agaclar.net

Geri Dön   agaclar.net > Doğaya ve Yaşamınıza Sahip Çıkın > Doğa, Çevre, Ekoloji, Gıda Hukuk ve Politikaları
(https)




Beğeni Düzeni8Beğeniler
  • 6 Gönderen birnefestoprak
  • 1 Gönderen evandevan5
  • 1 Gönderen birnefestoprak

Cevapla
 
Bookmark and Share Dış Bağlantılar Konu Araçları Mod Seç
Eski 11-08-2009, 21:47   #1
Ağaç Dostu
 
karinca70's Avatar
 
Giriş Tarihi: 14-04-2007
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 3,235
D-8 Tohum Bankası "Genetik Soygun"a maske midir?

D8 (Developing 8) veya G8 (Gelişmekte olan 8) ülkenin tohum bankası olmak üzere Tarım Bakanlığı tarafından Tohum Bankası temeli atıldı.


Düzenleyen karinca70 : 11-11-2009 saat 19:16
karinca70 Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 11-08-2009, 22:32   #2
Ağaç Dostu
 
karinca70's Avatar
 
Giriş Tarihi: 14-04-2007
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 3,235
http://gidahareketi.org/D-8-Tohum-Ba...67-haberi.aspx adresinden alıntı:

D-8 tohum bankası kuruyor. Peki bu yeterli mi?

D-8 ülkeleri gıda güvenliği konusunda ortak politikalar oluşturmak amacıyla tarım alanında üretilen projeleri hayata geçiriyor. Ancak buna karşın Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi bu çalışmanın eksik ve yetersizliğine dikkat çekiyor.

D-8 Haber bülteninte yer alan açıklamaya göre "D-8 ülkeleri gıda güvenliği konusunda ortak politikalar oluşturmak amacıyla tarım alanında üretilen projeleri hayata geçiriyor. Bu projelerin ilk adım olan D-8 Tohum Bankasının kuruluş çalışmaları Türkiye’nin öncülüğünde başlıyor.

TOHUM BANKASI KURULUYOR


Geçtiğimiz Şubat ayında Malezya'nın başkenti Kuala Lumpur'da gerçekleştirilen D-8 Tarım Bakanları Konferansı'nda alınan kararla Tohum Bankasıyla ilgili çalışmaların Türkiye'nin liderliği ve İran'ın katkısıyla Türkiye'de kurulması görüşü benimsenmişti. Bu doğrultuda D-8 Tohum Bankası Çalışma Komitesi ilk toplantısını 21-24 Temmuz 2009 tarihleri arasında Türkiye'de gerçekleştirecek. Tarımsal Araştırmalar Genel Müdürlüğü (TAGEM) evsahipliğinde İzmir’de düzenlenecek olan Çalışma Toplantısına üye ülkelerin Tarım bakanlıklarından yetkililer katılacak.

Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker daha önce yaptığı açıklamada D-8 ülkeleri Tohum Bankasının Türkiye'de kurulmasının, D-8 Ülkelerinin ortak çıkarını maksimize edecek bir uygulama olacağını belirtmişti. Tarımsal üretimde en önemli girdileri mazot, hayvan yemi, gübre ve tohumun oluşturduğunu vurgulayan Eker, şunları kaydetti: 'Bilindiği gibi dünyanın temel gıda maddelerinden olan tahılların vatanı Türkiye'dir. Bu ülkede tahıl tarımı 10 bin yıl öncelerinden beri yapılmaktadır. Tarımsal araştırma kapasitemiz hayli yüksektir. Konuyla ilgili resmi ve özel sektör teşkilatlanması uygundur. Bu ve benzeri sebeplerle, D-8 Ülkeleri Tohum Bankasının Türkiye'de kurulması D-8 ülkelerinin ortak çıkarını maksimize edecek bir uygulama olacaktır.' Şubat ayındaki Tarım Bakanları Konferansında üye ülkelerde uygun fiyata kaliteli tohum, gübre ve hayvan yemi temin etmek için ortak projeler üretilmiş bu doğrultuda Türkiye’nin liderliği ve İran’ın katkısıyla Türkiye’de Tohum Bankası kurulması, hayvan yemi tesislerinin Malezya’nın liderliği ve Endonezya’nın katkısıyla Malezya’da; gübre üretim tesislerinin Türk özel sektörünün de desteğiyle Mısır’da kurulması görüşü benimsenmişti.

21 Temmuz’da başlayacak ve dört gün sürecek olan D-8 Tohum Bankası Çalışma Toplantısında gıda güvenliğinin sağlanmasında biyo-çeşitlilik, genetik kaynaklar, Gen Bankası gibi temel konular tartışılarak, kurulması planlanan tohum bankası ve tohum sektörüyle ilgili üye ülkelerin görüşleri alınacak. Toplantıya Türkiye'nin yanı sıra D-8 üyeleri Endonezya, Malezya, Bangladeş, Pakistan, İran, Mısır ve Nijerya'nın temsilcileri katılacak."


Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi’nin konu ile ilgili görüşü:

D-8’lerin tohum konusunu gündeme alarak proje geliştirmesi son derece sevindirici bir gelişme. Bu gelişme sevindiricinin yeterliliği ise son derece tartışmalı. Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi olarak bu konuda büyük endişeler taşıyoruz. Bu endişelerimizi şu şekilde özetleyebiliriz:

“Henry Kissenger’in “Petrolü kontrol edersen ulusları, yiyeceği kontrol edersen insanları kontrol edersin. Yiyecek bir silahtır ve bizim müzakere çantamızdaki araçlardan biridir!” bu cümlelerinden bile ABD’nin gıdayı bir silah olarak gördüğünü açıkça anlayabiliriz. Kaldı ki ABD’nin son 40 yılda yürüttüğü çalışmalarda bunun en büyük ispatı.

D-8’in bu tür çalışmalarını şeytanları davet edercesine aleni yapması bazı sorunları beraberinde getireceği muhakkak.

GDO’lu tohum testleri ve GDO’yu yasalaştırma çalışması yapan D-8 üyesi Türkiye’nin tohumları korumasının ne kadar anlamlı olduğu üzerinde durulması gereken önemli bir ayrıntı.

GDO’lu ürüne taraftar olan çevrelerin ve ülkelerin tohumlarını korumasının çok büyük önem arz etmediği ortada. GDO’ya göz yummak bile dolaylı yönden izin vermektir. Türkiye ve benzeri ülkeler önce gümrüklerden GDO’lu ürünlerin serbestçe geçişine izin verdiler. Ardından da GDO’ya meşruiyet sağlamak için yasa çalışmaları…

Her ne kadar bazı yetkililerimiz “ülkemizde GDO yasak” türünden inandırıcılığı olmayan açıklamalar yapsalar da ülkemiz kelimenin tam anlamıyla bir GDO cennetidir ve tohumlarımız büyük oranda kaybolmuştur. GDO’yu aklının ucundan bile geçiren ülkelerin bu şartlarda tohum saklamaları, “bir şeyler yapıyormuş gibi görünme” ötesinde bir anlam taşımayacağı gün gibi ortadadır.

Asıl olan tohumları korurken bir kıyamet projesi olan GDO’nun engellenmesi için, ağır müeyyideli kararlar almak ve bunu tavizsiz bir şekilde uygulamaktır.

Türkiye gibi ülkeler, tarım ve gıda konusunda kelimenin tam anlamıyla a’raftadırlar. “Hem GDO, hem tohum koruma” şeklindeki politika ne şiş yansın ne kebap türü politikadır ki: Bu tür politikaların sonu hayırlı gözükmemekte. Hâlbuki Türkiye gibi ülkelerin önünde sadece iki seçenek var. Ya tümüyle GDO ve GDO’culara teslim olmak! Yahut da tohum ve toprağı koruyarak tümüyle doğal üretime yönelmek! Her açıdan a’raftaki uygulamalar toplumun moral değerleri ile ümitlerini zayıflatır ki bu durum gıda savaşında kaybeden tarafta yer almak anlamına gelir.

‘Tohumlarımızı en güvenli yerlerde depolayınca tüm sorunlarımız çözülecek mi? Artık bir şey yapmamıza gerek yok mu? Hayır, hayır! Tohumları saklamak hiçbir şeyi çözmez, çözemez. Bu durum tıpkı, ilacı hastaya vermek yerine kilitli dolaplarda saklamaktan farksız. Dolaptaki ilaç hastaya ne kadar yarar sağlıyorsa tohum saklayıp GDO’lu üretim yapmakta aynıdır. Hasta ölünce tedavi edici iksir elinizde olsa ne yarar olabilir?

D-8’e çağrımız o dur ki: Geliniz, GDO konusunda bir yol haritası ortaya koyunuz! Üyelerinizi Dünya Ticaret Örgütü (WTO), IMF ve Dünya Bankası’nın kumpasından kurtarıcı politikalar geliştiriniz! GDO’nun ve GDO’cuların şerrinden korunmak için geliştireceğiniz politikaları İslam Konferansı Teşkilatı ile birlikte ivedi olarak hayata geçiriniz! Biz özellikle İKT’nın geçtiğimiz hafta açıkladığı “Helâl Standardı” çalışması ile ilgili basına yaptığı açıklamada yer alan “GDO’lu ürünler helal değildir” şeklindeki yaklaşımından hareketle bu konuda bir mutabakat sağlanabileceği ümidini taşıyoruz.

Bu bağlamdaki çalışmalara Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi tüm imkânlarını seferber ederek katkı sunmaya hazırdır”

karinca70 Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 11-08-2009, 22:34   #3
Ağaç Dostu
 
karinca70's Avatar
 
Giriş Tarihi: 14-04-2007
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 3,235
Türkiye tohum bankası: Biyo-korsanlığa kolaylık..

http://www.haberanaliz.net/detay.asp?hid=47856 adresinden alıntı:

Türkiye tohum bankası: Biyo-korsanlığa kolaylık..

Domates, biber, patlıcan gibi çokça tükettiğimiz ürünlerin Amerika kıtasından geldiğini biliyoruz. Eğer bu bitkilerin tohumları ülkemize gelmese idi, bu güzel ürünlerden mahrum kalacaktık. Tohumları için de kimseye bir bedel ödemedik. Anadolu başta buğday olmak üzere birçok ürünün geliştirildiği, tarım devrimine beşiklik etmiş bir coğrafyanın parçasıdır. On binlerce yıl dünya çiftçileri tohumlarını karşılıksız paylaştı. Bu nedenle “tohumlarımızın patentini alalım, parasını vermedikçe kimseye vermeyelim” demenin hiçbir anlamı yoktur. Bu mantık bizi de birçok üründen mahrum eder. Ancak şimdi bütün bu tohumlara şirketler el koymak istiyor. On bin yıl önce tarım devriminden başlayarak çiftçilerin geliştirdiği bütün bu tohumlara şimdilerde birkaç gen koyarak bunların patentini çıkarmaya çalışan yerli veya yabancı tohum şirketlerinin hırsızlığına biyo–korsanlık diyoruz. Hâlbuki “yaşam patentlenemez”. Bizim karşı olduğumuz; bütün dünya çiftçilerinin geliştirdiği bu tohumlara şirketlerin el koymasıdır.

Türkiye Tohum Gen Bankasının temeli atılırken konuşmaları dinleyenlerin bir kısmı “işte sonunda tohumlarımıza sahip çıkıyoruz” diye düşünmüşlerdir. Acaba öyle mi? Yoksa Tarım Bakanlığımızın bu yatırımı, sonunda tohum şirketlerine mi yarayacak?

Tohum şirketlerinin yerlisi, yabancısı çok fark etmez. Zaten yerli zannettiklerimizin de çoğu artık yabancı tohum şirketleri tarafından satın alındı. Bunların çoğunun amacı on bin yıldır çiftçilerin yarattığı biyoçeşitliliği yok edip, çiftçileri birkaç çeşide bağlayarak paraları cebe indirmek. Buğdayı örnek alalım. Çiftçilerin geliştirdiği kimi çeşit kılçıklı olduğu için domuzlar yiyemiyor, böylece korunuyor. Kimi çeşit ekmek yapmaya, kimisi bulgur yapmaya elverişli. Kimi köylerin çorak topraklarında yetişebilen özel buğday çeşitleri var. Bu biyoçeşitliliğe şirket tohumları nasıl rekabet edecek idi? “Yeşil devrim” denilen yıkımda, bunun çaresini çevreyi ve ürünleri kirleten tarım ilacı ile kimyasal gübrelerle uyuşan güya “modern” tohumlar ile buldular. Verim bazen daha yüksek oluyordu, ancak bu pahalı girdiler bir taraftan üreticiyi yoksullaştırırken, diğer taraftan ürünleri zehirli oluyor ve besin değerleri düşüyordu.

Tohum bankası açılırken bir tarım bakanlığı yetkilisi ne söylemiş bakalım:

“Günümüz ıslah programları için önemli olan bitki genetik kaynakları bakımından, ülkemiz önemli bir potansiyel oluşturmakla beraber, ileriki nesillerin de bu kaynaklardan yararlanması için korunmaya alınmalıdır”

Gördüğünüz gibi amaç ıslah programlarına tohum sağlamak olarak açıklanmaktadır. Burada köylüye yer yoktur. Şirketlerin ıslah programları katılımcı değildir, çiftçiyi dışlar. Katılımcı ıslah; bilim insanları ve köylülerin en baştan itibaren tohum ıslahını beraber yaptıkları ve tohum üzerinde köylünün haklarının devam ettiği bir yaklaşımdır. Şüphesiz biyoçeşitlilikten yanadır. Bakanlığımız “katılımcı ıslahtan” habersizdir veya ilgilenmiyor. Diğer yandan, Türkiye Irak’ı işgal eden Amerikan kuvvetlerinin çıkarttığına çok benzer bir tohum yasasını çıkaran, yetmedi üstüne de büyük tohum şirketlerinin çıkarlarını garantileyen ve kısaltılmışı UPOV olan “Yeni Bitki Çeşitlerini Koruma Birliğine” girip anlaşma imzalayan bir ülkedir. Tohum yasamızda köylünün kendi tohumunu kullanmaması için ne gerekirse yapılmıştır. Köylünün kendi tohumunu satması ağır cezalarla karşılanan bir suçtur. Yeni yönetmeliklerle bu zulüm pekiştirilmeye çalışılmaktadır. Şimdi böyle bir ülke tohum bankası kurarsa bundan kim yararlanacaktır? Köylüler değil herhalde. Bu banka yabancı ve yerli tohum şirketlerinin milyar dolar koysa zorla yapacağı bir şeyi bakanlık eliyle gerçekleştirecektir. Kendi elimizle bu tohumları soyabilsinler diye toplayacağız, zaman zaman tarlalara ekip yenileyeceğiz ve onlar için bu masrafları yapacağız. Bedava bir derleme, araştırma ve geliştirme merkezi ve sistemi.

Dr. Melaku Worede Etiopyalı meşhur bir bitki genetikçisidir. Ülkesinde yürüttüğü, çiftçilerin ıslah çalışmalarında en öne konduğu (katılımcı ıslah) ve kendi tarlalarındaki biyoçeşitliliğin esas alındığı çalışmaları ile 1989’da Doğru Yaşam Ödülünü (alternatif Nobel ödülü) kazanmış idi. Seedling dergisinin 2009 Nisan sayısında (www.grain.org) kendisi ile yapılan konuşmayı bu konuyla ilgili herkesin okuması gerekli. Dr. Worede çiftçiyi ve tarlada, bahçede biyoçeşitliliği öne almayan bu gibi tohum bankalarının eninde sonunda büyük şirketlere hizmet etmekten başka bir şey yapamayacağını ortaya koymuştu.

Bürokratlarımızın yaptığı açıklamalarda bu banka ile birçok ülkeye örnek olacağımızdan söz edilmekte. Norveç’te kurulan bir gen merkezi için de bürokratlarımızın “ülkemizden acele tohumlar gönderilerek uluslararası toplumun gözüne girmemizin yararlı olacağına” dair raporlarını okumuş idim. Bu anlayış çok tehlikeli. Uluslararası toplum denilen şey aslında büyük tekellere hizmet eden bazı Birleşmiş Milletler kuruluşları ve Dünya Bankası, IMF gibi kuruluşlar olduğuna göre yandık.

Aslında biri Menemen’de biri de Ankara’da iki gen merkezimiz halen var. Bu kurulanın banka olduğu söyleniyor. İyi de, bu bankadan yararlanacaklar büyük ölçüde tohum şirketleri olacak. Tohumlarımızı saklamak –sonra da soydurmak- değil korumak ve yaşatmak gerekli. Koruma ve yaşatmaya kim karşı olabilir?

Binlerce köyümüzde köylünün yönetiminde, tohumların korunup, değişebileceği tohum bankaları kurulması çok yararlı olacaktır. Bunlar desteklense olmaz mı? Biyoçeşitliliğe en büyük tehdit oluşturan tohum yasasının da ülke, köylü ve tüketici çıkarları doğrultusunda değiştirilmesi zorunlu.

Tohum bankasının bu şekilde kurulmasını uluslararası tohum şirketleri sahipleri ellerini ovuşturarak izliyorlardır.

Bu gibi üreticiyi ve biyoçeşitliliği dışlayan merkeziyetçi yaklaşımlar, küresel ısınmanın getireceği tehditlerle baş edemez.

11 Ağustos 2009
Prof. Tayfun ÖZKAYA

karinca70 Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 11-08-2009, 22:39   #4
Ağaç Dostu
 
karinca70's Avatar
 
Giriş Tarihi: 14-04-2007
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 3,235
Mahşerin dört atlısı: Gıda tekelleri, tohum bankaları, patentleme, GDO

http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=25955 adresinden alıntıdır:

Mahşerin dört atlısı: Gıda tekelleri, tohum bankaları, patentleme, GDO


10 Ağustos 2009 - Mustafa Eberliköse

Bankalar; batışlarıyla, yaptığı yüksek kâr oranlarıyla, geri ödemesini yapamadığımız kredilerle gündelik hayatımızın bir parçası haline geldi. Katılım bankası, mevduat bankası, yatırım bankası gibi çeşit çeşit bankaya sahipken yeni bir banka türü daha icat edildi: Tohum Gen Bankası...

Peki nedir tohum bankası ve neoliberal tarım politikalarında işlevi nedir?

1)Tohum bankası nedir?

Tohum bankaları son yıllarda dünya gündeminde önemli bir yer kaplıyor. Tarım, insan türünün devamlılığı açısından yaşamsal bir faaliyet. Tarımın olmazsa olmazı ise tohum. Tohum bankaları en kısa ifadeyle organik tohumların toplanarak uygun koşullarda depolandığı binalardır. Tohum bankaları, depolama işlevinin yanı sıra “bilimsel” araştırmaların da yapıldığı merkezler konumunda.

Tohum bankasını icat edenler, bankayı “dünyada gıda üretiminin ve çeşitliliğinin küresel ısınma, kuraklık, bilinçsiz üretim vb nedenlerle tehlikede olduğu tezi” doğrultusunda, tarımda üretimin sürerekliliğini sağlamanın ve çeşitli teknolojik müdahalerle (hibritleme, genetik müdahale vb) dışsal etkenlere dayanaklı yeni tohumları üretmenin aracı olarak tanımlıyorlar. Banka popülerleştirilmiş söyleme göre, “olası bir küresel felaket (nükleer savaş, doğal afetler vb. ) sonrası Nuh’un Gemisi olarak tanıtılıyor.

2) Tohum bankalarının faliyetleri hakkında ne biliyoruz?

Tohum bankası faaliyetleri hakkında, sahiplerinin verdikleri yüzeysel bilgiler dışında bilgi yok. Tohum bankalarının birçok faaliyeti “ticari sır” gerekçesiyle açıklanmıyor. Yani insan neslinin varlık yokluk sınırı ticari sırlar üzerine çiziliyor.

3) Neden “tohum deposu” değil de “tohum bankası”?

Büyüklerimizin dediği gibi herşeyin vitamini kabuğundadır. Tohum politiklarının özü de kabuğunda yani “tohum bankası” isminde saklı. Tohumlar bir depoda değil, bir bankada saklanıyor. Bir bankanın temel ereği her zaman için finansal kârdır. İnsan yaşamına dair tüm öğelerin hızla metalaşmasına paralel “canlılığın kaynağını içeren tohum” da metalaştırılıyor. Domates, salatalık, pirinç, bulgur ne varsa artık, insanlığa verilecek ya da verilmeyecek bir krediye dönüştürülüyor.

4)Tohum bankası : Tohum patentleme mi?

Tohum bankalarında bilimsel (genetik değişim, hibritleme) araştırmalar yapılarak yeni tip tohumlar elde ediliyor. Tohum bankalarında üretilen yeni tip tohumların mülkiyet hakları uluslararası tarım tekelleri tarafından patentleniyor. Patenteleme çalışmaları, tohum bankalarında yapılanlarla sınırlı değil. Dünyanın çeşitli bölgelerindeki organik tohumlar, doğrudan satın alma veya üzerinde küçük genetik değişilikler yapma yoluyla hızla patentlenmekte. Tarım tekelleri sırf bu amaçla özel ekipler(1) oluşturuyor. Patent hakkı alınmış bir tohumun köylüler tarafından patent hakkı ödenmeden ekilmesi durumda ciddi tazminat davaları açılıyor ve ekilen ürünler sökülüyor. Monsanto firması yetkilileri, 1997 yılında Kanada‘da yaptığı incelemelerde çiftçi Percy Schmeiser´in 560 hektarlık tarlasında, genetik değişime uğramış ”Roundup” denilen kolza buldular. Monsanto, Schmeiser´in ürettiği kolza için patent hakkını satın almadığı, böylece patent yasasının çiğnenmiş olduğu gerekçesiyle Schmeiser´in hektar başına 15 dolar ödemesini talep etti. Ancak buna çiftçi Schmeiser’in itiraz etmesi üzerine dava açan Monsanto iki alt mahkemede de haklı görüldü. Schmeiser GDO’lu (genetiği değiştirilmiş organizma) tohumların polen yoluyla tarlasına taşındığını ve kendi tarlasının zarar gördüğünü belirtiyordu.

5) GDO kullanımı nedeniyle organik tohumlar yok olurken tohum bankaları işlevi ne olacak?

Bilindiği gibi tarım tekelleri tarafından üretilen GDO’lu tohumlar dünyada hızla yayılıyor. GDO’lu tohum çeşitlerinden olan “Terminatör Tohumlar” organik tarım alanları ile temas ettiklerinde (Gen kaçışı yoluyla) tam bir soykırım yaşanıyor. Organik tohumlar, tarım tekellerinin GDO’lu ürünleri nedeniyle ciddi risk altında. Organik tohumların GDO nedeniyle ortadan kaldırıldığı bir gelecekte, tohum bankaları hayati bir öneme sahip olacak. GDO’lu tohumların egemen olduğu bir dünyada tohum bankaları aracılığıyla organik tohumları elinde tutan tekeller, tarımda mutlak bir egemenlik sağlayabilirler. Henry Kissinger’ın 1970’lerde ifade ettiği gibi: ‘Petrolü kontrol ederseniz ulusları kontrol edersiniz; ama yiyeceği kontrol ederseniz, insanlığı kontrol edersiniz.”

6) GDO’yı üretenler ile tohum bankalarını kuran ve destekleyenler kimler?

Tohum bankaları arasında en dikkate değer olanı Norveç’in Svalbard kasabasında 2008 yılında kurulan Kıyamet Tohum Bankası. Dünyanın en büyük tohum bankası olan Kıyamet Günü Kasası, Küresel Hasat Çeşitliliği Örgütü (GCDT) tarafından yönetiliyor. Bankanın, isminden de belli olduğu gibi olası bir “kıyamet” senaryosu üzerinden, tarımın sürekliliğini ve biyoçeşitliliği korumak üzere kurulduğu açıklandı. Peki kim “Nuh’un gemisinin” kaptanları: Bill&Melinda Gates Vakfı, Rockefeller Vakfı, ABD’li tarım tekelleri DuPont/Pioneer Hi-Bred, Monsanto, son olarak İsveç kökenli tarım şirketi Syngenta. Bu kuruluşlar arasından ikisinin faaliyetlerine mercek tutmak yeterli olacaktır.

Rockefeller Vakfı: Dünyayı “Yeşil Devrim” kavramıyla tanıştıran aile şirketinin vakfıdır. Rockefeller ailesi yürütülen tohum bankası çalışmalarının en önemli parçası durumunda. Rockefeller ailesi 1900’lü yılların başından beri genetik saflaştırma (öjenik) çalışmalarına astronomik yatırımlar yapıyor. Öjenik(2) çalışmalarının en ünlü uyguluyucuları bizzat Adolf Hitler ve Benito Mussolini’dir. Rockefeller ailesinin Hitler’in çalışmalarına kayda değer finansal destekte bulunduğu biliniyor. Rockefeller Vakfı bünyesinde nüfus planlama çalışmalarına dair faaliyet yürüten yan kuruluşlar da (Uluslararası Tarım Araştırmaları Küresel Danışma Grubu CGIAR) mevcut. Ayrıca ailenin Birleşmiş Milletler, Dünya Gıda Örgütü, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi uluslararası kuruluşlarda önemli lobi faaliyetleri yürütttüğü bilinmektedir.(3) Bitkisel ürünleri arîleştirme çalışmaları GDO’lu tohum üretimi şeklinde gerçekleşiyor. Yani Rockfeller ailesinin bir eli GDO üretiminde bir eli tohum bankası çalışmalarında.

DuPont/Pioneer Hi-Bred: ABD menşeili tarım ve kimya firmasıdır. Kurucusu Henry Wallace,(4) 1942 yılında hayvancılıkta hibrit çalışmalarını ilk gerçekleştiren kişidir. Kıyamet Tohum Bankası’nın en önemli ortaklarından biri olmakla birlikte, dünyanın en büyük patentli GDO’lu tohum ve tarım kimyasalları devidir. Türkiye temsilciliği olan Pioneer tohumculuk şirketi 1998 yılında ISO 9001 Kalite Belgesi’ne “layık” görülmüştür. Yani DuPont/Pioneer Hi-Bred şirketi hem dünyada bir GDO devi hem de tohum bankasının en önemli ortaklarındandır.

7) Türkiye ve Tohum Gen Bankası

Türkiye Tohum Gen Bankası’nın kurulma kararı, 2008 Şubat ayında Malezya'nın başkenti Kuala Lumpur'da gerçekleştirilen D-8 (5) Tarım Bakanları Konferansı'nda alındı. Aynı konferansta tohum bankası çalışmalarını Türkiye ve İran’ın ortak yürütmesi karara bağlandı. Ankara’da temel atma töreni Tarım ve Köyişleri (5) Bakanı Mehdi Eker tarafından 30 Temmuz’da yapılan banka, sessiz sedesız bir şekilde hayata geçmiş oldu. Tohum gen bankasının kuruluş amacı Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker tarafından “Yurtiçi ve yurt dışından topladığımız tohumları burada hem genetik olarak muhafaza etmiş olacağız insanlık adına, hem de bilim insanlarının yapacakları çeşitli çalışmalarda bu materyal olarak kullanılabilecektir” şeklinde açıklandı.

Tohum bankasının işletme hakkı Tarımsal Araştırmalar Genel Müdürlüğü’ne (TAGEM) verilmiş durumda. Tohum bankasının nasıl işletileceği, 350 milyon dolar tutarındaki kaynağının nereden bulunacağı ve katılımcı ülkelerin tohum bankasında pozisyonlarına dair 21-24 Temmuz tarihlerinde İzmir’de bir toplantı gerçekleştirildi. Türkiye özel sektörünü İzmir toplantısında Türkiye Tohumcular Birliği (TÜRKTOB) tesmil etti. TÜRKTOB Başkanı Hakkı Şafak Ses projeye mali destek verecek olan kurumları Birleşmiş Milletler (BM), Dünya Gıda Örgütü (FAO) ve Avrupa Birliği (AB) olarak açıkladı.

Türkiye’de kurulacak tohum gen bankasına dair Türkiye Tohum Endüstrisi Derneği (TÜRKTED) Yönetim Kurulu Başkanı Ali Özbuğday’ın yapmış olduğu açıklamalar da hayli dikkat çekici;”Türkiye D-8 ülkeleri arasında kendine özgü bitki türleri en fazla olan ülkedir. Bu nedenle tohum bankasının burada kurulması, ıslahçı kuruluşların ileride bu genleri araştırma geliştirme çalışmalarında kullanması ve diğer ülke kaynaklarının da korunması ve geliştirilmesi son derece önemli.” Özbuğday konuşmasının devamında Türkiye’nin bir an önce Norveç’te kurulu olan tohum gen bankasına üye olması gerektiğini belirtiyor. Ali Özbuğday Türkiye’de biyoteknoloji konusunda 2 milyon avroluk yatırımla Yerel Genetik Araştırma Merkezi merkezini kurmuş olan bir isim. Özbuğday’ın yapmış olduğu çalışmalara Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, TÜBİTAK ve AB’nin kayda değer mali yardımlarda bulunduğu kendisi tarafından açıklandı.(6) TÜRKTED yönetim kurulunda bulunan diğer isimler de dikkat çekici. Monsanto temsilcisi Muhasip Üye İ.Hamit ESİN, SYNGENTA temsilcisi Üye Argun Şahin. Her iki şirket de Norveç’teki “Kıyamet Günü Kasası” projesinin ana sahipleri.

Türkiye’de kurulacak olan Tohum Gen Bankası daha şimdiden tarım tekellerinin ağzının suyunu akıtmış durumda. TÜRKTOB ve TÜRKTED gibi tarım tekeli birlikleri projeyi ayakta alkışlıyorlar.

Bu bilgiler dışında kamuoyuna tohum gen bankasının nasıl yönetileceğine, bankanın tarım şirketleri ve tarım emekçileriyle nasıl bir ilişki içerisinde olacağına dair hiçbir bilgi verilmiş değil. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Tohum Gen Bankası ile ilgili popülist söylemlerin dışında ayrıntılı bir bilgilendirme yapma zorunluluğundadır!

8) Biyogüvenlik yasası ve tohum bankası

Türkiye’de henüz bir biyogüvenlik yasası yok. Hazırlanan biyogüvenlik yasası taslakları ise GDO'lu ürünlerin ülkeye girişine resmi olarak kapıları açar nitelikte. Zaman gazetesinin itiraf niteliğindeki bir haberine göre (7), biyogüvenlik yasası hazırlanırken; Pioneer, Monsanto, Cargill gibi uluslararası tarım/GDO tröstlerinden hem görüş alındı, hem de bu kuruluşlar komisyonda temsil edildi.

Taslakların hazırlandığı bilgisi Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek tarafından “GDO bebek ürünlerinde kullanılmayacak” şeklinde “teselli edici” bir üslupla kamuoyuyla paylaşıldı. Yani GDO’lu ürünlerin bebekler için tehlikeli olduğu kabul edildi. Bebekler için tehlikeli olan bir besinin yetişkinler için neden tehlike ifade etmediğine dair bir açıklama yapılmadı. Ayrıca biyogüvenlik yasa taslağı hakkında bilgilere göre GDO’lu mamalar yasak, ancak yenilebilir aşıların (aşı içeriğine sahip haplar), vitaminlerin bebekler için özel geliştirilmiş olanlarının kullanımı konusunda bir sınırlama yok.

Kısaca biyogüvenlik yasa taslağı varolan haliyle GDO’lu ürünlerin üretimini ve ithalatını engeller nitelikte değil. Bu çerçevede bir yasa taslağı hazırlayan zihniyetin, tohum bankalarını GDO’lu ürünlerin geliştirmesi noktasında kullanmayacağına nasıl bir garanti verilebilir?

9) Tarım Havzaları Üretim ve Destekleme Modeli ve tohum bankası

Tohum gen bankasının kurulma süreci ile tarım alanında üretici ile devlet arasındaki ilişkiyi tamamen değiştireceği ilan edilen “Tarım Havzaları Üretim ve Destekleme Modelinin” açıklanması aynı sürece denk geldi. Tarım Havzaları Üretim modeliyle GDO teknolojisinin yoğun olarak kullanıldığı mısır, aspir, konola, soya ve ayçiçeği üretimine “tam destek” verileceği açıklandı. Örneğin Türkiye’de üretimi yıllık 2 bin 280 ton olan aspirin, modelle birlikte 50 bin tona çıkarılması planıyor. Bu paralellik GDO’lu ürünlerin piyasaya girişinin ve üretiminin yasal düzenlenmelerle hazırlanması çalışmalarının hızlanmasıyla birlikte, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın organik tohumları bankada toplama derdine düştüğüne dair şüpheler oluşturuyor. Bakanlık kıyamet öncesi son hazırlıklarımı yapıyor?

Ayrıca belirtmek gerekir ki, model ile tam destek verilen tarımsal ürünler (mısır, aspir, konola, soya ve ayçiçeği) dünyada sıklıkla biyoyakıt üreiminde kullanılmakta. Bu besinlerin biyoyakıt üretiminde kullanılmasının dünyada başgösteren gıda krizinin temel tetikleyicisi olduğu söylenmekte.

10) İtalya G8 zirvesi ve tohum bankası

Bu yıl İtalya’da 8 Temmuz'da gerçekleştirilen G-8 zirvesinin temel başlıklarından biri de “Gıda Güvenliği”idi. İtalya’da gıda sorunun başlı başına bir sorun olduğunu ve bu sorunun artık “gıda yardımı” programları aşılmayacağına kanaat getirildi. Bu çerçevede gelişmekte olan ülkelere tarımsal kalkınma için 15 milyar dolarlık katkıda bulunma kararı alındı. Bu karar, doğrudan yatırımın önünü açan ve bunu teşvik eden bir çerçeve içerisinde kabul gördü.(8)

Gıda yatırımlarının önünün açılması için G-8 ülkeleri, gelişmekte olan ülkelerle işbirliğini sıkılaştırılarak korsan üretime karşı mücadeleye hız vermek niyetini de açıkladı. Bu zirvede fikri mülkiyetin korunması, gelişmenin temel taşlarından biri olarak açıklandı. Fikri mülkiyet olarak açıklanan ifade, Dünya Ticaret Örgütü’nün (DTÖ) kurucu anlaşmasının ekinde bulunan ve 134 ülkenin katılımıyla (Türkiye’de imzacılarındandır) imzalanan Ticari Zihinsel Mülkiyet Hakları Anlaşması’nın (TRİP) güçlendirilmesine bir gönderme olarak okunuyor. Bu anlaşma tarım tekellerinin patentleme çalışmalarının önünü tamamen açması nedeniyle ciddi eleştirilere maruz kalmıştı.

İtalya G8 zirvesi, yeni sömürge ülkelerle kurulacak tarımsal ilişkilere dair ciddi bir değişimi ifade etmekte. Doğrudan yatırımın artırılması ve telif haklarının (patentleme) korunmasına yönelik göndermeler gıda alanında yeni bir emparyalist aşamaya girildiğine dair önemli ipuçları veriyor.

Bütün bu çerçeve içersinde;

•“Dünya tarımında 1900’lü yılların başından beri tarım ve kimyasal tekelleri tarafından dillendirilen “Yeşil Devrim” yönelimin yeni bir aşamasına girildiğine,

•Gıda yardımı gibi dolaylı emperyal sömürünün yerini doğrudan “yatırıma” bırakarak tarım tekellerinin nüfus alanlarının arttırılacağına; yeni sömürge ülkelerinin tohum potansiyelinin hızlı bir patentleme saldırısıyla karşı karşıya kalacağına ve bu noktada tohum banklarının özel bir yer teşkil edeceğine,

•Tarım ürünleri içerisinde mısır, aspir, konola, soya ve ayçiçeği gibi biyoyakıt üretiminde kullanılılan tarım ürünlerinin özellikle yeni sömürgelerde teşvik edilmesiyle yeni gıda krizlerinin kapıda olduğuna ve bu ülkelerin her zamankinden daha fazla GDO tehlikesiyle karşı karşıya kalınabileceğine” dair öngörülerde bulunulabilir.


Dip notlar:


(1) Dünya Ticaret Örgütü'nün kuruluş sürecinde (DTÖ) Uruguay'da yapılan toplantıda imzalanan Ticari Zihinsel Mülkiyet Hakları Anlaşması (TRİPS) genetiği değiştirilmiş ürünlerin patent hakkının satın alınabilmesinin yolunu açmıştır. Uluslararası tekellerinin basıncıyla ortaya çıkan anlaşma sonrası tarım şirketleri yerli halkların yetiştirmiş olduğu bitkilerin patent hakkını satın almaktadır. Örneğin 1997`de Teksas`da yerleşik, "Rice Tec" isimli ABD`li bir firma Hindistan`ın geleneksel "Basmati" pirincini çok az değiştirerek patent altına aldı.Basmati pirinçi Hindistan’ın en önemli tarım ürünlerindendir.
TRİPS 26.01.1995 tarih ve 4067 sayılı Kanunla onaylanarak 31.12.94 tarihinden itibaren Türkiye’de yürürlüğe girmiştir.

(2) Öjenik modern anlamıyla ilk olarak Sir Francis Galton tarafından ortaya atılmış, sağlıksız ceninleri ayırıp, sağlıklı ceninler yetiştirmenin yollarını arayan, bilimselliği tartışmalı bir toplumsal akım veya toplumsal felsefedir

(3)Uluslararası Tarım Araştırmaları Küresel Danışma Grubu’nun (CGIAR) İtalya’nın Bellagio kentindeki konferansının katılımcıları; Rockefeller Vakfı’ndan George Harrar, Ford Vakfı’ndan Forrest Hill, Dünya Bankası’ndan Robert McNamara ve 1972 yılında Stockholm’de yapılan BM Yeryüzü Zirvesi’ni Rockefeller Vakfı Mütevelli heyeti üyesi olarak örgütleyen, Rockefeller ailesinin uluslararası çevre örgütçüsü Maurice Strong’du. (Ölüm Tohumları-F.William ENGDAHL)

(4)Wallace'nin biyografisini yazan D.McDonald'a göre Henry Wallace tam anlamıyla Amerika'nın yeni dünya düzenini inşa etmesi için tanrı tarafından seçildiğine ve kendisinin de mesih olduğuna inanıyordu.

(5) Yakın zamanda başlatılan çalışmalar çerçevesinde Tarım ve Köyişleri Bankanlığı’nın isminin Tarım ve Gıda Bakanlığı olarak değiştirilmesi gündemde

(6)Özbuğday'ın açıklamaları

(7) Zaman gazetesi haber

(8) Ne tasadüftir ki Başbakan Erdoğan “Gıda Güvenliği” başlıklı konferansa konuşmacı olarak çağrılan isimlerden biriydi

karinca70 Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 11-08-2009, 22:41   #5
Ağaç Dostu
 
karinca70's Avatar
 
Giriş Tarihi: 14-04-2007
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 3,235
Sektörde Banka ve GDO Hareketliliği

http://www.ekolojistler.org/sektorde...ketliligi.html adresinden alıntıdır:

Sektörde Banka ve GDO Hareketliliği

Cuma, 24 Temmuz 2009

D-8 Tohum Bankası ve GDO'lar ile hareketli günler yaşayacak olan tohumculuk sektörünün, önümüzdeki 10 yıl iç nde hacmini 1 milyar dolara çıkarması hedefleniyor Sektörde 'banka' ve GDO hareketliliği Türkiye'de kurulacak olan D-8 Tohum Bankası ve Ulusal Biyogüvenlik Kanun Tasarısı'yla gündeme gelen GDO tartışması, tohumculuğun iki yeni konusu olarak gündeme oturdu.

1980'lerde toplam tohumluk pazarının 80 milyon dolardan daha az olduğu tahmin edilen Türkiye'de, 2009 yılında toplam ticari tohumluk hacminin 400 milyon doları aşması bekleniyor.

Tohumculuk sektörünün son dönemdeki gündem maddesi hiç şüphesiz genetiği değiştirilmiş organizmalar, kısaltılmış haliyle GDO'lar oldu. Geçtiğimiz şubat ayında yapılan gıda güvenliği toplantısında Türkiye'de kurulmasına karar verilen tohum bankası için görüşmelerin İzmir'de başlamış olması ise, sektörde bir anda gündeme oturdu. Bu iki önemli gelişme ile hareketli günler yaşayacak olan tohumculuk sektörü, uluslararası anlamda etkin bir oyuncu olmaya hazırlanıyor.

Hükümetin, şu anda taslak halinde bulunan Ulusal Biyogüvenlik Kanunu Tasarısı'yla yasal giriş kapısı aradığı GDO'lar toplumun büyük bir kesimi tararından tepkiyle karşılanıyor. GDO'ya tepki gösteren kesim tarafından 'frankeştayn gıdalar" diye anılan GDOlar, en basit anlatımla; biyoteknoloji yöntemi kullanılarak kendi dışındaki bir türden gen aktarma yoluyla belirli özellikleri değiştirilen bütün organizmalara deniliyor. Çevre ve insan sağlığına etkilerinin tam olarak saptanamaması ise GDO karşıtlarının temel çıkış noktasını oluşturuyor.

Günümüzde 25 ülkede yaklaşık 125 milyon hektar alanda yapılan GDO'lu ekime Türkiye'de kanunen izin verilmiyor. GDO'lu ürünlere Japonya, Güney Kore, Yeni Zelanda ile çok sayıda AB ülkesi tarafından kau sınırlamalar ve yasak getirilirken, Türkiye ise yasalaşması beklenen Ulusal Biyogüvenlik Kanunu Taslağı'yla GDO'lar için gün sayıyor. Türkiye'de GDO'lu ekime kapıyı aralayacak olan biyogüvenlik yasasının yalnızca GDO'lu ürünleri kapsamadığım ve bu nedenle bu teknolojiye önyargıyla yaklaşmanın yanlış olacağım düşünenler de var. GDO'lu ürünlerin ithal edilmesinin yerine bu teknolojinin Türkiye'de kullanılmasının ülke açısından daha olumlu olacağım savunan bazı sektör temsilcileri, bunun ekonomik olarak da caha doğru olacağı görüşünde. Biyoteknolojiye karşı çıkan ülkelerin bu teknolojiden yoksun ülkeler olduğu da sektörde konuşulanlar arasında yer alıyor. Bu görüşe göre biyoteknolojiyi kullanan ülkelerin oluşturacağı 'ticari tekel' bu teknolojiye kapılarını kapayan ülkelerin asıl çekincesi olarak gösteriliyor.

350 milyon dolarlık 'banka' yolda Gıda güvenliği konusunu konuşmak üzere D-8'in yani gelişmekte olan sekiz ülkenin (Endonezya, İran, Malezya, Nijerya, Pakistan, Mısır ve Türkiye) tarım bakanlarının katıldığı toplanu, geçtiğimiz şubat ayında Malezya'da yapdmışn. İki gün süren toplantıda D-8 Tohum Bankası'mn kuruluş yeri olarak Türkiye belirlenmişti. Bankanın kuruluş çalışmalarını yürütmek amacıyla oluşturulan komite 21-24 Temmuz tarihleri arasında İzmir'de bir araya geldi.

Kamu ve özel sektörün birlikte yer alacak olmasıyla, alanındaki tek girişim olarak gösterilen projenin yanma maliyeti 350 milyon dolar. Banka projesi aynı zamanda Türkiye ve dünya gen kaynaklarının korunması ve geliştirilmesi açısından büyük önem taşıyor. Banka bir özelliğiyle de GDO karşıtlarım sevindireceğe benziyor. Alman bilgilere göre banka, genetigiyle oynanmamış yani GDO'suz ürünlerden oluşacak 19801i yıllarda toplam tohumluk pazarının 80 milyon dolardan daha az olduğu tahmin edilen Türkiye'de, 2009 yılı itibariyle toplam ticari tohumluk hacminin 400 milyon dolan aşması bekleniyor. Yaklaşık 30 yıllık süreçte Türkiye, tohumculuk sektöründe 5 kat artış göstererek, dünyadaki seyre paralel bir büyüme gösterdi. Özelleştirmenin hızlanması ile birlikte özellikle hibrid sebze, ayçiçeği, mısır ve patateste özel sektörün üretimdeki payı yüzde 100lere ulaştı.

Ticaret hacmi 10 yılda 1 milyar S'a ulaşacak Dünyada 100 yılı aşkın geçmişe sahip olmasına rağmen Türkiye'de henüz çok yeni sayılan tohumculuk sektörü, son yıllarda yabancı sermayeli firmaların da ilgisiyle atılım yapn.

Bugün Türkiye'de 250 kadar tohumculuk şirketi faaliyetini sürdürüyor.

Sektörde 25 yıllık geçmişi olan Türkiye, bugün pek çok tohumculuk firması ile uluslararası pazarlarda çok uluslu firmalarla rekabet eder hale geldi. Dünyanın en büyük tohumculuk firmalarının yaptıkları yatırımlarla Türkiye'ye ilgi göstermeye devam ettiği sektörde, Türk firmalan da her yıl yeni tohum çeşitieri ile ürün yelpazelerini genişletiyor.

Sektör bugün yaklaşık 450 milyon dolarlık ticaret hacmine ulaşmış durumda. İthalat rakamının 90, ihracat rakamının da 60 milyon dolar olduğu sektör, gelecek 10 yılda ticaret hacmini 1 milyar dolara taşımayı hedefliyor. Tohumluk üretiminde kullanılan yerli çeşitlerin oranı yüzde 60-70 arasında bulunuyor. Türkiye'de şimdiye kadar toplam 73 türde çeşit tescil ettirildi. Toplam tescilli çeşit sayısı ise bin 710.

Biyoteknoloji yalnızca GDO demek değil

Biyoteknolojinin tohumculuk sektöründe de uygulama alam bulmasıyla gündeme gelen Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) ile ilgili tartışmalar bitmek bilmiyor. Sanılanın aksine biyoteknolojinin sadece GDO'larla ilgili olmadığım, tohum ıslahında da çok geniş uygulama alanları bulduğunu söyleyen Türkiye Tohumculuk Endüstrisi Derneği (TÜRKTED) Yönetim Kurulu Başkanı Ali Özbuğday, bu teknolojiye önyargıyla yaklaşılmaması gerektiğini belirtti. Özbuğday, biyoteknolojiden sakınmanın yanlış olduğunu kaydederek, "Biyoteknoloji sadece GDO'lardan oluşmadığı gibi tohum ıslahında çok geniş uygulama alanları buluyor. Önemli olan teknolojinin kendisinden sakınmak değil, teknolojinin bilimsel sınırlar çerçevesinde kanuni düzenlemelerini tamamlayarak dünyadaki gelişmelere paralel bilimsel ve teknolojik çalışmaların önünün açılmasıdır" diye konuştu.

Türkiye'nin daha fazla vakit kaybetmeden bu teknolojiyi kullanabilmesi için konuyla ilgili mevzuatın hazırlanmasının önemine dikkat çeken Özbuğday. aynı zamanda kamu ve özel sektörde eğitimli bir uzman kadro oluşturulması gerektiğini ifade ederek, "Biyoteknolojinin risk analizleri yapılarak, tohum teknolojisinde de kullanılmasıyla bitkisel üretimde karşılaşüan yetiştiricilik ve kalite sorunlarının daha ekonomik, kolay ve etkin yöntemle çözümünde hızlı basan sağlanacak. Bu teknolojinin bitki ıslahı ve üretiminde güvenilir bir şekilde kullanılmasıyla ilgili olarak düzenlenecek uygulanabilir yasalarla mümkün olacak" dedi.

Gerçek çekince, 'tekelleşme korkusu' Biyoteknoloji tartışmalarının temelini, bu teknolojinin insan sağlığına etkileri oluşturuyor. Bu teknolojilere mesafeli yaklaşımda çevre ve insan sağlığına etkilerin ön plana aktığını anlatan Özbuğday, asıl çekincenin ticari tekelleşme korkusundan kaynaklandığım ileri sürdü. Özbuğday, şunları söyledi: "Bu teknolojilere mesafeli yaklaşımın görünür çekincesi çevresel ve insan sağlığı faktörleri gibi olsa da, gerçekte pek çok teknoloji sahibi olmayan ban ülkesinde esas çekincenin ticari tekelleşme korkusu olduğunu gözlemlemekteyiz. Dünyada belli başlı firmaların önderliğinde 'çeşit koruma' üzerine ileri düzeyde 'gen patenüeme' uygulamalan üzerinde çalışılıyor. Böylece bugün geçerli olan UPOV çeşit koruma uygulaması 'ıslahçı hakkı' tanımasına rağmen yani herhangi iki ticari çeşidi ıslatıcısının iznine gerek olmadan kullanarak yeni genetik materyal türetme hakkı mevcut iken bu uygulamayı "patent'e dönüştürerek izinsiz kullanımı kısıdamak istemektedir." Bu konuyla ilgili dünya genelinde önemli ve kritik bir kutuplaşmanın başladığım ve gelecek dönemde bu Biyoteknolojinin yalnızca GDO'lardan ibaret olmadığını söyleyen TÜRKTED Yönetim Kurulu Başkanı Ali Özbuğday, "Bu teknolojiye önyargıyla yaklaşmak yanlış olu-" dedi.

tarnsmalann alevlenerek devam edeceğini ileten Özbuğday, tarnsmalann temelinde GDOTara ticari ve rekabetçi ortamda ulaşma fikrinin bulunduğunu savunarak, "Ülkemizin de yakın gelecekte durusunu tam olarak belirlemesi ve ülke politikalarım buna göre yönlendirmesi gerekecek" dedi.

Tohum bankası stratejik açıdan önemli Şubat ayında Malezya'da yapılan gıda güvenliği konusundaki toplantısında alman kararla Türkiye'de kurulmasına karar verilen D-8 Tohum Bankası'nın Türkiye açısından önemli bir gelişme olduğunu kaydeden Özbuğday, 'Türkiye, D-8 ülkeleri (Gelişmekte olan 8 ülke) arasında kendine özgü bitki türleri en fazla olan ülkedir.
D-8 Tohum Bankası çalışmalamun Türkiye merkezli yapılması da özellikle Türkiye'de var olan yerel çeşitler veya ıslahla geliştirilen türlerin muhafaza edilmesi ve Ar-Ge materyali olarak kullanılması açısından stratejik değer taşıyor" diye konuştu.

Türkiye'nin ayrıca Norveç'te buzullada kaplı bir alanda yer alan ve 1ayamet günü kasası' olarak bilinen tohum bankasına da üye olması gerektiğine dikkat çeken Özbuğday, şunları söyledi: "Norveç'teki banka ile küresel bir felaket yaşanması durumunda tohum çeşitliliğinin güvence altına alınması amaçlanıyor. 25 ülkenin üye olduğu bu bankaya Türkiye'nin de katılması büyük önem taşıyor." D-8'in tohumları Türkiye'de toplanacak GDO tartışmalarının hızla sürdüğü tohumculuk sektörü, aynı zamanda güzel gelişmelere gebe.

Türkiye'yi gelişmekte olan sekiz ülkenin tohum merkezi yapacak olan proje, sektörde yeni fırsat kapılarım aralayacak.

Toplantı ile birlikte D-8 Tohum Bankası'nm fonksiyonu, kapasitesi ve hangi kaynaklardan finanse edileceği netlik kazanacak.

Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) tarüşmalannın tüm hızıyla devam ettiği Türkiye'de, aynı zamanda tohum sektörüyle ilgili güzel gelişmeler de yaşanıyor.

D-8 Tohum Bankası'nm proje çalışmasını yürütecek komite 21-24 Temmuz arasında İzmir'de yaptığı ilk toplantıda ise, bankanın hangi şehre kurulacağı, fonksiyonu, kapasitesi, hangi tohumların kullanılacağı ve finansman kaynaklan konularını ele aldı. 350 milyon dolara mal olacağı belirlenen projede, kamu ve özel sektörün birlikte yer alacak olması bu alandaki tek girişim olarak gösteriliyor. 350 milyon dolara mal olacağı belirlenen projede, kamu ve özel sektörün birlikte yer alacak olması bu alandaki tek girişim olarak gösteriliyor.

Türkiye Tohumcular Birliği (TÜRKTOB) olarak tohum bankasının Türkiye'deki özel sektör ayağım oluşturduklarım dile getiren Hakkı Şafak Ses, projenin Türkiye için önemli bir kazanç olduğunu kaydetti. Bankada GDO'lu ürünlerin yer almayacağını vurgulayan Ses, projenin finansmanmda Avrupa Birliği, Dünya Gıda Örgütü ve Birleşmiş Milletler kaynaklan kullanılacağını ifade etti. Ses, Türkiye'nin tohumluk potansiyeli bakımından proje için uygun bir ülke olduğunu ifade ederek, 'Türkiye'nin coğrafi konum ve tohumluk potansiyeli bakımından böyle bir projeye öncülük yapması çok doğal. Tohumculuk geleceğin stratejik sektörlerinden biri olacak. Türkiye, böyle bir projeye imza atarak diğer ülkeler açısından bir merkez durumuna gelecek. Ayrıca bu proje D-8 ülkeleri dışında da dünya ölçeğinde Türkiye'ye prestij kazandıracak.

Bundan böyle gerek kamuoyu gerekse diğer ülkeler Türkiye'yi tohumculukta daha çok ciddiye alacak" diye konuştu.

"Biyolojik çeşitlilik için; biyoteknoloji gerekli" Son dönemde tarım sektöründe en fazla konuşukn bir diğer konu da genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) oldu. Hükümetin, Ulusal Biyogüvenlik Kaıun Tasarısı Taslağıyla GDO üretimine ışık yakmasıyla hızlanan tartaşmalann odağında ise GDO'lann insan sağlığı üzerindeki etkileri yer aldı.

Bu tartışmaların sona ermesi için konuyla ilgili yasal düzenlemenin bir an evvel yapılması gerektiğini dile getiren Başkan Ses, modern biyoteknolojinin Türkiye'nin sahip olduğu biyolojik çeşitliliğin değerlendirilmesi açısından büyük önem taşıdığım söyledi. Ses, "Ülkemizin sahip olduğu biyolojik çeşitlilik ve genetik kaynak zenginliğini göz önüne aldığımızda, modern biyoteknolojinin, bu zenginliğin değerlendirilmesinde çok önemli katkılar sağlayacağının farkındayız. Bu nedenle önceliğimiz, ithal ürünlerin üretiminin yerine bu teknoloji kullanılarak sahip olduğumuz böyle bir zenginliğin ülke içinde değerlendirilmesi ve ekonomik bir değere dönüştürülmesidir" şeklinde konuştu. Bu ürünlerle ilgili verilecek kararlara toplumun katılımının sağlanması gerektiğinin altını çizen Ses, yasal düzenleme yapılırken tarımsal ve ticari yapı, insan sağlığı ve yerli tohumculuk sektörünün durumu gibi hususlann öncelikli olarak göz önünde bulundurulması gerektiğini vurguladı.

Ses diğer yandan bu ürünlerde varlığı kabul edilen risklerin bilimsel olarak tespit edilmesi ve önlemlerin alınması gerektiğini söyleyerek, "Kanun taslağı bu anlamda en az Avrupa Birliğinde alman tedbirlere yakm tedbirler getiriyor" dedi.

Modern biyoteknolojinin "önemli bir teknoloji" olduğunu belinen Ses, bu teknolojinin tek kullanım alanının GDO'lar olmadığını hatırlattı. Bu nedenle yapılan tartışmaların farklı boyutlara taşınarak gerçeklerin hasıraln edildiğini ifade eden Ses, "Yapılacak taraşmalann ülkemiz öncelikleri ve hassasiyetleri dikkate alınarak, bilimsel esaslar kaybedilmeden ve her türlü politik mülahazadan uzak olarak yürütülmesi gerektiğine inanıyoruz" diye konuştu.

Protokolün temel yaklaşımını benimsiyoruz TÜRKTOB olarak konuyu daha geniş bir bakış açısıyla ele aldıklarına dikkat çeken Ses, bu ürünlerin yapı itibanyla bir risk taşıdıklannın doğru olduğunu söyleyerek, şöyle devam etti: "Türkiye'nin de imza attığı Birleşmiş Milletler Cartagena Biyogüvenlik Protokolü bu temel varsayıma dayanıyor. Halihazırda 156 ülke bu protokole imza am ve taraf oldu. Biz de bu temel yaklaşımı benimsiyoruz. Protokolün getirdiği üç temel ilke olan 'ihtiyati tedbir yaklaşımı', 'her bir ürünün ayn değerlendirilmesini' ve 'tam eşdeğerlilik ilkesini' destekliyoruz. Şu anda taslak halinde olan kanunda da aynı yaklaşımların bulunmasını bekliyoruz."

24.07.2009 Dünya Sektör Araştırması

karinca70 Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 11-08-2009, 22:43   #6
Ağaç Dostu
 
karinca70's Avatar
 
Giriş Tarihi: 14-04-2007
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 3,235
Bomba ve Tohum Birlikte: Irak ve Afganistan'da ABD (Tayfun ÖZKAYA)

http://www.ekolojistler.org/bomba-ve...un-ozkaya.html adresinden alıntıdır:

Bomba ve Tohum Bilikte: Irak ve Afganistan'da ABD

Tayfun ÖZKAYA
10 Ağustos 2009

ABD’nin Afganistan ve Irak işgallerinde tarım alanında yaptığı tahribatlar ve şirket tohumlarını hâkim kılmak için yaptığı çabalar bugünlerde daha iyi anlaşılıyor. Stratejik ortağımız olduğu ileri sürülen ABD’nin Irak’tan çekilecekmiş gibi yaptığında (aslında gerçekten çekilmeyecek) tarım veya tohum da önemli rol oynayacak. Diğer yandan bu aşamada Irak’ta ordumuzu kullanmak için “yeni Osmanlıcılık” safsatası ülkemizde dolaşıma sokuluyor. Şeriatçıların bir kısmı hemen bu rolü kaptılar. Türkiye “doğal alanına” (Osmanlıya) geri dönüyormuş. Emperyalizmin maşa varken (burada Türkiye) elini ateşe sokmadığını bilmemek için tarihten habersiz olmak gerekiyor.
Afganistan ve Irak olayına geri dönelim. ABD’nin savaş ve tarımı birbirini destekler tarzda kullandığını görüyoruz. Bomba ve tohum ABD için etkili iki silah. ABD kendini vazgeçilmez yapmak için Irak ve Afganistan’da köylüleri tohum alanında kendine bağladı. ABD’nin işgal ettiği ülkelerde tarım alanındaki tahribatlarına daha yakından bakalım.

Afganistan


2002’de Afganistan’da eski bir Sovyet havaalanı olan Shindand’a ABD kuvvetleri yerleşti. ABD kuvvetleri 2008 yılında bu havaalanının hemen yanına laboratuarlar, dershaneler, balık havuzları da içeren bir tarımsal eğitim merkezi kurdular. Amaç bağımlılık yaratmaktı. Güneydoğu’da Helmand eyaletinde amerikan yardım kuruluşu USAID başka bir tarımsal merkez oluşturdu. Tarımsal merkezin yer seçimi de daha çok askeri amaçlarla yapılmış idi. Diğer yandan kırsal alanda çalışan tarımsal kalkınma takımları adı verilen gruplar oluşturuldu. Bunlar aslında askerlerden oluşuyordu. Tarımsal etkinlikler askeri operasyonlara destek sağlıyordu. Askeri güçler de çoğu ABD’li yabancı şirketlerin isteklerini Afgan hükümetine kabul ettirmek için çalışıyordu. Temel amaç neo-liberal tarım politikalarının benimsenmesi idi. Otuz yıl önce Afganistan net gıda ihracatçısı iken, bugün gıda ithaline ve yabancı yardımına muhtaç oldu. Uluslararası kuruluşların desteği ile Afganistan’da tarımın yeniden yapılanması konsorsiyumu adlı bir kuruluş oluşturdular. Bu kuruluş Afgan çiftçilerinin zengin yerel çeşitlerini görmezden geldi. Bunun yerine dışardan gelen tohumları dağıtmaya başladı. Daha sonra birkaç yerel tohum firması kurdurdular. Sonra bunları ABD firmaları satın alabilirdi. Daha sonra yerel bir tohum yasası çıkarttılar. Bu yasa köylü tohumlarının yaşamasını güçleştirecek özellikler taşıyordu. 2008’de Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım örgütünün (FAO) yardımıyla Ulusal Tohum Birliği kuruldu. (Seedling Dergisi, Nisan 2009,The soils of War, Grain, www.grain.org) Amerika’nın düşmanı olan Taliban ne mi yapıyor? Aynı şeyi ters yönden. Onlar da kendi tohumları ile çiftçileri kendilerine bağlamak istiyorlar. Ne Amerika’nın, ne de Taliban’ın çiftçilerin kendi zengin tohum sistemlerini destekleyerek onlara yardım etmek gibi bir amacı yok. Amaç bağımlılık yaratmak. Tohum silah olarak kullanılıyor.

Irak

Türkiye gibi uygarlığın beşiği sayılan bu ülkede tarım onbin yıl önce gelişmiş idi. Bugün ise amerikan sert kırmızı buğdayı ile amerikan pirinci için bir numaralı ithal ülkesidir. (Seedling dergisi, aynı sayı) amerikan şirketleri işgalden önce bu ülkeye kolay giremiyorlardı, şimdi ise ABD tarım şirketleri için 1,5 milyar dolarlık bir pazar oluşturuyor. ABD için bu ülkenin tarımını kontrol etmek o kadar önemli idi ki Cargill’in eski yöneticisi ve uluslararası ticaret görüşmelerinde ABD hükümetinin yetkili temsilcisi Dan Amstutz’u bu ülke de tarım için görevlendirdi. İşgal sonrası tarımsal destekler kaldırılarak tarımsal pazarlar ithalata açıldı. Yerel tarım sistemi çöktü. Amerika Birleşik Devletleri Koalisyon Geçici Otoritesinin görev süresinin sonlarına doğru 81 numaralı kararname ile çiftçilerin tohumları saklama hakları ellerinden alındı. Kararname tohum yasasını da kapsayacak şekilde fikri mülkiyetler yasası olmuştu. Amerikalı uzmanlar İngilizce olarak hazırladılar. Amerikalı komutan imzayı bastı. Arapça’ya çevrildi ve yasa oldu. Bu kadar kolay. Hatırlayacaksınız ülkemizde benzer bir yasayı meclis kabul etti.

Dan Amstutz Amerikan yardım kuruluşu USAID’in tarımsal yeniden yapılanma ve Kalkınma programının sorumlusu yapıldı. Ele alınan en önemli ürün buğdaydı. Sertifikalı buğday tohumunun ithali, çoğaltılması ve dağıtımı, Irak’ın buğday sektörünün özellikle kamusal sisteminin liberalleşmesi kolaylaştırıldı. Bütün bunlar Amerikan hububat şirketlerine milyarlarca dolar kazandırdı.

Obama döneminde Amerikan askerlerinin bazılarının görevleri yeniden adlandırılarak asker olarak değil de, tarım alanında eğitmen ve yardımcı olarak belirlendi. Bu oyun sayesinde Pentagon 2011’den sonra 70 000 askerini Irak’ta tutma imkânına kavuşacak. Bildiğiniz gibi 2011 ABD-Irak Silahlı Kuvvetler Durum Anlaşmasının başladığı tarihtir. (İngilizce kısaca SOFA deniyor) Böylelikle Obama 16 ay içinde Irak’tan askerlerini geri çekme seçim vaadinden pratik olarak vazgeçmiş olmaktadır.

Yeni Osmanlıcılık masalları ile Türkiye’yi Irak’ta veya başka yerlerde maşa yapma heveslileri acaba nelere alet olduklarını anlıyorlar mı? Sözümüz şüphesiz bilmeden maşa olanlara.

Tayfun Özkaya
Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi
Tarım Ekonomisi Bölümü
Bornova 35100 İzmir

tayfun.ozkaya@ege.edu.tr

karinca70 Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 12-08-2009, 03:54   #7
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 22-06-2009
Şehir: istanbul
Mesajlar: 104
Sayın karinca70... Ben kendimi; kendini komplo teorisyeni sanan bir paranoyak sanıyordum. Senin, benden aşağı kalır yanın yokmuş. Tabi bu işin latifesi!
Öte yandan; GDO, Tohum Bankası, Yeşil Devrim vb.ler pek komploya gerek duyulmayan, günışığı gibi ortada konular. Ama bazen, günışığı o kadar parlak oluyor ki; insanlar gerçeği göremiyor.
Yukarıdaki konulara, bir kaç yorum yapmak istiyorum, ama saat sabahın 5'i oldu. Okumaktan, gözlerim yoruldu; ama yarın mutlaka...
Bu arada, Türkiye'deki Tohum Bankası'nın ortakları G8 ülkeleri, 'yetiş Hoca'm! dediğin Erbakan Hoca'nın gözdeleri değil miydi?
G8 arasında bulunan, Endonezya, İran, Malezya, Nijerya, Pakistan, Mısır ve Türkiye'deki hükümetler, ABD yolunda yürüyen hükümetlerdir. İran-ABD çekişmesi de bana göre 'kayıkçı kavgasıdır'.
Bu arada, unutmayın ki, Türkler'de 'bir devlet var kü, devlettenden içeri...' anlayışı kuvvetlidir. Erol Derman'da bundan bahsetmek istemiş!

umas Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 12-08-2009, 16:47   #8
Ağaç Dostu
 
karinca70's Avatar
 
Giriş Tarihi: 14-04-2007
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 3,235
Yazılarda bahsedilen ayet: (diyanet meali, diğer mealler için bknz: http://www.kuranmeali.org/kuran_meal...akara&ayet=205)

Önceki ayet: Bakara-204:
İnsanlardan öylesi de vardır ki, dünya hayatına ilişkin sözleri senin hoşuna gider. Bir de kalbindekine (Sözünün özüne uyduğuna) Allah’ı şahit tutar. Hâlbuki o, düşmanlıkta en amansız olandır.

Bakara-205:
O, dönüp gitti mi (yahut bir iş başına geçti mi) yeryüzünde ortalığı fesada vermek, ekinleri tahrip edip nesilleri bozmak için çalışır. Allah bozgunculuğu sevmez.

Bakara-206:
Böylesine «Allah'tan kork!» denilince benlik ve gurur kendisini günaha sevkeder. (Ceza ve azap olarak) ona cehennem yeter. O ne kötü yerdir!


Düzenleyen karinca70 : 11-11-2009 saat 19:16
karinca70 Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 15-09-2009, 11:49   #9
Ağaç Dostu
 
Oğuz Karsan's Avatar
 
Giriş Tarihi: 04-12-2006
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 1,085
Galeri: 181
Merhaba.

Sn. karinca70' nın açtığı ve ülkemiz tohumculuğunun geleceği için çok önemli saydığım konu övgüye değer, kutluyorum.

Emperyalizm ve uygulayıcısı olan devletler malesef hep bir adım öndeler. Kullandıkları yöntemler zekice ve normal insanların düşünemeyeceği kadar adice. Bu durumda soyulan devletler ancak iş işten geçtikten sonra farkına varabiliyorlar.

Her dönemde öne çıkan değerler vardır. Sömürücüler bu defa eğer yeterli temiz su ve yiyecek yoksa sahip olacakları döviz, para veya değerli madenlerin ileride bir işe yaramayacağını anladılar.

Genetiği bozulmamış tohumlarımız ve henüz zehirli tarım ilaçları kullanılmamış verimli toprağımız iştahlarını kabartıyor.

Daha önce yediğimiz kazıkları hatırlayıp, Uyanık olmalıyız. Yetmez. karinca70'nın dediği çok doğru hepimiz paranoyakça düşünmeliyiz. Çünkü soygunu yapanlar yardımsever veya doğa korumacılar olarak karşımıza çıkıp barış eli uzatırken diğer elleri ile bu zenginliklerimizi ve farkına henüz varmadığımız diğer zenginliklerimizi çalabilirler.

Tabi vatandaş olarak bizim uyanık olmamız yetmez. Derhal devletimizin de gerekli düzenlemeleri yapıp önlem alması gerekir.

Saygılar

Oğuz Karsan Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 16-09-2009, 13:35   #10
Ağaç Dostu
 
meh12's Avatar
 
Giriş Tarihi: 12-09-2007
Şehir: AFYON
Mesajlar: 585
Galeri: 9
Karinca70 açtığı konu için kutluyorum.Çok önem verilmesi ereken bir konu yıllar ilerledikçe tamamem dışa bağımlı bir ülke haline döndük.


Düzenleyen meh12 : 02-04-2010 saat 17:18
meh12 Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 20-09-2016, 18:53   #11
Ağaç Dostu
 
birnefestoprak's Avatar
 
Giriş Tarihi: 14-07-2012
Şehir: Ankara/Morgantown
Mesajlar: 2,797
Türkiye'de hemen her alanda görülen yaygın bir davranış biçimi var: Sürekli şikayet etmek ve bütün olumsuzluklardan hep başkalarını sorumlu tutmak, insanların kişisel sorumluluklarının bilincinde olmaması.

Burdaki konu başlığı hakkında sayfalar dolusu analiz yazan yazarların ve akademisyenlerin eline çapayı küreği alıp toprağı işlediği, ekim alanı daralan bir tohumun yayınlaşmasına katkıda bulunduğu gün gelmeden hakikaten boşa konuştuklarını söylemekten başka diyecek birşey bulamıyorum. Konferans önemlidir ama konferans bildirisi yayınlamak, herhangi bir konuyu çözmüyor.

Türkiye'de zayıf ve yetersiz olan bir başka konu ise STKler. Odaklanamıyorlar, bir işe girişiyorlar sonra "bu olmadı" ya da "bu bitti, şimdi de başka birşey yapalım" diyip bırakıyorlar ve başka bir konuyla uğraşmaya başlıyorlar. Her bir projenin üstünde zaman harcayacaksınız, oturup düşüneceksiniz, katılım sağlamak için uğraşacaksınız, sabırlı olacaksınız. Aynı anda birkaç projeyi de sürdürebilirsiniz ama üstünde 1-2 yıl çalıştıktan sonra bir projeyi başarıyla tamamlamış olmuyorsunuz*.

GDO konusunda kapsamlı literatür çalışmalarının yapılması, yabancı çalışmaların Türkçeye çevrilmesi, konunun gelişmelerle birlikte sürekli takip edilmesi, halkın bilinçlendirilmesi için aklı başında makalelerin yazılması tabii ki gerekiyor ama şunu kabul edelim ki, sadece analizle ne tohumları kurtarabilirsiniz ne de global GDO şirketlerini durdurabilirsiniz. Mücadele devam ederken, bir yandan da somut sonucu olan işler yapmalısınız.

Örneğin:
- Tohum bankaları ülkelerden tohumları topluyor sonra onların hepsini GDOlu tohum üreten global şirketlere veriyor. O şirketler de o tohumları, GDOlu tohum üretiminde kullanıyor.

Bu çok yaygın görülen bir iddia, komplo teorileriyle birlikte düzenli şekilde pişirilip pişirilip önümüze konuyor. Peki bu iddiada bulunanlar, o bankalardaki tohumları bulup buluşturup çoğaltmak için bir çaba sarfediyorlar mı ya da o tohumlar çok nadirse, o tohumları zamanında kaybedenlerin akılları nerdeymiş ve neden önlem almamışlar?

Atatürk, orman çiftliğini süs olsun diye kurmadı. O çiftlik kurulduktan sonra çok sayıda tohum üretim çalışması yapıldığı da muhakkak. İki anaç tohumu tozlayıp stabil yeni bir çeşidin üretiminde, herhangi bir yabancı gen transferi olmadan kullanmanın zararı nedir, bunu da anlayamıyorum.

Türkiye'de 2010 yılında kurulmuş bir tohum bankası var. Önemli olan, bu banka hakkında komplo teorileri peşinde koşmak değil, bankanın nasıl çalıştırıldığını sorgulamak. "Banka, tohumları yerli çiftçiyle paylaşıyor mu, tohumları çoğaltmak için işi bilen amatör üreticilerin, köylülerin, STKlerin, üniversitelerin, yerli tohum şirketlerinin tohumluk üretimine açmış mı; tohumlar çeşitli besin özellikleri bakımından incelenmiş mi, tohumlar toplum faydası için nasıl kullanılacak?" gibi soruları sormak daha uygun değil mi?

*Bence yerli tohum konusunda en istikrarlı ve ilginç çalışmaları yapan kurum Can Yücel Tohum Merkezi.

birnefestoprak Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 21-09-2016, 21:27   #12
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 11-02-2007
Şehir: İzmir
Mesajlar: 1,130
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi birnefestoprak Mesajı Göster
Türkiye'de hemen her alanda görülen yaygın bir davranış biçimi var: Sürekli şikayet etmek ve bütün olumsuzluklardan hep başkalarını sorumlu tutmak, insanların kişisel sorumluluklarının bilincinde olmaması.

Burdaki konu başlığı hakkında sayfalar dolusu analiz yazan yazarların ve akademisyenlerin eline çapayı küreği alıp toprağı işlediği, ekim alanı daralan bir tohumun yayınlaşmasına katkıda bulunduğu gün gelmeden hakikaten boşa konuştuklarını söylemekten başka diyecek birşey bulamıyorum. Konferans önemlidir ama konferans bildirisi yayınlamak, herhangi bir konuyu çözmüyor.

Türkiye'de zayıf ve yetersiz olan bir başka konu ise STKler. Odaklanamıyorlar, bir işe girişiyorlar sonra "bu olmadı" ya da "bu bitti, şimdi de başka birşey yapalım" diyip bırakıyorlar ve başka bir konuyla uğraşmaya başlıyorlar. Her bir projenin üstünde zaman harcayacaksınız, oturup düşüneceksiniz, katılım sağlamak için uğraşacaksınız, sabırlı olacaksınız. Aynı anda birkaç projeyi de sürdürebilirsiniz ama üstünde 1-2 yıl çalıştıktan sonra bir projeyi başarıyla tamamlamış olmuyorsunuz*.

GDO konusunda kapsamlı literatür çalışmalarının yapılması, yabancı çalışmaların Türkçeye çevrilmesi, konunun gelişmelerle birlikte sürekli takip edilmesi, halkın bilinçlendirilmesi için aklı başında makalelerin yazılması tabii ki gerekiyor ama şunu kabul edelim ki, sadece analizle ne tohumları kurtarabilirsiniz ne de global GDO şirketlerini durdurabilirsiniz. Mücadele devam ederken, bir yandan da somut sonucu olan işler yapmalısınız.

Örneğin:
- Tohum bankaları ülkelerden tohumları topluyor sonra onların hepsini GDOlu tohum üreten global şirketlere veriyor. O şirketler de o tohumları, GDOlu tohum üretiminde kullanıyor.

Bu çok yaygın görülen bir iddia, komplo teorileriyle birlikte düzenli şekilde pişirilip pişirilip önümüze konuyor. Peki bu iddiada bulunanlar, o bankalardaki tohumları bulup buluşturup çoğaltmak için bir çaba sarfediyorlar mı ya da o tohumlar çok nadirse, o tohumları zamanında kaybedenlerin akılları nerdeymiş ve neden önlem almamışlar?

Atatürk, orman çiftliğini süs olsun diye kurmadı. O çiftlik kurulduktan sonra çok sayıda tohum üretim çalışması yapıldığı da muhakkak. İki anaç tohumu tozlayıp stabil yeni bir çeşidin üretiminde, herhangi bir yabancı gen transferi olmadan kullanmanın zararı nedir, bunu da anlayamıyorum.

Türkiye'de 2010 yılında kurulmuş bir tohum bankası var. Önemli olan, bu banka hakkında komplo teorileri peşinde koşmak değil, bankanın nasıl çalıştırıldığını sorgulamak. "Banka, tohumları yerli çiftçiyle paylaşıyor mu, tohumları çoğaltmak için işi bilen amatör üreticilerin, köylülerin, STKlerin, üniversitelerin, yerli tohum şirketlerinin tohumluk üretimine açmış mı; tohumlar çeşitli besin özellikleri bakımından incelenmiş mi, tohumlar toplum faydası için nasıl kullanılacak?" gibi soruları sormak daha uygun değil mi?

*Bence yerli tohum konusunda en istikrarlı ve ilginç çalışmaları yapan kurum Can Yücel Tohum Merkezi.
Ege Tarımsal Araştırma Enstitüsü, gen kaynakları açısından unutulmaması gereken bir kurumdur. Biyoçeşitlilik ve Genetik Kaynakları

Doku_Kültürcü Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 22-09-2016, 10:24   #13
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 15-06-2007
Şehir: İSTANBUL
Mesajlar: 487
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi birnefestoprak Mesajı Göster
Türkiye'de hemen her alanda görülen yaygın bir davranış biçimi var: Sürekli şikayet etmek ve bütün olumsuzluklardan hep başkalarını sorumlu tutmak, insanların kişisel sorumluluklarının bilincinde olmaması.

Burdaki konu başlığı hakkında sayfalar dolusu analiz yazan yazarların ve akademisyenlerin eline çapayı küreği alıp toprağı işlediği, ekim alanı daralan bir tohumun yayınlaşmasına katkıda bulunduğu gün gelmeden hakikaten boşa konuştuklarını söylemekten başka diyecek birşey bulamıyorum. Konferans önemlidir ama konferans bildirisi yayınlamak, herhangi bir konuyu çözmüyor.

Türkiye'de zayıf ve yetersiz olan bir başka konu ise STKler. Odaklanamıyorlar, bir işe girişiyorlar sonra "bu olmadı" ya da "bu bitti, şimdi de başka birşey yapalım" diyip bırakıyorlar ve başka bir konuyla uğraşmaya başlıyorlar. Her bir projenin üstünde zaman harcayacaksınız, oturup düşüneceksiniz, katılım sağlamak için uğraşacaksınız, sabırlı olacaksınız. Aynı anda birkaç projeyi de sürdürebilirsiniz ama üstünde 1-2 yıl çalıştıktan sonra bir projeyi başarıyla tamamlamış olmuyorsunuz*.

GDO konusunda kapsamlı literatür çalışmalarının yapılması, yabancı çalışmaların Türkçeye çevrilmesi, konunun gelişmelerle birlikte sürekli takip edilmesi, halkın bilinçlendirilmesi için aklı başında makalelerin yazılması tabii ki gerekiyor ama şunu kabul edelim ki, sadece analizle ne tohumları kurtarabilirsiniz ne de global GDO şirketlerini durdurabilirsiniz. Mücadele devam ederken, bir yandan da somut sonucu olan işler yapmalısınız.

Örneğin:
- Tohum bankaları ülkelerden tohumları topluyor sonra onların hepsini GDOlu tohum üreten global şirketlere veriyor. O şirketler de o tohumları, GDOlu tohum üretiminde kullanıyor.

Bu çok yaygın görülen bir iddia, komplo teorileriyle birlikte düzenli şekilde pişirilip pişirilip önümüze konuyor. Peki bu iddiada bulunanlar, o bankalardaki tohumları bulup buluşturup çoğaltmak için bir çaba sarfediyorlar mı ya da o tohumlar çok nadirse, o tohumları zamanında kaybedenlerin akılları nerdeymiş ve neden önlem almamışlar?

Atatürk, orman çiftliğini süs olsun diye kurmadı. O çiftlik kurulduktan sonra çok sayıda tohum üretim çalışması yapıldığı da muhakkak. İki anaç tohumu tozlayıp stabil yeni bir çeşidin üretiminde, herhangi bir yabancı gen transferi olmadan kullanmanın zararı nedir, bunu da anlayamıyorum.

Türkiye'de 2010 yılında kurulmuş bir tohum bankası var. Önemli olan, bu banka hakkında komplo teorileri peşinde koşmak değil, bankanın nasıl çalıştırıldığını sorgulamak. "Banka, tohumları yerli çiftçiyle paylaşıyor mu, tohumları çoğaltmak için işi bilen amatör üreticilerin, köylülerin, STKlerin, üniversitelerin, yerli tohum şirketlerinin tohumluk üretimine açmış mı; tohumlar çeşitli besin özellikleri bakımından incelenmiş mi, tohumlar toplum faydası için nasıl kullanılacak?" gibi soruları sormak daha uygun değil mi?

*Bence yerli tohum konusunda en istikrarlı ve ilginç çalışmaları yapan kurum Can Yücel Tohum Merkezi.
kutuplardaki swalbard tohum ambarı tohumların genetiğinin değiştirilmesi amacıyla mı kuruldu?

evandevan5 Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 22-09-2016, 15:51   #14
Ağaç Dostu
 
birnefestoprak's Avatar
 
Giriş Tarihi: 14-07-2012
Şehir: Ankara/Morgantown
Mesajlar: 2,797
Verimli, hastalık toleransı yüksek, belli besin madde değerleri açısından zengin ve stabil (yani hibrit olmayan, tohumu hasat edilip her sene yeniden dikilebilen) yeni bir biber elde edebilmek için A ve B biberlerini çaprazladığımızda A ve B biberlerinin genetiğini değiştirmiş olmuyoruz. A ve B biberinin tohumlarını da ayrı ayrı koruyoruz ve bir de yeni bir C biberi elde etmiş oluyoruz.

Yukardakini beğenmiyorsanız şöyle de olur ki bu, binlerce yıldır köylülerin, çiftçilerin kullandığı yöntemdir:

C ve D gibi iki balkabağını bahçenizde yan yana ektiniz. Meyveler olgunlaştıktan sonra tohumlarını hasat ettiniz. Ertesi sene o tohumları ektiniz ve önceki sene ektiğiniz meyvelere benzemeyen meyveler elde ettiniz çünkü doğada arılar çalışmış ve insan eli değmeden iki kabağı önceki sene çapraz tozlamışlar. Beğendiğiniz meyveleri seçerek onların tohumlarını her sene hasat etmeye devam ettiniz. Seneler sonra, tam da istediğiniz gibi, stabil yeni bir balkabağınız oldu. Artık yeni bir çeşit bu. C ve D balkabağının tohumlarını da tabii ki korumalısınız. Anadolu, bu şekilde seleksiyon gerçekleştirilerek elde edilmiş binlerce zirai tohum çeşidiyle dolu.

Bu yukarda bahsettiğim iki örneğin hiç birinin A, B, C ya da D tohumlarının genetiğinin değiştirilmesiyle bir ilgisi yok. Ambarlar tohumların ana çeşitlerini korumak için vardır. Eğer bir çaprazlama çalışması yapılsa bile ana tohumlar korunur. GDOlu tohum üretimi konusu başka bir konu, orda gen transferi söz konusu. Ayrıca Swalbard'la GDOlu şirketler arasında özel bir anlaşma mı var?

Ege Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü'nden bahsetmişsiniz. Bu enstitüler ve üretme çiftlikleri değerlidir. Genetik çeşitliliği incelerler ve arşivlerler. Sadece bu işi de yapmazlar. Buralarda geçmişte üretilen ve tarıma kazandırılan birçok çeşit bulunuyor (hala bu çalışmaları yapıyorlar mı bilmiyorum). Örneğin Vaşington karpuz, Yalova Devlet Üretme Çiftliği'nin ürettiği bir çeşittir.

Siz foruma İstanbul'dan katılıyor gözüküyorsunuz. Bayrampaşa Enginarı'nın üreticiler tarafından köklendirme yoluyla çoğaltıldığını, tohum hasadının yapılmadığını ve tohum hasadı yapılmadığı için de tohumunun tehlike altında olduğunu biliyor musunuz? Swalbard'la ilgilendiğiniz kadar Bayrampaşa Enginarı'nı yetiştirerek tohumunu hasat etmekle ilgilenseniz, bu nadir çeşidin tohum devamlılığına çok önemli bir katkıda bulunmuş olursunuz.

Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi evandevan5 Mesajı Göster
kutuplardaki swalbard tohum ambarı tohumların genetiğinin değiştirilmesi amacıyla mı kuruldu?

MeyveliTepe beğendi.
birnefestoprak Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 26-09-2016, 16:15   #15
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 15-06-2007
Şehir: İSTANBUL
Mesajlar: 487
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi birnefestoprak Mesajı Göster
Verimli, hastalık toleransı yüksek, belli besin madde değerleri açısından zengin ve stabil (yani hibrit olmayan, tohumu hasat edilip her sene yeniden dikilebilen) yeni bir biber elde edebilmek için A ve B biberlerini çaprazladığımızda A ve B biberlerinin genetiğini değiştirmiş olmuyoruz. A ve B biberinin tohumlarını da ayrı ayrı koruyoruz ve bir de yeni bir C biberi elde etmiş oluyoruz.

Yukardakini beğenmiyorsanız şöyle de olur ki bu, binlerce yıldır köylülerin, çiftçilerin kullandığı yöntemdir:

C ve D gibi iki balkabağını bahçenizde yan yana ektiniz. Meyveler olgunlaştıktan sonra tohumlarını hasat ettiniz. Ertesi sene o tohumları ektiniz ve önceki sene ektiğiniz meyvelere benzemeyen meyveler elde ettiniz çünkü doğada arılar çalışmış ve insan eli değmeden iki kabağı önceki sene çapraz tozlamışlar. Beğendiğiniz meyveleri seçerek onların tohumlarını her sene hasat etmeye devam ettiniz. Seneler sonra, tam da istediğiniz gibi, stabil yeni bir balkabağınız oldu. Artık yeni bir çeşit bu. C ve D balkabağının tohumlarını da tabii ki korumalısınız. Anadolu, bu şekilde seleksiyon gerçekleştirilerek elde edilmiş binlerce zirai tohum çeşidiyle dolu.

Bu yukarda bahsettiğim iki örneğin hiç birinin A, B, C ya da D tohumlarının genetiğinin değiştirilmesiyle bir ilgisi yok. Ambarlar tohumların ana çeşitlerini korumak için vardır. Eğer bir çaprazlama çalışması yapılsa bile ana tohumlar korunur. GDOlu tohum üretimi konusu başka bir konu, orda gen transferi söz konusu. Ayrıca Swalbard'la GDOlu şirketler arasında özel bir anlaşma mı var?

Ege Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü'nden bahsetmişsiniz. Bu enstitüler ve üretme çiftlikleri değerlidir. Genetik çeşitliliği incelerler ve arşivlerler. Sadece bu işi de yapmazlar. Buralarda geçmişte üretilen ve tarıma kazandırılan birçok çeşit bulunuyor (hala bu çalışmaları yapıyorlar mı bilmiyorum). Örneğin Vaşington karpuz, Yalova Devlet Üretme Çiftliği'nin ürettiği bir çeşittir.

Siz foruma İstanbul'dan katılıyor gözüküyorsunuz. Bayrampaşa Enginarı'nın üreticiler tarafından köklendirme yoluyla çoğaltıldığını, tohum hasadının yapılmadığını ve tohum hasadı yapılmadığı için de tohumunun tehlike altında olduğunu biliyor musunuz? Swalbard'la ilgilendiğiniz kadar Bayrampaşa Enginarı'nı yetiştirerek tohumunu hasat etmekle ilgilenseniz, bu nadir çeşidin tohum devamlılığına çok önemli bir katkıda bulunmuş olursunuz.
bayrampaşa enginarı için üzülüyorum sadece heykeli kalmış .
ben eyüp te oturuyorum.bayrampaşa yolundan geçerken bakıyorum tarım yapılacak kadar alan orada malesef yok.
vaşington karpuz mu? portakal değil miydi?pazarda vaşington portakal diye satılıyor diye biliyorum.
youtobe daki tohum ambarı videosunda gdo lu şirketlerle anlaşma yapıp yapmadıklarına dair birşey söylemiyor ..

evandevan5 Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Cevapla


Gönderme Kuralları
Yeni konu gönderemezsiniz
Konulara yanıt veremezsiniz
Ek dosya yükleyemezsiniz
Kendi gönderilerinizi düzenleyemezsiniz

BB code Açık
Smilies Açık
[IMG] Kodu Açık
HTML Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Forum saati Türkiye saatine göredir. GMT +2. Şu an saat: 01:27.
(Türkiye için GMT +2 seçilmelidir.)


Forum vBulletin Version 3.8.5 Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0
agaclar.net © 2004 - 2024