi buna da Allah'ın takdiri diyecek vardır ama ben de onlara Allah bize akıl vermiş diyorum. Aklımızı kullanıyor muyuz? Tabi ki de hayır. Elalem yapıyor biz sadece alıyoruz... Adamlar genetik kaynakları bizden topladılar, onlar üzerinde çalışıp hibritlediler (GDO ile karıştırmayalım farklı şeyler) şimdi de bize milyonlarca dolara kazıklıyorlar. Bu Allah'ın takdiri değil kusura bakmasınlar bizim salaklığımız. Genetik kaynaklarımızın kıymetini bilmiyoruz adamlar cehennemin dibinden gelip ülkemizden bitki materyallerini ülkelerine götürüyorlar biz uyuyoruz. Sonra vay adamlara bak ne kadar fiyata tohum satıyorlar diyoruz. Böyle olduğumuz sürece ve de görünen o ki daha çok sırtımıza binerler. Tohum konusunda da teknoloji konusunda da. Biz bir kamyon tarım ürünü gönderip birkaç tane bilgisayar alabiliyoruz o parayla adamlar 1 kamyon mal gönderip bizim 1 yıllık kazancımızı alıyorlar. İstatistik bilgileri tam bilmiyorum, genel olarak söylüyorum. Organik tarım da bazı kesimlerin ürünlerini daha pahalı satmak için uydurdukları bir üretim biçimi. Tabi bana göre, isteyen inanabilir ben inanmıyorum. Her ne kadar organik deseler de %100 organik ilaçlar kullanmıyorlar. Bazı istisnalar var ve bunlar nedense artıyor!... Organik ürün yetiştirecekseniz şehir ortasında üretmeniz mümkün mü sizce? Bir kere hava temiz değil diğer şeyleri saymadan önce. Yağmur yağsa asit yağacak, ürünler mahvolacak. Sertifika alacaksınız, sizce ne kadar güvenilir? İlaçlamaları, gübrelemeleri vs kayıt altına alacaksınız? Uygulamaların kayıt altına alınması ülkemizde sizce ne kadar inandırıcı? Organik ürün değil de kontrollü üretim yapsak eyvallah derim. Sn. liliumun da dediği gibi bilinçli ilaçlama, gübreleme, toprak işleme, münavebe vb. işlemler kayıt altına alınıp ama ilk önce her şey planlanıp üretim yapılırsa eyvallah. Bu koşullarda ne organik üretim ne de kontrollü üretim yapılabilir. Organik ürün yemek isteyenler dağlardaki kendi kendine yetişen meyvelerle bu isteklerini giderebilirler ancak. Acınacak durumdayız ve bu sadece insanların suçu. |
Organik tarım ile ilgili görüş ifade eden mesajları buraya taşıdım.
Alıntı:
Çok özetle organik besin ve bitki üretiminin iki temel boyutu var. Biri bitki besleme, diğeri zararlılar ve hastalıklarla mücadele. Bitki besleme toprak ekolojisi ve sürdürülebilirliği ile bir konu, nisbeten dolaylı sayılır, şimdilik bir kenara koyalım. Zararlı ve hastalıklarla mücadelenin nasıl yapıldığı ise deyim yerindeyse damardan ilgili. Pestisitler, pestisit kalıntıları, "izin verilen" kalıntı miktarları, pestisitlerin doğadaki diğer canlılara etkilerinin dışında, özellikle kronik hastalıklarla ilişkileri, vs. Alıntı:
"bilinçli ilaçlama" dediğiniz şeyin adına da sanırım şimdilerde "iyi tarım" diyorlar. Temel aldığı şey de kalıntı miktarlarının "izin verilen limitlerin" üzerine çıkmamasını sağlamak. Bu limitler ise çoğunlukla bu kalıntılı besinler tüketildiğinde "akut" etkilerin görülmemesini sağlayacak seviyeler. Bir üyemiz bazı kanser türlerinin eski mısırda bile görüldüğünü, dolayısıyla bugünkü kanserlerin (genel olarak kronik hastalıklar da kastediliyor sanırım) pestisitlerle ilgili olamayacağı anlamında büyük harflerle pestisitlerin kronik hastalıkların artmasındaki rolünün bir bakıma yalandan ibaret olduğu hakkındaki inancını nakletmiş (bu konuda Türkçe araştırma var mı bilmiyorum, muhtemelen yoktur çünkü öyle bir kurum da yok, ama dünyada yeterince bilimsel araştırma var). Bir başka üye de, organik üretimin marjinal tutulmasında propoganda aracı olarak çokça kullanılan masallardan bir versiyon kullanarak toksik pestisit kullanılarak beş kilo alınan ürünün kullanılmadığında yarım kiloya düşeceği mesajını vermiş. Organik ürünlerin yamuk yumuk, kurtlu olduğu mesajı da benzeri şekilde çokça verilmeye çalışılan bir mesaj. Fakat doğru olmaktan bir hayli uzak. |
Ben de organik tarım kavramını kabul etmeyenlerdenim.
Organik tarım ve ürün kartelleri kimyasal maddelerin kullanılmadığı ve % 100 dış etkiden arınmış, steril kaynaklarda tarım yöntemlerini bir algı yönetimi ile pompalayarak beraberinde bir inorganik tarım ve gıda algısına neden olmuş, bu furya üzerinden de yıllardır yüksek kazançlar elde etmişlerdir. Parlak etiketler, süslü ambalajlar ile organik ürünleri sun, takip sistemini kurduğunu iddia et ve parayı topla. Dünya topraklarında maalesef doğal kaynakları kirlenmemiş çok az küçük alan bakir olarak geriye kalmıştır. Bu alanlarda da coğrafi ve ekonomik koşullardan dolayı tarım yapılması ve ürün eldesi şimdilik mümkün değildir. Çevre ve doğal kaynaklar bir birleri ile bütünleşik koşulları taşır. Misal vermek gerekir ise bir yerdeki ağır metal bir başka bölgeye yağış, yer altı suları ve fiziksel etmenler ile çok hızlı bir şekilde taşınabilmektedir. Doğa ile uyumlu, karbon yükünü azaltabildiğin bir sistem kurabildiğin zaman organik yapıdan bahsedebilirsin. Tabi bunun için o yapı içinde insanın yer almaması gerekliliği vardır. Organik tarım, amerikan sistemli bir ifade olduğundan amerikanın her şeyinde olduğu gibi bu da saçma bir tanımlama olarak literatüre girmiştir. Bu üretim biçimini tek karşılayabilecek ifade doğal ürün kavramıdır. Yani % 100 doğal değil, ancak kendi koşullarında iyi tarım uygulamaları ile üretilmiş kontrollü, doğal müdahale araçlarının kullanıldığı ürün anlamındadır. Doğal üretim yapılan köylerimize gelen organikçiler zaten doğal olan kaynakların ve döngünün kullanıldığı üretim alanında ek ücretli organik yan sanayi ürünleri takviyesi yapar, verin şu kadar euroları der ve karşılığında da küçük bir sertifika verir, daha çok kazanacaksınız derler. Her değişiklik, her aşama euro demektir. Ürünleri ve uygulamaları da tanımlı takip sistemine aldıklarını söylerler ama ben meslek hayatımda hiç metrik ve parametrik bir sistem kurduklarını göremedim. Diğer gruplar ise kimyasal ürünlerin mümessilliğine soyunur, adeta bu alanda birbirleri iler yarışırlar. Bilinçli tüketicinin yapması gereken; imkân dâhilinde, bilinçli üretici veya firma edinmesi ve yerel ürüne talepte bulunmasıdır. Esen kalın. |
Sn. Meyvelitepe ben organik tarıma her şeyi paraya dönüştürmek olarak bakıldığı için inanmıyorum. Çünkü organik tarım adı altında amaç daha yüksek fiyata ürünleri insanlara satmak. Bunun için de bir sürü kural koymuşlar ama kuralların içinde de organik olmayan ürünlerin pestisit olarak kullanılabileceği var.
Demem o ki eğer bir ürün organikse tümüyle organik olması lazım. Hiçbir şekilde kimyasal kullanılmamalı. Ürünleri yamuk yumuk olması ise saçma, bizim kendi yetiştirdiğimiz yerel çeşitlerin şekli gayet düzgün. Onlardan yetiştirerek organik de olsa düzgün meyvelerimiz olur. Kanserle ilgili sadece pestisitler suçlu değil, insanlar para için her şeyi yapıyorlar ama sonunda bela yine kendilerini buluyor. Bir anlık gaflete düşüyorlar ama sonuç hüsran oluyor. Kanserin çok eskilerden beri olması normaldir ama çoğalmasının bir çok nedeni var. Çevresel koşulların bozulması öncelikli bence. Sonra diğer faktörler de var tabi ama artık vücut çevreye karşı hassaslaştı daha çok hastalanıyoruz. İyi tarım uygulaması her şeyin kontrollü olarak ve kayıt sistemiyle üretim şekline dayanıyor. Kalıntı problemi için mutlaka son ilaçlama ve hasat arasındaki süreye uyuluyor. Tabi öyle söylüyorlar ama biz analiz edemediğimiz için de inanmak zorundayız ya da almayacağız. Benim ise en büyük derdim insanlarımızın malesef bu konuya duyarsız oluşu. Şimdi biz burada yazışıyoruz ama çoğu insan hatta en çok da çiftçilerimiz bu pestisitler konusunda bilinçsiz. Adamlar ilaçlama yapıp arkasından ürünü toplayıp pazara gönderiyorlar. Yani bizde malesef eğitim sorunu var. Bir örnek vereyim. Amcamın bahçesini ilaçlayacaktım amcam dedi ki kaç gün koparmayalım? Ben de amca en az bir hafta toplama bir şey. Yanımızda da babamın kuzeni vardı. O dedi ki yahu ne olacak ben her zaman yiyorum bir şey olmuyor. Siz de yeyin bir şey olmaz. Ben ne kadar laf anlatmaya çalışsam da dinlemedi beni ama amcama siz yemeyin dedim. Genelde de dinler beni. Bizim insanlarımız başına gelmeden bir şeyin kötü olabileceğine malesef inanmıyor. Alıntı:
|
Alıntı:
"Organik tarım ve organik ürün"ler mi kartelleşmiş? Yanlış anlamıyorum değil mi? Bu kartellerden bir kaç örnek daha iyi anlamamız için iyi olurdu. "Steril kaynak" nedir bilmiyorum ama, söylediğinize göre bu organik kartelleri sentetik toksik pestisitler ve bunların kalıntılarına karşı bir algı yönetimi yaparak kalıntılı gıdayı kötülemiş, bu sayede çok çok paralar kazanmış anlamında söylüyorsunuz. İlginç bir tez. Destekleyecek araştırmalar, bilgiler bulgular varsa ve sunarsanız boşuboşuna bahçede zehir kullanmayacağız diye kendimizi paralamayalım, dükkanlar dizi dizi zehir dolu, çok da ucuz. |
Araştırma bilgi, bulguları ve ilgili tezleri sömürü sistemini yıkıp, akademik kadrolarımızı ve araştırma deneme alanlarımızı geri aldığımızda paylaşırız. Biraz beklemeniz gerekecek tabi, çünkü mesleki kurtuluş savaşı ve liyakat mücadele yıllarındayız.
Esen kalın. |
Alıntı:
Özel bir şeyi düşünerek mi bunu söylediniz bilmiyorum. Ben bir tane söyliyeyim. "Potasyum bikarbonat" ancak kimyasal bir işlem sonucunda elde edilir ama dünyada organik tarımda kullanımına izin vardır. Bu malzeme etkili bir fungusit olarak kullanılır. İşlevi, solusyonu alkali yaparak mantar sporlarını öldürür. Bir yağ ile beraber kullanılırsa funguslara karşı daha da etkili olur. Doğru dozda kullanılır ise fitotoksite de yapmaz. Bu malzeme aslında bir kabartma tozudur, gayet güzel sodyum bikarbonat yerine kullanılarak kek yapılabilir. Dolayısıyla funguslar dışında canlı hayata, havaya, suya toprağa, yiyenlere bir etkisi yoktur. Ne akut, ne de kronik bir etki yaratmaz. Normalde mutfaklarımızdaki baharat raflarında yer alması gereken bir malzemedir. Bu malzeme organik tarımda kullanılmaz ise ne olur? Ya da kimyasal prosesden geçerek elde edildiği için kullanılmamalı mıdır? Bunun yerine içinde penconazole de bulunan, herkesin bol bulamaç kullandığı bir fungusit kullansak daha mı iyi olacaktı. Üstelik penconazole düşük akut toksik olarak işaretlenmiş bir içerik ama daha yeni tiroid kanseri ile ilişkilendirildi. Organik üretimden benim anladığım sürdürülebilir ve, toprak, su, hava ve ekolojiye olumsuz etkisi minimum, tüketenlerde gıdanın kendi doğal içeriğinin etkileri dışında fazladan akut ve kronik bir etki yaratmayacak şekilde limitin altı üstü denilmeden tüm kalıntılardan ari bir üretim metodudur. Organik tarımın resmi uygulaması üst paragrafta yaptığım basit tanımdan biraz daha farklı. Sertifika uygulaması üreticinin ne nasıl ürettiğinin bilinmediği durumda tüketici için bir güvence olmakla beraber, ülkelerin genel tarım politikalarında sertifika ile beraber organik tarım girdilerinin kısıtlılığı, doğayı tahrip edip kirletmeye yönelik çevre politikaları organik tarımı hep marjinal ölçekte tutmaya yönelik. Söz gelimi organik insektisit olarak çok bilinen azadirachtin içerikli bir girdinin litresi 250 TL civarındayken kutusu 15 liraya organofosfat alabilirsiniz. Üstelik azadirachtin içerikli olanı dükkanlarda ya hiç bulamazsınız ya da zor bulursunuz. Ülkemizdeki resmi tarım talimatlarına bir bakın, zehir kullanımınından kaçınılacak yöntemleri (var olduğu halde) önermezler. Yeni mezun ziraat mühendisimiz evde yetiştirilen çiçekteki zararlıya bile göğsünü gere gere organofosfat önerir. Bir arkadaşımız kartellerden bahsetmişti. Evet, sanırım kartellerden bahsedilebilir, ama hangi kartellerden? Devletlerin tarımdan sorumlu tüm organlarını teslim almış, buna göre politikalar üreten, eğitimi buna göre düzenlenmiş, şirketleri bayi ağları, rafları, broşürleri, çiftçi eğitimleri buna göre şekillendirilmiş global bir kaç şirketin yönettiği kartellerden bahsedebilmek için yeterli (aslında bitmez tükenmez) kaynak var. Peki böyle bir ortamda organik tarım hala niye var? Tamamen bitirilmemiş olmasının tek bir sebebi var. Bahsettiğim zincir içindeki yönetenler sadece organik gıda ile besleniyorlar, onlar için bu kadarı hem gerekli hem de yeterli. |
Alıntı:
|
Alıntı:
Şimdi organik sektöründen ne kazandık diye soralım. -7 den 70 bahsedilen organik ürünler ile çok uygun fiyatlara sağlıklı beslenme şansımız var mı? -Her tarım üreticisi, üretimin her aşamasında organik tarım sisteminin uydurulmuş nimetlerinden yararlanabiliyor mu? -Organik Tarımın, Tarım ekonomisi içindeki payı nedir? Kimler bundan kar sağlıyor? -Dünyada bugün organik üretimden bahsediyor isek bundan önceki üretimlerimiz inorganik miydi? ………… Vay bizim halimize… |
Alıntı:
Türk tarımını "organik karteller"e (her kimseler) teslim etmemek adına saydığım şirketlerin zaten 60 yıldır ellerinde bulundurduğu tarımı (politikaları, eğitimi, pazarı, bayileri vb. her şeyiyle) teslim etmeyelim, sahip şirketlerin başları ağrımasın, satışlarındaki artış hızları organikmiş, doğalmış, zehirsizmiş vs. safsatalarıyla azalmasın(!) kârlarına helal gelmesin(!) Toplum zaten ucuzuna parlağına kırmızısına bakıyor. Şimdilerde yeni moda çıkardılar kalıntı filan diye, neymiş kanser yaparmış, vücutta birikirmiş, akıl hastalıklarına, parkinsona, bağışıklık sistemi hastalıklarına, defect doğumlara (şirketler tohumuna para saymıyor nasılsa) ve sonradan ortaya çıkan bir çok kronik hastalığa sebep olurmuş(!). Kanser eski mısırda bile varmış zaten. Pestisit sebebiyle hastalık filan, zaten külliyen yalan(!). Eski mısırdan bu yana kanser oranları nasıl artmış bir istatistik yok ama Dünya Sağlık Örgütü bu günden 2020'ye kanserlerin %50 artacağını söylüyor, ne gam, bilmem kaç senedir yediği kalıntılı gıdanın etkisini kimse tesbit edemez nasılsa. Zaten bu şirketlerin büyük bir çoğunluğu aynı zamanda insan ilaçları da üretiyor ve en kârlı olanlar da kronik hastalık ilaçları. Böylece para parayı çeker :) Ha, arada bir mikrobun biri tutup bir araştırma yapar, sağlam bir sonuç çıkarır, sonucunda da bu masum şirketlerin o güne kadar övünçle sattıkları, yayınladıkları broşürlere göre eğitim tezgahından geçmiş, bedava pazarlamacı olarak kullandıkları genç mühendisleri kullanarak onlarca yıl topluma yedirmiş oldukları bir ilacı yasaklarlar. Ne kötü! gitti yeni kârlar. O zamana kadar bunu yemiş, solumuş olanlar ne olacak? Boşver, hesabı mı olur. Avrupada tarım alanlarının toplamının %4,3'ünde organik tarım yapılıyormuş (2008). Bazı ülkelerde %9'a kadar çıkmış olsa da ortalama böyle. Ülkemizde herhalde yüzde yarımı bulmamıştır. Sadece ilgili yönetici takımının ailelerine yetecek kadar. Fakat son bir kaç yıldır şehirli genç anneler çocuklarına limitin altı üstü bakmadan kalıntısız gıda yedirmek istiyor. Bu yüzden tarımın sahibi şirketler ve sistem aleyhine organik gıda talep ediyorlar. Bulabiliyorlar mı? Çok zor. Türk tarımını organikçilere, doğal tarımcılara teslim etmemekte kararlı sahipler düzeni kurmuşlar. Aptal bir sertifikasyon sistemi, Türk Ticaret Kanunu, Vergi Kanunu, Hal kanunu ve bir yığın yönetmelikle üretici ve tüketici arasına birden fazla kırılamaz bariyer koymuşlar. Yüzde yarımı geçmeyen organik doğal üretimin kendileri dışında topluma ulaşamaması, bu oranın hâşâ artmaması için gereken her türlü önlem alınmış. Korkmanıza gerek yok yani :) Not: Yakından tanıdığım ve takip ettiğim iki organik çiftliğin sahibelerine siz kartelmişiniz öyle mi, paraları nerede saklıyorsunuz diye sormak da boynumun borcu olsun. (biri tarım dışı faaliyetlerden kazandığı ile ayakta durur, diğeri yem bitkisiyle kafa kafaya gelir). Bu yıl bizdeki sene asya armutları (organik) kabaca bir kamyon armut verdi. Güç bela yarısına yakınını dağıttım (bedava). Diğer yarısı hala ağaçların üzerinde arılar yiyiyor (bal arısı olsa neyse, hornet denilen serçe kadar arılar :) |
Anlatılan propaganda masalına güzel cevap olmuş, Teşekkür ederiz.
Alıntı:
Bölgemde çeltik üreticiliği yapılıyor daha harmanda kaça paça satıp borçlarını ödeyebiliyorsa ondan iyisi yok, Bazı yan gelirleri olanlar için her şeyi yapmak konuşmak o kadar kolay ki, Konuşmaktan daha kolay bir şey var mı? |
Zehir kullanırsan bir bitkiden 5 kilo domates alırsın, kullanmazsan belki 0,5 kg, belki de hiç alamazsın. Bitkisi, miktarları değişse de tam zehir propogandacılarının anlattığı masaldır ve tabii ki koca bir yalandan ibaret. Bunların en berbatları da zehirlere aslında karşıymış gibi görünüp başka çare de yok diyerek o rotayı gösterenler olsa gerek.
Alıntı:
Tuzları kuru mudur? Hayır değildir, yaptıklarından iyi kötü maliyetlerini kurtaramazlarsa çiftlik dönmez, kapatmak zorunda kalırlar. Tuzu kuru olanlar daha çok benim gibiler :) Tarımın doğrudan veya dolaylı gelir kaynağı olması yerine tamamen gider noktası olduğu, aile, akraba ihtiyacından fazlasını üretmemek için özel gayret gösterenler, hasbelkader fazla üretilenleri de gönül rahatlığı içinde çürümeye bırakabilenler olsa gerek. Gevezeliği herkes yapabiliyor ama belki de bu sayede zehir sektörünün propogandacısı olmadan yapabiliyorum, zehirli üretim şart değildir diyebiliyorum, "bazıları" gibi uzayda patates yetiştirmeyi düşünmesem de araştırma yapıp, rahat rahat bir şeyler hayal edip olur mu diye bakabiliyorum. Ha, çıkıyor da bir şeyler, bir çok kişi de faydalanıyor bundan. Artık trabzon hurması bile değerlenmeye başlandı memlekette, borsasını bile kurdular (ne yazık ki yurdum tacirleri gürcistandan ithal etmeye de başladı). Çiftçiye gelince, daha da ilginç (aslında ilginç olmaktan çok ülkenin yapılmış gerçeği) şeyler de gördüm. Adamın 500 dekar toprağı var, tahıl tarımı yapıyor, traktörüne koyacak mazot parasını bulamıyor. Harmanda tahılı satıyor, tefeci borçlarını ödüyor, kalan üç beş kuruşu şehre gidip bir haftada bitiriyor. Bütün seneyi de karısının harmandan çaldığı bir kaç çuval ile geçiriyor. Düzen tastamam, her şey bir güzel örgülenmiş (ayni ile vaki). Organik tarıma gelince, bana göre desteklenmesi, engellemelerin ortadan kaldırılarak girdilerin ucuz ve bulunabilir hale getirilmesi, eğitiminin yaygınlaştırılması, genel olarak zirai eğitimin de pestisit şirketlerinin hegomonyasından çıkarılması gerekir. Kalıntı riski olmayan gıdaya ulaşabilmek herkesin hakkıdır. Bunun daha fazla engellenmesi, zorlaştırılması haksız bir durum. Eğitimli şehirli yeni nesil artık dünya kaynaklarından okuyup bilgileniyor, taleplerini buna göre şekillendiriyor. Zehir propogandacılarının her türlü telkinine rağmen talebin artması ister istemez üretimi de tetikliyor. Üretimin artması girdi ürünlerin hacmini arttırarak teminini de arttırıp fiyatlarının normalize edilmesini de zaman içinde sağlayacak. Nitekim artık organik girdilerde bir kısım biyolojik girdi dışında pek çok şey bulunabiliyor. Hacim artınca uyanık yurdum tacirleri bunu da kaçırmaz, dürüst yaptıkları, hileye hurdaya sapmadıkları müddetçe sorun yok. |
Alıntı:
Alıntı:
Cevap benim için yeterli teşekkür ederim, Başka bir taraflara çekiştirmenize gerek yok, mesaj buradadır propagandamı yapmışım,zehirlere karşımışım görülüp rotamı göstermişim okuyucular üyeler akıl fikir yürütemiyor da sizi akıl hocası mı tuttular, okurlar yanlıştır doğrudur karar verirler.. Üye fikir ve düşüncelerini yanlış veya doğru paylaşamayacak diye forum kuralı varsa moderatörsünüz buyrun silin. Bu şartlarda Organik tarıma inanmıyorum. Zorla mı ikna edeceksiniz.. |
Alıntı:
Siz uluorta zehir propogandası yapacaksınız da üyeler bunun bir yalandan ibaret olduğunu söyliyemiyecek mi? Söylerse, "üyeler sizi akıl hocası mı tuttu" diyeceksiniz, öyle mi? |
Sayın Meyveli Tepe öncelikle edep ve terbiye seviyesinde siz büyüklerime saygısızlık ettiysem şimdiden affediniz.
Gelelim ifadeleriniz ve görüşleriniz için vereceğim cevaplara. Organik tarım sektörünü de saydığınız küresel şirketler yönetmektedir. Bu aileler zaten “ölümü gösterip sıtmaya razı etmek” garabetinden bir türlü vazgeçmezler. İyi ya ben de 60 yıldır kurtuluş savaşı verdiğimizi ifade etmeye çalışıyorum. Yani Cumhuriyet daha henüz kurulamamıştır. Çünkü Milli mefahirden yoksunuz. Sizlerle aynı şeyi savunuyoruz, ancak dil ve ticari uygulamalar konusunda anlaşamıyoruz. Soma faciası sonrası yüzyıllar öncesinden felaket misaller veren erk ve yarım münevverlerin olduğu bir ülkede, eski Mısır'daki kanserden bahsedilmesi gayet normal. Avrupa'da yapılan permakültür faaliyetleri ve doğal tarım uygulamaları organik tarımın kat kat üstündedir. Avrupa'da benim de uzmanlık alanım olan agroforestry (sosyal ormancılık-orman içi tarımı) faaliyetleri bile organik tarımın kat kat üzerindedir. “Türk tarımını organikçilere, doğal tarımcılara teslim etmemekte kararlı sahipler düzeni kurmuşlar. Aptal bir sertifikasyon sistemi, Türk Ticaret Kanunu, Vergi Kanunu, Hal kanunu ve bir yığın yönetmelikle üretici ve tüketici arasına birden fazla kırılamaz bariyer koymuşlar. Yüzde yarımı geçmeyen organik doğal üretimin kendileri dışında topluma ulaşamaması, bu oranın hâşâ artmaması için gereken her türlü önlem alınmış.” Bu tespit ve ifadelerinize katılıyorum. Bu nedenle bu sektörün yatırımcı ruhlu değerli insanları felakete götürdüğünü ifade ediyorum. Çevremde bu nedenle hayatları kararan kaç değerli insan oldu. Ben organik tarım sektörünü ve diğer alternatif sektörleri elinde bulunduran çok uluslu şirketlerin varlığından bahsediyorum siz Türkiye'deki kandırılmış organik tarım üreticisinin kazancı ve zor durumu ile bana cevap hazırlıyorsunuz. İyi ya problem o, bu insanlar zor durumda ve kandırıldılar. Tabi bu yaşanan hakikati çok öncesinde görenler çıkmamış değildir, fakat susturulmuşlardır. “Organik tarıma gelince, bana göre desteklenmesi, engellemelerin ortadan kaldırılarak girdilerin ucuz ve bulunabilir hale getirilmesi, eğitiminin yaygınlaştırılması, genel olarak zirai eğitimin de pestisit şirketlerinin hegemonyasından çıkarılması gerekir.” Bu ifadelerinize de organik tarım algısının ortadan kaldırılarak yerini doğal tarım ifadesinin konulması gerekliliği ile sonuna dek katılıyorum. Ülkemizde zirai mücadele ilaçları, ticari gübre, hormonlar ve diğer sentetik organik maddeler kullanılmadan yapılan üretime; ekolojik tarım, doğal tarım, organik tarım, sürdürülebilir tarım, biyolojik tarım gibi aynı işlemi tarif eden terimler kullanılmaktadır. Bu tarım şeklinin teknik adı ekolojik tarım, Türkçesi ise doğal tarımdır. Yani, doğal yapıyı bozmadan, sentetik ve üretim bandına girerek hazırlanan maddeler kullanılmadan yapılan tarım şekli olduğuna göre herkesin de kolayca anlayacağı ve doğal olarak yapılan tarıma doğal tarım denmelidir. Doğal tarımda hedef; ürünlerde miktarı değil kaliteyi artırmak, insan sağlığını korumak ve doğayı yaşanır halde tutabilmektir, organik tarım sektöründeki gibi euroları organik yanaşmacılarına, piramitçilerine ve sadet zincircilerine kaptırmak değildir. İşte bir çok sektörde olduğu gibi organik sektörünün başındaki gizli yanaşmacılar da bu yaklaşımı kullanarak zaten var olan ve uygulanan doğal tarımın içini boşalttılar. Yani milli servetimizi ve varlığımızı bu alanda da ortadan kaldırdılar. Tarımda üretim esnasında kültüre alınmış bitki ve hayvanların sağlıklı beslenmesi, korunması ve bakımı insanlar tarafından yapılır. Onun için tarım da bir kaide vardır. Üretilmeyen bir canlının tüketilmemesi de gerekir. Yani hayvancılık bitkisel üretimi, bitkisel üretim de hayvancılığı destekler. Geleneksel tarımda bir taraftan doğal denge bozulurken, tarımsal üretim sağlıklı yapılamamaktadır. Konvansiyonel tarım sisteminde doğa bozulsa da o sistemi yaratanlar için çok önemli değildir. Burada insanların besleneceği kadar üretim yapmak hedeflenmiştir. Gelecek nesillere bozuk ve yaşaması zor bir doğal ortam bırakılması fazla dikkate alınmamıştır. Zira tarım alanlarının amaç dışı kullanılmaları buna en iyi örnektir. Buraya kadar hem fikiriz. Ancak biz tarımın organiği olmaz diyenlerdeniz. Organik madde bitkilerce sentezlenerek veya yerdeki normal atmosfer koşullarında karbon atomunun diğer elementlerle çok sayıda kararlı bileşiğin oluşumunda etkili olarak meydana gelir. Karbon atomu tüm organik birleşiklerin moleküler iskeletidir. Bu maddeler doğal organik bileşikleri oluşturur. İnsanların yapay olarak ürettiği karbon içeren maddelere de sentetik organik bileşikler denir. Bunlarla uğraşan kimya dalına da organik kimya veya karbon kimyası denir. Organik tarım, doğal tarımsal üretimi tanımlayamamaktadır. Zira o zaman inorganik tarımdan da bahsetmemiz gerekirdi. Doğal tarımda yıllardan beri süren hatalı işlemlerle bozulan doğal dengenin yeniden canlandırılması ve yaşanır bir ortamın oluşturulması esastır. Bu tarım sisteminde toprak canlılarının tür ve miktarını artırmak gerekir. Toprak canlılarının besin kaynağını ortadan kaldıran ticari gübreler ile insan ve doğal hayatı zehirleyen zirai mücadele ilaçları, hormonlar, her türlü sentetik maddeler ile gen teknolojisi yoluyla elde edilmiş bitkilerin de kullanılmaması gerekir. Bu uygulamalar organik sertifikalar alındığı iddia edilen ticari organik sanayi yan ürünleri ve ilaçları için de geçerlidir. Organik tarım başarısız bir denemeden ibarettir. Hani yeni nesil demokrasi hareketleri gibi… Organik Tarım; -Planlı ekim nöbetini üretimde sağlayamamıştır. -Toprakta organik madde birikimi ve humus formaların oluşumuna katkı sağlayamamıştır. -Toprakta yer alan mikroorganizmaların yaşamsal döngülerine doğrudan etki sağlayamamıştır. -Toprağın uygun şekilde işlenmesine katkısı olmamıştır. -Gübreleme maliyetini düşürmemiştir çünkü kendi sektörünün girdilerini piyasaya pompalamıştır. -Devamlı olarak kendini yenileyebilecek bir sisteme sahip değildir. -Flora ve faunanın devamlılığı için bir alternatif koşul sağlayamamıştır. -Atalık olmayan, atalık tohum şenlikleri oluşturmuş ve tohum bankaları ile de serbest olan gerçek atalık tohumlarını çekmecelere hapsetmiştir.(yıllar önceki kan bağışları projeleri gibi) -………. Siz değerli büyüklerime sonsuz saygı duyuyor, emek ve çalışmalarınızdan birçok yerde istifade ettiğimizi bilmenizi istiyorum. Esen kalın. |
Sn.ozanemre,
Son mesajınızdan anladığım kadarı ile sizin organik üretime eleştiriniz önceki mesajlarınızda anlaşıldığı gibi "sağdan" değil de "soldan" :) Görüldüğü gibi, zehirsiz, sentetik toksik pestisitsiz tarımsal besin üretimini küçümseyen, zehir kullanmadan bu işler olmaz, olsa da ürün alınmaz, zaten bu zehirler bir şey yapmaz, kanser de eski mısırdan beri varmış, vs.vs. yıllardır devam eden kartel propogandasıyla aynı çizgiye kolayca düşülebiliyor. Kendi adıma öyle olduğunu düşündüm. Her şeyden önce tanımda hemfikir olmak gerekir. FAO'nun tanımına göre; "There are many explanations and definitions for organic agriculture but all converge to state that it is a system that relies on ecosystem management rather than external agricultural inputs. It is a system that begins to consider potential environmental and social impacts by eliminating the use of synthetic inputs, such as synthetic fertilizers and pesticides, veterinary drugs, genetically modified seeds and breeds, preservatives, additives and irradiation. These are replaced with site-specific management practices that maintain and increase long-term soil fertility and prevent pest and diseases. Organic agriculture is a holistic production management system which promotes and enhances agro-ecosystem health, including biodiversity, biological cycles, and soil biological activity. It emphasises the use of management practices in preference to the use of off-farm inputs, taking into account that regional conditions require locally adapted systems. This is accomplished by using, where possible, agronomic, biological, and mechanical methods, as opposed to using synthetic materials, to fulfil any specific function within the system." (FAO/WHO Codex Alimentarius Commission, 1999)." Özetin özeti, sentetik gübreleri, pestisitleri, genetiği değiştirilmiş organizmaları (vişneye aşı yapılması değil de bildiğimiz GDO'lar), koruyucuları, veteriner ilaçlarını vb. elimine ederek potansiyel çevre ve sosyal etkileri gözeterek dış girdilerden daha çok ekosistem yönetimini kullanan bir tarım biçimi olduğunu söylüyor. IFOAM ise kendi çevirileri ile; "Ekolojik Tarım’ın Tanımı Ekolojik tarım; toprak, ekosistem ve insan sağlığını devam ettiren, sağlıklı olmasını sağlayan bir üretim sistemidir. Sistem, olumsuz etkisi olan girdilerin kullanımı yerine ekolojik işleme süreçler, biyolojik çeşitlilik ve yerel koşullara uyum sağlamış döngülere dayanır. Ekolojik tarım, içinde bulunduğumuz çevreye fayda sağlamak, adil ilişkiyi ve tüm ilgili taraflar için iyi bir yaşam kalitesini yaygınlaştırmak adına gelenek, yeni buluşlar ve bilimi bir araya getirir." böyle demiş. Ne bunlar, ne de daha önce gördüğüm başka tanımların hiç biri ne permakültürü ne agroforest'ı, ne herhangi bir kadim tarım öğretisini, ne de başka bir alan/arazi tasarım, yönetim biçimini yadsır. Üreticinin organik/ekolojik tarımı nasıl uygulayacağı tamamen kendi pratik şartlarına, imkanlarına, deneyimine, neticede kararlarına bağlıdır. Bunların sonucunda yapmak istediği üretimde çok başarılı olabilir ya da başarısız olabilir. Başarı oranı, ekolojik tarımın ana prensiplerini, konvansiyonel tarımdan temel farklarını özümseyip içselleştirdiği oranda artma potansiyeli gösterir. Söz gelimi, organik tarım yapıyorum diye konvansiyonel tarım yaklaşımlarını uygulayarak sadece girdileri değişmiş monokültür yapanların bir kaç yıl içinde yönetilemez sorunlarla karşılaşması kaçınılmaz olacaktır. Organik tarımın toplum ile ilişkisi bu konunun başka ve çok önemli bir diğer boyutu. Pestisit ve sentetik bitki besleme girdisi kullanmadan kalıntısız üretim yaptınız, sonrası ne olacak? Bu ürünlerin konvansiyonel ürünlerle karışmadan toplumdaki talep edenlere ulaşabilmesi gerekli. Aksi halde yapılan üretimin hiç bir anlamı olmayacaktır. İşte bu noktada hakim sistemin çarkları devreye girer. ABD, Avrupa, Avustralya ve Japonya'da biribirlerine çok benzer süreçler oluşturulmuştur. Ürünlerin nihai olarak ulaşması düşünülen toplum kesimlerininden hareketle görünürde tüketicinin haklarını garanti etmek adına oluşturulan bir dizi mevzuata dayalı sertifikasyon sistemleri yaratılmış, çoğu çok uluslu sertifikasyon şirketleri ortaya çıkmış, ekolojik üretim yaparak ürünlerini topluma ulaştırmak isteyen çiftçilerin/çiftliklerin denetlenmesi, nihai ürünün ve üretim biçiminin garantilenmesi adına, aynı zamanda bir maliyet kalemi olarak sürece dahil edilmişlerdir. Üretici ve tüketici arasında bağların zayıf, üreticinin tüketiciyi tanımadığı, tüketici açısından da tamamen bir muamma olduğu durumda tamamen mantıklı ve gerekli gibi görünen bu süreç, uygulamada ülkeden ülkeye farklılıklar göstermesine rağmen genel olarak besin zincirinin bir kamburu olarak da kabul edilebilir. Çok uluslu ve global tohum, bitki besleme, pestisit ve beşeri ilaçlar pazarını ellerinde bulunduran az sayıdaki şirket gelirlerinin tamamını ürettikleri biyoteknoloji veya hibrid tohumlardan, pestisitlerden, sentetik kompoze gübrelerden ve bazıları bunlara ilave beşeri ilaçlardan elde eder. Bu şirketlerin pestisit kullanmayan, kompoze gübre kullanmayan, GDO tohum kullanmayan organik/ekolojik tarımdan kazanacakları bir şey yoktur. İkinci dünya savaşını takiben bu güne kadar iyice yerleştikleri dünya pazarlarında devletlerin tarım politikalarını doğrudan ve dolaylı olarak şekillendirmişlerdir. Açılan ziraat okullarında öğretilenlerle yolun sonu hep onların üretip sattıkları pestisitlere, gübrelere ve tohumlara çıkar. Türlü metodlarla toplum taleplerini yönlendirmeye, organik metodlarla üretilmiş besinin konvansiyonel besinlerden farklı olmadığını, gayet sağlıklı olduğunu, onların pestisitleri sayesinde daha çok ürün alınabileceğini doğrudan kendileri, ve dolaylı olarak toplumda oluşturdukları gönüllü "image maker"ları vasıtasıyla yaymaya çalışırlar. Bunlar kültürel yapısı nisbeten zayıf toplumlarda (Mesela Hindistan, Pakistan, Türkiye vb.) zehir kullanımı sayesinde 10 misli daha fazla ürün alınabildiği imajını dahi yayarlar. Ziraat okullarından mezun olarak sahaya dağılan bireylerin okul sonrası aldıkları tek ilave eğitim ezici çoğunlukla şirketlerin yeni çıkarttıkları ilaç veya gübrelere ait broşürlerdir. Dünyada her gün yayınlanan bilimsel çalışmalara ait makaleleri takip etmek bir yana, bir çoğu varlığından dahi habersizdir. Devletler, tarımsal üretimi o toplumun beslenmesinin, karnının doymasının temel ve vazgeçilmez unsuru olarak görmek yerine fiyatları dünya borsalarında belirlenen herhangi bir ticari meta olarak görürler. Tarımsal gıdanın topluma ulaşmasında sanayi ürünlerinin topluma ulaşmasındaki süreçten daha engelleyici ilave kurallar ve bariyerler vardır. Bir sanayi ürününü doğrudan üretenden veya bayisinden doğrudan ve kaynağını bilir olarak alabilirsiniz ama işlenmemiş tarımsal gıdayı alamazsınız, mutlaka aradaki bariyerlerde fiyatı katlanmış ve "anonymous" hale getirilmiş olmalıdır. Ülkelerin kültürel ve toplumsal sistemleri zayıfladıkça daha da vahim hale gelir. Göstermelik mevzuatlar duruma göre uygulanır. Dünya piyasalarında reddedilmiş gemiler dolusu GDO'lu pirinç getirenin kimliğine bağlı olarak göstermelik mevzuatı aşmanın yolunu kolayca bulur ve Gönendeki, Osmancıktaki çeltik üreticisinin sistem gereği katlanmış borcunu dahi ödeyebilmesine engel olur. Bu gibi ülkelerde ahlaki erozyonu her alanda görmek mümkündür. Rüşvetler, feodal ve taraftar ilişkileri tepeden tırnağa, sahtekarlıkları, dolandırıcılıkları, olağan, kabul edilen, normal karşılanan hale getirir. Üretilen ürünün topluma ulaşabilmesinde bırakılan yegane yol olan sertifikasyon sistemi dahi bu yozlaşmadan payını alabilir. Organik girdi tescil sistemi ve bu ürünlerin pazarlanma süreçleri de içler acısı. Bilinmeyen, kontrol edilemeyen, spekleri belirlenmemiş, onu gösterip bunu satan, hepsi ayrı ayrı birer "tarım devrimi" olan sahtekarlık ürünlerine veya dolandırıcılık örneklerine rastlamamak mümkün değil. Öte yandan toplumdaki özellikle şehirli, iyi kötü eğitimli genç kesim şirketlerin gelmiş geçmiş algı yönetimlerini aşarak talep oluşturuyorlar. Esas istedikleri, nerede ve nasıl üretildiğini bildikleri sağlıklı ve kalıntısız tarımsal besin (bunu seneler önce basit bir şekilde test etmiştim). Bulabildikleri ise şayet şansları varsa ulaşabildikleri bir organik pazar ve yeni yeni üreticilerin mevzuat risklerini göze alarak doğrudan ulaştırmaya başladıkları az sayıdaki kutular. Hoş bu alanda da şampiyon, hiç bir gıda güvenliği garantisi olmadan, ne organik veya ekolojik, ne de nerede kimin nasıl ürettiği belirli ürünlerin bir pazarlama dehası tarafından insanların beyinlerinde bırakılan boşlukları kendilerinin doldurması zaafiyetini kullanarak yapabildiği satışlar olsa gerek. Alıntı:
Şimdi gübrelerini kendileri üretiyorlar, olabildiğince monokültürden kaçınıyorlar, sentetik toksik pestisit, şirketlerin hibrid tohumlarını kullanmıyorlar. Yazlık kışlık örtü bitkileri, bunların azot bağlama kapasitelerini, maksimum biomass ile toprak canlılığını arttırmaya çalışmak gibi işler yapıyorlar. Bunları yaparken de değirmeni döndürebilmek için sistemin engellerine rağmen ürünlerini tüketiciye ulaştırarak maliyetlerini çıkarmaya çalışıyorlar. Hepsi permakültürden, biyodinamikten hatta ayurvedikten haberdar. Akıllarına yatan iyi pratikleri, tasarımları kendi şartlarında adapte etmeye çalışıyorlar. Tepeden tırnağa toprağın içindeler. Tüm deneyimi mahalle arasında spiral yapmaktan ibaret kişilerin bitkiler hakkında botanik alanında doktoralı ve doçent sıfatıyla ders veren kişiye "sen permakültüre giriş kursu almamışsın, konuşma hakkın yok" demelerindeki dogmatikliğe de prim vermiyorlar. Hiç bir eski öğretinin din yerine konamıyacağını ama her öğretiden alınacak dersler olduğunu biliyorlar. Uzmanlık alanınızın agroforesty olması çok güzel bir şey. Avrupa birliği ülkelerinde 2010 itibarıyla organik tarım yapılan alan büyüklüğü 7,6 milyon hektar olarak bildirilmiş. Agroforesty Europe (2012) raporunda bir alan büyüklüğü bildirilmemiş ama denemeler yapılabilmesi için kiralanan arazilerden bahsedildiğinde o kadar büyük alanlara kurulu, organik tarımdan ayrı ve ürün veren, verdiği ürün tüketicilere ulaşan büyüklükler göremedim. Benim anladığım organik üretim alanlarının agroforest arazi yönetim biçimiyle de örtüşebilirliği. Nitekim rapordaki konuşmalarda organik üreticilerin agroforest uygulamalarına daha yatkın olduğunu belirtmişler. Başka bir konuşmacı da agroforest uygulama sayesinde bu alanlarda pestisit kullanımının azalma eğiliminde olduğunu belirtmiş. Bu da çok güzel bir şey, ama keşke hiç kullanmasalarmış. Ben agroforest uzmanı değilim ama sanırım istem dışı bir agroforest'ım var. %95'i yiyecek üreten, yeterli çeşitliliğe sahip ortalama her on metrekarede bir ağaç olacak şekilde ormanlaşmış bir ortamda ağaç altlarında kimi sebze, kimi örtü ve tarla bitkisi, kimi kafasına göre takılan bitki örtüsü içindeyim. En sıkıntılısı da sebze üretmek çünkü ağaçlar git gide bol güneş isteyen sebze alanlarını daraltıyor. Çok güzel birliktelikler de ortaya çıkıyor, söz gelimi frenk üzümü ve bektaşi üzümlerinin kestane çürüntülü toprakta ve kestane gölgesi altında bu kadar güzel gelişip verimli olacağını bilmezdim. Sertifikasız ama organik tarımın tüm şartlarını asgari olarak taşıyan tarımsal üretim biçimini bir zamanlar sürdürülebilir doğal tarım olarak adlandırmıştık. Doğal deyince onun da tanımı epey tartışma götürür aslında. Pek çok alanda olduğu gibi, "sol"un da daha "sol"u var. Bir bakış açısına göre arayıcılık ve toplayıcılık dışında yaptığınız her tarımsal faaliyet doğaya negatif anlamda müdahaledir. Bir alanda ister permakültür, ister agroforest ne olursa olsun herhangi bir sebze veya meyvenin yetişmesi yönünde tohum atıyorsanız (top da yapsanız farketmez), fidan dikiyorsanız orada doğal olarak olmayacak bir şeyi yapıyorsunuz demektir. Hele ki domates, mısır gibi bambaşka bir coğrafyaya ait türleri yetiştirmeye kalkıyorsanız bu bakış açısına göre "doğa"dan söz etme hakkınız bile yoktur. Kimyasal işlemden geçmiş ne olursa olsun kullanmayalım. Tamam, ellerinizi sıvı katı farketmez sabun kullanarak yıkıyorsanız kimyasal kullanıyorsunuz demektir. Sabunu kendi bahçenizin yağı ve odun külü kullanarak kendiniz yaptınızsa bile durum değişmez, fazladan ağır metal de içerir sabununuz (sodyum/potasyum hidroksit + yağ kimyasal reaksiyon sonucunda sabununuz olur). Her şey doğal olduğunda muhtemelen mineral eksiklikleri, dengeleri vb. şeyleri de gözetmiyorsunuz demektir. Doğulu permakültür ustalarından bazıları gözetiyor, söz gelimi toprağı alkali yapmadan gerektiğinde hızlı kalsiyum sağlamak için yumurta kabuğu ve sirke gibi doğal malzemeleri kullanırlar. Oysa gerçekleşen şey bal gibi kimyasal prosestir. Kalsiyum karbonat asetik asit ile reaksiyona girip kalsiyum asetat oluşturur. O zaman bunun ölçüsü nedir? "Sol"un neresinde durduğunuza göre sağınızda ne var diye bakabilirsiniz. Ben nasıl baktığımı söyliyeyim. Canlıları, havayı suyu toprağı zehirleyen sentetik toksik pestisitler kim nasıl tarım yapıyorsa yapsın, tarım yapmayıp bahçesinde çiçek büyütüyorsa bile kaçınılması gereken bir şey. Bana göre öncelik buradadır çünkü başkasının bahçesi bile olsa doğaya salınan zehir aynı zamanda geleceğin de zehirlenmesidir. Tırtıla karşı decis bücüs vb. tavsiye edildiğinde 6,25 gr saf deltamethrin'in ilave olarak doğaya salınımına da bir bakıma onay vermek anlamına geliyor. Bizim forum bile bunun örnekleriyle dolu. Hatta "doğal tarım" yaptığını iddia edenlerden bile ziraate sordum bir zararı yokmuş, decis bücüs kullanabilirsiniz diyenler de oldu. Ortada tırtılları toplayacak kuş veya ateş karıncaları yoksa, elle mekanik temizleme durumu da yoksa "bacillus thuringiensis" en güvenli mücadele metodudur. Bu biyolojik mücadele aracını bilgili ve gereken donanıma sahip biri kendisi izole edip kullanmak üzere muhafaza edebilir, imkansız değil, ama bunun için harcanacak zaman ve paraya değmez. Kullanıma hazır, dormant halde kuru granül olarak hazırlanmışı var. Evet, doğru izolasyonu standart bir yoğunlukta hazırlamanın arkasında bir işletme, diğer devlere göre küçük bir şirket var. İzole ediyorlar, fermentasyon ile çoğaltıp dormant hale sokuyorlar, kurutup su ile kolayca aktivleşecek şekilde granül yapıyorlar ve kutuluyorlar, bir fabrika yani. Bu böyle diye deltamethrin'e ses çıkarmamak kabul edebileceğim bir şey değil. Bir yandan doğal tarım yaptığını söyleyip bir yandan da deltametrin tavsiye edenlerin yaptığı ise maskaralıktan başka bir şey değil. Daha dün yazılan bir mesajda hobi olarak yetiştirilen 3-5 domatesin yaprağındaki galeri sineği için "Voliam Targo 063 SC" tavsiye edilmiş. Sygentia'nın abamectin ve chlorantraniliprole aktif maddelerinin ikisini birden içeren toksik bir zehir. Yaprakların hem altına hem üstüne püskürtülmeliymiş. 250 domates yaprağından bir tanesinde galeri sineği izi olsa ne olur, olmasa ne olur? Oysa üyenin esas problemi (bitkilerdeki fungus kökenli hastalığın yanı sıra) tuta absoluta ve çok yaygın ise bacillus thuringiensis hareketli ve açıktaki larvaları avlayarak zararı önemli seviyede azaltır. Şimdi bacillus thuringiensis'i hobi sahibi vatandaş, hadi geçelim çiftçi kendisi izole etmediği müddetçe kullanmasın mı? Bu üye domateslerini agroforest ile yetiştirmediği için sessiz mi kalalım? Bu domatestler ünlü sprial'in içinde yetiştirilseydi tuta absoluta gelmez miydi? Her neyse, daha yazılabilir, söylenebilir çok şey var. Bu konuda sağlıklı yargılara varabilmek için bir iki adım geri çekilip ne oluyor, nasıl oluyor, pratik durum nedir, uzun vadede ve kısa vadede neler yapılabilir, ben ne yapmalıyım vs.vs. tüm boyutlarıyla görmeye çalışmak biraz daha geniş bir bakış açısı sağlayabilir. |
Forum saati Türkiye saatine göredir.
GMT +2. Şu an saat: 19:42. (Türkiye için GMT +2 seçilmelidir.) |
Forum vBulletin Version 3.8.5 Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0
agaclar.net © 2004 - 2025