Doğa ve şiir... Doğa; kurulabilir her cümlede aslında kullandığımız her kelimede doğadan birşeyler yok mudur? Vardır elbet.
İlkokul arkadaşınıza mektup yazmak gelir seneler sonra aklınıza ve mutlaka bir ağaçtan düşmüşlüğümüz olmuştur anımsayacak... Ya da bir çiçek kopardığınız, okul dönüşü bahçeli bir evin yola taşan güllerinden... Anımsadığınız geçmiş doğadır zaten. Bir ağacın altında serilip yattığınız, üzerinize çıkan böceklerin kaşıntısıyla cırladığınız. Mesela en çok ergen döneme geçişte hatırlarız havanın önemini.

Sevdiğimizle soluduğumuz aynı hava hani.
Hani yaşamımızın kaynağı su... Hani otobüs yolculuklarında sizi camlara yapıştıran yemyeşil ovalar, renk renk kır çiçekleri. İfade etmek istediğimiz herşey değil miydi doğa? Okyanuslar kadar sevmez miydik annemizi? Denizler kadar derin değil miydi sevdamız? Bir asırlık çınar gibi kök kök uzanıp, beklemeyecek miydik gidenleri? Bir ateş böceği gibi aydınlatmayacak mıydık çocuklarımızın karanlıklarını? Biz neyi doğasız yapabilirdik ki şiiri yazmayalım... Kime, neye, ne için yazarsak yazalım nehirler kadar taşmamış mıydı duygularımız?
" Biz, doğaya mecburuz... " Şiirde, resimde, tiyatroda, sinemada, heykelde, kemençede, sazda, kavalda, çocukken, büyümüşken, henüz nefes alırken ve hatta toprağa karışırken...
Doğa ve şiir... Doğa sesimizdir, şiir dilimiz... E içine bir de fotoğraf girince gözümüz de olur...
Biz doğaya mecburuz... Dallarına ıssızlık çökmüş bir ağacın altında otururken, ölmüş bir ağacın gövdesinden bir bankta...
Sıyrılmış kalabalığından,
en hissiz yalnızlığın
dalında asılı kalmak mı?
ölüm dedikleri şey.
beyaz mı siyaha, ...
siyah mı beyaza?
hangisi yaraşır birbirinden başka,
ve yakışır bu denli yaşamaya...
Ayak izlerinin soluğunda gölgeler,
nefes alıp verdikçe,
boşanır dalları asırlık ağaçların.
Üşümek istemek mi?
Yaşam dedikleri şey;
Sonunu görmek mi ki?
Bir ağaç için ölüm..
Dibinde kendinden bir bankta...
14.09.09
Asuman Altun Kısa...