View Single Post
Eski 11-08-2014, 23:56   #80
MeyveliTepe
agaclar.net
 
MeyveliTepe's Avatar
 
Giriş Tarihi: 22-03-2007
Şehir: Kocaeli
Mesajlar: 8,962
Sn.ozanemre,
Son mesajınızdan anladığım kadarı ile sizin organik üretime eleştiriniz önceki mesajlarınızda anlaşıldığı gibi "sağdan" değil de "soldan"

Görüldüğü gibi, zehirsiz, sentetik toksik pestisitsiz tarımsal besin üretimini küçümseyen, zehir kullanmadan bu işler olmaz, olsa da ürün alınmaz, zaten bu zehirler bir şey yapmaz, kanser de eski mısırdan beri varmış, vs.vs. yıllardır devam eden kartel propogandasıyla aynı çizgiye kolayca düşülebiliyor. Kendi adıma öyle olduğunu düşündüm.

Her şeyden önce tanımda hemfikir olmak gerekir.

FAO'nun tanımına göre;
"There are many explanations and definitions for organic agriculture but all converge to state that it is a system that relies on ecosystem management rather than external agricultural inputs. It is a system that begins to consider potential environmental and social impacts by eliminating the use of synthetic inputs, such as synthetic fertilizers and pesticides, veterinary drugs, genetically modified seeds and breeds, preservatives, additives and irradiation. These are replaced with site-specific management practices that maintain and increase long-term soil fertility and prevent pest and diseases.

Organic agriculture is a holistic production management system which promotes and enhances agro-ecosystem health, including biodiversity, biological cycles, and soil biological activity. It emphasises the use of management practices in preference to the use of off-farm inputs, taking into account that regional conditions require locally adapted systems. This is accomplished by using, where possible, agronomic, biological, and mechanical methods, as opposed to using synthetic materials, to fulfil any specific function within the system." (FAO/WHO Codex Alimentarius Commission, 1999).
"

Özetin özeti, sentetik gübreleri, pestisitleri, genetiği değiştirilmiş organizmaları (vişneye aşı yapılması değil de bildiğimiz GDO'lar), koruyucuları, veteriner ilaçlarını vb. elimine ederek potansiyel çevre ve sosyal etkileri gözeterek dış girdilerden daha çok ekosistem yönetimini kullanan bir tarım biçimi olduğunu söylüyor.

IFOAM ise kendi çevirileri ile;
"Ekolojik Tarım’ın Tanımı
Ekolojik tarım; toprak, ekosistem ve insan sağlığını devam ettiren, sağlıklı olmasını sağlayan bir üretim sistemidir. Sistem, olumsuz etkisi olan girdilerin kullanımı yerine ekolojik işleme süreçler, biyolojik çeşitlilik ve yerel koşullara uyum sağlamış döngülere dayanır. Ekolojik tarım, içinde bulunduğumuz çevreye fayda sağlamak, adil ilişkiyi ve tüm ilgili taraflar için iyi bir yaşam kalitesini yaygınlaştırmak adına gelenek, yeni buluşlar ve bilimi bir araya getirir.
"
böyle demiş.

Ne bunlar, ne de daha önce gördüğüm başka tanımların hiç biri ne permakültürü ne agroforest'ı, ne herhangi bir kadim tarım öğretisini, ne de başka bir alan/arazi tasarım, yönetim biçimini yadsır.

Üreticinin organik/ekolojik tarımı nasıl uygulayacağı tamamen kendi pratik şartlarına, imkanlarına, deneyimine, neticede kararlarına bağlıdır. Bunların sonucunda yapmak istediği üretimde çok başarılı olabilir ya da başarısız olabilir. Başarı oranı, ekolojik tarımın ana prensiplerini, konvansiyonel tarımdan temel farklarını özümseyip içselleştirdiği oranda artma potansiyeli gösterir. Söz gelimi, organik tarım yapıyorum diye konvansiyonel tarım yaklaşımlarını uygulayarak sadece girdileri değişmiş monokültür yapanların bir kaç yıl içinde yönetilemez sorunlarla karşılaşması kaçınılmaz olacaktır.

Organik tarımın toplum ile ilişkisi bu konunun başka ve çok önemli bir diğer boyutu.

Pestisit ve sentetik bitki besleme girdisi kullanmadan kalıntısız üretim yaptınız, sonrası ne olacak? Bu ürünlerin konvansiyonel ürünlerle karışmadan toplumdaki talep edenlere ulaşabilmesi gerekli. Aksi halde yapılan üretimin hiç bir anlamı olmayacaktır.

İşte bu noktada hakim sistemin çarkları devreye girer. ABD, Avrupa, Avustralya ve Japonya'da biribirlerine çok benzer süreçler oluşturulmuştur. Ürünlerin nihai olarak ulaşması düşünülen toplum kesimlerininden hareketle görünürde tüketicinin haklarını garanti etmek adına oluşturulan bir dizi mevzuata dayalı sertifikasyon sistemleri yaratılmış, çoğu çok uluslu sertifikasyon şirketleri ortaya çıkmış, ekolojik üretim yaparak ürünlerini topluma ulaştırmak isteyen çiftçilerin/çiftliklerin denetlenmesi, nihai ürünün ve üretim biçiminin garantilenmesi adına, aynı zamanda bir maliyet kalemi olarak sürece dahil edilmişlerdir.

Üretici ve tüketici arasında bağların zayıf, üreticinin tüketiciyi tanımadığı, tüketici açısından da tamamen bir muamma olduğu durumda tamamen mantıklı ve gerekli gibi görünen bu süreç, uygulamada ülkeden ülkeye farklılıklar göstermesine rağmen genel olarak besin zincirinin bir kamburu olarak da kabul edilebilir.

Çok uluslu ve global tohum, bitki besleme, pestisit ve beşeri ilaçlar pazarını ellerinde bulunduran az sayıdaki şirket gelirlerinin tamamını ürettikleri biyoteknoloji veya hibrid tohumlardan, pestisitlerden, sentetik kompoze gübrelerden ve bazıları bunlara ilave beşeri ilaçlardan elde eder.

Bu şirketlerin pestisit kullanmayan, kompoze gübre kullanmayan, GDO tohum kullanmayan organik/ekolojik tarımdan kazanacakları bir şey yoktur. İkinci dünya savaşını takiben bu güne kadar iyice yerleştikleri dünya pazarlarında devletlerin tarım politikalarını doğrudan ve dolaylı olarak şekillendirmişlerdir. Açılan ziraat okullarında öğretilenlerle yolun sonu hep onların üretip sattıkları pestisitlere, gübrelere ve tohumlara çıkar. Türlü metodlarla toplum taleplerini yönlendirmeye, organik metodlarla üretilmiş besinin konvansiyonel besinlerden farklı olmadığını, gayet sağlıklı olduğunu, onların pestisitleri sayesinde daha çok ürün alınabileceğini doğrudan kendileri, ve dolaylı olarak toplumda oluşturdukları gönüllü "image maker"ları vasıtasıyla yaymaya çalışırlar. Bunlar kültürel yapısı nisbeten zayıf toplumlarda (Mesela Hindistan, Pakistan, Türkiye vb.) zehir kullanımı sayesinde 10 misli daha fazla ürün alınabildiği imajını dahi yayarlar.

Ziraat okullarından mezun olarak sahaya dağılan bireylerin okul sonrası aldıkları tek ilave eğitim ezici çoğunlukla şirketlerin yeni çıkarttıkları ilaç veya gübrelere ait broşürlerdir. Dünyada her gün yayınlanan bilimsel çalışmalara ait makaleleri takip etmek bir yana, bir çoğu varlığından dahi habersizdir.

Devletler, tarımsal üretimi o toplumun beslenmesinin, karnının doymasının temel ve vazgeçilmez unsuru olarak görmek yerine fiyatları dünya borsalarında belirlenen herhangi bir ticari meta olarak görürler.

Tarımsal gıdanın topluma ulaşmasında sanayi ürünlerinin topluma ulaşmasındaki süreçten daha engelleyici ilave kurallar ve bariyerler vardır. Bir sanayi ürününü doğrudan üretenden veya bayisinden doğrudan ve kaynağını bilir olarak alabilirsiniz ama işlenmemiş tarımsal gıdayı alamazsınız, mutlaka aradaki bariyerlerde fiyatı katlanmış ve "anonymous" hale getirilmiş olmalıdır.

Ülkelerin kültürel ve toplumsal sistemleri zayıfladıkça daha da vahim hale gelir. Göstermelik mevzuatlar duruma göre uygulanır. Dünya piyasalarında reddedilmiş gemiler dolusu GDO'lu pirinç getirenin kimliğine bağlı olarak göstermelik mevzuatı aşmanın yolunu kolayca bulur ve Gönendeki, Osmancıktaki çeltik üreticisinin sistem gereği katlanmış borcunu dahi ödeyebilmesine engel olur. Bu gibi ülkelerde ahlaki erozyonu her alanda görmek mümkündür. Rüşvetler, feodal ve taraftar ilişkileri tepeden tırnağa, sahtekarlıkları, dolandırıcılıkları, olağan, kabul edilen, normal karşılanan hale getirir. Üretilen ürünün topluma ulaşabilmesinde bırakılan yegane yol olan sertifikasyon sistemi dahi bu yozlaşmadan payını alabilir.

Organik girdi tescil sistemi ve bu ürünlerin pazarlanma süreçleri de içler acısı. Bilinmeyen, kontrol edilemeyen, spekleri belirlenmemiş, onu gösterip bunu satan, hepsi ayrı ayrı birer "tarım devrimi" olan sahtekarlık ürünlerine veya dolandırıcılık örneklerine rastlamamak mümkün değil.

Öte yandan toplumdaki özellikle şehirli, iyi kötü eğitimli genç kesim şirketlerin gelmiş geçmiş algı yönetimlerini aşarak talep oluşturuyorlar. Esas istedikleri, nerede ve nasıl üretildiğini bildikleri sağlıklı ve kalıntısız tarımsal besin (bunu seneler önce basit bir şekilde test etmiştim). Bulabildikleri ise şayet şansları varsa ulaşabildikleri bir organik pazar ve yeni yeni üreticilerin mevzuat risklerini göze alarak doğrudan ulaştırmaya başladıkları az sayıdaki kutular. Hoş bu alanda da şampiyon, hiç bir gıda güvenliği garantisi olmadan, ne organik veya ekolojik, ne de nerede kimin nasıl ürettiği belirli ürünlerin bir pazarlama dehası tarafından insanların beyinlerinde bırakılan boşlukları kendilerinin doldurması zaafiyetini kullanarak yapabildiği satışlar olsa gerek.

Alıntı:
Ben organik tarım sektörünü ve diğer alternatif sektörleri elinde bulunduran çok uluslu şirketlerin varlığından bahsediyorum siz Türkiye'deki kandırılmış organik tarım üreticisinin kazancı ve zor durumu ile bana cevap hazırlıyorsunuz. İyi ya problem o, bu insanlar zor durumda ve kandırıldılar
Organik üreticilerin kandırıldığını iddia etmek biraz fazla kuvvetli bir iddia, en azından benim bildiklerim için. Kandırıldıklarını filan düşünmüyorum açıkçası, ne yaptıklarını bilir, hepsi daha önce senelerce profosyonel deneyimleri olan insanlar. İddianıza göre kandırılmamış olsalardı kocaman arazilerinde konvansiyonel tarım yapmaya devam edecekler, pestisit, kompoze gübre tüketimine daha çok katkıları olacaktı. O zaman iyi ki de kandırılmışlar sonucuna varmak da mümkün.

Şimdi gübrelerini kendileri üretiyorlar, olabildiğince monokültürden kaçınıyorlar, sentetik toksik pestisit, şirketlerin hibrid tohumlarını kullanmıyorlar. Yazlık kışlık örtü bitkileri, bunların azot bağlama kapasitelerini, maksimum biomass ile toprak canlılığını arttırmaya çalışmak gibi işler yapıyorlar. Bunları yaparken de değirmeni döndürebilmek için sistemin engellerine rağmen ürünlerini tüketiciye ulaştırarak maliyetlerini çıkarmaya çalışıyorlar. Hepsi permakültürden, biyodinamikten hatta ayurvedikten haberdar. Akıllarına yatan iyi pratikleri, tasarımları kendi şartlarında adapte etmeye çalışıyorlar. Tepeden tırnağa toprağın içindeler. Tüm deneyimi mahalle arasında spiral yapmaktan ibaret kişilerin bitkiler hakkında botanik alanında doktoralı ve doçent sıfatıyla ders veren kişiye "sen permakültüre giriş kursu almamışsın, konuşma hakkın yok" demelerindeki dogmatikliğe de prim vermiyorlar. Hiç bir eski öğretinin din yerine konamıyacağını ama her öğretiden alınacak dersler olduğunu biliyorlar.

Uzmanlık alanınızın agroforesty olması çok güzel bir şey.
Avrupa birliği ülkelerinde 2010 itibarıyla organik tarım yapılan alan büyüklüğü 7,6 milyon hektar olarak bildirilmiş. Agroforesty Europe (2012) raporunda bir alan büyüklüğü bildirilmemiş ama denemeler yapılabilmesi için kiralanan arazilerden bahsedildiğinde o kadar büyük alanlara kurulu, organik tarımdan ayrı ve ürün veren, verdiği ürün tüketicilere ulaşan büyüklükler göremedim. Benim anladığım organik üretim alanlarının agroforest arazi yönetim biçimiyle de örtüşebilirliği. Nitekim rapordaki konuşmalarda organik üreticilerin agroforest uygulamalarına daha yatkın olduğunu belirtmişler. Başka bir konuşmacı da agroforest uygulama sayesinde bu alanlarda pestisit kullanımının azalma eğiliminde olduğunu belirtmiş. Bu da çok güzel bir şey, ama keşke hiç kullanmasalarmış.

Ben agroforest uzmanı değilim ama sanırım istem dışı bir agroforest'ım var. %95'i yiyecek üreten, yeterli çeşitliliğe sahip ortalama her on metrekarede bir ağaç olacak şekilde ormanlaşmış bir ortamda ağaç altlarında kimi sebze, kimi örtü ve tarla bitkisi, kimi kafasına göre takılan bitki örtüsü içindeyim. En sıkıntılısı da sebze üretmek çünkü ağaçlar git gide bol güneş isteyen sebze alanlarını daraltıyor. Çok güzel birliktelikler de ortaya çıkıyor, söz gelimi frenk üzümü ve bektaşi üzümlerinin kestane çürüntülü toprakta ve kestane gölgesi altında bu kadar güzel gelişip verimli olacağını bilmezdim.

Sertifikasız ama organik tarımın tüm şartlarını asgari olarak taşıyan tarımsal üretim biçimini bir zamanlar sürdürülebilir doğal tarım olarak adlandırmıştık. Doğal deyince onun da tanımı epey tartışma götürür aslında. Pek çok alanda olduğu gibi, "sol"un da daha "sol"u var. Bir bakış açısına göre arayıcılık ve toplayıcılık dışında yaptığınız her tarımsal faaliyet doğaya negatif anlamda müdahaledir. Bir alanda ister permakültür, ister agroforest ne olursa olsun herhangi bir sebze veya meyvenin yetişmesi yönünde tohum atıyorsanız (top da yapsanız farketmez), fidan dikiyorsanız orada doğal olarak olmayacak bir şeyi yapıyorsunuz demektir. Hele ki domates, mısır gibi bambaşka bir coğrafyaya ait türleri yetiştirmeye kalkıyorsanız bu bakış açısına göre "doğa"dan söz etme hakkınız bile yoktur. Kimyasal işlemden geçmiş ne olursa olsun kullanmayalım. Tamam, ellerinizi sıvı katı farketmez sabun kullanarak yıkıyorsanız kimyasal kullanıyorsunuz demektir. Sabunu kendi bahçenizin yağı ve odun külü kullanarak kendiniz yaptınızsa bile durum değişmez, fazladan ağır metal de içerir sabununuz (sodyum/potasyum hidroksit + yağ kimyasal reaksiyon sonucunda sabununuz olur). Her şey doğal olduğunda muhtemelen mineral eksiklikleri, dengeleri vb. şeyleri de gözetmiyorsunuz demektir. Doğulu permakültür ustalarından bazıları gözetiyor, söz gelimi toprağı alkali yapmadan gerektiğinde hızlı kalsiyum sağlamak için yumurta kabuğu ve sirke gibi doğal malzemeleri kullanırlar. Oysa gerçekleşen şey bal gibi kimyasal prosestir. Kalsiyum karbonat asetik asit ile reaksiyona girip kalsiyum asetat oluşturur.

O zaman bunun ölçüsü nedir? "Sol"un neresinde durduğunuza göre sağınızda ne var diye bakabilirsiniz.

Ben nasıl baktığımı söyliyeyim. Canlıları, havayı suyu toprağı zehirleyen sentetik toksik pestisitler kim nasıl tarım yapıyorsa yapsın, tarım yapmayıp bahçesinde çiçek büyütüyorsa bile kaçınılması gereken bir şey. Bana göre öncelik buradadır çünkü başkasının bahçesi bile olsa doğaya salınan zehir aynı zamanda geleceğin de zehirlenmesidir. Tırtıla karşı decis bücüs vb. tavsiye edildiğinde 6,25 gr saf deltamethrin'in ilave olarak doğaya salınımına da bir bakıma onay vermek anlamına geliyor. Bizim forum bile bunun örnekleriyle dolu. Hatta "doğal tarım" yaptığını iddia edenlerden bile ziraate sordum bir zararı yokmuş, decis bücüs kullanabilirsiniz diyenler de oldu. Ortada tırtılları toplayacak kuş veya ateş karıncaları yoksa, elle mekanik temizleme durumu da yoksa "bacillus thuringiensis" en güvenli mücadele metodudur. Bu biyolojik mücadele aracını bilgili ve gereken donanıma sahip biri kendisi izole edip kullanmak üzere muhafaza edebilir, imkansız değil, ama bunun için harcanacak zaman ve paraya değmez. Kullanıma hazır, dormant halde kuru granül olarak hazırlanmışı var. Evet, doğru izolasyonu standart bir yoğunlukta hazırlamanın arkasında bir işletme, diğer devlere göre küçük bir şirket var. İzole ediyorlar, fermentasyon ile çoğaltıp dormant hale sokuyorlar, kurutup su ile kolayca aktivleşecek şekilde granül yapıyorlar ve kutuluyorlar, bir fabrika yani. Bu böyle diye deltamethrin'e ses çıkarmamak kabul edebileceğim bir şey değil. Bir yandan doğal tarım yaptığını söyleyip bir yandan da deltametrin tavsiye edenlerin yaptığı ise maskaralıktan başka bir şey değil.

Daha dün yazılan bir mesajda hobi olarak yetiştirilen 3-5 domatesin yaprağındaki galeri sineği için "Voliam Targo 063 SC" tavsiye edilmiş. Sygentia'nın abamectin ve chlorantraniliprole aktif maddelerinin ikisini birden içeren toksik bir zehir. Yaprakların hem altına hem üstüne püskürtülmeliymiş. 250 domates yaprağından bir tanesinde galeri sineği izi olsa ne olur, olmasa ne olur? Oysa üyenin esas problemi (bitkilerdeki fungus kökenli hastalığın yanı sıra) tuta absoluta ve çok yaygın ise bacillus thuringiensis hareketli ve açıktaki larvaları avlayarak zararı önemli seviyede azaltır. Şimdi bacillus thuringiensis'i hobi sahibi vatandaş, hadi geçelim çiftçi kendisi izole etmediği müddetçe kullanmasın mı? Bu üye domateslerini agroforest ile yetiştirmediği için sessiz mi kalalım? Bu domatestler ünlü sprial'in içinde yetiştirilseydi tuta absoluta gelmez miydi?

Her neyse, daha yazılabilir, söylenebilir çok şey var. Bu konuda sağlıklı yargılara varabilmek için bir iki adım geri çekilip ne oluyor, nasıl oluyor, pratik durum nedir, uzun vadede ve kısa vadede neler yapılabilir, ben ne yapmalıyım vs.vs. tüm boyutlarıyla görmeye çalışmak biraz daha geniş bir bakış açısı sağlayabilir.

MeyveliTepe Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön