![]() |
|
![]() |
#1 |
Yeni Üye
|
Efsun Baba'nın Beyaz Rüzgârları
EFSUN BABA’NIN BEYAZ RÜZGÂRLARI Anadolu’daki hayatı çözümleyebilmede iki kulvar var: 1 - Anadolu Coğrafyasının kabahati yok, mesele, buraya bir yerlerden gelip çöreklenmiş hayat sisteminde, 2- Aksine, Anadolu Coğrafyasında ancak böyle bir hayat olabilir. Çünk zaten onun eseridir. Buradaki algoritma ve onun üzerinde meydana gelen inşa tam da budur. Buraya göçler oldu ise onlar da yine tencerenin yuvarlanıp kapağını bulması kabilinden bir uyum halinde olmuştur. Anadolu Coğrafyasındaki hayat “yükselişe” asla tahammül etmez. Ve bu, şaşmaz bir “idealizm düşmanlığı” halinde can bulur. Hep öyle olmuştur. Hatta Roma Anadolu'sunda bile ( dikkat Bizans değil Roma ). Anadolu Tabiatı ve Müzik bahsinde niçin buradan başlamak mecburiyeti var? Çünkü Anadolu’da bugün de hakim durumdaki hayat insan’a asla gözaçtırmaz. Bütün imkânlarını insanı güdükleştirmede / cüceleştirmede kullanan bir hayatın elinde “müzik” de -maalesef- olamaz. Ve müzik, yerelden globale / universale yükselme imkânı bulamadığında ise “hayat nağmesi” dediğim halde kalır. Anadolu’da bunun adı 1071’den beri “Türkü”dür. “Türkü Türkün müziğidir” kestirmesi ise, elbette, buradaki hayat sisteminin siyaset modelindeki şişman adîlerin safsatasıdır ( Şahsıma telifli ifademle, diktanın en büyük arpalığında kent lokantasına tekabül eden yerden semirip köfteci bilmem kimin yaratığına dönmüş politika borazanları ). Olan, hayatın yerel fare deliklerinden haykırışlardır: Hayat nağmeleri. Batıda “müziğin hayatı aşabilmesi” elbette topyekün sıçramanın eseridir. Meselâ, batının da kendi hayat nağme ve naraları ( meselâ rock ) vardır ve 1970’lerde disco ve ardından 80’lerin başlarındaki new wave olmasaydı onlar aşılamazdı. Nitekim, bunlar da aslında 1945’te sazı ellerine alanların(!) “biz de yapabiliriz” rollerini müziğin nihayet öldüğü anlara kadar idame yolunda işler olarak kaldılar. İşin aslı ise, 1945’teki ağır bombardımanlarda Berlin’in betonlarının yanında müziğin de yara almış olmasıdır. Bu noktada müzik kan kaybetmeye başladı ve belki 1990 veya yine de belki 2000’leri bulmayan bir kesitte “öldü”. Yani öldürülmüş oldu. Berlin Filarmoni elbette bugün de orada. Fakat ne anlamı olabilir ki? Biz bu tabloya alenen şahit olurken, ağalarıyla ameleleriyle çiftlik ahalisi, bunları iplemediler, zerre kadar kal’e almadılar. “Olur mu öyle şey, hayat devam ediyorsa müzik de vardır” diyerek tipik örtbası/ötelemeyi tercih ettiler. Ne de olsa hayatın hergele meydanlarında “gittiği yere kadar gider” esastır. Ve günü geldiğinde -meselâ- “suyun biteceğine” bu meydanlarda kimse ihtimal vermez. ………………………… 1985’te bu kanaatler zihnimde varsa da herhalde ancak tohum kadardı. Aslında tablo, Moskova’yı Ekim 1917’de ele geçirmiş birilerinin diktasının çok değil 5 yıl sonra, işinin biteceğinin aklımızın ucundan dahî geçemeyecek olması gibisindendi. Toyduk, bilemezdik. Ve toyluğun aydınlığını destekleyebilecek müzikler bir şekilde önümüze gelebiliyordu. İç Anadolu Yaylasının batı ucunda bir yerde kendi halindeki Türkmen Dağlarımın Tabiat / Orman öbeğinde en kuzeydeki tepe olan “Efsun Baba”yı tanımam da o zamanlara tekabül eder. Herşey birkaç mevsim içinde ve de yine “suyun yolunu hızla katetmesi” kabilinden bir kader kombinasyonu halinde olup bitti. Taşlar çok kısa bir zaman zarfında yerine oturdu. Andreas Vollenweider ( ve arkadaşları ) adında bir müzik grubu, batının vitrininde bir anda parlamıştı. Tabi bunun aslının nasıl olduğuna ayaklarımın suya ermesi de ancak yine olan olduktan sonra mümkün olabildi. Yani on yıllar sonra. Meselâ, Amerikalı bir kadın şarkıcıyı tek bir populer parçası sayesinde o zaman da biliyordum. Fakat Vollenweider gibi birinin ABD’de ancak o şarkıcı kadının açtığı kapıdan geçerek meşhur olabileceğini nasıl bilebilirdim ki ( Çok sonraları üzerine adeta uzmanlaşacağım ‘tipik genetik nüfuz’un teşkil ettiği gerçeklik tam da buydu… ). Birşeylerin bir yerlerde varolması ile bilinirliği arasındaki kontrasta en iyi misallerden biri Arp olmalı. Hep vardı. Fakat işte belli bir nesil tarafından bilinir olması klasik arp senfonileri ile değil Andreas Vollenweider sayesinde mümkün oldu. ……………………. Efsun Baba bende zaten yerini almıştı. Çok derinlemesine ve de şahsî bir hikaye. Fakat bütün ömrüme yayılmış “Tabiatın Müziği” arayışımın elbette çok başlarında idim. Fakat oldu işte. Andreas Vollenweider adında biri “White Winds” albümü ile bunun olabileceğini ispatladı. 40 yıldır tekrarladığım gibi, White Winds, Efsun Baba’nın müziği olup çıktı. Kader diye bir şey varsa o düpedüz budur. Efsun Baba’nın muazzam orman rüzgârları gerçekti ve White Winds onun müziği olarak kaldı. Anadolu’nun insan varoluşuna asla açık vermeyen hayatında on yılların nasıl yön aldığı ortada. Sadece “müzik” faslındaki rezalet herşeyi anlatır. Tespih yahudilerdendir. Bende ise gündelik ve adeta atıştırmalık taneler klasik tekrarlarımda yine tespih tanesi gibi sıralanır: -80’lerde Sezen / Sazan, 90’larda Tarkan / Türkan, 2000’lerde Serdar / Sertaç / Verkaç ve nihayet sonraları aslına yani “dansöze” tam rücu: Gülşen / Nurşen. Amin… ( ve biraz da klasik sövgülerim ). Fakat şu da var ki, kader bana bir yandan Efsun Baba ve onun müziklerini vermişken diğer taraftan hayatın yerel tarla faresi deliklerinden fırlama tezgâhlarını kurmaktan da geri kalmıyordu. Nitekim, kendi şehrimde yani Eskişehir’de 80’lerde bir insanoğlu Beethoven peşine düşse ondan için “halkına yabancılaşmış burjuva” diyerek saldırabilen güruha onların “hoca-efendi”leri tarafından bir senfoni uyduruğu çoktan kurulmuştu bile. Böylece, Tarkan / Türkan sürü tayfası için “Hoca bizden, hocanın senfonisi var o halde gidelim biz hafta sonu Hoca’nın senfonisine, Mendelson dinleriz” deme imkânı veren tezgâh böyle kurulmuş oldu. Bunu hiçbir zaman affetmedim ve de asla affetmeyeceğim. ………………………. Yine on yıllar sonra öğrendiğim üzere, Andreas Vollenweider ve yanındakiler aslında aynı genetikten birileriydi. White Winds ile ulaştıkları egzotik atmosfer sadece bir Alp köyü çemberinin işi değildi Sardunya’ya kadar uzanan bir zincirdi.. Vokallerde eğitimli kadın sesi on yıllar boyu -bende- isimsiz kaldı. Elena Ledda adını daha dün gibi öğrenebildim. Aslında oldukça yerel bir sima idi. Yani, Sardunya köylüsü kalmış bir yahudi klanından. Klasik ses eğitiminden geçmiş olmasına rağmen kendi yerelinde ısrarcıydı. Elbette türkü babında değil, egzotizm halinde. Biraz yahudi panteizmi / sofizmi biraz yenilerden vs… ……………………… Tabiatın Müziği… Kaba tabiriyle kimse uyanık geçinmesin. Bu köy pastorali değildir. Anadolu’nun şaşmaz gerçekliğinde Efsun Baba’nın kuzey eteğindeki bir-iki Bizans köyünde durum farklı mıydı? Elbette hayır. Yani, yatak odası merkezli tavşan faresi hayatı ve ona ilave çerez olarak dillendirilen nağmeler. Bu iş 1071’den önce de böyleydi, hem de hiç şüphe yok. Şablon bugün de aynen geçerli: İnsanın yüksek müzik hasletini necipleme hayatlarına sıvamak ve çerez yapmak. O halde ve yine sizin bir müziğiniz naaah olur. White Winds olmadık şekilde bunların üzerine geldi. Önce kasetti sonra Cd oldu. Fakat orijinal studyo kayıtlarının taşındığı hallere hiç dönüştürülmedi. 1985’te Amerikayı rüzgarıyla sarsmış Alp yahudisi Andreas Vollenweider bile bugün yaşlılık yalnızlığını dostlara evden ve beleş youtube videolorına döken bir zavallı olup çıktı. Onlar birbirlerini bilirler, beni bilmezler. Böyle olunca, - Andreas bak bu Efsun Baba, senin White Winds (müziğin) onun içindi, demek imkânım olamazdı ve olmadı. Fakat ben yine de “40 yıl” Orman(ım) için çaldım / dinledim. ……………………….. |
![]() |
![]() ![]() |
Konu Araçları | |
Mod Seç | |
|
|