agaclar.net

Geri Dön   agaclar.net > Doğaya ve Yaşamınıza Sahip Çıkın > Doğa, Çevre, Ekoloji, Gıda Hukuk ve Politikaları
(https)




Beğeni Düzeni43Beğeniler

Cevapla
 
Bookmark and Share Dış Bağlantılar Konu Araçları Mod Seç
Eski 08-05-2008, 13:22   #1
Ağaçsever
 
Giriş Tarihi: 31-07-2007
Şehir: izmir
Mesajlar: 30
Bilim elbette yön göstericimimiz olmalı... Ama, ne kadar biliyoruz acaba? Tarım konusunda, tıpta en bilgin kişiler gerçekte ne kadar bilmekte? Tüm insanlığa yol gösterecek kadar bilgin bir kişi ya da kişiler var mı? Ya da bildiklerinin acaba ne kadarı doğru? Örneğin biz senelerce asbestli tavalarda ekmek kızarttık. 15-20 yıl içinde yapılan araştırmalarda kansere neden olduğu belirlendi. Yıllarca öncelikle modern ve zararsız olduğu söylenen aluminyum tencerelerde pişirdik yemeklerimizi. 20-25 yıl sonra geri zekalılığa yol açtığının "bilimsel çalışmalar sonucunda" ortaya çıktığı söylendi. Şimdi de teflon hakkında aynı şeyler söylenmekte ama kolaylık nedeni ile yeni bir "buluş"a kadar kullanacağız. Başka milyarlarca insanı ilgilendiren birçok buluş var tabii. Bu kadar geniş kitleleri ilgilendiren konularda bir "bilgin" karar vermemeli doğanın geleceğine. Ama hangimiz bırakabiliriz bugün getirildiğimiz noktada arabalarımızı, elektriğimizi, bilgisayarlarımızı, poşetlerimizi,cep telefonlarımızı ki?

h_berder Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 09-05-2008, 21:57   #2
Ağaçsever
 
Giriş Tarihi: 08-10-2006
Şehir: Bursa
Mesajlar: 44
Galeri: 19
GDOlar ve Açlık

Biyoteknoloji şirketleri,transgenik tohum üreticileri ve genelde bunları destekleyen kişi ve kurumların temcit pilavi gibi ortaya sürdükleri konu; dünyadaki açlığın ancak GDOlu ürün üretimiyle yok edileceğidir.
Dünya açlığının, üretimin azlığından değil gıdanın eşit ve adil olmayan dağılımından kaynaklandığını hala bilmeyen varmıdır?

"Açlık" ile "GDO" ilişkisini basit bir örnekle irdeleyelim;
1996 da 1,7 milyon hektar olan biyoteknolojik ürün alanı 2006 da 102 milyon hektara çıkmıştır.Yani transgenik tohumlar ticarileştirildikten sonra geçen 10 yıl zarfında üretim alanları yaklaşık 100.000.000 hektar artmıştır.

1996 da dünyada açlık varmıydı? VARDI
2006 da dünyada açlık varmıydı? VARDI

hani GDOlar açlığa çare idiler?

Ayrıca, biyoteknoloji şirketleri önümüzdeki bir kaç sene içinde gdo'lu ürün alanlarını 150 milyon hektara çıkarmayı hedeflemektedirler.

Sizce bu hedefe ulaştıklarında açlık yok olacakmıdır?

Arca Atay Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 12-05-2008, 08:00   #3
Ağaçsever
 
Giriş Tarihi: 18-06-2007
Şehir: istanbul
Mesajlar: 75
[QUOTE=Arca Atay;234337]

1996 da dünyada açlık varmıydı? VARDI
2006 da dünyada açlık varmıydı? VARDI

[QUOTE]

Bu şekilde değerlendirme yapmak ne kadar doğru? Açlık her zaman olacak...

Ama zaten tartışma biyolojik değil Politik o yüzden bu platformda anlaşmak imkansız...

scubat Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 18-05-2008, 22:01   #4
Ağaçsever
 
Giriş Tarihi: 18-05-2008
Şehir: New York
Mesajlar: 32
GMO- GDO biyolojik silah olarak da kullanilabilir. Yillar once bir makale okumustum. Diyordu ki cok gizli calismalar var, oyle bri bomba uretmek istiyorlar ki, ornegin bir kente atacaklar, sanirim duman yayacak cevreye, diyelim ki tum fransiz geni tasiyan insanlar olecek. Ya mavi teknoloji harikasi kup seklindeki bezelyeler uretip de super diye satilirsa ve onlar aslinda ornegin turk kani tasiyan insanlar tarafinda tuketildiginde kisirlastirirsa ne olacak? Her ulkenin GMO tohumlarinin hangi ozelliklerinin tam degistirildigini analiz edecek lab ve deneyimli elemani var mi?
Hangisi daha onemli, dunyanin obur ucundaki insanlarin sagligi mi yoksa yilda birkac 10 milyar dolar daha kar mi? Para icin her gercek saklanir, her turlu rapor degistirilir. Birkac devletden buyuk dev tohum sirketi insanliga yardim ediyormus, acliga cozum ariyorlarmis? Oyleyse neden GMO sadece burada kullanilmiyor da, balkan ulkeleri gibi bazi ulkelerde kanun boslugundan istifa veya yasak olsa bile kacak olarak uretiliyor. Burada paketlenmis yiyecek cok ucuzdur. Neden soya, misir, canola, pirinc gibi urunlerin cogu GMO tohumlu. Soya sosu ve yagi almam kendimi korurum diyorsaniz, basit bir ornek, cikolatada soya lesitini kullanilir. Seker yerine misir surubu kullanilir. Kanun cikarip yasaklamak ilk adim ama yeterli degil. birkac ciftciyi kandirip da gizlice uretiyrolar. ya da para icin herseyi yapan insanlardan ciftcileri bulup da urettiriyorlar.
Burada buyuk kampanyalar var, GMO tamamen kinayan ve sadece heirloom (tarihi tohum) satan sirketler var. Bir yerde okudum eger dogru ise bri alet ile tohumun analizi yapilip tesbit edilebiliyormus, ama detayli arastirmadim konuyu.
Eger imkaniniz varsa az da olsa kendi sebzenizi ve meyvanizi kendiniz yetistirmeye calisin ve tohumlarin kaynagini iyi inceleyin.

YorkerJenny Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 27-06-2008, 11:52   #5
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 19-06-2008
Şehir: Artvin
Mesajlar: 394
Galeri: 25
Genetiği değiştirilmiş ürünler ,gerçekten tüyler ürpertici bir konu.Doğal algıladığımız ürünlerin içine bile sızabilen korkunç bir sorun.Bu konu hakkında birikimlerini paylaşmak isteyenleri dikkatle takip edeceğiz.

Emine Aktaş Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 10-07-2008, 11:54   #6
Kaybettik...
 
praecox's Avatar
 
Giriş Tarihi: 12-06-2006
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 4,603
Galeri: 21
Buyrun GDO...

Bu yolla çok kolay antipsikotik etkiler yaratacaklar ürünler yapıldı bile.
Şeker hastaları için araştırmalar vardı. Çoğu bu anlamda bilgilinderilmedi. Hybrid domates denip korkunun kaynağı da bu.

Alıntı:
Alzheimer'a karşı büyük umut

Alzheimer'a karşı büyük umut
Bilim adamları, domatesi Alzheimer hastalığına karşı aşı olarak kullanmayı planlıyor.

İngiliz Daily Mail gazetesinin internet sitesindeki habere göre, hastalığı önlemek için bağışıklık sistemini güçlendirecek "yenebilen" bir aşı üretilmek üzere domates genetik değişikliğe uğratıldı.

Aşı, beyin hücreleri arasındaki hayati bağlantıları tahrip eden zehirli "beta amiloid" proteininin hedef alınmasını sağlıyor. Bu proteinin güçlenmesini engellemenin, hastalığı önleyebileceği veya geciktirebileceği belirtiliyor.

Bilim adamları, aşıyı geliştirmek için "beta amiloid" proteinin ardındaki geni domatesin genetik koduyla birleştirdi. Böylece ortaya çıkan domates üç hafta boyunca haftada bir kez olmak üzere farelere yedirildi.

Farelerden alınan kan örneklerine bakıldığında, domatesin bağışıklık sistemini, hastalıkla savaşacak antikorları açığa çıkaracak şekilde harekete geçirdiği görüldü.

Kore Biyobilim ve Biyolteknoloji Araştırma Enstitüsünden bilim adamları, bu çalışmanın ardından, bağışıklık sisteminin verdiği cevabı daha fazla güçlendirmek için aşının etkisini artırmaya çalışacak.

Domatesin bir aşı olarak hayli kullanışlı olduğunu, çünkü sevilen bir sebze olduğunu belirten bilim adamları, bununla birlikte domates pişirilirse aşı etkisinin ortadan kalkacağını belirtti.

Alzheimer Derneğinden Prof. Clive Ballard, bu araştırmanın bitkilerden aşı elde etmenin mümkün olduğunu gösterdiğini söyledi.

Mevcut ilaçlar hastalığı tamamıyla iyileştiremiyor, sadece ilerlemesini yavaşlatıyor.
Kaynak

praecox Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 14-09-2008, 22:30   #7
Yeni Üye
 
yavuzzz's Avatar
 
Giriş Tarihi: 03-09-2008
Şehir: GİRESUN
Mesajlar: 12
Değerli abilerim ,ablalarım ve arkadaşlarım GDO hakkındaki yorumların çoğunu okudum bu yorumlardan anladığım şu ki bir çok olumlu olumsuz bilgi mevcut ama şu varki transgenik organizmalara kesin bir ön yargıya varmak bana göre yanlıştır.Açık konuşmak gerekirse biyoteknoloji dersini almadan ve bu konu üzerinde birçok araştırma yapmadan önce bende şiddetle karşıydım.Transgenik organizmalar kafamı çok kurcalamıştı hatta bir çok derste arkadaşlarla bu konu hakkında değerli hocamız Kamil HALİLOĞLU'yla tartışmaya girerdik.Bende kendi çapımda GDO'lar üzerinde bi araştırma yaparak bir makale yazmaya karar verdim ,makaleye aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.Saygılarımla;

http://www.genbilim.com/content/view/4158/32/

yavuzzz Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 14-09-2008, 23:03   #8
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 19-06-2008
Şehir: Artvin
Mesajlar: 394
Galeri: 25
Sayın yavuzzz, çok güzel bir makale hazırlamışsınız. Benim de endişem, tıp için tedavi maksatlı veya ticaret için çevreye uyumlu olarak üretilen GDO lu ürünlerin, ilerleyen zamanda önüne geçilemez bir tehlike olasılığının olabilmesi. Yenilikler güzeldir. Fakat, avantaj ve dezavantajlarının tam olarak bilinmesi zaman içindeki gözlem ve sonuçlara göre değerlendirilebilir.

Emine Aktaş Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 16-09-2008, 01:58   #9
Yeni Üye
 
yavuzzz's Avatar
 
Giriş Tarihi: 03-09-2008
Şehir: GİRESUN
Mesajlar: 12
Teşekkür ederim.Emine hanım makale de okuduğunuz üzere transgenik bitkiler veya hayvanlar ,ekim alanlarının sınıra gelmiş olması,verim düşüklüğü,adaptasyon vs. gibi etkenlere çözüm olarak kullanılmaktadır.Lakin sizin de dediğiniz gibi GDO'ların gelecekte bir tehlike oluşturması olasılığı göz önüne alınmadan veya araştırılmadan kullanılması tabir-i caizse GDO'ları istenmeyen adam durumuna getirmiştir.
Durum öyle bir hale gelmiş ki örnek verecek olursam;hepimiz cep telefonlarının zararını az çok biliriz.(kalp rahatsızlığı,beyin tümörü.kas erimesi vs) Bu hastalıklar telefon kullanıcıların da ileride veya yakın zamanda oluşabilicek rahatsızlıklar.Şimdi soruyorum bu yazıyı okuyan arkadaşlarıma hanginiz cep telefonu kullanmıyorsunuz.İşte GDO'larda da buna benzer bi durum var.Bilim adamları birçok olumsuz etkilerini söylüyor ama hala dışarıdan binlerce ton GDO'lu gıda ithal edip ve ülkemizde bir o kadar da GDO'lu gıda yetiştiriyoruz ,buna muhtaç olarak.****** telefon gibi isteyerek kullanmıyoruz ama bi şekilde kullanıyoruz.
Diğer bir hususta şu ki bu benim aklımı çok karıştırır işin ahlaki boyutu.Allah'ın kusursuz yarattığı canlının genlerinde oynanması! Vejateryan bir insana içinde domuz geni bulununan domates yedirilmesi.(bu domates vardır) Dinimizde domuz etinin haram olması ve domuz geni bulunan soya,domates vs. yememiz nasıl açıklanabilir...

yavuzzz Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 17-09-2008, 14:05   #10
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 19-06-2008
Şehir: Artvin
Mesajlar: 394
Galeri: 25
Gçenlerde bir haberde dinledim. Bünyesine insan geni verilen bir inekten bahsediyordu. İneğin sütünü tıp alanında ilaç olarak kullanacaklarmış. Bence, bu iş bizim tercihimize kalmadan hayata geçiriliyor.

Ben özellikle soya ve mısır ürünlerinden uzak kalmaya çalışıyorum. Ama, öyleki soya lesitinin girmediği yer yok. Çocuğumuzun eline verdiğimiz masum bir çikolata, belki de GDO lu olabilir.

GDO, kullanılacaksa, etik olarak kullanıldığı ürünler açıklanmalı. Şifa olduğunu bilsem bile, bir hayvan üzerine **** bir bitki üzerine transfer edilen yeni ürünü kullanmak istemem.

Bu sebeple, GDO çalışmalarının, kobay hayvanlar üzerinde uzun yıllar denenmesini, piyasaya sürülmemesini istiyorum. Eğer ki, insan sağlığına zararsızdır, ruhsatı ile sürülecekse, bunun da mutlaka GDO ludur diye belirtilmesinin gerektiğini düşünüyorum.

Emine Aktaş Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 19-09-2008, 12:52   #11
Ağaçsever
 
Giriş Tarihi: 08-10-2006
Şehir: Bursa
Mesajlar: 44
Galeri: 19
tohum ve gdo ile ilgili iki makale

Tarım Bakanlığı bunu hep yapıyor, GDO’lardan kaçıyor

Alıntı:
GEÇEN hafta Sabancı Üniversitesi’nde üzülerek kaçırdığım ilginç bir sempozyum düzenledi.

"3.Tarımsal Biyoteknoloji ve Biyogüvenlik Sempozyumu"

Sempozyumun ana konusu zaman zaman bu sütunda yer verdiğim GDO’lar (genetiği değiştirilmiş organizmalar) ve bunlar kontrol için oluşturulan "biyogüvenlik" mekanizması.

Daha önce de belirtmiş olduğum gibi, Türkiye’de resmi düzeyde bu GDO konusunda tuhaf bir tutum var.

Tarım Bakanlığı "Türkiye’de GDO içeren ürün yok" diye kestirip atıyor.

Oysa bilim adamları, tarımla uğraşanlar tam aksini söylüyor. Türkiye’nin ithal ettiği dört üründe -soya, mısır, kolza ve pamukta ? GDO olduğunu neredeyse herkes biliyor ama Tarım Bakanlığı bilmemezlikten geliyor.

Sabancı Üniversitesi’ndeki sempozyumun önemi şundan: Sempozyumu üç yıldan beri düzenleyen Profesör Selim Çetiner, bu yıl Avrupa Birliği’den konuyla ilgili önemli bilim adamlarını ve Türkiye’den bazı çevreci örgütleri de davet etmiş.

Örneğin "GDO’lara Hayır Platformu" bunlardan biri.

Fazla tartışılmadığı için GDO meselesi bilinmiyor Türkiye’de.

Daha önce de yazmıştım.

Kişisel olarak ürünlerde gen değişimi anlamında olan GDO’lara karşıyım. Dahası organik ürün takıntılıyım.

SESSİZLİĞİN ALTINDAKİ NEDEN

Ancak dünyanın karşı karşıya olduğu açlık tehlikesini göz önüne aldığımda "tarımsal biyoteknolojinin" dolayısıyla "biyotek ürünlerin" önemli olduğunu da kabul ediyorum.

Her neyse sempozyuma dönersek, "tarımsal biyoteknoloji" her yönüyle ele alınıyor.

"Hangi ürünler GDO’lu" meselesinden "yoksul çiftçinin bu teknolojiye nasıl ayak uyduracağına" kadar sayısız konu masaya yatırılıyor.

Konunun uzmanı olan Türk ve Avrupalı yabancı bilim adamları tartışıyor.

Peki bu önemli sempozyum Tarım Bakanlığı tarafından izlenmiş mi?

Sorum Profesör Çetiner’e.

"Tarım Bakanlığı yetkililerini davet ettik ama kimse gelmedi. Daha önceki iki sempozyuma da davet etmiştik yine katılmamışlardı"
diyor.

Tarım Bakanlığı GDO’lardan kaçıyor mu?

Biz tüketici olarak ne zaman bu konuda resmi ağızlardan doyurucu bir bilgi alacağız acaba?

Anladığım kadarıyla, Tarım Bakanlığı’nın bu konudaki sessizliğinin altında yatan neden "Biyogüvenlik Mevzuatı".

AB UYUMU NEREDE KALDI


Türkiye yaklaşık 10 yıl önce kendi ulusal "Biyogüvenlik Mevzuatı"nı çıkartmayı taahhüt ettiği halde çıkartamıyor.

Profesör Çetiner’in verdiği bilgiye göre, Türkiye yaklaşık üç yıl önce 440 bin dolara bir "biyogüvenlik kanun taslağı" oluşturmuş.

Bu güzel haber.

Kötü haber ise şu: Bu taslak ne dünya normlarına ne de AB normlarına uyuyor. Yani eldeki taslak kanuna dönüşemiyor çünkü elle tutulur yanı yok.

Peki ne olacak?

Dünya, Avrupa Birliği "tarımsal biyoteknolojiyi" tartışırken biz mevzuat yok diye bunları es mi geçeceğiz?

Böylesine önemli bir mevzuat yokluğunda tarımda AB ile uyumu nasıl sağlayacağız.?
Gila Benmayor

Hürriyet






Arca Atay Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 05-10-2008, 22:10   #12
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 19-06-2008
Şehir: Artvin
Mesajlar: 394
Galeri: 25
Genetiği Değiştirilmiş Ürünlere Vize Başvurusu

Genetiği değiştirilmiş ürünlere vize geliyor
Pazar, 05 Ekim 2008
Genetik tarıma ve genetiği değiştirilmiş organizmaların her türlü ticaret ve tüketimine kapı aralayacak Biyogüvenlik Yasa Tasarısı Başbakanlık'ta onay bekliyor. Ancak 'GDO'ya evet' diyenler bile tasarının yetersiz olduğu görüşünde
Kaynak: Genç Ziraat

Emine Aktaş Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 29-12-2008, 21:58   #13
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 13-04-2006
Şehir: Ankara
Mesajlar: 9,099
Galeri: 25
Masraflarını Avusturya Sağlık Bakanlığı ve Avusturya Sağlık ve Gıda Güvenliği Dairesi’nin karşıladığı, Viyana Veterinerlik Üniversitesi’den bilimadamlarının yaptığı araştırmada, genetiği değiştirilen mısırla 20 hafta beslenen dişi farelerde üreme sorunu görüldü.

Bilimadamlarından Jurgen Zentek, araştırmanın tek tür hayvan üzerinde yapıldığını ve sonuçlarının doğrudan insana uyarlanamayacağını belirterek, farelerden başka hayvanlarda da bu sorunlarla karşılaşılıp karşılaşılmayacağını belirlemek üzere başka araştırmaların gerekli olduğunu vurguladı.

Araştırmacıların, sonuçların yanlış yorumlanmaması için uyarı yapmalarına karşın, başta Greenpeace ve Global-2000 olmak üzere bazı çevreci örgütler genetiği değiştirilmiş “Mon810” mısırının yanı sıra tüm transgenetik ürünlerin tüm dünyada hemen ve tamamen yasaklanması çağrısında bulundu.

Araştırmanın yayımlanmasının ardından AB Sağlık Komiseri Andrula Vasiliu da Avusturyalı yetkililerden, Avrupa Gıda Güvenliği Kurumu (EFSA) tarafından değerlendirilmek üzerine araştırmanın kendisine ulaştırılmasını istedi.

EFSA daha önce, “Mon810”un insan ve hayvan sağlığı ile çevreye herhangi bir risk teşkil etmediğini açıklamıştı.

Bir canlı türüne başka bir canlı türünden gen aktarılması veya mevcut genetik yapıya müdahale edilmesi yoluyla yeni genetik özellikler kazandırılmasıyla elde edilen ürüne “transgenetik ürün” adı veriliyor.

denizakvaryumu Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 03-01-2009, 11:50   #14
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 19-06-2008
Şehir: Artvin
Mesajlar: 394
Galeri: 25
GDO ' lu Yalanlar

Mikroorganizmaların, böceklerin, bitkilerin ve hayvanların yaratılışlarından itibaren milyonlarca yıldır, kendi evrimsel sürecinde gelişen ve değişen genetik özelliklerine yapılan müdahaleler, çok da geniş olmayan bir yelpazede, ancak insanlığın gereksinim duyduğu en önemli ürünler üzerine yapılmaktadır. Örneğin küresel biyoteknolojik ürün alanlarının çoğunu, pestisit tolerans ve bakteri genleri aşılanmış soya, pamuk, kanola ve mısır, yani toplam 4 ana ürün işgal etmektedir.

Kullanılan tarım ilaçları, özellikle herbisitler, bu ürünlerin üretim sürecinde artmış ve artma eğilimi de devam etmektedir. Gen kaçışları ile ilaca dayanıklılık geni aşılanmış bitkiden, diğer akrabalarına bulaşma olmaktadır. Konvansiyonel ve organik tarım ürünleri bu sayede daima tehdit altındadırlar. İnsanoğlunun gıda, tekstil hammaddesi olan lif ve enerji (bioyakıt) gereksiniminin çoğunluğunu karşılayan çok az sayıdaki monokültür ürün, biyoteknolojik endüstriyel tarım adına, konvansiyonel veya organik tarım üzerindeki totaliter baskı etmenidirler. Gen kaçışları ile pestisitlere dayanıklılık genine sahip, süper yabani otlar

ortaya çıkmaktadır. GDO’lu bitkiler hedeflenmeyen organizmaya zararlı etkide bulunabilirler, bu nedenle faydalı böcekler ve mikroorganizmaların yok edilmesi, türlerin azalması da sözkonusu olacaktır.

Pamuk kurdu ve koçan kurdu gibi böceklerin, sürekli GDO’lu pamuk, ya da mısır ürünlerinin ekildiği alanların baskısı altında, canavar böceklere dönüşmeyeceğinin, dolayısıyla mevcut tarım ilaçlarıyla mücadelenin başarısız kalmayacağının garantisini kim verebilir? Milyonlarca hektarlık tarım alanını; genetiği değiştirilmiş soya, mısır, pamuk ve kanola ile işgal eden ulusötesi biyoteknoloji şirketleri, monokültür tarımı alabildiğince yaygınlaştırarak, kendinden başka tarım sistemlerini ve ülkelerin gıda egemenliklerini hiçe saymak, ülke çiftçilerini intiharlara varan olaylarla, yıkıma sürükleyip topraklarından koparmak, ülkelerin en önemli kaynaklarından olan biyoçeşitliliklerini tehdit etmek, ekolojilerini tahrip etmek, ulusların yerel çeşitlerini ekledikleri ya da değiştirdikleri genlerle patentleyip, mülkiyetlerine geçirmek gibi olumsuz özellik ve eylemlere sahiptirler.



Bunların, ülkemiz için oluşturdukları tehdidi; dışa bağımlılığın arttırılması, tarım ve gıdanın endüstrileşmeyle şirketlere bağımlı kılınması ve bu olayların da ithal yasalarla pekiştirilmesi ile ilişkilendirmek mümkündür. Bu yönden bakıldığında ülkemizde; tarımın, toprağın, çiftçinin ve gıdanın geleceği pek de aydınlık gözükmemektedir.



Biyoteknoloji şirketlerinin sözcüleri ve taşeronları bu ürünlerin avantajlarını aşağıdaki başlıklar ile dile getirmektedirler.



Bu yalanlar ve doğruları sırasıyla söyledir;



“GDO’lar Dünyadaki Açlık için tek çözümdür” YALANI

GDO’lu ürünlerin, ticari olarak ekilip dikilmesinin üzerinden 10 yıl geçmiş olmasına ve GDO’lu ekim alanları 102 milyon hektara çıkmış (2006) olmasına rağmen, bu ürünlerin açlığa çare olmadıkları görülmüştür.

Dünyada gıda azlığı değil, adil dağıtım olmamasından kaynaklanan fazlalığı söz konusudur. Uluslararası tekellerin faaliyetinin merkezi haline gelen gelişmiş ülkelerde, özellikle buğday, mısır, soya, pirinç gibi dünya gıda tüketiminin önemli bir kısmını oluşturan gıda maddelerinde büyük bir üretim fazlası vardır.

Dünyada yıllık olarak üretilen tahıl miktarı; Buğday: 627 milyon ton, Mısır: 721 milyon ton, Pirinç: 606 milyon ton olmak üzere Toplam: 1.954 milyon ton olarak bildirilmektedir (FAO, 2004). Dünya nüfusuna göre (6,5 - 7 milyar insan) adil bir dağılım yapılacak olsaydı, yılda kişi başına düşen tahıl miktarı 250 - 300 kg. arasında değişecekti. Balık, et, süt, yumurta gibi hayvansal ürünler ve bunlara ilaveten üretilen sebze, meyve ve baklagiller de eklendiği zaman, 850 milyon insan tarafından çekilen açlığın, üretim azlığından değil, gıdanın paylaşımındaki dengesizlik ve bölüşüm ilişkilerindeki bozukluktan kaynaklandığı açıkça görülecektir.

Biyoteknolojinin günümüzdeki tarımsal uygulamaları ne yazık ki, bilim ve gereksinimden çok, kar güdümlüdür ve tarımsal biyoteknoloji araştırmaları insanlığın ve özellikle de fakirlerin gereksinimlerinden çok zenginlerin ve tarım endüstrisi şirketlerinin isteklerini karşılamaktadır. Dünya, gıdanın eşit olmayan dağılımdan açlık çeker ve tarımsal ilaç kirliliğinden kıvranırken, çok uluslu biyoteknoloji şirketlerinin odaklandığı şey sadece sürüm yaygınlığı ve kardır.





“Birlikte ekilebilirlik (co-existence) mümkündür.” YALANI



Polenler doğal yayılımlarında, sınır ve mesafe tanımazlar. Dolayısıyla tozlaşma döneminde rüzgar ve böcek gibi etkenlerle taşınan polen, GDO kaynaklı ise, yapısına girdiği normal özellikteki bitkinin de genetiğini değiştirmektedir. GDO’lu bitkilerden konvansiyonel ya da organik olarak üretilen bitkilere gen bulaşması olabilmektedir. Dolayısıyla GDO’lu bitkiler ile konvansiyonel ya da organik bitkilerin birlikte ekilebilmeleri mümkün değildir. Kaldı ki organik tarım kanun ve mevzuatlarında, hatta birçok ülke konvansiyonel ürün üretiminde GDO’lu tohum ya da bitki materyalinin kullanılmasını red etmektedir. GDO’lu ürünlerden gen kaçışları ile buluşmaya maruz kalan organik ürünler, organikliklerini kaybetmektedir.





“GDO’lu bitkilerden yabani akrabalarına gen kaçışı olmaz” YALANI



2005 yılı temmuz ayında İngiliz hükümeti genetiği değişmiş bir süper yabani ot “superweed” türünün varlığını duyurmuştur. İngiliz hükümetinin denetlediği, GDO’lu Yağlık Kanola denemelerinde keşfedilen “yabani ot”un, Yabani Hardal (Sinapis arvensis) ile tozlaşmadan, gen kaçışından oluştuğu tespit edilmiştir. Yağlık Kanola (Kolza) ile yabani hardalın tozlaşmasının ve gen bulaşmasının olmayacağı yönündeki bilimsel varsayımların geçersiz olduğunu ispatlayan bu olaya, İngiltere’de ilk defa rastlanmaktaydı. BAYER’in herbisit toleranslı transgenik yağlık kanoladan, yabani akrabalarına gen kaçışı, İngiliz hükümetinin Transgenik Ürünler Çiftlik Ölçekli Değerlendirme (FSEs) tarlalarındaki çalışmalarında izlenmiştir (FOE, 2005).



Araştırmacılar, yapılan GD kanola denemelerinin ertesi yılında, deneme tarlası alanında Sinapis arvensis’in genetiği değişmiş versiyonunu tespit ettiler. Bulunan bu bitki, herbisit toleranslı GD yağlık kanolasının dirençli olduğu Glufosinat amonyum (BAYER tarafından “Liberty” ticari ismiyle pazarlanmaktadır) ot ilacına dirençlilik genini taşıyordu. Bu güne kadar bilim dünyasında, yabani hardalın yağlık kolza ile tozlaşma ve döllenmesinin mümkün olamayacağı, bu durum gerçekleşse bile yeni bitkinin yaşam şansının olmayacağı yönünde tartışmalar vardı. Hatta Avrupa Çevre Ajansı (European Environment Agency), 2000 yılı raporunda Yağlık Kolza (Brassica napus) ve Yabani Hardal (Sinapis arvensis) arasında doğal gen akışı olmadığına dair genel bir görüş birliği olduğunu belirtilmişti. Ancak bahsi geçen denemelerde keşfedilen GD Yabani hardal bitkisi, gen kaçışının varlığını ispatladığı gibi, oluşan bu yeni bitkinin (superweed) yaşam şansının olamayacağına dair savları da çürüttü. Yabani hardal tohumunun toprakta fertilitesini kaybetmeden 60 yıl kalabileceği gerçeği göz önüne alındığında, tehlikenin ne kadar büyük olduğunu göz ardı etmek mümkün değildir. (FOE, 2005)

Yabani hardal İngiltere ve kıta Avrupa’sında yağlık kanola üretimi yapılan yerlerde bolca yetişmektedir ve bu bitki, kültür bitkileri için istenmeyen bir “yabani ot” niteliğindedir. Dolayısıyla yağlık kanolanın, Avrupa’da ticari anlamda üretimine izin verilmesi halinde, çok kısa süre içinde Glufosinat amonyum içerikli ot ilacına dayanıklı, yani yabani otla mücadele ilacı atıldığı halde ölmeyen, süper yabani otlar türeyecektir. Böylece çiftçiler yabani otları öldürmek için daha fazla, ya da daha kuvvetli herbisitler kullanacaklar ve ekolojik yıkımı daha da hızlandıracaklardır. Bunun canlı örneği 10 yıldır ticari yağlık kanola’nın üretildiği Kanada’da yaşanmış, 3 çeşit herbisite dayanıklılık kazanmış bir tür yabani kanola gelişmiştir. Yukarıdaki araştırma sonuçları, genetiği değiştirilmiş kanola üretiminin tarla biyoçeşitliliğini, konvansiyonel kanola yetiştirmekten çok daha fazla etkilediğini ortaya koymaktadır. (FOE, 2005)



“GDO’lu bitkilerin Biyoçeşitlilik üzerine olumsuz bir etkileri yoktur” YALANI

Ülkemizde 3.000 i endemik olmak üzere, neredeyse Avrupa kıtasına yakın bir sayıda, tesbit edilebilmiş 11.000 civarında bitki çeşidi vardır. Biyolojik çeşitlilik, ülkelerin yeraltı, yerüstü kaynakları ya da tarihsel kültürel varlıkları kadar zengin, önemli ve korunması gerekli kaynaklarıdır. GDO’lu kültür bitkilerinden yabani akrabalara gen kaçışları olduğu takdirde ki bunun olabileceği kanıtlanmıştır, ülkelerin biyolojik çeşitlilikleri çok büyük risk altına girecektir. Keza GDO’lu endüstriyel bitkilerin ekimlerinin ve yayılımlarının artmaya devam etmesi halinde ülkelerin genetik kaynakları da yavaş yavaş kaybolacak, ülkelere özgü yerel tohumlar ortadan kalkacaktır.



“GDO’lu ürünler küçük çitçiler için de iyi bir alternatiftir.” YALANI

California Üniversitesi, Çevre Bilimi Politika ve Yönetim bölümünden Miguel Altieri, 1998 yılında, yani transgenik bitkilerin küresel yayılımının daha yeni başladığı dönemde; “Sermaye yoğun bir sistem olan Biyoteknoloji, endüstriyel tarımsal üretimin geniş şirket tarlalarında toplanmasını, yoğunlaşmasını tetiklemektedir. Malın fiyatını üretkenliği arttırarak düşürmeye yönelen Biyoteknolojik tarım bununla beraber kurduğu teknolojiyle özellikle küçük ölçekli birçok çiftçiyi sektörün dışına itecektir. Biyoteknoloji, ileriki dönemde gücün sadece birkaç çok uluslu şirketin elinde toplanmasını arttıracak ki bu da zaman içinde çiftçilerin bağımlılığını arttırarak onları kimyasal tohum paketlerine şişirilmiş fiyatlar ödemeye zorlayacaktır.” öngörüsünde bulunmuştu.

Altieri’nin “Tarımsal Biyoteknolojik Efsaneler” makalesinde dile getirdiği bazı somut değerlendirmeler ise şöyleydi; “Üçüncü dünya ülkeleri çiftçileri nezdinde biyoteknolojik ürünler küçük ölçekli üreticilerin ihracatını düşürecektir. Örneğin –Madagaskar’daki vanilya üreten 70.000 çiftçi Texas’da biyoteknoloji laboratuarında geliştirilen vanilya nedeniyle iflas edebilmektedir. Keza dünya şeker pazarının %10 unu elinde tutan biyoteknoloji şirketlerinin ürettiği düşük fiyatlı nişasta bazlı şekerler sayesinde, üçüncü dünya ülkelerindeki yüzbinlerce şeker pancarı üreticisi üretimin dışına çıkabilmektedir. 1998 den itibaren üçüncü dünya ülkelerindeki yaklaşık on milyon şeker üreticisi laboratuarda üretilen tatlandırıcıların dünya pazarını istila etmesiyle geçim kaynaklarını kaybetmeye başlamışlardır. Unilever’in klonlanmış hurma yağı, hurma yağı üretiminde baskın hale geldiğinde, Senegal’de yerfıstığı, Filipinler’de hindistan cevizinden yapılan yağ üretimlerine talep azalacak, dolayısıyla bunlarla geçimlerini sağlayan çiftçilerin durumu gittikçe kötüleşecektir. GDO’lu ürünlerin yaygınlaşması ile üçüncü dünya ülkelerini bekleyen tehlikeler çevresel riskler oluşturması ve kırsal kalkınma önünde bir engel oluşturması ile beraber, geleneksel tarımı ve onun yerel genetik çeşitliliğini de ölüme mahkum edecek olmasıdır.” (Altieri, M.A. l998)

Geldiğimiz gün itibariyle, tüm bu öngörülerin daha da çeşitlenerek geniş boyutlarda gerçekleştiğini görmekteyiz. Bu tehlikeli gerçeklerin sadece üçüncü dünya ülkelerini değil, ülkemizin de içinde bulunduğu birçok ülkeyi kapsadığını hatırlatmakta fayda vardır.



“GDO’lar kontrol ve izlenebilirlik sayesinde istenmeyen ürünlere karışmaz” YALANI

Tarımsal biyoteknoloji şirketleri GDO’lu ürünlerin insan gıdası için üretilmeyen bölümünün, gıda zincirine karışmasını önleyici tedbirleri olduğunu ve bunların gıda zincirine karışmayacağını öne sürerler. Ancak gerçekte yaşanan bazı olaylar bu tezin doğru olmadığını kanıtlamıştır. Örneğin; “yemlik” olarak patent alan Starlink mısırı insanlar tarafından tüketilen hazır gıdaya bulaşmış ve raflardan toplatılmış ve bu mısır unu ürününü piyasaya süren Kraft, büyük maddi zarar görmüştür.

Keza, Bayer’in yasallaşmamış GDO’lu uzun pirinci LLrice601, ABD’nin GDO’suz olarak dünya ülkelerine ihraç ettiği pirinçlerde de saptanmıştır. Bu durum ise, daha ticari olarak ekimi yapılmayan bir pirinç çeşidinin, nasıl konvansiyonel pirince bulaşabildiğine ve bunun da insan gıda zincirine girebildiğine en somut ve güncel bir örnek oldu (GDOHP, 2006)

Eylül 2007’de Almanya’daki marketlerden alınan 33 çeşit soya ürününün, 2/3’ünde GDO izleri bulunmuştur. GDO’lu olduğu bilinmeyen, dolayısıyla da herhangi bir etiket, ya da herhangi bir uyarı bilgisi taşımayan bu ürünlerin bir kısmı bebek mamaları olup, en çok GDO çıkan ürün, bebekler için üretilen toz süt olmuştur (Focus, 2007). Bu durum GDO’lu ürünlerin, doğal ortamda organik ürünlere de bulaşabileceğinin kanıtıdır. Nitekim 2007 yılı da dahil olmak üzere, yılardır dünyanın çeşitli ülkelerindeki organik tarım ürünleri üreten çiftçilerin, GDO bulaşması nedeniyle ürünlerinin ve tarlalarının organik kapsamdan çıktığını bildiren, yüzlerce haber yayınlanmıştır. Oysa bu konunun destekçileri de, hala kanıt olamadığını savunmaktadırlar. Ülkemizde Tüketici Hakları Derneğinin çeşitli market raflarından alıp analiz ettirdiği ve GDO bulunan ürünleri ya da nişastalık veya yemlik olarak Arjantin’den ithal edilen mısırlarda GDO bulunmasını Türkiye’de yaşadığımız canlı örnekler olarak verebiliriz.



“GDO’lu ürünlerin toprak ve çevreye zararları yoktur” YALANI

Arjantin’de çoğunluğu GDO’lu olan yoğun soya ekimi, topraklardan çok fazla miktarda besin maddesinin sömürülmesine neden olmaktadır. Kesintisiz bir biçimde yapılan soya tarımı nedeniyle topraktan tahmini olarak 1 milyon ton azot ve 227 bin ton fosfor sömürülmektedir ve bunun ticari gübrelerle ikamesinin bedeli de 910 milyon dolara tekabül etmektedir. Latin Amerikadaki bazı nehir havzalarında tesbit edilen azot ve fosfor düzeyinin artışı yoğun soya tarımında kullanılan ticari gübrelerle bağlantılanmaktadır (Walter Pengue (2005), “Transgenic crops in Argentina: the ecological and social debt,” Bulletin of Science, Technology and Society 25: 314-322.)



Brezilyada soya üretiminin kısa süre içinde geniş alanlara yayılmasının ana nedenlerinden biri, soyanın azot fikse eden rizobium bakterileriyle kök nodüllerinin simbiyotik ilişkisi sayesinde ürünün gübresiz olarak üretilebileceği söylemiydi. Fakat tohum şirketleri, büyük olasılıkla, herbisit toleranslı GDO’lu soya tohumlarının rizobium bakterilerilerine toksik etki yapacağını, dolayısıyla bitkinin gereksinim duyduğu azotu kimyasal gübrelerle vermek gerektiğini söylemeyi unutmuşlardı. Toksik etkiyle azot fikse eden bakterilerinin azalışı, doğal olarak bitkiyi, dolayısıyla üreticiyi, azot için sentetik gübrelere mahkum etmiştir. (Miguel Altieri and Walter Pengue, Jan 2006 ,GM soybean: Latin America’s new colonizer , http://www.grain.org/seedling/?id=421 )



Brezilya’ da kullanılan pestisitlerin 1/4 ü (50.000 ton) soya tarımında kullanılmaktadır. Pestisit kullanımı her yıl % 22 artmaktadır. Her ne kadar biyoteknoloji şirketleri yıl içindeki ot mücadelesinde Roundup herbisitini sadece bir kez uygulamak yeterlidir diyorlarsa da araştırma sonuçları toplam uygulama adet ve miktarının arttığını göstermektedir. ABD den örnek verilecek olunursa glifosfat kullanımı 1995 de 2,850 tondan 2000 yılında 18,960 tona çıkmıştır. Arjantinde 2004 üretim sezonunda kullanılan Roundup miktarı tahmini 160 milyon litredir.





“GDO’lu ürünler organik ve konvansiyonel ürünlere göre daha verimlidirler” YALANI

GDO’lu ürünlerin konvansiyonel ürünlerden daha fazla verim verdiğine dair hiçbir bilimsel kanıt ortaya konamamıştır. GDO’lu ürünlerin daha verimli olduklarına dair söylemler günümüzde giderek azalmış, bunun yerini daha az ilaç kullanımı nedeniyle ekolojiye daha dost tarım şekli olduğu söylemi almaya başlamıştır ki bu da başka bir yalandır.

Ürün verimine bakılacak olursa Brezilyada transgenik soyanın yıllar itibariyle ortalama veriminin 230 kg. dan 260 kg/dekara yükseldiği ama konvansiyonel çeşitlerden % 6 daha az verime sahip olduğu tespit edilmiştir. Pleiotropik etki denilen yani yüksek sıcaklık nedeniyle sapların çatladığı ve su stresinin görüldüğü dönemlerde transgenik soyada konvansiyonele göre % 25 e yakın ürün kayıpları görülmüştür. Aşırı kuralık yaşanan 2004/2005 sezonunda Rio Grande do Sul bölgesinde transgenik soyada % 72 ürün kaybı olmuş ve bu da ihracatta tahmini rakamla % 95 lik bir azalmaya yol açmıştır.

(Miguel Altieri and Walter Pengue, Jan 2006 ,GM soybean: Latin America’s new colonizer ,http://www.grain.org/seedling/?id=421 )





“GDO’lu ürünlerde daha az Pestisit (tarım ilacı) kullanılmaktadır” YALANI




GDO’lu tohumların ticari olarak satışının başladığı 1996’dan itibaren ilk 3 yıl, bu ürünlerin pestisit kullanımını 13.000 tona yakın bir miktarda azalttığı saptanmıştır. Ancak son 3 yıl içinde, gen aktarımlı bitkilerin üretim alanlarındaki pestisit kullanım artışı 36.000 tondan fazladır. Bu artışın büyük bölümü, soya, pamuk gibi herbisit toleranslı (HT) ürünlerin tarımsal üretim girdilerine aittir. Hazırlanan raporlar, birçok çiftçinin gen aktarımlı bitki tarlalarına daha fazla herbisit kullanma zorunda kaldıklarını yazmaktadır. Bunun nedeni yabani otların herbisitlere karşı genetik olarak dayanıklılıklarını arttırmalarıdır. Yıllardır bilim insanlarının “herbisit toleranslı bitkilerin tarım alanlarında ekolojik değişimlere yol açacağı” konusundaki uyarılarında haklı oldukları, 2001 yılından itibaren ABD’de gözlenebilmektedir. (Ag BioTech, 2004)

2003 Kasım ayındaki bir çalışma raporunda, ABD’deki transgenik mısır, soya ve pamukta geçmiş yıllara göre daha fazla pestisit kullanıldığı bildirilmektedir. Geçtiğimiz 8 yılda, Bacillus thuringiensis (Bt)’nin kullanıldığı transgenik çeşitlerdeki, pestisit kullanımının yaklaşık 10.000 ton azaldığı, herbisitlere dayanıklı transgenik bitkilerde kullanılan ilaç miktarının da yaklaşık 35.000 ton (Türkiyenin yıllık toplam tarım ilacı kullanımından da fazla) arttığı belirlenmişti. Sonuç olarak ABD tarımında transgenik bitkilerin kullanımı sayesinde, toplam tarım ilacı harcamasının 25.000 ton arttığını söylemek mümkündür.(Ag BioTech, 2004)


2004 yılında hazırlanan başka bir raporda yine ABD’inde çiftçilerin herbisit toleranslı transgenik soya, mısır ve pamukta bunların konvansiyonel çeşitlerine göre daha fazla pestisit kullandığı da teyit edilmektedir. Transgenik ürünler ve pestisit kullanımı konusundaki 1996'dan 2004'e kadarki veriler, konvansiyonellere kıyasla, GDO’lu ürünler için 55 bin ton daha fazla pestisit kullanıldığını göstermektedir. Rapora göre pestisit kullanımındaki bu farklılık, glifosfata (glyphosate) toleranslı ekinlere uygulanan herbisitteki kullanım artışından kaynaklanmaktadır. Bu, yabani otların kullanılan herbisite bağışıklık, ya da toleranslı yabani otların ortaya çıkması nedeniyle olduğu gibi, herbisit üreticilerinin pazarlama yetenekleri, glifosfat ve diğer herbisitlerin fiyatlarındaki indirimler nedeniyle olmaktadır.(Benbrook, 2005)

Kaldı ki herbisit toleranslı bitkilerle birlikte kullanılmak zorunda olan yabani ot ilacının etkili maddesi için de birçok olumsuz yön mevcuttur. Herbisitlerin aktif maddesi olan Glifosfat'ın direkt kullanımı, ya da yüksek doz verilmesi haricinde, insan ve hayvanlara zararı olmadığı söylenmekle beraber, birçok literatürde sinir sistemi tahribatı, el yüz ayak şişmeleri ve hamilelerde düşüğe neden olabilmesi ve sperm sayısının azalmasına etkisi olabileceği bildirilmektedir. 1987 ve 1990 yıllarında iki bilim insanı İsveç'te tedavi gören Non-Hodgkin Lymphoma'li (NHL = lenf bezi kanseri) 422 hastayı inceleyerek, tarım ilaçlarıyla karşılaşıp karşılaşmadıklarını araştırmışlardır. Sonuçta Glifosfat’lı herbisit kullanan çiftçilerde, NHL olma riskini istatistiksel olarak yüksek bulmuşlardır. Dr. Lennart Hardell ve Dr. Mikael Eriksson yayınladıkları makalelerinde, başka araştırıcıların yaptığı laboratuvar ve hayvan deneylerinde de kaygı verici sonuçlar elde edildiğinden söz etmektedirler. Daha önceki çalışmalarda glifosfat’ın farede gen mutasyonlu ve kromozom anomalili lenfoma (lenf bezi kanseri) oluşturduğu rapor edilmiş, ayrıca farelerde karaciğer kanseri, losemi ve lenfoma riskini arttırdığı da bir başka araştırmada gösterilmektedir. Yine bu iki doktorun daha önceki bir araştırmalarında glyphosat'in NHL'nin nadir görülen bir çeşidi olan Hairy Cell Leukemia'nin (Tüylü Hücreli Lösemi) riskini artırdığını saptayıp, bunu makale halinde yayınlamışlardır (Hardell ve Erikson 1999).*

Arca Atay

DOĞADER Yönetim Kurulu Üyesi




Kaynak:
Arca Atay, Tarım Kimyasalları ve GDO Gerçeği, Tarım İlaçları Kongresi Raporu, 2005 Ankara


* GDOların sağlık riskleri ile ilgili detaylı rapor için bakınız;

“GDOların Bilim ve Sağlık açısından değerlendirilmeleri” GDO’ya Hayır Platformu/ Bilim Sağlık Komitesi © 2004

Emine Aktaş Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 05-01-2009, 19:26   #15
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 13-04-2006
Şehir: Ankara
Mesajlar: 9,099
Galeri: 25
Bilindiği üzere ABD, dünyadaki GDO’lu ürünlerin en çok üretildiği ve tüketildiği ülke olup, Amerikan halkının büyük bölümü bunları tüketmek istemediklerini, satın aldıkları ürünlerin GDO’lu olup olmadığını bilme hakları olduğunu savunmaktadırlar. ABD hükümetleri ise, biyoteknoloji şirketlerinin çıkarlarına ters geleceği için etiketleme uygulamasına geçmemekte ısrar etmektedirler.

Tüketicilerin yaşamları için gereksinim duydukları besin maddelerinin sağlık ve güvenilirliklerini sorgulama haklarına, gıda egemenliklerini koruma haklarına saygı göstermeyen hükümetler karşısında, dünya ülkelerinin duyarlı sivil örgütleri bu görevi üstlenmektedirler.

ABD’deki Tüketici Örgütleri, Bilim ve Sağlık Örgütleri, Organik Çiftlikler ve Çiftçi Örgütleri başta olmak üzere sivil toplum kuruluşları, GDO’ların sağlık, tarım ve ekolojiye olumsuz etkileri nedeniyle direnç gösterdikleri GDO’lu Gıda Ürünlerini bu tip broşürler ile teşhir etmektedirler. Teşhir edilen ürünler ve bu ürünleri üreten şirketlerin kimler olduğunu dikkatlice incelemenizi, Türkiye’de faaliyet gösteren bazı çokuluslu şirketlerin aynı ya da benzer ürünleri Türkiye’ye de soktuklarını hatırlatmak isteriz.

Genetik Mühendislik ya da Genetik Modifikasyona Uğratılmış Gıdalar, laboratuar şartlarında gıda için kullanılan bitkilerin ya da hayvanların DNA’larının içine çeşitli genlerin yapay olarak aktarılmasıyla oluşurlar. Bunun sonucunda GDO olarak adlandırdığımız Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar meydana gelir.

GDO’ların üretim aşamasında, bakteriler, virüsler, böcekler, hayvanlar ve hatta insanlardan gen aktarımı yapılmaktadır. Çoğu Amerikalı, “GDO etiketi” olduğu takdirde bu besinleri tüketmeyeceklerini söylemesine rağmen diğer endüstrileşmiş ülkelerin tersine ABD hükümetleri etiketlemeyi zorunlu kılmamıştır.

Bu GDO-suz Ürün Alışveriş Kılavuzu satın aldığınız gıdalar hakkında bilgi edinme hakkınızı hatırlatmak ve GDOlu ürünleri tanıma ve onlardan sakınma konusunda size yardımcı olmak için tasarlanmıştır.

GDO’lu ürün grupları
• Meyve ve sebzeler
• Et, balık ve yumurtalar
• Alternatif et ürünleri
• Süt ve süt ürünleri
• Alternatif süt ve süt ürünleri
• Mamalar
• Tahıllar, baklagiller ve makarnalar
• Kahvaltılık gevrekler
• Fırınlanmış gıdalar
• Dondurulmuş gıdalar
• Hazır çorba, sos ve konserveler
• Çeşniler
• Atıştırmalık gıdalar ve çerezler
• Şeker, çikolata ve tatlandırıcılar
• Sodalar, meyve suları ve diğer içecekler

GD ürünlerden kaçınmanın ipuçları:

1. Organik ürünler satın alın.
Sertifikalı organik ürünler GDO içeremezler. Yani, “%100 organik” ,“organik”, “organik içeriklidir” etiketi taşıyan bir ürün satın aldığınızda, bu ürünün GDO’lar ile üretilmiş olması yasaktır. Örneğin, “organik içeriklidir” etiketli bir ürün % 70 organik içerikli olsa dahi, %100 GDOsuz olmak zorundadır.

2. “GDOsuz” etiketi arayın.
Şirketler gönüllü olarak ürünlerini “GDOsuz” olarak etiketleyebilir. Örneğin etiketlerde “GDOsuz” ve “Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar Kullanılmadan Üretilmiştir”. Bazı ürünlerde ise sadece tek bir riskli içeriğin, örneğin “Soya Lesitin”in, GDOsuz olduğu belirtilir.

3. Riskli içeriklerden kaçının
Genetiği değiştirilmiş herhangi bir mahsul içeren tüm ürünlerden kaçının. Mısır, soya fasulyesi, kanola ve pamuk genetiği değiştirilmiş ürünlerin başında geliyor. GDO mısır, soa, kanola veya pamuk içerebilecek ürünler şunlardır:

Mısır içerikliler:
-Mısır unu, yağı, nişastası, gluteni, şurubu
-Tatlandırıcılar: fruktoz, glikoz, dekstroz
-Modifiye edilmiş gıda nişastası

Soya içerikliler:
-Soya unu, lesitini, proteini, isolat ve isoflavonu
-Bitkisel yağ ve protein

Kanola içerikliler:
-Kanola yağı

Pamuk içerikliler:
-Pamuk yağı

ABD’de, GDO’lu şeker pancarı da gıda ürünleri içinde yer almaya başlamıştır. GDO’lu şeker pancarından kaçınmak için organik ve GDOsuz şekerleri, yüzde 100 şeker kamışından elde edilen şekerleri veya organik şeker ile üretilmiş şeker ve çikolata ürünlerini tercih edin.

MEYVE VE SEBZELER

Amerika’da satılan taze meyve ve sebzelerin küçük bir kısmının genetiği değiştirilmiştir. Çekirdeksiz karpuz gibi ürünler genetiği değiştirilmiş değildir. Kabak, sarı kabak ve tatlı mısırların bazıları GDO’lu olabilir. Genetiği değiştirilmiş tek ticari meyve Hawaii’den gelen Papayadır- Hawaii’den gelen papayaların neredeyse yarısı GDOludur.

ET, BALIK VE YUMURTALAR

Henüz genetiği değiştirilmiş balık, kümes hayvanı veya çiftlik hayvanı satışa sunulmamıştır. Fakat, tahıl gibi GDOlu ürünlerle beslenen hayvanlardan üretilen pek çok organik olmayan ürün vardır. %100 ot/ çimenle beslenen hayvanları ve çiftlik balığı yerine açık deniz balıklarını tercih edin.

SÜT VE SÜT ÜRÜNLERİ:

Bazı ABD’li süt ürünleri çiftlik sahipleri ineklerine süt üretimini arttırmak için genetiği değiştirilmiş hormon rbGH( rbST olarak ta bilinir) enjekte eder. “rbGH/rbSTsiz inek” etiketli ürünleri satın alın. Pek çok alternatif süt ve süt ürünleri soya fasulyesinden üretilir ve GD maddeler içerebilir.

MAMALAR

Çoğu mamanın ana maddesi süt ya da soya proteinidir. Genelde bu ürünlerin içindeki gizli ürünler rbGH enjekte edilmiş ineklerden elde edilen süt veya soyadır. Aynı zamanda bazı markalar GDOlu mısır şurubu, mısır şurubu veya soya lesitini de kullanırlar.

GDOsuz ürünler
Baby’s Only (certified organic products)
Earth’s Best
Gerber products
HAPPYBABY
Organic Baby

GDOlu olma ihtimali olan ürünler
Beech-Nut
Enfamil
Good Start
Nestlé
Similac/Isomil

TAHIL, BAKLAGİL VE MAKARNALAR

Mısır dışında gıda marketinde GDOlu tahıl ürünleri bulunmaz. %100 buğdaydan üretilmiş makarna, kuskus, pirinç, arpa, yulaf,sorgum ve soya hariç kuru baklagilleri tercih edin.

GDOlu olma ihtimali olan ürünler
Betty Crocker meals (General Mills)
Knorr (Unilever)
Kraft Macaroni & Cheese meals
Lipton meal packets (Unilever)
Near East (Quaker)
Pasta Roni and Rice-A-Roni meals (Quaker)

KAHVALTILIK GEVREKLER

Genellikle mısır ve soyadan üretildikleri için, kahvaltılık gevrek ve barların GDOlu ürün içerme ihtimali yüksektir.

GDOlu olma ihtimali olan ürünler
General Mills
Kellogg
Post (Kraft)
Quaker

FIRINLANMIŞ GIDALAR

Buğday unu, pirinç, yulaf gibi fırınlanmış ürünlerin genetiği modifiye edilmese de, çoğu paketlenmiş ekmek ve hamur işi gıdalar mısır şurubu gibi GDOlu maddeler içerir.

DONDURULMUŞ GIDALAR

Çoğu dondurulmuş gıda üretim aşamasında çok sayıda işleme uğrar. Mısır, soya, kanola ve pamuğa dikkat edin. GDOsuz etiketi taşımadığı sürece bu gıdalardan herhangi birini içeren dondurulmuş gıdalardan uzak durun.

ÇORBALAR, SOSLAR VE KONSERVELER

Çoğu çorba ve sos pek çok işlemden geçer; alışveriş sırasında içindekiler listesini dikkatlice inceleyin.

GDOlu olma ihtimali olan ürünler
Bertolli (Unilever)
Chi-Chi’s (Hormel)
Classico (Heinz)
Del Monte
Healthy Choice (ConAgra)
Hunt’s (ConAgra)
Old El Paso (General Mills)
Pace (Campbell’s)
Prego (Campbell’s)
Ragu (Unilever)

SALATA SOSLARI, YAĞ ve ÇEŞNİLER

Etikette açıklanmadığı taktirde mısır, soya yağı, pamuk tohumu ve kanola yağı büyük ihtimalle GDO içerir. Saf zeytin, hindistancevizi, susam, ayçiçeği, badem, üzümçekirdeği ve yer fıstığı yağı tercih edin. Mısır şurubu ile üretilmiş reçel, tatlı ve diğer ürünlerden uzak durun.

GDOlu Olma İhtimali Olan Ürünler
Crisco (Smucker’s)
Del Monte
Heinz
Hellman’s (Unilever)
Kraft condiments and dressings
Mazola
Pam (ConAgra)
Peter Pan (ConAgra)
Skippy (Unilever)
Smucker’s
Wesson (ConAgra)
Wish-Bone (Unilever)

ATIŞTIRMALIK YİYECEKLER

Buğday, pirinç ve yulaflı, ayçiçek yağı içeren atıştırmalıkları tercih edin. Genetiği değiştirilmiş patlamış mısır bulunmamaktadır.

GDOlu olma ihtimali olan ürünler
FritoLay (Lay’s, Ruffles, Doritos, Cheetos, Tostitos)
Hostess Products (Interstate Brands)
Keebler (Kellogg’s)
Kraft (Nabisco, Nilla Wafers, Oreos, Ritz, Nutter Butter, Honey Maid, SnackWells, Teddy Grahams, Wheat Thins, Triscuit)
Pepperidge Farm (Campbell’s)
Pringles
Quaker Oats Company
Balance Bar
Nature Valley snack bars and granola bars (General Mills)
Nabisco Bars (Kraft)
PowerBar (Nestle)
Quaker Granola Bars

ŞEKER, ÇİKOLATA VE TATLANDIRICILAR

Çoğu tatlandırıcı, ve tatlandırıcı ile hazırlanan şeker ve çikolatalar GDO içerir. Yüzde 100 kamış şekeri, konsantre kamış suyu veya organik şeker içeren GDOsuz tatlandırıcıları, şeker ve çikolataları tercih edin, GDOlu şeker pancarı şekerinden kaçının. Çikolatadaki soya lesitin’e ve şekerdeki mısır şurubuna dikkat edin.

Tatlandırıcılardan aspartam GD mikroorganizmalardan üretilir. Aynı zamanda NutraSweet® ve Equal® olarak da bilinir ve alkolsüz içecekler, şeker, sakız, tatlılar, yoğurt, vitamin ile şekersiz öksürük bonbonları gibi eczane ürünleri de dahil olmak üzere 6,000den fazla gıda maddesinde bulunur.

GDOlu olma ihtimali olan ürünler
Hershey’s
Nestlé (Crunch, Kit Kat, Smarties)
Toblerone (Kraft)

SODALAR, MEYVE SULARI VE DİĞER İÇECEKLER

Çoğu meyve suyu GDO’suz meyveden üretilse de mısır bazlı tatlandırıcıların büyük kısmı (mesela yüksek fruktozlu mısır şurubu) GDO içerir. Gazlı içeceklerin çoğu su ve mısır şurubundan üretilir. Yüzde 100 meyve sularını tercih edin.

GDOlu olma ihtimali olan ürünler
Coca-Cola (Fruitopia, Minute Maid, Hi-C, NESTEA)
Hansen Beverage Company
Hawaiian Punch (Procter and Gamble)
Kraft (Country Time, Kool-Aid,Crystal Light, Capri Sun, Tang)
Libby’s (Nestlé)
Ocean Spray
Pepsi (Tropicana, Frappuccino,Gatorade, SoBe, Dole)
Sunny Delight (Procter and Gamble)

GİZLİ GD İÇERİKLERİ

İşlenmiş ürünler “organik” ya da “GDOsuz” ilan edilmedikleri sürece çoğunlukla gizli GDO barındırırlar. Aşağıdaki içerikler GDOlar ile üretilmiş olabilir.

Aspartam
B12 Vitamini
Bitkisel katı yağ (margarin)
Bitkisel sıvı yağ
C vitamini (Askorbik asit)
Dekstrin
Dekstroz
Diasetil
İnvert şeker
İsoflovon
Kabartma tozu
Karamel
Digliserit
E vitamini
Fenilalanin
Gliserid
Gliserin
Glisin
Glukoz
Glutamat
Glutamik asit
Gluten
Hemi selüloz
İnositol
Laktik asit
Lesitin
Lisin
Gliserol
Maltodekstrin
Maltoz
Mannitol
Mısır gluteni
Mısır nişastası
Mısır şurubu
Mısır yağı
Modifiye nişasta
Monosodyum glutamat
Nişasta
Oleik asit
Selüloz
Sıvı ya da kristalize fruktoz
Siklodekstrin
Sistein
Sitrik asit
Sorbitol
Soya lesitini
Soya proteini
Soya unu
Stearik asit
Tofu
Trigliserit

Bu klavuz, genetik testlere değil şirketlerin demeç ve bilgilerine dayanır.
“GDOsuz” etiketli ürünler üretim aşaması süresince GDOlu ürün kullanılmadığı anlamına gelse de, GDO doğal yollarla; polen yolu ile, rüzgar ve böcekler ile, tohum bozulması yolu ile ya da insan hatalarıyla yayılabilir.
Yani ürünlerin %100 GDOsuz olma garantisi yoktur.
GDOlar hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak için Feffrey M. Smith’in “Genetic Roulette: The Documented Health Risks of Genetically Engineered Foods” ya da Andrew Kimbrell’in “Your Right to Know: Genetic Engineering and the Secret Changes in Your Food” isimli .kitaplarından faydalanabilirsiniz.

Ayrıca;
www.centerforfoodsafety.org ve www.HealthierEating.org.
adreslerinden de GDO hakkında bilgi edinebilirsiniz.

Bu metin, Center for Food Safety and Institute for Responsible Technology tarafından “NON-GMO SHOPPING GUIDE- How to avoid foods made with genetically modified organisms (GMOs)” ismiyle ABD vatandaşları için hazırlanmış broşürün Türkçeye çevrilmiş şeklidir.

Çeviri: Dünya Atay, GDO'ya HAYIR PLATFORMU
http://www.iyibilgi.com/haber.php?haber_id=104435

denizakvaryumu Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 05-01-2009, 19:43   #16
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 19-06-2008
Şehir: Artvin
Mesajlar: 394
Galeri: 25
Teşekkürler Denizakvaryumu. Bu tür bilgileri evimizin bir köşesine asmamız gerekiyor. Aslında ülkemizde ciddi bir gıda terörü yaşanmakta, fakat olayın ciddiyeti maalesef gerçek anlamda bilinmiyor.

Emine Aktaş Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 18-03-2009, 21:55   #17
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 19-06-2008
Şehir: Artvin
Mesajlar: 394
Galeri: 25
Genetiği bozulmuş ürünler Türkiye`ye denetimsiz giriyor

Amerika ise geçen hafta domateste bulunan bir bakteri yüzünden 200`ü aşkın kişinin hastaneye kaldırılmasının şokunu yaşıyor.


Bu gelişmeler `ne kadar sağlıklı meyve sebze tüketiyoruz?` tartışmalarını yeniden gündeme getirirken, uzmanlar tarım ürünlerinde çok önemli bir konunun göz ardı edildiğine dikkat çekiyor. Genetiğiyle oynanmış ürünlerin ne denetimi yapılıyor ne de yeterince inceleneceği laboratuvarlar bulunuyor. Daha büyük, daha dayanıklı ve istenilen özelliklere sahip tarım ürünü elde etmek için bitki genetiğine yapılan müdahaleler uzun vadede insan sağlığını tehdit ediyor. Kanser, alerji, antibiyotiğe dayanıklılık, bebeklerde cinsiyet sorunları gibi menfi sonuçlara yol açtığı öne sürülen bu tür gıdaların üretimi her geçen gün yaygınlaşıyor. Bütün dünyada Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar`a (GDO) yönelik tedbirler alınırken, Türkiye`de bu konu tartışılmıyor. Sabancı Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selim Çetiner, patates tohumunun bile ithal edildiğine dikkat çekiyor, başta İsrail olmak üzere yurtdışından gelen tohumların gümrüklerden çok rahat geçtiğini, genetikleriyle oynanıp oynanmadığının bilinmediğini vurguluyor. TÜBİTAK Tarım Teknoloji Platformu üyelerinden genetik mühendisi Emrullah Gökhan da, tohum sektöründeki dışa bağımlılığa işaret ederken, Türkiye`de 300 milyon dolarlık tohum pazarının 70 milyon dolarının ithal olduğu bilgisini veriyor. Muğla Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ahmet Zeybek ise gümrüklerdeki denetimsizlikten yakınıyor ve analiz yapabilmek için akredite laboratuvarlara ulaşılamadığının altını çiziyor.


1970`lerde başlayan, 80`lerden itibaren hızlanan bitki biyoteknolojisinde genetiği değiştirilmiş ilk ürün 1996`da Amerika`da üretildi. `FlavrSavr` adı verilen domates, diğerlerine göre daha uzun raf ömrüne kavuşturuldu. Domatesi, gen aktarılmış mısır, pamuk, kolza ve patates takip etti. Modern biyoteknolojik yöntemler kullanılarak geliştirilmiş `transgenik` ürünlerin dünyadaki ekim alanı 2007 yılı sonu itibarıyla 112 milyon hektarı geçti. Bunlar başta ABD, Kanada, Arjantin ve Brezilya olmak üzere Çin, Hindistan, Avustralya ve İspanya gibi toplam 23 gelişmiş ve gelişmekte olan ülke tarafından ekiliyor.


Sabancı Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selim Çetiner, Türkiye`de biyoteknolojinin gelişmesi için temel bilim alanlarına gerekli önemin verilmemesinden şikayetçi. Bu durum, genetik konusunda yetişmiş eleman sayısının düşük kalmasına ve dolayısıyla kapsamlı araştırmaları yürütebilecek araştırma birimlerinin oluşturulmasına engel oluyor. En önemli sorun, belirli düzeyde bilgi birikimine ve tecrübeye sahip araştırmacıları bir araya getirerek `uzmanlık merkezleri` kurmak yerine, tek tek laboratuvarların oluşturulması. Türkiye`de bitki doku kültürü yatırımları 1974 yılında başlamış. Halen hemen hemen tüm ziraat fakültelerinde ve Tarım Bakanlığı araştırma enstitülerinde birer doku kültürü laboratuvarı bulunuyor. Ancak, Türkiye, son derece basit bir teknoloji gerektiren patates tohumluğu ihtiyacını bile, her yıl milyonlarca dolar ödeyerek yurtdışından karşılamak mecburiyetinde kalıyor. Bu ve benzeri çarpıklıkların yaşanmaması için öncelikle yapılması gereken, Avrupa Birliği müktesebatına uygun bir biyogüvenlik mevzuatı çıkarmak. Ardından tarımsal biyoteknoloji ürünlerinin bu mevzuat çerçevesinde değerlendirilmesini sağlamak. Prof. Dr. Çetiner`in üzerinde durduğu hususlardan biri de, Tarım Bakanlığı`nın hazırladığı Ulusal Biyogüvenlik Kanunu taslağının, Ulusal Biyogüvenlik Kurumu adı altında RTÜK gibi yeni bir bürokratik yapıyı öngörmesi. Oysa, genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO)`ın bilimsel esaslara dayalı olarak risk değerlendirmelerinin yapılması gerekiyor.


`Tartışmalar bilimsel zeminde değil`


Diğer yandan Tarım Bakanlığı`nın 5553 sayılı yasayla verilmiş görevlerinin önemli bir kısmının, kurulması öngörülen Ulusal Biyogüvenlik Kurumu`na devredilmesi, üreticileri (çiftçileri) ve tüketicileri doğrudan ilgilendiren konularda Tarım Bakanlığı`nı devre dışı bırakıyor. Çeşitli kesimler tarafından dile getirilen GDO`ları tespit edecek laboratuvarların bulunmadığına ilişkin görüşlere ise Prof. Dr. Çetiner katılmıyor. Çetiner, sağlık alanında biyoteknolojik teknikler kullanılması gündeme gelmezken, genetiği değiştirilmiş ürünler konusunda ise bilimsel tartışmalar yerine ideolojik, duygusal, kişisel ve ekonomik tercihlerin ağırlıklı olduğu görüşünde. `GDO`ya Hayır Platformu`nun iddialarına dayanarak basında yer alan haberlerin aksine Çetiner, Türkiye`de transgenik ürünlerin özellikle de transgenik mısırın ekimi yapılmadığının, TÜBİTAK tarafından desteklenen, en hassas analiz yöntemleri kullanılarak geçen yıl tamamlanan araştırma projesi ile kanıtlandığı bilgisini veriyor.


TÜBİTAK bünyesinde oluşturulan Tarım Teknoloji Platformu üyelerinden Genetik Mühendisi Emrullah Gökhan ise tohum sektöründeki dışa bağımlılığa dikkat çekiyor: "Türkiye, dünya tohumluk endüstrisindeki gelişmelere paralel olarak Ar-Ge faaliyetlerini yeterince gerçekleştiremediği için çokuluslu tohumculuk şirketleriyle rekabet edebilecek durumda olmadığı gibi, tohumluk ithalatı yapan bir ülke durumuna geldi." 300 milyon dolarlık tohum pazarının 70 milyon dolarının ithal olduğuna dikkat çeken Gökhan`a göre, ülke politikası olarak özel sektörün desteklenmesi ve ülke gen kaynaklarının korunarak Türkiye`ye ait patentli ürünlerin geliştirilip üretilmesine destek verilmesi gerekiyor. Muğla Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ahmet Zeybek, "Ülkemizde her ne kadar `genetiği geğiştirilmiş organizmalar`ı ihtiva eden gen kaynağı kullanımı yasak olsa da gümrüklerde yeterli denetim mümkün olmamakta, analiz yapabilmek için akredite laboratuvarlara ulaşılamamaktadır." diyor.


AB`de her ürün için tek tek izin alınıyor


Genetiği bozulmuş ürünlerin dünyadaki ekim alanı 2007`de 112 milyon hektarı geçti. Bunlar başta ABD, Kanada, Arjantin ve Brezilya olmak üzere 23 gelişmiş ve gelişmekte olan ülke tarafından ekiliyor. AB ise bu tür ürünlerle ilgili önemli sınırlamalar getiriyor. Ticarî maksatla pazara genetiği değiştirilmiş ürün sürmek isteyenler yazılı izin almak zorunda. İzinli ürün- ler 2003`ten beri tek bir katalogda toplanıyor. Üye devletlerin bunlara karşı korunma hakkı var.


Avrupa Birliği`nde izin şartı var


Genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) hakkındaki Avrupa Birliği mevzuatı 90`lı yılların başlarından beri yürürlükte. Bu düzenlemenin iki ana amacı bulunuyor: Sağlık ve çevrenin korunması ve güvenli, sağlıklı genetiği değiştirilmiş ürünlerin AB`de serbest dolaşımının temin edilmesi. AB`deki yönetmeliklere göre ticari maksatla pazara genetiği değiştirilmiş ürün sürmek isteyenler yazılı izin almak mecburiyetinde. Diğer taraftan üye devletlerin bu ürünlere karşı korunma hakkı var. Örneğin Ağustos 2000`de İtalya, dört genetiğiyle oynanmış mısır çeşidine yasaklama getirmişti. Ancak ilgili komisyonun incelemesinde mısırların insan sağlığını tehlikeye atmadığı sonucuna varılmış ve yasak kaldırılmıştı. Polonya da, ortak tarımsal bitki çeşitleri kataloğuna Eylül 2004`te kaydedilen 17 adet MON 810 mısır çeşidi tohumlarının kullanımını yasaklamasına izin verilmesi için müracaat etti. Komisyonun konu hakkındaki incelemesi devam ediyor. Öte yandan, `genetiği değiştirilmiş organizmalar`la elde edilmiş birçok ürün Avrupa Birliği`nde kanuni olarak pazarlanabiliyor. 2003`ten itibaren izin verilenler tek bir katalogda toplandı. AB`de üzerinde durulan en önemli nokta ise bir ürünün GDO`lu olup olmadığına ilişkin bilginin mutlaka etikette yer alması.


Pirince vitamin takviyesi yapıldı


Dünyada halen ticari olarak üretimi yapılan transgenik ürünlere aktarılmış özellikler incelendiğinde, bunların daha çok girdiye yönelik, yani doğrudan çiftçiyi ilgilendiren böceklere, herbisitlere ve virüslere dayanıklılık gibi özellikler olduğu görülüyor. Diğer taraftan Güneydoğu Asya`da yeterli A vitamini alamayan 170 milyon kadar kadın ve çocuğa yönelik olarak da `altın pirinç` olarak adlandırılan beta karoten/A vitamini içeriği yükseltilmiş çeltik üretildi. Bt patates ise çevrecilerin tepkisinden çekinen büyük `fast food` gıda zincirlerinin talep etmemeleri sebebiyle yeterli ekim alanı bulamadı. Herbisitlere dayanıklı transgenik buğday çeşidi de gerek çevrecilerin tepkisi gerekse bu ürünü geliştiren çokuluslu şirketin pazarlama kaygıları sebebiyle henüz ticarileşemedi.


`Türkiye`de yetişen binlerce bitki türünün geleceği tehdit altında`


Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Gökhan Günaydın, genetiği değiştirilmiş gıdalarla ilgili makalesinde muz, ahududu, çilek, kiraz, ananas, biber, kavun ve karpuzda çalışmaların sürdüğünü belirtiyor. Bu mahsuller üzerindeki çalışmaların Türkiye`ye girmesi durumunda üreme yeteneği alınmış tohumlarla her yıl milyonlarca dolarlık tohumun yeniden satın alınmak zorunda kalınacağını vurguluyor. Genetiği değiştirilmiş ürünlerin 1998`den bu yana hiçbir denetime tabi olmadığını vurgulayan Günaydın, gümrüklerde ayrım yapacak laboratuvar altyapısının bulunmadığını dile getiriyor. Doğrudan tüketilmese de genetiği değiştirilmiş mısır ve soyadan üretilen yağ, un, nişasta, glikoz şurubu, sakkaroz, fruktoz içeren gıdalar; bisküvi, kraker, kaplamalı çerezler, pudingler, bitkisel yağlar, mamalar, şekerlemeler, çikolata ve gofretler, hazır çorbalar, mısır ve soyayı yem olarak tüketen tavuk ve benzeri hayvansal gıdalar ile pamuk risk taşıyor. Bir başka olumsuz etki ise sadece Türkiye`de yetişen binlerce bitki türünün azalma ihtimali. Gökhan Günaydın, bu alanda Türkiye`nin kendi araştırmalarını yapması gerektiğini ifade ediyor.


ABDULHAMİT YILDIZ- ZAMAN

Emine Aktaş Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 31-03-2009, 13:31   #18
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 19-06-2008
Şehir: Artvin
Mesajlar: 394
Galeri: 25
Soframızdaki Tehlike

GDO'ların Türkiye'ye girişinin Tarım ve Köyişleri Bakanlığı genelgesine göre yasak olmasına karşın bu konu ile ilgili kesin bir veri yok. GDO'ya Hayır Platformu'nun geçen yıl Arjantin'den ithal edilen mısırda ve yerli bir bebek mamasında yaptırdığı analizler, GDO'lu olduklarını kanıtladı


Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar'ın (GDO) Türkiye'ye girişinin Tarım ve Köyişleri Bakanlığı genelgesine göre yasak olmasın karşın bu konu ile ilgili kesin bir veri yok. Çünkü yurtdışından gelen hammaddeler ve işlenmiş gıdalar bakanlığın açıklamasına göre mevzuat eksikliği nedeniyle denetlenmiyor ve bu nedenle GDO'ların Türkiye'ye girip girmediği resmi olarak bilinmiyor. Ama GDO'ya Hayır Platformu'nun geçen yıl Arjantin'den ithal edilen mısırda ve yerli bir bebek mamasında yaptırdığı analizler, GDO'lu olduklarını kanıtladı.

GDO'ya Hayır Platformu bileşenlerden Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi'nin Başkanı Ahmet Atalık, GDO'lu ürünlere karşı tüketicilere bezdirme politikası uygulama çağrısı yaptı.

Tüketicilerin, içinde özellikle mısır ve soya olan, şüphelendikleri gıda maddelerini tarım il müdürlüklerine götürmelerini isteyen Atalık, "Ben ne yediğimi bilmek istiyorum, içinde GDO var mı yok mu bilmek istiyorum diyerek analiz yapılmasını istesinler. Tarım il müdürlükleri bu analizi yaptırmak zorunda. Tarım il müdürlüklerinde bu ürünler yığılmaya başladığında halkımız bize de yardımcı olur. GDO'lar suçsuzlukları ispat edilene kadar suçludurlar. Suçsuzlukları ispat edilene kadar hayatımızdan uzak tutmalıyız" dedi.

Atalık, platform olarak yakında "Ulusal Biyogüvenlik Yasamızı İstiyoruz" kampanyası başlatacaklarını da söyledi.

Atalık, GDO'lu tohumların ve işlenmiş ürünlerin, patent hakkını almadan çok ucuz fiyata piyasaya girerek çiftçilere cazip bir alternatif oluşturduğuna dikkat çekerek çiftçilerin de para kazanacağı mekanizmayı tercih ettiğini belirtti. Atalık, üreticilerin; Dünya Bankası ve IMF'ye borcu olan çiftçinin geçimini sağlayamadığı, Türkiye gibi 3. dünya ülkelerinde bu yöntemi uygulayarak çok rahat GDO'lu tohum satabildiğine vurgu yaptı.

Zirai madde kalıntısı nedeniyle ihraç ettiğimiz birçok ürünün ya imha edildiğini ya da geri gönderildiğini ifade eden Atalık, "Sıkı bir denetim olsa bunlar yaşanmaz. Zirai madde kalıntılı bir ürün nasıl yurtdışına çıkabiliyorsa GDO'lu tohumlar da aynı şekilde ülkemize giriyor" diye konuştu.

Tarım Bakanlığı'nın genelgesine göre GDO'lu tohumla üretimin yasak olduğuna dikkat çeken Atalık, Tarım Bakanları Sami Güçlü ve Mehdi Eker'e konuyla ilgili 9 ayrı soru önergesi verildiğini ve her defasında "Bunları düzenleyen bir mevzuat olmadığından bu ürünleri analiz etmeye gerek duymuyoruz" yanıtının alındığını belirtti.

Dışarıdan gelen tüm ürünlerin denetlenmeden halkın tüketimine sunulmasını eleştiren Atalık şu bilgileri verdi:

"Geçen yıl ABD'den sonra en geniş GDO'lu ekim alanlarına sahip Arjantin'den 110 bin ton mısır ithal edildi. Platform olarak o mısırlardan numune alarak analiz ettirdik ve ürünler GDO'lu çıktı. Bakanlık mevzuat olmadığı için denetim yapılmadını söylüyor. Ama Türkiye Cartagena Biyogüvenlik Sözleşmesi'ne üye. Uluslararası sözleşmeler, anayasaya göre kanun hükmündedir ve en kısa sürede iç düzenlemelerin o yasaya uygun hale getirilmesi gerekir. Bunu yapmıyorsanız da sözleşme sizi bağlar. Mevzuat yok diye bu ürünlerin ülkeye girişi meşru değildir."




Yasa tasarısı ortadan kayboldu

2005'te TBMM gündemine gelen Ulusal Biyogüvenlik Yasa Tasarısı'nın şu an adının bile anılmadığını dile getiren Atalık şöyle devam etti:

"2005'te GDO'ya Hayır Platformu, yasadaki sakıncalı birçok hükümden dolayı 100 bin imza toplayarak o şekilde çıkmaması yönünde çaba gösterdi. Yaklaşık 16 ilde 'canavar domates' kampanyası düzenlendi. Bunun sonucunda 100 bin imza 2005'in Şubat ayında TBMM'ye sunuldu. Meclis Dilekçe Komisyonu başkanı bu işi ciddiye alacağını basına açıkladı. Meclis'teki ziraat mühendisi ve veteriner milletvekilleri ile tarım komisyonu üyelerine 2 kez bilgilendirme toplantısı yapıldı. Sonuçta, 'Bu ürünlerin riskleri çok yüksek, tasarıyı revize edilmesi için Tarım Bakanlığı'na geri gönderiyoruz' denildi. Fakat o gün bugündür taslak kayıp, bakanlığın web sitesinden bile kaldırılmış. Tasarıya göre ürünlerde gen aktarımının başarılı olup olmadığının takibi, aktarılan antibiyotik direnç geni ile tespit edilebiliyor. Taslakta şöyle bir ibare vardı: '31 Aralık 2008'e kadar insan tedavisinde de kullanılan antibiyotik direnç geni olan GDO'lu ürünler Türkiye'ye ithal edilebilir.' Taslakta böyle bir ibarenin yer alması, insanların sürekli antibiyotik direnç genine muhatap kalması, antibiyotik direncinin artması çok sakıncalı."

‘ADINI AÇIKLARSAM SUÇLU OLURUM’

Türkiye'de sadece Ankara ve Bursa'da altyapıları tamamlanmış, GDO'lu ürünleri tespit edebilecek 2 adet laboratuvar bulunduğunu belirten Atalık, "Ürünüm GDO'lu değildir" beyanının yeterli olduğunu, ithal edilen hiçbir şeyin analiz edilmediğini vurguladı. Atalık, Türkiye'deki GDO'lu ürünlerin habersizce nasıl hayatımıza girdiğini şu örnekle dile getirdi:

"Türkiye'de oldukça geniş bir ürün yelpazesi olan biri yerli biri yabancı 2 büyük firmaya mail atarak ürünlerinde GDO'lu hammadde kullanıp kullanmadıklarını sordum. Her iki firma da bu konuda çok titiz olduklarını, halkın sağlığını düşündüklerini, GDO'lu ürün kullanmadıklarını bildirdiler. Fakat bu iki markadan yerli olanının bebek mamasında yaptırdığımız analizde GDO kullanıldığını ortaya çıkardık. Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen , bu ülkeye hangi firmalar GDO'lu hammadde, işlenmiş madde ithal ediyorlar, diye sorulduğunda yasaların buna izin vermediğini, açıkladığı takdirde suçlu duruma düşeceğini ifade etmişti. Bu ülkedeki yasalar sağlığı koruma yönünde değil sağlıksız ürün imal edeni koruma yönünde. Bu markanın adını açıklarsam firmanın işlerini bozduğum için tazminata mahkûm ediliyorum. Ben suçlu olurum. Ve ne yazık ki bu bir bebek maması."




İnsan ve çevre üzerine etkileri

Bir ürüne neyin aktarıldığı bilinmediği için aktarılan organizmaya karşı alerjisi olanlar reaksiyon gösteriyor. Çevresel açıdan biyoçeşitliliği bitiriyor. GDO'lar tozlaşma yolu ile yabani türleri de kendine çevirerek tek tip ürün oluşmasına yol açıyor. Bir mısırın poleni 35 kilometreye kadar taşınabiliyor. GDO'lu bitkilerde bulunan özellikle zararlı ot ve böcek öldürücü genler ile terminatör teknolojisi gereği aktarılmış olan genler de toksin üreterek çalıştıklarından, dokularda birikme durumunda, önemli riskler oluşturuyor.

GDO'lu bitkilerin doğrudan ve dolaylı olarak kanserojen etkisinin olabileceği birçok araştırıcı tarafından ortaya kondu. Özellikle, herbisitlere dayanıklı GDO'lu pamuk, soya, mısır ve kolza çeşitlerinde kullanılan bazı kimyasal maddelerin doğrudan kanser yapıcı oldukları biliniyor.

GDO'lu bitkinin orijinal yapısında bulunan bazı kalite öğelerinde önemli azalmalar oluyor. Kalp hastalıklarına ve kansere karşı önemli bir koruyucu madde olan "phytoestrogen" bileşikleri, klasiklere oranla GDO'lu bitkilerde daha az.

Hangi ürünler GDO'lu?

GDO'lu ürünler en çok soya, mısır, kanola ve pamuk olarak karşımıza çıkıyor. Soya ve mısır Türkiye'de çok yaygın kullanılıyor ve aynı zamanda en çok ithal ettiğimiz ürünlerin başında geliyor. GDO'lardan uzak durmak için soya ve mısır yememek de çözüm değil. Çünkü mısır ve soya 1600 gıda maddesi içinde katkı maddesi olarak kullanılıyor. Özellikle mısır nişastası, bebek mamaları ve tatlılarda yoğun olarak bulunuyor.

Bu ürünlerin çoğu hemen her yıl GDO'lu tohum üretiminde birinci olan ABD ve 2. olan Arjantin'den ithal ediliyor. 2005'te Arjantin'den Türkiye'ye soya getiren bir gemi Greenpeace tarafından Brezilya açıklarında durdurulmuştu. Soyaların GDO'lu olup olmadığının analiz edilmesi istenmiş ve analiz sonucunda bir gemi dolusu soyanın GDO'lu olduğu ortaya çıkmıştı.

HER ŞEYİ MEVSİMİNDE TÜKETİN

İTO Gıda Meslek Komitesi Üyesi ve Keyveni Catering Yönetim Kurulu Başkanı Sadık Çelik de GDO'lu ürünlerin toprağın dengesini bozduğunu ve 100-200 yılda toprağın kendine gelemediğini söyledi. Mısır ve türevlerinin çok ciddi bir endüstri oluşturduğuna dikkat çeken Çelik, şu ifadeleri kullandı:

"Mısırı, genetiği değiştirilmiş olarak ülkenize soktuğunuz andan itibaren bütün hayatınıza GDO'lu ürünler girmiş oluyor. Mısırdan nişasta yapıyorsunuz, nişasta baklavadan sütlü tatlılara, bebek mamalarına kadar her yerde kullanılıyor. Gündelik yaşantımıza süt olarak da girebiliyor. Köylüler ' mısır silacı' denen bir yem yapıyorlar hayvanlar için. Yemi yiyen inek, koyun aracılığı ile GDO süt olarak bize dönüyor."

Sadık Çelik, tüketicilere şu önerilerde bulundu: "Mevsiminde olmayan gıdaları tüketmeyin. Dondurulmuş gıdaları kullanmayın. Mevsiminde aldığınız sebzeleri derin donduruculara koyarak daha sonra kullanmak mümkün. Organik ürünlere yönelin. Tüketici aldığı ürünleri sorgulamalı

http://www.cev.org.tr/Default.aspx?pageID=18&nID=1170

Emine Aktaş Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 05-04-2009, 21:56   #19
Ağaç Dostu
 
ayferaksit's Avatar
 
Giriş Tarihi: 05-03-2009
Şehir: malatya
Mesajlar: 298
Galeri: 15
Sevgili Pembe Domates Ağı Dostları,

PDA üyesi,Değerli Cem Birder'in,Açık Radyo'daki (2Nisan Perşembe) ''Toprak
Ana'' programında Genetik Çalışmalarla Elde Edilmiş Ürünler-GDO konusunda
Hukuk bakışı konu edildi.
Program gerçekten çok aydınlatıcıydı.
Doğal olanın,yani tamamen doğal ortamda, tozlanma yoluyla oluşan ürünün
tohumuyla yapılan tarımdan elde edilen ürünler yerine,çeşitli
gerekçelerle laboratuar çalışmalarıyla elde edilen tohumların ürünleri,
sağlık sorunlarından, kısır tarıma kadar sayısız sorun yaratmakta..
GDO'lu tohum tarlaya bir girdi mi, siz istediğiniz doğal tarımı yapın,sizin
ürününüzü de GDO'luya dönüştürüveriyor.
Dünyada ve ülkemizde çok bilinen ve çok tartışılan GDO sorunu, yeni toprak
yasasıyla yetki alan firmalarla önü alınmaz bir boyut kazanacak gibi
görünüyor.
Tohum dağıtma yetkisini elinde bulunduran firmaların ürünlerinin yetiştiği
toprak bir kerelik hasada izin verdiği için kısırlaşma kaçınılmaz oluyor.
Hem çiftçi bu firmalara göbekten bağlı kılınmış oluyor, hem bu toprakların
yerli ve çeşitli ürünleri yok oluyor, hem de kanser başta olmak üzere sağlık
sorunları kapıda bekler oluyor!
Burada zaman yitirmeden yapılacak şey, bu konuyla ilgili olan herkes, her
kuruluş, her oluşum, (PDA gibi örneğin),her sivil toplum örgütü, karar
alıcılara tepkilerini dile getirmesi...
Pembe Domates Ağı Gönüllüleri olarak bir tepki bildirisi hazırlayabilir
miyiz,ne dersiniz?
Selam ve sevgilerimle
Ayşe Sazak

ayferaksit Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 14-04-2009, 14:42   #20
agaclar.net
 
malina's Avatar
 
Giriş Tarihi: 03-04-2004
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 37,245
Galeri: 88
Alıntı:
Almanya Tarim Bakani GDO misir ekimini yasakladi. Urun, Monsanto'nun 810 numarali tohumu.

Yapilan arastirmalar sonucu, kisa ve uzun surede, cevreye zararli oldugu icin yasaklandi.
Almanca bilenler internette konunun ayrıntılarına bakabilir mi?

malina Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 15-04-2009, 16:26   #21
Yeni Üye
 
yesimcim's Avatar
 
Giriş Tarihi: 22-03-2009
Şehir: istanbul
Mesajlar: 16
Almanca bilmiyorum ama Ingilizce sayfalardan taradim.Monsanto 810 yazinca oldukca makale cikiyor.Cesitli platformlarda Tohum yasasi-Yonetmelik oncesi yaptigimiz arastirmalar arasinda tezimizi destekleyecek saglam bir kanit Almanya'dan dun yetisti.Anladigim kadari ile tam da ekim sezonunun basinda olmalarina ragmen bu sene GDO lu tohum kullanamayacak Alman ciftciler.

http://www.dw-world.de/dw/function/0...177472,00.html

http://www.spiegel.de/international/...618913,00.html

Sevgiyle kalin
Yesim Guris

yesimcim Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 15-04-2009, 16:36   #22
Yeni Üye
 
yesimcim's Avatar
 
Giriş Tarihi: 22-03-2009
Şehir: istanbul
Mesajlar: 16
Bir de bu habere bakalim...

Özel Haber: AB, Genetiği Değiştirilmiş Ürün İstemiyor

14 Şubat 2009 10:25

Avrupa Birliği hükümetleri, ABD'li Monsanto firması tarafından geliştirilen genetiği değiştirilmiş mısırın ekimi konusunda yasak uygulayan Fransa ve Yunanistan için gelecek hafta toplanacak.

Avrupa Birliği'nin icra kolu olan Avrupa Komisyonu, bilimsel olarak Monsanto genetiği değiştirilmiş mısırın zararlı olduğuna dair kanıt olmadığını savunarak, Fransa ve Yunanistan'dan genetiği değiştirilmiş mısırın ekimi konusunda uyguladıkları yasağı kaldırmalarını istiyor.

AB hükümetlerinden gelecek uzmanlar, Pazartesi günü komisyonun teklifini oylayacaklar. Eğer hükümetler bir karara varamazsa, komisyonun yasağı kaldırma teklifi 2 Martta hükümetlerin çevre bakanları tarafından da oylanacak.

Bakanlar geçmişte Avusturya ve Macaristan tarafından uygulanan yasağın kaldırılmasını oylama sonucu reddetmişlerdi. Gözlemciler, yapılacak oylamada yine aynı durumun yaşanacağını ve AB hükümetlerinin kendi ulusal otonomisine saygı gösterileceğini öngörüyorlar. Uzmanlar, kapalı yapılacak oylamayla, iki tarafın da karşı koyması sonucu yaşanacak hareketsizle konunun kitleneceğini belirtiyorlar.

Greenpeace genetik ürünler sorumlusu Marco Contiero, "Yüksek düzeyde yaşanacak çatışmanın merkezinde iki ensititü var. Taraflardan biri Avrupa Konseyi, diğer tarafı ise komisyondur." dedi.

Fransız günlük gazetesi Le Figaro hafta içerisinde, Fransız Gıda Güvenliği Ajansı raporunu yayınlanmıştı. Raporda ajans, Monsanto genetiği değiştirilmiş ürünlerinin insan sağlığına zararlı olmadığını açıklamıştı. Fransız hükümeti, yasağın devamını savunuyor ve resmi yetkililer biyotek mısırdan tarım alanlarının zarar görmemesi için yasağın devam etmesi gerektiğini söylüyorlar.

Monsanto mısırları-MON 810-olarak adlandırılıyor ve biyotek ürün Avrupa'da yetişebiliyor. Monsento firması 2005 yılında Iraklı çiftçilerin yüzlerce yıldır kullanmış oldukları tarım yöntemlerini engellemiş ve tohumların ertesi yıl tekrar üzere saklanmasını engelleyecek yasayı çıkartmıştı.
2006 yılında ABD biyotek firmalarının Dünya Ticaret Örgütü'ne, AB'nin uyguladığı ithalat kısıtlamalarının kaldırılması için başvurmuş ve AB, genetiği değiştirilmiş ürünlerin bazılarının ithalatına izin vermişti. İthalatına izin verilen ürünler içerisinde MON 810'da bulunuyor.

Genetik ürünlere karşı çıkanlar; gen teknolojisi ile üretilen besinlerin, toplumda görülen alerjik reaksiyonları arttıracağı, antibiyotiklere dirençli mikroorganizmaların kısa sürede gelişeceği, ekolojik açıdan zaman içinde dünyadaki genetik çeşitliliği azaltacağı, ekonomide dışa bağımlılığı da arttıracağı ve özellikle küçük çiftçilerin bundan zarar göreceğini ileri sürüyorlar.

Türkiye'de üretim kapasitesi olmasına rağmen her yıl 2 milyon ton genetiği değiştirilmiş mısır ithal ediliyor.

ABsaglikhaber.com

yesimcim Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 15-04-2009, 18:05   #23
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 18-04-2007
Şehir: Ankara
Mesajlar: 1,962
Galeri: 266
Genetiği değiştirilmiş mısıra yasak

Großansicht des Bildes mit der Bildunterschrift: ABD’nin biyo-teknoloji devlerinden Monsanto’nun ürettiği, genetiği değiştirilmiş mısır tohumunun Almanya’da üretimi yasaklandı. MON 810 türü tohumların doğaya verdiği zararlar hala tam olarak bilinmiyor.

Federal Almanya Tarım Bakanlığı son haftalarda yoğun baskı altındaydı. Kısa bir süre içersinde mısır ekimine başlayacak olan Alman çiftçiler, Tarım Bakanı Ilsa Aigner’in, genleri değiştirilmiş “MON 810” türü mısır tohumunun yasaklanıp yasaklanmayacağı konusunda acilen karar vermesini istiyordu.

Bildunterschrift: Großansicht des Bildes mit der Bildunterschrift:
Bakan Aigner’in üyesi olduğu Hıristiyan Sosyal Birlik Partisi içersinde de, sadece hayvan yemi olarak öngörülen bitkinin ekilmeye devam edilmesine izin verilmemesi isteniyordu. Parti, Avrupa Parlamentosu seçimleriyle Almanya'daki genel seçimler öncesinde, Bavyeralı tüketicilerle çiftçileri karşısına almak istemedi. Ancak beklenen açıklamayı yapan Alman Bakan Aigner, kararının siyasi nitelik taşımadığını vurguladı:

“Bu kararın, ‘Yeşil gen tekniği’ konusunda geleceğe dönük bir ilke kararı olmadığının altını çizmek istiyorum. Bu, tek bir konuya ilişkin, lehte ve aleyhteki tüm unsurlar titizlikle tartılarak, bilimsel zeminde alınmış bir karardır. Avrupa’da izin verilen bu genetik değişikliğe uğramış tek organizmaya ilişkin yanıtsız kalan birçok soru daha güçlü bir güvenlik araştırmasının yapılmasının önemini açıkça ortaya koyuyor.”

Ne gibi zararları var?

Bildunterschrift: Großansicht des Bildes mit der Bildunterschrift:
Tarım Bakanlığı, uğur böcekleri, su piresi ve kelebekleri tehdit ettiği görüşünde. Karar öncesinde politikacılar “MON 810” türü mısır türünün polenlerinin balda tespit edildiğini gündeme getirmişlerdi. Arıcılar ürünlerinde hayvan yemi içeriği ya da gıda ürünlerinde bulunmasına izin verilmeyen içerik bulunduğu takdirde üretimlerini sürdüremiyorlar. Federal Tarım Bakanlığı uzmanlarından Christian Grugel’a göre ise bu argüman kararda belirleyici bir rol oynamadı:

“Elimizde şu anda, arılarda, somut bir tehlike olduğunu ortaya koyacak türde etki olduğunu belgeleyen bir bilimsel araştırma yok. En azından benim arılarla bir bağ olduğunu ortaya koyan bir araştırmadan haberim yok. Ancak mevcut araştırmaların belirli sorulara yanıt vermediği bir durumla karşı karşıyayız.”

Şirket yargı yoluna gidiyor

Genetiğiyle oynanmış mısır tohumlarının üreticilerinden Monsanto Federal, Alman Hükümeti’nin bu kararına karşı dava açabilir. Hatta şirketin sözcüsü bu yönde adım atmaya hazırlandıklarını bir haber ajansı aracılığıyla duyurdu bile. Tarım Bakanı Aigner ise endişeli değil. Zira diğer Avrupa ülkeleri de bu mısır türünü yasakladı:

“Avusturya, Macaristan, Yunanistan ve hatta Lüksemburg’a karşı dava açılmadı. Fransa’ya karşı 2008 yılında dava açıldı ve halen karar çıkmış değil. Bizde süreç farklı bir zeminde ilerledi. 2007 yılında önce koruma önlemi alındı. Horst Seehofer başkanlığında bir izleme süreci kararlaştırılmıştı. Şimdiki hukuki durum ise işte geldiğimiz noktadır.”

Çevreciler karardan memnun

Bildunterschrift: Großansicht des Bildes mit der Bildunterschrift:
Siyasetten farklı tepkiler yükselirken çevre ve doğal hayatı koruma örgütleri kararı memnuniyetle karşıladı. Alman Çiftçiler Birliği'nden Adalbert Kienle da genetiği değiştirilmiş mısırın yasaklanmasını memnuniyetle karşıladıklarını duyurdu:

“Almanya'da bu karardan etkilenen çiftçi sayısı çok az. Bu mısırın ekilmesi için yapılan başvurularda toplam 3 bin 600 hektarlık bir alan öngörülmüştü. Bu Almanya'daki ekilebilir alanların sadece yüzde 0,02'sini oluşturuyor. Ancak yine de etkilenen çiftçiler var.”



Zacharias Zacharakis / Çeviren:: Değer Akal

Editör:Ahmet Günaltay

k0900 Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 28-04-2009, 22:22   #24
Ağaç Dostu
 
Oğuz Karsan's Avatar
 
Giriş Tarihi: 04-12-2006
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 1,085
Galeri: 181
Merhaba.

Elektronik posta yolu ile gelen bu mektubu meslek ilgilisi gönderdiği için çok önemsedim ama nereye koyacağımı bilemedim. Eğer uygun yerde değilse, Sn. site yöneticisi lütfen gereğini yapınız.

Bu arada tavuk üreticileri kızacaklardır ama yazılanlar acaba uydurma mı? Onlarda aksi açıklamalar yapabilirler. Yeter ki gerçekleri yansıtsın


Alıntı:
Malesef bugün etlerimiz kırmızı veya beyaz hormondan geçilmiyor.Özellikle beyaz et.
Bunun bir masal olduğuna inanan meslektaşlarımız gitsin marketten bir piliç alıp,östrojen kitiyle bir baksınlar.Bakan biri olarak söylüyorum bunu şaşıracaksınız.
Malesef bakanlık teşkilatı ve ek gelir peşinde koşturan meslektaşlarımız bunun farkında bile değiller.
Bugün ALTIN TOZU denilen ve onun benzeri prperaratlar sahada cirit atıyor.Bunu satan 4-5 firma vardır ki resmi yetkililer biliyor bunları.Ama kimsenin kılını kıpırdattığı yok.
Antibiyotikli yem ilaveleri ve üzülerek söylüyorum ki bazı yemler sağlığımızı olumsuz etkiliyor.
Altın tozu denilen madde DES etkisi oluşturmakta.Kimyevi ve gıdaya uygun bir madde olmayıp östrojen etkisi meydana getiriyor.
Üstelik yemdeki mısır,ayçiçeği v.s gibi hammadeler %90 üzerinde GDO lu dur.
Hal böyleyken,hala halk sağlıgından dem vuranlara,deontolojiden bahsedenlere,kendini oturduğu makamın sahibi sanan bakanlık yetkililerine yazıklar olsun.

Veteriner Hekimi
M.İ.Murat

Oğuz Karsan Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 03-07-2009, 18:20   #25
Ağaç Dostu
 
ayazkentli's Avatar
 
Giriş Tarihi: 10-04-2009
Şehir: İzmir
Mesajlar: 1,641
Galeri: 1
http://www.tumgazeteler.com/?a=3904601


Burada'ki haber'de, GDO'ları üreten küreselcilerin,çok amaçlı bu projesinin,farklı bir boyutuna değinilmiş.Gerçi burada'ki yazılanlara komplo diyenler olabilir ama bir gerçek var ki,o da bu adamlar, dünya insanlarını birer kobay olarak kullanıyorlar.Bu arada yazıyı okur iken,Norveç yakınlarında'ki bir ada'da inşasını bitirip,geçen yıl hizmet'e soktukları deponun ne amaçlar'la kullanabileceklerini'de düşünmeye çalışmak'ta fayda var.

ayazkentli Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 11-10-2009, 13:53   #26
Ağaç Dostu
 
imgelem's Avatar
 
Giriş Tarihi: 21-01-2007
Şehir: Cunda Adası / Ayvalık
Mesajlar: 312
Galeri: 25
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi ayazkentli Mesajı Göster
....Bu arada yazıyı okur iken,Norveç yakınlarında'ki bir ada'da inşasını bitirip,geçen yıl hizmet'e soktukları deponun ne amaçlar'la kullanabileceklerini'de düşünmeye çalışmak'ta fayda var.
ABD’li gazeteciden dehşet verici iddialar

Alman asıllı Amerikalı araştırmacı-gazeteci F. William Engdahl’ın istenmeyen ırkları kısırlaştırma planının ayrıntılarını açıkladığı üprertici iddialarla şok olacaksınız!

F. William Engdahl
“Norveç ‘Teki Tohum Deposu Dünyayı Ele Geçirme Planının Bir Parçası”
Alman asıllı Amerikalı araştırmacı-gazeteci F. William Engdahl, tarım sektörünü elinde tutan GDO(Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar) devlerinin insanlık için gerçek bir kıyamet yaratacağını söylüyor. İddiaları son derece ürkütücü. Norveç’teki küresel tohum deposuyla amaçlanan arî üstün ırk yaratmak mı yoksa istenmeyen ırkları yiyeceklerle kısırlaştırmak mı? “Kıyamet tohum deposu” olarak da bilinen Svalbard hariç dünyadaki diğer tohum depolarını bekleyen “kıyamet”i kim koparacak? Engdahl sorularımızı yanıtladı.
Yeni Aktüel Dergisini 29 Kasım - 5 Aralık 2007 tarihli 125. sayısında “Kıyamet Kapısı” başlığıyla kapak konusu olarak işlediğimiz ve 26 Şubat 2008′de tamamlanacağını duyurduğumuz “proje”, tamamlandı. Norveç’in kuzeyindeki Spitsbergen adasında “Svalbard Küresel Tohum Deposu” adı verilen o ambar, Mart 2008 itibariyle resmen faaliyete başladı. Donmuş bir dağın 130 metre altına inşa edilen ambarda şu anda dünyanın dört bir yanından yaklaşık 3 milyon farklı tohum özel ambalajlarda saklanıyor. Kuzey Kutbu’na 1100 kilometre uzaklıkta olan buzdağı ambarında bazı dayanıklı tohumlar 1000 yıl kadar bozulmadan kalabilecek. Her türlü nükleer saldırıya, patlamaya ve depreme dayanıklı olan bu tohum deposuna “kıyamet tohum deposu” da deniyor. Dünya üzerindeki tüm tohum çeşitlerini biraraya getirmeyi hedefleyen ambarın amacı, gelecekte dünyanın başına gelebilecek nükleer savaş, meteor düşmesi veya iklim değişimi gibi bir felaket durumunda, tohum çeşitliliğinin korunmasını sağlamak.

Svalbard Küresel Tohum Deposu
Buraya kadar her şey gayet iyi niyetli görünüyor. Ancak Alman asıllı Amerikalı araştırmacı-gazeteci F. William Engdahl’ın bu proje ile ilgili dehşet verici şüpheleri var.
Engdahl, tarım sektörünü ellerinde tutan GDO (genetiği değiştirilmiş organizma) devlerinin bizim bilmediğimiz bir şeyler bildiklerini düşünüyor. Spitsbergen’in buzlaşmış kayalıklarının altında “dünyayı ekonomik ve genetik olarak ele geçirme” planlarının yattığını iddia eden Engdahl, teorisini ambar projesi finansörlerinin kimlikleri ve geçmişleri hakkında ayrıntılı hatırlatmalar yaparak ispatlıyor. İlk baskısı 2007′de yapılan, Nisan 2009′da Türkçe’ye çevrilen “Ölüm Tohumları/ Kalıtımın Değiştirilmesinin Arkasındaki Karanlık Oyunlar” adlı kitabın da yazarı olan Engdahl ile “kıyamet muhafızları” dediği finansörlerin kimlikleri, neler yaptıkları ve Svalbard Küresel Tohum Deposu üzerindeki hedefleri hakkında konuştuk.
Kıyamet muhafızları
- Svalbard Küresel Tohum Deposu’nun finansörleri kimler?
Öncelikle, bu ambarın Global Crop Diversity Trust (GCDT- Küresel Hasat Çeşitliliği Örgütü) aracılığıyla işletildiğini söylemeliyim. Nisan 2009 rakamlarına göre 123 milyon dolarlık bir finansmanları var. Roma’da kurulan bu örgütün başında Kanadalı Margaret Catley-Carlson bulunuyor. 1998′e dek New York merkezli Nüfus Konseyi’nin de (Population Council) başkanıydı. Bu konsey John D. Rockefeller’ın nüfus popülasyonunu düşürmek amacıyla 1952′de kurduğu, aile planlaması adı altında gelişmekte olan ülkelerde kısırlaştırma çalışmaları yürüten bir konsey. Diğer GCDT üyeleri arasında Hollywood Dream Works Animation’a başkanlık eden Lewis Coleman da var. Coleman, ABD’nin en büyük Pentagon anlaşmalı askeri endüstri şirketi olan Northrup Grumman Corporation’ın da kurul başkanıydı.
Örgütün finansörleri ise;
- Geçen yıl şirketin aktif yönetiminden çekilerek kurduğu Bill-Melinda Gates Vakfı aracılığıyla kendini Asya ve Afrika’daki çiftçilere yardıma adayacağını beyan eden Microsoft’un kurucusu Bill Gates!
- Dünyanın en büyük patentli GDO tohum ve tarım kimyasalları devi ABD’li DuPont / Pioneer Hi-Bred!
- Yine bir ABD’li GDO devi Monsanto!
- İsviçre menşeli GDO tohum ve tarım kimyasalları şirketi Syngenta!
- 1970′lerde 100 milyon dolarlık bir kaynakla “Yeşil Devrim” diye bilinen tohumda gen devrimini başlatan ve tarımsal değişim ile ideal genetik saflığı sağlama çalışmalarını yürütmek üzere dünyanın en büyük vakıflarından birini kuran petrol devi Rockefeller!
- ABD, İngiltere, Norveç, Almanya, İsviçre ve Kanada’dan da devlet fonları aktarılıyor.
Yani özetle, GDO tohumları az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere yayarak tarlalardan orijinal tohumların kökünü kazıyan şirketler, şimdi dünya üzerindeki tüm orijinal tohumları olası bir kıyamet günü için kutuplarda buzdan bir adaya saklıyor.
Dünyanın pek çok ülkesinde “zaten var olan” tohum depolarına ne gibi bir felaket gelecektir ki, Svalbard’a muhtaç kalınacaktır?
Ebu Garib tohumları nerede?
- Nükleer savaş, iklim değişimi veya meteor düşmesinin dışında bir felaketten mi söz ediyorsunuz?
Evet, planlı bir felaketten söz ediyorum. Bunu anlamak için yalnızca 2003 Amerikan bombardımanından sonraki Irak’a bakmak yeterli. Irak medeniyetlerin beşiği ve binlerce yıl önce buğday tarımının doğduğu yerdir. Ebu Garib’de yüzlerce yılda geliştirilen buğday tohumu çeşitlerinin yer aldığı bir tohum bankası bulunuyordu. Amerikan bombardımanından sonra o tohum mahzeni tarihe karıştı. Artık kimse o tohumların nerede olduğunu bilmiyor. Düşünün, dünyadaki tüm tohum çeşitleri NATO destekli Svalbard’da biraraya getirilip kontrol altına alındığında, dünyadaki diğer paha biçilmez tohum bankalarını savaşlar ve terörist eylemler ile yok etmek çok kolay olacak! Sonrasında da Monsanto ve DuPont gibi devler kendi GDO tohumlarını tüm dünya çiftçilerine tek elden sunabilecekler. Yani tüm tohum çeşitlerini ele geçirdikten sonra dünyanın diğer tohum bankalarını, tekel oluşturabilmek amacıyla yok edebilirler.
“Ari ırk yaratma projesi”
- Peki tekel olma arzusunun temelinde yatan tek sebep ekonomik mi?
Hayır. Bunu açıklamak için önce kıyamet muhafızlarının kimliklerinden ve geçmişte neler yaptıklarından biraz söz edelim. Rockefeller 1971′de Uluslararası Tarım Araştırmalarında Küresel Danışmanlık Grubu olan CGIAR’ı kurdu. CGIAR, üçüncü dünya ülkelerinin bilim adamlarının ve agronomistlerinin (tarım uzmanı) “modern tarım ürünü” kavramlarında uzmanlaşmaları ve ABD’de öğrendiklerini ülkelerine götürmeleri ile yakından ilgilendi. GDO’lu “Gen Devrimi”nin yaygınlaşması için paha biçilmez bir etki şebekesi oluşturdular. CGIAR, daha etkin olabilmek için BM Gıda ve Tarım Örgütünü (FAO), BM İlerleme Programı’nı ve Dünya Bankası’nı da işin içine dâhil etti.
“Rockefeller Hitler’in de finansörüydü”
Üstün ırk yaratma projesi tanı olarak nasıl bir şey?
Rockefeller Vakfının ve zengin finans kurumlarının 1920′lerden beri genetik olarak üstün ırk yaratmayı meşrulaştırmak için kullandıkları öjenik bilimi daha sonradan genetik mühendisliği olarak değiştirilmiştir. Hitler ve Naziler buna ari üstün ırk diyorlardı. Hitler’in öjenik çalışmaları da bugün Svalbard’a milyonlarca dolar akıtan Rockefeller Vakfı tarafından finanse edilmişti. Rockefeller Vakfı, Third Re-Ich’s Kaiser VViIhelm Instilutcs’nün ari ırk öjenik çalışmalarını finanse ediyordu. 2. Dünya Savasında ABD resmi olarak savaşa Hitler Almanya’sının karsısında olarak girerken, Rockefeller Standard Oil Group, illegal olarak Alman Luftvvaffe ve VVehrmacht birliklerine petrol nakline devam etti. Bununla ilgili ABD Senato araştırması da yapıldı.
Rockefeller Vakfı insanı “gen dizilimlerine” indirgemeye çalışan sözde moleküle! biyoloji bilimini yaratmıştı ve sonunda insan («elliklerini istenen şekilde değiştirmeyi amaçlıyorlardı. Hitler’in Öjenikçi bilim adamları 2. Dünya Savasından sonra sessi/ce ABD’ye götürülmüş ve Çeşitli yaşam formlarının genetik olarak tasarlanması konusun da ilk adımları atmışlardır.
Gıdalar ile negatif ojenik
Amaç tarım yani gıdalar üzerinden üstün ırk yaratmak mı?
Aslında daha da kötüsü. Rockefeller, Carnegie, Harriman ve diğer zengin elit aileler tarafından fonlanan öjenik (üstün ırk yaratma) lobisinin 1920′den beri biricik amacı “negatif öjenik”tir. “Negatif ojenik” istenmeyen soyların sistemli bir şekilde yok edilmesidir. Aile Planlaması Enternasyonalin kurucusu, koyu öjenikçi ve Rockefeller ailesinin yakın dostu Margaret Sanger, 1939′da Harlem’de “Negro (Zenci) Projesi” adı altında bir proje başlattı. Bu projenin ne olduğunu bir arkadaşına yazdığı mektupta açıkça dile getiriyordu: “Negro (Zenci) nüfusu ortadan kaldırmak istiyoruz”.
20 yıllık kısırlaştırma projesi
Negatif öjenik bir kısırlaştırma projesi mi?
Örnekler üzerinden gidelim. Küçük bir Kaliforniya biyoteknoloji şirketi olan Epicyte, genetik mühendisliği marifetiyle, yendiğinde erkeği kısırlaştıran bir mısır geliştirdiklerini açıkladı. Epicyte, Svalbard’ın iki sponsoru olan DuPont ve Syngenta ile teknolojilerini yaymak için ortaklık kurmuştu. Çok ilginçtir ki Epicyte, genetiği değiştirilmiş sperm öldürücülü mısırı ABD Tarım Bakanlığfndan (USDA) aldığı araştırma fonuyla geliştirmişti. Bir başka örnek; 1990′larda BM Dünya Sağlık örgütü, Nikaragua, Meksika ve Filipinler’de 15 ila 45 yaşları arasındaki milyonlarca kadının tetanoza karşı aşılanması için bir kampanya başlattı. Erkekler de tetanoz olabilirdi ama aşı erkeklere yapılmadı. Bu şüphe uyandırıcı durumdan ötürü Katolik bir kilise organizasyonu olan Comite Pro Vida de Mexico (Meksika Yaşam Komitesi) aşıları test ettirdi. Test sonuçları ile, Dünya Sağlık örgütü’nün (WHO) yalnızca çocuk doğuracak yaş*taki kadınlara dağıttığı aşıların Chorionic Gonadotrophin (hCG) içerdiği ortaya çıktı.
Doğal bir hormon olan hCG, tetanoz toksoid taşıyıcılarıyla birleştiğinde kadınların hamile kalmasını engelleyen antikorları üretiyordu. Daha sonradan ortaya çıktı ki Rockefeller Vakfı, Rockefeller Nüfus Konseyi, Dünya Bankası ve ABD Ulusal Sağlık Enstitüleri, Dünya Sağlık örgütü (WHO) için tetanoz taşıyıcın bir kısırlaştırma aşısı üretmek için 1972′de 20 yıllık bir proje başlatmışlardı. Ayrıca Svalbard Kıyamet Tohum Deposu’nun ev sahibi Norveç hükümeti kısırlaştırıcı aşının üretilmesi için 41 milyon dolar bağış yapmıştı!
Hibrid tohumlarla tekel tuzağı
Rockefeller’in gelişmekte olan ülkelerde yürüttüğü Yeşil Devrim çalışmalarına bu açıdan bakınca korkunç görünüyor…
Rockefeller Vakfı 1946′da sadece adı yeşil olan “Yeşil Devrim”i başlattı. Neydi Yeşil Devrim? 60′larda Rockefeller’in çalıştığı Meksika, Hindistan gibi ülkelerde daha çok ürün veren ıslah edilmiş tohum çeşitleriyle açlık sorununu büyük ölçüde çözmeyi vaat ediyordu. Yıllar sonra. Yeşil Devrim’in aslında Rockefeller ailesinin ileride tekelleştirebilecekleri bir tanın ısı geliştirme planı olduğu ortaya çıktı; tıpkı yarım yüzyıl önce petrol endüstrisi işinde yaptıkları gibi.
Nasıl tekelleştiler?
Yeşil Devrim gelişmekte olan piyasalarda yeni hibrid tohumların üretilmesine dayanıyordu. Hibrid tohumlar üreyemedikleri için çiftçilerin her sene tohum alması gerekiyordu. Hibrid to*hum patentlerinin DuPont / Pioneer Hi-Bred’in ve Monsanto’nun başını çektiği bir avuç dev tohum şirketinin elinde toplanması daha sonra GDO’lu tohum darbesi için yolu açtı. Hibrid to*humlar ve bu tohumların ihtiyaç duyduğu kimyasal gübreler, çiftçileri tarım ve petro-kimya şirketlerine bağımlı hale getiriyordu. Bu gübreler Rockefeller kontrolündeki büyük petrol şir*ketlerinin ürünüydü. Ot ve böcek ilaçlan da petrol ve kimya devleri için ek pazarlar oluşturuyordu.
Yeşil devrim aslında bir “kimyasal darbeydi”. Gelişmekte olan ülkelerin yüksek miktardaki gübre ve ilaç girdisini finanse etmeleri mümkün değildi. Bu nedenle Dünya Bankasından kredi notu alarak ve ABD hükümetinin garantisi altındaki Chase Bank ve diğer New York bankaları aracılığıyla özel borçlar aldılar.
Sonuç?
Bankalara ve tefecilere borçlanan çiftçiler genellikle topraklarını kaybettiler, iş aramak için şehirlere göç ettiler; fabrikaların ucuz işçi açığı da kapanmış oldu.
Patentli biyolojik silah Peki ya bugün?
Bugün de Gates ve Rockefeller Afrika’da Yeşil Devrim adı altında bir pro jeye daha milyonlar yatırıyor. Amaç yine GDO tohumların ve kimyasalların yaygınlaştırılması. Bunun için pek çok teşvik ve kampanyalara başvuruyorlar.
Büyük bir tekelleşme tehdidiyle karşı karşıyayız
Plan işlerse tüm dünya birkaç tohum devinin kölesi olacak. Washington’dan gelen emirler doğrultusunda Washington’un siyasetlerine karşı olan üçüncü dünya ülkelerine tohum ver meme olasılığı da var. Ayrıca pirinç, mısır, buğday ve soya gibi dünyanın temel gıda üretimi için patentli tohumların üretimi korkunç bir biyolojik silah olarak da kullanılabilir. Genetik müdahalelerle öldürücü gıdalara çevrilebilirler.
(kaynak:Yeni Aktüel, Aralık 2007)

imgelem Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 12-10-2009, 11:49   #27
Ağaç Dostu
 
Oğuz Karsan's Avatar
 
Giriş Tarihi: 04-12-2006
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 1,085
Galeri: 181
GDO YA Önlemler.

Merhaba.

GDO'lu ürünlere karşı önlemlere örnek olabilecek, elektronik posta yolu ile ilgili mektup.

Alıntı:
Satın aldığınız veya satın almayı düşündüğünüz mısır tohumunun GDO lu olmadığına dair sertifika isteyiniz veremedikleri takdirde işte isbatıdır.
İthal mısır tohumlarından herhangi birini ekiniz. Ektiğiniz tohumdan aldığınız tohumu tekrar ekiniz. Ürün alabilecekmisiniz. Alamıyacaksınız.
İthal tohum üreticileri her yıl kendi ürettikleri tohumu tekrar tekrar satabilmeleri için GDO ları ile oynayıp bir kere ürün alınabilecek hale getirmektedirler.
Söylediklerimi anlayabilmeniz için ya mısırı eken çiftçi ya da ziraat mühendisi olmanız gerekir !
Çapar Kanat
http://groups.google.com.tr/group/cigsutureticileri

Oğuz Karsan Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 12-10-2009, 12:55   #28
Ağaç Dostu
 
imgelem's Avatar
 
Giriş Tarihi: 21-01-2007
Şehir: Cunda Adası / Ayvalık
Mesajlar: 312
Galeri: 25
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi Oğuz Karsan Mesajı Göster
Merhaba.

GDO'lu ürünlere karşı önlemlere örnek olabilecek, elektronik posta yolu ile ilgili mektup.
Sn Oğuz Karsan;
Kafa karışıklılığına yol açmaması açısından aşağıdaki düzeltmeyi yapmak istiyorum.
Hibrit tohum ile GDO'lu tohum aynı şey değildir.Hibrit tohum kısırlaştırılmış tohum demektir.Yani bir kez ekersiniz.Seneye aynı ürünü yetiştirmek için yeniden tohum satın almanız gerekir.100 yıldır kullanılan hibrit tohumun tek sakıncası genellikle İsrailli büyük tohum tekellerine binlerce dolar kaynak aktarmanızdır.
Kendi türünden ya da kendi türü dışındaki bir canlıdan gen aktarılarak bazı özellikleri değiştirilen bitki, hayvan ya da mikroorganizmalara ise"Genetiği Değiştirilmiş Organizma" diyoruz. Genleri; canlıların kuşaktan kuşağa geçen özelliklerini (hastalıklara dayanıklılık veya yüksek verim gibi) şifreleyen birimler olarak düşünelim. Örnek olarak pamuğa başka türlerden (örneğin çilekten), hatta bakterilerden (yani düpedüz mikroplardan) veya hayvanlardan özellikler aktararak (genlerle bu aktarma oluyor) güya daha verimli ve gene güya hastalıklara dayanıklı, böylece daha az mücadele ilacı kullanılacak bitkiler elde edileceği ileri sürülüyor. Benzer şekilde hayvanlarda da GDO uygulamaları yapılabiliyor.
Gdo lu ürünler insan sağlığına çok zararlı olabilecek sakıncalar içermektedir.İskoçya Rowett Enstitüsünde Dr. Arpad Pusztai'nin genetiği değiştirilmiş patates ile beslediği farelerin tümünün iç organlarında küçülme, sindirim sistemlerinde bozukluk, bağışık sistemlerinde çökme görüldü.Rusya Bilimler Akademisi'nden Dr. İrina Ermakova'nın fareler üzerinde yaptığı denemede, genetiği değiştirilmiş soya ile beslenen farelerin yavrularının yüzde 55,6'sı, doğumdan üç hafta sonra öldü.(Kaynak:Tayfun Özkaya)

imgelem Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 12-10-2009, 18:46   #29
Ağaç Dostu
 
Oğuz Karsan's Avatar
 
Giriş Tarihi: 04-12-2006
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 1,085
Galeri: 181
Merhaba.

Aşağıdaki yazıda en çok değinilmesi gereken husus bence burası

Alıntı:
Ülkelerin yerel çeşitlerinin yok olmasına sebep olma gayreti, (GDO’lu tohumu satan firmaların ortakları sertifikalı üretim kandırmacası ile binlerce yıllık tohumlarımızın değil, kendi devşirdikleri tohumların kullanılmasını gerekli kılacak yasal düzenlemeler için destek (!) oluyorlar.)


Sn. imgelem, Bir hususu aydınlatmak için soruyorum. GDO'lu tohumlar ile Hibrit tohum arasında ne fark var? Sizin anlatımınızdan şunu anladım. Hibrit tohum Genetiğiyle oynanmamış tohum olmalıdır.. Aşağıdaki yazıda da ikisinin aynı zararlılıkta olmayabileceğine değinilmiş. Peki bundan nasıl emin olacağız?

Yani hibrit sandığımız tohumun geniyle de oynanmış olamaz mı? % 100 güvenlidir diyebilir miyiz? Veya geni ile oynanmışsa biz tüketici olarak bunu nasıl anlayabiliriz? Hibrit tohuma kefil olan bir kuruluş var mı?

Bu arada Sayın Kanat'ın yazısına ilave destek gelmiş. Onu da aktarıyorum.

Alıntı:
Sayın Kanat iyi günler,



Söyledikleriniz çok önemli bir konuya ait olduğu için ufak bir katkıda bulunmayı gerekli görüyorum.

Dünya’da ve Türkiye’de çoğu insan genleri değiştirilmiş tohumlara karşı çıkıyor. Bunda da çok haklılar. Çünkü insan ve çevre sağlığına olumsuz bir etkisi olmadığı sadece (GDO) Genleri Değiştirilmiş Organizmaların tohumlarını üreten firmalar ve GDO’lu gıdaya bilmeden destek çıkan birkaç fırsatçı tarafından savunuluyor ama,


1- Gelişmekte olan – ekonomisi doğrudan tarıma dayalı ülkeleri daha da yoksullaştıracak ve dışa bağımlı hale getirecek bir komplonun – biyolojik bir savaşın ilk adımı olması,

2- Toplu arı ölümleri gibi bir çok doğal dengesizliğin sebebi olması, (Der Spiegel dergisindeki makale örneği)

3- Avusturya ve Rusya’da fareler üzerinde yapılan deneylerde kesin olarak saptanan zararları,

4- Ülkelerin yerel çeşitlerinin yok olmasına sebep olma gayreti, (GDO’lu tohumu satan firmaların ortakları sertifikalı üretim kandırmacası ile binlerce yıllık tohumlarımızın değil, kendi devşirdikleri tohumların kullanılmasını gerekli kılacak yasal düzenlemeler için destek (!) oluyorlar.)

5- İnsan ve çevre sağlığına dair kanıtlanmış bir güvenliğinin kesinlikle olmaması,

6- GDO’lu tohum sayesinde ile daha az zirai ilaç kullanılacağı yalanı (arsızlaşan zararlılar ve daha çok zirai ilaç kullanım mecburiyeti…)

7- Türkiye özelinde GDO’lu mısır yüzünden sefalete sürüklenen pancar üreticileri ve ölüme terk edilen şeker fabrikalarımız.

8- GDO’lu mısırdan şeker üreten malum şirketin kanunlarımızı ve mahkemelerin kapatma kararlarını hiçe sayan doğa katliamı. Daha sonra da bu işletme için çıkarılan yasa ile birinci sınıf tarım arazilerinin talana açılması…

9- İçerisinde domuz, akrep, bakteri vs. geni olan bu domates, soya, mısır vb tohumların insanlara bilgi verilmeden sunulması ve bunun aslında yasalarımıza da uygun olmayışı,

10- Ülkelerin ve insanların onurlarının bazı global şirketlerin oyuncağı haline getirilmesi,

11- Sağlıklı, sürdürülebilir, patentli ve bize ait bir çok çeşidimizin idam fermanının onaylanması.. ve daha nice sayılabilir art niyet, aşağılık ilişkiler ağı GDO ile birlikte bu topraklara girmektedir.

Peki alternatifimiz yok mu? ****** var. Devletimizin bir çok kurumu ve o kurumlarda çalışan iyi niyetli, bilinçli, vatansever bir çok insan sürekli olarak yerel çeşitlerimizin geliştirilip patentinin alınması için gayret gösteriyor. Bir çok aydın çiftçimiz yerel çeşitlerini yabancı tohumlara ezdirtmemek için üretmeye devam ediyor.

Geçen katıldığım bir fuarda Sakarya Tarımsal Araştırmalar Enstitüsü’nün geliştirdiği yerel mısır çeşitlerimizi gördüm. Her amaca uygun harika çeşitleri bulabilirsiniz orada ve daha nice araştırma enstitümüzde.

Hem daha ucuz, hem daha lezzetli hem de gerçekten sağlıklı. Ama arkalarında global sermayenin reklam ve satış desteği yok. Çalışanlarının azmi ile yürüyor işler.

Bir de mailinizde intihar eden tohum diye özetlediğimiz konuya değinmişsiniz, evet GDO’lu tohumlar sürekli tohum satma gayreti içerisindeki kapitalist sistem ağabeyleri tarafından üretiliyor ve ürününüzden tohumluk alamıyorsunuz. Ancak bu noktada şöyle bir durum var, bazen ar-ge çalışmalarında elde edilen hibrit tohumların da mahsülünden üretim yapamazsınız. Ancak bunların tamamı GDO’lu değildir. Yani hibrit veya melez çeşitler için sağlıksız demek doğru olmaz. Çünkü doğada olabilecek şekilde bir üretim ile elde edilmişlerdir. Ve doğada çeşitler arasında eşleşme olabilmektedir.

Genleri oynanmış – değiştirilmiş tohumları üreten ve satan firmaları, bunların çarpık ilişkilerini internette biraz araştırarak bulabilirsiniz.

Özetle, GDO, kapitalizmin ürettiği yeni nesil bir silahtır. Para getirir ve bunu tüketen insanlara, doğaya “yeniden sağlık kazandırmayı” zorunlu kılar, bu da yeniden para getirir. Yani; önce boz, sonra tedavi etmek için para iste. Bilgisayar virüsü üret sonra da anti-virüs yazılımı sat. Önce GDO’ları sat (nasıl olsa üretimini bir tek “sözüm ona” çok gelişmiş ülkeler yapıyor..) sonra da kanser ilaçları sat. Çünkü kanser ilacı da aynı kansızların tekelinde. Adamlar dünyada az görülen kanser türlerinin ilaçlarını üretimden kaldırıyor. Karlılığı az diye..

Siz bunların iyi niyetli olduklarını falan mı düşünüyorsunuz?

Lütfen hala güzel yurdumun hala güzel insanları bu tuzaklara kanmasınlar. Bizler bu dünyanın emanetçileriyiz.

www.dogader.org sayfasını ziyaret etmenizi öneririm. Bir çok gönüllü, bu tür saldırılara karşı yüreklerindeki insanlık değerleri ile savunuyorlar toprağımızı ve dünyamızı.

Saygılarımla,

Ercan KURTARIR

Saygılar

Oğuz Karsan Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Eski 04-07-2009, 15:19   #30
Ağaç Dostu
 
petulya's Avatar
 
Giriş Tarihi: 17-09-2007
Şehir: Istanbul
Mesajlar: 147
GDO ya Hayır Platformu

Arkadaşlar bu esnada GDO ya Hayır Platformu oluşturulmuş...
http://www.gdoyahayir.org/

Bizde binlerce üyesi olan bir site olarak bu platforma destek verebilirmiyiz?
Koskoca Amerikayı lobiyle yönetebiliyorlarsa, bu ülkenin vatandaşları olarak bizde kendimizi lobi yaparak yönetebiliriz...

petulya Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
Cevapla


Gönderme Kuralları
Yeni konu gönderemezsiniz
Konulara yanıt veremezsiniz
Ek dosya yükleyemezsiniz
Kendi gönderilerinizi düzenleyemezsiniz

BB code Açık
Smilies Açık
[IMG] Kodu Açık
HTML Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Forum saati Türkiye saatine göredir. GMT +2. Şu an saat: 01:11.
(Türkiye için GMT +2 seçilmelidir.)


Forum vBulletin Version 3.8.5 Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0
agaclar.net © 2004 - 2025