![]() |
|
![]() |
#20 |
Ağaç Dostu
|
Radyo günleri
Sahibinin sesi geri döndü Bir dönemin en önemli eğlence aracı radyolar, dekoratif bir malzeme olarak da göz dolduruyor. İster yeni bir tane edinin, ister dededen kalma radyonuza yeniden ses verin ![]() - Şşşt! Ajans Saati’nde konuşulmaz! (...) Radyodaki ‘Mikrofonda Tiyatro’ programı kaçırılmazdı. ‘Çocuk Saati’ başladığında, sokaklardaki oyunlarından kimsenin alıkoyamadığı çocuklar evlerine koşarlardı. (...) Her gün ama her gün televizyon karşısına geçiyor, bir şeyler görmek umuduyla kanaldan kanala zapping’liyorum. Sonunda yorgun düşerek radyomun düğmesine uzanıyorum. Çocukluk günlerimdeki kadar olmasa bile yine de insan sıcaklığında sesler duyabiliyorum. Ah! Bir de radyomun üstünde el örmesi dantel bir örtü olsa... Yukarıdaki cümleler Hasan Özsan’ın “Radyo Günleri" başlığını taşıyan yazısından alınma. Yıllardır anne babalarımızdan dinlediğimiz radyo sevdasının bir özeti sanki. 1930’lardan başlayıp 1970’lerin ilk yıllarına kadar uzanan radyo tutkusu, bir dönem o cihazların evlerin baş köşelerine kurulmasına neden olmuş. Bizim kuşağımız o dönemi yaşayamadığı için şanssız, ama televizyon ve yıllar sonra geri dönen radyo bağımlılığını bir arada yaşadığı için bir o kadar da şanslı sayılabilir. Bir eğlence aracı olarak hayatımıza giren radyonun dekoratif bir malzeme olarak hayatını sürdürmesi, o yılların sosyal hayatı düşünülürse çok garip bir şey değil. Tıpkı bizim çocukluğumuzda televizyonun salonun baş köşesine kurulması, her türlü sakıncalı hareketten korunmaya çalışılması gibi. 1970 sonrası kuşak olan bizler televizyon bağımlısı olarak büyüdük belki, ama 90’larda “Radyomu İstiyorum" kampanyalarıyla ayaklara kalkan gene bizdik. Radyonun büyüsünü anlatmak kolay olmasa da, hazır TRT ve Yapı Kredi Kültür Bölümü’nün ortaklaşa açtığı “Radyo Günleri" sergisi de sürerken (Vedat Nedim Tör Müzesi’nde 17 Haziran’a kadar) eski radyoların arasında gezinip, o havayı biz de soluyalım dedik. Kadıköy Caferağa Mahallesi’nde bulunan “Tavanarası", adeta bir antika radyo cenneti. Raflara dizilmiş yorgun radyoların hemen hemen hepsi 1940’lı yıllara tarihleniyor. Tabii “radyonun babası" Marconi’ler baştacı. Siz bütün radyoları şöyle kucaklanıp bir yerden bir yere kolayca taşınır mı zannediyorsunuz? Nerdeee? Koca koca aynalı dolaplar görüyoruz dükkânın girişinde. Konsol ya da şifoniyer sanıyoruz, dokunmadan geçiyoruz. Ta ki onların da birer radyo olduğu söylenene kadar. Kocaman kapaklar gıcırtıyla açılıyor; içlerinden büyük düğmeli, devasa göstergeli radyolar çıkıyor. O yıllarda radyonun misafir odalarının baş köşesine kurulmasına şaşmamak gerek. İçerideki radyoların hepsi satılık değil. Çünkü burada tüm eski radyolar aslına yüzde yüz sadık kalınarak, yani orijinallikten taviz verilmeden tamir edilip gene baş köşeye kurulmaya hazır hale getiriliyor. Çalıştırılıyor, cilalanıyor, temizleniyor ve sessizliğinden sıyrılıp dile geliyor. Fiyatlar oldukça değişken. Zaten dükkânın sahibi Korkut İlhan, antika piyasasında fiyat vermenin zorluğundan söz ediyor. Modeline, yaşına, kalitesine göre 40 milyondan başlayan radyoların fiyatı 400 - 500 milyon liraya kadar çıkabiliyor. Yaşı müsait olanlar o günleri yeniden yaşamak, bilmeyenler bu duyguyu tatmak için radyo gibi bir radyoya sahip olmalı... Tarihçesi ![]() Alıntı:http://www.milliyet.com.tr/2000/06/0...in/vit01a.html Düzenleyen hassoman : 01-12-2007 saat 17:50 |
![]() |
![]() ![]() |
|
|