![]() |
hüdayınabit: Kendiliğinden yetişen (bitki), tdk
Yanılmıyorsam ilk Gürkan Ceylan'ın kitabında görmüştüm. Hüda Allah biliyoruz, nabit de nebattan dönüşme mi? |
Orman=yurt
Alıntı:
Vakit buldukça konu başlıklarını karıştırıyorum foruma üye olduğumdan beri. Bu başlıktaki mesajları da ancak okuyabildim. Çok güzel bir konu açmışsın yine, teşekkürler. ORMAN sözcüğünün kökenini hiç düşünmemiştim bugüne dek. OR çapraz bulmacalarda karşılaştığım bir sözcüktü yalnızca ('müstahkem mevki' diye sorulurdu, yanlış hatırlamıyorsam) ve bunu da 'orman' ile ilişkilendirmemiştim. Demek oturulan yer, durulan yer, yurt, konak demekmiş asıl. "Eski Türkler bozkırlarla birlikte ormanı da mı yurt bellemişlerdi?" diye soruyorsun. Ne derler, çok isabetli bir soru. Ben de yakın zamana dek bilmiyordum, yeni öğrendim (Türklerin Tarihi - Pasifik'ten Akdeniz'e 2000 yıl, Jean-Paul Roux; Kabalcı Yayınları) ki Türklerin anayurdu Orta Asya bozkırları değil, bugün Sibirya diye anılan topraklarmış. Türkler sık ormanlık bir arazide (Sibirya çam ormanları=taygalar) yaşamışlar ilkin. Bu dönemin, tarihin neresine düştüğü bilinmiyor şimdilik. Türklerin kültürü bu ortamda oluşmuş. Önce mitolojileri sonra masalları da kurt, ayı, geyik gibi ormanda yaşayan hayvanlarla dolu imiş zaten. Geyiği kutsal bilmişler örneğin. Sonradan Altay dağlarında yaşarken ölülerini gömdükleri mezarlar açıldığında (Pazırık kurganları), ölenin atını da yanına gömdükleri, bunu yaparken atlara geyik maskesi ve boynuzları taktıkları görülmüş falan. (Bu arada, Pazırık'ın bu güne dek mezar ve kalıntılarda çıkan en eski halının da bulunduğu yer olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Bu şahane bir halıdır ve geyik motifleri yanında, göbeğinde de ezoterik inanca özgü -sonradan Tibet elyazmalarında görülen- önemli bir motifi içermektedir, bir bak derim: http://www.klasikhali.com/pazyryk.asp Neyse, vakit buldukça uzattım; O sıralarda ormanda geçen ilk devirlere ilişkin kültür Türklerin geleneklerinde capcanlı yaşamakta imiş demek ki. Ne kadar güçlü bir kültürmüş ki, bugün de hala yaşamaktadır. Anadolu'da bazı yerlerde geyik öldürmenin kişiye hayırlı gelmeyeceği söylenir mesela. Geyik motifinin Türk tasavvuf edebiyatında da önemli bir yeri olduğunu lise bilgilerimizden hatırlayabiliriz. İşte böyle. Türkler ormana anayurt demişler besbelli. Sonradan düzlüklere inmişler (Sibirya'da zamanında Karasuk denilen bir yerde yapılan kazılarda bulunan ve M.Ö. 1200 ile M.S. 700 yılları arasına tarihlenen mezarlarda brakisefal kafataslarında bir artış görülmüş olmasına bakarak, Türklerin taygalardan çıktığı tarihin bu sıralar olabileceğini ileri sürüyor tarihçiler). İlkin bugünkü Moğolistan'da yaşamışlar uzun zaman, o sırada Çin'e akınlar yapmışlar, bir yandan batıya yayılmaya da başlamışlar fakat. Anladığım kadarıyla bozkırda göçebelik falan da hiç yapmamışlar (zaten tarihçiler artık yazları serin yerlere, kışları da ılıman yerlere, ama aynı yerlere gidip-gelen insanlara göçebe demiyor). Sevgiler, Nil |
"Pazırık Kurganı'nın Türklere ait olduğu kesin değil" diye biliyorum.
|
Alıntı:
|
Tayga: Rusça ve Moğolca çam ormanı.
|
Alıntı:
|
Pazırık halısı
Alıntı:
|
Kalın karton kapaklı atlas boyunda renkli resimli bir kitap ama bu "Pazırıktaki halı Türklere ait midir" bilgisi yalnızca bu kitapta değil, başka kaynaklar da bu kuşkuyu taşıyor.
|
Pazırık - Altaylardan Bir Halının Öyküsü [Hazırlayan: E. Fuat Tekçe], 1993, 305 S., Kültür Bakanlığı Yayınları: 1542, Sanat-Sanat Tarihi Dizisi: 64-5.
Kitap buydu galiba. Şimdi gagılladım halıyı bulan rus Rudenko hep İran halısı olduğunda israr etmiş. daha sonraki batılı ve slav kaynakların hiçbiri de Türk halısı olmayı yakıştıramamışlar. |
Kendimi bir an tarih dersinde sandım.. :D
|
Alıntı:
|
Badincan: patlıcan, Farscadan.
Badinc: hindistancevizi, Farscadan. Bagat ve Bagıstan: bahce, üzüm bağı, Farscadan. Bagban: bahcevan, Farscadan. |
Benefşe: Yine Farscada isim olarak menekşe çiçeği olmakla birlikte, sıfat olarak mor anlamında kullanılmakta.
Benefşezar: menekşe tarlası. |
Bişe: meşe, Farscada.
Bişezar: meşelik, meşe ormanı. |
Arapçada Bakl: yenebilecek hertürlü yeşil bitki anlamında. Bakliyat kurusu demek ki..
|
Alıntı:
Çok güzel bir konu açmışsınız,tek tek bütün yazılanları okudum.Teşekkür ederim. Ağaç ve çiçek isimlerinin çoğu başka dillerden girmiştir dilimize.Bunun sebebini Türklerin yerleşik bir hayat tarzlarının olmayışına bağlayabiliriz.Türkler,daha çok hayvancılıkla geçiniyorlardı.Çadırlarda yaşayan ve sabit bir toprağı olmayan bir toplumun ağaçlar ve bitkilerle ilgisi ister istemez zayıf olacaktır. Dilimimizdeki hayvan isimlerinin çoğu Türkçedir.Sebebi yukarıda anlattıklarımızla ilişkilidir.Çünkü hayatları hayvacılık ve av üzerine kurulu bir toplumda hayvanlarla olan sağlam ilişkiler buna sebep olmuştur. İşte Türkler ne zaman yerleşik hayat tarzını benimesmeye başlamışlarsa o zaman bitkilerle ve ağaçlarla muhatap olmuşlardır.İster istemez bu ağaçlara,çalılara bir isim vermeleri gerekiyordu.Hayatlarının vazgeçilmezi olan hayvanlarla ilişkilendirerek bu çalılara ,ağaçalara isimler vermişlerdir."Kuzu kulağı,keçiboynuzu,kuşburnu gibi..." Edebiyatçı Beşir Ayvazoğlu'nun GÜLLER KİTABI isimli eserinde bu konuda aydınlatıcı fikirler bulmak mümkündür. |
İstifade etmenize sevindim.
Dediğiniz gibi hayvan isimleri Türkçe'de daha fazla bunun istisnası deniz balıkları, nerede ise tamamı Rumca'dan geçmiştir. Rumca'dan gelmeyen üç tanesi gümüş, kalkan ve hamsidir. Tatlısu balıkları çoğunlukla Türkçe'dir. Hele at ve atla ilgili kelimeler var ki bunlar deryadır. Aynı eskimo dilinde karın 40 adı olduğu gibi Türkçe'de de atın her rengi her yaşı akrabalıkları hastalıkları lekeleri gibi konularda çoğu şimdi hafızalardan çıkmış pek çok kelime var. Bitki isimlerinin nereden geldiğini anlatan yeni bir kitap çıktı; evime dönünce künyesini tam olarak yazacağım. |
Bitkilerin Serüveni Michel Lis Troya Yayıncılık
Bitki adlarının nereden geldiğine dair epice malumat var. |
Zerdali: Zer sarı, alü ise erik demek Farsçada.
Kaynak: daha önceki maddeler.:) |
Şimşir: Farsça şimşad: şimşir ağacı, şemşir: kılıç demek. İkisi karışmış bir anlam kayması oluşmuş ve şimşir kılıç yerine şimşir ağacı olmuş. Halk ağzında tozak. Yunanca pyksos (piksos okunuyor Latince'si buksus a olan ses yakınlığına dikkat). İngilizcesi boxwood kullanılışına işaret ediyor galiba.
|
Çok değerli bir hocamız olan Sn. Faik Yaltırık, şimşirin, kesitinde görünen dört köşeden dolayı boxwood olduğunu söylemişti.
Acaba pyksos kelimesi de kutu veya dört köşe anlamını taşıyor mu? |
Alıntı:
Ben edebiyat öğretmeniyim.Edebi eserlerimizde ağaçların ve bitkilerin çok fazla yeri var.Hele hele Dîvân edebiyatı tamamen çiçeklerin ve ağaçların edebiyatıdır desek yeridir.Onları anlayabilmek için ağaçları bilmemiz tanımamız gerekiyor.Bunu bir vesile sayıp ağaçların peşine düştüm,sizler sayesinde çok güzel bilgiler edindim.Ne sorsam cevabını aldım.Çok teşekkür ederim... |
Alıntı:
|
Alıntı:
|
Alıntı:
Aslında benim fikrim: |
Alıntı:
|
1 Eklenti(ler)
Piksel kelimesi pyksos'tan türemiş olabilir.
Piksel, bilgisayar ortamında, ekran çözünürlüğüne göre görüntünün görülen en ufak kare parçacıklarına denir. Buxsus-box-piksel-pyksos burda kesişiyor olabilirler. Aşağıda böyle bir kanepe örneği.. |
Bir resmin piksel yoğunluğunu yani, PPI (Pixcel Per Inches) 1 inç karede
(1 inç = 2.54 cm) bulunan piksel sayısı. |
Alıntı:
Açıkçası rahatız oluyor da değilim.Kulağa çok hoş geliyor eski kelimeler. |
Alıntı:
pix picture'ın, el elementin kısaltılmışıymış. Yani piksel picture element (resim elementi) demekmiş. |
İngilizce etimoloji sözlüğüne baktım box, pyxos tan geliyormuş.
|
Forum saati Türkiye saatine göredir.
GMT +2. Şu an saat: 01:21. (Türkiye için GMT +2 seçilmelidir.) |
Forum vBulletin Version 3.8.5 Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0
agaclar.net © 2004 - 2025