View Single Post
Eski 20-03-2009, 21:49   #7
malina
agaclar.net
 
malina's Avatar
 
Giriş Tarihi: 03-04-2004
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 37,246
21 Mart, “Dünya Ormancılık Günü”dür. En azından bu özel gün dolayısıyla ormancılığımızın temel sorunlarının tartışılması gerekir, beklenir. Ancak, bu gerek, bu beklenti ülkemizde yerine getirilmemekte; ormanlara yönelik güzellemelerle yetinilmektedir.

Oysa, ülkemizde, ormancılık kesiminde de geri yaşamsal önemde dönüşümler gerçekleştirilmektedir. Ormancılık çalışmalarını kamusal hizmet olmaktan çıkaran bu dönüşümler ormanlarımızda onarılamayacak yıkımlara yol açabilecektir. Yurttaşlarımız bu gerçeği görmeli, durdurulmasına yönelik çok daha etkili çabalara girmelidir.


Artık sorulması gerekmektedir: Ormancılığımız nereye gidiyor? Gerçekte sorunun yanıtı çok açık: Türkiye nereye götürülmeye çalışılıyorsa ormancılığımız da oraya gidiyor. Sözgelimi;

Ormanlarımız ve ormancılığımız da özelleştiriliyor:

Hem de Anayasaya ve yasalara karşı hile yollarıyla; Anayasamızın 169. maddesine göre mülkiyeti devredilmemesi gereken “devlet ormanı” sayılan araziler, başta turizm ve madencilik olmak üzere uzun süreli ya da süresiz olarak ormancılık dışı kullanımlara tahsis ediliyor, orman ürünü hasadı, planlama, orman yetiştirme gibi temel ormancılık çalışmaları ihalelerle özel girişimcilere yaptırılıyor, arazi rantları yüksek orman fidanlıkları ile her türlü tesis satılmaya çalışılıyor.

Ormancılık çalışmaları “teknik orman yıkımına” yol açıyor:

Sayıları dokuza çıkan orman fakültelerindeki öğretimin gereksinmeleri karşılama düzeyi hemen hemen hiçbir düzlemde sorgulanmıyor ve bu kurumlarda yetiştirilen orman mühendislerinin tümüne yakın bir kısmı işsiz kalırken temel ormancılık birimlerinde yeterli nitelik ve nicelikte teknik personel işlendirilmiyor. Öte yandan, tüm karar süreçleri ant-demokratik ormancılık örgütlenmesi kısıtlı kaynakların savurganlığına, onlarca yılın bilgi ve deneyim birikiminin gerektiğince kullanılabilmesini olanaksızlaştırıyor. Bu nedenlerle ormancılık tekniğinin gerekleri yeterince yerine getirilemiyor ve bu nedenle de biyolojik çeşitlilik düzeyi son derece yüksek olan ormanlarımızın yapısal özellikleri çoğu yörede olumsuz yönde değişiyor, dolayısıyla hem dışsal etkenlere karşı dirençleri hızla zayıflıyor hem de biyolojik olarak yoksullaşıyor.

Ormanların korunabilmesi rastlantılara bırakılıyor:

İlgili koruma örgütü ve personeli hızla tasfiye edilip bu işlev para karşılığında köy tüzel kişiliklerine devrediliyor ve bu nedenle de orman koruma çalışmalarında etkenlik düzeyi düşüyor, dolayısıyla, bir yandan yangın sayıları artarken bir yandan da yangın söndürme çalışmalarının maliyetleri yükseliyor; ağaç kesme, tarla açma, izinsiz hayvan otlatma vb sakıncalı eylemler önlenemiyor.

Ormancı çalışanlar “tüketiliyor”:

Ormancı çalışanların, deyiş yerindeyse analarından emdikleri sütü burunlarından getirebilecek işlendirme politikaları pervasızca sürdürülüyor, dolayısıyla, 40 bin dolayında kamu çalışanı yaratıcılıklarını ve özgüvenleri yitiriyor.

Üretilen bilgiler “kağıt üzerinde bırakılıyor”:
Bir yandan ormancılık araştırma kuruluşları işlevsizleştirilir ve güçsüzleştirilirken bir yandan da rastlantısal olarak gerçekleştirilebilen araştırmaların sonuçları ödeneksizlik nedeniyle yayımlanamıyor ve dağıtılamıyor, bir biçimde dağıtılabilenlerin de uygulanmasına yönelik süreçler işletilmiyor.

Küresel ısınmanın yol açabileceği yıkımlar umursanmıyor:

Küresel ısınmanın gündeme getireceği kuraklıklara, kuraklıkların yol açabileceği orman yangınlarına, böcek ve mantar zararlılarına karşı dirençli orman yapılarının oluşturulmasına yönelik önlemler alınamıyor.

“Ormancı köylülerinin” anayasal hakları görmezden geliniyor:
Köylü yurttaşlarımızın ağaç kesme ve tomruklama işlerinde insanlık dışı koşullarda çalıştırılmasına yönelik uygulamalar giderek daha da ağırlaştırılıyor.

Yoksul orman köylülerinin çevrelerindeki ormanların işletilmesine yabancılaşmalarına yol açan uygulamalara yeni boyutlar kazandırılıyor; Çevre ve Orman Bakanlığı’nın işlevinin gereklerine yerine getiremeyecek biçimde yönetilen Orman Köy İlişkileri Genel Müdürlüğü’nün (ORKÖY) etkinlikleri ise ulufe dağıtmaktan öteye geçemiyor.

Sayıları daha da artırılabilecek bu olumsuzluklara karşın siyasal iktidar, göz boyayıcı çabalarıyla kamuoyunu kolaylıkla aldatabiliyor. Çünkü, duyarlı yurttaşlarımızın da çoğunluğu ormancılığımızda olup bitenlerden çok yalnızca ormanlarımızın başına gelenlerle ilgilenebiliyor. Oysa, ormanlarımızın başına gelenler ormancılığımızın içinde bulunduğu durumun bir bakıma kaçınılmaz sonuçlarıdır.

Artık herkesçe bilinen ekolojik işlevleri bir yana bırakılsa bile ormancılığımız, ülkemizin % 27’sini oluşturan ve tümüne yakın bir kısmı devletin mülkiyetinde olan bir 212 milyon dönüm alanın yönetilmesiyle ilgili kamusal bir etkinlik alanıdır. Bu nedenledir ki, 1982 Anayasasında da bu alanın mülkiyetinin devredilemeyeceği, devlet tarafından yönetilip işletileceği, kamu yararı dışında kullanımlara izin verilmeyeceği yaptırımlarına yer verilmiştir.

Dolayısıyla, başta ormanlara yönelik duyarlılık içinde bulunanlar olmak üzere tüm yurttaşlarımızın ormancılığımızda olup bitenlerle, en azından ormanlarımızın başına gelenlerle ilgilendikleri denli ilgilenmeleri gerekmektedir. Ormancılık etkinliklerinin Türkiye koşullarında ekolojik işlevlerinin yanı sıra ekonomik, toplumsal ve dolayısıyla da siyasal boyutlarının da bulunması bu gereği pekiştirmektedir.

Kamuoyuna duyururuz.

KIRSAL ÇEVRE ve ORMANCILIK SORUNLARI ARAŞTIRMA DERNEĞİ YÖNETİM KURULU
2009

malina Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön