agaclar.net

Geri Dön   agaclar.net > Doğaya ve Yaşamınıza Sahip Çıkın > Doğa, Çevre, Ekoloji, Gıda Hukuk ve Politikaları
(https)




Beğeni Düzeni43Beğeniler

Cevapla
 
Bookmark and Share Dış Bağlantılar Konu Araçları Mod Seç
Eski 06-09-2006, 14:17   #1
agaclar.net
 
Mine Pakkaner's Avatar
 
Giriş Tarihi: 06-01-2006
Şehir: İzmir
Mesajlar: 10,707
Galeri: 99
GDO nedir? Temiz ve Güvenli Gıda İstiyoruz.

Dün Ziraat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi'nin, İzmir Enternasyonel Fuarı Organik Tarım bölümündeki standından aldığım bir mini dergi broşürü size özetliyorum.

GDO lar hakkında şimdiye kadar okuduğum en yalın dille yazılmış, etkileyici, vatandaşı aydınlatıcı bu bilgileri sizinle paylaşmak istedim.

İzmir Fuarı süresince 2 nolu holdeki Organik Tarım Bölümünde Ziraat Mühendisleri Odası İzmir Şubesi standından bu broşürü temin edebilirsiniz. Ayrıca "Tavukta Hormon Var mı?", "Sebze ve Meyvelerde Hormon Var mı?", "Zirai Mücadele İlaçları Zehir Saçıyor mu?" broşürlerini de size sonra aktaracağım.

Şube yönetim kurulundan sevgili arkadaşlarıma sitemizden bahsedince onların da çok ilgisini çektik. GDO ve Küresel Isınma konularında katkıda bulunmak için forumumuza katılacaklar.

Name:  gdo.JPG
Views: 55388
Size:  26.4 KB

GDO nedir? Temiz ve Güvenli Gıda İstiyoruz.

Bir canlının gen diziliminin değiştirilmesi ya da ona kendi doğasında bulunmayan bambaşka bir karakter kazandırılması yoluyla elde edilen canlı organizmalara "Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar", kısaca GDO adı veriliyor.
Bir canlıdan diğerine gen aktarımı, bir çeeşit kesme,yapıştırma ve çoğaltma işlemi olup, genetik mühendisleri tarafından uygulanıyor. Aktarılacak gen önce bulunduğucanlının DNA sından kesilerek çıkarılıyor.Sonra vektör adı verilen taşıyıcı virüs ile bu gen DNA molekülüne yapıştırılıyor.

Frankeştayn Gıda olarak da nitelenen GDO'lar bugün kolera bakterisi geni taşıyan yonca, akrep geni taşıyan pamuk, tavuk genli patates,balık genli domates gibi gıdalar şeklinde karşımıza çıkıyor.

İnsanlık bugün doğal çeşitliliğe zarar vererek tür zenginliğinin yok olmasına yol açan GDO ların çeşitli yollardan yayılarak yeni Frankeştaynlar yaratma tehlikesiyle karşı karşıya.

Neden GDO ya Hayır.

Canlılar üzerinde yapılan bu değişiklikler; canlı sağlığı,biyolojik çeşitlilik,ekolojik dengenin bozulması,ekonomik bağımlılık,canıların yaşam hakkının elinden alınması ve canlılar üzerinde mülkiyet hakkı tanınması açısından önemli tehdit ve riskler taşımaktadır.

Yaşam bütündür ve canlı organizmalar (maikroorganizmalar,bitkiler,hayvanlar ve insanlar), milyonlarca yıl boyunca değişerek bu güne geldiler.
İnsanlığın da yaşamsal ihtiyaçlarının kaynağı olan bu zenginlik, dengeli bir alış-veriş ve ekolojik bütünün her bir unsuru (tüm canlılar, toprak,su,güneş,ay,hava vs.) ile etkileşimiçinde gelişerek çeşitlendi.
Bu değişim, doğal olmayan yollarla ,sadece belli noktalarda hızlandırılsa ne olur?


GDOların Tehdit ve Riskleri

1. Biyolojik Çeşitlilik, Tarımsal Biyoçeşitlilik ve Doğal Dengeye Etkileri

Yerel türler tehdit altında.Yaşam bir bütündür ve gen halkalarındaki en küçük bir değişiklik beslenme zinciri yoluyla bütündeki diğer parçaları da etkiler.

Sonuçta insan, hayvan,bitki,mikroorganizmalarda yapılan herbir değişiklik bütünün bir diğer parçası olan tarımsal biyoçeşitliliği, yani sağlıklı beslenmenin temeli olan gıda çeşitliliğine etkileyecektir.

Hastalık ve diğer zararlılara karşı dayanıklı olması için genleriyle oynanmış bir buğday türünün belki verimi yüksektir ama, bir hastalık ya da zararlı sayesinde o türün yok olması ve dünyada artık başka bir buğday yetiştirilmediği için buğday ırkının tamamen ortadan kalkması gibi bir felaketi beraberinde getirebilir.

Modern tarım yüzünden zaten çeşitliler çok azlmış durumdadır.Asya'da mevcut 140 bin çeşitten sadece 6 sı ekili toprakların %70 ini kaplıyor. Azalan çeşitler ise tamamen GDO tehdidi altındadır. Çünkü GDO ların aktarılmış genleri çevresinde geleneksel yöntemle üretilmiş ürünlere geçebilmektedir. Arılar, kuşlar, böceklerve rüzgar gibi tozlaşmayı sağlayan etkenler GDO lu polenleri komşu tarlaya taşıyor ve oradaki üründe de genetik değişikliğe yol açıyor. "GEN KAÇIŞI" adı verilen bu bulaşma sonucu yaşamın sürdürülebilirliği açısından büyük önem taşıyan bitkiler tek tipleşmekte ve doğal çeşitlilik azalmaktadır. Milyonlarca yılda oluşan türler 5-10 senede yok olmaktadır.

Birkez gen aktarımı başlatılınca genetiği değişmiş ürünün, genetiği değişmemiş
ürünlere bulaşması -ileriki nesillere de aktarılacağından- önlenemez hale gelmektedir.

Yararlı böcekler yok oluyor. Zararlı böceklere karşı dayanıklı olmalarını sağlamak için bazı bitkilere aktarılan toksin (zehir ) karakterli genler o böcekleri yiyen yaralı böcek türlerinin de yok olmasına neden oluyor.

(Toksin karakterli BT(Bacillus thuringiensis)geni aktarılmış bir bitkiyi yiyen bir böcekle beslenen Uğur böceği (gelin böceği) gibi yararlı böceklerin ölüm oranının arttığı ve gelişmelerinin geciktiği saptandı-Hagedorn 1998)


Bir risk ise toksinin etkin olduğu böcek türleri bu toksine zamanla dayanıklılık kazanıyor olması.(ABD de bt genli pamuk ekili alanlarının bir kısmında, pamuk koza kurdunun etkili olarak kontrol edilemediği gözlendi-Alam 1999)

Yabacı otlara dayanıklı genlerin aktarıldığı bitkilerin diğer canlılar ( uğur böceği) üzerinde öldürücü etki yaptığı gözlendi ( Steinbrecher,1996)

Böceklere ve yabancı otlara dayanıklılık geni aktarılmış bitkiler, zamanla o böcekler ve yabancı otlarda dayanımı arttırdığı için çok daha fazla tarım ilacı kullanılmasına yol açabiliyor. Yabani otlara karşı dayanıklılık geni aktarılmış bir bitkinin değiştirilmiş genleri rüzgar, kuş, böcek,arı vs. gibi etkenlerle başka bitkilere bulaşıyor ve bu geni almış yabancı otlar savaşılması güç bir şekilde çoğalıyorlar.

Ayrıca yabani ot ilacına dayanıklı genler aktarılmış bir ürünün yetiştiği tarlaya ertesi yıl farklı bir ürün ekildiğinde, tarlada kalan geçen yılın GDO lu ürünü yeni ürün için yabancı ottur. Ancak eski GDO lu yabani otlara dayanıklı olduğundan çiftçi için büyük sorun yaratıyor ve yeni ürüne şans tanımıyor, onunla mücadele etmek imkansızlaşıyor.

(Yabancı otlara doğru gen kaçışı nın kolza ve pancarda belirginleşmesi Fransa Tarımsal Araştırmalar Ulusal Enstitüsü'nün (INRA) yabani otlara dayanıklı tüm kolza varyetelerini stoktan çıkarmasına neden oldu.)

İNSAN SAĞLIĞINA ETKİLERİ

GDO lu bitkiler yüksek allerji riski taşıyor. Allerjenler, genetik mühendisliği yoluyla bireylerin güvenli olduğunu düşündükleri için tüketmekte sakınca görmedikleri besinlere de aktarılabiliyor. Bu durumda birey allerjeni taşıdığını bilmediği besini tüketerek kendini riske atabiliyor.

(11 Aralık 2003'te Rusya'da bir gurup bilim adamı son üç yıl içerisinde allerji belirtisi gösteren hastaların sayısında 3 kat artış olduğunu ve bunun altında yatan nedenin Genetiği Değişmiş Ürünler'in (GDÜ) tüketimi olabileceğini açıkladılar.-Traavik ve Smith, 2004)

Toksik (zehirleyici ) Etkiler

Araştırmalar GDO lu patateslerin fareler için toksik etki yaptığını, bağışıklık sisteminde bozukluklar,viral enfeksiyonlar gibi birçok etkileri olduğunu ortaya koyuyor.

(1980 lerin sonunda bir Japon firması triptofan adlı bir aminoasidi bir bakteriye ürettirerek bbesin takviyesi olarak ABD de satışa sundu.Aylar içinde ürünü kullanan kişilerde sinir sistemini etkileyen, kas ağrıları ve kandaki bazı hücrelerin sayısında artış ile seyreden eozinofili-miyalji sendromu ortaya çıktı. Bu sorunları yaşayan 155 kişşide kalıcı hasar meydana geldi,37 hasta yaşamını yitirdi.Mayeno ve Gleich,1994 . Yapılan incelemne sonucu genetiği değiştirilmiş bakterideki artmış triptofan üretiminin toksik bir yan ürün oluşumuna yol açtığı ve sendromun toksik madde nedeniyle ortaya çıktığı anlaşıldı.)


Antibiyotiğe Karşı Dayanıklılık Oluşturması


GDÜ lerin üretimi sırasında belirteç gen olarak kullanılan antibiyotik direnç genlerinin en büyük tehlikesi, ortamda bulunan bakteriler aracılığı ile yayılması.

Bakteriler arasında doğal yollarla gen alışverişi yapıldığı biliniyor.Antibiyotik direnç genlerinin hastalık yapan mikroorganizmalar geçişi, bu bakterilerin neden olduğu enfeksiyonların kontrol altına alınmasımı güçleştiriyor. Bu tür ürünleri tüketen canlının sindirim sisteminde bulunan bakterilerin, o ürünün yapısında bulunan antibiyotik direnç genini alması mümkün.

Bt nin ( Bacillus thuringiensis) etkileri

Tarımda uzun zamandır böcek öldürücü olarak kullanılan Bt spreyi toprakta parçalanıyor. Ayrıca tüketilen ürün yıkanarak Bt spreyinden arındırılabiliyor. Ancak Bt geni aktarılmış ürünlerde Bt toksininin parçalanması ya da ürünün yıkanarak temizlenmesi söz konusu değil. Bu durumda Bt toksini bütün etkisini ürün tüketilene kadar, hatta belki de tüketildikten sonra da sürdürüyor.
Bt geni aktarılmış ürünlerin tüketiminde bireyin maruz kaldığı Bt toksini miktarı Bt spreyindekinin 10-100 katı.

Hayvanlar üzerinde yapılan deneyler Bt toksininin memelilerde aktif olduğunu, sindirim sisteminde parçalanmadığını, bağırsaklarda bağlanabildiğini ve insan sağlığı açısından tehdit oluşturabileceğini ortaya koyuyor.

( Filipinlerdeki bir Bt mısır ekim alanının yakınında yaşayan köy halkında solunum yolu, sindirim sistemi, cilt reaksiyonları ve ateşle seyreden hastalığın, mısırın polen saçtığı dönemde ortaya çıktığı fark edildi. Bu bireylerin kan örneklerinde Bt toksinine karşı antikorlar saptandı-Travik ,2004)

Sağlıksız Hayvanlar ve Hayvansal Ürünler

Örneğin süt verimini arttırmak için ineklere GDÜ lü ürünler veriliyor. Bu hayvanların sağlıkları bozuluyor.Meme enfeksiyonları, rahim, sindirim sistemi bozuklukları, yumurtalık kistleri görülüyor. Gebelik oranı düşüyor.Antibiyotik kullanma sıklığı artıyor.

Bilim insanları ayrıca iki tür potansiyel tehlikeye dikkati çekiyor; durgun virüsleri yeniden harekete geçmesi ve virüsler arasında yeni bulaşıcı diziler oluşturabilecek kombinasyonlar!...


Sağlıksız Beslenme ve Yol Açtığı Sorunlar

Sadece verimli ve dayanıklı birkaç ürün yetştirilmesine yol açan GDO ların yarattığı en büüyk tehlikelerden biri de gen çeşitliliğinin yok olmasıyla birlikte insanlarıtek tip gıda almak zorunda bırakıyor olması.

Tek tip gıdalar insanların sağlıklı ve dengeli beslenmesini engelleyecek. Bu durumda tek tip beslenmeye mecbur kalacak olan yoksullar sağlığını yitriyor, maddi imkanı iyi olanların da gıda takviyeleri, tedavi yöntem ve ilaçlarına büyük miktarda para harcaması gerekiyor.

Ekonomiye ve Üretime Katkısı

Yaşam patentlenemez ! GDO lar ekonomik bağımlılık ve canlıların yaşam hakkının ellerinden alınması ve canlılar üzerinde mülkiyet hakkı tanınması açısından önemli tehdit ve riskler taşıyor.

GDÜ lerin ekonomik olarak getirdiği en büyük sakıncalardan biri bu ürünlerin patent hakkının tüm dünyada birkaç çok uluslu şirketin elinde olması.Bu çalışmaları yapan şirketler en büyük kazançlarını patent bedeli tahsil ederek sağlıyorlar.Çiftçi terminatör genlerle kısırlaştırılan tohumları heryıl yeniden almak zorunda kalıyor. Bu da çiftçiyi çok uluslu tohum üreticisi şirketlere bağımlı kılıyor.

Dünyanın önde gelen GDO üreticisi firmalardan tohum alan çiftçilerin ürünlerinin verdiği yeni tohumları tarlalarına ekme hakları yok. Üretici firmalar bu tohumların korsanlığını yapanların önüne geçmek için komşu ispiyonu gibi en basit yollardan dedektif tutmaya kadar her yola başvuruyorlar. Bu güne kadar 100 çiftçi mahkeme sürecinden kurtulmak için ürünlerini yaktı, üretici firmaya tazminat ödedi ve banka hesapları incelemeye alındı.

-----------------------------------

Not: Devamı bir sonraki mesajda

Bilge Kerem beğendi.

Düzenleyen Mine Pakkaner : 06-09-2006 saat 15:26
Mine Pakkaner Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 06-09-2006, 14:57   #2
agaclar.net
 
Mine Pakkaner's Avatar
 
Giriş Tarihi: 06-01-2006
Şehir: İzmir
Mesajlar: 10,707
Galeri: 99
Hangi ürünlerde GDO var

(Bir üst mesajdan devam )


Name:  gdo.JPG
Views: 48097
Size:  26.4 KB

HANGİ ÜRÜNLER GDO LU OLABİLİR?


Pek çok GDO lu ürün var;
Mısır, patates, domates, pirinç, soya, buğday, kabak, balkabağı, ayçiçeği, yer fıstığı, bazı balık türleri, kolza, kasava, papaya.

Bunların dışında çalışmala,rın devam ettiği ürünler var;
Muz, ahududu, çilke, kiraz,ananas, biber, kavun, karpuz, kanola.

Üretimi sırasında GDO kullanılmış pek çok ürün var,

Mısır ve soya genleri ile oynanan ürünlerde ilk sırayı aldıklarında bu bitkilerden üretilen yan ürünlerin de GDO lu olma riski var.

*Mısır ve soyadan üretilen yağ, un, nişasta,glikoz şurubu, sakkaroz, fruktoz içeren gıdalar günlük tüketim maddeleri arasında yer alıyor. Örneğin,;
Bisküvi, kraker, kaplamalı çerezler,pudingler, bitkisel yağlar,bebek mamaları, şekerlemeler, çikolata ve gofretler,hazır çorbalar,mısır ve soyayı yem olarak tüketen tavuk ve benzeri hayvansal gıdalar ile pamuk GDO lu olma riski taşıyor.

* Sadece mısırdan üretilen ve çeşitli gıdalarda bileşen veya katkı maddesi olarak kullanılan yan ürün sayısı 700'ü, soyadan üretilen türevlerinin sayısı ise 900'ü buluyor. Yani bu yan ürünleri içeriğinde kullanan her bir işlenmiş ürünün GDO'lu olma riski bulunuyor.

Türkiye'de Denetim Yok!

GDO lu tohum yasaklanmış olsa da bu tip ürünlerin ithalatının kontrolü yok ve girişler sadece beyana dayalı...

Gen aktarılmış ürün yetştiriciliği yasak, Bakanlık kontrollü olarak bazı sahalarda GDO lu bitki yetiştiriciliği yapıyor.

GDO içeren ürünlerin Türkiye'ye ithali serbest.

Türkiye'de GDO içeren ürünleri satılma riski çok yüksek. Çünkü bu konuda yasal düzenleme yok. Riski en yüksek olan ürünler içeriğinde mısır ve soyadan elde edilen yan ürünleri içerenler. Çünkü Türkiye mısır ve soya ithalatının büyük bölümünü, en büyük GDO lu mısır ve soya üreticileri olan ABD ve Arjantin'den alıyor.

GIDA SEÇİMİNDE NELERE DİKKAT ETMELİ?

Ürünleri dış görünüşünden anlamaya imkan yok.Bu nedenle riski azaltmak gerek.
  • Yukarıdaki "Hangi ürün GDO lu olabilir ?" bölümünü iyi okuyun. Böylecerisk gruplarını tespit edersiniz.
  • Organik ürünler yemeye dikkat edin.Bu ürünlerin üretiminde ekolojik sertifikalı tohumluk kullanılır. Her organik veya ekolojik denen üğrüne itibar etmeyin.Mutlaka sertifikasını görmek isteyin. Alışveriş yaptığınız marketlerde organik ürün talep edin.
  • Gıdaları mevsiminde tüketin. Mevsimi dışında yetiştirilen sebze ve meyveler için doğal olmayan zorlama yöntemler kullanılmaktadır. Doğal yöntemlerin kullanılmadığı seralarda çok fazla tarım ilacı kullanıldığını da unutmayın.
  • Gıdalarınızı yerel olanlardan seçin.ABD veya Arjantin gibi dünyada en çok GDo üreten ülkelerden gelen ürünlerin GDO lu olma riski yüksek. Ülkemizde üretilee ve kaynağını bildiğimiz ürünler tüketerek yerel çeşitlerin korunmasına da katkıdabulunun. Ayrıca dünyanın farklı bölgelerinden gelen ürünlerin ulaştırılması için harcanan yakıtın yarattığı kirliliği unutmayın.
Gıdanızın Kontrolü İçin Ne Yapabilirisiniz?

1. Bilgi edinme hakkınızı kullanın.Günlük olarak en çok tükettiğiniz gıdaların, şüphe duyduğunuz tohum ve yemlerin listesini çıkararak Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'na Tarım İl ve İlçe Müdürlükleri kanalıyla bu gıdaların GDO lu olup olmadığını sorabilirisniz.

Bilgi Edinme Yasası'na göre yetkililer size 15 gün içerisinde konuyla ilgili bilgi vermek zorundalar. Başvuruyu yapan şahıslar www.adalet.gov.tr/gercek.doc , tüzel kişiliklerse www.adalet.gov.te/tuzel.doc adresindeki başvuru formunu kullanabilir.

2. Alışverişlerde mağazaların dilek şikayet kutularına malların üzerine GDO lu olup olmadığını belirten uyarılar konmasını talep edin.Gıda firma tüketici servisinden de bunu talep edin. Bütün bunlar kamuoyu yaratmanıza sebep olur. Israrlı talebiniz gündem ve arz yaratır.

3. Şüphe duyduğunuz ürünlerde bizzat Ankara İl Kontrol Laboratuvarı ( 0 312 315 00 89 ) ya da Bursa Gıda Merkez Araştırma Enstitüsü' ne ( 0 224 246 47 21)analiz ettirebilirsiniz. Ancak analizler ücret mukabili yapılıyor.

4. GDO ya Hayır Platformu'nun "YAŞAM PATENTLENEMEZ" başlıklı kampanyasına imzalarınızla destek verebilir, kampanyada gönüllü olarak yer alabilirsiniz.


Düzenleyen Mine Pakkaner : 06-09-2006 saat 15:27
Mine Pakkaner Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 06-09-2006, 20:59   #3
Ağaç Dostu
 
fmt79's Avatar
 
Giriş Tarihi: 17-07-2006
Şehir: Hatay
Mesajlar: 342
GDO konusunda kararsızım

Bilgiler için teşekkürler. Ben de Ziraat Mühendisiyim ama öğrenci iken öğrendiğim GDO'lar gerçekten yararlı mı yoksa zararlı mı hala karar verebilmiş değilim.

Bana göre (sizin de yazdığınız gibi) en önemli tehlike;
Gen Kaçması'dır. Bu da genetik çeşitliliği tehlikeye sokuyor. Ama bu sadece bir teori. Bir düşünün, tozlaşma ile sadece tek tip canlılar mı ortaya çıkar? Öyle olsaydı ne olurdu? bir örnek vereyim; Golden ve Starking elma çeşitlerini bilmeyen yoktur herhalde. Peki neden Golden çeşidi poleni ile döllenen Starking'lerin hepsi Golden'e dönüşmüyor? Neden Bütün elma çeşitleri tek tip olmuyor? Bu olabilir mi? GDO'lar da diğer bitkiler ile tozlaşınca hepsi GDO olmayacaktır ******. Ama zamanla belli bir popülasyona sahip, ve hatta Crossing Over sayesinde daha farklı tiplerle dolu bir genetik havuz oluşacaktır.

Bunun yanısıra eğer gen kaçışı gösteren bitkide Terminatör Gen var ise bu kez GDO olmadığı halde terminatör gen taşıyan GDO polenleri ile döllenen ürünler ya hiç tohum bağlamayacak **** tohumlar çimlenmeyecektir. Yani Terminatör Gen tohumun ölmesini sağlayacaktır. Bu da GDO kullanmayan üreticilerin gelecek yıl için kendi tohumlarını üretmelerini engelleyecektir. üreticinin bu hakkı engellenmiş olacaktır. Günümüzde GDO ile ilgili yapılan çalışmaların çoğu bu problemleri çözmeye yönelmiştir. Birçok araştırıcı gen kaçmasının bir şekilde engellemesi için çalışıyor.

Ancak sadece Tarım açısından bakmıyorum GDO'lara. Düşünün, çocuğunuzu yanınıza alıp sağlık ocağına gidiyorsunuz. Hemşire size bir elma veriyor. Çocuğunuza uzatıyorsuzun. Afiyetle yiyor, ve diyor ki hemşire "geçmiş olsun, kızamık aşınız tamam". Elma yiyerek kızamık aşısı oluyorsunuz.

Veya, vitamin eksikliğiniz var. Öyle teşhis koyuldu. Gidiyorsunuz eczaneye, o da ne eczacı size bir havuç verdi. Bir havuç yiyorsunuz A vitamini eksikliğiniz gidiyor.
**** bir adet portakal yiyerek grip aşısı oluyorsunuz.

Yani demek istiyorum ki, GDO'lar sadece tarımda değil sağlık alanında da kullanılabilir. Bunu düşününce ya ne güzel şeymiş bu GDO diyorum. Ama temkinli olmak gerek. İleride ne gibi sorunlar çıkaracağını önceden kestirmek çok zor.

fmt79 Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 21-09-2006, 09:13   #4
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 13-04-2006
Şehir: Ankara
Mesajlar: 9,099
Galeri: 25
GDO Dikkat

http://www.haber10.com/haber/43801/

GDO lar tehlikeli mi?

denizakvaryumu Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 21-09-2006, 13:15   #5
Ağaç Dostu
 
fmt79's Avatar
 
Giriş Tarihi: 17-07-2006
Şehir: Hatay
Mesajlar: 342
Prof. Dr. Şeminur Topal hocayı televizyonlardan gördüğüm kadarıyla tanıyorum. Sıkı bir GDO karşıtıdır. Ancak bir o kadar da GDO taraftarı araştırıcı var dünyada ve ülkemizde. Siyasetten bahsetmek istemiyorum bu forumda. Ne de olsa doğa ve bitkilerin ele alındığı bir forum burası. Ancak şu kadarını söylemeliyim ki, genel anlamda GDO karşıtları ile taraftarları siyasi olarak birbirine zıt kutuplarda yer alıyorlar.

Bazıları GDO'ya karşı çıkarken emperyalizmden ve sosyalizmden bahsedebiliyor. Bu ürünlerin yetiştirilmesinin emperyalizmi körüklediğini söylüyor. Karşı gurup ise kapitalizmden bahsediyor. Malesef siyasi düşünceler de bilimi gölgeliyor.

Nacizane bir düşüncem daha var, bitki kökenli GDO konusunu tarım kökenli bir biyoteknoloji uzmanına sormayı iyi eylerim. Zira ülkemizde bu konuda çalışan Ziraat Fakültelerinin ilgili bölümlerinde birçok araştırıcı mevcut.

fmt79 Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 28-09-2006, 05:57   #6
Ağaç Dostu
 
Mehmet Ali Aşık's Avatar
 
Giriş Tarihi: 10-09-2006
Şehir: Metropolis
Mesajlar: 161
Galeri: 19
kesinlikle tehilkeli ulkemize sokulmamali.ciftciler bu urunleri yetistirmemeli.yedigimize ictigimize cok dikkat etmeliyiz.tarimda ugulanan yanlis politikalar sonucu kanser Turkiyede patlama yapti.bir zamanlar kendi kendine yetebilen yedi ulkeden biriyiz derken tarimi oldurduk .disa bagimli olduk.bu vefakar ve comert Anodolu topragini daha fazla zehirlemeye ve doganin dengesini bozmaya hakkimiz yok.

Mehmet Ali Aşık Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 05-10-2006, 14:00   #7
Ağaç Dostu
 
fmt79's Avatar
 
Giriş Tarihi: 17-07-2006
Şehir: Hatay
Mesajlar: 342
Prof. Dr. Nazimi Açıkgöz'ün Basın Bildirisi

Prof. Dr. Nazimi Açıkgöz (BASIN BİLDİRİSİ)

Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) ABD -AB arasındaki tarımsal biyoteknoloji ile ilgili yasal kriz yıllar sonra ABD tarafı lehine noktalandı.

Eylülün son haftasında Kanada ve Arjantin’le birlikte ABD’nin AB’yi tarımsal biyoteknoloji konusunda DTÖ’ye şikâyet etmişti. AB’nin GDO’lu ürün ithalatını yasaklaması karşısında başlatılan davanın ABD tarafı lehine sonuçlanmasının ana nedeni, Avrupa’da GDO’lu ürünlere yönelik görüşlerin, herhangi olumsuz bir bilimsel rapora dayandırılamamasıdır. Alınan bu kararın ne gibi ekonomik sonuçlar getireceği henüz bilinmemektedir. 1996 yılından beri hızla artış gösteren bu tarımsal teknolojiyi halen beşi AB ülkesi olmak üzere 21 ülke kullanmaktadır. Biyoteknoloji dünya gıda üretimine katkı sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda üretim masraflarını düşürüyor, ikinci ürün olanakları ile üretim alanlarının genişlemesine olanak veriyor, tarımsal ilaç kullanımını azaltarak çevreye katkı sağlıyor ve hatta tarımsal ilaç kullanımı esnasındaki iş kazalarının sayısını azaltarak insan sağlığına olumlu etkide bulunuyor.

Kararın çıkmasında 3200 üyeli Fransız Bilim Akademisi ile Londra Kraliyet Akademisi ve Üçünü Dünya Bilimsel Akademilerinin konu ile ilgili olumlu görüşleri etkili olmuştur.

http://www.wto.org/english/news_e/news06_e/291r_e.htm.

http://www.agbiyotek.ege.edu.tr



Prof. Dr. Nazimi Açıkgöz

Ege Üniversitesi

nazimi.acikgoz@ege.edu.tr


Ne diyelim, GDO karşıtları da var, isteyenler de var. Olumsuz fikir çok, ancak olumsuz kanıt yok. Sadece varsayımlar, beyin fırtınaları. Kimisi karanlık tablolar çiziyor tarım elden gitti, Anadolu toprağını mahfediyoruz vs diye, kimi insanlık için GDO büyük bir devrimdir diyor. Ben de bir tarımcı olarak GDO'yu savunuyorum. Ama şu anda, şu bilimsel düzeyde değil. Daha büyük araştırmalar yapıp, daha uzun vadede etkilerini gördükten sonra üretime geçmesini istiyorum. Şu ortamda GD mısır istemiyorum. Ama deneme amaçlı yetiştirilip deney hayvanlarına yedirilmesini şiddetle destekliyorum.

Belki de ileride insanlığı kurtaracak şeylerden bisini GDO olacaktır. Belki de ileride insanlara gıda kaynakları yetmez olunca GD buğdayları dört mevsim yetiştirebileceğiz, fotoperyotizm, ürün peryotizmi, dormansi, bitki stresi (su, ışık, ısı, vs stresi), hastalık, zararlı, yabancı ot gibi kavramlar ortadan kalkacak belki de. Belki de bu ürünler sayesinde birbirimizi yemeyeceğiz...

fmt79 Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 05-10-2006, 14:33   #8
agaclar.net
 
Mine Pakkaner's Avatar
 
Giriş Tarihi: 06-01-2006
Şehir: İzmir
Mesajlar: 10,707
Galeri: 99
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi fmt79
Ne diyelim, GDO karşıtları da var, isteyenler de var. Olumsuz fikir çok, ancak olumsuz kanıt yok. Sadece varsayımlar, beyin fırtınaları. Kimisi karanlık tablolar çiziyor tarım elden gitti, Anadolu toprağını mahfediyoruz vs diye, kimi insanlık için GDO büyük bir devrimdir diyor. Ben de bir tarımcı olarak GDO'yu savunuyorum. Ama şu anda, şu bilimsel düzeyde değil. Daha büyük araştırmalar yapıp, daha uzun vadede etkilerini gördükten sonra üretime geçmesini istiyorum. Şu ortamda GD mısır istemiyorum. Ama deneme amaçlı yetiştirilip deney hayvanlarına yedirilmesini şiddetle destekliyorum.

Belki de ileride insanlığı kurtaracak şeylerden bisini GDO olacaktır. Belki de ileride insanlara gıda kaynakları yetmez olunca GD buğdayları dört mevsim yetiştirebileceğiz, fotoperyotizm, ürün peryotizmi, dormansi, bitki stresi (su, ışık, ısı, vs stresi), hastalık, zararlı, yabancı ot gibi kavramlar ortadan kalkacak belki de. Belki de bu ürünler sayesinde birbirimizi yemeyeceğiz...
Bunun bedelini 50 yıl sonra çok ağır ödemeyeceğimizi garanti edemeyiz ama değil mi? Deneylerin sonuçları kısa vadede bize ulaşıyır ve kısa vadede önümüzü görüyoruz. oysa canlılık bir hayat yayılıyor...

Sonra patent konusuna ne diyeceksiniz?

Sadce deneylere devam edilebilir belki ama bu iş ticarete dökülünce ortada etik metik kalmıyor...

Mine Pakkaner Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 05-10-2006, 18:17   #9
Ağaç Dostu
 
Mehmet Ali Aşık's Avatar
 
Giriş Tarihi: 10-09-2006
Şehir: Metropolis
Mesajlar: 161
Galeri: 19
Dunyanin kontrolunu elinde tutan emperyalist-kapitalist gucler ucuncu dunya ulkelerine yardim eder gibi gorunsede amac onlari somurmek ve kolonize etmekdir.IMF ,dunya bankasi,ab,abd kredi acip akil fikir verip sunu ekin bunu ekmeyin bu yasayi gecirin diyor.Hesapta bize yardim edecekler ama bizi onlara muhtac bagilimli hale getiriyorlar.Turkiye tarihini iyi incelememiz lazim .Bugdayi bile ithal eder olduk ,findigimizi pazarlayamiyoruz,petrolumuz var ama cikaramiyoruz madenlerimiz topragimiz kimlere nasil peskes cekiliyor? Acaba Turkiye tarimini yok etmek kontrol altina almakmi istiyorlar?
GDO nun insanligi kurtacak bir sey olduguna inanmiyorum.Dunyada yiyecek kitligi varsa bunun en buyuk sebebi paraya tapan,adalet ve esitlik yoksunu kapitalist sistemdir.Toprak ana cok comert ondan dogru bir sekilde istedigimizde bize her seyi verecektir.Bakin kimysal gubre ve ilaclarla baslayan modern tarim devriminin insanlik icin zararli oldugu artik ortaya cikiyor.her yedigimiz seyin vucutta bir etkisi var. bir urun nasil yetistirlmis icinde ne var ne yok yararlimi zararlimi bunu bilmeliyiz.

Mehmet Ali Aşık Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 06-10-2006, 10:18   #10
Ağaç Dostu
 
fmt79's Avatar
 
Giriş Tarihi: 17-07-2006
Şehir: Hatay
Mesajlar: 342
daha önceki yazım

Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi fmt79
Prof. Dr. Şeminur Topal hocayı televizyonlardan gördüğüm kadarıyla tanıyorum. Sıkı bir GDO karşıtıdır. Ancak bir o kadar da GDO taraftarı araştırıcı var dünyada ve ülkemizde. Siyasetten bahsetmek istemiyorum bu forumda. Ne de olsa doğa ve bitkilerin ele alındığı bir forum burası. Ancak şu kadarını söylemeliyim ki, genel anlamda GDO karşıtları ile taraftarları siyasi olarak birbirine zıt kutuplarda yer alıyorlar.

Bazıları GDO'ya karşı çıkarken emperyalizmden ve sosyalizmden bahsedebiliyor. Bu ürünlerin yetiştirilmesinin emperyalizmi körüklediğini söylüyor. Karşı gurup ise kapitalizmden bahsediyor. Malesef siyasi düşünceler de bilimi gölgeliyor.
Biraz yukarıya bakarsanız bunu yazmıştım. Altına tekrar imzamı atarım. GDO konusu olunca bazıları kapitalizmden, emperyalizmden, sosyalizmden bahsediyorlar.

fmt79 Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 10-10-2006, 15:30   #11
Ağaçsever
 
Giriş Tarihi: 08-10-2006
Şehir: Bursa
Mesajlar: 44
Galeri: 19
GDOların Bilim ve Sağlık açısından değerlendirilmeleri

Değerli arkadaşlar,
GDO'lu tarımsal üretimlerin diğer ifadeyle biyoteknolojik tarımın ,diğer tarım şekilleri (konvansiyonel ve organik tarım) üzerinde baskı kuran totaliter bir tarım sistemi olduğunu ,co-existance denen birlikte ekilebilirliğin kabul edilemez olduğunu, tarımsal biyoteknolojinin tüm ekolojik dengeler için potansiyel bir tehlike olduğunu iddia ediyorum.Yani GDOla karşı çıkışım önemli bir nedeni tarım ve ekoloji için bir tehdit, biyoçeşitlik üzerine bir tehdit oluşturduğu içindir.Bunun yanısıra forumun konusu olan GDOların sağlık riskleri konusunda da, eğer hepsini okumaya fırsat bulabilirseniz ,anlayacasınız ki GDO lar aynı zamanda sağlık üzerinde de bir çok potansiyel riskler taşımaktadırlar.
GDO'ya Hayir Platformu Sağlık ve Bilim komitesindeki konularının uzmanı olan biliminsanları 2004 yılında bu konuyla ilgili bir rapor hazırladılar.Aşağıda bu metni sunuyorum.Ayrıca not olarak: Bu çalışmanın hazırlanmasında emeği geçen ve GDO karşıtlığı nedeniyle çalıştığı üniversitede görev yeri acilen değiştirilip bilahare emekliliği istetilen değerli hocamız Prof.Dr.Şeminur Topal'a da sükranlarımı sunarım. (A.Atay)


GDOların Bilim ve Sağlık açısından değerlendirilmeleri

Bitkilerde Uygulanan Genetik Mühendisliği Yöntemlerinin Sorunları:

1- Bitkilerde uygulanan genetik mühendisliği yöntemlerinin en önemli sorunlarından biri, konak genomuna eklenecek yabancı genin bitki DNA’sının tam olarak neresine yerleştirileceğinin belirlenememesidir. Bu güne kadar gen transferi için hangi yöntem kullanılırsa kullanılsın, transfer edilen yabancı genin bitki DNA’sında tam olarak hangi bölgeye yerleştirildiği bilinmemektedir. Genin bitki DNA’sında yerleşeceği bölge tamamen rastlantısaldır. Bu rastlantısallık bitki hücresine ait yapısal ya da düzenleyici genlerin etkinliklerini değiştirerek bitkide metabolik farklılaşmalara yol açabilir. Yani sonuç, yabancı gen aracılığıyla bitki hücresinde üretilmesi istenen proteinin üretimi ve bitkiye kazandırılmak istenen özelliğin aktarılması ile sınırlı kalmayabilir.

Roundup Ready soyalarındaki verim gerilemesinin nedeni olasılıkla bu tür beklenmeyen metabolik değişikliklerdir. Bir diğer örnek, soyaya glifosat dayanıklılık geninin aktarılması sonucu RR soyalarda ortaya çıkan ısıya duyarlılık özelliğidir. Toprak sıcaklığı belli bir derecenin üzerine çıktığında soya gövdesinin neredeyse %100 oranında çatladığı görülmüştür. Bu sorunun altında yatan nedenin, yabancı gen transfer edilen RR soyalarda aşırı lignin üretimi olabileceği düşünülmektedir. Bu durumda RR soyaların sıcak iklimlerde yetiştirilmesi mümkün olmayacaktır.

2- Gen teknolojisinin ikinci büyük sorunu aktarılan nükleotid dizisinin kararsızlığı, değişebilirliği ve yeniden düzenlemelere açık olmasıdır. Bu tür değişiklikler allerjik reaksiyonlara neden olan proteinlerin ve toksik maddelerin üretimine yol açabilir.
13 Mayıs 2000 tarihinde Monsanto firması, RR Soya genomunda, işlemin ABD’de onay aldığı 1992 yılından beri soyaya ekledikleri tek gen olduğu iddia edilen CP4EPSPS geni dışında nereden köken aldığı bilinmeyen iki DNA parçacığı daha saptadıklarını açıklamıştır. Söz konusu DNA parçacıkları Monsanto’nun bugüne kadar dağıtımını yaptığı bütün RR soya soylarında bulunmaktadır. Ancak Monsanto firmasına göre “hiçbir zararlı yan etkisi bildirilmemiştir.”

3- Doğada normal koşullarda gerçekleşmeyen prokaryot ve ökaryot genleri arasındaki rekombinasyon da teknolojiye ilişkin belirsizliklerden biridir. Prokaryotlarla ökaryot organizmaların genetik kod translasyonu (protein sentezi sırasında kullanılan mekanizma) bazı açılardan farklılık gösterir. Buna bağlı olarak, sentezlenen proteindeki bazı aminoasitler orijinal organizmadaki DNA dizisine göre beklenen proteinin aminoasit dizisinden farklı olabilir. Bu durum E. coli bakterisine ürettirilen insan insülin benzeri büyüme faktöründe saptanmıştır. İnsan proteinindeki arginin aminoasidi yerine E. coli bakterisinde sentezlenen proteinde lizin aminoasidine rastlanmıştır (R. Seetharam ve ark., BBRC., vol. 155, p 518, 1988).

4- GDO teknolojisinin bir diğer sorunu gen transferinde kullanılan plazmidin içerdiği antibiyotik direnç genidir. Teknik açıdan antibiyotik direnç geninin varlığı E. coli’deki yabancı genin çoğaltılması ve rekombinan bitki hücrelerinin gen aktarımı başarılı olmamış hücrelerden ayrılarak seçilmesi için gereklidir. Gen transferi sonrası ortama söz konusu antibiyotik eklendiğinde, aktarılması istenen yabancı genle birlikte transfer edilen antibiyotik direnç geni, transferin başarılı olduğu bitki hücrelerinin hayatta kalmasını sağlamaktadır. Buna karşılık gen transferi başarılı olmadığı için aktarılmak istenen yabancı geni ve antibiyotik direnç genini almamış hücreler duyarlı oldukları için antibiyotiğe maruz kaldıklarında ölürler. Yani antibiyotik direnç geni, gen aktarımının başarılı olduğu hücrelerin laboratuvar koşullarında kolaylıkla ayırt edilmesini sağlayan bir tür belirleyicidir. Böylece işlemin verimliliği artırılır. Ancak aslında antibiyotik direnç geninin aktarılması genetik modifiye bitki için gereksiz, ürünü tüketen canlıların sağlığı açısından da tehlikelidir.

Allerjik Reaksiyonlar:
ABD’de her dört kişiden biri bazı besinlere karşı allerjik tepki verdiğini ifade etmektedir (Sloan ve Powers, 1986). Çalışmalar, erişkinlerin %2’sinde, çocuklarınsa %8’inde IgE aracılı besin allerjisi olduğunu ortaya koymuştur (Bock, 1987; Sampson ve ark., 1992). IgE aracılı allerjilerde allerjene karşı kaşıntıdan ölümcül anafilaktik şoka varan farklı tablolar ortaya çıkabilir. Alerjik reaksiyonlardan en sık sorumlu besin maddeleri fındık, fıstık ve kabuklu deniz ürünleridir.

İngiltere’de ise geçen yıllar içinde %50 oranında artan soya allerjisi vakalarından ithal edilen GD soyanın sorumlu olabileceği düşünülmektedir.
11 Aralık 2003’te Rusya’da yapılan bir basın toplantısında bir grup bilim adamı son üç yıl içinde allerji semptomları gösteren hastaların sayısında üç kat artış olduğunu ve altta yatan nedenin GDÜ’lerin tüketimi olabileceğini açıklamışlardır. Benzer şekilde GDÜ’lerin düzenli olarak tüketildiği ABD’de de allerji vakalarının sayısı artmaktadır.

Mart 1996’da ABD’deki Nebraska Üniversitesi’nden araştırmacılar Brezilya fındığında bulunan bir allerjenin soyaya aktarılmış olduğunu doğruladılar. Pioneer Hi-Bred International tohum firması, hayvan yemi olarak kullanılan soyanın protein içeriğini artırmak için Brezilya fındığında bir tohum proteinini kodlayan geni soya bitkisine aktarmışlardı. In vitro testlerde ve deri testlerinde, GD soya türünün Brezilya fındığına allerjisi olan kişilerde bulunan IgE ile reaksiyon verdiği belirlenmiştir (Nordlee ve ark., 1996).

New York Üniversitesi Beslenme Bölümü başkanı Marion Nestle’ın da ifade ettiği gibi bu olayda transgenik soyalara aktarılan gen kaynağının allerjenik olduğu biliniyordu; allerjik bireylerden alınan serum örnekleri testlerde kullanılabilmişti ve sonuçta ürün pazardan geri çekilmişti (Nestle, N Eng J Med 1996; 726). Ancak GDÜ’lerde yalnızca bilinen, sık rastlanan fındık, fıstık, kabuklu deniz hayvanları ve süt ürünleri gibi allerjen kaynakları değil, bütün bitki türleri, bakteriler ve virüsler gen kaynağı olarak kullanılabilir. Kaldı ki ürünün tüketiciye sunulmasından önce belirli bir proteinin allerjen olup olmadığını belirleyebilecek yeterlilikte bir test yoktur. Bu durumun en tipik örneği, yapılan hayvan deneylerinin Brezilya fındığı tohumundaki depo proteininin bir allerjen olmadığını düşündürmüş olmasıdır (Nordlee ve ark., 1996). Hayvan deneylerinin sonuçlarına güvenilmiş olsaydı ve soyanın satışı onaylansaydı altından kalkılması zor bir sorunla karşılaşılabilirdi.

Biyoteknoloji firmalarının çoğu gen vericisi olarak bitkiler yerine giderek daha fazla oranda mikroorganizmaları kullanmaktadırlar. Bu genlerin ürünü olan proteinlerin allerjenik potansiyeli ise günümüz teknolojisiyle tahmin edilemez ve sınanamaz. Marion Nestle, transgenik soya olayına atıfta bulunarak, bir sonraki vakada işleyişin bu kadar ideal ve toplumun bu kadar şanslı olmayabileceğini ifade etmektedir. Transgenik ürünler için pazarlama öncesi bilgilendirme ve etiketlendirme de dahil olmak üzere düzenleyici politikaların geliştirilmesi herkesin yararına olacaktır (Nestle, 1996; 727).

Çocuklarda Besin Allerjisine Bağlı Anafilaktik Şok ve Ölüm:

Allerjenler, genetik mühendisliği yoluyla bireylerin allerjik olduklarını bildikleri için tüketmekten kaçındıkları besinlerden, güvenli olduğunu düşündükleri için tüketmekte sakınca görmedikleri besinlere aktarılabilir. Bu durumda birey allerjeni taşıdığını bilmediği GDÜ’yü tüketerek bilmeden kendini riske atacaktır. Tüketici sağlığını bilinmeyen ya da sık rastlanmayan allerjenlerin etkilerine karşı korumanın tek yolu GDÜ’lerin etiketlendirilmesidir. Aksi takdirde allerjenlere duyarlı bireylerin ürünler arasında seçim yapma hakkı yok sayılacaktır. Allerjik reaksiyonların sık olmasa bile anafilaktik şoka bağlı ölüm riski taşıdığı ve besin allerjisinden en fazla etkilenen grubun çocuklar olduğu göz önüne alınırsa durumun ne denli acil olduğu daha da iyi anlaşılabilir.

Sampson ve ark.nın çalışmasında çocuklarda ve adolesanlarda (2-17 yaş) besine karşı gelişen ölümcül ya da ölümcüle yakın 13 anafilaktik reaksiyon vakası bildirilmiştir (N Eng J Med 1992;327:380-4). Söz konusu vakalarda allerjen kaynağı besinlerin fıstık, fındık, yumurta ve süt olduğu belirlenmiştir. Çalışmacılar ticari besinlerdeki protein katkılarının giderek artan oranlarda kullanılmasına paralel olarak besine bağlı anafilaktik reaksiyonlarda artış beklenebileceği konusunda uyarmaktadırlar. Araştırmacıların dikkat çektikleri bir diğer nokta da çalışmada söz edilen hastaların anafilaktik reaksiyonlarda yaşam kurtarıcı ilaç olarak kullanılan adrenaline beklenen düzeyde yanıt vermemiş olmasıdır.

Toksik Etkiler ve Triptofan Felaketi:
1980’lerin sonlarında Japonya’daki Showa Denko firması transgenik bir bakteriye ürettirilen triptofanı ABD’de satışa sunmuştur. Aylar içinde ürünü kullanan kişilerde nörolojik sorunlarla birlikte giden eozinofili-miyalji sendromu ortaya çıkmıştır. Bu sorunları yaşayan 1500 kişide kalıcı hasar gelişmiş, 37 hasta kaybedilmiştir (Mayeno ve Gleich, 1994). Eozinofili-miyalji sendromlu hastalarla karşılaşan hekimler, bu tıbbi sorunun Showa Denko firması tarafından üretilen triptofanla bağlantılı olduğunu fark etmişlerdir. Ancak ürün pazardan çekilene kadar aylar geçmiştir. Ürünün genetik mühendisliği yoluyla üretildiğine ilişkin bir etiket taşıması sorunun çok daha çabuk aydınlanmasını sağlayabilirdi. Showa Denko firması ise ABD hükümetinin sorunun nedenini araştırmaya yönelik girişimlerinde işbirliği yapmayı reddetmiştir. Ancak yapılan incelemeler sonucunda, transgenik bakterideki artmış triptofan üretiminin toksik bir yan ürün oluşumuna yol açtığı ve besin takviyesi olarak sunulan ürünün bu toksik madde ile kontamine olduğu anlaşılmıştır (Mayeno ve Gleich, 1994).

Dr. Arpad Pustzai, İskoçya’da Rowett Araştırma Enstitüsü’nde çalışırken yaptığı bir çalışmada sıçanlara GD patates yedirmiş, hayvanlarda beyin ve diğer organların gelişiminin yetersiz olduğunu, bağışıklık sisteminin çöktüğünü gözlemlemiştir. Dr. Pustzai çalışmasının sonuçlarını yayınladıktan sonra görevinden azledilmiştir.

GDÜ’lerin ekosistem üzerindeki yıkıcı etkileri bir yana, en fazla endişe verici yanlarından biri ön görülemeyen mekanizmalarla insan sağlığını tehdit etmesidir. Bilinmeyenlerin bilinenlerden çok olduğu bu denklemde doğal mekanizmaların işleyişi göz önüne alınmadığında, yol açacağı sonuçlar kolayca kontrolden çıkabilir.

Glifosat ve Kanser:

Herbiside direnç geni aktarılan soya gibi GDÜ’ler ile glifosatın birlikte kullanılması ve tozlaşma yoluyla direnç geninin yabani bitkilere geçişi sonucunda glifosata dirençli süper yabani otların ortaya çıkabileceği konusundaki uyarılar giderek artmaktadır.
İddia edilenin tersine, herbiside direnç geni aktarılan soyaların zaman içined herbisid kullanımında artışa yol açtığı bildirilmiştir (Benbrook).
İsveç’ten Dr. L. Hardel ve Dr. L. Eriksson yaptığı çalışma ise glifosat ile ilgili endişelerdeki haklılık payını ortaya koymaktadır. Hodgkin dışı lenfomalarla pestisid kullanımı arasındaki ilişkinin incelendiği çalışmada sorumlu pestisidler arasında glifosatın da adı geçmektedir (Cancer, vol 85, p 1353, March 1999).

Antibiyotik Direnci Genlerinin Yol Açabileceği Sorunlar:

GDÜ’lerin üretimi sırasında belirteç gen olarak kullanılan antibiyotik direnç genlerinin en büyük tehlikesi, ortamda bulunan bakteriler aracılığıyla yayılmasıdır. Bakteriler arasında doğal yollarla gen alışverişi yapıldığı bilinmektedir. Antibiyotik direnç genlerinin patojen mikroorganizmalara geçişi, bu bakterilerin neden olduğu enfeksiyonların kontrol altına alınmasını güçleştirecektir. Bakteriler uygun ortamda çıplak DNA’yı yapısı içine alabilmektedir. Bir başka deyişle GDÜ’yü tüketen canlının sindirim sisteminde bulunan bakterilerin GDÜ’nün yapısında bulunan antibiyotik direnç genini alması kuramsal olarak mümkündür.

Alman bir entomolog olan Prof. H. H. Kaatz herbiside direçli kanola poleni ile beslenen bal arılarının sindirim sisteminde herbiside dirençli enterobakteriler ve mayalar bulunduğunu göstermiştir. Yani insan ve besi hayvanlarının sindirim sisteminde doğal olarak bulunan enterobakteriler GDÜ’lerin tüketilmesi sonucu antibiyotiğe direnç özelliği kazanabilirler.

Novartis’in ürettiği bir Bt mısırı ampisiline direnç geni taşımaktadır. Ampisilin insanlarda ve hayvanlardaki enfeksiyonların bir çoğunda kullanılan değerli bir antibiyotiktir. İngiltere de dahil olmak üzere bazı Avrupa ülkeleri, ampisiline direnç geninin mısırdan besin zincirindeki bakterilere geçiş yapabileceği ve ampisilinin bakteriyel enfeksiyonlara karşı kullanımını tehlikeye sokabileceği endişesiyle Novartis Bt mısırının yetiştirilmesini yasaklamışlardır. Söz konusu mısırda ampisiline direnç geni ile bağlantılı olarak kullanılan promoter gen tehlikeyi daha da ürkütücü kılmaktadır. Promoter genler, işlevsel genin çalışmasını kontrol eden bir açma kapama sistemi olarak düşünülebilir. Novartis Bt mısırında kullanılan promoter gen ise bitkiye değil bakteriye aittir. Bu durumda genin bir bakteriye geçişi halinde eksprese olarak antibiyotik direnci ile ilgili protein üretimine yol açması olasılığı daha da artmaktadır.

Union of Concerned Scientists (UCS) antibiyotik direnç geni içeren besinlerin enfeksiyon hastalıklarında kullanılan antibiyotiklerin etkinliğini azaltabileceği konusunda uyarmaktadır. British Royal Society ise Eylül 1998’de GDÜ’lerde antibiyotik direnç genlerinin kullanılmasına son verilmesi çağrısında bulunan bir rapor yayınlamıştır.

Bt’nin Sağlık Üzerindeki Olası Etkileri:

Böceğe dirençli ürünler bir toprak bakterisi olan Bacillus thuringiensis’ten elde edilen değiştirilmiş bir gen içermektedir. Bu gen bitkinin yapraklar ve meyve de dahil olmak üzere bütün bölümlerinde bir endotoksinin aktif biçiminin üretilmesini sağlamaktadır. Bakterinin kendisi uzun zamandan beri özellikle organik tarım yapanlar tarafından göreceli zararsız doğal bir insektisid olarak kullanılmaktadır. ABD ve Avrupa’da konvansiyonel tarım yöntemlerinin bir parçası olarak toksik kimyasal kullanımını azaltmak amacıyla da tercih edilmektedir. Ancak günümüzde Bt spreylerinin yerini giderek transgenik Bt mısır, pamuk, patates, domates ve pirinç almaya başlamıştır ki en yaygın yetiştirilen ürün Bt pamuktur (James, 1997).

Bt ürünler ilk bakışta ekolojik açıdan kimyasal pestisid kullanımını azalttıkları için avantajlı gibi görünseler de ciddi sakıncalar taşımaktadır. Sürekli Bt endotoksini üreten ürünler tarım zararlılarında Bt endotoksinine karşı direnç gelişmesini hızlandırabilir. Araştırmacılar Bt ürünlerin yaygın ekimini takip eden birkaç yıl içinde Bt’nin göreceli faydasız hale geleceğini tahmin etmektedir (Gould, 1988, 1991). Bt’ye direncin yaygınlaşması organik tarımla uğraşanları zor durumda bırakacaktır. Zira Bt spreyi ile önceden kontrol edilebilen tarım zararlılarına karşı ellerinde pek az seçenek kalacaktır. Buna karşılık konvansiyonel yöntemleri kullanan çiftçiler ise daha toksik pestisidlere geçiş yapmak zorunda kalacaktır. İllinois Üniversitesi’nde yakın zamanda geliştirilen bir Bt mısır bilgisayar modelinde ABD’deki bütün çiftçilerin Bt mısır yetiştirmesi halinde yalnızca bir yıl içinde direnç gelişeceği ön görülmüştür (Burghart, 1998). Kuzey Carolina Üniversitesi’nden araştırmacılar mısırla beslenen bir vahşi güve türü popülasyonunda Bt direnç geni saptamışlardır (Gould ve ark., 1997).

Bt içeren ürünlerin ekolojik denge üzerindeki olumsuz etkilerine ilişkin endişe uzun süreden beri ifade edilmektedir. Ancak Bt’nin sağlık üzerindeki etkileri ile araştırmalar daha yakın tarihlidir. Sprey pestisid olarak kullanılan Bt toprakta parçalanmaktadır. Ayrıca tüketilen ürün yıkanarak Bt spreyinden arındırılabilmektedir. Ancak Bt geni aktarılmış ürünlerde Bt toksininin parçalanması ya da ürünün yıkanarak temizlenmesi söz konusu değildir. Bu durumda Bt toksini bütün etkisini ürün tüketilene kadar, hatta belki de tüketildikten sonra dahi sürdürmektedir. Bt içeren gıda tüketiminin uzun vadeli etkileri ise bilinmemektedir.

1999 yılında yayınlanan bir çalışmada, Bt spreyine maruz kalan çiftçilerde allerjik yanıtın parçası olarak değerlendirilebilecek cilt duyarlılığı ve kanda IgE ve IgG antikorları saptanmıştır. Allerji sinyali veren bir diğer özellik de daha fazla Bt spreyine maruz kalan kişilerde reaksiyonun daha şiddetli olmasıydı. İncelenen bireylerde solunum sistemi ile ilgili semptom saptanmamasının nedeni, spreye maruz kalma süresinin göreceli kısa ve spreyden alınan Bt toksini miktarının az olmasından kaynaklanabilir. Öte yandan Bt ürünlerin tüketiminde bireyin maruz kaldığı Bt toksini miktarı bunun 10-100 katıdır. Bu Bt ürünlerin tohumlarındaysa çok daha fazla miktarda toksin bulunabilmektedir.
Filipinler’de bir Bt mısır (Dekalb 818 YG) ekim alanının yakınında yaşayan köy halkında solunum yolu, sindirim sistemi, cilt reaksiyonları ve ateşle seyreden tablonun mısırın polen saçtığı dönemde ortaya çıktığı fark edilmiştir. Bu bireylerin kan örneklerinde Bt toksinine karşı antikorlar saptanmıştır.

Norveç’teki Gen Ekolojisi Enstitüsü’nün yaptığı çalışmada Bt toksininin (Cry1AB) aynı bitki üzerindeki farklı mısır tanelerinde dahi değişik düzeylerde olduğu gösterilmiştir. Bu sonuç, gen aktarımı yapılan bitkilerde gen ürününün ne miktarda sentezleneceğinin önceden tahmin edilemeyeceğine ve bitkiden bitkiye değişkenlik gösterdiğine işaret etmektedir.

GD pamuk ve mısırda bulunan Bt toksinine benzer olan Cry1Ac’nin farelerin kan ve müköz zarlarında antikor yanıtı gelişmesine neden olduğu gösterilmiştir. Bu konuyla ilgili yapılan üç hayvan çalışmasından birinde Cry1Ac’nin diğer antijenlere karşı gelişen bağışıklık sistemi yanıtını, kolera toksini kadar güçlü uyardığı belirlenmiştir. Bu çalışma Bt’nin bir adjuvan gibi rol oynayabileceğine işaret etmektedir. Adjuvan, bireyin diğer allerjen ve immünojenlere karşı duyarlılığını artıran bir toplumda yalnızca o etkene bağlı olanlar değil, adjuvanın eşlik ettiği allerjik reaksiyonların hepsi artabilir. Son yıllarda özellikle İngiltere’de ve ABD’de arttığı bildirilen allerjik reaksiyonların altında yatan mekanizma bu olabilir.

Natural Toxins dergisinde yayınlanan bir çalışmada, farelere doğal Bt-proteini içeren yem yedirilmiştir. İnce barsakların son bölümü olan ileumdan alınan doku kesitleri üzerinde elektron mikroskopisiyle yapılan incelemelerde anlamlı yapısal bozukluklar saptanmıştır. Yapılan hayvan çalışmaları Bt’nin memelilerde aktif olduğunu, sindirim sisteminde parçalanmadığını, barsaklarda bağlanabildiğini ve insan sağlığı açısından tehdit oluşturabileceğini düşündürmektedir.

Bt’nin farelerde oluşturduğu reaksiyonlarla ilgili kanıtlara karşın ABD Çevre Koruma Dairesi (EPA) gibi yetkili kuruluşlar Bt toksininin ince barsaklara ulaşacak kadar uzun ömürlü olamayacağını öne sürmektedirler. İddia edilen görüş Bt toksininin midede sindirildiğidir. Ancak bu iddia biyoteknoloji şirketlerinin deney tüplerinde yaptığı in vitro testlere dayanmaktadır. Deney tüpüne Bt proteini ile birlikte hidroklorik asit ve protein sindirimini sağlayan pepsin karışımı içeren uyarılmış mide özsuyu konarak midedeki sindirimi taklit eden bir ortam oluşturulmaktadır. Proteinin parçalanmadan kaldığı süre uzadıkça allerji ile ilişkili antikor yanıtı oluşturma şansının da arttığı kabul edilmektedir.

FAO/WHO da protein kararlılığını değerlendirmek için benzer bir test önermektedir. Monsanto’nun Bt mısır proteini (Cry1Ab) değerlendirmesine göre proteinin %90’ından fazlası iki dakika içinde parçalanmaktadır. Ancak araştırmacılar bu testlerin en yanıltıcı tarafının, test sonucunun kullanılan asidin gücü, enzim miktarı ve bekleme süresine göre değişmesi olduğunu vurgulamaktadır. Monsanto’nun kullandığı yöntemdeki parametrelerin gerçekçi olmadığı ve proteini özellikle parçalamak üzere tasarlanmış olduğu belirtilmektedir. Örneğin; Monsanto’nun deney yönteminde kullanılan asit pH’ı 1.2 iken FAO/WHO daha hafif asit özellik gösteren pH 2 değerinin kullanılmasını önermektedir. Ayrıca Monsanto testlerinde esas alınan pepsin/protein oranı FAO/WHO standardının 1.25 katıdır. Yani göreceli fazla miktarda enzim ve daha güçlü asit kullanılmaktadır. Bu durumda proteinin gerçek mide içi ortamdan daha fazla ve hızlı sindirilmesi zaten beklenen bir sonuçtur. Aynı protein farklı bir çözelti kullanılarak denendiğinde toksinin %10’unun iki dakika değil, 1-2 saat parçalanmadan dayandığı saptanmıştır.

Bir başka çalışmada, Bt toksininin FAO/WHO tarafından belirlenen maksimum parça boyutlarına ya da daha büyük parçalara kadar sindirilebildiği, dolayısıyla potansiyel allerjenik etki gösterebilecek büyüklükte parçaların oluştuğu gösterilmiştir.

Sonuç olarak, GDÜ’lerin yapısında bulunan Bt toksini gibi maddelerin sağlık üzerindeki etkilerinin değerlendirilmesinde deney tüpü ortamında yapılan testlerin sonuçları güvenilir değildir ve organizmanın sindirim sistemindeki gerçek ortamda olup bitenleri yansıtmamaktadır. Kaldı ki Bt proteininin sindirim sisteminde bütünüyle parçalanmadan korunduğu hayvan modellerinde gösterilmiştir.

FAO/WHO tarafından allerjenik etkinin değerlendirilmesi amacıyla kullanılan ikinci yöntem yabancı protein ile bilinen allerjenlerin yapılarının karşılaştırılmasıdır. GD proteinin bir bölümündeki aminoasit dizisinin bilinen allerjenle benzerlik göstermesi halinde GDÜ’nün allerjik reaksiyona yol açma olasılığı artacaktır. FDA’den bir araştırmacının yaptığı çalışmada Bt toksini Cry1Ab ile yumurta sarısında bulunan bir allerjen arasında yapısal benzerlik saptanmıştır.

Rekombinan Sığır Büyüme Hormonu (RSBH):
Diğer GD ürünlerin yanı sıra süt verimi artırmak için kullanılan RSBH uygulanan sığırlardan elde edilen sütün uzun vadedeki etkileri de bilinmemektedir. Yapılan çalışmalar RSBH uygulanan ineklerden elde edilen sütün düşük kaliteli ve protein içeriğinin doğal süte oranla az olduğunu göstermiştir. Ayrıca bu sütler daha fazla bakteri içerdiği için daha çabuk bozulmaktadır. FDA ise doğal süt ile RSBH uygulanan ineklerin sütü arasında önemli bir fark olmadığını iddia etmektedir.

Hormon enjeksiyonu yapılan ineklerde ciddi sorunlar oluştuğu bilinmektedir. RSBH uygulanan ineklerde meme enfeksiyonları, yumurtalıklarda kist gelişimi, rahim ve sindirim sistemi ile ilgili bozukluklar daha sık görülmektedir. Bununla bağlantılı olarak hayvanlarda gebelik oranı düşmekte, buna karşılık antibiyotik kullanma sıklığı artmaktadır. Araştırmacılar besi hayvanlarında antibiyotik kullanımının insanlarda antibiyotiklerin etkinliğini azaltabileceği yönünde uyarmaktadır.

Avrupa Komisyonu Monsanto’nun biyoteknoloji ürünü olan RSBH enjekte edilen ineklerin sütünde aşırı miktarda insülin benzeri büyüme faktörü 1 (IGF-1) bulunduğunu açıklamıştır. Yayınlanan raporda aşırı miktarda IGF-1’in özellikle meme ve prostat kanseri açısından risk faktörü oluşturduğu belirtilmektedir. Amerika’da süt tüketenlerin kanındaki IGF-1 düzeylerinin süt içmeyenlere göre %10 oranında yüksek olduğu saptanmıştır (Journal of the American Dietetic Association, 10/99,p.1231). RSBH’nin kullanımı için onay veren FDA 1990 yılında hormonun insan sağlığına zarar vermediğini açıklamıştır. Doksan gün süren hayvan çalışmalarında beslenen sıçanlarda toksikolojik açıdan anlamlı değişiklik görülmemesi nedeniyle bu sonuca varılmıştır. Bu verilere dayanarak insanlardaki toksikolojik testlere gerek görülmemiştir.
Buna karşılık 1998 yılında Health Canada, FDA’nın bulgularıyla çelişen sonuçlar yayınlamıştır. Kanadalı araştırmacılar sıçanlarda RSBH’nin emilime uğradığını, deneyde kullanılan hayvanların %20-30’unda bağışıklık sistemi ile ilgili reaksiyonların ortaya çıktığını bildirmişlerdir. Bazı erkek sıçanların tiroid bezlerinde kist oluşumu ve prostat ile ilgili anormallikler gözlenmiştir.

Mayıs 1999’da Avrupa Birliği’ne sunulan çalışmaların ön sonuçlarında östradiyol hormonunun kansere yol açıcı etkileri bildirilmiştir. Avrupa Birliği tarafından hazırlanan basın duyurusunda ette az miktarda dahi bulunsa östradiyol kalıntısının kanser gelişiminde uyarıcı etki yapabileceği ve mevcut vakaların durumunu kötüleştirebileceği bildirilmiştir. Nicel bir risk tahmini için yeterli kanıt bulunmamakla birlikte kullanılan diğer beş hormonun da karsinojenik etkileri olabileceği ifade edilmiştir. Basın duyurusunda kadınlar ve çocuklarda bağışıklık sistemi, endokrin sistem ile ilgili bozukluklar ve nörobiyolojik bozukluklara da değinilmektedir.

Tıp Birliklerinin Yorumları:

İngiliz Tıp Birliği GDÜ’lerle doğal ürünlerin kesinlikle birbirinden ayrılması gerektiğini ifade etmektedir. Bu da ancak güvenlik kontrolünden geçen ürünlerin tüketiciye etiketlenmiş olarak sunulması ve tüketicinin bu konuda bilgilendirilmesi ile mümkündür. İngiliz Tıp Birliği, bu ayrımın yapılmasının, GDÜ’lerin tüketimine bağlı ileride ortaya çıkabilecek sağlık sorunlarının izlenmesi açısından önemli olduğunu vurgulamaktadır. İngiliz Tıp Birliği GDÜ’lerin sağlık açısından tehlikeli olduğunu iddia etmemekle birlikte, bu ürünlerin güvenirliği ve uzun vadedeki etkileri konusunda yeterli bilgi ve kanıt olmadığı için temkinli yaklaşımı ve yakın takibi önermektedir.

İngiliz Tıp Birliği’nin bu duyurusundan sonra Amerikan Tıp Birliği (AMA) de konuyu yeniden gündemine almıştır. Amerikan Tıp Birliği’nin, biyoteknolojinin topluma yararlı olduğunu savunan 10 yıllık politikası, GDÜ’lerin ticari tüketime sunulmasından öncesine dayanmaktadır. AMA’nın GDÜ’lerin tamamen güvenli olduğunu öne süren deklarasyonu tıp dünyasında hakim olmaya başlayan görüşe karşıttır. AMA’nın “bu tür ürünlerin özel etiketlemeye tabi tutulması için yeterli bilimsel kanıt bulunmadığı” açıklaması bazı bilimsel verileri göz ardı etmektedir. Araştırmacılar GDÜ’lerle ilgili güvenlik testlerinin yeterliliğini sorgularken, AMA ile FDA durumu bütünüyle görmezden gelmektedir. AMA deklarasyonundaki şaşırtıcı noktalardan biri de antibiyotik direnç genlerinin “eğer mümkünse kullanılmaması”nın önerilmiş olmasıdır. İngiliz Tıp Birliği ise bu belirteç genlerin hastalığa neden olan bakterilerin yapısına katılması ve onları antibiyotiklere karşı dirençli kılması olasılığına dikkati çekmektedir.

Ekolojik Etkiler:

Genetik modifiye bitkilerin ekolojik açıdan olumsuz etkilerini gösteren çalışmalar yayınlanmıştır. ABD’deki Cornell Üniversitesi’nde yapılan bir çalışmada, genetik mühendisliği yoluyla böcek öldürücü gen aktarılmış Bt mısırı poleninin Kuzey Amerika’da yaygın bulunan Monarch kelebeğinin larvaları üzerinde öldürücü etkileri saptanmıştır (Nature vol. 399, p. 124, 20 May 2000). Monarch kelebekleri mısır bitkisi üzerinde beslenmediği halde, Bt mısırı polenlerinin kelebeğin temel besin kaynağı olan ipekotu üzerine ulaşması öldürücü sonuç doğurmaktadır. Bu olumsuz etkinin, bu tür ürünlerin dünyada yaygın olarak yetiştirildiği göz önüne alındığında, gelecekte biyolojik çeşitliliğin azalmasına yol açması beklenmektedir.
USDA’nın GDÜrünlerin ekonomik ve ekolojik etkilerini irdeleyen çalışmasındaki sonuçlar çelişkilidir. Herbiside dayanıklı pamuk için verim ve kar oranında anlamlı artış olduğu, buna karşılık herbisid kullanımında anlamlı bir artış gözlenmediği belirtilirken, herbiside dayanıklı soya kullanımının verim ve karda küçük bir artışa yol açtığı, buna karşılık herbisid kullanımında anlamlı bir azalma sağladığı ifade edilmektedir.
Biyoteknoloji Endüstri Organizasyonu (BIO), 1998 yılında ABD’deki bütün mısır ekim alanları için Bt mısırın insektisid kullanımını yalnızca %2.5 oranında azalttığını bildirmiştir.
Dr. Charles Benbrook tarafından Temmuz 1992’da yayınlanan makale, ABD’de 8 eyalette 40’ın üzerinde bölgede, dünyadaki en büyük GDO şirketi olan Monsanto tarafından geliştirilmiş herbiside dirençli soyaya ilişkin verim performansı testlerinin sonuçlarını özetlemektedir. Sekiz eyalet üniversitesinden araştırmacılar çok sayıda Roundup Ready soya soyu ile çeşitli jeolojik koşullarda yetişen genetik olarak değiştirilmemiş soyların verimini karşılaştırmışlardır. Alınan sonuçlar beklenenin aksine ve şaşırtıcıdır. Bütün RR soylarında verimin GD olmayan soylara göre %6 oranında düşük olduğu saptanmıştır. Bir başka deyişle toprak bakterilerinden izole edilerek soya genomuna aktarılan herbiside direçli gen çiftçilerin ve tüketicilerin zararına sonuç vermiştir. Çiftçiler daha pahalı GD tohumları ve beraberinde pazarlanan herbisidi satın almak zorunda oldukları için bu durumdan tek kar sağlayan Monsanto firmasının kendisidir. 1999’da ABD’de ekilen soya tohumlarının %60’ının RR soya ve kullanılan herbisidlerin %54’ünün Monsanto firmasının pazarladığı herbisidin aktif bileşeni glifosat olduğu bilinmektedir. Monsanto’nın pazar payı GM ürünlerin pazarlanmaya başladığı 1996 yılında yükselişe geçmiştir.
ABD hükümetinin ve Monsanto’nun politik baskısı sonucu soyadaki glifosat kalıntılarının üst sınırı Japonya’da 6 ppm’den 20 ppm’ye çıkarılmıştır. Yabancı ülkelerdeki düzenleyici standart değerler yükseltilmediği sürece ABD’nin GD soyayı ihraç etme şansı yoktur.

Dr. Benbrook’un raporu Monsanto ve GDO’yu destekleyen bilim insanlarının iddialarının tersine, RR soya üretiminin arttığı ABD’de tarım kimyasallarının kullanımının da arttığına dikkat çekmektedir. Roundup gibi bir herbisidin tek başına kullanılması dirençli yabani otların ortaya çıkmasını kolaylaştıracaktır. Bu durumda çiftçilerin yabani otlarla mücadelesi giderek zorlaşacaktır. Bu olasılık Dr. Joy Bergelson’un GD ürünlerden yabani otlara tozlaşma yoluyla gerçekleşen gen akışını ele alan makalesinde ifade edilmektedir (Nature, Sep 3,1998).

Arizona Üniversitesi’nde yapılan bir çalışmada böceklerin Bt pamuğa karşı beklenenden daha çabuk direnç geliştirebileceğini göstermiştir. Bt’ye dirençli böceklerin (pink bollworm) üreme döngüsünün, duyarlı böceklerle eşzamanlı olmadığı belirlenmiştir. Bu durumda Bt’ye dirençli böceklerin yalnızca kendi aralarında üreyebileceği ve sonuç olarak Bt’ye dirençli böcek sayısının hızla artacağı beklenebilir (Nature Sep 1999).

RR soya ve böcek öldürücü gen taşıyan Bt mısırın veriminin daha fazla olduğunu gösteren kanıt yoktur. Bu durum GD ürünlerin çevre ve tarım açısından önemli bir tehdit oluşturabileceğini, GD ürünleri hızla artan dünya nüfusunu beslemek amacıyla destekleyen görüşün hiç de doğru olmadığını göstermektedir.

Transgenik Kirlenme ya da Genetik Sürüklenme:

Tarımsal ürünlerin genetik mühendisliği yöntemleriyle değiştirilmesi biyolojik türler arasındaki duvarların aşılması sonucu evrimin işleyiş mekanizmalarına müdahale etmektedir. Doğa farklı türler, cinsler ya da ailelere ait genlerin karışmasına izin vermez. Ancak genetik mühendisliğinde bu genler kolaylıkla bir araya getirilmektedir (rekombinasyon). Roundup Ready geni ve Bt geni toprak bakterilerinden izole edilerek soya ve mısır bitkilerine aktarılmıştır. Bu ürünlerden gen kaçışı yabani otların ve doğada bulunan benzer cinsteki bitkilerin genetik bileşimini değiştirebilir.

Transgenik kirlenme, genetiği değiştirilmiş ürünlerin polenlerinin organik çiftlikler de dahil olmak üzere diğer alanlara yayılması sonucu gelişmektedir. GD ürünlerle doğal ürünler arasındaki bu çapraz tozlaşma yeni bitki türlerinin oluşumuna yol açabilir. Herbiside dayanıklı GD ürünlerin polenleriyle tozlaşan doğal bitkiler herbiside dayanıklı süper yabani otlara dönüşebilirler. Aynı durum insektiside dirençli tarım zararlılarının ortaya çıkmasında da rol oynayabilir.

Danimarka’da 1996 yılında kanola üzerinde yapılan bir çalışma tarım ürünlerine aktarılan genlerin doğadaki yabani bitkilere kolaylıkla yayılabildiğini göstermiştir. Genetiği değiştirilmiş patates ile yapılan ekim çalışmalarında GD bitkilerle doğal bitkiler arasında yüksek oranda gen akışı saptanmıştır. GD patateslerin 1.1 km uzağına ekilen doğal patateslerin tohumlarının %35-72’sinde transgen varlığı saptanmıştır.

Dr. Joy Bergelson’un çalışmasında (Nature, Sep 3 1998) bitkilerdeki genetik çalışmalarda sık kullanılan Arabidopsis thaliana’nın iki mutant biçimi elde edilmiştir. Bunlardan birinde klorsülforon adlı herbiside dirençli, asetolaktat sentaz (Csr1-1) enzimi geni kimyasal yolla mutasyona uğratılmıştır. Daha sonra mutant gen izole edilerek normal bitkiye aktarılmıştır. Gen transferi yapılan bitkilerden, orijinal mutant bitki gibi herbiside dirençli iki ayrı soy elde edilmiştir. Herbiside dayanıklı soylar, herbiside duyarlı normal bitkilerle bir arada ekilmiştir. Çapraz tozlaşma sonucunda normal bitkilerde oluşan herbiside dayanıklı tohumlar analiz edilerek mutant ve transgenik bitkilerin polenleri tarafından tozlaştırılan tohumlar karşılaştırılmıştır. Tohumlarda bulunan erkek (polen) genlerin kimyasal yolla mutasyona uğratılmış bitkilerin (%0.3) ve transgenik bitkilerin (%5.98) polenlerinden kaynaklandığı belirlenmiştir. Arabidopsis thaliana bitkisi normalde genellikle kendi kendine tozlaşır. Yani bir çiçek üzerinde üretilen polen (erkek üreme hücresi) aynı bitki üzerindeki yumurta hücresini dölleyerek tohumun oluşmasını sağlar. A. thaliana’da çapraz tozlaşma (bir bitkideki polenin başka bir bitkideki yumurta hücresini döllemesi) nadirdir. Ancak yapılan deney açıkça göstermektedir ki transgenik bitkilerde, kimyasal yolla mutasyona uğrayan bitkilerden 20 kat fazla çapraz döllenme gerçekleşmiştir. Bu sonuç, genetik mühendisliğindeki mekanizmaların doğal mutasyon veya doğal gen alışverişinden (homolog rekombinasyon) farklı olduğunu ortaya koymaktadır. Ayrıca transgenik ürünlerden yabani otlara olan gen akışı tarımda kullanılan kimyasallara duyarlılığın kaybolması tehlikesini de beraberinde getirmektedir.

GDO’ya Hayır Platformu
Bilim Sağlık Komitesi © 2004

guneydefne beğendi.

Düzenleyen Arca Atay : 10-10-2006 saat 15:40 Neden: ekleme yapıldı
Arca Atay Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 11-10-2006, 07:14   #12
Ağaç Dostu
 
Mehmet Ali Aşık's Avatar
 
Giriş Tarihi: 10-09-2006
Şehir: Metropolis
Mesajlar: 161
Galeri: 19
http://globalresearch.ca/index.php?c...&articleId=366
yukardaki linkte GDO tohumlarin Etopyada nasil basladigi ve yol actigi zararlardan soz ediyor.

Bu link ise ny times ta yayinlanmis bir haber hindistanda onyedibin kusur ciftcinin iflas ettigi icin intihar edisini anlatiyor Monsanto firmasi yine sahnede.http://www.mail-archive.com/ugandane.../msg23388.html

Makaleler ingilizce vaktim olmadigi icin cevirme yapamiyorum.Ama ozetleyecek olursam buyuk GDO sirketleri girdigi ulkelerde sektoru ele gecirmeye calisiyor ve geri donusu olmayan tahriplere sebeb oluyor.Hikayeler Turkiye de olup bitenlere ne kadarda benziyor . Ucuncu dunyanin gobekli politikacilari batili ulkelerle anlasma yapiyor sanki cok iyi bir sey yapmis gibi gorunuyor ama tarimini buyuk Global firmalara teslim ediyor.Elbetteki bu isten belli bir kesim yolunu buluyor.Pahali olan GDO tohumlari almak icin kredi cekmek zorunda kalan cifti isler yolunda gitmedi zaman batiyor.Ustelik GDO urunlerini tohuma birakarak kendi tohumunu uretemiyor her sene almak zorunda.Yeni tohum yasasina ve GDO HAYIR diyelim!

Mehmet Ali Aşık Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 25-10-2006, 01:04   #13
agaclar.net
 
Mine Pakkaner's Avatar
 
Giriş Tarihi: 06-01-2006
Şehir: İzmir
Mesajlar: 10,707
Galeri: 99
GD Agaçların Tehdidi Anlaşıldı

GD Agaçların Tehdidi Anlaşıldı

18-Ekim-2006 Çarsamba- Ayşen Eren

Biyolojik Çeşitlilik Kongresi, Curitiba Brezilya’da 31 Mart 2006’de resmi bir bildiri onaylattı. Bu bildiride Genetiği Değiştirilmiş (GD) ağaçlarının arz ettiği tehdite kaşı bütün ülkelere teknolojiye tedbirli yaklaşılması için ısrar ediliyor.
Bu önemli bildiri Gıda ve Tarım Organizasyonu (FAO) desteğiyle GD ağaçların güvenliğini değerlendiren uluslararası bir çerçeve için çağrıda bulundu. Pekçok grup, Birleşmiş Milletler katılımının en sonunda GD ağaçların küresel orman çeşitliliğiyle yerel ve yerli toplumlara çevresel ve sosyo-ekonomik etkileri hakkında yol göstereceğini umuyor.

Gıda ve Tarım Organizasyonu’nda orman genetiği uzmanı olan Pierre Sigaud, ulusal ve uluslararası biogüvenlik protokolleriyle uyumun çevresel risk değerlendirilmesi için acele edilmesi gerektiği konusunda uyardı. “Polen akışı ve tohumların dağılması ulusal sınırları ve kütüğün küresel bir mal olduğunu kesaba katmadığından dolayı, bu konu ülke düzeyinin ötesinde” dedi. Siguad ayrıca “yerli çeşidin GD agaçları tarafından kirlenmesini önlemek için araştırma ve uygulamayı yöneten güçlü bir çerçeve esastır” diye ekledi.

Moratoryum gelişmekte olan ülkeler tarafından destekleniyor. Orman sektörünün artan biyoteknoloji kullanımı GD agaç dikiminin en az otuz beş ülkede yayılmasına yol açtı. Gıda ve Tarım Organizasyonu’na göre çoğu araştırma, laboaratuvarlarda hapsediliyor ama milyonlarca GD ağaç çoktan Çin, Kuzey Amerika, Avustralya, Avrupa, Hindistan ve Afrika’da alan denemelerine bırakıldı.

Dokuz gelişmekte olan ülke, İran ve Gana hükümet temsilcileri tarafından önerilen GD ağaçları moratoryum çağrılarını destekledi. Bu ülkeler arasındaki Ekvator, Mısır, Filipinler, Rovanda, Senegal, Madagascar ve Malavi, dünyanın en zengin biyoçeşitliğe sahip ormanları olan ülkeler. Bu harekete, sadece hükümetlerinin biyoteknolojiyle menfaate dayalı ilgisi olan Kanada ve Avustralya karşı çıkmakta. Ama onlar da GD ağaçların etkilerinin detaylı soruşturulması gerektiğini kabul ettiler.

GD polenlerin rüzgarla sürüklenip bulaşması

En yeni kanıtlar polenlerin Kuzey Amerika’da 1,200 km’ye kadar gezebildiklerini göstermektedir. GD polen ve tohumların rüzgarla sürüklenerek bulaşması, bunun yerel ve yerli toplumlara etkileri hakkındaki endişeler dünya çevresindeki pekçok orman uzmanı ve Dünya Yağmur Ormanları Hareketi, Ekoormancılık Birliği, Global Adil Ekoloji Projesi, Via Campesina, Bağımsız Bilim Paneli (SIS’in “Ormanları Koruyalım” serisine bakınız) ve Biyoçeşitlilikte Uluslararası Forum gibi sivil toplum örgütleri tarafından paylaşılıyor

Bu organizasyonların temsilcileri, 2002 Dünya Sürdürülebilir Gelişme Zirvesi’yle aynı çizgide olan, 2010 yılına kadar biyoçeşitlilik kayıp hızını önemli ölçüde azaltan bir yol haritasına daha geniş kapsamlı taahhütün bir parçası olan en son CBD bildirisine yol açmak için uluslararası toplantılarda güçlü lobi yapmışlardır.

Kadınlar GD tohumlarını imha ediyor.

Gelişmekte olan ülkelerde duygular yükseliyor.

8 Mart 2006’da 2000 Brezilya’lı kadın dünyanın en büyük kağıt hamur üreticisi Aracruz Cellulose’a ait ekim alanları ve seralar için ayrılan tahmini sekiz milyon düşük lignin okaliptus tohumunu imha etti. Bir diğer şikret ArborGen çok büyük GD okaliptus ekim alanları geliştirmek için Brezilya’yı önemli bir yer olarak hedeflemiştir. Uluslararsı Kağıt’ın Brezilya’da 200,000 hektar arazisi vardır.
Yeşil Çöle Karşı Brezilya Network’ü ve onların ortağı Monokültür Ağaç Çifliklerina Karşı Latin Amerika Network’ü, monokültür ekim alanları tarafından istismar edilen, yok edilen ve yerlerinden edilen tarımsal toplulukların desteklemek için 2004 yılından beri 21 Eylül’ü Ulusal Ağaç Günü olarak belirlemiştir.

Şili’de yaklaşık 100 yerli Mapuche Kızılderilisi ormancılık şirketlerinin ekim alanlarına karşı hareketlerinden dolayı yargılanma ve hapis cezası ile karşı karşıyadır.

Çok Az, Çok Geç?

BM müdahaleleri çok geç kalmış olabilir ama geç olması hiç olmamasından daha iyidir.

Çin 2002 yılında GD ağaçları ticari olarak serbest bırakan ilk ülke oldu (SIS 25, “GD Ağaçlar Çin Ormanlarında Kayboldu)<5>. Çin Devlet Orman Bürosu, bugüne kadar dikilmiş 1.4 milyon GD kavak ağacının (Populus nigra) izini bulamamaktadır.

BT toksin ile (Bacillus thuringeiensis toprak bakterisinden) zararlı böceklere dayanıklı olacak şekilde geliştirilen Kavak-12 ve Kavak-741’le dokuz yerde daha küçük alan denemeleri başlatılmıştır. Yaratılan mikropsuz ortamın GD malzemenin yayılışını durduramadığı ve BT toksin’in insanlarda ve hedef olmayan diğer zararlı böceklerde allerjik reaksiyonlara neden olduğunu kanıtlayan yeterli delil vardır<7>.

Çin’de GD ağaç ekim alanlarını artırma planları düşünülmektedir<8>. Çin delegasyonu Brezilya’daki CBD toplantısında dikkat çekmemeye çalışmıştır.
Havai’nin büyük adasında organik papaya ırkının GD papayalarca kirlenme oranı şimdiden yüzde ellidir <9>. Organik ürünlerin sertifikalı genetiği değiştirilmemiş tohumlarla yeniden üretilmesi gerekmektedir.

GD ağaçlara kim öncülük ediyor?

Amerika Birleşik Devletleri Enerji Bakanlığı kavak ağacının tüm kalıtımsal özelliklerini ilk sıralayandı. Diğer üç GD ağaç cinsi orman biyoteknoloji araştırmalarına egemen oldu; çam, okaliptus ve ladin (picea). Bunlar da açık denemelerde yaygın olarak dikildi. ABD’de GD ağaçların test saha uygulamaları onbeş yılda yüzde 70’in üstüne yükselmiştir.

ArborGen GD ağaç araştırma ve geliştirmelerinde öncüdür. Şirket internet sitesinde başlıca amaçlarının “sürdürülebilirliğe adanmışlık” olduğu açıklanmaktadır. Üç şirketten; International Paper, MeadWestvaco ve Rubicon ödenek almaktadır. Bu “sürdürülebilirlik” bakış açısı açıkcası Şili ve Brezilya’daki yerli toplulukları mutlu edecek birşey değildir.

8 Mayıs 2006’da International Paper’in merkez binasının dışında GD ağaçların (“Bir sessiz orman” serisine bakınız) tehlikelerine dikkat çeken ve araştırma geliştirme programlarını gelecek yıl ki 2007 hissedarlar toplantısından önce zamanında dağıtmak için bir protesto günü düzenlenecek.

Nanoteknoloji ile geliştirilen GD ağaçlar

Kağıt Bilim ve Teknoloji Enstitüsü’nün ABD Oak Ridge Devlet Enerji Laboratuvarı işbirliği ile en son genetik mühendisliği projelerinde sentetik DNA bitki hücrelerine enjekte etmek için karbon nanofiberleri kullanılıyor<12>. Karbon nanofiberler ve nanotubeler moleküler boyutlu parçacıklar. 1 nanometre 1 metrenin 1 milyarda biri ve bir kum taneciği 1 milyon nanometre uzunluğunda.

Bu teknik, DNA liflerinin bağlandığı silikon yongalara yapışık olarak büyüyen milyonlarca karbon nanofiberi kullanır. Yaşayan hücreler daha sonra onlara doğru fırlatılır, fiberlerce delinip geçilir ve hücrelerin içine DNA enjekte edilir. Bu işlemi takiben oluşan sentetik DNA, yeni proteinler ve özellikler gösterebilir.

Karbon nanotubelerin 1991’de icadından beri ticarileştirme telaşı vardı, fakat yakın geçmişte farelerin akciğerlerinde iltihap yapan yüksek derecede toksik olduğu laboratuvar deneylerinde bulunduğu zaman pek az güvenlik önlemi alındı<13>. (“Nanotubes yüksek derecede toksik”, SIS 22; “Nanotoksity yeni bir bilim dalı”, SIS 28<14>).

Mühendislik Kraliyet Akademisiyle bağlantılı olan Kraliyet Kurum Raporu Temmuz 2004’de çok ince üretilen nanoparçacıklar eğer salınırlarsa insan sağlığı ve çevreye olası etkileri konusunda belirsizlikler olduğunu belirtti. Raporu üreten çalışma grubunu yöneten Profesör Ann Dowling, nanoparçacıkların “hem olumlu hem olumsuz etkileri olabileceğine karar vermek hayati önem taşımaktadır” dedi.

Nanofiberlerin asbestos benzeri etkileri
2004 yılı AB Nanoform raporu nanofiberlerin şeklini asbestos fiberlerine benzetmekte ve etkilerinin asbestosun insan sağlığa iğrenç etkilerine benzediğini ima etmektedir<16>.

Bir NASA çalışması <17> bu akciğer iltihabının silica tozunun teneffüs edilmesi nedeniyle oluşan bir solunum yolları hastalığı olan silikozdan daha ciddi olduğunu bildirmektedir.

ISP toksikoloji uzmanı Dr. Vyvyan Howard’ın yardım ettiği Bir Avrupa Komisyon raporu nanoteknoloji tehlikelerini detaylı olarak kaydetmektedir <18> (“Nanotox”a bakınız, SIS 21<19>). Nano riskleri adresleyerek, nanoteknoloji kullanarak yapılan genetik değişikliklerin “yayılmanın engellenebildiği” mikroorganizmalarla sınırlandırılmasını açıkca önermektedir.

Nobel ödülü sahibi ve Carbon Nanotechnology Inc yönetim kurulu başkanı Dr. Richard Smalley bu erken uyarıları yok saymıştır ve tekniğinin sağlığa hiçbir tehdit oluşturmadığı konusunda inat etmektedir. “Biz hiçbir sağlık riski olmadığının kanıtlanacağına eminiz, ama bu (toksikoloji) çalışma devam edecek” demiştir.

Mikroçoğalma klon üretir

Hindistan’da araştırmacılar çok küçük doku parçalarından bitki klonlamak için “mikroçoğalma”yı kullanmaktadır<3>. Mikroçoğalma seksuel üremeyi es geçen tüpte bitkisel çoğalma metodudur ve seçilen bireylerin çok büyük sayıda tam olarak kopyalarının yapılmasını mümkün kılar. Genetik mühendislikle üretilen milyonlarca özdeş bitki 64 ülkede ormancılıkta deneysel biyoteknoloji çalışmalarının en büyük alanını (yüzde 34) oluşturmaktadır.

Bu araştırmanın nihai amacı GD ağaç ürünlerinin global dağıtımını çabuk ve kolay yapacak şekilde “örnek türlerin” klonlarından patenli tohumlar üretmektir.

Bu klon ağaçlar genetik olarak özdeştirler ve geçmiş deneyimlerin açıkca gösterdiği gibi bir hastalık veya zararlı böcek durumunda tümüyle silinip yok olacaklardır.

GD ağaçlar için gelecek yok

FAO orman biyoteknolojisine karışan 65 ülkede anket yapmıştır ve cevapları GD ağaçların geleceği ve algılanan yararları konusuna verilen önemin uygunsuz olduğunu göstermektedir.

Gönderilen dörtyüzden fazla soru kitapçığının sadece kırkbeş tanesi cevaplanmış ve bunların sadece yirmiüçü GD ağaçlar üzerinde araştırma yapmıştır.

GD ağaçların yararları, daha kolay kağıt hamuru sağlamak, kereste endüstrisinde kullanılan kimyasalları azaltmak, zararlı böcek ve hastalıklara dayanıklılık, topraktaki civa kirliliğinin ağaç kökleriyle emilerek yokedilmesi, eczacılık için ikinci bileşikler ve kuraklıkla sıcak gibi çok uç çevresel durumlara dayanıklılık olasılığı olarak algılanmaktadır.

Bütün bu algılanan yararlar sorunsuz değildir ve ticarileştirmenin doğruluğu kanıtlanmadan önce dikkatli biyolojik ve çevresel değerlendirmenin yapılması uzun yıllar gerektirmektedir. İnsan sağlığına yararları en düşük skoru kaydetmektedir.

Niçin GD ağaçlar değil?


• Biyogüvenlik hakkındaki Cartegena Protokolünü bozmak- Yaşayan Değiştirilmiş Organizmaların ulusal sınırlar içerisinde taşınmasının kontrolü için ilk uluslararası yasa. Brezilya 2006 UNEP/CBD/COP8/WG.1/L3 Orman Biyolojik Çeşitlilik Kararı altında.

• Ekosistemleri bozmak ve GD ürünler gibi fakat daha büyük boyutlu olarak çevresel, sağlık ve ekonomik riskler içermek.

• İklim dengesini sağlamak ve yağmur miktarını düzenlemek için çok önemli olan doğal biyoçeşitli ormanların yerini almak ve tehdit etmek.

• Atmosfere karbondioksit dönüşünü hızlandıran ve çok daha fazla su tüketen hızlı gelişen ağaçları üretmek.

• “”phytoremediation” kullanıldığı zaman, güneyde kirlenmiş bölgelerde topraktaki civanın yer değiştirmesi ve kuzeye bırakılması. Çıkarılan civanın toprağa ilk haliyle toksik madde olarak bırakılması.

• Sentetik genler ve toksinlerle oynayarak tohum ve çiceklenme üretimine müdahale edip doğal biyoçeşitliliğe olduğu gibi insan ve hayvan sağlığına tehdit oluşturmak.

• Tek tür tarım yapılan alanlarda kereste ve kağıt hamuru üretiminin artmasıyla doğal yaşam ortamları yerel ormanları yiyecek ve çok yönlü farklı kullanan yerli toplumları yok edilmekte.

• Ağaçların daha lifli içeriği (lignin) gücü, zararlı böcek ve hastalıklara dayanıklılığı azaltmaktadır. Artan lignin toprakta özümsenmemiş bitkisel madde birikimine yol açmaktadır.

Kaynak: Ormanlarımızı Koruyalım serisi, Science in Society 2005, 26, p 14-24

FAO’nun önerdiği çerçeve GD ağaçların güvenliğini değerlendirmektedir. Bu nedenle var olan ormanların devasa çeşitliliğini ve çeşitliliği koruyan ormanların çok yönlü kullanım yararlarını kabul eden bir yaklaşımı tanımalıdır (“Ormanların çok yönlü kullanımı”, SIS 24)<21>.

GD ağaçlara tedbirli yaklaşılmasını açıklayan UN CBD bildirisi, önerilen GD ağaçları moratoryumuna doğru yararlı bir adımdır.

“USDA GD erik agaçlarının onayı askıda iken Prof. Joe Cummings’in yorumları.”

Tam metin için: www.isis.org
Çeviri: Ayşen Eren / GDOHP Ugil

Kaynak:http://www.tarimmerkezi.com/yazar_kose.php?hid=475

Mine Pakkaner Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 30-01-2007, 04:39   #14
Ağaç Dostu
 
Mehmet Ali Aşık's Avatar
 
Giriş Tarihi: 10-09-2006
Şehir: Metropolis
Mesajlar: 161
Galeri: 19
GDO Pirince dikkat!
http://www.organicconsumers.org/arti...ticle_3179.cfm


Amerikan mali GDO pirinç AB de yasal olmamasina ragmen yasadisi yollardan girmis durumda.Çin mali GDO pirinçede Avrupda rastlanmis.
Amerikan pirincinin çok buyuk bir orani Terminator tohumlardan uretiliyor **** polen kacisi sonucunda kirlenmis durumda Kaliforniyadiki organik pirinç çifliklerinde bile GDO genleri tesbit edilmis durumda.
Yerli pirinç ureticimizin yok edilmeye çalisildigi bu donemde Amerikan mali pirinç Turkiye pazarinda(mehsur BIM marketlerinde gormustum)Bu pirincin GDO olmasi çok yuksek.Bu konuda ilgili tum arkadaslardan yardim bekliyorum.Bu pirinçin canavar tohumlardan olup olmadigini nasil ogrenecegiz sunuda belirteyim Amerikan mali GDO urunlerine sahte "GDO degildir" belgesi verildigi organiconsumer.com da yazilmisti.En guvenilir yol
bu pirinci labaratuarda tahlil etmektir.
Daha hangi gidalarda DNA larimizi degistirmeye yonelik seytani bir plan var bilemiyorum ama bizdeki yabanci marka hayranligi onlarin isini kolaylastiriyor.

Mehmet Ali Aşık Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 13-05-2007, 01:40   #15
agaclar.net
 
Mine Pakkaner's Avatar
 
Giriş Tarihi: 06-01-2006
Şehir: İzmir
Mesajlar: 10,707
Galeri: 99
GDO'lu gemiler Bandirma Limani'na dayandi!

Ziraat Mühendisleri Odası Haber Grubu'ndan gelen mesajı bilgilerinize sunarım.

GDO'lu gemiler Bandirma Limani'na dayandi!

Turkiye'ye 110 bin ton genetigi degistirilmis misir getiren gemiler, limanlarimiza dayanmaya basladi. Amerikali - Avrupali beyaz adamlarca uretilen bu misirlar, "yerliler" tarafindan kapisiliyor. Boylece ureticinin emegi, tuketicinin sagligi "ticarete" konu ediliyor.

Sozlerimizi acmak icin, genetigi degistirilmis urunu tanimlayalim.

Biyoteknolojik yontemlerle kendi turu disindaki bir turden gen aktarilarak belirli ozellikleri degistirilen bitki, hayvan ya da mikroorganizmalara "transgenik" ya da "genetigi degistirilmis organizma" (GDO) denilmektedir. Bu kapsamda, ornegin baliga ait bir gen domatese, bakteri veya viruse ait bir gen misira aktarilabilmektedir.

Oyku, "yapisal uyarlama" altindaki ulkelere, paten hakkini ongoren "cagdas yasalarin" transfer edilmesi ile baslar. Ardindan cok uluslu sirketler, binlerce yildir dogaya ait olan tohumlara bir ya da birkac gen aktarimi yaparak bu tohumlarin uzerinde mulkiyet "hakkı" tesis ederler. Artik o tohum, sirketin mali olmustur.

Terminator teknolojisi kullanilarak, GDO'lu tohumdan ureme yetenegi alinmistir. Yani tohum sadece bir kere ekmeye yara ve alacaginiz urunu tekrar ekemezsiniz. Ayrica bu tip tohumlarda kullanilabilecek tarim ilaclari da yine ayni sirket tarafindan uretilmeye baslanmistir. Baska bir deyisle, her yil ayni tohumu ve ayni ilaci, cevre ulkelerin yoksul koyluleri, ayni sirketten satin almak zorunda birakilmislardir.

GDO'lu tohumlar, rekabet ustunlugune sahiptirler. Kontrolsuz kosullarda dogaya salindiklarinda, biyocesitliligi tahrip eder ve hizla baskinlik kurarlar. Ayni zamanda gen kacislari ile dogal urunleri bozarlar.
Bunun icin ulkeler, GDO'lu urunlerin ekimine tarlalarini acmak istemezler. Beyaz adam, Meksika orneginde oldugu gibi, once kacak ekim yaparak bulasiklik yaratir. Boylece "ekimin yasallasmasi" onunde bir engel kalmaz. Ardindan bagimlilik pekisir, her yil cevre ulkelerin katma degeri sirketlere akmaya baslar.

Uretilen urunler, dunyaya pompalanir. Biyoguvenlik yasalarinin cikmasinin engellendigi ulkelerde, GDO'lu urunler ithal edilir, hayvan yemi rasyonlarinda ve isleme sureclerinde kullanilir, tuketici sofrasina ulastirilir.
GDO'lu urunler halk sagligi uzerinde buyuk risk olusturur. Alerjik reaksiyonlar, antibiyotikler karsi gelisen dayaniklilik bunlardan en bilinenleridir. Ancak GDO'lu maddelerin ucuncul biyokimyasal urunlerinin nesiller boyunca insan vucudu icinde yol acabilecegi degisikliklerin olasi sonuclarini dusunmek bile korkunc.

Iste bu cerceve icinde Turkiye, 1996 yilindan bu yana GDO'lu misir, soya, pamuk ve kolza ithal ediyor. Biyoguvenlik Yasasi Meclis-Bakanlik arasinda dort yildir tenis topu muamelesi gorurken, hicbir denetim ve sinirlamaya tabi olmaksizin gemiler Anadolu limanlarina yanasiyor, GDO bosaltiyor.

Bunlar buyuk ve kucukbas hayvanlarin beslenmesinde, kolali iceceklerde, hazir corbalarda, yaglarda, bebek mamalarinda kullaniliyor. 800 cesidin uzerindeki urun yelpazesinde sofralardaki yerini aliyor. Tuketici bilmeden bunlari kullaniyor.

"Muktesebatina uyum zorunlulugu" bulunan Avrupa, iceriginde %0.9'un uzerinde GDO'lu hammadde bulunan urunlerin etiketlenmesi zorunlulugunu getireli yillar oldu. "Muz Cumhuriyetleri" icin bu alanda yapisal uyarlama, cok ivedi bir ozellik tasimiyor anlasilan...

Kazananlar coniler ve ortaklari, yani bir avuc. Kaybedenler ise milyonlar.

"Zipla, zipla, ziplamayan coni'dir" denildi, "kuresellesme" diye tanimlanan emperyalizmin ipligi pazara cikarildi.
Simdi, ziplamaktan daha fazla seyler yapma zamani...

Gokhan Günaydın
Ziraat Mühendisleri Odası Genel başkanı
9 Mayis 2007

guneydefne beğendi.
Mine Pakkaner Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 21-07-2007, 15:25   #16
Ağaçsever
 
Giriş Tarihi: 08-10-2006
Şehir: Bursa
Mesajlar: 44
Galeri: 19
BASINA VE KAMUOYUNA
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından 26 Haziran 2007 tarihinde GDO ve GDO'lu ürünlerin ithalatı, işlenmesi ve kontrolüne ilişkin hususların "YASAL DÜZENLEMELERİN BELİRLENMESİNE KADAR" düzenlenmesine ihtiyaç duyulduğu gerekçesi ile GDO ve GDO'LU BİLEŞEN İÇEREN GIDA ve YEM MADDELERİNİN İTHALATI, İŞLENMESİ ve KONTROLÜNE İLİŞKİN HUSUSLAR HAKKINDA TALİMAT" hazırlanmıştır. GDO'lu gıda ve yemlerin ithalatı, işlenmesi ve yurt içinde kontrolü aşamalarındaki işlemlerin söz konusu talimat hükümleri doğrultusunda uygulanması için durum tüm Valiliklere ve Bakanlık birimlerine bildirilmiş, 1 Ağustos 2007 tarihinden sonra talimat doğrultusunda işlem yapılacağı belirtilmiştir.

TALİMATIN YASAL DAYANAĞI YOK
Türkiye’nin taraf olduğu Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi ve eki niteliğindeki Cartagena Biyogüvenlik Protokolü TBMM tarafından kabul edilerek yürürlüğe girmiştir. Protokole göre, GDO’lu ürünlerin iç piyasada üretimi, dağıtımı ve çevreye salımı konusunda bir takım zorunluluklar getirilmiştir. Buna göre sözleşmeye taraf devletler, ihtiyatilik ilkesi çerçevesinde bu ürünlerin risk değerlendirmesini yapacak sistemi kurmak, çevreye ve diğer gıdalara bulaşmasını engelleyecek tedbirleri almak ve ülkeye girişinden çıkışına kadar sıkı bir denetim mekanizması oluşturmak, bunu da bir iç hukuk düzenlemesi olan kanun ile yapmak zorundadır. Buna karşın Bakanlık tarafından çıkartılan talimatın bu açıdan yasal bir dayanağı, her hangi bir kanun bulunmamaktadır. Talimata dayanak olarak gösterilen kanunlar ise biraz önce belirttiğimiz yükümlülükleri karşılayan bir düzenleme içermemektedir.

Bununla birlikte Bakanlık yaklaşık beş yıldır yürüttüğü “Biyogüvenlik Kanunu” tasarı taslağı çalışmaları sonucu ortaya çıkardığı metinde, GDO’lu ürünlerin ithalatı, ihracatı, tüketimi, etiketlenmesi ve çevreye serbest salınımı ile ilgili yükümlülükler getirilmekte, GDO’lu ürünlerin kullanılmasından doğan zarar ve bu zarardan kaynaklanan sorumluluk, taslak metnin önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Tasarı taslağı ile GDO’lu ürünlerin üretimi, kullanılması ve tüketiminin serbest hale getirilecek olması, bu konuda duyarlılık gösteren başta GDO’ya Hayır Platformu ve diğer demokratik kitle örgütlerinin çabası ile parlemento tarafından Bakanlığa iade edilmişti.

Oysa bugün Bakanlığın yürürlüğe koyacağı söz konusu talimat ile “Biyogüvenlik Kanunu” tasarı taslağı çalışmalarının bile çok gerisinde düzenlemeler getirilmeye çalışılmaktadır. Hukuki temelden yoksun, adeta yok hükmünde olan talimat, Cartagena Biyogüvenlik Protokolü doğrultusunda GDO’lu ürünlerden zarara uğrayacak çiftçi ve tüketicilerin zararları ile bu zararların kaynağı ile ilgili ispat külfeti konusunda hiçbir özel düzenleme getirmemektedir. Böylece çiftçiler ve tüketicilerin GDO’lu ürünlerden etkilendiklerini ispat etmek zorunda kalması, yargılama masrafları ve bunun için gerekli yüksek meblağlı harcamaların çiftçi ve tüketicilerce yapılacak olması, hak arama özgürlüğünü engelleyecektir. Oysa ki protokolün getirdiği ihtiyatilik prensibine göre, ispat külfeti GDO’lu ürünleri üreten ve ithal edenlerin üzerinde olmalıdır. Oysa talimat bu durumun tam aksine hiç bir düzenleme getirmeyerek hem GDO’lu ürünlere serbestlik yolu açmakta hem de bu ürünlerden doğacak zarar toplumun ve çevrenin sırtına yüklemektedir.

KİMLERE ÇIKAR SAĞLANIYOR
Türkiye’ye hukuk dışı yollarla bugüne kadar milyarlarca dolarlık GDO’lu ürün girmiş, halen de girmeye devam etmektedir. Bunun en önemli kanıtı da Toprak Mahsülleri Ofisi Genel Müdürü İsmail Kemaloğlu’nun Mayıs ayında Bandırma’ya yaptığı ziyaret sırasında ithal edilen ve Bandırma limanına indirilen mısırlarla ilgili olarak çeşitli açıklamaları ile sabittir. GDO’lu mısırların Bandırma Limanı’na girdiği günlerde sessiz kalmayı tercih eden Tarım Bakanlığı, şimdi de çıkardığı talimat ile sadece AB’den gelen ürünlerde GDO’larla ilgili düzenlemeye gitmekte, geri kalan ülkeler ile ilgili bir düzenleme getirmemektedir. Bandırma örneğinde de olduğu gibi Türkiye’ye çoğunlukla ABD ve ARJANTİN menşeili GDO’lu ürünler girmektedir.
Cartagena Biyogüvenlik Protokolü açık şekilde GDO’yu insan, hayvan, bitki ve çevre sağlığı, genetik kaynaklar için riskli ürün olarak değerlendirmekte ve ülkelere bu ürünlerin ithalatı esnasında her türlü tedbir alma hak ve yükümlülüğünü yüklemektedir. Ancak Cartagena Biyogüvenlik Protokolüne Amerika, Arjantin, Brezilya gibi pek çok GDO’lu ürün üreticisi ülke taraf bil değildir. Oysa Bakanlıkça hazırlanan talimat sadece AB ülkelerinden ithal edilen ürünlerle sınırlandırılarak büyük miktarda ithalatın yapıldığı ülkelerden gelen GDO’lu ürünleri denetim dışında bırakmaktadır.
Kamuoyunu yanıltıcı bu girişimlerle hangi sermaye gruplarının kollandığının açıklanması gerekmektedir. GDO’lu ürünleri ucuza getirip, çiftçimizin ve tüketicimizin geleceğini, biyolojik çeşitliliğin varlığını tehdit edenlerin kimler olduğu yetkililerce bir an önce açıklanmalıdır. Herhalde bunlar çiftçilerimiz değil, Cargill’in mısırlarından şeker üretenler ve diğerleridir…

KAMUOYUNUN HAKLI TEPKİSİ HİÇE SAYILIYOR
Türkiye’de yaklaşık on yıldır genetiği değiştirilmiş organizmaların riskleri, insan sağlığı ve biyolojik çeşitlilik üzerindeki yıkıcı etkileri, tarım ve çevre üzerine olumsuz sonuçları demokratik kitle örgütleri tarafından her platformda dile getirilmiştir. Canavar Balon Kampanyası ile de GDO’ya Hayır Platformu bu konudaki duyarlılığı kamuoyuna malederek topladığı yüz bin imzayı TBMM Dilekçe Komisyonuna iletmiştir. Dilekçe Komisyonu da gerekli mercileri konu hakkında bilgilendirmiş ve konunun tarafları ile birçok toplantı düzenlenmiştir. Ancak hükümet bu seslere beş yıldır kulaklarını tıkamış, bu da yetmiyormuş gibi 5553 sayılı Tohumculuk Yasası başta olmak üzere tarımın ve çiftçinin belini kıracak girişimlerini hızlandırmıştır. En son Nisan ayında Önce Ziraat Mühendisleri Odası ve Çiftçi Sendikaları Konfederasyonlaşma Platformu, Türkiye’ye GDO’lu ürün girdiği yönünde bir basın açıklaması yapmış, ardından da Ekoloji Kolektifi ve Tüketici Hakları Derneği gümrüklerden aldığı mısırlar üzerinde yaptırdığı analizlerde GDO bulunduğunu tespit ederek kamuoyunu uyarmıştır. Buna karşın hükümet bu seslere kulaklarını tıkadığı yetmiyormuş gibi şimdi de hukuka aykırı bir talimat çıkararak GDO’lu ürün ithalatını meşrulaştırmaya çalışmaktadır.

HALKIMIZI BİR KEZ DAHA UYARIYORUZ..
GDO'ya Hayır Platformu olarak Genetiği Değiştirilmiş Organizmalara (GDO) karşı 2002 yılından beri yürüttüğümüz haklı mücadelemizde yeni bir döneme giriyoruz. Hükümetin giderayak çıkarttığı GDO ve GDO'lu bileşen içeren gıda ve yem maddelerinin ithalatı, işlenmesi ve kontrolüne ilişkin hususlar hakkındaki talimatı ile GDO'ların ithalatı ve işlenmesinin meşrulaştırılmaya çalışılarak riskin sorumluluğundan kaçılıyor; tarım toprakları, gıda güvenliği, tüketici sağlığı ve çevreye geri dönülmez etkileri göz ardı edilerek ülkemiz adeta genetik yıkıma sürüklenmektedir.
Yıllarca yoksul Afrika halkına GDO yardımı yaparak onları açlığa ve sefalete mahkum edenler, Irak’ın işgali ile yürürlüğe koydukları ilk uygulama olan 81 No’lu karar ile işgali sürekli kılanlar, Türkiye’de Tohumculuk Yasası’nın çıkarılmasını sağlayarak Anadolu’nun genetik mirasını sermayeye tescilleyenler şimdi de riskli GDO’lu ürünlerin ithalatını talimata bağlayarak genetik kıyım için düğmeye basmışlardır. GDO’ya Hayır Platformu bileşenleri olarak hukuki dayanaktan yoksun Bakanlık talimatına karşı tüm meşru ve hukuki mücadele araçlarını kullanacağımızı; ekoloji, tüketici ve tarım örgütleri olarak bu mücadeleyi soruna kadar sürdüreceğimizi bir kez daha tekrarlıyoruz.
GDO’ya Hayır Platformu Hukuk Komitesi hazırlıklarını tamamladıktan sonra kamuoyu bilgilendirerek hukuki sürecimiz başlatılacaktır. Toprağı, suyu, havası için mücadele eden tüm demokratik kitle örgütlerinin çalışmalarımıza destek olmasını istiyoruz.
Bu ülkeyi, bu toprakları sattırmayacağız. Bu toprakların kirletilmesini ve yok edilmesine izin vermeyeceğiz. Tüketicilerin sağlığının risk sokulmasına izin vermeyeceğiz.

Yaşam Bizimdir. YAŞAM PATENTLENEMEZ.

GDO’YA HAYIR PLATFORMU ANKARA BİLEŞENLERİ

Arca Atay Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 21-07-2007, 15:32   #17
Ağaçsever
 
Giriş Tarihi: 08-10-2006
Şehir: Bursa
Mesajlar: 44
Galeri: 19
AKP , GDO'lari Serbest Birakacak

TÜRK HALKI KOBAY OLARAK KULLANILIYOR

http://www.showtvnet.com/haber/yasam/20072007/gdo.shtml

Genetiği Değiştirilmiş Organizma'ya (GDO) Hayır Platformu temsilcileri, GDO'lu ürün ithalatını kolaylaştıran bakanlık talimatını protesto etti.
Platform sözcüsü ve TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) Başkanı Gökhan Günaydın, protesto amacıyla platforma üye kuruluşların temsilcileri ile birlikte düzenlediği basın toplantısında, "İnsan sağlığı ile oynamaya kimsenin hakkı yok. Bakalım bu gıdaları Bakan Eker çoluğuna çocuğuna yedirecek mi yoksa imha mı edecek" dedi.
Günaydın, GDO'lu ürün kullandığı halde beyan etmeyen firmaları yakında ilan etmeye başlayacaklarını bildirirken, Tüketici Hakları Derneği (THD) Başkanı Turhan Çakar, GDO'lu ürünler konusunda 'Türk halkının kobay olarak kullanıldığını' öne sürdü.
Platform adına düzenlenen basın toplantısında konuşan ZMO Başkanı Günaydın, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından 26 Haziran'da yayımlanan ve 1 Ağustos'tan itibaren uygulanacak "GDO ve GDO'lu bileşen içeren gıda, yem ve yem maddelerinin ithalatı, işlenmesi ve kontrolüne ilişkin hususlar hakkında talimatın, Türkiye'de tarımsal üretim ile tüketici sağlığını tehlikeye atan düzenlemeler içerdiğini söyledi.
Türkiye'nin de taraf olduğu Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi ve eki niteliğindeki Cartagena Biyogüvenlik Protokolü ile GDO'lu ürünlerin iç piyasada üretimi, dağıtımı ve çevreye salınımı konusunda bazı zorunluluklar getirildiğini hatırlatan Günaydın, bu konuda düzenleme yapmak üzere Bakanlık tarafından hazırlanan ve 'GDO'lu ürünlerin üretimi, kullanımı ve tüketimini serbest hale getirecek" olan "Biyogüvenlik Kanunu Taslağı"nın çıkarılmasının, platformun gayretleri sonucunda çıkarılmasının önlendiğini anlattı.
Diğer taraftan bakanlığın yayımladığı son talimat ile çıkarılmak istenen 'Biyogüvenlik Kanunu'ndan daha ileri hükümler getirilerek, GDO'lu ürünlerden zarara uğrayacak üretici ve tüketicilerin zararları ve bu zararların kaynağı ile ilgili ispat külfeti konusunda hiç bir düzenleme getirilmediğini kaydeden Günaydın, böylece hem GDO'lu ürünlere serbestlik yolu açıldığını, hem de ürünlerden doğacak zararın toplumun ve çevrenin sırtına yüklendiğini belirtti.
Türkiye'ye 1989'dan beri başta mısır ve soya olmak üzere milyonlarca dolarlık GDO'lu ürün ithal edildiğini, AB düzenlemelerine göre, GDO kalıntısı oranını binde 9'u aşması halinde bunun ürün üzerinde beyan edilmesi gerektiğini anlatan Günaydın, ancak Türkiye'de firmaların böyle bir uygulama yapmadığına dikkati çekti.
Son dönemde ithal edilen 250 bin ton mısır 100 bin tonunun Arjantin'den getirildiğini ve bunun GDO oranını bilinmediğini kaydeden Günaydın, ABD, Arjantin, Brezilya gibi birçok GDO'lu ürün üreten ülkelerin Cartagena Biyogüvenlik Protokolüne taraf olmadığını hatırlattı.
Bakanlıkça hazırlanan talimatın sadece AB'den yapılan ithalatı düzenlediğini, GDO'lu ürünlerin büyük bölümünün ithal edildiği ülkeleri kapsam dışında bıraktığını belirten Günaydın, "Kamuoyunu yanıltıcı bu girişimle hangi sermaye grupları kollanmaktadır? GDO'lu ürünü ucuza getirip çiftçimizin ve tüketicimizin geleceğini, biyolojik çeşitliliğin varlığını tehdit edenlerin kimler olduğunun açıklanması gerekir" dedi.
GDO'ya Hayır Platformu'nun, GDO'lu ürünler taşıdığı riskler konusunda defalarca kamuoyunu ve yöneticileri uyardığını, halkın tepkisini göstermek amacıyla hazırlanan 100 bin imzalı dilekçenin TBMM'ye sunulduğunu hatırlatan Gökhan Günaydın, "bu seslere kulağını tıkayan hükümetin, giderayak hukuka aykırı talimat çıkararak GDO'lu ürün ithalatını meşrulaştırmaya çalıştığını" ifade etti.
GDO'ların tarım toprakları, gıda güvenliği, tüketci sağlığı ve çevreye geri dönülmez etkileri gözardı edilerek Türkiye'nin adeta genetik bir yıkıma sürüklendiğini öne süren ZMO Başkanı Günaydın, GDO'ya Hayır Platformu olarak, hukuki dayanaktan yoksun bakanlık talimatına karşı tüm hukuki ve meşru yollara başvuracaklarını söyledi.

"MUZ CUMHURİYETİ MUAMELESİ..."
Günaydın, GDO'lu ürün içeren mayonez, nişasta, cips, kraker, kahvaltılık gevreklerin bulunduğu gıdaları Bakan Eker'e göndermek üzere kutuya koyarken, binde 9'dan fazla GDO kalıntısı içeren ürünlerde, bunun etiket üzerinde beyan edilmesi gerektiğini hatırlattı.
Firmaların ürünlerinde GDO'lu ürün kullanılmadığını beyan etmesini isteyen Günaydın, aksi takdirde GDO'lu ürün kullanan firmaları, yakında ilan etmeye başlayacaklarını belirterek, "GDO'lu ürün içeren 800'den fazla işlenmiş gıda tüketicinin sofrasına giriyor. Kimse Türkiye'ye Muz Cumhuriyeti muamelesi yapamaz. Kimsenin insan sağlığı ile oynamaya hakkı yok" diye tepki gösterdi.
Günaydın, doğru tarım politikaları ile, Türkiye'nin ihtiyacı olan mısır ve soyayı yurt içinde üretebileceğini de vurguladı.
THD Başkanı Turhan Çakar da 2004 yılında piyasadan topladıkları birçok gıda ürünü ve yemde yaptırdıkları analizlerde yüksek miktarlarda GDO'lu ürün tespit edildiğini hatırlatarak, Türk halkının GDO'lu ürünler konusunda kobay olarak kullanıldığını öne sürdü.
Çakar, üretim, ithalat ve tüketimde yasaklama beklerken bakanlığın bir talimatla GDO'lu ürünleri serbest bıraktığını belirtirken, bunu kabul etmelerinin mümkün olmadığını, yeni hükümetten acilen bu konuda önlem alınmasını istediklerini söyledi.
Çakar, GDO'lu ürün içeren gıdaların Bakan Eker'e gönderilmek üzere kutuya konulması sırasında da, "Bakan Eker bunları çocuklarına yedirebilecek mi, takip edin" dedi.

20.07.2007

************************************************** ****

TÜRKİYE GENETİK YIKIMA SÜRÜKLENİYOR - EVRENSEL

Genetiği Değiştirilmiş Organizmalara (GDO) Hayır Platformu Ankara Bileşenleri, Tarım Bakanlığı‘nın GDO‘lu ürün ithalatının önünü açan talimatına tepki göstererek, "Türkiye genetik yıkıma sürükleniyor" uyarısında bulundu.
Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) Lokali‘nde düzenlenen basın toplantısında konuşan ZMO Başkanı Gökhan Günaydın, Tarım Bakanlığı‘nın hazırladığı "GDO ve GDO‘lu Bileşen İçeren Gıda ve Yem Maddelerinin İthalatı, İşlenmesi ve Kontrolüne İlişkin Hususlar Hakkında Talimat"ın 1 Ağustos‘ta yürürlüğe gireceğini kaydetti. Türkiye‘nin de taraf olduğu Biyoçeşitlilik Sözleşmesi ve Cartagena Biyogüvenlik Protokolü‘nün GDO‘lu ürünlere ilişkin bir dizi zorunluluk getirdiğini belirten Günaydın, GDO talimatının bu zorunluluklara uymadığını belirtti. Türkiye‘ye hukuk dışı yollarla bugüne kadar milyarlarca dolarlık GDO‘lu ürün girdiğini kaydeden Günaydın, GDO‘lu ürünlerin özellikle ABD ve Latin Amerika menşeli olduğunu söyledi.
Talimat ile GDO‘lu ürünlerden doğan zararı ispat külfetinin çiftçilere ve tüketicilere yıkıldığını kaydeden Günaydın, bu düzenlemenin Cartagena Biyogüvenlik Protokolü‘ne aykırı olduğunu söyledi. Günaydın, "Talimat hem GDO‘lu ürünlere serbestlik yolu açmakta, hem de bu ürünlerden doğacak zararı toplum ve çevrenin sırtına yüklemektedir. AKP Hükümeti giderayak çıkardığı talimat ile GDO‘ların ithalatı ve işlenmesini meşrulaştırmaya çalışarak riskin sorumluğundan kaçmaktadır. GDO‘ların tarım toprakları, gıda güvenliği, tüketici sağlığı ve çevreye geri dönülmez etkileri göz ardı edilerek, ülkemiz adeta genetik yıkıma sürüklenmektedir" diye konuştu.

Tüketiciler kobay değil!
Talimatın iptali için yargıya başvuracaklarını ve GDO‘lu ürünlere karşı mücadele etmeye devam edeceklerini belirten Günaydın, "Bu ülkeyi, bu toprakları sattırmayacağız. Bu toprakların kirletilmesine ve yok edilmesine, tüketicilerin sağlığının riske sokulmasına izin vermeyeceğiz" dedi. GDO‘lu ürün satan firmalara "GDO‘lu ürün sattığınızı açıklayın" diye seslenen Günaydın, aksi takdirde kendilerinin bu firmaları açıklayacağını bildirdi. Tüketici Hakları Derneği Başkanı Turhan Çakar ise hayvan yeminden sıvı yağa, hatta bebek mamasına kadar birçok üründe GDO bulunduğunu kaydederek, özellikle mısır ve soyadan imal edilen ürünlerde GDO olduğunu söyledi. Ankara ve İsviçre‘de yaptırdıkları analizlerde birçok üründe GDO çıktığını kaydeden Çakar, "Tüketiciler kobay olarak kullanıldı" dedi.
Açıklamanın ardından GDO‘ya Hayır Platformu Bileşenleri, Tarım Bakanı Mehdi Eker‘e GDO‘lu olma potansiyeli yüksek olan ürünlerden oluşan bir koli gönderdiler.

(Ankara/EVRENSEL)

Arca Atay Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 25-07-2007, 22:15   #18
Yeni Üye
 
Giriş Tarihi: 03-06-2006
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 9
C.B.Ü Tarımsal laboratuar mezunuyum. GDO' lu bitkiler kullanmamamız gerktiğini hocalarımız uyarmıştı. Özellikle içinde mısır ve soya olan çorba, puding, cips, yağ, gofret vs. mamullere dikkat etmemiz gerektiğini öğrendim.
Ayrıca bir tarım dergisinde "TRANSGENİK BİTKİLER" bir araştırma okudum. Türkiye'de yasak deniyor. Ama bu konuda bir tehdit söz konusu mu? Bence korkunç birşey..

Altınoluk Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 24-12-2007, 07:09   #19
Ağaç Dostu
 
Mehmet Ali Aşık's Avatar
 
Giriş Tarihi: 10-09-2006
Şehir: Metropolis
Mesajlar: 161
Galeri: 19
Gdo Kurban Eti?

Tum Agaçseverlerin Kurban bayram kutlu olsun.
Kurban bayramin son gununde aklima gelen bir soruyu sizlerle paylasmak istedim.Bildiginiz gibi AB,IMF,ABD,Dunya Bankasi vs surekli Turkiyeye kalkinmak icin tarimdan ,hayvanciliktan vazgec nasihati veriyor. Bizim siyasiler ise kendi koltuk sevdalarinin bu "emirleri" yerine getirmeden geçmeyeceklerini bildikleri için her seye " hay hay efendim diyorlar". Turkiyede buyuyen nufus ,azalan ve zorlasan tarim bununla beraber artan tarim urunleri ihracatini beraberinde getirmistir.
Hayvancilikta kullanilan hayvan yemlerinin ithal edildiginide duymustum eger bu yemler GDO tohumlardan ise bu tohumlarla beslenen hayvanlarda bir nevi GDO ete sahip olmuyorlarmi?
ithal yemler ne kadar yaygin ,gdo mu ,nerden geliyor ? bu sorularin cevabini bilmiyorum bu konuda gorusleriniz nedir ?

Mehmet Ali Aşık Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 24-12-2007, 10:37   #20
Yeni Üye
 
Taharka's Avatar
 
Giriş Tarihi: 29-11-2007
Şehir: Bursa
Mesajlar: 2
GDO bir tür jenleri dizayn edilmiş organizma demek. İlk başlardaki hedefi örneğin bazı hastalıklara dirençli bol meyve veren bitikler üretmekdi. Sonraları Bazı insanlarda etki yapabilen mesela antidiabetik gibi ilaçları methabolizmaya meyveler yolu ile sokulmaları denendi gözlemlendi. Bunun yanı sıra antipsikotik ilaçları da veya proteinleri de meyve yolu ile sokulabilirliğini de yazarsam bu GDO'lu tohumların ciddi bir biyolojik silaha dönüldürülmüş olduğunu umarım toplum olarak farketmiş oluruz. Bu her GDO lu için geçerli değildir elbet ancak geçen hafta yurda sokulmıya çalışılan hibrit diye kısaca geçiştirilen domates tohumlarının durumunun ciddiyeti de umarım anlaşılır vede kafalarda soru işaretleri oluşturur.

Taharka Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 17-02-2008, 22:28   #21
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 13-04-2006
Şehir: Ankara
Mesajlar: 9,099
Galeri: 25
Ürünün görünümü yerine, lezzetine önem veren Antalyalı çiftçi, daha fazla talep gören ve tat değeri normalinin 4 katı olan aromalı domates yetiştirmeye başladı. Şimdi süpermarketlerin siparişlerine yetişmekte güçlük çekiyor.

Yenilikçi üretici Doğan'ın aromalı domatesle tanışması 2005 yılında İtalya'nın Sicilya kentinde düzenlenen 'Dünya Domates Konferansı' ile başlamış. "Tüketici taleplerini araştırırken sıklıkla domatesin eski tadında olmadığı yönünde şikayetlerle karşılaştık." diyen Doğan, Sicilya'da gördüğü katma değeri yüksek ve normaline göre daha tatlı olan aromalı domatesi Türkiye'de yetiştirmeye karar vermiş.

Ürettiği minik domateslerin marketlerde büyük ilgi gördüğünü ifade eden Doğan, "İlk başladığımızda 20 ton sattık. Sonra birden patladı. 2006'da 750, geçen yıl da 1.500 tona çıktık." diye konuştu. Doğan, halen sözleşmeli çiftçilerle birlikte 700 dekar alan üzerinde aromalı domates yetiştiriyor.

Aromalı domatesin tohumu gramla değil taneyle satılıyor. Sadece bir tane tohumun fiyatı 1,2 Euro. Normal domatesin tat değeri 3 briks (konsantrasyon oranı) iken aromalı domateste bu oran 7'den başlıyor. Şu anda briks oranı 11 olan ürün yetiştirdiğini aktaran Doğan, şeker oranı 14 olan ürünlerin de deneme çalışmalarını yaptığını ifade etti. Domates, üzüm gibi salkım salık yetişiyor.

http://www.patronlardunyasi.com/news...l.php?id=40721


Acaba haberdeki domates bir GDO mu dur?

denizakvaryumu Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 18-02-2008, 18:55   #22
Yeni Üye
 
Giriş Tarihi: 13-08-2007
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 16
şekere de dikkat

Biliyorsunuz son yıllarda ülkemizde şeker pancarı üretimi devlet eliyle kısıtlanıyor, şeker fabrikalarımız bir bir özelleştiriliyor veya kapatılıyor ve bizler ' mısır nişastasından' elde edilen şeker tüketmeye zorlanıyoruz. Batıda mısırdan üretilen şeker oranı %2 ile sınırlanırken ülkemizde şimdide % ların üzerine çıkmıştır. Şimdi dikkat- bu şekerler Amerikadan ithal edilen genetiği oynanmış mısırlardan elde edilmektedir ve kansere davetiye çıkartmaktadır. Lütfen duyarlı olalım

rerkel Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 19-02-2008, 09:24   #23
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 13-04-2006
Şehir: Ankara
Mesajlar: 9,099
Galeri: 25
Son zamanlarda büyük alışveriş merkezlerinde ve merkezi caddelerde arabalarda satılan ve Malezyadan geldiği belirtilen bardak mısırlar acaba GDO mısır mıdır?

denizakvaryumu Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 01-04-2008, 02:14   #24
Ağaç Dostu
 
imgelem's Avatar
 
Giriş Tarihi: 21-01-2007
Şehir: Cunda Adası / Ayvalık
Mesajlar: 312
Galeri: 25
Genetiği Değiştirilmiş Organizmalara (GDO) karşı uzun yıllardir etkin biçimde mücadele veren GDO'ya Hayır Platformu, Ulusal Biyogüvenlik Yasası'nin bir an önce çıkartılması için, "Biyogüvenlik Hemen Şimdi, Gıda Tohum Haktır" sloganıyla bir kampanya başlattı. ( http://birtohumbiny asam.blogspot. com/ )


GDO'lu urunlerin tarim topraklari, gida guvenligi, tuketici sagligi ve cevreye yonelik geri donulmez etkileri ortadayken, Biyoguvenlik Yasasi'nin daha fazla suruncemede birakilmamasini isteyen GDO'ya Hayir Platformu, bir Eylem Takvimi hazirladi. Buna gore, yerel tohumlarimizi ve biyocesitligimizi koruyarak, esit ve adil paylasimli guvenli gidaya ulasmamizi saglayacak bir yasanin hazirlanmasi icin, Nisan ve Mayis aylarinda cesitli toplantilar duzenlenecek. Ayrica Ankara, Istanbul,Izmir ve Bursa illerinde gezdirilecek Misir Balonu ile ulkemize son yillarda giren genetigi degistirilmis organizmalara dikkat cekilecek.
"Biyoguvenlik Hemen Simdi" Kampanyasi ile ilgili olarak 30 Mart 2008 Pazar gunu saat 11.00'de TMMOB Ziraat Muhendisleri Odasi'nda tum yazili ve gorsel basin uyelerinin davetli oldugu basin toplantisi duzenlendi.Basin aciklamasinda soyle denildi:


Canlı yaşamında gereksinim duyulan birincil madde gıda, gıda için gereksinim duyulan birincil üretim alanı tarım, tarım için gereksinim duyulan öğeler ise toprak, su ve tohumdur. Toprak, su ve tohumdan bir tanesi eksik ise gıda olmaz, gıda olmaz ise canlılar da olmaz. Bunun için "tohum yaşamdır", bunun için "toprak yaşamdır" ve bunun için "su yaşamdır". Gıda yoksa yaşam da yoktur, gıda egemenliği yoksa bize dayatılan özürlü gıdalar ile beslenmeye devam edeceğiz demektir.

Son yıllarda yürütülen gıda ve tarım politikaları yüzünden kendini besleyebilen tarım potansiyeline sahip bir ülke iken, her şeyini dışarıdan alan, ne verirlerse ne dayatırlarsa onu alan, yiyen ve kabullenen bir ülke durumuna düştük. Gıda ve Tarımın birbirinden ayrılamayacak ilişkisi, yurttaşların aleyhine işliyor. Geleneksel tarım ve tarımsal üretim köstekleniyor ama ithalat alabildiğine destekleniyor, Kırsal nüfusun gıda ürünleri yetiştirme olanakları yok ediliyor, bu nüfus kent varoşlarına göç ettiriliyor, tohum, çiftçiden ve kamudan tamamen alınıyor şirketlere devrediliyor. Çokuluslu biyoteknoloji şirketleri ve tohum tekelleri ülke topraklarına ve sofralarımıza el koymak için sırada bekliyor.

Bu ülkenin tarımı ve gıda egemenliğine büyük bir darbe indirecek olan Tohumculuk Yasası'nın açtığı yaraları bir nebze olsun kapatabilmek için, yerel tohumlarımızı ve biyolojik çeşitliliğimizi koruyabilmek için, eşit ve adil paylaşımlı güvenli gıdaya ulaşabilmek için, gıda egemenliğimizi korumak için Ulusal Biyogüvenlik Yasası'na ihtiyacımız vardır.

"Biyogüvenlik Yasası, Hemen Şimdi !" diyerek, tüm yurttaşları, tüketicileri ve tüm çiftçileri yani halkımızın tümünü, Biyogüvenlik Yasası'nın çıkarılmasına taraf olmaya çağıran bir kampanyayı biz yaşam savunucuları bugün başlatıyoruz.

Türkiye'de 1998 yılından 2008 yılına kadar, yani tam 10 sene Ulusal Biyogüvenlik Komitesi toplantıları yapılmıştır. Bu zaman zarfında GDO'ların serbest dolaşımını düzenleyecek Biyogüvenlik Yasası'nın çıkartılması sürüncemede bırakıldığı gibi; yasa, toplumun mağdur olacak kesimlerini muhatap alınarak da hazırlanmamıştır. Hükümetlerimiz Avrupa Birliği ve Amerika arasında süren GDO savaşının arasında kalmıştır. Amerika'nın GDO dayatmalarına ve Avrupa'nın mahçup politikasızlığına kulak kabartan hükümetlerimiz artık halkın, bilimin ve ekolojik gerçeklerin sesine kulak vermelidir. Tüm tüketiciler, çiftçiler ve ekolojiden yana bir Biyogüvenlik Yasası için "Hemen Şimdi" diyoruz. Biz onlarca demokratik kitle örgütü ve bilim insanının oluşturduğu GDO'ya Hayır Platformu ve diğer kitle örgütleri ile Biyogüvenlik Yasa Tasarısında, geleceğimizi koruyacak düzenlemelere emek harcamaya hazırız. Bu nedenle 12 ve 19 Nisan 2008 tarihlerinde Ankara'da Biyogüvenlik Çalıştayı düzenlenecektir.

Çalıştay sonucunda halktan, tarımdan, çiftçiden ve ekolojiden yana bir içerikle Biyogüvenlik Yasası hazırlanacak ve Meclise sunulacaktır.

10-11 Mayıs 2008 tarihinde gerçekleştireceğ imiz Gıda Egemenliği ve Biyogüvenlik Forumu ile de tohumun ve gıdanın hakça paylaşılması, gıdanın demokratikleş tirilmesinin ve halkın gıda üzerinde egemenlik hakkını nasıl kurabileceğini tartışacağız. Uluslararası bir katılımla gerçekleşecek çalışmanın ikinci gününde de tohum hakkı, halk sağlığı, gıda egemenliği ve biyogüvenlik konularında atölye çalışmaları yapılacaktır.

Ankara, İstanbul, İzmir ve Bursa illerinde gezdirilecek Mısır Balonu ile de ülkemize son yıllarda giren genetiği değiştirilmiş organizmalara ve Bursa'da tarım arazisi üzerine kurulan Cargill işletmesinin hukuka aykırılığına dikkat çekilecektir. Ekolojik geleceğine ve ülke tarımına sahip çıkan tüm kurum ve kuruluşları kampanya sürecinde birlikte hareket etmeye çağırıyoruz.

imgelem Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 01-04-2008, 13:03   #25
Ağaç Dostu
 
Selahattin Yılmaz's Avatar
 
Giriş Tarihi: 16-05-2006
Şehir: Bursa
Mesajlar: 5,284
Galeri: 15
Sevgili lale altıntaş, bu yazı size ait değilse aldığınız kaynağı belirtirmisiniz?

Selahattin Yılmaz Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 03-05-2008, 01:51   #26
Ağaç Dostu
 
imgelem's Avatar
 
Giriş Tarihi: 21-01-2007
Şehir: Cunda Adası / Ayvalık
Mesajlar: 312
Galeri: 25
Çok özür dilerim.Meslek odamızın duyurularından(Gıda Mühendisleri Odası)Biraz geç oldu.Görmemişim uyarınızı...

imgelem Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 08-05-2008, 01:46   #27
Ağaçsever
 
Giriş Tarihi: 01-08-2007
Şehir: izmir
Mesajlar: 60
arkadaşlar organik tarımı boşu boşuna hayal etmeyin eğer paranız çoksa zaten şu anda organik tarım yapan bir çok işletme var ama size şunu söylüyorum eğer komple organiğe dönersek bu ülkede 70 milyon insan var onları nasıl doyuracaz bunlarıda düşünmek gerekir GDO ya gelince bence zararlı bir uygulamadır ama sonucta keşke biz ülkemizde de yapabilsek ıslah çalışmalarımız bile çok dandik

akinal33 Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 08-05-2008, 09:26   #28
Ağaç Dostu
 
Filiz's Avatar
 
Giriş Tarihi: 19-04-2007
Şehir: burdur
Mesajlar: 1,212
Galeri: 1
Biyogüvenlik Hemen Şimdi, Mısır Balonu Türkiye Turunda

Mısır balon turu, Türkiye’nin tarım potansiyeli yüksek olan Bursa’da ve özellikle de GDO’ları tamamıyla red eden organik tarım sistemi ile üretim yapan üreticilerin buluştuğu Bursa Nilüfer Organik Ürün Pazarı’ndan başladı. Balon 9-11 Mayıs tarihlerinde Ankara’da, 24-25 Mayıs tarihlerinde Bursa’da, 7-8 Haziran’da Dikili’de, 14-15 Haziran’da İzmir’de olacak.
Mısır Balon Turu’na ilişkin GDO’ya Hayır Platformu’ndan yapılan açıklamada şöyle denildi: “Türkiye tarımı üzerine baskılar ve tarımı yok etme girişimleri hızla sürüyor. Kamu, tarımdan çekilmekte, küçük çiftçi tarımdan koparılmakta ve tohumundan suyuna, toprağından tarımsal ürünlerine kadar her şey özel sektöre, uluslararası sermayeye, ulusal ve uluslararası tohum, tarım ve gıda tekellerine terk edilmekte, hatta pazarlanıyor.
Geçtiğimiz yıl büyük bir hız ve emrivaki ile çıkarılan Tohumculuk Yasası bu ülkenin tarımı ve gıda egemenliğine büyük bir darbe indirmiştir. İçinde uluslar arası tohum devlerinin de bulunduğu tohum endüstrisi tarafından hazırlanan, tohum ve diğer bitki materyallerinin üretiminden pazarlanmasına kadar ki tüm aşamalarını birlikler aracılığı ile şirketlerin sevk ve idaresine sunan bu yasanın iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurulmuştur.
Yerel tohumlarımızı ve biyolojik çeşitliliğimizi koruyabilmek, eşit ve adil paylaşımlı güvenli gıdaya ulaşabilmek, gıda egemenliğimizi koruyabilmek için Ulusal Biyogüvenlik Yasası’na ihtiyacımız vardır.
Böyle bir yasa taslağı, çeşitli hükümetler döneminde hazırlanmış, 1998 yılından 2008 yılına kadar, yani tam 10 sene Ulusal Biyogüvenlik Komitesi toplantıları yapılmıştır. Bu zaman zarfında GDO’ların serbest dolaşımını düzenleyecek Biyogüvenlik Yasası’nın çıkartılması sürüncemede bırakıldığı gibi; yasa taslağı, toplumun mağdur olacak kesimlerini muhatap alınarak da hazırlanmamıştır.
Hükümetlerimiz Avrupa Birliği ve Amerika arasında süren GDO savaşının arasında kalmıştır. Amerika’nın GDO dayatmalarıyla ve AB’nin muhalif **** çekimser politikaları arasında bocalayan hükümetlerimiz artık halkın, bilimin ve ekolojik gerçeklerin sesine kulak vermelidir. Tüm çiftçiler, tüketiciler, çevre ve ekolojiden yana hazırlanacak bir Biyogüvenlik Yasası için “Hemen Şimdi” diyoruz.”
Türkiye’nin çeşitli kent ve kasabalarında dolaşacak olan Mısır Balonu ile GDO’ya Hayır Platformu tüm yurttaşları, tüketicileri ve tüm çiftçileri yani halkımızın tümünü, Biyogüvenlik Yasası’nın çıkarılmasına taraf olmaya çağırıyor.

Platormun kampanyada, kamuoyunun dikkatini çekmek ve hükümeti uyarmak istediği ana konu; GDO’lu ürünleri bu ülke topraklarında ve gıda olarak sofralarımızda istemediğimizi vurgulamak, GDO’lu ürünlerin ülkemize serbest giriş ve serbest dolaşımlarının, çıkarılacak Ulusal Biyogüvenlik Yasası ile kontrol edilmesini sağlamak.


kaynak

Filiz Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 08-05-2008, 12:01   #29
Ağaçsever
 
Giriş Tarihi: 18-06-2007
Şehir: istanbul
Mesajlar: 75
GDO Konusunda çok taraflı ve yanıltıcı mesajlar görüyorum...bu konuda biraz bilgim var ama tartışmaya girmek istemiyorum çünkü bu tartışmaların gizli öznesi biyoteknoloji değil malesef politikadır...

Sadece bu konuyu merak edenlerin farklı bakış açılarını da değerlendirmesini tavsiye ederim.

mesela dünyadaki açlık ve kuraklıkla mücadele etmek için teknolojiden nasıl yararlanılması gerektiği gibi...

ya da globalleşen dünyada gıda ve tarım ithalatının UCUZ gıda için ne kadar hayati olduğu gibi...

Biz kapıları tüm dünyaya kapatalım kı dünyadaki en pahalı şekeri yediğimiz gibi en pahalı ekmeği de biz mi yiyelim.

Biyogüvenlik yasasından önce o kadar çok şey var kı sırada.....

Her ülke rekabetçi olabileceği alanda yatırım ve üretim yapmalı...Tüm halkların iyiliği çağımızda ancak bu şekilde sağlanabilir...Kendi kendine yeten ülke olmanın süksesinden başka bir avantajı kalmamıştır artık...

scubat Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 08-05-2008, 14:22   #30
Ağaçsever
 
Giriş Tarihi: 31-07-2007
Şehir: izmir
Mesajlar: 30
Bilim elbette yön göstericimimiz olmalı... Ama, ne kadar biliyoruz acaba? Tarım konusunda, tıpta en bilgin kişiler gerçekte ne kadar bilmekte? Tüm insanlığa yol gösterecek kadar bilgin bir kişi ya da kişiler var mı? Ya da bildiklerinin acaba ne kadarı doğru? Örneğin biz senelerce asbestli tavalarda ekmek kızarttık. 15-20 yıl içinde yapılan araştırmalarda kansere neden olduğu belirlendi. Yıllarca öncelikle modern ve zararsız olduğu söylenen aluminyum tencerelerde pişirdik yemeklerimizi. 20-25 yıl sonra geri zekalılığa yol açtığının "bilimsel çalışmalar sonucunda" ortaya çıktığı söylendi. Şimdi de teflon hakkında aynı şeyler söylenmekte ama kolaylık nedeni ile yeni bir "buluş"a kadar kullanacağız. Başka milyarlarca insanı ilgilendiren birçok buluş var tabii. Bu kadar geniş kitleleri ilgilendiren konularda bir "bilgin" karar vermemeli doğanın geleceğine. Ama hangimiz bırakabiliriz bugün getirildiğimiz noktada arabalarımızı, elektriğimizi, bilgisayarlarımızı, poşetlerimizi,cep telefonlarımızı ki?

h_berder Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Cevapla

Konu Araçları
Mod Seç

Gönderme Kuralları
Yeni konu gönderemezsiniz
Konulara yanıt veremezsiniz
Ek dosya yükleyemezsiniz
Kendi gönderilerinizi düzenleyemezsiniz

BB code Açık
Smilies Açık
[IMG] Kodu Açık
HTML Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Forum saati Türkiye saatine göredir. GMT +2. Şu an saat: 12:33.
(Türkiye için GMT +2 seçilmelidir.)


Forum vBulletin Version 3.8.5 Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0
agaclar.net © 2004 - 2024