agaclar.net

agaclar.net (https://www.agaclar.net/forum/)
-   Doğa, Çevre, Ekoloji, Gıda Hukuk ve Politikaları (https://www.agaclar.net/forum/doga-cevre-ekoloji-gida-hukuk-ve-politikalari/)
-   -   Tohumculuk Kanunu / Tohum Politikası (https://www.agaclar.net/forum/doga-cevre-ekoloji-gida-hukuk-ve-politikalari/1955.htm)

Mehmet Ali Aşık 09-01-2007 06:13

umudumuz Anayasa mahkemesinin bu yasasi iptal etmesi.


Cumhuriyet Halk Partisi, kamuoyunda ve özellikle tarım sektörünün içerisinde önemli tartışmalara yol açan ve daha sonra TBMM de kabul edilerek yasalaşan Tohumculuk Yasası nın iptali için Anayasa Mahkemesi ne başvuruda bulundu.

malina 01-02-2008 16:16

Tohumda sömürge bedeli dönemi

Anadolu orijinli mercimek, buğday, nohut yurtdışında geliştirilip Türkiye’ye satılıyor. Tohumlarına ‘ıslahçı hakkı’ adı altında milyonlarca dolar ödeniyor

Türkiye tarımda patent hakkı olarak da bilinen ıslahçı hakkı konusunda uluslararası koruma ağına dahil oldu. Bundan böyle Türkiye, yıllardır yeni türler geliştirememesi nedeniyle ithal tohumlara bağımlı kalacak ve önemli miktarda ıslahçı hakkı bedeli ödeyecek. TÜBİTAK Bitki Teknolojileri Platformu Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Nazimi Açıkgöz, ıslahçı hakkı uygulamasını “sömürge bedeli” olarak tanımladı.

Aynı zamanda Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Islahı ve Genetiği Bilim Dalı Başkanı Açıkgöz, dünyada ıslah edilen yeni çeşitler için fikri mülkiyet haklarının uygulandığını, buna Türkiye’nin de kasım ayında Uluslararası Yeni Çeşitleri Koruma Birliği’ne (UPOV) üye olarak dahil olduğunu söyledi.

Dünyada yeni türlerin ıslah edilmesi konusunda özellikle AB ve ABD’li şirketlerin yoğun çalışmalarının bulunduğunu, Türkiye’deyse birçok bitki türünde yıllardır geliştirme yapılmadığını bildiren Açıkgöz, şunları kaydetti: “1937 yılından bu yana arpada, 1990 yılından bu yana elmada yeni bir çeşit geliştiremedik. Sebzelerde halimiz perişan. Domates tohumu ıslahçı hakkı bedeli nedeniyle altın fiyatıyla yarışıyor. Meyvede ve kesme çiçekte eski türlerle üretim yaptığımız için ihracatımız artmıyor. Kesme çiçekte geçen yıl bir firmanın 4 TIR malına ıslahçı hakkını ödemediği gerekçesiyle Macaristan gümrüğünde el kondu ve ceza kesildi. Halen mısır tohumunun yüzde 95’i, ayçiçek tohumunun yüzde 60’ını ithal ediyoruz ve bu ıslahçı bedelini de ödüyoruz. Meyvede de alınan fidelerden elde edilen üretimin her yıl yüzde 5’ini ıslahçı hakkı bedeli olarak yurtdışına gönderiyoruz. Tablo bununla da kalmıyor. Anadolu orijinli mercimeği Kanada alıp geliştiriyor ve Türkiye’ye satıyor. Avustralya yine Anadolu’ya ait nohuttan yeni bir tür geliştirip adına ‘çumra’ diyor. ABD, Anadolu’dan aldığı bir buğday türünü soğuğa dayanıklı olacak şekilde geliştiriyor, adına ‘centurk’ diyor. Türkiye, tüm bu gelişmeleri seyrediyor.”

Binlerce üretici mahkemelik

Son iki yılda koruma altına alınan yüzlerce çeşidin yarısına yakınının yabancı kökenli olduğunu, bunun Türkiye’nin önemli miktarda ıslahçı hakkı bedeli ödeyeceği anlamına geldiğini ifade eden Açıkgöz, “Avrupalı birçok firma Türkiye’nin iklim koşullarının uygun olması nedeniyle tohum üretip ihraç ediyor. 2006’da 42 milyon dolarlık ihracat yapıldı. Bu alandaki ithalat ise 92 milyon dolar, bunun yarısı da ıslahçı hakkı. Bunun adı düpedüz sömürge bedeli. Türkiye kendi türlerini geliştiremezse ithalatını hızla artıracak, daha fazla ıslahçı hakkı ödemek durumunda kalacak ve (modern bir sömürge ülkesi) haline gelecektir” diye konuştu.

Açıkgöz, bu payı ödemediği için Avrupa’da binlerce üreticinin mahkemeye verildiğine dikkat çekerek, Türkiye’de de süs bitkileri ve makineli tarıma uygun pamuk türleri başta olmak üzere meyve, şaraplık üzüm, arpa gibi ürünlerde benzeri sorunlar yaşanabileceğini vurguladı.

Türkiye’nin yeni çeşitler geliştirebilmesi için tohumculuk şirketleri, enstitüler, üniversiteler ve kamu kurumlarının organize olması gerektiğini söyleyen Açıkgöz, TÜBİTAK bünyesinde oluşturulan Türkiye Bitki Teknolojileri Platformu’nun, Avrupa’daki 7. Çerçeve Programı’na benzeyen bir sistemle çalışmaya başlayacağını kaydetti.

Uzun süreli ve yüksek maliyetli olan ıslah çalışmalarında şirketler ve araştırma kurumlarının organize edilerek destekleneceğini belirten Açıkgöz, uygun iklimsel koşullara sahip Türkiye’nin tohumculuk konusunda dünyanın en büyüğü olabilecek potansiyelde olduğuna işaret etti.

Sistem işleyişi

Sebze ya da meyve üreticisi ilk kez aldığı tohum ya da fide için ıslahçı hakkı bedelini alım fiyatı içinde ödüyor. Bir yıl ektiği ürünü, ertesi yıl da ekebilmek için tohumu satın aldığı firmayla anlaşarak belli bir bedel ödüyor. Küçük üreticinin muaf tutulduğu uygulama kapsamında, ihracatı yapılan tarım ürünleri gümrükten geçerken ıslahçı hakkı bedelini ödeyip ödemediği kontrol ediliyor. Ayrıca AB Islahçı Hakları Ofisi (CPVO) dedektifleri de pazar denetimleri yaparak ıslahçı hakkını kontrol ediyor.

(EKONOMİ SERVİSİ) 31/01/2008
http://www.evrensel.net/haber.php?haber_id=24415

Sergüzen 01-02-2008 22:11

Oyunun kurallarını onlar koydukça bizde oyunu onların istediği gibi oynamak zorunda kalırız. Yarın teneffüs ettiğimiz havadan bile komisyon almağa kalkacaklar. Kendi kaynaklarımıza dönmediğimiz ve ithalata bağlı kaldığımız sürece bedelini ödeyeceğiz. Sistem üretmeyi değil, tüketmeyi ve ithalatı körüklüyor.

Oğuz Karsan 16-04-2008 13:06

Gerekirse Balkonumuzda Tohum Yetiştirebiliriz
 
Merhaba,

ABD,AB,NATO,G7, vs.

Kim, bu Dünyanın nimetlerini elde ederek kendi halkına sunmak istemez ki. Adamlar da onu yapıyorlar.Kızmamız gereksiz.

Globalleşelim,Küreselleşelim diye kimsenin karşı çıkamayacağı insancıl laflarla ortaya çıkarak sömürünün alasını yapanlara karşı her zaman uyanık olmamız gerektiğini zaten bilmiyormuyuz? İşte bu da bir başka türlüsü

Hayat tekerrürden ibarettir. Her yüzyılda başka objeler,malzemeler,madenler,
eşyalar,cisimler,bitkiler,yiyecekler vs.ler öne çıkmıştır. Ve bu güçleri ellerinde bulunduranlar ile ele geçirmek isteyenler arasında kıyasıya bir yarış başlamıştır.

Soğuk savaş dönemlerinde casuslar ile, sıcak savaşta ise askeri güç ve modern silahlar ile bu iş sürüp gitmiştir.

Elinizde kıymetli bir malzeme varsa tehlikedesiniz demektir. Bir düşünün güçsüz biri ,karanlık bir sokakta elindeki altın dolu bir çuvalı ne kadar koruyabilir. Mutlaka daha güçlü olan çuvalı ele geçirmek için uygun zamanı kollayacaktır.

Zamanımızda ise petrol,silahlar ve diğer malzemeler önemini yitirmiş durumdalar. İnsanlar bir sürü silaha sahipler ama yiyecek yemekleri ve içebilecek suları azalmakta.

Türkiye Cumhuriyeti her zaman kendine yetebilen ülkeler sınıfında yer almıştır. Birtakım dış oyunlar ve spekülasyonlar ile bu gerçek kullanılarak aleyhimize durumlar yaratılmışsa da. Bizim suyumuz da var yiyeceğimizde.

Yiyeceğimiz, köylümüzün içine düşürüldüğü en kötü kriz durumlarında bile kendimize yetmiştir.Buna hayret eden dış güçler elimizdeki kıymetli toprağa sahip olmanın yollarını aramaktadır. Bu sefer de tohumlarımızı yok edip tüketerek tohumculukta da kendilerine bağlı bir duruma gelmemizi ummaktadırlar.

Ama yine farkına varmadıkları bir husus var. Yedi cihanın ordularını sadece kuru ekmekle yenmeyi başaran bir ulusun evlatları olarak, bu krizin de üstesinden geleceğimizi bilmiyorlar.Bu anlatacağım gerçek bir hikayedir.

Anneannem Saniye Dursun 1940 larda yiyeceği bitince önce tanelerini kullanarak mısır unu yapmış taneleri de bitince,mısırın koçanını öğütüp un haline getirmiş ve ortaya çıkan un ile ekmek pişirmiş ve çocuklarını beslemeyi başarmış.. Anneannem öldükten sonra tahta sandığında tülbentlere sarılı değişik tohumlar bulmuştuk. O zaman bizim için bir önemi olmayan tohumların değerini şimdi idrak edebiliyorum.

Ülkemizin bir zenginliği de herşeydeki çeşitliliğidir. Bildiğim kadarıyla, Meyvede,
sebzede,ağaçta,bitkide,kuşta,böcekte tüm avrupadaki ülkelerde bulunan çeşitlerden daha fazla çeşidimiz var.

İşte şimdi biz Anneannelerimiz gibi, Dedelerimizden kalan bazı çeşitler ile ilgili tohumları temin edip saklayarak, bu görevi yerine getirebiliriz. Mesela Çanakkale yöresinde yaşayanlar o sulu muhteşem domatesin çekirdeklerini bir bezin üzerinde kurutup saklayabilirler. Tekirdağdakiler o tatlı kavunlarının ve ayçiçeklerinin.İzmirdekiler Üzüm ve İncirin. Kayseridekiler kayısının,
Trabzondakiler Fındığın ve hurmanın. Amasyadakiler elmanın, Vatanımızın her yanı zenginliklerle dolu.

Hiç de zor bir iş olmadığını, uygulamaya başladığınızda anlayacaksınız. Ben balkonumda fıstık çamı ve diğer birsürü çeşit ağaç yetiştirebildiysem. Eminim, siz çok daha fazlasını yapabilirsiniz.

Hiç olmayacakmış gibi bir proje değil. Çok zamanınızı da almayacak .Sadece birkaç dakikanızı ayırmanız bile birçok tohumun bir dahaki seneye verdiği ürünü görmenize yetecektir.

Peki bu kadar büyük olan bir ülkede birkaç kişinin çabası yeterli olacak mı? Tabi. Önce her şehirde veya bölgede belli insanlar öne çıkacak. Mesela ilk başta,Çanakkale Domatesi için Önder'e, Amasya elması için Mustafa'ya müracaat edilecek. Sonra talep çoğaldıkça, zaten herşey keniliğinden gelisir. Talep oldukça Devletin kurumları ve özel sektör de işin içine girecektir.

Bu gün büyük marketlerde sırf üzerinde hormonsuz veya arılı yazdığı için iki üç katını ödeyerek aldığımız domatesler acaba ne kadar sağlıklı ?

Kısaca, hem ülkemiz eski tatlarını kaybetmeyecek, hem de dış güçlere karşı işbirliği yaparak tohum varlığımızı kaybetmeyeceğiz. İstediği kadar kanun çıkarsınlar. Balkonuma kimse karışamaz.

Saygılar

Mine Pakkaner 04-06-2008 20:05

Prof. Dr. Tafyun Özkaya'nın makalesini buraya koymak isterdim ancak bunun için uzun. Lütfen okuyunuz.

Alıntı:

TOHUMDA TEKELLEŞME VE ETKİLERİ
Tayfun ÖZKAYA[1]
ÖZET
Bugün dünyanın önde gelen on firması dünya ticari tohum satışlarının yarısından çoğunu gerçekleştirmektedir. Aynı şekilde önde gelen on firma (çoğu aynı olmak üzere)
tarım kimyasalları satışının %84’ünü gerçekleştirmektedir. Tohumun kontrolü ve araştırmanın az sayıda elde toplanması ile dünya gıda arzı giderek tehditlerle karşılaşmaktadır. Bu eğilimin bir sonucu olarak, binlerce çeşit yok olmuş, tarımsal üretim giderek suya, makinelere, tarım kimyasallarına bağımlı hale gelmiş, çiftçiler dünyada yok olmaya başlamış, açlık büyümeye devam etmiş, yediğimiz besinler lezzetini ve çeşitliliğini kaybetmeye başlamıştır. Bitki ıslahı giderek özel firmalar tarafından finanse edilmekte ve giderek az sayıda firmanın çıkar ve amaçlarına hizmet etmektedir.
2006 yılında Türkiye tam olarak uygulandığında çiftçilerin tarımsal uygulamalarını yok edecek yeni bir tohumculuk kanununu TBMM’den geçirmiştir. Bu yasa ile çiftçiler tohumlarını kayıt altına alınmaksızın, kendi kullanımları için koruyabilecek ve diğer çiftçilerle değiştirebileceklerdir. Ancak bunların her hangi bir şekilde satışı cezalarla karşılaşacaktır. Bu gelişmeler biyoçeşitliliği yok etmekte, tarım kimyasallarının kullanımı arttırarak endüstriyel tarım sistemini güçlendirmekte, ürünlerin besleyici ve koruyucu özelliklerini yitirmesine yol açmaktadır.

[1] Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü Bornova İzmir, tayfun.ozkaya@ege.edu.tr


http://www.tayfunozkaya.com/panel/fi...esmetayfun.doc

Oğuz Karsan 06-06-2008 22:59

Gerekirse bizde mal mübadelesine başlarız.
 
Merhaba,

Sn. Mine Pakkaner'in, Sn. Prof. Dr. Tafyun Özkaya'nın makalesinden yapmış olduğu makaleden anladığım kadarıyla artık kendi tohumumuzu yetiştiremeyeceğiz, ancak değiş tokuş yapabileceğiz.

Tamam ona da kabul Ulu Önder Atatürk "Türk Milleti Zekidir" diye boşuna dememiş. Akıllı çiftçilerimiz ve uyanık iş adamlarımız bu kanundan zarar görmeyecek yolları şimdiden bulmuş, hatta tohumları değiştirecekleri kişiler ile temasa başlamışlardır.

Daha da dayatılırsa mal mübadelesine başlar, ortalığı allak bullak ederiz. Bizim ticaretimize akılları ermez. Hangi tohumu verip ne aldığımızı anlamaları için onların AB kriterleri yetmeyecektir.

Tarımda Kurtuluş Savaşı başlıyor.

Saygılar

zegabon 30-07-2008 15:26

Tohumculuk Kanunu iki yıldır yürülükte. Acaba iki yılda iddia edildiği gibi ülke tohumculuğu yabancı tekellere mi devredildi? Yine iddia edildiği gibi ülkemizde GDO'lar serbest mi bırakıldı? Ülkemizde kanser yapan tohumlar sebebiyle ölen kaç kişi var?

Oğuz Karsan 11-08-2008 18:54

Her ülke bizim gibi boş durmuyor.
 
Merhaba,

Prof. Dr. Tayfun Özkaya imzalı
Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü
Aldığım mektubu aynen aktarıyorum.


TOHUM ŞİRKETLERİ TOHUMLARIMIZA GÖZ DİKTİ

Masum görünen bir tohum yarışması. En değerli yerli tohumlarımız hakkında bilgi toplayan tohum şirketleri. Yerli tohumlarımızdan alınacak genler ve "hırsız" durumuna düşecek çiftçilerimiz. Prof. Dr. Tayfun Özkaya'nın analizi:
--------------------------------------------------------------------------

Geçen hafta Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesinde ilan panolarında öğrencilere yönelik bir afiş gözüme çarptı. Bir İsrail firması olan
Hazera Tohumculuk ve Antalya Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi işbirliği yaparak bir tohumculuk proje yarışması başlatmış. Konu;
kaybolmakta olan yerel sebze çeşitlerinin yetiştirilmesi veya özelliklerinin belirlenmesi. Şirket daha önce de öğrencilere yönelik
eğitim çalışmaları yapmış. Akdeniz Ziraat Fakültesi'nin dekanı da bunları çeşitli yerlerde açıklıyor. Birinci olana dizüstü bilgisayar
verilecek, her fakültenin birincileri ve danışmanı olan hocaları (hocalar da öğrencilerin danışmanı oluyor) Antalya'da beş yıldızlı bir
otelde bir hafta ağırlanacak.

Hazera Tohumculuk firması aslen İsrail kökenli. Domates tohumları üzerinde ihtisası var. Hazera İbrani dilinde tohum demekmiş. Bu Hazera şirketi 1998'de Fransız Vilmorin tohum firması ile stratejik bir ortaklık oluşturuyor. Hisselerinin yüzde 12'sini Vilmorin'e veriyor. Vilmorin de aslında piyasanın dev tohum firmalarından Groupe Limagrain'in bir parçası. Limagrain dünyanın dördüncü büyük tohum firması. Yıl 2003 olduğunda Vilmorin'in Hazera'daki payı yüzde 55'e çıkıyor. Hazera'nın genel merkezi İsrail. Ayrıca hatırlayalım; Vilmorin geçenlerde Türkiye'nin büyükçe bir tohum firmasının tamamını satın almıştı.

Olay son derece açıktır. Kimse anlaşılmaz, gizemli komplo teorilerine sapmasın. Ayrıca gene kimse Yahudi düşmanlığından söz
etmesin. İşte gerçek ortada. Büyük şirketler düzeyinde ne din, ne milliyet önemli değildir. Fransız, İsrail, Türk şirketleri el ele
vermişler. Birbirlerinin hissesini almışlar. Bunların zarar verdikleri, Türk, Fransız, Amerikalı vb. her ulustan ve dinden çiftçilerdir,
tüketicilerdir.

Gene kimse bu firmaların yerel çeşitliliği korumak peşinde olduklarını söylemesin. Özel şirketlerin kâr dışında bir şeyi
hedeflediklerini düşünenler ya çok saftır ya da bilinçli olarak böyle söylüyordur. Hazera'nın domateste önemli bir payı var. Amacı yerel
çeşitlerdeki değerli genleri kendi çeşitlerine katmak. Gördüğümüz kadarı ile bunu bir bilgisayarla ve 20-30 kişinin otel parası ile tereyağından kıl çeker gibi ucuzca, tehlikesizce ve bir de biyoçeşitliliğimizi koruyormuş gibi görünerek gerçekleştirecekler.

Yarışmanın duyurularında 'tohum toplanmayacak' deniyor. Bu,eleştirileri önlemek için düşünülmüş sanırım. Ancak tohum toplamak hemen şart değil. Önemli olan bilgidir. Tohum toplama işi sonra yapılacak olan kolay bir iş olacaktır. Yerel çeşitlerdeki bazı özellikler örneğin bazı hastalıklara dayanıklılık genleri şirketlerin çeşitlerine aktarılınca şirket amacına ulaşmış olacaktır. Şüphesiz bu şirket çeşitlerinin sayısı çok az olacaktır ve bunlar gene de ilaçsız ve gübresiz yetiştirilemeyecektir. Ayrıca UPOV denilen Yeni Bitki Çeşitlerini Koruma Birliğine Türkiye'nin geçenlerde girdiğini hatırlayalım. Genlerimizden yararlanarak geliştirilecek olan şirket tohumlarının bir süre sonra bizim yerli çeşitlerimizden değil, bizim çeşitlerimizin onların çeşitlerinden yararlandığı bile iddia edilebilecektir. Hatta gümrüklerde domateslerimize el konulabilecektir. Çünkü onların çeşitleri patentlenecek veya tohumda geçerli fikri mülkiyet hakları ile korunacaktır. Tohum yasasının yerel tohumları saklanacak ve biyokorsanlığa açık olacak, ancak asla satılamayacak hale getirdiğini tekrar hatırlayalım. Küresel tohum şirketlerinin sevdiği UPOV'u kendi elimizle muhalefetsiz kabul etmiştik. Yerel çeşitlerimizden aktarılan yeni özellikler birkaç yıl sonra hiçbir işe yaramayacaktır. Çünkü şirket çeşitleri biyoçeşitliliğe karşı olmak zorundadır. Az sayıda çeşit, şirketler için kaçınılmazdır. Yoksa kârın en çoğa çıkarılması gerçekleşemez. Biyoçeşitliliğin olmamasının sonucu ise bu şirket çeşitlerinin kısa bir süre içinde hastalık ve zararlılara dayanıksız hale gelmesidir. Şirket çeşitleri ve endüstriyel tarım nedeniyle ABD'de sebze ve meyve çeşitleri yüzde 90'lar düzeyinde yok olmuştur. Gerek ABD gerekse İngiltere'de yapılan araştırmalar şirket tohumlarıyla üretilen sebze ve meyvelerin vitamin, mineral madde gibi antioksidantlar açısından 50 yıl önceki yerel çeşitlerden çok fakir olduğunu göstermektedir.

Ziraat Fakülteleri niye bu işe alet oluyor? Bence ilanlar derhal indirilmeli, destek çekilmelidir. Daha önemlisi artık fakülteler ve
Tarım Bakanlığı yerel çeşitleri koruyucu çalışmalara girmeli, katılımcı ıslah denilen köylü ve bilim insanlarının en başından el ele çalıştığı yaklaşımlarla araştırmalara başlamalıdırlar. Katılımcı ıslah dünyada 20 yıldır biliniyor. Bizim küreselci tarım çevrelerine soralım bakalım, katılımcı ıslahı doğru tarif edebilecekler mi?

Yerel çeşitlerin yağmalanmasına son verelim. Sonra çok geç olacak. Ay yıldızlı rozetleri sadece dekor olarak takanlar: Yeni bir sınav önünüzde. Hadi bakalım.

Prof. Dr. Tayfun Özkaya
Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü

Oğuz Karsan 11-08-2008 19:10

Değerli insanlarımızı korumaya almalıyız.
 
Merhaba,

Oynanan oyun ortada. Yöntem daha öncekileri aynı. Bir farkla. Artık bazı değerlerimiz, bilim adamlarımız vatansever insanlarımız oyunu çözdükçe daha çok insana duyuruyor.

Ama bence ülkemizde bir yararlı insan koruma programı yapılsa ve : Geçmişte de türlü nedenler ile kaybettiğimiz bu faydalı insanlar artık korumaya alınsa.

Hatırlayınız, Uğur Mumcu'dan, Hablemitoğlu'na, Vali Recep Yazıcıoğlundan, Adnan Kahveciye, Eşref Bitlis Paşa'dan yakın zamanda hala nedeni karanlıkta kalan ve içinde bilim adamarımızın da yok olduğu uçak kazası. Ve diğerleri.

Sanki görünmez bir el ülkemizin geleceğini şekillendirecek , insanlarımızın refahı ve mutluluğunu sağlayacak yetişmiş kadroyu yok ediyor. Kimisi eziliyor, kimi kaza geçiriyor, kiminin uçağı düşüyor.

Ben artık Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü Prof. Dr. Tayfun Özkaya'nın ve onun gbilerinin korunmaya alınmasının gerektiğine inanıyorum. Büyük emelleri ola bir kartelin oyununu ortaya çıkaraak derecede tekerlerine taş koymanın bedeli ağır olabilir.

Yüzyılımızın en etkili silaharıdan biri su diğeri gıda. Önümüzdeki on yıllara silahlar veya bombalar değil bence gıda ve suya egemen olabilen ülkeler hükmedecek. Ve Türkiye Cumhuriyeti olarak Faunamızı, Floramızı, Çeşit ve tür zenginliğimizi, gıda ve diğer tohum zenginliğimizi dikkatli bir şekile korumalıyız.

Sakın olmaz demeyin. Ülkemizin beyinleri ülkeleri uğruna çalışmalarının bedelini ödeyip akıl almaz kazalar geçirirken, işe yaramaz takımına ve hatta işbirlikçilere bir şey olmuyor. Acaba neden ?

Saygılar

Arca Atay 14-09-2008 13:31

tohum gdo kanser
 
Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi zegabon (Mesaj 263597)
Tohumculuk Kanunu iki yıldır yürülükte. Acaba iki yılda iddia edildiği gibi ülke tohumculuğu yabancı tekellere mi devredildi? Yine iddia edildiği gibi ülkemizde GDO'lar serbest mi bırakıldı? Ülkemizde kanser yapan tohumlar sebebiyle ölen kaç kişi var?

Arkadaşımızın sorusuna yanıt vermek istiyorum;
Nihai hedef kamuyu tamamen tohum işinden çekip bu işin şirketlere devridir,yani yapılan "özelliştirmeler"in, "şirketleştirmeler"in başka bir versiyonudur bu iş.Ayrıca çiftçinin tohum alma,saklama,değiş-tokuş ve satma olanaklarının da durdurulması hedeflenmektedir.

Tohum işi direkt olarak "yabancı tekellere devr"edilmeyecek, "Tohumcular birliği"ne devredilecektir.Tohumcular birliği ise aralarında Monsanto,Syngenta,Bayer gibi ulusötesi firmaları,yerli tohum şirketlerini,yabancı şirketlerin TRdeki mümessillerini de içeren geniş yelpazedeki Tohum Endüstrisi Derneği üyelerini kapsamaktadır.

GDO'ları serbest bırakma işini Tohumculuk Kanununa sokamamışlardır.Bu nedenle GDOlu tohumların yasal olarak TR ye sokulması ekilip dikilmesi hala parantez içinde "yasak" tır.Ama bunların yemlik **** yağlık **** hazır gıdalar olarak TRye girişlerini kontrol eden mevzuat/mekanizma olmadığı için GDOların TRye serbestçe girdiği doğrudur ve hatta yasal olmayan yollardan tohum olarak girdiği ve ekilip dikildiklerine dair duyumlar vardır.

Bu yıl içinde adı sıkça duyulmakta olan "Adana Çiftçiler Birliği" isimli bir örgüt kurulmuştur.ABD tarafından finanse ve yöneltilmekte olduğu konusunda şaibeler bulunan bu örgütün yöneticileri çeşitli TVlarda,gazetelerde "bizler de ABD çiftçileri ile rekabet etmek istiyoruz bizler de GDOlu tohum ekmek istiyoruz" şeklinde beyanlarda bulunmaktadırlar.

Geçtiğimiz hafta Sabancı Üniversitesinde bir grup GDOcu bilim insani ! nın katılımı ile gerçekleştirilen GDO Sempozyumunda bu örgüt üyeleri de aynı taleplerini dile getirmişlerdir.

GDO_SA sempozyumunun bu yıl düzenlenen III.sü ,diğer sempozyumlardan farklı olarak GDO karşıtlarını aşağılayıcı ,alay edici ve saldırgan bir üslüpla gerçekleştirilmiş, fakat panele katılan GDOya Hayır Platformu temsilcilerinden hakettikleri cevapları almışlardır.Yani özetle GDOların serbest bırakılmaları ile ilgili çalışmalar, tohumculuk kanunu ile başlatılmış, bazı üniversite hocalarının ve sözüm ona çiftçilerin destekleri ve talepleriyle bu olay yasallaştırılma sürecine sokulmaya çalışılmaktadır.

Ülkemizde kanser yapan tohumlardan ölen kaç kişi var sorusunu ise Çernobil patladıktan sonra ağırlıklı olarak Karadeniz bölgemizde kaç kişi ölmüştür şeklinde bir soruyla yanıtlamak lazım.Çernobil patlamasından 3-5 hafta **** 3-5 ay/yıl sonra radyasyon deneniyle ölen hastaya rastlanmadığı halde ,aradan 20 yıl geçtikten sonra Karadeniz bölgesinde kanser patlaması yaşandığını inkar edebilecek kimse var mıdır?

GDOlu ürünlerin tüketilmesiyle ilgili olarak bunlardan direkt zarar gören, kanser olan **** ölen insana rastlanmamış olması onların "güvenilir" olduklarını ispatlamaz. Burada mısır ya da domates ya da başka bir meyve ya da sebzenin içine aktarılmış olan ve o sebze ve meyvenin doğasında olmayan şeylerin onların gen yapılarına eklendiğini söylüyoruz.

Gen yapısı değiştilmiş, içine toksin üreten bakterinin geni aşılanmış bir mısırı ,normal bir "mısır" olarak addedebilir misiniz? Bu artık mısır değil başka bir "şey"dir. Bu başka şeyin ,insan ya da hayvan tarafından yendiğinde zaman içinde neleri tetikleyeceğini kimse bilmiyor ki.Bu ürünleri üretenler bile bilmiyorlar.

En çok GDOlu ürünün üretildiği ve dolayısıyla tüketildiği ABD de artan kanser vakaları ve çığ gibi büyüyen obesitenin bu ürünlerden kaynaklanmadığının ispatını şimdiye kadar yapan olmamıştır.

Bilemiyorum yanıtlarım sizi tatmin etti mi ama daha detaylı bilgi isterseniz devam edebilirim,
saygılar,

Mehmet Ali Aşık 15-09-2008 14:48

Elin oglu iki yil sonrasi için degil yüz yillik plan yapip o plani uygulamaya koyuyor.Biz yarini bile düsünmüyoruz cebim dolsunda nasil olursa olsun.Bu kanunun bir benzeri isgal altindaki irakta kabul ettirildi. Simdi sorsam Türkiye isgal altindami diye zorunuza gider .Oguz Karsan "Tarimda kurtulus savasi basliyor demis" demekki bir isgal söz konusu.Bu kanunu kabul edenler memlekte en büyük ihanetlerden birini yapmislardir.Her ne kadarda halka dindar görünmek durumda olsalarda dinleri imanlari "PARA" dir.

Oğuz Karsan 17-09-2008 10:41

Uyanık olmalıyız. Gerekli düzenlemeleri yapmalıyız.
 
Merhaba,

Sn. Mehmet Ali Aşık.

Tarımda Kurtuluş savaşı verme zamanı geldi de geçti.

Tröst diye adlandırabileceğimiz çok uluslu firmalar milyarlarca dolar harcadıkları ar-ge (araştırma-geliştirme) çalışmaları sonucunda elde ettikleri tohum ve benzeri çalışmaları, saf köylümüzü kullanarak ülkemiz topraklarında denemeye başladılar.

Ortaya çıkabilecek vahim olaylar karşısında kendi ülkelerindeki kanunlarının izin vermemesi veya cezaların, yaptırımların fazla olması onları bizim gibi henüz tam ve bağımsız tarım politikaları olmayan ülke topraklarına yöneltti.

Kendi çıkarları uğruna zehirledikleri topraklarımızın hesabını kanunlarımızla bile soramaz hale geldik çünkü yabancı devletlerin yöneticilerini bile araya sokarak kanunda kendilerine gerekli düzenlemeleri yaptırmaya başladılar.

Kendileri tarım politikalarını 50-100 yıllık yaparken bize hiçbir şanş tanımayan bazı ülkeler, kendi tarımımızı ve topraklarımızı korumamıza bile engel teşkil etmekteler çünkü korumacı politikalar karşısında istediklleri araştırmaları yapamayacaklarından dolayı endişeleniyorlar.

Verimli tarımsal arazilerimizi artık korumamız gerekmektedir. Yoksa yabancı tohumlar ile verimsizleşen topraklarımız, torunlarımızı beslemeye yetmeyecektir.

Saygılar.

Mehmet Ali Aşık 18-09-2008 06:17

1 Eklenti(ler)
merhabalar Oguz bey
Sonunda tarimdada iyice batililastik moderen olduk artik bizim tarim ürünleride hormonlu,GDO'lu, tadi plastik gibi oldu. Kültürümüzün degistigi yetmezmis gibi tarlada ekilip biçilen nebatta degisti.
Saf köylü sözüne katilmiyorum köylü dedigin uyanik olur! Suçu sadace aldatanda degil aldananda da aramak lazim.
Köylüsünden kentlisine insanlar canavarlasmasiydi "canavar tohumlar" kolay kolay yayilmazdi.

Arca Atay 19-09-2008 12:52

tohum ve gdo ile ilgili iki makale
 
Tohumunu satan köylü hapse düşecek

Alıntı:

Türkiye’de tarımın içinden geçtiği şu günler çok zorlu bir süreç... Köylünün işi zor, tarıma dayalı sanayicinin işi zor... Geçen hafta Ege TV’de Erol Yaraş konuyu açınca ben de 2006’da bu konuda Ali Ekber Yıldırım başta olmak üzere, Kamil Okyay Sındır’ın, Güngör Uras’ın yazdıklarını, bu arada benim de naçizane 2006’da yazdığım konuları anımsattım... Ertesi günü Gözlem Gazetesi’nin Haber Müdürü Serkan Aksüyek kardeşimim haberi ve notları ulaştı elime... Meğerse konu bizim anlattığımızdan da betermiş.

Yıllardır gördüğüm her köylüye “bankacının, tohumcunun oyununa gelmeyin tohumunuza gözünüz gibi bakın” diyorum. Boşuna demediğim ortaya çıkıyor. Serkan iyi bir araştırma ile çıkıyor okurunun karşısına... “Kilerdeki tohumunu satan Hasan Ağa, 2011’de hapiste’ başlığı ile verdiği haber Türk köylüsünün geleceği için karamsar düşünenleri haklı çıkartacak boyutta...

Aksüyek’in haberinden özetleyerek sunuyorum bekleyen tehlikeleri: Türk çiftçisine tohumda kurulan tuzak, sadece Tohumculuk Kanunu ile sınırlı değil. 3 binden fazla endemik bitki türünü barındıran Anadolu toprakları, 2004’te yasalaşan Islahçı Hakları Kanunu ile birlikte, “devlet eliyle” çok uluslu tohumculuk şirketlerinin pazarı olacak. Kilerine tohumluk ayıran çiftçi Hasan Ağa, 2011’den itibaren bunu pazarda satamayacak. Aksi halde başı çok uluslu tohumculuk şirketleri ile belaya girecek.

Türkiye’nin tohumculukta adeta teslim alınmasını amaçlayan süreç 8.1.2004 tarihinde yasalaşan 5042 sayılı Islahatçı Haklarının Korunması Kanunu ile başladı. Birbirini tamamlayan bu iki kanun, önce tohum ıslahı yapan şirketlerin haklarını düzenledi, daha sonra devlet eliyle ıslahçı şirketlere pazar yaratılmasının güvencesini sağladı.5 yıllık geçiş süresinin sonunda, Türk çiftçisi ve Türk halkı bu gerçeği çok daha acı deneyimlerle yaşayacak.

Türkiye’nin tohumculukta sıkıştırıldığı kumpas, sadece Tohumculuk Yasası ve Islahatçı Haklarının Korunması Yasası ile sınırlı değil. Kısa adı UPOV olan Uluslararası Yeni Çeşitleri Koruma Birliği’ne (International Union for the Protection of New Varieties) 18 Kasım 2007’de 65’inci ülke olarak üye olan Türkiye, bu sözleşme hükümleri uyarınca zengin biyoçeşitliliğini yitirme tehlikesiyle karşı karşı kalacak. Başbakanlığın resmi web sayfasında UPOV’a Türkiye’nin yaptığı başvurunun gerekçesinde, “Bitki ıslahçılarının haklarını koruma altına alarak Türkiye’nin yeni tohum geliştirmek için yatırımları çekeceği” belirtiliyor. Buna acaba, “sanılıyor” desek daha mı doğru?

Serkan Aksüyek’in özetlediği UPOV üyeliği sonrası için ise kaygı yaratıyor: UPOV üyeliği ile Türkiye’nin genetik çeşitliliği yağmalanacak, yerel çeşitler gelişmiş ülkelerde olduğu gibi hızla yok olma sürecine girecek. Tarım ilacı ve gübre kullanımına dayalı bir tarım sistemi olan endüstriyel tarım yaygınlaşacak. Bu durum toprakların, suların, ürünlerin kirlenmesi sonucunu doğuracak, küresel ısınmayı hızlandıracak. Köylüler tohumlara daha yüksek fiyat ödeyecek. Taşımaya daha elverişli tatsız ve besin değeri düşük sebze, meyveler yüzünden hipermarket zincirlerinin ürün üzerindeki hakimiyetleri artacak, ürünler daha ucuza çiftçinin elinden alınacak. Bütün bu gelişmeler köylünün yoksullaşması ve kırlardan göç ederek kentlere yığılmasını hızlandıracak. Lezzetsiz ve besin değeri düşük ürünleri tüketecek olan tüketicilerin sağlıkları bozulmaya devam edecek.

Nedim Atilla

Akşam



cemal.S 03-10-2008 09:01

Merhabalar!

Yazılanları birer birer özümseyerek okudum. Okuduktan sonra anladımki bütün o olup bitenler sade vatandaş olarak bizlerin yani konuyla sadece bir tüketici olarak uzaktan ilgisi olanların bilmediğimiz çok şey var. Tohum ve tohumculuk konusunun ülkemizin kanayan yarası olduğunu biliyordum ancak bu kadarını beklemiyordum.

Bu sayfaya bilgilendirme ve aydınlatma yazıları ile katılan herkese sonsuz şükranlarımı sunuyorum. Bu ülkenin yaşayan bir ferdi olarak durumun bu denli vahim olduğunun bu sabah farkına varmış oldum. Sizlerin sayesinde. Bu konuyu gündemde tutmak ve her zaman faydalı aydınlatıcı bilgilerle donatmak bir vataşdaşlı görevi bana göre. Karadeniz bölgesinde yaşananlarla ilgili müsade ederseniz bende yaşadığım bir olayı aktaracağım.

2003-2004 yıllarında memleketim olan Niksarda yaşadıklarım beni şaşkına çevirmişti.
Çoluk çocuk ve annem köydeyiz ve bir pazartesi günü kasabaya alış verişe gittik. Eksiklerimizi alacağız ya başladık alış verişe. O zamanlar henüz alış veriş merkezide yok doğru dürüst. Neyse eksiklerimizi aldık sıra geldi çay şekere. Anam oğlum çayı burdan almayalım çok pahalı ben satıcılardan alayım dedi ve yanımızdan ayrılıyor. Benim dikkatimi çekti bende gelmek istiyorum dedim bu satıcı kimmiş. Pazarın ortasına vatandaş el arabasını çekmiş çay satıyor paketli tıpkı çay kurun çayındaki paket renkleri ancak üzerindeki bir iki harfi değişik. Fiyat olarak yarı parasına adam peynir ekmek gibi satıyor. Başı kalabalık bütün köyden gelen insanımız başında tezgahın. Ben şaşkın şaşkın bakarken anam sıraya girmeye çalışıyor. Neyse girdim koluna aldım kenara. Ana sen bu çayların hangi çaylar olduğunu biliyormusun ? Cevap şu ucuzya oğlum. Neyse ayak üstü bunların Rusyadaki çernebilden sonra üretilen radyaslu çaylar olduğunu zor güç anlattım. Oğlum herkes alıyor bende çok aldım ne olacak bu işin sonu diye sorduğunda. Cevap vermekte ne kadar zorlandığımı siz tahmin edin. Neyse döndük geldik ve çayımızı hiç değilse Çaykurun paketlenmiş ağzı kapatılmış ve kontrollü düşündüğüm orjinal paketlerinden bir kaç adet alarak köye döndük.
Tüm bunları anlatmamdaki sebep gerçekten benim gözlemlediğim kendi köyüm dahil Karadenizin deniz görmeyen tarafında kanser vakaları o kadar çoğaldıki anlatılacak gibi değil. Deniz gören tarafını artık sizler düşünün.

Bunları buraya yazmak o kadar zorki ancak gerçekler bunlar ve kaçmamamız gerekiyor. Biz hala maç seyretmeye devam ediyoruz. Mücadele eden bilimsel anlamda destekleyen hatta sohbet anlamında olsun buraya yazı yazan herkese sonsuz teşekkürler.

Saygıyla.

Cemal Sansar/ Yalova.

denizakvaryumu 16-12-2008 18:16

Genetik müdahale görmüş besinlerden uzak durun!

Bilim insanlarının, bütün insanlığa, doğaya yaptıkları en büyük kötülüklerden biri olarak görüyorum canlıların genlerine müdahale etmeyi.

GDO- Genetiği Değiştirilmiş Organizma, Frankeştayn veya transgenik denen tohumlar çok acıklı bir konu... İnsan eliyle canlıların geni birbirine aktarılıyor. Tavuktan bir gen alınıp fasulyeye aktarılabiliyor. Veya domatesten bir gen mısıra girebiliyor. Bilim insanlarının, büyük bir marifet gibi gördükleri bu aktarımların uzun vadeli etkileri araştırılmadan uygulanmaya başlandı. İnsanlara, hayvanlara, çevreye ne etkileri olduğunu bilmediğimiz transgenik tohumlar bilim-kurgu filmlerini anımsatıyor.

ABD, Kanada ve Arjantin en büyük GDO üreticileri. GDO’lu tohumlardan en fazla üretilenleri mısır, soya fasulyesi ve pirinç. Bu ürünlerin üçü de “modern” gıda sanayinde bol miktarda kullanılıyor. İçinde soya yağı olmayan gofret, çikolatalı krema, hazır çorba, patates cipsi yok gibi. Mısır şekeri – Cargill fabrikasıyla gündeme gelen – nişasta bazlı sıvı şeker de neredeyse bütün şekerli gıdaların içinde. Gofretler, şekerlemeler, gazlı içecekler, mısır şekeri ile yapılıyor. Yani, bugün bir kola içtiyseniz, transgenik mısır şekeri yemiş olabilirsiniz. Çikolata yediyseniz transgenik soyanın yağını yemiş olabilirsiniz.

Transgenik ürünlerin, günümüzde çoğalan alerjilerin sorumlusu olarak gösteriliyor. Hatta, kısırlığa, kansere sebep olduğunu söyleyen doktorlar da var. Her türlü transgenik yaratıktan uzak durmakta fayda var. Ne olur, ne olmaz, bizin genlerimiz de değişime uğramasın!

http://beslenmebulteni.com/bes/index...102&Itemid=312

Oğuz Karsan 05-01-2009 12:12

Merhaba.

Sn. denizakvaryumu,

Uyarılarınız çok güzel. ancak atı alan Üsküdarı geçmiş tuzlaya varmış neredeyse. Peki, aldatıldık. Ama nasıl?

Yıllar önce, hatırlayınız kanseri önlüyor dedikodusu ile hepimiz soya ürünleri peşine düşmüştük. Salatalarımızda soya ve mısır kullanmak bize o günlerde sağlık alameti gibi gelmişti. Çünkü işbilir basınımız ve medyamız yine yabancı mallarını halkımıza servis ediyordu.

Bu bize ders olsun! Tarım Bakanlığımızın yapması gerekenleri yapmadığı bir ülkede, kanserden korunmak amacıyla, esas kansere yol açabilecek transgenik veya GDO'lu harhangi bir ürünü çocuklarımıza afiyetle yedirir, uluslararası gıda devlerine bu krizlerde ayakta durabilmelerini sağlayacak finansal kaynağı sağlamış olursunuz.

Kendi çiftçimizin doğal hayvan gübresi ile ürettiği, bağışıklık sistemimizi ayakta tutabilecek ve sağlığımıza yarayacak ürünler de ya çöpe gider, ya da denize veya meclisin önüne dökülür. Marketler açılır da açılır, ne idüğü belli olmayan gıdalar halkımıza satılır da satılır.

Peki bütün bunlar olurken Yetkililer ne yapar? Ceplerini doldurup, yangelir yatarlar.

Saygılar

hüsnüyusuf 03-02-2009 10:01

Tohumdaki Tehdit
 
Bu konu birçok kez dile getirilse de yine de hibrit tohumlara karşı tutum (sitemizde bile) değişmiyor(değişemiyor) malesef.

Aşağıdaki yazı Prof. Dr. İbrahim Adnan Saraçoğlu'nun sözlerinden alıntıdır.


Transgen tohumlar kötü amaçlar için kullanılabilir


Türkiye"nin transgen tohumlara, hibrit tohumlara karşı duyarlı olması lazım. Çünkü günümüzde bunlar kötü amaçla da kullanılabilir. Çünkü bu tohumların içlerine hastalık genleri yerleştirilebilir. Bunun örneği transgen mısırdır. Transgen mısırın içinde ne var? Genetik yapısının içerisinde mısır püskülünden giren paraziti yok edici zehirli gen var. Güya bu insana zarar vermiyor. Bunun sonuçlarını ileri yıllarda alacağız. Demek ki, genleriyle oynanmış tohumlar kötü amaçlı olarak kullanılabilir.


Melez tohumlar bağışıklığımızı zayıflatıyor



Melez tohumlardan elde edilen ürünlerle doğal tohumlardan elde edilmiş ürünler arasında insan sağlığı açısından çok büyük farklar vardır. İşte örnek verelim, domateste bunu bulamıyorsunuz. Yani, melez tohumdan elde edilen domatesin içinde kalp büyümesine karşı, makula dejenerasyonuna karşı ve kalbin dıştan yağ bağlamasına karşı önleyici ve tedavi edici etkin güce sahip maddeler yok. Neden? Evrimini tamamlamamış bunlar, ebter tohum, melez tohum. O tedavi edici özellikler yok bunlarda; ancak o doğal tohumlarda var. Ve biz bu doğal tohumlarımızı kaybettik.


İnsanlar melez tohumlardan elde edilen ürünleri tükettikleri zaman arzu edilen etkin maddeleri tüketemedikleri için, alamadıkları için bağışıklık sistemleri de güçlü değil. Onun için hastalıklar bu kadar hızla yayılıyor. Her şeyi hormona, zirai ilaca ve katkıya bağlayamazsınız. Bu melez tohumların içerisindeki en önemli handikap etkin maddelerin olmayışıdır. Bu ancak doğal tohumlarda var.


Transgen polenler doğal türleri de bozuyor!


En önemli şey, şimdi bu "ebter" (melez) tohumlar, transgen tohumlar kullanıldığı zaman bunlar çiçek açıyor. Ve bu çiçeklerin polenleri çevredeki diğer bitkilerle yapay geçiş yapmaktaır. Biz buna "horizontal transition" diyoruz. Dolayısıyla doğal türlerin de bozulmasına neden oluyor.


Bu doğanın içerisinde var. Mesela bir papatyaya bakarsınız. Yapraklarından birinin üzerinde kırmızı veya kahverengi doğal bir leke vardır. Neden? Çünkü o çiçek açma döneminde yabancı bir polen onu döllemiştir. Oradaki renk kromofor genini aldığı için başka bir kırmızı çiçeğin geni ona transfer olmuştur.


İşte melez tohumlar ve transgen tohumlar gerek toprağı, gerek topraktaki mikroorganizma florasını, gerekse de doğal tohumların türlerinin genetik yapısını modifiye eder ve bozar. Bu çok önemli!"

Kaynak: http://www.tumgazeteler.com/?a=2846592

k0900 07-02-2009 21:48

Merhabalar;
Konuyu anlayabildiğimce okudum , ayrıca internette bulabildiğim farklı kaynaklardanda öğrenmeye çalıştım.
İleride olabilecek tehdit ve tehlikeleri bertaraf etmenin yolunun ;kanunla yetki ve imkanların devredildiği TSÜAB a üye olmayla önlenebiliciği kanaatindeyim. Birliğin internet sitesinden üyeler listesini incelediğimde bir üyenin tarım ve tohumla ilğili geçmişinin birkaç yıla dayandığını görünce bu kanaatım güçlendi.
****** tüzel kişiliği olmayan , konuyla ilğili faliyeti bulunmayan (örneğin ben) üye olamam. Ancak Türkiye gibi büyük ve güçlü tarım geçmişi olan ülkemizde form üyelerininde katkılarıyla veya bizzat dahil oldukları müesseselerle bu birliğe üye olunabilir diye düşünüyorum.
Üyelik için gerekenleri ( açık şartlar) aşağıya sıraladım.

Not: Başta ANLAYABİLDİĞİM kadar demiştim, anlayamamışsam sürçülisan etmişşem affola


(TSÜAB)
ÜYE OLMA ŞARTLARI VE İSTENEN BELGELER

1. Alt Birliğin faaliyet konuları ile iştigal ettiklerini belirten gerçek ve tüzel kişilerin Tarım ve Köyişleri Bakanlığından almış oldukları belgeyi ibraz etmek (Tohum Üretici Belgesi),
2. Alt Birlik giriş aidatını peşin ödemek,
3. Tüzel kişiliklerin en yetkili organlarından almış oldukları karar ve karara ilişkin yetki belgesini ibraz etmek,
4. Ticari, zirai ve sınai kazanç dolayısı ile gelir veya kurumlar vergisi mükellefi olmak,
5. TC vatandaşı olmak,
6. Fiil ehliyetine sahip olmak (yasal haklarını kaybetmemiş olmak),
7. Savcılıktan alınmış iyi hal kağıdı,
8. Onsekiz (18) yaşını doldurmuş olmak,
9. Başvuru formunu doldurmak ve dilekçe ile başvuruda bulunmak,
10. Nüfus cüzdanı fotokopisi ve 2 fotoğraf,
11. İkametgah ilmühaberi.

sedirtoprağı 17-02-2009 11:30

01/01/2009'dan beri Tohumculuk Kanunu'nuyla ilgili gelişmeleri en azından Türkiye'de gelinen aşamayı buraya aktaracak arkadaşlarım varsa bilgilendirebilirler mi? Duyarlılığımızı mazur görün.. başka net kaynaklarında araştırmaya pek vakit bulamadım.
Esenlikler:)

sedirtoprağı 17-02-2009 15:30

Merhabalar,
Yaşamımızı temelden ilgilendiren yediğimiz gıdalarla ilgili buraya aktardıklarınızı sabahtan beri tamamını neredeyse içerek okudum. En acil işimiz bu.. GDO'lar ve Transgen tohumlardan üretilen her türlü gıdayı masamızın önünde, tabağımızın içinde bulabiliriz artık..

Bu forumun başka bir konu başlığında (Eko köy yerleşimleri-Buralardan gitmek lazım) paylaşımları aktarırken Sn.Mine Pakkaner'in yaşamsal önemi çok yüksek bi konuyu gündeme getirmesi ve diğer arkadaşklarımızın aktarımları için binlerce teşekkürler..

Öğleden sonra Prof. Tayfun Özkaya'yı telefonla arayıp bilgilerimi güncelledim. Yaklaşık 15 dk. süren konuşmada ivedilikle Anadolu kökenli tüm tohumları saklamak,korumak ve çiftçilerin kendi arazilerinde ekimlerini sağlamak üzerineydi.. Yerel tüm tohumların korunmasına yönelik yöntem üzerine ve çiftçileri bilinçlendirme üzerine yaptığı çalışmaları aktardı..

Duyarlılığını bu platforma taşıyan herkese gönüldolusu esenlikler..
Hakan

yesimcim 10-04-2009 23:30

Bir nükleer tohum eksikti!
 
Merhabalar,
Grubumuzda yeniyim ama eski bir PDA'lı ve bir Slow Food/Fikir Sahibi Damaklar conviviyumu üyesi olarak ben de tohum yasası konusunda sizler gibi çok duyarlıyım.Mayısta Antalya'da yapılacak olan tohum toplantısından önce bilgilenmeye çalışıyorum.Konu ile ilgili araştırıyorum ve inanıyorum ki aynı güzelliklere inanan bunca insan,grup,bilgi ve birikimlerini biran önce birleştirirse güzel birşeyler bırakabiliriz ardımızda.

Sorum ise şu:Nükleer tarım teknolojisi ile ilgili bilgilendirme yapabilecek uzmanlar var mı aramızda?Nükleer tohum GERÇEKTEN nedir?

Ülkemizi parsel parsel yabancılara satan,nişasta bazlı şeker kotasını %2 lerden 10'lara,yetmeyince 15'lere çıkaran ve 45'leri planlayan,kendi insanını insülin direnci,metabolik sendrom ve diyaliz makinesine mahkum eden,verim alacaksınız diye kandırılıp,cehaletine ve açgözlülüğüne yenilen üreticimize GDO'lu kansorejen veya Kilitli F1 tohumları satıp,uzun vadede su kaynaklarımızı,verimli ovalarımızı,evladiyelik tohumlarımızı sistematik şekilde yokedenlerin ''Türkiye'nin geleceğinin güvence altına alınması için üç önemli vazgeçilmez unsuru; enerji, su ve tohum olarak'' diye pişkince sıralaması beni çok rahatsız etti!Farkındalık kolay değil ve ne yazıkki anlatabileceklerimiz karşımızdakinin anlayabileceği kadar!Lütfen birileri bu konuda bizleri aydınlatsın.Aşağıda 9 Nisan tarihli Sabah Gazetesinden bir alıntı ekledim.
Bu arada Kenan Demirkol hocamızın dünkü şeker ve beslenme konulu seminer özetini blogum PEMBE SÜRGÜN'de
bugün yayınladım.Merak edenlere duyurulur.
Sevgiyle kalın.
Yeşim Güriş
Nükleer yöntemle üretilen milli tohum heyecanlandırıyor

ANKARA 09.04.2009

Enerji Bakanı Hilmi Güler, Türkiye'nin nükleer tarım teknolojisiyle milli tohumları üreten birkaç ülkeden biri durumuna gelmesinin kendilerini heyecanlandırdığını söyledi. Güler, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu'na (TAEK) bağlı Ankara'daki Sarayköy Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi'nde incelemelerde bulundu. Güler, TAEK denildiği zaman son dönemlerde nükleer enerjinin gündeme geldiğini; ancak, bu merkezde tıp, tarım ve mühendislik alanlarında da çalışmalar yapıldığını anlattı.

ÜÇ VAZGEÇİLMEZ
Türkiye'nin geleceğinin güvence altına alınması için üç önemli vazgeçilmez unsuru; enerji, su ve tohum olarak sıralayan Bakan Güler, yerli ve milli tohumlar geliştirmek istediklerini belirterek, "Burada genetikle oynanmıyor. Sadece nükleer teknolojiden yararlanılarak ürünler geliştiriliyor. Bu açıdan yan etki gibi bir durum söz konusu değil. Buradaki çalışmalarla gelecekte gıdada dışa bağımlı olmamayı hedefliyoruz. Nükleer tarım teknolojisinde milli tohumlarımızı üreten birkaç ülkeden biri durumuna gelmek beni çok heyecanlandırıyor" dedi.

Oğuz Karsan 17-04-2009 13:43

Merhaba.

Az önce elektronik posta yolu ile bir haber geldi.

Almanya, GDO'lu mısır tohumu ekimini yasaklamış.

Yasaklanan tohum Monsanto'nun 810 no'lu tohumuymuş.

İnşallah, bize de örnek olur da, Yerli tohumlarımızı tehdit eden kötü niyetli kişilerin tohumları artık toprağımızı tehdit edemez.

Yasaklansa bile, Dünya tohum tekelini ellerinde bulunduran çokuluslu tröstlerin bizim gibi ülkeleri kontrol altında tutmak için yeni bir şeyler bulacağı muhakkak. Bu nedenle şüphelendiğimiz tohum ve maddelerin testini yapabilecek Laboratuvarları kursak iyi olur diye düşünüyorum.

Saygılar.

yesimcim 25-05-2009 07:51

TOHUMCULUK HAKKINDA PDA GÖRÜŞÜ

Bizler "Pembe Domates Ağı" (PDA) üyeleri olarak;
Başta; Anadolu'nun en değerli ve en has ürünlerinden olan, yok olmasını önlemek ve daha önceleri olduğu gibi, günümüzde de kuşaktan kuşağa aktarılan "doğal döngüsünü sürdürmek" amacıyla "Evladiyelik ('Heirloom') Pembe Domates"in 4 yıldır yeniden üretilmesine çalışmaktayız. Bizler profesyonel tarım uzmanları, tarıma dayalı ticaret erbabı ya da çiftçi değiliz. Bizler, geniş bahçeleri olmasa da balkonlarda ve saksılarda "kentte tarım" yapılabileceğini gören ve bunu deneyerek başarmış, İnternet üzerinden iletişim kurarak bir toplumsal ağ kurmuş, duyarlı kentlileriz. İçimizde az sayıda olsa da Pembe Domatesi bahçe ve tarlasında yetiştirenler de var. Bir rastlantı sonucu fark ettiğimiz ve balkonda yetiştirdiğimiz ilk doğal pembe domateslerin tohumlarını da kendi aramızda ve "karşılıksız paylaşarak aynı yöntemlerle sürdürülmesi koşuluyla" neredeyse tüm Türkiye'ye yaymış bulunuyoruz.

Amerika Birleşik Devletleri, İtalya, İsveç, Bulgaristan, Rusya ve daha birçok ülkede lezzeti ve bozulmamış niteliği nedeniyle yüksek değere sahip olan Pembe Domates, tohum paylaşımı sayesinde, kendi yeniden topraklarında değer kazanmış önemli bir tarım ürünüdür. Özellikle "Heirloom" yani genetiği ile oynanmamış, doğal tarımla üretilen ve kuşaktan kuşağa aktarılan tohumlar, endüstriyel tohumlara nazaran kat be kat değerlidir.

Ülkemizde tıpkı Pembe Domates gibi çeşitliliği ve değeri çok yüksek olan 3 bin'den fazla “endemik”; “kendine has”, tarımsal bitki türü ya yok olmuş, ya da yok olmağa mahkûm durumdadır.
Yüzyıllardan bugüne, hiçbir bozulmaya uğramadan çiftçilerin çabalarıyla tarımda "üretilebilirliğini" sürdürmüş bitkilerimizin yok olma fermanı sayılan "TOHUMCULUK YASASI"nın 2011'den itibaren yürürlüğe sokacağı 5. Maddesi ancak 'kayıt altına alınmış tohumların' ekimine olanak tanıyacak. Tohumuna patent alamayan çiftçiler ise, tekel durumundaki uluslararası şirketlerin insafına terk edilecek. 2011'den itibaren kayıt altına alınmamış tohumluklarını satan köylüler, ağır para cezasına çarptırılacak ve el konulan ürünler imha edilecek. Böylece Anadolu'nun zengin türleri doğallığını yitirecek.
Bu gidişe “dur” demek gelecek kuşaklara karşı en büyük sorumluluğumuzdur.

Ayrıca, şu sıralar tartışılmakta olan ve yürürlükteki 31/10/2006 tarih ve 5553 sayılı Tohumculuk Kanunu'na dayanılarak çıkarılması planlanan "Bitki Genetik Kaynaklarının Kayıt Altına Alınması Hakkında Yönetmelik" taslağında yer alan, "Tohumların Kayıt Altına Alınması" koşulu, bu ülkenin tarımına vurulabilecek büyük bir darbe niteliğindedir. Çünkü tohumunu kayıt altına aldırmayan çiftçinin kaderi, "ıslah yetkisi"ni elinde bulundurarak, tohumculuk alanında faaliyet gösteren, çoğunluğu yabancılara ait şirketlere terk edilmektedir. Yönetmelik, doğal türler üzerinde bireysel hak sahipliği mekanizmasının önünü açmaktadır. Oysa yerel ve doğal türler, binlerce yıl kuşaktan kuşağa devredilen "geleneksel ıslah çalışmaları" sonucu ortaya çıkmış, küçük çiftçilerin ortak emeğinin sonucu gelişmiş tohumlardır.

Bu topraklarda yüzyıllardır, insan emeğiyle tamamen doğal ortamında oluşan evladiyelik tohum ve çeşitliliğini, "kayıt" ve "patent" zorunluluklarıyla yok edecek bu yasa tasarısının ve keza mevcut kanuna bağlı olarak çıkarılacak "Bitki Genetik Kaynaklarının Kayıt Altına Alınması Hakkında Yönetmelik"in yeniden, uzman kurullar tarafından ve tüm kamuoyu önünde açıkça tartışmaya açılmasını istiyoruz.

Oğuz Karsan 02-09-2009 11:04

Merhaba.

Tohumculuğumuzun yok edilmek istendiği şu günlerde, hem kanunu yorumlamaktan aciz köylümüzün ürettiği ürününü korumalı ve karşı bazı önlemler alarak belli Anadolunun belli başlı tadlarını kaybetmemeliyiz.

Bu konuda elektronik posta ile gelen bir mektubu ekliyorum.



Alıntı:

Bir de bu yandan baksak! / Nurdan ÇAKIR TEZGİN

Etik olarak birşeyler doğru gibi dursa da alt yapıyı kurcaladığımızda işler bambaşka olabiliyor!

Tağşişi, hileyi, haksız kazanç elde edeni engelemek tamam, kanunlarla kontrolü de tamam. Buna herkes (çoğunluk) katılıyor sanırım. Peki, küçük üreticiyi nasıl hayatta bırakacağız? Örgütlenip kooperatifleşme bütün yanlarıyla oturuyor mu sisteme. Her köylü, her küçük çaplı üretici bu topluluk ruhundan nasiplenebiliyor mu? Karnını doyurabilecek örgütlenmeye ulaşabiliyor mu?

Bir ineği olan Hatice Teyze, iki koyunu keçisi olan Hüseyin dede, 30 ağaç zeytini olan Hasan'a, 5 ağaç dutu **** eriği olan ve ağaçların pekmezini etiketsiz satmaya anca gücü yeten Ayşe Bacıya denetimdeki kuralları nasıl anlatacağız? Ektiği domatesten, biberden salça çıkaran, tarhana, erişte kurutan ve bunu köylü pazarında satıp iaşesini karşılamaya çalışan bu toprakların köylüsüne bunu nasıl izah edeceğiz!?

İlaç alıp toprağına atmaya gücü yetmediği için atadan dededen gördüğü gibi doğal tarım yapıp bunu da pazarda satmaya çalışan Anadolu insanını yok etmek mi istiyoruz gerçekten? İstediğimiz bu mudur?

Üstelik de köylünün elindeki eski tohumu bu kadar önemserken, pembe domatesi, yerli beyaz diş mısırı, buğdayı, nohutu, fasulyeyi GDO Frenkeştayn'ına karşı korumak üzere şehirli kolluk kuvvetleri oluşturuyorken, herşeyin doğalı, tohumun yerlisi, gübrenin hormonsuzu ilaçsızı diye bas bas bağırılan bir döneme girilmişken...

Organik (!) ürün pazarlarının, adı üzerinde "Köylü Pazarları"nın, doğal ürünlerin, Slow Food'ların, Slow City'lerin, Sefertası hareketlerinin, yerli tohumun bunca öne çıktığı, eski değerlerimize sahip çıkma çalışmalarının dünyaca hız kazandığı bir dönemde, köylüye ürettiğini böyle satamazsın demenin sorumluluğunu kim üstlenebilir!?

Bu nasıl bir tezattır? Kendi içimizde çelişmenin açık bir göstergesi değil midir?

Bunu diyebilmek için, köylüye nasıl satabileceğinin alt yapısını eğiterek göstermek, fon ayırmak, kapı kapı dolaşıp köylüye gitmek gerek ki bu zaman alacak bir çalışmadır, çok kapsamlı bir projedir emek ister. Bunun ucu, üniversitelerin akademik birimlerinin köylüyle elele vermesine kadar uzanır. Kanunlar çıkarmak ve kontrol - zabıta faslı, gelinecek en nihai noktadır. Oraya kadar çok işimiz var.


Zeytinyağını, çöplüklerden toplanan pis plastik şişelere koyup satan ve sattıranlarla farklı bir mücadele uygulanması taraftarıyım. Etiketsiz, şişe, açıkta satılan gıda deyip kurunun yanında yaşı da dumanlamanın alemi yok. Köylünün ürünü ve emeğine sahip çıkmak zamanı çoktan geldi geçiyor.

Zeytinyağı kurmayları bu problemi daha farklı yöntemlerle çözmeli. Köylüye sopa göstermekle olmaz, ıslak odunları ayıklayacak mekanizma gerekli. Ne dersiniz?

Zeytinyağını iştahla bandığımız ekmeğimizin o burcu burcu kokan tadının, GDO'lu tohumlarla kirlenmemesi dileğiyle... Belki asıl mücadeleyi o tarafa kaydırmak gerekli, kim bilir!

www.ascifok.com
www.focafoca.com
Nasıl? sizce de Sn. Nurdan ÇAKIR TEZGİN, köylümüzün karşı karşıya bulunduğu problemi ve çözümünü çok güzel dile getirmemiş mi?.

Saygılar.

Oğuz Karsan 30-05-2010 12:04

Merhaba.

Elektronik posta yolu ile gelen önemli saptamalar yapan bir mektup

Alıntı:

Veteriner Hekim
Güliz ÇELİK

Bu ihanetin bedelini çocuklarımız ödeyecek, ama nasıl…
Tarım ve Köy işleri Bakanlığı'nda
115 bin kişi çalışıyor.
70 tane üniversitemiz,
30 tane ziraat fakültemiz,
50 tane tarım araştırma enstitümüz,
10 bin işsiz ziraat mühendisimiz var.

Buna rağmen Türkiye tohumda tamamen dışa bağımlı. Tek kelimeyle tohumun patronu ise İsrail.

İsrailli araştırmacıların, genleriyle oynayarak, gül ile limon kokulu domates
yetiştirdiğini Şalom Gazetesi'nin internet sayfasından biraz araştırıp
okuyabilirsiniz. İstediğiniz şekle sahip domatesleri bile bulabilirsiniz;
çekirdeksiz, kalp şeklinde, salatalık şeklinde, dilimli...

Yani genlerle oynama meselesi yüzde yüz doğru.

Gelelim başka doğrulara.

Bu tohumların bir ekimlik olduğunu bilmeyen yok.

Yani İsrail'den bir defa tohum almakla kurtulamıyorsunuz.

Bir gram tohumun fiyatı her dönemde bir gram altına denk oldu.

Üstelik İsrail tohumunu toprağa bir ektin mi artık isteseniz de yerli tohuma
dönemiyorsunuz.

Genetik tohum o toprağ a da zarar veriyor. Artık hep bu genetik tohumu kullanmak zorundasınız. 50-70 yıl sonra ise toprak kanserojen maddelerle dolduğu için artık tamamen kullanılmaz hale geliyor.

Buna en güzel örnek Türkiye'nin patates deposu olan Niğde ve Nevşehir bölgelerinde yetiştirilen patateslerde kanserojen maddeye rastlandığı için artık patates ekimine izin verilmemesidir.

Yani İsrail tohumu tek başına satmıyor. Tohum alana hastalığı bedava....

Tohumların içine hastalık yerleştiren İsrail bu sayede zirai ilaç satımını da
garanti altına almış oluyor.

Bütün bu acı tabloya rağmen Türkiye'de yabancıların menfaatine çalışan bir patent sistemi işletiliyor.

Ne korkunç.

Köylü kendi bahçesinde tohum bırakamayacak.

Yoksa uluslararası mahkemede yargılanacak!

Şu anda dünyada İsrail tohumu kullanma yasası çıkartan ilk ülke işgal altındaki Irak'tır.

İkincisi de biz olacağız.

EY VATANDAŞ AKLINI BAŞINA DEVŞİR !!!

SOR SORUŞTUR, BOŞ DURMA...

Bu yazıyı okudunsa ister paylaş ister paylaşma umrumda değil ama bilip de susmak ortak olmaktır bunu bari hatırla...

Güliz ÇELİK
Veteriner Hekim
Pendik Veteriner Kontrol ve Araştırma Enstitüsü Müdürlü'ğü
Farmakoloji Bölümü
Pendik/İSTANBUL
34890

Bir daha düşünmeliyiz.

Saygılar

malina 01-10-2010 10:23

Okurken gözlerim yaşardı :)

Alıntı:

YÖK Başkanı Özcan, ABD ve İsrail'in domatese yerleştirilecek bir genle Türk milletini 20 yıl içinde yok edebileceğini söyledi

Prof.Dr. Özcan, Türkiye’de yetiştirilen domates ve buğday tohumlarının büyük bir bölümünün ABD ve İsrail’den getirildiğini, bir Türk aydını olarak bazen kendisini çok küçük hissettiğini anlattı.

Prof.Dr. Özcan, “İhtiyacımız olan domates tohumunu bu ülkede üretemez miyiz? Evvelden atalarımız bu tohumları üretip, yıllarca bu üretimin devamını sağlamışlar. Biz niye yapmıyoruz?

Tohumculukla ilgili araştırma enstitümüz olsa, buna birkaç üniversitemiz öncülük etse fena mı olur?

Sonunun ne olacağı da belli değil. Bu domates tohumunu alıyorsunuz, artık genetik programlama diye birşey var, içine bir genetik mekanizma yerleştirirler. Hiç bilmediğimiz hastalıklara kapılabiliriz. Böyle şeylerle zamanla bir milleti yok edebilirsiniz. Öyle bir şeyler yerleştirirler ki, 20 yıl içerisinde o tohumdan yiyen insanlar ölür. Öyle tehlikeler de var. Sadece ‘Aman paramız dışarı gidiyor’ endişesiyle söylemiyorum.

Üniversitelerimizin bu konularda bize yardım etmesini istiyoruz” diye devam etti.
Kaynak

betito 15-01-2011 17:42

Türk Tohumu Tükeniyor
 
4 Eklenti(ler)
Dünyanın sayılı tarım üreticisi ülkeleri arasında ilk sıralarda yer alan Türkiye, tarımsal teknolojide yeterince gelişememenin bedelini son 8 yılda 860 milyon dolarlık tohum ithal ederek ödüyor.

nkara Ticaret Odası’nın (ATO) ”Tarımsal Üretim ve Tohumculuk” konusunda yaptığı araştırmaya göre, Türkiye, karpuz tohumunu Amerika’dan, domates tohumunu Fransa, ABD ve Hollanda’dan, lahana tohumunu Almanya ve Hollanda’dan, turşuluk hıyar tohumunu ABD’den satın alıyor.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Tohumculuk Daire Başkanlığı’nca hazırlanan Ülkesel Tohumluk Tedarik Dağıtım ve Üretim Programı’nda yer alan verilere göre, Türkiye’de 2009 yılında 385 bin ton tohumluk üretimi gerçekleştirildi. Bu miktar, 2008 yılında 290 bin ton, 2007 yılında da 324 bin ton olarak gerçekleşmişti.

Türkiye’de en fazla üretimi yapılan tohumluk, 227,8 bin ton ile buğday tohumluğu oldu. Yıllık 600 bin ton buğday tohumluğu ihtiyacı olan Türkiye’de üretilen sertifikalı tohumluk, toplam tohumluk ihtiyacının yaklaşık yüzde 40′ını karşılıyor. Kalan bölümü ise, çiftçinin mahsulden ayırarak ertesi yıl kullandığı tohumluk oluşturuyor.

Türkiye’de 2009 yılında, 36 bin ton arpa, 28,9 bin ton hibrit mısır, 58,8 bin ton patates, 10,8 bin ton pamuk, 9,3 bin ton hibrit ayçiçeği, 5 bin ton çeltik, 2,7 bin ton sebze tohumluğu üretildi.

Türkiye’de tohumluk pazarı, 2009 yılında 158 milyon doları ithal olmak üzere yaklaşık 600-650 milyon dolarlık büyüklüğe ulaştı.

8 YILDA 860 MİLYON DOLARLIK İTHALAT

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Tohumculuk Daire Başkanlığı verilerine göre, Türkiye 2002-2009 yıllarını kapsayan dönemde toplam 860 milyon dolarlık tohumluk ithalatı yaparken, aynı süre içerisinde 339 milyon dolarlık ihracat gerçekleştirdi.

Türkiye, 2009 yılında, 158 milyon dolarlık tohumluk ithalatı, 70,7 milyon dolarlık da ihracat yaptı. Endüstri bitkileri, tarla bitkileri, sebze ve yem bitkileri olmak üzere toplam 30 bin ton tohumluk ithal edilirken, Türkiye’de üretilerek yurt dışına satılan tohumluk miktarı da 21,8 bin ton oldu.

Türkiye 2009 yılında, 4 bin 860 tonluk buğday, arpa, hibrit mısır ve çeltikten oluşan tarla bitkileri tohumluğu ithalatına 17 milyon 117 bin dolar ödedi. İthalat içinde en büyük payı 97 milyon 995 bin dolar ile, 2 bin 498 tonluk sebze bitkileri tohumluğu oluşturdu.

Pamuk, ayçiçeği, kanola, patates ve şeker pancarı tohumunun da içinde yer aldığı toplam 11 bin 155 tonluk endüstri bitkileri tohumluğu için de 29 milyon 705 bin dolar ödedi.

EBEVEYN TOHUMLUK İTHAL ETTİ, SERTİFİKALI TOHUM ÜRETİP SATTI

Özellikle hibrit tohumlukta ithalatı fazla olan Türkiye, son 20 yıla kadar sıfır noktasında olan tohumluk ihracatını 70 milyon 766 bin dolar seviyesine çıkardı.

Türkiye’nin tohumluk ihracatı içerisinde en önemli iki kalemi hibrit mısır ve hibrit ayçiçeği tohumluğu oluşturuyor. Türkiye ihracını gerçekleştirdiği bu hibrit tohumların ”ebeveyn tohumlukları” ise ithal ediyor. Önce, ebeveyn tohumluklar, ekilip yetiştiriliyor, bunlardan da hibrit yani sertifikalı tohumluk üretiliyor. Üretilen hibrit tohumlukların bir bölümü yurt içi tarımsal üretim için kullanılırken, kalan bölüm de ihraç ediliyor. 2009 yılında 70 milyon 766 bin dolara ulaşan ihracatın yüzde 71′ini, yani 50 milyon 148 bin dolarlık bölümünü 10 bin 921 ton hibrit mısır ve 4 bin 719 ton hibrit ayçiçeği tohumluğu oluşturdu. Türkiye aynı yıl, sonraki yıllarda ihraç etmek ve kendi ihtiyacını karşılamak amacıyla 529 ton hibrit ayçiçeği 4 bin 18 tonda hibrit mısır tohumluğu ithalatı yaptı.

Anavatanı Amerika olan patates için de mısır ve ayçiçeğinde olduğu gibi ”ebeveyn tohumluğu” ithal ediliyor. 2009 yılında 56 bin ton patatesin üretildiği Türkiye’de, sonraki yıllarda sertifikalı tohumluk üretimlerini gerçekleştirebilmek için 9 bin 590 ton patates tohumluğu ithal edildi.

AYAŞ DOMATESİNİN TOHUMLUĞU FRANSA’DAN

ATO’nun araştırmasına göre, Türkiye’de toplam sebze üretimi içerisinde yüzde 40′lık payı olan domates, üretiminde hibrit tohumluğu tercih edilen sebzelerin de başında yer alıyor. 2009 yılında 10 milyon 745 bin ton domates üretimi yapılan Türkiye’de, 22 bin 970 kilogramı hibrit olmak üzere toplam 47 bin 15 kilogram domates tohumluğu ithal edildi.
Eklenti 188880
Son yıllarda sıkça duyulan ”domatesin neden eskisi gibi kokmadığı” sorusunun cevabı da kullanılan tohumluklarda. Hibrit domates tohumluğundan elde edilen verimin yüksek, ürünün raf ömrünün uzun olması, uzun yol nakliyesine imkan vermesi ve mevsiminin dışında üretilebilir olması, çiftçinin hibrit tohumluk tercih etmesine neden oldu. Tüketicilerin ucuz, buzdolabında uzun süre bozulmadan kalan domates istemesi de çiftçilerin tercihini destekledi. Beklentiler ve tercihler değişince, Türkiye’de domates üreticilerinin bir bölümü yerli çeşitlerin yerine ABD, Fransa ve Hollanda’dan ithal tohumluklar kullanmaya başladı. Örneğin Ankara’nın Ayaş ilçesinde üretilen ünlü ”Ayaş domatesi” tarihe karıştı. Pazarlarda Ayaş domatesi olarak satılan domatesin tohumluğu Fransa’dan ithal ediliyor.
Eklenti 188878
Öte yandan, domates tarım ürünleri ihracatı arasına domatesi de koyan Türkiye, 2009 yılında bin 470 kilogramı hibrit olmak üzere 22 bin 858 kilogramda domates tohumluğu üretti.

Türkiye’nin 2009 yılında elde ettiği hibrit tohumluk içinde ithalat oranı yüzde 94 olarak gerçekleşti.

TURŞULUK HIYAR ABD’DEN

Araştırmaya göre, Türkiye’nin en fazla hibrit tohumluk kullandığı ikinci sebze hıyar oldu. Türkiye, 2009 yılında 1 milyon 734 bin ton hıyar, 5 bin 692 kilogramı hibrit olmak üzere 8 bin 980 kilogram da hıyar tohumluğu üretti.

Türkiye’nin aynı yıl 29 bin 353 kilogramı hibrit olmak üzere toplam 37 bin 244 kilogram hıyar tohumluğu ithal etti. Türkiye’de hasadı yapılan turşuluk hıyarların hibrit tohumu ABD’den ithal edildi. İthal edilen hibrit tohumluğun toplam hibrit tohumluk içindeki oranı yüzde 84 oldu.

Türkiye’de ithal tohum kullanılan sebzelerin ilk sıralarında kabak da yer alıyor. 2009 yılında 328 bin ton kabak üretilen Türkiye’de, 14 kilosu hibrit olmak üzere 4 bin 856 kilo kabak tohumluğu üretildi. Türkiye aynı yıl, 23 bin 604 kilogramı hibrit olmak üzere 24 bin 404 kilogram kabak tohumunu yurt dışından satın aldı. 2009 yılında kayda giren hibrit kabak tohumluklarının yüzde 99′u ithal edildi.

DİYARBAKIR KARPUZU AMERİKAN TOHUMLUĞUNA YENİLDİ

ATO’nun araştırmasına göre, çiftçilerin, uzun yola dayanıklı ve kısa sürede meyve veren tohumları tercih etmesi, Diyarbakır karpuzunun ABD’den ithal tohumluğa yenilmesine yol açtı. Üretici ve tüketici tercihlerindeki değişiklik karpuzda da yaşanınca Diyarbakır karpuzu, sadece Dicle nehri kıyısındaki Erimli, Sivritepe, Güzel, Develi gibi birkaç yüz dönümlük kısıtlı alanda yetişir oldu.
Eklenti 188881
TÜİK verilerine göre, Türkiye’de 2009 yılında 3 milyon 810 bin ton karpuz üretildi. Türkiye’nin 2009 yılı karpuz tohumluğu üretimi ise bin 83 kilogramı hibrit olmak üzere 5 bin 43 kilogram oldu. Aynı yıl yapılan tohumluk ithalatı da 11 bin 898 kilogramı hibrit olmak üzere 58 bin 827 kilogram olarak gerçekleşti. Bu verilere göre, 2009 yılında temin edilen tohumluğun yüzde 92′si ithal edildi.

HİBRİT HAVUÇ VE LAHANA TOHUMUNUN TAMAMI YABANCI

2009 yılında Türkiye’de 593 bin ton havuç üretilirken, aynı yıl ithalatla 26 bin 111 kilogramı hibrit, 8 bin 108 kilogramı standart yani hibrit olmayan olmak üzere toplam 34 bin 219 kilogram havuç tohumluğu satın alındı. Aynı yıl 889 kilo standart havuz tohumluğu da Türkiye’de üretildi. Bu verilere göre, Türkiye’de hibrit tohumla üretilen havuçların tamamının tohumluğu ithal edildi.

TÜİK verilerine göre, 2009 yılında 207 bin ton beyaz lahana üretilen Türkiye’de, üretim için gereken tohumluğun tamamı dışarıdan satın alındı. 64 kilosu hibrit olmak üzere 483 kilo lahana tohumluğu ithal edildi. Lahana tohumlukları Almanya ve Hollanda’dan ithal edildi.

Aynı şekilde, Türkiye’de üretilen lahanagiller ailesinin diğer sebzeleri olan karnabahar ve brokolinin de tohumlukları yurt dışından ithal edildi.

ISPANAK TOHUMU DA YABANCI

009 yılında 225 bin ton ıspanak üretilen Türkiye’de kullanılan 625 bin 88 kilo tohumluğun yüzde 80′ini oluşturan 500 bin 218 kilo tohum Avrupa, Amerika ve Güney Batı Asya’dan ithal edildi. İthal tohumların yüzde 75′ini oluşturan 191 bin 713 kiloluk bölümünü hibrit tohumlar oluşturdu.

Marul, patlıcan, soğan ve turp üretiminde de hibrit tohumlar ağırlıklı olarak yurt dışından satın alındı.

KAVUNDA YERLİ TOHUM GÖZDE

ATO’nun araştırmasına göre, Türkiye, kavun üretiminin önemli bölümünün yüzde 85′i kendi geliştirdiği çeşitlerden ürettiği tohumlarla karşılıyor. 2009 yılında 1 milyon 679 bin ton kavunun üretildiği Türkiye’de 49,4 bin kilosu standart, 838 kilosu hibrit olmak üzere 50,2 bin kilo kavun tohumluğu üretildi. Aynı yıl, 2,3 bin kilosu hibrit olmak üzere toplam 8 bin 500 kilo kavun tohumluğu ithal edildi.
Eklenti 188879
BİBER TOHUMUNUN YÜZDE 80′İ YERLİ

Türkiye’de tohumculuk şirketlerinin, pek çoğunun yeni kurulduğu ve sınırlı sermayeye sahip oldukları için, AR-GE faaliyetlerine yeterince kaynak ayıramadığı belirtilen ATO’nun araştırmasına göre, Türkiye çeşit geliştirme ve hibrit tohum üretiminde henüz emekleme aşamasında olmasına rağmen, çeşit geliştirme çalışmalarında başarılı olan şirketler ve geliştirdikleri yerli ürünler de var. Bu ürünlerin başında çarliston biber geliyor. Ülkesel Tohumluk Tedarik, Dağıtım ve Üretim Programı’nda yer alan verilere göre, Türkiye, biber üretiminin yüzde 80′ini yerli tohumdan gerçekleştiriyor. 2009 yılında 1 milyon 837 bin tonu standart, bin 283 kilosu hibrit olmak üzere toplam 53 bin 586 kilo biber tohumluğu üretildi. Aynı yıl, 4 bin 140 kilosu hibrit olmak üzere toplam 11 bin 834 kilo biber tohumluğu ithal edildi.

NENEHATUN BUĞDAY TOHUMLUĞU, AYDAN HANIM ARPA TOHUMLUĞU

Yabancı ya da yerli de olsa Türkiye’de üretilen tohumların Tarım Bakanlığına bağlı Tohumluk Tescil ve Sertifikasyon Merkezi Müdürlüğü tarafından tescillenmesi yani kayıt altına alınarak Türkiye’de yetiştirilmelerine onay verilmesi gerekiyor. Halihazırda, tüm tarla bitkisi türlerinde bin 763 çeşit tescilli ve tüm sebzelerde 3 bin 175 çeşit olmak üzere 4 bin 938 çeşit kayıt altına alınmış durumda. Tescillenen çeşitlerin 3 bin kadarı da Türkiye’de üretiliyor.

Tescillenen buğday tohumlarından bazıları Ahmet Ağa, Ali bey, Basri bey, Nenehatun isimlerini taşırken, arpa tohumları arasında da Aydan Hanım, Süleyman bey ve Vamık hoca isimliler yer alıyor.

HİBRİT TOHUM NEDİR?

Hibrit tohum, aynı türe ait bitkinin genetik bakımdan kendisiyle yakın akraba olmayan bir başka bitki ile tozlanmasıyla yani melezlenmesiyle elde ediliyor. Yani aynı bitki türünün farklı ailelerden gelen ana ve baba bitkiler birleştirilerek F1 denilen melez tohum elde ediliyor. Elde edilen tohum, hastalık ve zararlılara, sıcağa ya da soğuğa karşı dayanıklılığı, raf ömrünün uzunluğu ve yüksek verim sağlaması gibi nedenlerle üretimde tercih edilirken, eskiden beri yetiştirilen yerel çeşitler piyasadan çekiliyor, hatta bunlar gen bankaları tarafından muhafaza edilmedikçe yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor.

F1 denilen hibrit tohumdan üretilen ikinci ve daha sonraki nesiller ilk melezlemede elde edilen olumlu özellikleri taşımadığı için F1 tohum ancak bir yıl başarılı şekilde tarımsal üretim için kullanılabiliyor. Aynı yüksek verimi, bitki performansını veya istenilen kalite özelliklerini elde edebilmek için hibrit tohumluğun her yıl satın alınması gerekiyor.

TARIMDA YETERLİLİK TEKNOLOJİYE BAĞLI

ATO Başkanı Sinan Aygün, Türk tohumculuğunun kendi çeşitlerini geliştirmesi ve gelişmiş ülkelerle rekabet edebilmesi için, üreticisinden ihracatçısına kadar tüm kesimlerin bir araya gelerek tohumculuğu desteklemesi gerektiğini söyledi. Dünyada verimli üretim arayışlarının tohumdan başladığına dikkat çeken Aygün, ”Tarımda yeterlilik artık toprağa değil, teknolojiye bağlı. Tarımda, tohumculuktan başlayarak AR-GE çalışmalarını desteklemek, tohumluğa para saymak yerine teknolojiye yatırım yapmak gerekiyor” dedi.

Türkiye’de AR-GE çalışmalarının özel sektör eliyle yürütülmesi gerektiğine dikkat çeken Aygün, şunları kaydetti:

”Biz yerli çeşitlerimizin tohumlarını üretmek istiyorsak başka vergi desteğiyle, yapısal düzenlemelerle, kredilerle, bilimsel danışman, uzman ve ekipman desteğiyle tohumculukta araştırma-geliştirme çalışmaları yürüten firmaları desteklemek zorundayız. Hibrit tohumların her yıl satın alınması gerekiyor. Elden gelen öğün olmaz. Bu nedenle tarım politikası önce AR-GE üzerine kurulmalı.”

http://www.arastiralim.com/turk-tohumu-tukeniyor.html

pria 19-01-2011 20:48

BU KANUNLA BEŞİKTEN MEZARA O ŞİRKETLERİN MÜŞTERİLERİ OLUYORUZ


http://www.odatv.com/n.php?n=bu-kanu...ruz-1901111200

atax 27-11-2012 20:47

İlginçtir ( en azından benim için) Norveç’te milyonlarca tarım ürününü 1000 yıl iklim değişikliği, savaşlar ve doğal felaketlerden korumak için tohum deposu kuruluyor ve Gates Vakfı 30 mlr usd ile hissedar oluyor. "

The Location - regjeringen.no " , " Forests.org Internet Search Results: Norway plant biodiversity seed vault "

Modern robinson mu desem, modern nuhun gemisi mi yoksa biyolojik savaş aracı olarak GDO mu kullanılacak desem?
Sadece ürünlerin genetiği ile mi oynanıyor, ülkelerin tarımsal genetiği ile oynanmıyor mu?

Bill Gates ile Rockefeller Vakfı’nın Svalbard projesinde Pirinç, mısır, buğday ve soya fasülyesi benzeri yem bitkileri gibi dünyanın en önemli geçimlik ürünleri için geliştirilen patentlenmiş tohumlar varken; bunlar nihayetinde korkunç bir biyolojik savaş aracı olarak kullanılabilir mi?
" GDO devleri bilmediğimiz şeyleri mi biliyor "

Satın aldığımız tarımsal ürünlerin üretim sürecinde, finansmanından tohumuna, gübresinden zirai ilacına kadar her şey yabancıların elinde. Çevremize baktığımızda pardon bakmasak ta görüyoruz zaten. Tigem' in 2011 raporuna göre sadece tohumda dünya ticari hacmi 45 mlr usd, türkiye ticari tohum hacmi 400 mln usd. ( hoş bu kurumda özelleştirme programında ya )" http://www.tigem.gov.tr/Sektrel%20De...R%20RAPORU.pdf ".

Mali boyutundan ziyade sosyal boyutu daha da önemli iken sen pazarı açar yasal zemini hazırlar yerli üreticiyi korumazsan sonuç kaçınılmaz.
Tigem' i de babalar gibi satarsın, şeker fabrikalarını da. Çiftçi de anasını alır ya bayere gider ya da pioneera , Tohum için bu kadar ağır mevzuat, bu kadar harç uygula, gümrüklere bir tane GDO labarotuvarı koyma.

" Forbes dergisinde yayınlanan “Sam Amca Neden Genetiği Değiştirilmiş Gıda Maddelerini Destekliyor” (6 Kasım 2011) başlıklı yazı tarım endüstrisinin nasıl ABD’nin pozitif ticaret dengesine sahip olduğunu gösteriyor. Monsanto’ya ödenen telifler borca, çiftçilerin intiharına ve dünya genelinde biyo-çeşitliliğin yok oluşuna dayanmasına rağmen GDO’ların reklamı ABD’ye telif ücreti getiriyor.
" Why Uncle Sam Supports Frankenfood - Forbes ",
" Monsanto ~ Our Commitments "

Ne kadar çok soru sordum ya.
Şimdi bunları okuyunca ister istemez kafam karıştı, aklıma bazı sorular geldi:
1-Ağaçlar.net datası acaba kaç yerde yedekleniyor, bunu kimler biliyor ? (doğaseverlerin onca emeği ve tecrübesi neme lazım geç bulduk çabuk kaybetmeyelim)
2-Mine Hanım' ın gaz maskesi varmı? ( biber gazına karşı ) ( tamam biraz arap sabunu kokuyoruz ama zirai ilaç lobisi ister falan ):p
3-Amatör hobici Engin Bey' in gazmaskesi varmı, tohumlardan dolayı koruma talep etmiş mi ?:p

Sonra birisi çıkar " tohum saklayıp ilaç yapıyorlar bu kişileri milletimin huzurunda kınıyorum. bu konuda ilgilileri uyarmamıza rağmen yargının da gereken kararı vermesini bekliyoruz." diye beyanat verir falan...:(

Saygılarımla

Mustapha_66 28-02-2013 16:20

Doğal tohum neredeyse hayal olmaya başladı. Annem ve babam senenin 7-8 ayı memleketteler, her sene söylemesi ayıp kurusundan yaşına kadar birçok şeyi organik yeme imkanı sağlıyorlar bize sağ olsunlar.
Annem geldiğinde bez parçaları içinde çeşit çeşit tohumları da yanında getiriyor, seneye tekrar ekmek için. Bu çabayı çiftçimizin de göstermesi gerekiyor bence. Tabii biz sadece yemelik ektiğimiz için sorun yok, ama çok üretim için ekildiğinde tohum ayırması herhalde insanlarımızın zoruna gidiyor. Bu forumu takip ettiğim günden beri organik tohum işine iyice merak salmaya başladım. Kim bilir belki ileride bu işi bile yaparız...;)

cemre_77 16-03-2013 09:52

Yerli tohumlarımıza sahip çıkabilsek keşke...
Geçenlerde kızımın iştahsızlığı için havuç tohumu çayı önerdiler. Kuzenimin eşi Beypazarlı. (havucu ile ünlüdür) hemen onlardan istedim. Nerde artık yerli tohum dedi. Ya fransız ya da israil tohumu var artık heryerde. Nekadar üzüldüm. Toprağımız, Tohumumuz kayboluyor.. Çocuklarım, Torunlarım ne yiyecek .....

Mustapha_66 16-03-2013 14:38

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi cemre_77 (Mesaj 1120912)
Yerli tohumlarımıza sahip çıkabilsek keşke...
Geçenlerde kızımın iştahsızlığı için havuç tohumu çayı önerdiler. Kuzenimin eşi Beypazarlı. (havucu ile ünlüdür) hemen onlardan istedim. Nerde artık yerli tohum dedi. Ya fransız **** israil tohumu var artık heryerde. Nekadar üzüldüm. Toprağımız, Tohumumuz kayboluyor.. Çocuklarım, Torunlarım ne yiyecek .....

Merhaba,

Sorunda bu zaten, yerli tohumumuzun yok olmaya yüz tutması. Daha öncede bahsetmiştim. Annem ve babam senenin büyük bir kısmını memlekette geçiriyorlar. Haliyle orada yetiştirebildikleri her şeyi yetiştirmeye çalışıyorlar. Sene sonunda da çıkarabildikleri bütün tohumları seneye tekrar ekebilmek için ayırıyorlar. Gerçi köylerde bu iş daha kolay oluyor. En azından yerli tohum sirkülasyonu olabiliyor. Bizim temin ettiğimiz tohumlarda ise bu durum çok az. Bu sene geçti belki ama, anneme söyledim. Seneye ayırdığı tohumlardan gelirken getirecek. İnşallah seneye onları deneyip, bende tohum ayırmak istiyorum. Hatta forumdaki arkadaşlar lada paylaşmayı düşünüyorum kısmet olursa. Belki biz görmeyiz ama, ilerleyen yıllarda tohumda dışarıya bağlı kalmamamız için bu konu çok önemli. Hep bahsederler ektiğim ürünün tohumunu ayırıp tekrar ektiğimde çimlenme bile olmuyor diye. Özellikle Tarım bakanlığımızın ve çiftçilerimizin bu konuda daha duyarlı olmaları gerekiyor.

MeyveliTepe 06-05-2013 12:41

Acil durum!!!!
 
BUGÜN (6 Mayıs) Avrupa Birliği Komisyonunda tartışılacak tohum yasası AB içerisinde tohum alışverişinin her türlüsünü yasaklayarak atalık tohumları tehlikeye atıyor, besinimizi, dolayısıyla özgürlüğümüzü şirketlere teslim ediyor. Bunu kabul edemeyiz diyen dilekçeyi siz de imzalayın ve paylaşın...

We don't accept this. Let us keep our seeds EU!

pria 10-05-2013 12:05

Yerli tohum satan üreticiye hapis şoku

Yusuf YAVUZ

Yerli tohum satan üreticiye hapis şoku

dag11 27-07-2014 10:50

Herkese iyi günler diliyorum ne olur elinizde bulunan nadir ve köklü (geçmişten gelen) tohumları paylaşırken çok dikkatli olmamız lazım. Nacizane fikrimdir kolay gelsin.

dag11 27-07-2014 11:00

Türkiye Tohum Sanayicileri ve Üreticileri Alt Birliği (TSÜAB) Yönetim Kurulu Başkanı İlhami Özcan Aygun, Türkiye’ den izinsiz bir şekilde toplanarak yurt dışına çıkarılmak istenilen endemik bitki türleri hakkında bir basın açıklaması yaptı.

“Birkaç gün önce ülke gündemine oturan tohum hırsızlığı ile büyük bir şok yaşadık. Bu tohum hırsızlığı basit bir hırsızlık olayı olmaktan daha ötede geleceğimizin, çocuklarımızın, ülke insanımızın yiyeceği ekmeği aşı bu güzel vatanı bizlere emanet edenlerin mahremi Yüce Rabbimizin emanetidir. Vatan toprak anasız, toprakta tohumsuz düşünülemez. Ülkenin toprakları bir sarraf dükkanı olarak kabul edilirse; tohum da sarraf dükkanının altını, bileziği, yüzüğü ve küpesidir. Hırsızın gözünün kuyumcuda olmasında şaşılacak bir durum yoktur. Fakat sarrafın çocuklarının rızkını temin ettiği dükkanında uyuklaması hem şaşılacak hem de düşünülecek bir durumdur. Sarraf uykusundan ne kadar çabuk uyanırsa elindeki altınların kıymetini bilip bunları korursa güçlü olacak ailesini en iyi şekilde geçindirecektir. Misalden netice tohum; milli servetimizdir. Bu servet şehit kanları ile sulanmış vatan toprağında bu ülke insanına emanet edilmiştir.

Türkiye’den izinsiz şekilde topladıkları çok sayıda endemik bitki türüne ait binlerce tohum, fide, çelik, soğan ve yumruyu yurt dışına kaçırmak isteyen iki Hollanda vatandaşının Kapıkule Sınır Kapısı'nda durdurulması ve araçlarındaki tohumlara el konulması olayı ülkemizin önemli bir sorununu tekrar gündeme getirmiştir. Bilindiği gibi bundan bir süre önce de benzer şekilde bir İtalyan vatandaşı Türkiye’de izinsiz olarak topladığı bitki çoğaltım materyallerini yurt dışına çıkarmak isterken Jandarma tarafından engellenmiştir.

Son zamanlarda, Gümrük Muhafaza Teşkilatı ve Jandarma görevlileri tarafından suçüstü yapılan bu tür biyo-hırsızlık girişimlerinin önlenmesinde, resmi görevliler kadar ilgili kamu kuruluşlarına ihbarda bulunan bilinçli ve sorumlu yurttaşlarımızın da rolü büyüktür. Huzurda konuya gerekli duyarlılığı gösteren tüm kuruluş ve ülke insanımıza ve konu üzerine hassasiyetle eğilen Basın Mensuplarına takdir ve tebriklerimizi arz ediyoruz.

Yukarıda gelişmeler, ulusal bitki gen kaynaklarımızın korunması bakımından memnuniyet vericidir. Ancak mevcut kaçakçılık ve genetik kaynakların korunması mevzuatları ile Türkiye’nin bitki gen kaynaklarının izinsiz şekilde yurt dışına çıkarılmasını engellemek mümkün değildir. Nitekim her iki bio-hırsızlık olayının failleri de hemen serbest bırakılmış, yalnızca yurt dışına kaçırmak istedikleri bitki çoğaltım materyallerine el konulmuştur. İlgili tüm mevzuatın bir an önce tamamlanması veya değiştirilmesi gerekir. Ayrıca Tarım Bakanlığına bağlı gen bankalarının geliştirilmesi ve güçlendirilmesi gerekir.

Türkiye sahip olduğu bitki genetik materyallerini her zaman dünya araştırmacılarının kullanımına sunmuş ve bunları insanlık adına paylaşmıştır. Bununla beraber bu paylaşımın Türkiye’nin de tarafı olduğu Gıda ve Tarım Amaçlı Bitki Genetik Kaynakları Uluslar arası Anlaşmasına uygun şekilde yapılması sağlanmalıdır. Anlaşma’ya göre, bir ülkeden diğerine genetik materyal transferi yapılabilmesi için hak sahibi ülkeden izin alınması ve iki ülkenin araştırma kuruluşları arasında uluslar arası geçerliliği olan bir sözleşme imzalanması gerekir. Ayrıca genetik materyalin kullanımından doğacak yararların – hak sahibi hükümran ülkenin röyalti ve patent hakları saklı kalmak üzere- iki taraf arasında adil ve eşit şekilde paylaşımı öngörülmektedir.

Buna rağmen, aynı uluslar arası anlaşmanın altına imza atmış olan ülke vatandaşları Türkiye’de kolaylıkla biyohırsızlık yapabilmekte –muhtemelen yurt içinden bazı kimseler de- onlara yardım edebilmektedir. Türkiye bu hususta iki koldan harekete geçmelidir. Bunlardan birincisi bitki gen kaynaklarımıza bilimsel anlamda sahip çıkma diğeri ise müeyyideler uygulanmasıdır.

Nasıl “Gidemediğin yer senin değildir” diyebilmek mümkünse “ Üstüne kayıt edemediğin ve bilimsel olarak tanımını yapamadığın bitki genetik kaynağı da senin değildir” diyebilmek mümkündür. 5553 Sayılı Tohumculuk Kanunu’nun 2. maddesi “Bitki genetik kaynaklarının kayıt altına alınmasını” öngörmekte olmasına rağmen bu güne kadar bu konuda bir yönetmelik ya da başka mevzuat çıkarılmamıştır. Belli başlı iki gen bankamızın alt yapı, insan gücü, bütçe ve tahsisat imkanları kısıtlıdır. Türkiye gibi binlerce değerli bitki gen kaynağı bulunan bir ülke için yeterli değildir.

Diğer yandan 5607 Sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nu ile biyohırsızlık suçlarına getirilen müeyyideler yeterli değildir. Bu kanuna göre bitki genetik materyalleri gibi “ihracı, lisansa, şarta, izne, kısıntıya veya belli kuruluşların vereceği uygunluk veya yeterlilik belgesine tâbi olan eşyayı aldatıcı işlem ve davranışlarla yurt dışına çıkaran kişiye, eşyanın gümrüklenmiş değerinin yarısı kadar idarî para cezası” verilmesi öngörülmektedir. Bu kanunda değişiklik yapılarak bitki ve hayvan gen kaynaklarını biyo hırsızlık yoluyla yurt dışına kaçıranlara ve yurt içinde bunlara yardımcı olanlara hürriyeti kısıtlayıcı cezalar verilebilmelidir.

Bu gibi olaylarda beklentiler ve çözüm sadece devlete bırakılmaktadır. Haliyle bir türlü vatandaş lehine sonuç elde edilememektedir. Ters lale olayının sonuna kadar takibinde vatandaş ve kamu görevlilerinin iş birliği ile endemik tohumlarımızı kaçırmaya çalışan hırsızlar yakalanmıştır. Aynı gümrük kapısından ilk defa geçen tohum hırsızı ilk bunlar mıdır? Vicdanlarınıza bırakıyoruz.

Türkiye başta Tarım Bakanlığı, Üniversiteler, güvenlik ve gümrük görevlileri ve bilinçli paydaş ve yurttaşlarımızın yapacakları ortak çalışmalar ile ülkemizden yapılan bitki gen kaçakçılığı ve biyolojik hırsızlığın önünü kesmelidir. Bu uğurda alınacak idari tedbirler kadar, önemli bitki genetik kaynaklarının tam bir envanterinin çıkarılması, bitkisel özelliklerinin tanımlanması, kayıt altına alınması, muhafazası ve idamesinin sağlanması şarttır. Bu bağlamda bitki gen bankalarının ödeneklerinin artırılması, alt yapı ve insan gücü kaynaklarının geliştirilmesi ve özellikle bitki genetik kaynakları konusunda mastır ve doktora programlarının sayısının artırılması gereklidir. Tohum Sanayicileri ve Üreticileri Alt Birliği (TSÜAB) olarak ulusal bitki gen kaynaklarımızın korunması hususunda Gen Bankalarımız ve ilgili Araştırma kuruluşlarımızla iş birliği ve dayanışma içerisinde olmak istiyoruz. Bitki gen kaynakları ve genetik materyal yeni ve üstün bitki çeşitleri elde etmede en değerli kaynaktır.

Diğer önemli bir husus ise yabancı araştırma kuruluşları ya da araştırmacılarla ortak çalışma yapan TC vatandaşı araştırıcıların dikkatli davranmalarıdır. Bilindiği gibi bilimsel amaçlı araştırmalar için kullanılacak bitki genetik kaynaklarının yurt dışına çıkarılması için Tarım Bakanlığının mutlaka önceden haberdar edilmesi ve izin alınması gerekir. Hangi ülkeden gelirse gelsin, istismarcı ve kötü niyetli sözde araştırıcılarla, yetkili mercilerden izin ve onay alınmaksızın, ortak materyal toplama ve yurt dışına gönderme hususunda iş birliğine girmeye hiç kimsenin hakkı yoktur.

Devamında basın bildirimiz hazırlanırken İstanbul Belediye Başkanımızın ters laleler konusundaki duyarlılığı ile ilgili sözleri ve derhal Erzurum’a bir ekip yollamış olması camiamızda dalgalanarak bizleri son derece duygulandırdı sevindirdi. Kadir Topbaş beyefendiye ve çalışan kardeşlerimize takdir ve teşekkürlerimizi ifade ediyoruz. Bu bağlamda milli tohumculuğumuzu baltalamak için maalesef milli ve dini motiflerimizi süslü sözlere serpiştirerek halkı aldatan medya maymunları bir yandan; dışarıdan gelen hırsızlar bir yandan eğer uyanabilirsek ve rehavetimizi bırakabilirsek hala pek çok şey için geç değil. İstiklal Marşını kaleme alan Mehmet Akif Ersoy’un dizeleri duygularımıza tercüman olmaktadır:

Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.

Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın...

Bastığın yerleri "toprak!" diyerek geçme, tanı:

Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.

Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:

Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.

Türk Tohumu sabote edilerek ebter benzetmeleri yapılmaktadır. Bu yakışıksız benzetme Peygamber efendimize yapılmıştı. Tohuma hükmeden geleceğe hükmedecektir. Silah sanayicilerinin sektörlerinde oluşturdukları örnekte görüldüğü gibi, tohumun değerini bizden önce tespit eden ve dünyayı parmaklarında oynatan tohum sanayicileri de tohum sektörünün kartellerini oluşturmuşlardır. Yaptığımız araştırmalar yurt dışı güdümlü bazı ekran maymunları Türk tohum firmalarının piyasa değerini düşürüp bu alanda milli tohum sanayinin önünü devrim arabası misali kesip yok pahasına alıp boğazımızdan geçecek her lokmayı istediği fiyattan satacak ya da hiç vermeyeceklerdir. Ülke tohumculuğunu bitirip ödemelerini aldıkları büyük uluslu şirketlere peşkeş çekilmesinin düğmesine basan ekran fareleri sanırım ülkemizin gemisini artık terk edeceklerdir.

Sayın basın mensupları son hırsızlık olayında siz değerli basın mensuplarını düşmana ilk kurşunu sıkan Şehit Gazeteci Hasan Tahsin’e benzetiyoruz. Onun düşmana sıktığı kurşun Çanakkale’de atılan kurşunun aynısı idi. Ve aynı kurşun bu gün sizlerin kalem ve objektiflerinde mana bulmuştur. Sizlerin yapmış olduğu bu özverili çalışmaları, bu acı haberin ülke lehine çevrilmesi için bir fırsat olarak değerlendirmekteyiz. Sizlere hassaten milletimiz adına şükranlarımızı sunuyoruz. Tarih: 22-Haziran-2011 Buğday Derneği (yazısından alıntı)

MeyveliTepe 27-07-2014 12:53

Açıklamayı dağlardan köküyle sökülerek götürülmek istenen endemik ve genellikle soğanlı bitkiler için yazıyor gibi başlamışlar, sonra misyonlarına ve tüzüklerindeki birinci maddeye dönerek tohumlara gelmişler. Köküyle, soğanıyla sökülen bitkinin, nesil tükenmesine sebep olacağı, dağıtılan tohumun ise aksine paylaşılan bilgi gibi çoğalmaya sebep olacağını istiklal marşından alıntılar yaparak örtmeye çalışmışlar.

  • Bu alt birlik ve üstündeki birlik yurt dışındaki tohum tekelleriyle ilişkisiz olsaydı,
  • üyelerinin hepsi %100 Türk sermayeli olsaydı ve içlerinde GDO şirketleri olmasaydı,
  • ihracat dahil hiç bir şekilde türlü sebeplerle yurt dışına tohum çıkartmıyor olsalardı,
  • tohum satabilmek için memlelet memleket gezmiyor olsalardı,
  • yurt dışından gelme hibridlerle memleketi doldurup Anadolu ırklarını yok edecek bir politikanın parçası olmamış olsalardı,
  • ülkedeki tüm tohum çeşitlerini tekellerine alıp sedece kendilerinin bu tohumlara hakim ve söz hakkı sahibi olduğu yönünde fiil içinde olmamış olsalardı
bu yaptıkları açıklama belki kendi içinde tutarlı olabilirdi.

Oysa, bu ne perhiz bu ne lahana turşusu.

birnefestoprak 27-07-2014 19:29

Bu mesajda 2006'da hukumetimizin cikardigi tohumculuk kanunuyla ilgili bir ifadeye rastladiniz mi? Ben goremedim, kacirmis olabilirim (endemik bitkilerin kendi ekolojik sistemlerindeki populasyonlarina zarar verecegi bilinerek yerinden sokulup goturulmesine ben de karsiyim ama yukardaki yazinin konusu bu degil ki; oyle baslayip bir iki satirda ticari tohum konusuna evrilmis).

Bir de TSUAB, Turkiye'deki amator islahcilik hakkinda ne dusunuyor acaba? Yani biz simdi burda bir araya gelip yeni cesitler hibritledikten sonra onlari stabilize edip herkesin talebine ucretsiz olarak acsak kizarlar mi?

Bir de ek yapayim: Turkiye'de teknik dokumanla hazirlamakla siyasi parti bildirgesine benzer dokuman hazirlamanin ayni sey sanildigi tek durum bu degil. Kurumun yonetim kadrosundaki kisiyle ilgili baska bir haber gordum. Turk tohumculugunu dunyaya tanitmak icin Polat Alemdarli reklam yapmak istediklerini belirtmis. Kedilerin fosforlu gozleri yollarini aydinlatsin :)

dag11 28-07-2014 08:11

Ne olur elinizde bulunan nadir ve köklü (geçmişten gelen) tohumları paylaşırken çok dikkatli olmamız lazım. Nacizane fikrimdir kolay gelsin.


Forum saati Türkiye saatine göredir. GMT +2. Şu an saat: 04:31.
(Türkiye için GMT +2 seçilmelidir.)

Forum vBulletin Version 3.8.5 Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0
agaclar.net © 2004 - 2025