agaclar.net

agaclar.net (https://www.agaclar.net/forum/)
-   Üyelerin Kaktüs ve Sukulentleri (https://www.agaclar.net/forum/uyelerin-kaktus-ve-sukulentleri/)
-   -   Kaktüslerim, uzakta olan bir dostumun hasretini çağrıştırır (https://www.agaclar.net/forum/uyelerin-kaktus-ve-sukulentleri/11103.htm)

skaraca 25-01-2010 10:06

Merhabalar sayın taba,

Öncelikle hoşgeldiniz. Yazdıklarınız, akıcılığı ve anlatım zenginliği ile çok güzel. Kaktüsünüz... çiçekleri ve fotoğraf çekim kalitesi ile etkileyici. Kendiniz olarak tanımlamışsınız. Hep böyle güzel kalın.

Saygılarımla...

kırçiçekleri 25-01-2010 12:13

Merhaba Taba...
Anlatımınızı bi kez okudum... durdum...
Nasıl yani!!!
dönüp bi kez daha okudum.
Kimlik bilgilerinize bakmadan bi kadın sesi bu... diye geçti içimden.
Kırılganlık, kırıklar, sevgi.... insanın içine işleyen bi sesle, bi güzel bi sevgi yüreğinden kaleme, kalemden sözcüklere böylesine dolu dolu dökülürdü...
Anlattıklarınız sevdiğim şiiri çağrıştırdı...
Size armağan olsun, sevgiyle............
........................
herkes kırılamaz
ipince bir dal olmak gerekir
kırılmak için

ama dünya kütüklerin...

ağlayamaz herkes
ağlayabilecek kadar büyümek gerekir

dünya ise küçüklerin...

sevemez herkes
bir orman olmak gerekir sevmek için

bak ki dünya çöllerin...

ve vakur bir damla olmak
dalga için

katılmak okyanusa aşk için, isyan için...
(Yılmaz Odabaşı)

kırçiçekleri 25-01-2010 12:44

Merhaba İrem,
Önce _dikenleri olsa da_ sevdik kaktüsleri Kartalpin'in sevgiyle dost bilmesinden, bilip anlatmasından...Sözcüklerinin sıcak, yalın, sevgiden oluşundan...
Sonra burada dinlerken birbirimizi, yaşanmışlıklarımızla, duyumsadıklarımızla üleşmek güzeli, hüznü, sevinci...
İnsan olabilmektir sevmek, üleşmek...
Ve susmak ....
İçi acıdıkça yalnız kendisinin duyduğu çığlıklarla susmak...

SUSARAK

Güneş altında söylenmedik söz yokmuş..
Bu yüzden geceleri söylüyorum sevdiğimi..
Ne gece ne gündüz yokmuş söylenmemiş söz..
Bende söylenmişleri söylüyorum yeni biçimde..
Hiç bir biçim kalmamış dünyada denenmedik...
Bende susuyorum sevgimi saklayıp içimde....
Duyuyorsun değilmi suskunluğumu nasıl haykırıyor...
Susarak sevgisini ilan eden çok var sevgilim ...
Ama bir başka seven yok benim sustuğum biçimde .....


AZİZ NESİN

Sevgiyle................

yasemin_38 25-01-2010 16:28

Sevgili Kırçiçekleri;

Ne kadar güzel bir şiir paylaştınız bizimle... teşekkürler...

Sevgili Taba;

Bu nick de size çok yakışmış... resmini paylaştığınız kaktüsün eski fotoğrafı mı, yoksa yeniden mi çiçek verdi?

Siyah 25-01-2010 20:07

Hepinize beni hoş karşlıladığınız için çok teşekkür ederim.
Kırçiçekleri...şiiri çok sevdim...

Ben sizleri yine sık sık okuyayım.
Bir ara belki bir gün yine gelir yazarım

Hayata bir not düşme ise yazılanlar
Suya yazı yazmaktan farkı yoktur...
Harflerim benimdir, kelime olana kadar,
Kelimlerim ise bir gün yine sizin :)

Sağlıcakla

Siyah 27-01-2010 16:48

Kaktüs serzenişleri
 
"İnsanın kendisini, sınırlamalara ve yetersizliklere sahip olan doğasından özgür hissettiği anlar vardır. Böyle anlarda, küçük bir gezegenin bir noktasında, ebedi, anlaşılmaz olanın soğuk ama derinden etkileyici güzelliğine hayretler içinde bakarak durduğunu hayal ederim; yaşam ve ölüm içime akar, ne evrim ne de kader vardır, yalnızca var olmak vardır"
Albert Einstein

Einstein sadece en büyük fizikçilerden biri değil, aynı zamanda en büyük entellektüellerden biridir. Görecelik teorisini yayınladığı zaman tüm fizik dünyasını karşısına almış, deteminist geleneğe bağlı fizikçilerin direnişleriyle karşılaşmış ve mücadele etmişti. Ama ne yazık ki, kendisi de Kuantum teorisine öyle büyük ve benzer direnç gösterdi ki, en sonunda yine ünlü bir fizikçi olan Paul Ehrenfest ona şöyle söyledi.

"Yazık sana Einstein! Kendi görecelik teorilerinin eleştiricileri gibi konuşmaya başlıyorsun. Fikirlerin tekrar tekrar çürütüldü, fakat fiziğin, önceden belirlenmiş tasımlar değil, ölçülebilir ilişkiler üzerinde gelişmesi gerektiği şeklindeki kendi kuralını uygulamak yerine, aynı önyargılar temelinde tezler icat etmeye devam ediyorsun"

Ön yargılar, kendine güvenle mi ilgilidir diye düşünürüm sık sık, yoksa kendine güvensizlikle mi ilgilidir? Çok iyi bildiğimiz birşeyin aksi karşımıza gelince mi direnç gösteririz? Yoksa emin olmadığımız, bizim için korkutucu bir durumla karşılaştığımızda mı önyargılarımıza sığınırız?

Sanırım her ikiside doğru olsa gerek...
Bazen gerçekten bir yargıya varmak çok zor olabilir...
Ön yargı o zaman bize kolaylık sağlayan kısa yol mudur?
Ona sığınabilir miyim? Doğru olur mu?

Bu yazı niye buraya yazıldı diye düşünebilirsiniz...
Bazen bir yargıya varma sıkıntısı çekerim...
Elimde olmadan önyargılarım yakama yapışır...
Onlardan sıyrılıp objektif düşünmeye ve tavır almaya çalışırım...
Derdim kendimle...
Kendiyle derdi olanlar iyi bilirler, bu savaş bitmez bir savaştır...
Sonu, ucu bucağı yoktur, derinleştikçe derinleşir kimi zaman işin içinden çıkılmaz hale gelir...
Kimlerine göre tekamül yolu, kimilerine göre kişilik bozukluğu...

............

Aklımı toparlamalıyım...
Aklımı toparlamalı ve duygularımı susturmalıyım.
Akıl devreye girdi mi kalp susar..İkisi bir arada hiç geçinemez :)
Hani derler ya "iç sesini dinle" diye
Yani "aklını sustur, kalbini devreye sok " anlamında...
Hangi anda?
Kim başarabilmiş ki ?
Kim doğru yerde doğru adımı atmış?
Bir adım atmam gerek...
Sağa, sola, öne arkaya ileriye çarpraza...

Ya da Özdemir Asaf'ın dediği gibi;

"Aslında bir noktada sabitim ben
Ama nokta hareketli..."

Zor bir an benim için...

En iyisi tüm yargıları ve kararları bir yana bırakıp üstada kulak vermek ve ne dediğini hissetmek...

Böyle anlarda, küçük bir gezegenin bir noktasında, ebedi, anlaşılmaz olanın soğuk ama derinden etkileyici güzelliğine hayretler içinde bakarak durduğumu hayal ederim; yaşam ve ölüm içime akar, ne evrim ne de kader vardır, yalnızca var olmak vardır

Kaktüsten sevgilerle....

asumandilek 28-01-2010 03:01

1 Eklenti(ler)
Yola benzettim bütün hikayemi... Yola.. Sokakları dostlara çıkan, dostlarla kavuşan. Kollarım ağaç dallarıydı.. Sokkak kenarlarında gölgelik kurmuşlardı. Kimine yaslandım, kimini yasladım. Kimine ağladım kimi kahkahalarımdı. Bir martı sesi kadar çirkindi sesim ya da eşsiz kim bilir... Yol boyu kaktüs dağıttım... Kimi sevdi, kimi alındı. Dikenliydi ya batardı... Bu yolda kim yürüse kaçardı. Bir sokak açıldı sanal uykusuzlukların ertesi yoluma. O sokakta bir kadın tanıdım. Dikenleriyle harikaydı... Bir demlik çay, bir inşaat ve bir kaktüs cennetiyle öylece karşımdaydı. Sanki ben o yeni sokakta asırlık bir çınardım... Sanki yüzlerce yıldır bu kadına aşinaydım..

Ve bahçesinden kendi gibi eşsiz kareler alırken onun tarifini de size sakladım...

Cemo'ya...

Siyah 28-01-2010 09:53

1 Eklenti(ler)
21 yaşımdaydım, ilk tanıştığımızda ama onu hep "ömrüm boyunca tanımıştım" bildim.
21 yaşın, tüm yaşanmışlığı ne kadar olabilir ise, o yaşanmışlık içerisindeki en üzüntülü günümdeydim...
Sonraları çok daha üzüntülü günlerim de oldu, ama o zaman ki hayatımın, o zaman kadar ki en üzüntülü günümde, bir deniz kıyısında, ufka bakıp sakinleşmeye çalışarak ve denize öfke taşları atarak durduğum bir an da, O; benimle birlikte denize taş atandı...
Daha tanışmamıştık, ama benimle birlikte, benim kadar büyük bir öfke ve üzüntü içinde denize taş atıyordu...

Döndüm baktım, gözleri üzüntüyle baktı bana...
Tekrar denize bir taş attım..
O da attı...
"Taklit etme beni" beni dedim ona...
"Taklit etme beni" dedi bana...
Ve birden tüm sinirlerim boşaldı...
Yüzünde çok şaşkın bir ifade vardı...
Sonraları sık sık şahit olacağım gibi ne zaman bir konuya dikkat etse "şaşkın" bir yüz ifadesi gelir yerleşir...
İri kahverengi-sarı hareli gözleri hayretle açılır...
Gülmeye başladım...
O da güldü :)

Beni kızdırmak değildi derdi...
Aksine o kadar yoğun bir empati içerisindeydi...
Bu ona Tanrı'nın hem bir lütfü hem de bir cezasıydı...
Bunu zaman içinde anlayacaktım...

Mekansal ayrılıklarımız çok oldu. Son 10 yıldır ayrı şehirlerde yaşıyoruz.
Artık birbirimizi çok az görüyoruz.
Ama aramızda müthiş bir eşzamanlılık vardır.
Ne zaman o beni düşünse, ya da ben onu düşünsem, bir şekilde birbirimize ulaşırız.
Bu bazen sinir bozucu boyuta da gelir :)
Bu hali test etmişliğimizde vardır ve eminim ben bu yazıyı buraya astıktan sonra beni arayacak ve o bildik ses bana "Cadı...yine kulaklarım çınlıyor, söyle bakim ne var ne yok" diyecek...
Ben de ne zaman yazıldığı kanıtlı olan bu sayfayı alıp ona yollayacağım-eşzamanlılığı birkez daha teyit etmek için :))
Daha sonra bu denli kuvvetli olmasa da başka bir güzeldostumla da çok yoğun telepatik bağım oldu..Ama açıkcası onunla saati saatine bunu test etmedik...

Şaşkın ifadesi, daha sonra benim ona gerçek hitabım oldu...
Hoş bu ifade ona çapkınlık kariyerinde epey yol da aldırdı :)
Beni yargılamadan en sert, acımasız eleştirileri getirebilmeyi başarmış tek kişidir.
Bu en sert ve acımasız eleştrileri can yakmadan en zarif şekilde bana sunabilendir..

Belki de bunun altında birbirimizin dostluğuna olan inancımız ve asla birbirimize kırılmayacağımıza olan güven yatıyor...
O benim sırdaşım, suç ortağım, dostum, asla bitmeyecek muhabbetim, kahkahalarım ve huysuzluklarımdır...
Hayattaki duruşunu ve sağ duyusunu çok sevdiğim ve varlığına şükran duyduğum canım dostuma...
Bu kaktüse senin adını veriyorum...Renkleri bana gözlerini hatırlattı
ŞAŞKIN :)))

Not: Bu resni internetten yükledim.

Siyah 28-01-2010 20:31

Sayın başlık sahibi çok değerli dostum Kartalpin
İkidir hile yapıyorum...
Birinde senin bir fotografını kullandım diğerinde internetten resim indirdim...
(ama kaktüs-ön yargı ve dostum hakkındaki yazdıklarım tamamen doğrudur-itiraf ediyorum)

Bu durumda, benim hilekarlığımın bir cezası olacak mıdır?
ceza kesilecek ise lütfen benim teknoloji özürlü bir kul olduğum unutulmasın ve fotograf makinası ile film çekmek dışında, onu bilgisayara aktarma aşamasında ne kadar büyük zorluklar yaşadığım göz önünde bulundurulsun...gerekirse kaktüs tasviri ile kaktüslerimi canlandırabilmeyi bir borç bilirim...
Arz ederim...
taba
:)

Not: Olayı ne kadar ciddiye aldığımı lütfen anlayınız bu mesaj havaalanından yollanmıştır...

kırçiçekleri 28-01-2010 20:52

Sevgili Taba,

Dostunuzu, aranızdaki görünmeyen ama var olan o güzel bağı öylesine güzel anlatmışsınız ki...
Ama dostunuzun gözlerini benzettiğiniz,
Çiçeği gerçekten çok ilginç, güzel olan kaktüsün adı hiç güzel değil bence._Leş kaktüsü_
Daha hoş bi adı olmalı değil mi?
Sağlıcakla kalın.


http://img51.imageshack.us/img51/6141/resim20004.jpg

kırçiçekleri 28-01-2010 20:57

Sevgili Kartalpin'in güzel anlatı sayfasına öylesine daldık, öylesine doldurduk ki
artık anlatmaz oldu kaktüslerini, dostlarını...
Umarım kırmamışızdır Onu...
Sevgiyle bekliyoruz dostlarını , Onu, kaktüslerini....

Siyah 28-01-2010 21:04

Leş, meş hiç anlamam
Ben de çok makbul birşey değilim zaten:)))
Onlar benim şaşkınımın gözleri :)))
Hem kuzguna yavrusu şahin görünür hesabı...

Bu arada atatürk havalimanında bugün hiç kimse uçağını kaçıramaz...
Çünkü bütün uçuşlar rötarlı :)))))

Siyah 29-01-2010 11:44

Sevgili Kartalpin;
Seni neşelendirebilmek için sayfaya neler yazmak isterim...Hayatın tamamının bir teselli olması dışında dileyebileceğim hiçbir şey yok...

Sevgili Kırçiçekleri;
Okuyorum yeniden yazdıklarımı
Fazla samimi yazmışım haddimi aşarak...Sayfanın formatına uygun düşmeyecek şekilde...
Ama kaktüs ayrımcılığı hiç hoşuma gitmedi. Biliyorum sizin niyetiniz de bu değildi.
O yüzden alaycı bir dil kullandım Şaşkın dostumun rencide edildiğini düşünüp kendimi de o seviyeye indirmek için...
Değerleri ne de olsa biz veririz...
Kendi değerimiz ise bizde saklıdır :)))

diver_bird 29-01-2010 23:28

Bir arkadaşım vardı. Babası babamın asker arkadaşı olması sebebi ile tanıştık o Bursa da ben se İstanbul da. Onunla iki gün geçirdik sadece. Fakat birbirimizi öyle çok sevdik öyle iyi anlaştık ki anlatamam yıllar var ki birbirimize mektup yazdık bazen iki üç tane arka arkaya. O bana anlatır bütün sırlarını ben ona;
Çok da zayıftı
Ablamın düğünü vardı davet ettim hadi bize gelin diye hastaneye yatacağını duydum.
Çok zayıf olduğu için doktora gitmiş (Aslında bi çok kez doktorlara gitmiş)
Oda bildiğim kadarı ile ameliyat edelim seni bak nasıl kilo alıyorsun demiş.
Bizim ki hiç düşünmeden kabul etmiş. Doğal olarak düğüne gelemediler
2-3 gün sonra öğrendim ki ameliyat sonrası fenalık geçirmiş hem de oldukça kötü
Allahım hatırlamak bile acıttı canımı.
Vefat haberini aldım sonra.
Şimdilerde ise sadece ruhuna okuyabiliyorum.
Yaşasaydı diyorum sadece yaşasaydı...
Yıllar sonra ailesi bize geldiğinde kızkardeşi onunla ilgili gördüğü rüyaları anlattı bana
Yıkıldım...
Gerçekle rüya arası gibi bişi
Ruhun şad olsun biricik arkadaşım CEMİLE

Şeytan Dağındaki bir mağarada duydum bir büyücü kadın varmış
Aşka inanmayan taş kalplileri büyüler kara sevdalı yaparmış.
Üşenmedim, az gittim uz gittim derken
Vardım büyücünün mağarasına
..................................

Bu şiirin şu an hatırladığım bir parçası
oldukça uzun bir şiirdi
Canım arkadaşım yazardı hep.
Ailesi benim ona gönderdiğim mektupları hala öylece saklıyor
Tabi bende
SEVGİLERİMLE

kırçiçekleri 02-02-2010 15:45

Dost olmak, Dost kalmak
 
Sevgili Kartalpin,

Dost olmayı, dostluğu bilensiniz,
dostları, dikenleri ile de sevebilensiniz.
Ne mutlu sizinle dost olup, dost kalabilenlere...
Neyzen'i de ney'i de dinlemeyi severim ben.
Biri güldürürken, sözleriyle taşlar kötüyü, çirkini, hayını..
Biri alıp götürür insanı başka başka yerlere...
Işıklı, dingin, huzurlu...
Anlatınız okunası güzel.
Dostlara sunulan son söz de...
Teşekkürler.
Kalın dostça, dostlukla...

skaraca 04-02-2010 22:59

Ney üfleyemeyen Neyzen...

Öyküyü, içinde sakladığı dramı sevdim. İnsan ölümü sever mi? Anlatım güzel olursa neden olmasın. Aslında sevilen ölümde değil, belki anlatım. Öykünün, anlatılan kişiyle bütünleşmesi, o kişinin tüm anlarının; aslında onu tanımayan bizlerin gözleri önüne getirilmesi. Anlatıcının duyduğu acıyı, okuyucuya yansıtabilmesi, hissettirebilmesi... Hatta anlatıcıyla aynı acıyı duymalarını sağlaması. Güzel olan yönü bu öykülerin. Bazen okurken dalıp gidiyorum başka başka öykülere. Kendimden, yaşadıklarımdan. Ama bunları anımsamak başka, bana hissettirdiklerini başkalarına hissettirebilecek kadar anlatabilmek başka. Anlıyamıyorum intiharı. Anlayamadım hiç. Birlikte çalıştığım meslektaşlarımdan intihar edenler oldu. Görevim gereği intihar etmiş kişileri gördüm. Sorunlarını, yaşadıklarını dinledim arkadaşlarından, eşinden, çocuklarından... Kısaca tanıyanlarından. Hiçbiri bana intihar etmeyi gerektirecek bir sorun olarak gelmedi. Görev yaptığım yerlerden birinde bir meslektaşımın intiharı sonrasında bir ortamda " İntihar bir anda karar verilen birşey değildir, intihar için yıllar öncesinden karar verilir" denmişti. Bilmiyorum belki doğrudur. Yaşamak için o kadar çok neden varken, bir tek nedenle ölümü seçmek niye? Aslında ölüm hiçbirşeyi değiştirmiyor. Kalanlar yine hayatlarına devam ediyor. Anımsıyoruz zaman zaman, hayat bizi çarkları arasında öğütürken.

Bir rastlantı mı, bilinçli bir seçim mi oldu bilemiyorum sayın kartalpin? Altmışbirinci kaktüs ve öykünüz sanki yukarıdaki son iki cümlemi doğruluyor. Hayat yine devam ediyor ve dostlarla sohbetimiz sürüyor. Onlarla hayatı, hayatın getirdiklerini paylaşıyoruz. Bazen renkli, cancanlı görüntüler yerine siyah-beyaz bir hayat. Belkide renklerdir hayatı bu kadar çekilmez kılan. Renklerin karmaşası yoruyordur bizleri. Sadece siyah beyaz olsaydı, arada biraz gri. Belki bu kadar zor gelmezdi hayat.

yasemin_38 09-02-2010 00:16

Sayın Kartalpin,

Bence dostunuz Yaşar, o kadar ince ruhlu ve karşısındakini incitmekten kaçınan biri ki; size geri gönderdiği ve "bu benim" dediği kaktüse bile yansımış bu özelliği... Kaktüs dikenlerini nasıl da kıvırmış, dokunmak isteyene zarar gelmesin diye...

kırçiçekleri 09-02-2010 00:31

Selam olsun Sevgili Kartalpin'e Yaşar'a
 
Yaşar'ı tanımak , içtenlikle, yalın anlatımı okumak iyi geldi bana da...
Yaşar'ın kadın_erkek ve aşk saptamalarına katılmamak olası değil.
Kadın, aşık olur... Aşık olduğu adamın önceleri görmez ona ters gelen davranışlarını sonra görse de görmezden gelir.
Ve sanar ki bu hoşgörüsü hiç tükenmeyecek.
sanar ki ilk tanıdığınca kalacak o adam!!!
zaman yaldızını alınca hayran olduğu adamın altından bazen bi kütük, bazen bi paslı demir, bazen bi kaya, bazen bi buz dağı çıkar.
Ve kadın canından, kanından var ettiği canözü çocuğuna yöneltir bütün aşkı...
O üzse bile, O anlamasa bile, O, canını yaksa bile...
En koyusundan, en derininden aşk şiirleri yazan erkeklerin kadınlardan çoook olmasının tek nedeni duygusallık değil, seçilme, onaylanma kaygısı...
Tavuskuşunun erkeğindeki kuyruğun gözalıcılığı, erkek geyiklerin heybetli kocaman boynuzları, erkek aslanların afilli yeleleri hep dişilerce beğenilmek, seçilmek için değil mi?
Yaradan öylesi bi düzen kurmuş ki...
Dikenleri batsa da onlarla olmaktan kendimizi alamadığımız kaktüsler, güller gibi kadın_ erkek ve Aşk.........
Sağlıcakla.

skaraca 09-02-2010 09:00

Sevdim Yaşar beyi ve öyküyü...

Benim öyle felsefi sohbetlerim olmadı. Hatta eşime göre kimse ile doğru dürüst bir sohbetim bile yok. Felsefe ise en çok zorlandığım konular idi. Hukuk Fakültesinde okurken, felsefecilerin görüşlerini hukuki bir bakış açısıyla inceleyen dersler, en çok zorlandığım dersler olmuştu. Hatta öyleki en zor derslerden ilk hakkımda geçerken, herkesin ilk hakkında iyi notlarla geçtiği felsefe bağlantılı seçimlik (ki ders notları 10-15 sayfa idi) bazı derslerden ben ikinci-üçüncü haklarımda geçmişimdir.

Ama Yaşar bey bence kendisini en güzel tanımlayabilecek kaktüsü seçmiş. Sayın yasemin_38 dikenlerin dokunmak isteyene zarar vermemesi için kıvrılmış olduğunu değerlendirmiş ise de ben öyle düşünmüyorum.

O kaktüsün dikenleri değdiği yere batmaktan çok takılır. Ne olursa olsun eğer biraz yakın iseniz kıyafetinizin en küçük parçası temas etse de, hemen takılır ve sizinle birlikte gelir. Öyküsünde de anlatıldığı gibi, aslında Yaşar bey bence hep birileri ile birlikte olmak, yalnız kalmamak istemiş ancak bunu başaramamış ve sonunda kendisine yalnız bir yaşam kurmuş. Seçtiği kaktüs ise her koşulda takılan dikenleri ile içinde kalan bu uhdeyi en iyi şekilde betimliyor.

Siyah 09-02-2010 09:10

Bazı yorumlar beni hep güldürmüştür...
Şirin Ferhat için dağları deler miydi?
Dağ yoluna çıktığı anda tecavüze uğrardı!

Leyla Mecnun'u için dünyayı karşısına alır mıydı?
Aldığı anda linç edilirdi!

Anna Kararina aşkı için çocuğunu bile terk ettiğinde ne oldu?
Sevgilisi toplumca affedildi ama kendisi öyle aşağılandı ki trenin altına atmak durumunda kaldı kendisini...

Ve Virginia Wolf, Tek kişilik odasında neden kadın Şekspir yetişmediğini ne güzel anlatır...Yetişmesine engel olurlarda ondan...Peki kimler engel olurdu ve oldu? Erkekler :)))

Kadın- erkek gibi genellemeler yaparsak o kadar sığ şeyler yakalarız ve öyle uzar gider ki bu polemik...gerek yok! Erkek egemen feodal sistemde kadın nasıl bir aşkı ne şekilde yaşayabilir? Töre cinayetine kurban olarak mı, yoksa sırf gülümsedi diye canlı canlı toprağa gömülerek mi? Bu şiddet ve korku kadının genetik kodlarına işlememiş midir? Evet sonuçta kadın sinsice davranır, ama davranmaya mahkum eden de erkeklerdir...

Önemli olan yürektir...Kendisine ve sevgisine güvenen bir yürek, her şart altında sevgisini sunar...Kimi mendil işleyip verir eline ve sessizce köşesine çekilir için için yanarak, kimi dağları deler...Ki o mendili işlemek bile emin olun dağı delmekten daha büyük bir cesarettir!

Görebilene...

Hülya 10-02-2010 00:25

Ney üfleyemeyen Neyzen
 
Sayın Kartalpin
Çok güzel anlatıyorsunuz. Öyküleriniz de bazen yaşanan olaylara öyle bir dokunuyorsunuz ki!
Bu öykünüzü defalarca okudum. yazmak istediğim çok şey var. Canım öyle yanıyor ki! Yazamıyorum.Ben de böyle yitirdim . Aynen duygularımı yansıtmış yazdıklarınız.
Son sözleriniz hariç,unutulmuyor,unutulmuyor..


Ama belki bir beyin kimyasındaki değişiklik, bir deprasyon, bir başkasanı cezalandırma amacı, iç nefret vs vs.. Ve bir intihar... Onu bir intihar sonucu yitirdim. Bu dost benim çevremde intihar yolu ile yaşama veda eden çok yakın tanıdığım 5. kişi... Babası bir neyzendi ama kendisi o neyi hiçbirzaman üfleyemedi...

Hayır kızgın değilim ona, Ya da “ne hakkın vardı böyle bir şekilde sevdiklerini üzmeye?” diye sormak da istemiyorum. Yargılamak asla değil yaptığım. Ne kadar mantık yorsam, ne kadar teslimiyetle karşılamak istesem de bu absurdluğu kabullenemiyorum bir türlü. Ama elbet kabulleneceğiz yaşam geride kalanlar için sürüyor, kendi yazgımızın son noktasına kadar tutunmayı bileceğiz, beden uzun süren yası kabul etmiyor. Anılar tekrar tekrar beyinden geçse de yine unutulacak yine unutlacak...

kartalpin 10-02-2010 20:13

Sayın Ferezya'ya
 
Önce güzel sözcükleriniz için teşekkür ederim, sizde paylaşabilirsiniz buraya içinizden dökülenleri ve bu sayfalarda yazılarınızı görmek bizi mutlu eder ve paylaşmanız da bizi onurlandırır. Fotoğraflarınıza baktım ki benim kaktüs aşkımın daha fazlası sizde kedilere yönelmiş. Paylaştığınız kedi fotoğraflarına hayranlık ve keyifle baktım. Evrendeki en estetik hayvan olan kedilere bende çok hayranım..

Lütfen bizi yazılarınızla onurlandırın.. Sevgi ve Saygıyla

kırçiçekleri 12-02-2010 00:15

Yanılıyorsunuz Sevgili Kartalpin...
Ve haksızlık ediyorsunuz kaleminize...
Dostunuz Yaşar'ı eleştirmek, tepki vermek değildi hiçbir yazılan.
Hani _ne kadar anlatırsan anlat, anlattıkların karşındakinin anladığı kadardır_ gibi bi söz vardır. Bizler kendi pencerelerimizden baktıklarımızı,gördüklerimizi , kendi anlamlarımızla yazdık içimizden geliverenleri geldiğince....
Yaşar Dosta, sağlıkla, aşkla yaşasın diliyoruz.
Kaleminiz hiç tükenmesin, kalın sağlıcakla....

Siyah 12-02-2010 12:47

1 Eklenti(ler)
13 yaşındaydı Özbekistan'dan Türkiye'ye göçtüğünde. Çok zorlu bir göç ile13 yaşından itibaren bilmediği bir ülkede hem çalışıp hem okumuştu. Ailesinin büyük bir kısmı ya vefat etmiş ya da Özbekistan'da kalmıştı. Uzak akrabalarının yanına yerleşmiş, en nihayetinde İstanbul'da Tıp Fakültesine girmişti. Kendi çabalarıyla yabancı dilini geliştirmiş, ihtisasını yapmış, peşine bilimsel çalışmaları ve akademik kariyeri gelmişti. Hayatta çok küçük yaşta at sırtında ülke değiştirdiği için, her zaman kendi başına birşeyler başardığı ve hep kendine dayanarak bir yerlere vardığı için "Göçebe" diye tanımlardı kendini...ve "göçebe kendine ebe" derdi...

Mesleğine ve Hocalığa vurgundu. En çok elde etmeyi istediği şeyi başarmış hayatta başka bir eksiği kalmamıştı ki, bir gün yürüyerek geldiği fakültesinde önce çok ciddi bir bel ağrısı, sonra mesane kontrol yitimi ile birlikte her iki bacağın tutmamasıyla gün içinde yatağa yığıldı kaldı. Transvers myelit tanısı koydular. %90 geri dönüşü mümkün olan bu hastalıkta ne yazık ki SÖ (adını vermiyorum, baş harfleriyle anacağım) %10'luk gruba dahil dolu ve ömür boyu kalıcı felç ile rehabilitasyona başladı.

Ben kürsüye asistan olarak başladığımda SÖ, Üniversitenin özel izniyle kürsüdeki odasında yaşıyordu. Böylece İstanbul'un günlük trafik derdinden kurtulmuştu. Yarı çalışma-yarı ev şeklinde ve gerekli ortopedik aletlerin bulunduğu odası mesai saatleri dışında tüm asistanların kantini gibi olmuştu. Açsak eğer mutlaka SÖ'nün buzdolabında bizim için yiyecek birşeyler bulunurdu. Sigaramız mı bitti? SÖ'nün çekmecesinde mutlaka vardır! Canınız çikolata mı çekti? Ay sonuna paranızı mı denkleştiremediniz? SÖ gizli bankanızdır! Yolda ıslandınız veya üzerinize birşeyler mi döküldü..SÖ gardolabında giyecek vardır mutlaka size uyacak! Hatta başınız mı ağrıdı? Antibiotiğe mi ihtiyacınız var? SÖ'nün tekerlekli sandalyasinin arkasına asılı duran çantası size tüm ilaçları temin edebilir. Sihirli bir oda gibidir SÖ'nün odası. İnanılmaz şeyler burunur içinde... Tornavida ihtiyacınızmı var? Hooop çantadan çıkar!

Mesai saatleri dışında bu kadar içli dışlı olduğumuz Hocamız, mesai saatleri içinde ise gaddarlığı ile nam salmıştı...Tek bir bakışıyla yüreğine korku salmadığı asistan yok gibiydi. Bir ben onun sınırlarını biraz zorlardım..Göçebe ruhlu bulurdu beni..benimle baş edememişti:))

-Görünene değil, görünmeyene bak!
-Konuşana değil, susana bak!
-O ne biçim özür dileme! Kendini haklı bularak-samimiyetsiz ve kifayetsiz!

Bu sözleri ondan duyarken hayatımızın en önemli derslerini aldığımızdan haberimiz olamayacak kadar toyduk henüz:))

Ufak tefek, esmer, çekik gözlüydü. Tipik orta asyalı yüzü vardı Hocamızda...
Karizmatikti..huysuzdu..
Bakmayın siz asistanların ihtiyaçlarını giderip, odasını bizim için kantin yaptığına...Gaddardı aslında, öyle gaddardı ki, asla beyaz bile olsa yalan söylemez, doğruyu da acıtıcı bir zalimlikle, gerektiğinde de sizi yaralamak için kullanırdı! Ama tüm bunlar iş ile sınırlı kalır, mesai saati bittiği anda gündüz sizi ağlatan, kendinizi yetersiz hissettiren ve "ben bu mesleği asla yapamayacağım" diye bunalımlara girmenize sebep olan Hocanız, sizi tüm bu duygulardan öyle iyi sıyırırdı ki, ertesi gün şevkle yine iş başı yapardınız ve eğitimize zevkle sarılırdınız!

İlk bilimsel çalışmalarımız da onun teşviki ve katkısı vardır.
Hayata dair en derin felsefik konuşmalarımızda onun sesi kulağımızda çınlar...
Yaşama azmi ve sevincini, en zor şartlar altında nasıl kendine dayanıp ayakta kalınabileceğini bize bizzat örnek olarak gösterendir...O bizim hocamız, babamız, savaşçımızdır...Huysuz mu huysuz, tatlı mı tatlı savaşçımız :)

Hiç yılmadan korkmadan, kendi özel arabasıyla tüm Türkiye'yi dolaşıp, bizlere gittiği en ucra köyleri anlatıp, bir insanın asla ve asla sakat olmasının onu sınırlamayacağını bize gösterendir...

Meslek hayatını dolu dolu yaşadı. Emekli olduğunda odasının önünden her geçişimizde içimiz sızladı. Orası bizim kantimiz, sığınağımız, zaman zaman hayatımızın en acı fırçalarınız yediğimiz biricik yerdi...

Onu rüyamda hiç görmemiştim ki, ta ki bir gece, bütün bir gece boyunca sıkıntıyla onu görene kadar! Bütün bir kürsü Hocaları ve dostları ile birlikteyken beni yanına çığırdı birşeyler konuştuk... Sabah uyandığımda hiç hayra yormadım çünkü sıkıntıyla uyandığım rüyalarımı sevmem! O akşam intihara teşebbüs ettiğini ve yoğun bakımda olduğunu haber alıp yanına koştuk... Bana rüyamda konuştuğumuz herşeyi satır satır aynen tekrarladı! Şoke olmuştum... Hem onun mücadeleden vaz geçişine hem de rüyamdaki sohbetin böyle bire bir karşıma çıkmasına hayretler içerisinde kalmıştım! Üzüntüm ve şoke oluşum bir yana SÖ bunu yapmazdı! O benim -bizim -tüm fakültenin gözünde azmin yılmaz savaşçısıydı....

Neden dedim ona....Neden?
"Artık bir faydam yok" dedi... Siz şu an sadece kendiniz için benim yaşamamı istiyorsunuz çünkü kendiniz için beni seviyorsunuz ve yaşayayım istiyorsunuz" diye cevapladı...
Ona haksız olduğunu söylediysekte ben biliyordum ki kararlıydı! Gözlerinden biliyordum...Onu tanıyordum...Beni de göçebe ruhlu bulduğundan en çok içini bana açtığından biliyordum...
"Yoruldun mu" dedim...
"Hayır" dedi, "yorulmadım-ama işim bitti artık, faydam kalmadı!"
İkinci denemesinde ölmeyi başardı. Hiçbirşeyi kendi iradesi dışında kabullenmezdi. Depresyonda değildi... Sadece karar vermişti. İşi bitmişti! Nitekim ölümünü de kendi iradesiyle seçti. 2 ay sonra cenazesindeydik....

SÖ'yü toprağa vereli 4 yıl oldu. Ama ben 4 yıldır ona "Allah rahmet eylesin" diyemedim. Adı her geçtiğinde, ya da bir çilingir sofrasında en çok sevdiği içki olan rakıyı yudumlarken hep "Kulakların çınlasın SÖ" dedim...

İçimden gelmedi...Benim için ölmedi ki...


"Kulakların çınlasın SÖ"

Not: Lütfen benim için, çok sevgili Hocam için buraya şöyle dikenleri en sert olanından bir kaktüs resmi koyar mısınız? Hocam gibi olsun...

İrem Erdinç 12-02-2010 14:22

İrem der ki:
 
Sevgili Taba; İnternet üzerinde kaktüs seyahati yapıp, SÖ'ye en yakışan kaktüsü sen seçip bize tanıt. Kendi adıma "Hile" olarak görülmeyecektir ;)

yardımı olursa: http://www.cactusinfo.net/gallery/A/index.htm
Taba bir kampanya başlatalım ve sana kaktüsler hediye edelim. Sende o güzel anlatımınla bize bolca yaşanmışlıklarını - hikayelerini ve tanıdıklarını yaz. Olur mu ;)

Siyah 12-02-2010 22:01

Sevgili İrem, size dostumu anlattırken istedim ki siz onu gözlerinizde canlandırın ve siz ona bir kaktüs seçin...Bir de şu var ki ben gerçekten teknoloji özürlü biriyim bana kaktüs yollasanız bile resmini çekip, yükleyip basmayı bile becerebileceğimden emin değilim...

Ama teklifin çok nazikti ve çok hoşuma gitti.
İzninle bende sana şöyle birşey teklif edeyim...
Ben size dostluklarımı yaşanmışlıklarımı anlatayım, kaktüsü siz seçip yapıştırın...hem böylece daha interaktif bir iletişim olur, hatta niye-hangi özellikleriyle o kaktüsü seçtiğinizi de açıklarsınız bana...

Sanırım sevgili Kartalpin'de pek itiraz etmez böyle bir uygulamaya...
(umuyorum...çünkü emin olun bu konuda çok ultimatom yedim, kendisi de SÖ'den pek farklı değil prensipleri konusunda :) )

Siyah 12-02-2010 23:39

Sevgili Kartalpin
Kaktüssüz yazı paylaşımım için çok özür diliyorum.
Sayfanızım formatını da bozmayı aklımdan geçirmem...
Sayın Malina'dan rica etsek benim bu yazılarımı buradan kaldırabilir mi?

Siyah 13-02-2010 00:49

Sevgili İrem,
Sanırım ikimizde gereken uyarıyı aldık...SÖ'ye prensiplerinde benzediğini söylemiştim :)

Sevgili Kartalpin ricanızı kırmak büyük kabalık olur, ayrıca sözlerinizden onur duydum...

Ben resim çekme ve yükleme konusunda Sevgili İrem'den destek alırım birlikte el ele hallederiz bu konuyu...

4.tekilkişi 13-02-2010 18:11

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi kartalpin (Mesaj 575893)

“Biz erkekler aşık oluruz, kadınlar ise sadece seçer. Doğanın kuralı bu ya da yaratan böyle buyurmuş.. Duygu dolu şiir yazan kaç kadın sayarsın bana, duygu dolu besteler yapan kadın bestekarlar nerede, duygu dolu çizimlere sahip kaç kadın ressam bilirsin… Kadın sadece ve sadece kendi çocuğuna karşı tam aşık olabilir. Yani hiç bi karşılık beklemeden sadece kendi çocuğuna sevgisini sunabilir. Kadın için bir erkek ise, sadece o aşka, yani çocuğa ulaşmada bir ara evredir . Eğer kadın da aşık olabilseydi evrende denge bozulurdu, İyi ki kadınlar aşık olmuyor da denge korunuyor toplumda”

Hanım'ın Çiftliği dizisinde mi duymuştum, Orhan Kemal menşeili, yahut On Kadınlı bir Ntv programında mı anımsayamadım şimdi. Deniliyordu ki: " Biz kadınlar aşık oluruz, erkekler ise SEVER sadece". Tam da Yaşar Bey'in sözleri ile zepzengin uyaklı. Durup, unutup her şeyi bu cümleyi düşünmüştüm. Hakikaten öyle mi? Aşık olan kadınlar mıdır erkekler mi? Hoş ne fark edecek değil mi? Aşkı tatsın da kişi.

Memlekette neden hiç şair kadın yok gibisinden sorulmuş Can Yücel'e cevabı malumunuz şahsına has olmuş :)) Bir başka şair de yine aynı konu üzerine -ah keşke tam cümleleriyle hatırlayabilseydim-: Erkeklerin karşılarında onları etkileyebilecek endam ve narinliğe sahip bir varlık var; kadınlar. Belki bu yüzden yazabiliyorlar demiş. Kadının karşısındaki erkek ne kadar etkileyici ki? Bir nefeslik durup düşünülünce sanki hak veriyor insan. (Estagfurullah yanlış anlaşılmasın sözlerim.) Daha geçen gün Antik "şair kadın" Sappho'nun kitabını aldım. Kadın şair diye almak istedim üstelik. Duygu yüklü kelimeler işte. Aşklı, dokunaklı. Mitoloji dersinde söylemişti hocamız, Aphrodite'ye yazılmış ilk şiir ona aitmiş. Ve söylenegelmiştir, Sappho kadınlara aşıkmış! Kadınlara! Bir erkeğe yazılamadı yine şiiir....

Bitkilere uyup kışın mahmurluğuna mı büründüm bilemiyorum. Biraz uzak bırakmıştım kendimi buralardan. İnsan sevdiğinin uzağına düşünce özlermiş; kıymetini anlarmış... Ben de bulandığım bu ağaçlar sevdasından uzağa çektim kendimi. Başkaca arayışlara girdim-çıktım. Bazen işin içinden çıkamadım, dolandı ayaklarım. Ama hiçbir yerde de bu tadı bulamadım. Özledim vesselaaam.

Yaşar Bey'le tanışınca yüzüme gül(ücük)ler doldu. İlk okuduğunda karşı bir atağa geçiyor insan, serde kadınlık var. İçimden bir ses yükseldi: Evden dışarı çıkarılmayan kadın ne kadar gösterecek ki aşkını? Özgür olmayan, kadın olduğunun farkında olmayan kadınlar ne kadar aşık olabilecekler? Onun ancak çocuğuna duyduğu aşkı kabul edebilir çevresindekiler? O da Anna olamaz; "anne" olur! Ne yapsın?! Tabii Yaşar Bey'in bunlara da pek çok cevabı vardır. Ve biliyorum aslında, önünde sonunda Sayın Kartalpin'in bahsettiği diğer bayan dostları gibi Yaşar Bey'in düşüncelerini haklı bulacağımı.

Merak ettim "Aha da bu ben işte" diye gönderdiği kaktüsü Yaşar Bey'in ne görüp ne düşünüp gönderdiğini. Kaktüsle arasında nasıl bir bağ kurdu acaba? Siz anlamışsınızdır hoş, daha görür görmez. Balık oltası gibi geldi bana dikenleri. Yahut yukarıya uzanan iki kol. Ne ikisi, bir sürü. Her yere uzanmak ister gibi. Her şeyi kucaklamak ister gibi. Veya tutunmak ister gibi bir şeylere...

4.tekilkişi 13-02-2010 22:14

Kitabevinde geçirdiğim zamanda Neyzen Tevfik ile Sappho arasında kalmıştım. Şansımı şair kadından yana kullandım. Zihnimin algısı Neyzen Tevfik'e açıkken, sizin yeni dostunuzla bir heyecan tanışmak istedim. Neyzen hiciv ustası, nükteli bir hikaye okuyacağım diye düşündüm. Öykünüzün adını da yine kafamdaki Neyzen tasvirine uygun, pek latifeli bulmuştum: Ney Üfleyemeyen Neyzen....

İlk defa kullanıyorum cümle içinde üzünç kelimesini. Çok işittim, çok okudum ama kelime ilk kez benim oldu. Benim duygularımın ifadesinde ilk kez kullanıldı. Üzünç duydum dostunuz için.

İnsanların burnunun direği niçin sızlar? Niçin yüreğin oturma odasında hissedilmez de üzüntü, neden burnun direği?

Bu gidiş, ardında üzüntüden çok daha derin hüzünler barındırır. Çünkü beklenilmeyen bir yolculuktur çıkılan. İnsan nasıl böyle bir karar verebilir? Babası akil bir neyzen olan bir oğul nasıl bu kadar boşluğa düşebilir? Ahhhh ne üzücü... Sizin üzüntünüz, içine düştüğünüzü düşündüğüm ruh durumunuz sorular/niyeler (tahmin edebiliyorum) insanı ne kadar boğar? İnsan bütün cevapsız soruların önüne hep kendini atar cevap olarak. Kendisinin iç huzuru rahatsız eder. Neden değil mi, biz bu kadar huzur doluyken, birileri niçin arayıştalar? Arayışta olsalar yine iyi; onlar aramayıştalar! Onlara neden bir kuple huzur sunamıyoruz kendimizinkinden biraz boşaltıp. Niye onların çaresizliklerine biraz huzur serpemiyoruz. Kendinizi ne kadar üzmüşsünüzdür kimbilir Sayın Kartalpin. Bazen ama, ama bazen!!!! İnsan bulmak istemez, aramak istemez, içine düştüğü boşluğa aitmiş sanır. O boşluğa o hiçliğe inanır. Of Allah'ım ne kötü! O inandığı hiçlikte yitirir kendini. Bu yine de kendisinin seçimidir. Saygı duymak (mı) gerekir?

Ölmek kolay, yaşayabilmektir zor olan. Eskiden, sorgulamalarla kendi kendimi köşeye sıkıştırdığım, kendimden önemli cevaplar istediğim zamanlar oldu. Doğum elimizde değil, ölümü verseydi bize Yaratan. Ölümümüzü bize bıraksaydı bari derdim. Keşke derdim ölümü biz seçebilseydik. Her üzüntümde pes ederdim. En basit hayal kırıklıklarımda, en kabul edilemez gördüğüm hatalarımda... Pes ederdim ama beklerdim bir küçük kıvılcım, bir ışık. Mutlu olmak, üzüntülerimi unutmak için en ufak bir fırsat beklerdim,yine de. İnsanlar, niye bu kadar çabuk pes ediyor artık?!!! Niye bu kadar umutsuzlaaar, inançsızlar yaşama karşı? Hep kendime ölümü bile yakıştırmak için daha akıllıca sebepler arardım ben. Bunlar ölmek isteyebilecek kadar önemli değiller henüz derdim. Yaşama inanırdım en azından. Boşluk hissi...... Rusya'daki o maden çukuru kadardı belki. Ama hiçbir boşluk içi doldurulamayacak kadar büyük değildir ki!

Ne kadar üzüldüm arkadaşınız için. Başınız sağ olsun. Siz sağ olun.



(Estagfurullah Sevgideğer Kartalpin, ben asıl kendimi sizden mahrum bırakmışım ne yazık! Ne ayıp, üzüntünüzde yanınızda olamamışım!)


Forum saati Türkiye saatine göredir. GMT +2. Şu an saat: 01:20.
(Türkiye için GMT +2 seçilmelidir.)

Forum vBulletin Version 3.8.5 Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0
agaclar.net © 2004 - 2025