agaclar.net

agaclar.net (https://www.agaclar.net/forum/)
-   Doğa, Çevre, Ekoloji, Gıda Hukuk ve Politikaları (https://www.agaclar.net/forum/doga-cevre-ekoloji-gida-hukuk-ve-politikalari/)
-   -   GDO nedir? Temiz ve Güvenli Gıda İstiyoruz. (https://www.agaclar.net/forum/doga-cevre-ekoloji-gida-hukuk-ve-politikalari/1851.htm)

Arca Atay 19-09-2008 12:52

tohum ve gdo ile ilgili iki makale
 
Tarım Bakanlığı bunu hep yapıyor, GDO’lardan kaçıyor

Alıntı:

GEÇEN hafta Sabancı Üniversitesi’nde üzülerek kaçırdığım ilginç bir sempozyum düzenledi.

"3.Tarımsal Biyoteknoloji ve Biyogüvenlik Sempozyumu"

Sempozyumun ana konusu zaman zaman bu sütunda yer verdiğim GDO’lar (genetiği değiştirilmiş organizmalar) ve bunlar kontrol için oluşturulan "biyogüvenlik" mekanizması.

Daha önce de belirtmiş olduğum gibi, Türkiye’de resmi düzeyde bu GDO konusunda tuhaf bir tutum var.

Tarım Bakanlığı "Türkiye’de GDO içeren ürün yok" diye kestirip atıyor.

Oysa bilim adamları, tarımla uğraşanlar tam aksini söylüyor. Türkiye’nin ithal ettiği dört üründe -soya, mısır, kolza ve pamukta ? GDO olduğunu neredeyse herkes biliyor ama Tarım Bakanlığı bilmemezlikten geliyor.

Sabancı Üniversitesi’ndeki sempozyumun önemi şundan: Sempozyumu üç yıldan beri düzenleyen Profesör Selim Çetiner, bu yıl Avrupa Birliği’den konuyla ilgili önemli bilim adamlarını ve Türkiye’den bazı çevreci örgütleri de davet etmiş.

Örneğin "GDO’lara Hayır Platformu" bunlardan biri.

Fazla tartışılmadığı için GDO meselesi bilinmiyor Türkiye’de.

Daha önce de yazmıştım.

Kişisel olarak ürünlerde gen değişimi anlamında olan GDO’lara karşıyım. Dahası organik ürün takıntılıyım.

SESSİZLİĞİN ALTINDAKİ NEDEN

Ancak dünyanın karşı karşıya olduğu açlık tehlikesini göz önüne aldığımda "tarımsal biyoteknolojinin" dolayısıyla "biyotek ürünlerin" önemli olduğunu da kabul ediyorum.

Her neyse sempozyuma dönersek, "tarımsal biyoteknoloji" her yönüyle ele alınıyor.

"Hangi ürünler GDO’lu" meselesinden "yoksul çiftçinin bu teknolojiye nasıl ayak uyduracağına" kadar sayısız konu masaya yatırılıyor.

Konunun uzmanı olan Türk ve Avrupalı yabancı bilim adamları tartışıyor.

Peki bu önemli sempozyum Tarım Bakanlığı tarafından izlenmiş mi?

Sorum Profesör Çetiner’e.

"Tarım Bakanlığı yetkililerini davet ettik ama kimse gelmedi. Daha önceki iki sempozyuma da davet etmiştik yine katılmamışlardı"
diyor.

Tarım Bakanlığı GDO’lardan kaçıyor mu?

Biz tüketici olarak ne zaman bu konuda resmi ağızlardan doyurucu bir bilgi alacağız acaba?

Anladığım kadarıyla, Tarım Bakanlığı’nın bu konudaki sessizliğinin altında yatan neden "Biyogüvenlik Mevzuatı".

AB UYUMU NEREDE KALDI


Türkiye yaklaşık 10 yıl önce kendi ulusal "Biyogüvenlik Mevzuatı"nı çıkartmayı taahhüt ettiği halde çıkartamıyor.

Profesör Çetiner’in verdiği bilgiye göre, Türkiye yaklaşık üç yıl önce 440 bin dolara bir "biyogüvenlik kanun taslağı" oluşturmuş.

Bu güzel haber.

Kötü haber ise şu: Bu taslak ne dünya normlarına ne de AB normlarına uyuyor. Yani eldeki taslak kanuna dönüşemiyor çünkü elle tutulur yanı yok.

Peki ne olacak?

Dünya, Avrupa Birliği "tarımsal biyoteknolojiyi" tartışırken biz mevzuat yok diye bunları es mi geçeceğiz?

Böylesine önemli bir mevzuat yokluğunda tarımda AB ile uyumu nasıl sağlayacağız.?
Gila Benmayor

Hürriyet






Emine Aktaş 05-10-2008 22:10

Genetiği Değiştirilmiş Ürünlere Vize Başvurusu
 
Genetiği değiştirilmiş ürünlere vize geliyor
Pazar, 05 Ekim 2008
Genetik tarıma ve genetiği değiştirilmiş organizmaların her türlü ticaret ve tüketimine kapı aralayacak Biyogüvenlik Yasa Tasarısı Başbakanlık'ta onay bekliyor. Ancak 'GDO'ya evet' diyenler bile tasarının yetersiz olduğu görüşünde
Kaynak: Genç Ziraat

denizakvaryumu 29-12-2008 21:58

Masraflarını Avusturya Sağlık Bakanlığı ve Avusturya Sağlık ve Gıda Güvenliği Dairesi’nin karşıladığı, Viyana Veterinerlik Üniversitesi’den bilimadamlarının yaptığı araştırmada, genetiği değiştirilen mısırla 20 hafta beslenen dişi farelerde üreme sorunu görüldü.

Bilimadamlarından Jurgen Zentek, araştırmanın tek tür hayvan üzerinde yapıldığını ve sonuçlarının doğrudan insana uyarlanamayacağını belirterek, farelerden başka hayvanlarda da bu sorunlarla karşılaşılıp karşılaşılmayacağını belirlemek üzere başka araştırmaların gerekli olduğunu vurguladı.

Araştırmacıların, sonuçların yanlış yorumlanmaması için uyarı yapmalarına karşın, başta Greenpeace ve Global-2000 olmak üzere bazı çevreci örgütler genetiği değiştirilmiş “Mon810” mısırının yanı sıra tüm transgenetik ürünlerin tüm dünyada hemen ve tamamen yasaklanması çağrısında bulundu.

Araştırmanın yayımlanmasının ardından AB Sağlık Komiseri Andrula Vasiliu da Avusturyalı yetkililerden, Avrupa Gıda Güvenliği Kurumu (EFSA) tarafından değerlendirilmek üzerine araştırmanın kendisine ulaştırılmasını istedi.

EFSA daha önce, “Mon810”un insan ve hayvan sağlığı ile çevreye herhangi bir risk teşkil etmediğini açıklamıştı.

Bir canlı türüne başka bir canlı türünden gen aktarılması veya mevcut genetik yapıya müdahale edilmesi yoluyla yeni genetik özellikler kazandırılmasıyla elde edilen ürüne “transgenetik ürün” adı veriliyor.

Emine Aktaş 03-01-2009 11:50

GDO ' lu Yalanlar
 
Mikroorganizmaların, böceklerin, bitkilerin ve hayvanların yaratılışlarından itibaren milyonlarca yıldır, kendi evrimsel sürecinde gelişen ve değişen genetik özelliklerine yapılan müdahaleler, çok da geniş olmayan bir yelpazede, ancak insanlığın gereksinim duyduğu en önemli ürünler üzerine yapılmaktadır. Örneğin küresel biyoteknolojik ürün alanlarının çoğunu, pestisit tolerans ve bakteri genleri aşılanmış soya, pamuk, kanola ve mısır, yani toplam 4 ana ürün işgal etmektedir.

Kullanılan tarım ilaçları, özellikle herbisitler, bu ürünlerin üretim sürecinde artmış ve artma eğilimi de devam etmektedir. Gen kaçışları ile ilaca dayanıklılık geni aşılanmış bitkiden, diğer akrabalarına bulaşma olmaktadır. Konvansiyonel ve organik tarım ürünleri bu sayede daima tehdit altındadırlar. İnsanoğlunun gıda, tekstil hammaddesi olan lif ve enerji (bioyakıt) gereksiniminin çoğunluğunu karşılayan çok az sayıdaki monokültür ürün, biyoteknolojik endüstriyel tarım adına, konvansiyonel veya organik tarım üzerindeki totaliter baskı etmenidirler. Gen kaçışları ile pestisitlere dayanıklılık genine sahip, süper yabani otlar

ortaya çıkmaktadır. GDO’lu bitkiler hedeflenmeyen organizmaya zararlı etkide bulunabilirler, bu nedenle faydalı böcekler ve mikroorganizmaların yok edilmesi, türlerin azalması da sözkonusu olacaktır.

Pamuk kurdu ve koçan kurdu gibi böceklerin, sürekli GDO’lu pamuk, ya da mısır ürünlerinin ekildiği alanların baskısı altında, canavar böceklere dönüşmeyeceğinin, dolayısıyla mevcut tarım ilaçlarıyla mücadelenin başarısız kalmayacağının garantisini kim verebilir? Milyonlarca hektarlık tarım alanını; genetiği değiştirilmiş soya, mısır, pamuk ve kanola ile işgal eden ulusötesi biyoteknoloji şirketleri, monokültür tarımı alabildiğince yaygınlaştırarak, kendinden başka tarım sistemlerini ve ülkelerin gıda egemenliklerini hiçe saymak, ülke çiftçilerini intiharlara varan olaylarla, yıkıma sürükleyip topraklarından koparmak, ülkelerin en önemli kaynaklarından olan biyoçeşitliliklerini tehdit etmek, ekolojilerini tahrip etmek, ulusların yerel çeşitlerini ekledikleri ya da değiştirdikleri genlerle patentleyip, mülkiyetlerine geçirmek gibi olumsuz özellik ve eylemlere sahiptirler.



Bunların, ülkemiz için oluşturdukları tehdidi; dışa bağımlılığın arttırılması, tarım ve gıdanın endüstrileşmeyle şirketlere bağımlı kılınması ve bu olayların da ithal yasalarla pekiştirilmesi ile ilişkilendirmek mümkündür. Bu yönden bakıldığında ülkemizde; tarımın, toprağın, çiftçinin ve gıdanın geleceği pek de aydınlık gözükmemektedir.



Biyoteknoloji şirketlerinin sözcüleri ve taşeronları bu ürünlerin avantajlarını aşağıdaki başlıklar ile dile getirmektedirler.



Bu yalanlar ve doğruları sırasıyla söyledir;



“GDO’lar Dünyadaki Açlık için tek çözümdür” YALANI

GDO’lu ürünlerin, ticari olarak ekilip dikilmesinin üzerinden 10 yıl geçmiş olmasına ve GDO’lu ekim alanları 102 milyon hektara çıkmış (2006) olmasına rağmen, bu ürünlerin açlığa çare olmadıkları görülmüştür.

Dünyada gıda azlığı değil, adil dağıtım olmamasından kaynaklanan fazlalığı söz konusudur. Uluslararası tekellerin faaliyetinin merkezi haline gelen gelişmiş ülkelerde, özellikle buğday, mısır, soya, pirinç gibi dünya gıda tüketiminin önemli bir kısmını oluşturan gıda maddelerinde büyük bir üretim fazlası vardır.

Dünyada yıllık olarak üretilen tahıl miktarı; Buğday: 627 milyon ton, Mısır: 721 milyon ton, Pirinç: 606 milyon ton olmak üzere Toplam: 1.954 milyon ton olarak bildirilmektedir (FAO, 2004). Dünya nüfusuna göre (6,5 - 7 milyar insan) adil bir dağılım yapılacak olsaydı, yılda kişi başına düşen tahıl miktarı 250 - 300 kg. arasında değişecekti. Balık, et, süt, yumurta gibi hayvansal ürünler ve bunlara ilaveten üretilen sebze, meyve ve baklagiller de eklendiği zaman, 850 milyon insan tarafından çekilen açlığın, üretim azlığından değil, gıdanın paylaşımındaki dengesizlik ve bölüşüm ilişkilerindeki bozukluktan kaynaklandığı açıkça görülecektir.

Biyoteknolojinin günümüzdeki tarımsal uygulamaları ne yazık ki, bilim ve gereksinimden çok, kar güdümlüdür ve tarımsal biyoteknoloji araştırmaları insanlığın ve özellikle de fakirlerin gereksinimlerinden çok zenginlerin ve tarım endüstrisi şirketlerinin isteklerini karşılamaktadır. Dünya, gıdanın eşit olmayan dağılımdan açlık çeker ve tarımsal ilaç kirliliğinden kıvranırken, çok uluslu biyoteknoloji şirketlerinin odaklandığı şey sadece sürüm yaygınlığı ve kardır.





“Birlikte ekilebilirlik (co-existence) mümkündür.” YALANI



Polenler doğal yayılımlarında, sınır ve mesafe tanımazlar. Dolayısıyla tozlaşma döneminde rüzgar ve böcek gibi etkenlerle taşınan polen, GDO kaynaklı ise, yapısına girdiği normal özellikteki bitkinin de genetiğini değiştirmektedir. GDO’lu bitkilerden konvansiyonel ya da organik olarak üretilen bitkilere gen bulaşması olabilmektedir. Dolayısıyla GDO’lu bitkiler ile konvansiyonel ya da organik bitkilerin birlikte ekilebilmeleri mümkün değildir. Kaldı ki organik tarım kanun ve mevzuatlarında, hatta birçok ülke konvansiyonel ürün üretiminde GDO’lu tohum ya da bitki materyalinin kullanılmasını red etmektedir. GDO’lu ürünlerden gen kaçışları ile buluşmaya maruz kalan organik ürünler, organikliklerini kaybetmektedir.





“GDO’lu bitkilerden yabani akrabalarına gen kaçışı olmaz” YALANI



2005 yılı temmuz ayında İngiliz hükümeti genetiği değişmiş bir süper yabani ot “superweed” türünün varlığını duyurmuştur. İngiliz hükümetinin denetlediği, GDO’lu Yağlık Kanola denemelerinde keşfedilen “yabani ot”un, Yabani Hardal (Sinapis arvensis) ile tozlaşmadan, gen kaçışından oluştuğu tespit edilmiştir. Yağlık Kanola (Kolza) ile yabani hardalın tozlaşmasının ve gen bulaşmasının olmayacağı yönündeki bilimsel varsayımların geçersiz olduğunu ispatlayan bu olaya, İngiltere’de ilk defa rastlanmaktaydı. BAYER’in herbisit toleranslı transgenik yağlık kanoladan, yabani akrabalarına gen kaçışı, İngiliz hükümetinin Transgenik Ürünler Çiftlik Ölçekli Değerlendirme (FSEs) tarlalarındaki çalışmalarında izlenmiştir (FOE, 2005).



Araştırmacılar, yapılan GD kanola denemelerinin ertesi yılında, deneme tarlası alanında Sinapis arvensis’in genetiği değişmiş versiyonunu tespit ettiler. Bulunan bu bitki, herbisit toleranslı GD yağlık kanolasının dirençli olduğu Glufosinat amonyum (BAYER tarafından “Liberty” ticari ismiyle pazarlanmaktadır) ot ilacına dirençlilik genini taşıyordu. Bu güne kadar bilim dünyasında, yabani hardalın yağlık kolza ile tozlaşma ve döllenmesinin mümkün olamayacağı, bu durum gerçekleşse bile yeni bitkinin yaşam şansının olmayacağı yönünde tartışmalar vardı. Hatta Avrupa Çevre Ajansı (European Environment Agency), 2000 yılı raporunda Yağlık Kolza (Brassica napus) ve Yabani Hardal (Sinapis arvensis) arasında doğal gen akışı olmadığına dair genel bir görüş birliği olduğunu belirtilmişti. Ancak bahsi geçen denemelerde keşfedilen GD Yabani hardal bitkisi, gen kaçışının varlığını ispatladığı gibi, oluşan bu yeni bitkinin (superweed) yaşam şansının olamayacağına dair savları da çürüttü. Yabani hardal tohumunun toprakta fertilitesini kaybetmeden 60 yıl kalabileceği gerçeği göz önüne alındığında, tehlikenin ne kadar büyük olduğunu göz ardı etmek mümkün değildir. (FOE, 2005)

Yabani hardal İngiltere ve kıta Avrupa’sında yağlık kanola üretimi yapılan yerlerde bolca yetişmektedir ve bu bitki, kültür bitkileri için istenmeyen bir “yabani ot” niteliğindedir. Dolayısıyla yağlık kanolanın, Avrupa’da ticari anlamda üretimine izin verilmesi halinde, çok kısa süre içinde Glufosinat amonyum içerikli ot ilacına dayanıklı, yani yabani otla mücadele ilacı atıldığı halde ölmeyen, süper yabani otlar türeyecektir. Böylece çiftçiler yabani otları öldürmek için daha fazla, ya da daha kuvvetli herbisitler kullanacaklar ve ekolojik yıkımı daha da hızlandıracaklardır. Bunun canlı örneği 10 yıldır ticari yağlık kanola’nın üretildiği Kanada’da yaşanmış, 3 çeşit herbisite dayanıklılık kazanmış bir tür yabani kanola gelişmiştir. Yukarıdaki araştırma sonuçları, genetiği değiştirilmiş kanola üretiminin tarla biyoçeşitliliğini, konvansiyonel kanola yetiştirmekten çok daha fazla etkilediğini ortaya koymaktadır. (FOE, 2005)



“GDO’lu bitkilerin Biyoçeşitlilik üzerine olumsuz bir etkileri yoktur” YALANI

Ülkemizde 3.000 i endemik olmak üzere, neredeyse Avrupa kıtasına yakın bir sayıda, tesbit edilebilmiş 11.000 civarında bitki çeşidi vardır. Biyolojik çeşitlilik, ülkelerin yeraltı, yerüstü kaynakları ya da tarihsel kültürel varlıkları kadar zengin, önemli ve korunması gerekli kaynaklarıdır. GDO’lu kültür bitkilerinden yabani akrabalara gen kaçışları olduğu takdirde ki bunun olabileceği kanıtlanmıştır, ülkelerin biyolojik çeşitlilikleri çok büyük risk altına girecektir. Keza GDO’lu endüstriyel bitkilerin ekimlerinin ve yayılımlarının artmaya devam etmesi halinde ülkelerin genetik kaynakları da yavaş yavaş kaybolacak, ülkelere özgü yerel tohumlar ortadan kalkacaktır.



“GDO’lu ürünler küçük çitçiler için de iyi bir alternatiftir.” YALANI

California Üniversitesi, Çevre Bilimi Politika ve Yönetim bölümünden Miguel Altieri, 1998 yılında, yani transgenik bitkilerin küresel yayılımının daha yeni başladığı dönemde; “Sermaye yoğun bir sistem olan Biyoteknoloji, endüstriyel tarımsal üretimin geniş şirket tarlalarında toplanmasını, yoğunlaşmasını tetiklemektedir. Malın fiyatını üretkenliği arttırarak düşürmeye yönelen Biyoteknolojik tarım bununla beraber kurduğu teknolojiyle özellikle küçük ölçekli birçok çiftçiyi sektörün dışına itecektir. Biyoteknoloji, ileriki dönemde gücün sadece birkaç çok uluslu şirketin elinde toplanmasını arttıracak ki bu da zaman içinde çiftçilerin bağımlılığını arttırarak onları kimyasal tohum paketlerine şişirilmiş fiyatlar ödemeye zorlayacaktır.” öngörüsünde bulunmuştu.

Altieri’nin “Tarımsal Biyoteknolojik Efsaneler” makalesinde dile getirdiği bazı somut değerlendirmeler ise şöyleydi; “Üçüncü dünya ülkeleri çiftçileri nezdinde biyoteknolojik ürünler küçük ölçekli üreticilerin ihracatını düşürecektir. Örneğin –Madagaskar’daki vanilya üreten 70.000 çiftçi Texas’da biyoteknoloji laboratuarında geliştirilen vanilya nedeniyle iflas edebilmektedir. Keza dünya şeker pazarının %10 unu elinde tutan biyoteknoloji şirketlerinin ürettiği düşük fiyatlı nişasta bazlı şekerler sayesinde, üçüncü dünya ülkelerindeki yüzbinlerce şeker pancarı üreticisi üretimin dışına çıkabilmektedir. 1998 den itibaren üçüncü dünya ülkelerindeki yaklaşık on milyon şeker üreticisi laboratuarda üretilen tatlandırıcıların dünya pazarını istila etmesiyle geçim kaynaklarını kaybetmeye başlamışlardır. Unilever’in klonlanmış hurma yağı, hurma yağı üretiminde baskın hale geldiğinde, Senegal’de yerfıstığı, Filipinler’de hindistan cevizinden yapılan yağ üretimlerine talep azalacak, dolayısıyla bunlarla geçimlerini sağlayan çiftçilerin durumu gittikçe kötüleşecektir. GDO’lu ürünlerin yaygınlaşması ile üçüncü dünya ülkelerini bekleyen tehlikeler çevresel riskler oluşturması ve kırsal kalkınma önünde bir engel oluşturması ile beraber, geleneksel tarımı ve onun yerel genetik çeşitliliğini de ölüme mahkum edecek olmasıdır.” (Altieri, M.A. l998)

Geldiğimiz gün itibariyle, tüm bu öngörülerin daha da çeşitlenerek geniş boyutlarda gerçekleştiğini görmekteyiz. Bu tehlikeli gerçeklerin sadece üçüncü dünya ülkelerini değil, ülkemizin de içinde bulunduğu birçok ülkeyi kapsadığını hatırlatmakta fayda vardır.



“GDO’lar kontrol ve izlenebilirlik sayesinde istenmeyen ürünlere karışmaz” YALANI

Tarımsal biyoteknoloji şirketleri GDO’lu ürünlerin insan gıdası için üretilmeyen bölümünün, gıda zincirine karışmasını önleyici tedbirleri olduğunu ve bunların gıda zincirine karışmayacağını öne sürerler. Ancak gerçekte yaşanan bazı olaylar bu tezin doğru olmadığını kanıtlamıştır. Örneğin; “yemlik” olarak patent alan Starlink mısırı insanlar tarafından tüketilen hazır gıdaya bulaşmış ve raflardan toplatılmış ve bu mısır unu ürününü piyasaya süren Kraft, büyük maddi zarar görmüştür.

Keza, Bayer’in yasallaşmamış GDO’lu uzun pirinci LLrice601, ABD’nin GDO’suz olarak dünya ülkelerine ihraç ettiği pirinçlerde de saptanmıştır. Bu durum ise, daha ticari olarak ekimi yapılmayan bir pirinç çeşidinin, nasıl konvansiyonel pirince bulaşabildiğine ve bunun da insan gıda zincirine girebildiğine en somut ve güncel bir örnek oldu (GDOHP, 2006)

Eylül 2007’de Almanya’daki marketlerden alınan 33 çeşit soya ürününün, 2/3’ünde GDO izleri bulunmuştur. GDO’lu olduğu bilinmeyen, dolayısıyla da herhangi bir etiket, ya da herhangi bir uyarı bilgisi taşımayan bu ürünlerin bir kısmı bebek mamaları olup, en çok GDO çıkan ürün, bebekler için üretilen toz süt olmuştur (Focus, 2007). Bu durum GDO’lu ürünlerin, doğal ortamda organik ürünlere de bulaşabileceğinin kanıtıdır. Nitekim 2007 yılı da dahil olmak üzere, yılardır dünyanın çeşitli ülkelerindeki organik tarım ürünleri üreten çiftçilerin, GDO bulaşması nedeniyle ürünlerinin ve tarlalarının organik kapsamdan çıktığını bildiren, yüzlerce haber yayınlanmıştır. Oysa bu konunun destekçileri de, hala kanıt olamadığını savunmaktadırlar. Ülkemizde Tüketici Hakları Derneğinin çeşitli market raflarından alıp analiz ettirdiği ve GDO bulunan ürünleri ya da nişastalık veya yemlik olarak Arjantin’den ithal edilen mısırlarda GDO bulunmasını Türkiye’de yaşadığımız canlı örnekler olarak verebiliriz.



“GDO’lu ürünlerin toprak ve çevreye zararları yoktur” YALANI

Arjantin’de çoğunluğu GDO’lu olan yoğun soya ekimi, topraklardan çok fazla miktarda besin maddesinin sömürülmesine neden olmaktadır. Kesintisiz bir biçimde yapılan soya tarımı nedeniyle topraktan tahmini olarak 1 milyon ton azot ve 227 bin ton fosfor sömürülmektedir ve bunun ticari gübrelerle ikamesinin bedeli de 910 milyon dolara tekabül etmektedir. Latin Amerikadaki bazı nehir havzalarında tesbit edilen azot ve fosfor düzeyinin artışı yoğun soya tarımında kullanılan ticari gübrelerle bağlantılanmaktadır (Walter Pengue (2005), “Transgenic crops in Argentina: the ecological and social debt,” Bulletin of Science, Technology and Society 25: 314-322.)



Brezilyada soya üretiminin kısa süre içinde geniş alanlara yayılmasının ana nedenlerinden biri, soyanın azot fikse eden rizobium bakterileriyle kök nodüllerinin simbiyotik ilişkisi sayesinde ürünün gübresiz olarak üretilebileceği söylemiydi. Fakat tohum şirketleri, büyük olasılıkla, herbisit toleranslı GDO’lu soya tohumlarının rizobium bakterilerilerine toksik etki yapacağını, dolayısıyla bitkinin gereksinim duyduğu azotu kimyasal gübrelerle vermek gerektiğini söylemeyi unutmuşlardı. Toksik etkiyle azot fikse eden bakterilerinin azalışı, doğal olarak bitkiyi, dolayısıyla üreticiyi, azot için sentetik gübrelere mahkum etmiştir. (Miguel Altieri and Walter Pengue, Jan 2006 ,GM soybean: Latin America’s new colonizer , http://www.grain.org/seedling/?id=421 )



Brezilya’ da kullanılan pestisitlerin 1/4 ü (50.000 ton) soya tarımında kullanılmaktadır. Pestisit kullanımı her yıl % 22 artmaktadır. Her ne kadar biyoteknoloji şirketleri yıl içindeki ot mücadelesinde Roundup herbisitini sadece bir kez uygulamak yeterlidir diyorlarsa da araştırma sonuçları toplam uygulama adet ve miktarının arttığını göstermektedir. ABD den örnek verilecek olunursa glifosfat kullanımı 1995 de 2,850 tondan 2000 yılında 18,960 tona çıkmıştır. Arjantinde 2004 üretim sezonunda kullanılan Roundup miktarı tahmini 160 milyon litredir.





“GDO’lu ürünler organik ve konvansiyonel ürünlere göre daha verimlidirler” YALANI

GDO’lu ürünlerin konvansiyonel ürünlerden daha fazla verim verdiğine dair hiçbir bilimsel kanıt ortaya konamamıştır. GDO’lu ürünlerin daha verimli olduklarına dair söylemler günümüzde giderek azalmış, bunun yerini daha az ilaç kullanımı nedeniyle ekolojiye daha dost tarım şekli olduğu söylemi almaya başlamıştır ki bu da başka bir yalandır.

Ürün verimine bakılacak olursa Brezilyada transgenik soyanın yıllar itibariyle ortalama veriminin 230 kg. dan 260 kg/dekara yükseldiği ama konvansiyonel çeşitlerden % 6 daha az verime sahip olduğu tespit edilmiştir. Pleiotropik etki denilen yani yüksek sıcaklık nedeniyle sapların çatladığı ve su stresinin görüldüğü dönemlerde transgenik soyada konvansiyonele göre % 25 e yakın ürün kayıpları görülmüştür. Aşırı kuralık yaşanan 2004/2005 sezonunda Rio Grande do Sul bölgesinde transgenik soyada % 72 ürün kaybı olmuş ve bu da ihracatta tahmini rakamla % 95 lik bir azalmaya yol açmıştır.

(Miguel Altieri and Walter Pengue, Jan 2006 ,GM soybean: Latin America’s new colonizer ,http://www.grain.org/seedling/?id=421 )





“GDO’lu ürünlerde daha az Pestisit (tarım ilacı) kullanılmaktadır” YALANI




GDO’lu tohumların ticari olarak satışının başladığı 1996’dan itibaren ilk 3 yıl, bu ürünlerin pestisit kullanımını 13.000 tona yakın bir miktarda azalttığı saptanmıştır. Ancak son 3 yıl içinde, gen aktarımlı bitkilerin üretim alanlarındaki pestisit kullanım artışı 36.000 tondan fazladır. Bu artışın büyük bölümü, soya, pamuk gibi herbisit toleranslı (HT) ürünlerin tarımsal üretim girdilerine aittir. Hazırlanan raporlar, birçok çiftçinin gen aktarımlı bitki tarlalarına daha fazla herbisit kullanma zorunda kaldıklarını yazmaktadır. Bunun nedeni yabani otların herbisitlere karşı genetik olarak dayanıklılıklarını arttırmalarıdır. Yıllardır bilim insanlarının “herbisit toleranslı bitkilerin tarım alanlarında ekolojik değişimlere yol açacağı” konusundaki uyarılarında haklı oldukları, 2001 yılından itibaren ABD’de gözlenebilmektedir. (Ag BioTech, 2004)

2003 Kasım ayındaki bir çalışma raporunda, ABD’deki transgenik mısır, soya ve pamukta geçmiş yıllara göre daha fazla pestisit kullanıldığı bildirilmektedir. Geçtiğimiz 8 yılda, Bacillus thuringiensis (Bt)’nin kullanıldığı transgenik çeşitlerdeki, pestisit kullanımının yaklaşık 10.000 ton azaldığı, herbisitlere dayanıklı transgenik bitkilerde kullanılan ilaç miktarının da yaklaşık 35.000 ton (Türkiyenin yıllık toplam tarım ilacı kullanımından da fazla) arttığı belirlenmişti. Sonuç olarak ABD tarımında transgenik bitkilerin kullanımı sayesinde, toplam tarım ilacı harcamasının 25.000 ton arttığını söylemek mümkündür.(Ag BioTech, 2004)


2004 yılında hazırlanan başka bir raporda yine ABD’inde çiftçilerin herbisit toleranslı transgenik soya, mısır ve pamukta bunların konvansiyonel çeşitlerine göre daha fazla pestisit kullandığı da teyit edilmektedir. Transgenik ürünler ve pestisit kullanımı konusundaki 1996'dan 2004'e kadarki veriler, konvansiyonellere kıyasla, GDO’lu ürünler için 55 bin ton daha fazla pestisit kullanıldığını göstermektedir. Rapora göre pestisit kullanımındaki bu farklılık, glifosfata (glyphosate) toleranslı ekinlere uygulanan herbisitteki kullanım artışından kaynaklanmaktadır. Bu, yabani otların kullanılan herbisite bağışıklık, ya da toleranslı yabani otların ortaya çıkması nedeniyle olduğu gibi, herbisit üreticilerinin pazarlama yetenekleri, glifosfat ve diğer herbisitlerin fiyatlarındaki indirimler nedeniyle olmaktadır.(Benbrook, 2005)

Kaldı ki herbisit toleranslı bitkilerle birlikte kullanılmak zorunda olan yabani ot ilacının etkili maddesi için de birçok olumsuz yön mevcuttur. Herbisitlerin aktif maddesi olan Glifosfat'ın direkt kullanımı, ya da yüksek doz verilmesi haricinde, insan ve hayvanlara zararı olmadığı söylenmekle beraber, birçok literatürde sinir sistemi tahribatı, el yüz ayak şişmeleri ve hamilelerde düşüğe neden olabilmesi ve sperm sayısının azalmasına etkisi olabileceği bildirilmektedir. 1987 ve 1990 yıllarında iki bilim insanı İsveç'te tedavi gören Non-Hodgkin Lymphoma'li (NHL = lenf bezi kanseri) 422 hastayı inceleyerek, tarım ilaçlarıyla karşılaşıp karşılaşmadıklarını araştırmışlardır. Sonuçta Glifosfat’lı herbisit kullanan çiftçilerde, NHL olma riskini istatistiksel olarak yüksek bulmuşlardır. Dr. Lennart Hardell ve Dr. Mikael Eriksson yayınladıkları makalelerinde, başka araştırıcıların yaptığı laboratuvar ve hayvan deneylerinde de kaygı verici sonuçlar elde edildiğinden söz etmektedirler. Daha önceki çalışmalarda glifosfat’ın farede gen mutasyonlu ve kromozom anomalili lenfoma (lenf bezi kanseri) oluşturduğu rapor edilmiş, ayrıca farelerde karaciğer kanseri, losemi ve lenfoma riskini arttırdığı da bir başka araştırmada gösterilmektedir. Yine bu iki doktorun daha önceki bir araştırmalarında glyphosat'in NHL'nin nadir görülen bir çeşidi olan Hairy Cell Leukemia'nin (Tüylü Hücreli Lösemi) riskini artırdığını saptayıp, bunu makale halinde yayınlamışlardır (Hardell ve Erikson 1999).*

Arca Atay

DOĞADER Yönetim Kurulu Üyesi




Kaynak:
Arca Atay, Tarım Kimyasalları ve GDO Gerçeği, Tarım İlaçları Kongresi Raporu, 2005 Ankara


* GDOların sağlık riskleri ile ilgili detaylı rapor için bakınız;

“GDOların Bilim ve Sağlık açısından değerlendirilmeleri” GDO’ya Hayır Platformu/ Bilim Sağlık Komitesi © 2004

denizakvaryumu 05-01-2009 19:26

Bilindiği üzere ABD, dünyadaki GDO’lu ürünlerin en çok üretildiği ve tüketildiği ülke olup, Amerikan halkının büyük bölümü bunları tüketmek istemediklerini, satın aldıkları ürünlerin GDO’lu olup olmadığını bilme hakları olduğunu savunmaktadırlar. ABD hükümetleri ise, biyoteknoloji şirketlerinin çıkarlarına ters geleceği için etiketleme uygulamasına geçmemekte ısrar etmektedirler.

Tüketicilerin yaşamları için gereksinim duydukları besin maddelerinin sağlık ve güvenilirliklerini sorgulama haklarına, gıda egemenliklerini koruma haklarına saygı göstermeyen hükümetler karşısında, dünya ülkelerinin duyarlı sivil örgütleri bu görevi üstlenmektedirler.

ABD’deki Tüketici Örgütleri, Bilim ve Sağlık Örgütleri, Organik Çiftlikler ve Çiftçi Örgütleri başta olmak üzere sivil toplum kuruluşları, GDO’ların sağlık, tarım ve ekolojiye olumsuz etkileri nedeniyle direnç gösterdikleri GDO’lu Gıda Ürünlerini bu tip broşürler ile teşhir etmektedirler. Teşhir edilen ürünler ve bu ürünleri üreten şirketlerin kimler olduğunu dikkatlice incelemenizi, Türkiye’de faaliyet gösteren bazı çokuluslu şirketlerin aynı ya da benzer ürünleri Türkiye’ye de soktuklarını hatırlatmak isteriz.

Genetik Mühendislik ya da Genetik Modifikasyona Uğratılmış Gıdalar, laboratuar şartlarında gıda için kullanılan bitkilerin ya da hayvanların DNA’larının içine çeşitli genlerin yapay olarak aktarılmasıyla oluşurlar. Bunun sonucunda GDO olarak adlandırdığımız Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar meydana gelir.

GDO’ların üretim aşamasında, bakteriler, virüsler, böcekler, hayvanlar ve hatta insanlardan gen aktarımı yapılmaktadır. Çoğu Amerikalı, “GDO etiketi” olduğu takdirde bu besinleri tüketmeyeceklerini söylemesine rağmen diğer endüstrileşmiş ülkelerin tersine ABD hükümetleri etiketlemeyi zorunlu kılmamıştır.

Bu GDO-suz Ürün Alışveriş Kılavuzu satın aldığınız gıdalar hakkında bilgi edinme hakkınızı hatırlatmak ve GDOlu ürünleri tanıma ve onlardan sakınma konusunda size yardımcı olmak için tasarlanmıştır.

GDO’lu ürün grupları
• Meyve ve sebzeler
• Et, balık ve yumurtalar
• Alternatif et ürünleri
• Süt ve süt ürünleri
• Alternatif süt ve süt ürünleri
• Mamalar
• Tahıllar, baklagiller ve makarnalar
• Kahvaltılık gevrekler
• Fırınlanmış gıdalar
• Dondurulmuş gıdalar
• Hazır çorba, sos ve konserveler
• Çeşniler
• Atıştırmalık gıdalar ve çerezler
• Şeker, çikolata ve tatlandırıcılar
• Sodalar, meyve suları ve diğer içecekler

GD ürünlerden kaçınmanın ipuçları:

1. Organik ürünler satın alın.
Sertifikalı organik ürünler GDO içeremezler. Yani, “%100 organik” ,“organik”, “organik içeriklidir” etiketi taşıyan bir ürün satın aldığınızda, bu ürünün GDO’lar ile üretilmiş olması yasaktır. Örneğin, “organik içeriklidir” etiketli bir ürün % 70 organik içerikli olsa dahi, %100 GDOsuz olmak zorundadır.

2. “GDOsuz” etiketi arayın.
Şirketler gönüllü olarak ürünlerini “GDOsuz” olarak etiketleyebilir. Örneğin etiketlerde “GDOsuz” ve “Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar Kullanılmadan Üretilmiştir”. Bazı ürünlerde ise sadece tek bir riskli içeriğin, örneğin “Soya Lesitin”in, GDOsuz olduğu belirtilir.

3. Riskli içeriklerden kaçının
Genetiği değiştirilmiş herhangi bir mahsul içeren tüm ürünlerden kaçının. Mısır, soya fasulyesi, kanola ve pamuk genetiği değiştirilmiş ürünlerin başında geliyor. GDO mısır, soa, kanola veya pamuk içerebilecek ürünler şunlardır:

Mısır içerikliler:
-Mısır unu, yağı, nişastası, gluteni, şurubu
-Tatlandırıcılar: fruktoz, glikoz, dekstroz
-Modifiye edilmiş gıda nişastası

Soya içerikliler:
-Soya unu, lesitini, proteini, isolat ve isoflavonu
-Bitkisel yağ ve protein

Kanola içerikliler:
-Kanola yağı

Pamuk içerikliler:
-Pamuk yağı

ABD’de, GDO’lu şeker pancarı da gıda ürünleri içinde yer almaya başlamıştır. GDO’lu şeker pancarından kaçınmak için organik ve GDOsuz şekerleri, yüzde 100 şeker kamışından elde edilen şekerleri veya organik şeker ile üretilmiş şeker ve çikolata ürünlerini tercih edin.

MEYVE VE SEBZELER

Amerika’da satılan taze meyve ve sebzelerin küçük bir kısmının genetiği değiştirilmiştir. Çekirdeksiz karpuz gibi ürünler genetiği değiştirilmiş değildir. Kabak, sarı kabak ve tatlı mısırların bazıları GDO’lu olabilir. Genetiği değiştirilmiş tek ticari meyve Hawaii’den gelen Papayadır- Hawaii’den gelen papayaların neredeyse yarısı GDOludur.

ET, BALIK VE YUMURTALAR

Henüz genetiği değiştirilmiş balık, kümes hayvanı veya çiftlik hayvanı satışa sunulmamıştır. Fakat, tahıl gibi GDOlu ürünlerle beslenen hayvanlardan üretilen pek çok organik olmayan ürün vardır. %100 ot/ çimenle beslenen hayvanları ve çiftlik balığı yerine açık deniz balıklarını tercih edin.

SÜT VE SÜT ÜRÜNLERİ:

Bazı ABD’li süt ürünleri çiftlik sahipleri ineklerine süt üretimini arttırmak için genetiği değiştirilmiş hormon rbGH( rbST olarak ta bilinir) enjekte eder. “rbGH/rbSTsiz inek” etiketli ürünleri satın alın. Pek çok alternatif süt ve süt ürünleri soya fasulyesinden üretilir ve GD maddeler içerebilir.

MAMALAR

Çoğu mamanın ana maddesi süt ya da soya proteinidir. Genelde bu ürünlerin içindeki gizli ürünler rbGH enjekte edilmiş ineklerden elde edilen süt veya soyadır. Aynı zamanda bazı markalar GDOlu mısır şurubu, mısır şurubu veya soya lesitini de kullanırlar.

GDOsuz ürünler
Baby’s Only (certified organic products)
Earth’s Best
Gerber products
HAPPYBABY
Organic Baby

GDOlu olma ihtimali olan ürünler
Beech-Nut
Enfamil
Good Start
Nestlé
Similac/Isomil

TAHIL, BAKLAGİL VE MAKARNALAR

Mısır dışında gıda marketinde GDOlu tahıl ürünleri bulunmaz. %100 buğdaydan üretilmiş makarna, kuskus, pirinç, arpa, yulaf,sorgum ve soya hariç kuru baklagilleri tercih edin.

GDOlu olma ihtimali olan ürünler
Betty Crocker meals (General Mills)
Knorr (Unilever)
Kraft Macaroni & Cheese meals
Lipton meal packets (Unilever)
Near East (Quaker)
Pasta Roni and Rice-A-Roni meals (Quaker)

KAHVALTILIK GEVREKLER

Genellikle mısır ve soyadan üretildikleri için, kahvaltılık gevrek ve barların GDOlu ürün içerme ihtimali yüksektir.

GDOlu olma ihtimali olan ürünler
General Mills
Kellogg
Post (Kraft)
Quaker

FIRINLANMIŞ GIDALAR

Buğday unu, pirinç, yulaf gibi fırınlanmış ürünlerin genetiği modifiye edilmese de, çoğu paketlenmiş ekmek ve hamur işi gıdalar mısır şurubu gibi GDOlu maddeler içerir.

DONDURULMUŞ GIDALAR

Çoğu dondurulmuş gıda üretim aşamasında çok sayıda işleme uğrar. Mısır, soya, kanola ve pamuğa dikkat edin. GDOsuz etiketi taşımadığı sürece bu gıdalardan herhangi birini içeren dondurulmuş gıdalardan uzak durun.

ÇORBALAR, SOSLAR VE KONSERVELER

Çoğu çorba ve sos pek çok işlemden geçer; alışveriş sırasında içindekiler listesini dikkatlice inceleyin.

GDOlu olma ihtimali olan ürünler
Bertolli (Unilever)
Chi-Chi’s (Hormel)
Classico (Heinz)
Del Monte
Healthy Choice (ConAgra)
Hunt’s (ConAgra)
Old El Paso (General Mills)
Pace (Campbell’s)
Prego (Campbell’s)
Ragu (Unilever)

SALATA SOSLARI, YAĞ ve ÇEŞNİLER

Etikette açıklanmadığı taktirde mısır, soya yağı, pamuk tohumu ve kanola yağı büyük ihtimalle GDO içerir. Saf zeytin, hindistancevizi, susam, ayçiçeği, badem, üzümçekirdeği ve yer fıstığı yağı tercih edin. Mısır şurubu ile üretilmiş reçel, tatlı ve diğer ürünlerden uzak durun.

GDOlu Olma İhtimali Olan Ürünler
Crisco (Smucker’s)
Del Monte
Heinz
Hellman’s (Unilever)
Kraft condiments and dressings
Mazola
Pam (ConAgra)
Peter Pan (ConAgra)
Skippy (Unilever)
Smucker’s
Wesson (ConAgra)
Wish-Bone (Unilever)

ATIŞTIRMALIK YİYECEKLER

Buğday, pirinç ve yulaflı, ayçiçek yağı içeren atıştırmalıkları tercih edin. Genetiği değiştirilmiş patlamış mısır bulunmamaktadır.

GDOlu olma ihtimali olan ürünler
FritoLay (Lay’s, Ruffles, Doritos, Cheetos, Tostitos)
Hostess Products (Interstate Brands)
Keebler (Kellogg’s)
Kraft (Nabisco, Nilla Wafers, Oreos, Ritz, Nutter Butter, Honey Maid, SnackWells, Teddy Grahams, Wheat Thins, Triscuit)
Pepperidge Farm (Campbell’s)
Pringles
Quaker Oats Company
Balance Bar
Nature Valley snack bars and granola bars (General Mills)
Nabisco Bars (Kraft)
PowerBar (Nestle)
Quaker Granola Bars

ŞEKER, ÇİKOLATA VE TATLANDIRICILAR

Çoğu tatlandırıcı, ve tatlandırıcı ile hazırlanan şeker ve çikolatalar GDO içerir. Yüzde 100 kamış şekeri, konsantre kamış suyu veya organik şeker içeren GDOsuz tatlandırıcıları, şeker ve çikolataları tercih edin, GDOlu şeker pancarı şekerinden kaçının. Çikolatadaki soya lesitin’e ve şekerdeki mısır şurubuna dikkat edin.

Tatlandırıcılardan aspartam GD mikroorganizmalardan üretilir. Aynı zamanda NutraSweet® ve Equal® olarak da bilinir ve alkolsüz içecekler, şeker, sakız, tatlılar, yoğurt, vitamin ile şekersiz öksürük bonbonları gibi eczane ürünleri de dahil olmak üzere 6,000den fazla gıda maddesinde bulunur.

GDOlu olma ihtimali olan ürünler
Hershey’s
Nestlé (Crunch, Kit Kat, Smarties)
Toblerone (Kraft)

SODALAR, MEYVE SULARI VE DİĞER İÇECEKLER

Çoğu meyve suyu GDO’suz meyveden üretilse de mısır bazlı tatlandırıcıların büyük kısmı (mesela yüksek fruktozlu mısır şurubu) GDO içerir. Gazlı içeceklerin çoğu su ve mısır şurubundan üretilir. Yüzde 100 meyve sularını tercih edin.

GDOlu olma ihtimali olan ürünler
Coca-Cola (Fruitopia, Minute Maid, Hi-C, NESTEA)
Hansen Beverage Company
Hawaiian Punch (Procter and Gamble)
Kraft (Country Time, Kool-Aid,Crystal Light, Capri Sun, Tang)
Libby’s (Nestlé)
Ocean Spray
Pepsi (Tropicana, Frappuccino,Gatorade, SoBe, Dole)
Sunny Delight (Procter and Gamble)

GİZLİ GD İÇERİKLERİ

İşlenmiş ürünler “organik” ya da “GDOsuz” ilan edilmedikleri sürece çoğunlukla gizli GDO barındırırlar. Aşağıdaki içerikler GDOlar ile üretilmiş olabilir.

Aspartam
B12 Vitamini
Bitkisel katı yağ (margarin)
Bitkisel sıvı yağ
C vitamini (Askorbik asit)
Dekstrin
Dekstroz
Diasetil
İnvert şeker
İsoflovon
Kabartma tozu
Karamel
Digliserit
E vitamini
Fenilalanin
Gliserid
Gliserin
Glisin
Glukoz
Glutamat
Glutamik asit
Gluten
Hemi selüloz
İnositol
Laktik asit
Lesitin
Lisin
Gliserol
Maltodekstrin
Maltoz
Mannitol
Mısır gluteni
Mısır nişastası
Mısır şurubu
Mısır yağı
Modifiye nişasta
Monosodyum glutamat
Nişasta
Oleik asit
Selüloz
Sıvı ya da kristalize fruktoz
Siklodekstrin
Sistein
Sitrik asit
Sorbitol
Soya lesitini
Soya proteini
Soya unu
Stearik asit
Tofu
Trigliserit

Bu klavuz, genetik testlere değil şirketlerin demeç ve bilgilerine dayanır.
“GDOsuz” etiketli ürünler üretim aşaması süresince GDOlu ürün kullanılmadığı anlamına gelse de, GDO doğal yollarla; polen yolu ile, rüzgar ve böcekler ile, tohum bozulması yolu ile ya da insan hatalarıyla yayılabilir.
Yani ürünlerin %100 GDOsuz olma garantisi yoktur.
GDOlar hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak için Feffrey M. Smith’in “Genetic Roulette: The Documented Health Risks of Genetically Engineered Foods” ya da Andrew Kimbrell’in “Your Right to Know: Genetic Engineering and the Secret Changes in Your Food” isimli .kitaplarından faydalanabilirsiniz.

Ayrıca;
www.centerforfoodsafety.org ve www.HealthierEating.org.
adreslerinden de GDO hakkında bilgi edinebilirsiniz.

Bu metin, Center for Food Safety and Institute for Responsible Technology tarafından “NON-GMO SHOPPING GUIDE- How to avoid foods made with genetically modified organisms (GMOs)” ismiyle ABD vatandaşları için hazırlanmış broşürün Türkçeye çevrilmiş şeklidir.

Çeviri: Dünya Atay, GDO'ya HAYIR PLATFORMU
http://www.iyibilgi.com/haber.php?haber_id=104435

Emine Aktaş 05-01-2009 19:43

Teşekkürler Denizakvaryumu. Bu tür bilgileri evimizin bir köşesine asmamız gerekiyor. Aslında ülkemizde ciddi bir gıda terörü yaşanmakta, fakat olayın ciddiyeti maalesef gerçek anlamda bilinmiyor.

Emine Aktaş 18-03-2009 21:55

Genetiği bozulmuş ürünler Türkiye`ye denetimsiz giriyor
 
Amerika ise geçen hafta domateste bulunan bir bakteri yüzünden 200`ü aşkın kişinin hastaneye kaldırılmasının şokunu yaşıyor.


Bu gelişmeler `ne kadar sağlıklı meyve sebze tüketiyoruz?` tartışmalarını yeniden gündeme getirirken, uzmanlar tarım ürünlerinde çok önemli bir konunun göz ardı edildiğine dikkat çekiyor. Genetiğiyle oynanmış ürünlerin ne denetimi yapılıyor ne de yeterince inceleneceği laboratuvarlar bulunuyor. Daha büyük, daha dayanıklı ve istenilen özelliklere sahip tarım ürünü elde etmek için bitki genetiğine yapılan müdahaleler uzun vadede insan sağlığını tehdit ediyor. Kanser, alerji, antibiyotiğe dayanıklılık, bebeklerde cinsiyet sorunları gibi menfi sonuçlara yol açtığı öne sürülen bu tür gıdaların üretimi her geçen gün yaygınlaşıyor. Bütün dünyada Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar`a (GDO) yönelik tedbirler alınırken, Türkiye`de bu konu tartışılmıyor. Sabancı Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selim Çetiner, patates tohumunun bile ithal edildiğine dikkat çekiyor, başta İsrail olmak üzere yurtdışından gelen tohumların gümrüklerden çok rahat geçtiğini, genetikleriyle oynanıp oynanmadığının bilinmediğini vurguluyor. TÜBİTAK Tarım Teknoloji Platformu üyelerinden genetik mühendisi Emrullah Gökhan da, tohum sektöründeki dışa bağımlılığa işaret ederken, Türkiye`de 300 milyon dolarlık tohum pazarının 70 milyon dolarının ithal olduğu bilgisini veriyor. Muğla Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ahmet Zeybek ise gümrüklerdeki denetimsizlikten yakınıyor ve analiz yapabilmek için akredite laboratuvarlara ulaşılamadığının altını çiziyor.


1970`lerde başlayan, 80`lerden itibaren hızlanan bitki biyoteknolojisinde genetiği değiştirilmiş ilk ürün 1996`da Amerika`da üretildi. `FlavrSavr` adı verilen domates, diğerlerine göre daha uzun raf ömrüne kavuşturuldu. Domatesi, gen aktarılmış mısır, pamuk, kolza ve patates takip etti. Modern biyoteknolojik yöntemler kullanılarak geliştirilmiş `transgenik` ürünlerin dünyadaki ekim alanı 2007 yılı sonu itibarıyla 112 milyon hektarı geçti. Bunlar başta ABD, Kanada, Arjantin ve Brezilya olmak üzere Çin, Hindistan, Avustralya ve İspanya gibi toplam 23 gelişmiş ve gelişmekte olan ülke tarafından ekiliyor.


Sabancı Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selim Çetiner, Türkiye`de biyoteknolojinin gelişmesi için temel bilim alanlarına gerekli önemin verilmemesinden şikayetçi. Bu durum, genetik konusunda yetişmiş eleman sayısının düşük kalmasına ve dolayısıyla kapsamlı araştırmaları yürütebilecek araştırma birimlerinin oluşturulmasına engel oluyor. En önemli sorun, belirli düzeyde bilgi birikimine ve tecrübeye sahip araştırmacıları bir araya getirerek `uzmanlık merkezleri` kurmak yerine, tek tek laboratuvarların oluşturulması. Türkiye`de bitki doku kültürü yatırımları 1974 yılında başlamış. Halen hemen hemen tüm ziraat fakültelerinde ve Tarım Bakanlığı araştırma enstitülerinde birer doku kültürü laboratuvarı bulunuyor. Ancak, Türkiye, son derece basit bir teknoloji gerektiren patates tohumluğu ihtiyacını bile, her yıl milyonlarca dolar ödeyerek yurtdışından karşılamak mecburiyetinde kalıyor. Bu ve benzeri çarpıklıkların yaşanmaması için öncelikle yapılması gereken, Avrupa Birliği müktesebatına uygun bir biyogüvenlik mevzuatı çıkarmak. Ardından tarımsal biyoteknoloji ürünlerinin bu mevzuat çerçevesinde değerlendirilmesini sağlamak. Prof. Dr. Çetiner`in üzerinde durduğu hususlardan biri de, Tarım Bakanlığı`nın hazırladığı Ulusal Biyogüvenlik Kanunu taslağının, Ulusal Biyogüvenlik Kurumu adı altında RTÜK gibi yeni bir bürokratik yapıyı öngörmesi. Oysa, genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO)`ın bilimsel esaslara dayalı olarak risk değerlendirmelerinin yapılması gerekiyor.


`Tartışmalar bilimsel zeminde değil`


Diğer yandan Tarım Bakanlığı`nın 5553 sayılı yasayla verilmiş görevlerinin önemli bir kısmının, kurulması öngörülen Ulusal Biyogüvenlik Kurumu`na devredilmesi, üreticileri (çiftçileri) ve tüketicileri doğrudan ilgilendiren konularda Tarım Bakanlığı`nı devre dışı bırakıyor. Çeşitli kesimler tarafından dile getirilen GDO`ları tespit edecek laboratuvarların bulunmadığına ilişkin görüşlere ise Prof. Dr. Çetiner katılmıyor. Çetiner, sağlık alanında biyoteknolojik teknikler kullanılması gündeme gelmezken, genetiği değiştirilmiş ürünler konusunda ise bilimsel tartışmalar yerine ideolojik, duygusal, kişisel ve ekonomik tercihlerin ağırlıklı olduğu görüşünde. `GDO`ya Hayır Platformu`nun iddialarına dayanarak basında yer alan haberlerin aksine Çetiner, Türkiye`de transgenik ürünlerin özellikle de transgenik mısırın ekimi yapılmadığının, TÜBİTAK tarafından desteklenen, en hassas analiz yöntemleri kullanılarak geçen yıl tamamlanan araştırma projesi ile kanıtlandığı bilgisini veriyor.


TÜBİTAK bünyesinde oluşturulan Tarım Teknoloji Platformu üyelerinden Genetik Mühendisi Emrullah Gökhan ise tohum sektöründeki dışa bağımlılığa dikkat çekiyor: "Türkiye, dünya tohumluk endüstrisindeki gelişmelere paralel olarak Ar-Ge faaliyetlerini yeterince gerçekleştiremediği için çokuluslu tohumculuk şirketleriyle rekabet edebilecek durumda olmadığı gibi, tohumluk ithalatı yapan bir ülke durumuna geldi." 300 milyon dolarlık tohum pazarının 70 milyon dolarının ithal olduğuna dikkat çeken Gökhan`a göre, ülke politikası olarak özel sektörün desteklenmesi ve ülke gen kaynaklarının korunarak Türkiye`ye ait patentli ürünlerin geliştirilip üretilmesine destek verilmesi gerekiyor. Muğla Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ahmet Zeybek, "Ülkemizde her ne kadar `genetiği geğiştirilmiş organizmalar`ı ihtiva eden gen kaynağı kullanımı yasak olsa da gümrüklerde yeterli denetim mümkün olmamakta, analiz yapabilmek için akredite laboratuvarlara ulaşılamamaktadır." diyor.


AB`de her ürün için tek tek izin alınıyor


Genetiği bozulmuş ürünlerin dünyadaki ekim alanı 2007`de 112 milyon hektarı geçti. Bunlar başta ABD, Kanada, Arjantin ve Brezilya olmak üzere 23 gelişmiş ve gelişmekte olan ülke tarafından ekiliyor. AB ise bu tür ürünlerle ilgili önemli sınırlamalar getiriyor. Ticarî maksatla pazara genetiği değiştirilmiş ürün sürmek isteyenler yazılı izin almak zorunda. İzinli ürün- ler 2003`ten beri tek bir katalogda toplanıyor. Üye devletlerin bunlara karşı korunma hakkı var.


Avrupa Birliği`nde izin şartı var


Genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) hakkındaki Avrupa Birliği mevzuatı 90`lı yılların başlarından beri yürürlükte. Bu düzenlemenin iki ana amacı bulunuyor: Sağlık ve çevrenin korunması ve güvenli, sağlıklı genetiği değiştirilmiş ürünlerin AB`de serbest dolaşımının temin edilmesi. AB`deki yönetmeliklere göre ticari maksatla pazara genetiği değiştirilmiş ürün sürmek isteyenler yazılı izin almak mecburiyetinde. Diğer taraftan üye devletlerin bu ürünlere karşı korunma hakkı var. Örneğin Ağustos 2000`de İtalya, dört genetiğiyle oynanmış mısır çeşidine yasaklama getirmişti. Ancak ilgili komisyonun incelemesinde mısırların insan sağlığını tehlikeye atmadığı sonucuna varılmış ve yasak kaldırılmıştı. Polonya da, ortak tarımsal bitki çeşitleri kataloğuna Eylül 2004`te kaydedilen 17 adet MON 810 mısır çeşidi tohumlarının kullanımını yasaklamasına izin verilmesi için müracaat etti. Komisyonun konu hakkındaki incelemesi devam ediyor. Öte yandan, `genetiği değiştirilmiş organizmalar`la elde edilmiş birçok ürün Avrupa Birliği`nde kanuni olarak pazarlanabiliyor. 2003`ten itibaren izin verilenler tek bir katalogda toplandı. AB`de üzerinde durulan en önemli nokta ise bir ürünün GDO`lu olup olmadığına ilişkin bilginin mutlaka etikette yer alması.


Pirince vitamin takviyesi yapıldı


Dünyada halen ticari olarak üretimi yapılan transgenik ürünlere aktarılmış özellikler incelendiğinde, bunların daha çok girdiye yönelik, yani doğrudan çiftçiyi ilgilendiren böceklere, herbisitlere ve virüslere dayanıklılık gibi özellikler olduğu görülüyor. Diğer taraftan Güneydoğu Asya`da yeterli A vitamini alamayan 170 milyon kadar kadın ve çocuğa yönelik olarak da `altın pirinç` olarak adlandırılan beta karoten/A vitamini içeriği yükseltilmiş çeltik üretildi. Bt patates ise çevrecilerin tepkisinden çekinen büyük `fast food` gıda zincirlerinin talep etmemeleri sebebiyle yeterli ekim alanı bulamadı. Herbisitlere dayanıklı transgenik buğday çeşidi de gerek çevrecilerin tepkisi gerekse bu ürünü geliştiren çokuluslu şirketin pazarlama kaygıları sebebiyle henüz ticarileşemedi.


`Türkiye`de yetişen binlerce bitki türünün geleceği tehdit altında`


Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Gökhan Günaydın, genetiği değiştirilmiş gıdalarla ilgili makalesinde muz, ahududu, çilek, kiraz, ananas, biber, kavun ve karpuzda çalışmaların sürdüğünü belirtiyor. Bu mahsuller üzerindeki çalışmaların Türkiye`ye girmesi durumunda üreme yeteneği alınmış tohumlarla her yıl milyonlarca dolarlık tohumun yeniden satın alınmak zorunda kalınacağını vurguluyor. Genetiği değiştirilmiş ürünlerin 1998`den bu yana hiçbir denetime tabi olmadığını vurgulayan Günaydın, gümrüklerde ayrım yapacak laboratuvar altyapısının bulunmadığını dile getiriyor. Doğrudan tüketilmese de genetiği değiştirilmiş mısır ve soyadan üretilen yağ, un, nişasta, glikoz şurubu, sakkaroz, fruktoz içeren gıdalar; bisküvi, kraker, kaplamalı çerezler, pudingler, bitkisel yağlar, mamalar, şekerlemeler, çikolata ve gofretler, hazır çorbalar, mısır ve soyayı yem olarak tüketen tavuk ve benzeri hayvansal gıdalar ile pamuk risk taşıyor. Bir başka olumsuz etki ise sadece Türkiye`de yetişen binlerce bitki türünün azalma ihtimali. Gökhan Günaydın, bu alanda Türkiye`nin kendi araştırmalarını yapması gerektiğini ifade ediyor.


ABDULHAMİT YILDIZ- ZAMAN

Emine Aktaş 31-03-2009 13:31

Soframızdaki Tehlike
 
GDO'ların Türkiye'ye girişinin Tarım ve Köyişleri Bakanlığı genelgesine göre yasak olmasına karşın bu konu ile ilgili kesin bir veri yok. GDO'ya Hayır Platformu'nun geçen yıl Arjantin'den ithal edilen mısırda ve yerli bir bebek mamasında yaptırdığı analizler, GDO'lu olduklarını kanıtladı


Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar'ın (GDO) Türkiye'ye girişinin Tarım ve Köyişleri Bakanlığı genelgesine göre yasak olmasın karşın bu konu ile ilgili kesin bir veri yok. Çünkü yurtdışından gelen hammaddeler ve işlenmiş gıdalar bakanlığın açıklamasına göre mevzuat eksikliği nedeniyle denetlenmiyor ve bu nedenle GDO'ların Türkiye'ye girip girmediği resmi olarak bilinmiyor. Ama GDO'ya Hayır Platformu'nun geçen yıl Arjantin'den ithal edilen mısırda ve yerli bir bebek mamasında yaptırdığı analizler, GDO'lu olduklarını kanıtladı.

GDO'ya Hayır Platformu bileşenlerden Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi'nin Başkanı Ahmet Atalık, GDO'lu ürünlere karşı tüketicilere bezdirme politikası uygulama çağrısı yaptı.

Tüketicilerin, içinde özellikle mısır ve soya olan, şüphelendikleri gıda maddelerini tarım il müdürlüklerine götürmelerini isteyen Atalık, "Ben ne yediğimi bilmek istiyorum, içinde GDO var mı yok mu bilmek istiyorum diyerek analiz yapılmasını istesinler. Tarım il müdürlükleri bu analizi yaptırmak zorunda. Tarım il müdürlüklerinde bu ürünler yığılmaya başladığında halkımız bize de yardımcı olur. GDO'lar suçsuzlukları ispat edilene kadar suçludurlar. Suçsuzlukları ispat edilene kadar hayatımızdan uzak tutmalıyız" dedi.

Atalık, platform olarak yakında "Ulusal Biyogüvenlik Yasamızı İstiyoruz" kampanyası başlatacaklarını da söyledi.

Atalık, GDO'lu tohumların ve işlenmiş ürünlerin, patent hakkını almadan çok ucuz fiyata piyasaya girerek çiftçilere cazip bir alternatif oluşturduğuna dikkat çekerek çiftçilerin de para kazanacağı mekanizmayı tercih ettiğini belirtti. Atalık, üreticilerin; Dünya Bankası ve IMF'ye borcu olan çiftçinin geçimini sağlayamadığı, Türkiye gibi 3. dünya ülkelerinde bu yöntemi uygulayarak çok rahat GDO'lu tohum satabildiğine vurgu yaptı.

Zirai madde kalıntısı nedeniyle ihraç ettiğimiz birçok ürünün ya imha edildiğini ya da geri gönderildiğini ifade eden Atalık, "Sıkı bir denetim olsa bunlar yaşanmaz. Zirai madde kalıntılı bir ürün nasıl yurtdışına çıkabiliyorsa GDO'lu tohumlar da aynı şekilde ülkemize giriyor" diye konuştu.

Tarım Bakanlığı'nın genelgesine göre GDO'lu tohumla üretimin yasak olduğuna dikkat çeken Atalık, Tarım Bakanları Sami Güçlü ve Mehdi Eker'e konuyla ilgili 9 ayrı soru önergesi verildiğini ve her defasında "Bunları düzenleyen bir mevzuat olmadığından bu ürünleri analiz etmeye gerek duymuyoruz" yanıtının alındığını belirtti.

Dışarıdan gelen tüm ürünlerin denetlenmeden halkın tüketimine sunulmasını eleştiren Atalık şu bilgileri verdi:

"Geçen yıl ABD'den sonra en geniş GDO'lu ekim alanlarına sahip Arjantin'den 110 bin ton mısır ithal edildi. Platform olarak o mısırlardan numune alarak analiz ettirdik ve ürünler GDO'lu çıktı. Bakanlık mevzuat olmadığı için denetim yapılmadını söylüyor. Ama Türkiye Cartagena Biyogüvenlik Sözleşmesi'ne üye. Uluslararası sözleşmeler, anayasaya göre kanun hükmündedir ve en kısa sürede iç düzenlemelerin o yasaya uygun hale getirilmesi gerekir. Bunu yapmıyorsanız da sözleşme sizi bağlar. Mevzuat yok diye bu ürünlerin ülkeye girişi meşru değildir."




Yasa tasarısı ortadan kayboldu

2005'te TBMM gündemine gelen Ulusal Biyogüvenlik Yasa Tasarısı'nın şu an adının bile anılmadığını dile getiren Atalık şöyle devam etti:

"2005'te GDO'ya Hayır Platformu, yasadaki sakıncalı birçok hükümden dolayı 100 bin imza toplayarak o şekilde çıkmaması yönünde çaba gösterdi. Yaklaşık 16 ilde 'canavar domates' kampanyası düzenlendi. Bunun sonucunda 100 bin imza 2005'in Şubat ayında TBMM'ye sunuldu. Meclis Dilekçe Komisyonu başkanı bu işi ciddiye alacağını basına açıkladı. Meclis'teki ziraat mühendisi ve veteriner milletvekilleri ile tarım komisyonu üyelerine 2 kez bilgilendirme toplantısı yapıldı. Sonuçta, 'Bu ürünlerin riskleri çok yüksek, tasarıyı revize edilmesi için Tarım Bakanlığı'na geri gönderiyoruz' denildi. Fakat o gün bugündür taslak kayıp, bakanlığın web sitesinden bile kaldırılmış. Tasarıya göre ürünlerde gen aktarımının başarılı olup olmadığının takibi, aktarılan antibiyotik direnç geni ile tespit edilebiliyor. Taslakta şöyle bir ibare vardı: '31 Aralık 2008'e kadar insan tedavisinde de kullanılan antibiyotik direnç geni olan GDO'lu ürünler Türkiye'ye ithal edilebilir.' Taslakta böyle bir ibarenin yer alması, insanların sürekli antibiyotik direnç genine muhatap kalması, antibiyotik direncinin artması çok sakıncalı."

‘ADINI AÇIKLARSAM SUÇLU OLURUM’

Türkiye'de sadece Ankara ve Bursa'da altyapıları tamamlanmış, GDO'lu ürünleri tespit edebilecek 2 adet laboratuvar bulunduğunu belirten Atalık, "Ürünüm GDO'lu değildir" beyanının yeterli olduğunu, ithal edilen hiçbir şeyin analiz edilmediğini vurguladı. Atalık, Türkiye'deki GDO'lu ürünlerin habersizce nasıl hayatımıza girdiğini şu örnekle dile getirdi:

"Türkiye'de oldukça geniş bir ürün yelpazesi olan biri yerli biri yabancı 2 büyük firmaya mail atarak ürünlerinde GDO'lu hammadde kullanıp kullanmadıklarını sordum. Her iki firma da bu konuda çok titiz olduklarını, halkın sağlığını düşündüklerini, GDO'lu ürün kullanmadıklarını bildirdiler. Fakat bu iki markadan yerli olanının bebek mamasında yaptırdığımız analizde GDO kullanıldığını ortaya çıkardık. Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen , bu ülkeye hangi firmalar GDO'lu hammadde, işlenmiş madde ithal ediyorlar, diye sorulduğunda yasaların buna izin vermediğini, açıkladığı takdirde suçlu duruma düşeceğini ifade etmişti. Bu ülkedeki yasalar sağlığı koruma yönünde değil sağlıksız ürün imal edeni koruma yönünde. Bu markanın adını açıklarsam firmanın işlerini bozduğum için tazminata mahkûm ediliyorum. Ben suçlu olurum. Ve ne yazık ki bu bir bebek maması."




İnsan ve çevre üzerine etkileri

Bir ürüne neyin aktarıldığı bilinmediği için aktarılan organizmaya karşı alerjisi olanlar reaksiyon gösteriyor. Çevresel açıdan biyoçeşitliliği bitiriyor. GDO'lar tozlaşma yolu ile yabani türleri de kendine çevirerek tek tip ürün oluşmasına yol açıyor. Bir mısırın poleni 35 kilometreye kadar taşınabiliyor. GDO'lu bitkilerde bulunan özellikle zararlı ot ve böcek öldürücü genler ile terminatör teknolojisi gereği aktarılmış olan genler de toksin üreterek çalıştıklarından, dokularda birikme durumunda, önemli riskler oluşturuyor.

GDO'lu bitkilerin doğrudan ve dolaylı olarak kanserojen etkisinin olabileceği birçok araştırıcı tarafından ortaya kondu. Özellikle, herbisitlere dayanıklı GDO'lu pamuk, soya, mısır ve kolza çeşitlerinde kullanılan bazı kimyasal maddelerin doğrudan kanser yapıcı oldukları biliniyor.

GDO'lu bitkinin orijinal yapısında bulunan bazı kalite öğelerinde önemli azalmalar oluyor. Kalp hastalıklarına ve kansere karşı önemli bir koruyucu madde olan "phytoestrogen" bileşikleri, klasiklere oranla GDO'lu bitkilerde daha az.

Hangi ürünler GDO'lu?

GDO'lu ürünler en çok soya, mısır, kanola ve pamuk olarak karşımıza çıkıyor. Soya ve mısır Türkiye'de çok yaygın kullanılıyor ve aynı zamanda en çok ithal ettiğimiz ürünlerin başında geliyor. GDO'lardan uzak durmak için soya ve mısır yememek de çözüm değil. Çünkü mısır ve soya 1600 gıda maddesi içinde katkı maddesi olarak kullanılıyor. Özellikle mısır nişastası, bebek mamaları ve tatlılarda yoğun olarak bulunuyor.

Bu ürünlerin çoğu hemen her yıl GDO'lu tohum üretiminde birinci olan ABD ve 2. olan Arjantin'den ithal ediliyor. 2005'te Arjantin'den Türkiye'ye soya getiren bir gemi Greenpeace tarafından Brezilya açıklarında durdurulmuştu. Soyaların GDO'lu olup olmadığının analiz edilmesi istenmiş ve analiz sonucunda bir gemi dolusu soyanın GDO'lu olduğu ortaya çıkmıştı.

HER ŞEYİ MEVSİMİNDE TÜKETİN

İTO Gıda Meslek Komitesi Üyesi ve Keyveni Catering Yönetim Kurulu Başkanı Sadık Çelik de GDO'lu ürünlerin toprağın dengesini bozduğunu ve 100-200 yılda toprağın kendine gelemediğini söyledi. Mısır ve türevlerinin çok ciddi bir endüstri oluşturduğuna dikkat çeken Çelik, şu ifadeleri kullandı:

"Mısırı, genetiği değiştirilmiş olarak ülkenize soktuğunuz andan itibaren bütün hayatınıza GDO'lu ürünler girmiş oluyor. Mısırdan nişasta yapıyorsunuz, nişasta baklavadan sütlü tatlılara, bebek mamalarına kadar her yerde kullanılıyor. Gündelik yaşantımıza süt olarak da girebiliyor. Köylüler ' mısır silacı' denen bir yem yapıyorlar hayvanlar için. Yemi yiyen inek, koyun aracılığı ile GDO süt olarak bize dönüyor."

Sadık Çelik, tüketicilere şu önerilerde bulundu: "Mevsiminde olmayan gıdaları tüketmeyin. Dondurulmuş gıdaları kullanmayın. Mevsiminde aldığınız sebzeleri derin donduruculara koyarak daha sonra kullanmak mümkün. Organik ürünlere yönelin. Tüketici aldığı ürünleri sorgulamalı

http://www.cev.org.tr/Default.aspx?pageID=18&nID=1170

ayferaksit 05-04-2009 21:56

Sevgili Pembe Domates Ağı Dostları,

PDA üyesi,Değerli Cem Birder'in,Açık Radyo'daki (2Nisan Perşembe) ''Toprak
Ana'' programında Genetik Çalışmalarla Elde Edilmiş Ürünler-GDO konusunda
Hukuk bakışı konu edildi.
Program gerçekten çok aydınlatıcıydı.
Doğal olanın,yani tamamen doğal ortamda, tozlanma yoluyla oluşan ürünün
tohumuyla yapılan tarımdan elde edilen ürünler yerine,çeşitli
gerekçelerle laboratuar çalışmalarıyla elde edilen tohumların ürünleri,
sağlık sorunlarından, kısır tarıma kadar sayısız sorun yaratmakta..
GDO'lu tohum tarlaya bir girdi mi, siz istediğiniz doğal tarımı yapın,sizin
ürününüzü de GDO'luya dönüştürüveriyor.
Dünyada ve ülkemizde çok bilinen ve çok tartışılan GDO sorunu, yeni toprak
yasasıyla yetki alan firmalarla önü alınmaz bir boyut kazanacak gibi
görünüyor.
Tohum dağıtma yetkisini elinde bulunduran firmaların ürünlerinin yetiştiği
toprak bir kerelik hasada izin verdiği için kısırlaşma kaçınılmaz oluyor.
Hem çiftçi bu firmalara göbekten bağlı kılınmış oluyor, hem bu toprakların
yerli ve çeşitli ürünleri yok oluyor, hem de kanser başta olmak üzere sağlık
sorunları kapıda bekler oluyor!
Burada zaman yitirmeden yapılacak şey, bu konuyla ilgili olan herkes, her
kuruluş, her oluşum, (PDA gibi örneğin),her sivil toplum örgütü, karar
alıcılara tepkilerini dile getirmesi...
Pembe Domates Ağı Gönüllüleri olarak bir tepki bildirisi hazırlayabilir
miyiz,ne dersiniz?
Selam ve sevgilerimle
Ayşe Sazak

malina 14-04-2009 14:42

Alıntı:

Almanya Tarim Bakani GDO misir ekimini yasakladi. Urun, Monsanto'nun 810 numarali tohumu.

Yapilan arastirmalar sonucu, kisa ve uzun surede, cevreye zararli oldugu icin yasaklandi.
Almanca bilenler internette konunun ayrıntılarına bakabilir mi?

yesimcim 15-04-2009 16:26

Almanca bilmiyorum ama Ingilizce sayfalardan taradim.Monsanto 810 yazinca oldukca makale cikiyor.Cesitli platformlarda Tohum yasasi-Yonetmelik oncesi yaptigimiz arastirmalar arasinda tezimizi destekleyecek saglam bir kanit Almanya'dan dun yetisti.Anladigim kadari ile tam da ekim sezonunun basinda olmalarina ragmen bu sene GDO lu tohum kullanamayacak Alman ciftciler.

http://www.dw-world.de/dw/function/0...177472,00.html

http://www.spiegel.de/international/...618913,00.html

Sevgiyle kalin
Yesim Guris

yesimcim 15-04-2009 16:36

Bir de bu habere bakalim...
 
Özel Haber: AB, Genetiği Değiştirilmiş Ürün İstemiyor

14 Şubat 2009 10:25

Avrupa Birliği hükümetleri, ABD'li Monsanto firması tarafından geliştirilen genetiği değiştirilmiş mısırın ekimi konusunda yasak uygulayan Fransa ve Yunanistan için gelecek hafta toplanacak.

Avrupa Birliği'nin icra kolu olan Avrupa Komisyonu, bilimsel olarak Monsanto genetiği değiştirilmiş mısırın zararlı olduğuna dair kanıt olmadığını savunarak, Fransa ve Yunanistan'dan genetiği değiştirilmiş mısırın ekimi konusunda uyguladıkları yasağı kaldırmalarını istiyor.

AB hükümetlerinden gelecek uzmanlar, Pazartesi günü komisyonun teklifini oylayacaklar. Eğer hükümetler bir karara varamazsa, komisyonun yasağı kaldırma teklifi 2 Martta hükümetlerin çevre bakanları tarafından da oylanacak.

Bakanlar geçmişte Avusturya ve Macaristan tarafından uygulanan yasağın kaldırılmasını oylama sonucu reddetmişlerdi. Gözlemciler, yapılacak oylamada yine aynı durumun yaşanacağını ve AB hükümetlerinin kendi ulusal otonomisine saygı gösterileceğini öngörüyorlar. Uzmanlar, kapalı yapılacak oylamayla, iki tarafın da karşı koyması sonucu yaşanacak hareketsizle konunun kitleneceğini belirtiyorlar.

Greenpeace genetik ürünler sorumlusu Marco Contiero, "Yüksek düzeyde yaşanacak çatışmanın merkezinde iki ensititü var. Taraflardan biri Avrupa Konseyi, diğer tarafı ise komisyondur." dedi.

Fransız günlük gazetesi Le Figaro hafta içerisinde, Fransız Gıda Güvenliği Ajansı raporunu yayınlanmıştı. Raporda ajans, Monsanto genetiği değiştirilmiş ürünlerinin insan sağlığına zararlı olmadığını açıklamıştı. Fransız hükümeti, yasağın devamını savunuyor ve resmi yetkililer biyotek mısırdan tarım alanlarının zarar görmemesi için yasağın devam etmesi gerektiğini söylüyorlar.

Monsanto mısırları-MON 810-olarak adlandırılıyor ve biyotek ürün Avrupa'da yetişebiliyor. Monsento firması 2005 yılında Iraklı çiftçilerin yüzlerce yıldır kullanmış oldukları tarım yöntemlerini engellemiş ve tohumların ertesi yıl tekrar üzere saklanmasını engelleyecek yasayı çıkartmıştı.
2006 yılında ABD biyotek firmalarının Dünya Ticaret Örgütü'ne, AB'nin uyguladığı ithalat kısıtlamalarının kaldırılması için başvurmuş ve AB, genetiği değiştirilmiş ürünlerin bazılarının ithalatına izin vermişti. İthalatına izin verilen ürünler içerisinde MON 810'da bulunuyor.

Genetik ürünlere karşı çıkanlar; gen teknolojisi ile üretilen besinlerin, toplumda görülen alerjik reaksiyonları arttıracağı, antibiyotiklere dirençli mikroorganizmaların kısa sürede gelişeceği, ekolojik açıdan zaman içinde dünyadaki genetik çeşitliliği azaltacağı, ekonomide dışa bağımlılığı da arttıracağı ve özellikle küçük çiftçilerin bundan zarar göreceğini ileri sürüyorlar.

Türkiye'de üretim kapasitesi olmasına rağmen her yıl 2 milyon ton genetiği değiştirilmiş mısır ithal ediliyor.

ABsaglikhaber.com

k0900 15-04-2009 18:05

Genetiği değiştirilmiş mısıra yasak

Großansicht des Bildes mit der Bildunterschrift: ABD’nin biyo-teknoloji devlerinden Monsanto’nun ürettiği, genetiği değiştirilmiş mısır tohumunun Almanya’da üretimi yasaklandı. MON 810 türü tohumların doğaya verdiği zararlar hala tam olarak bilinmiyor.

Federal Almanya Tarım Bakanlığı son haftalarda yoğun baskı altındaydı. Kısa bir süre içersinde mısır ekimine başlayacak olan Alman çiftçiler, Tarım Bakanı Ilsa Aigner’in, genleri değiştirilmiş “MON 810” türü mısır tohumunun yasaklanıp yasaklanmayacağı konusunda acilen karar vermesini istiyordu.

Bildunterschrift: Großansicht des Bildes mit der Bildunterschrift:
Bakan Aigner’in üyesi olduğu Hıristiyan Sosyal Birlik Partisi içersinde de, sadece hayvan yemi olarak öngörülen bitkinin ekilmeye devam edilmesine izin verilmemesi isteniyordu. Parti, Avrupa Parlamentosu seçimleriyle Almanya'daki genel seçimler öncesinde, Bavyeralı tüketicilerle çiftçileri karşısına almak istemedi. Ancak beklenen açıklamayı yapan Alman Bakan Aigner, kararının siyasi nitelik taşımadığını vurguladı:

“Bu kararın, ‘Yeşil gen tekniği’ konusunda geleceğe dönük bir ilke kararı olmadığının altını çizmek istiyorum. Bu, tek bir konuya ilişkin, lehte ve aleyhteki tüm unsurlar titizlikle tartılarak, bilimsel zeminde alınmış bir karardır. Avrupa’da izin verilen bu genetik değişikliğe uğramış tek organizmaya ilişkin yanıtsız kalan birçok soru daha güçlü bir güvenlik araştırmasının yapılmasının önemini açıkça ortaya koyuyor.”

Ne gibi zararları var?

Bildunterschrift: Großansicht des Bildes mit der Bildunterschrift:
Tarım Bakanlığı, uğur böcekleri, su piresi ve kelebekleri tehdit ettiği görüşünde. Karar öncesinde politikacılar “MON 810” türü mısır türünün polenlerinin balda tespit edildiğini gündeme getirmişlerdi. Arıcılar ürünlerinde hayvan yemi içeriği ya da gıda ürünlerinde bulunmasına izin verilmeyen içerik bulunduğu takdirde üretimlerini sürdüremiyorlar. Federal Tarım Bakanlığı uzmanlarından Christian Grugel’a göre ise bu argüman kararda belirleyici bir rol oynamadı:

“Elimizde şu anda, arılarda, somut bir tehlike olduğunu ortaya koyacak türde etki olduğunu belgeleyen bir bilimsel araştırma yok. En azından benim arılarla bir bağ olduğunu ortaya koyan bir araştırmadan haberim yok. Ancak mevcut araştırmaların belirli sorulara yanıt vermediği bir durumla karşı karşıyayız.”

Şirket yargı yoluna gidiyor

Genetiğiyle oynanmış mısır tohumlarının üreticilerinden Monsanto Federal, Alman Hükümeti’nin bu kararına karşı dava açabilir. Hatta şirketin sözcüsü bu yönde adım atmaya hazırlandıklarını bir haber ajansı aracılığıyla duyurdu bile. Tarım Bakanı Aigner ise endişeli değil. Zira diğer Avrupa ülkeleri de bu mısır türünü yasakladı:

“Avusturya, Macaristan, Yunanistan ve hatta Lüksemburg’a karşı dava açılmadı. Fransa’ya karşı 2008 yılında dava açıldı ve halen karar çıkmış değil. Bizde süreç farklı bir zeminde ilerledi. 2007 yılında önce koruma önlemi alındı. Horst Seehofer başkanlığında bir izleme süreci kararlaştırılmıştı. Şimdiki hukuki durum ise işte geldiğimiz noktadır.”

Çevreciler karardan memnun

Bildunterschrift: Großansicht des Bildes mit der Bildunterschrift:
Siyasetten farklı tepkiler yükselirken çevre ve doğal hayatı koruma örgütleri kararı memnuniyetle karşıladı. Alman Çiftçiler Birliği'nden Adalbert Kienle da genetiği değiştirilmiş mısırın yasaklanmasını memnuniyetle karşıladıklarını duyurdu:

“Almanya'da bu karardan etkilenen çiftçi sayısı çok az. Bu mısırın ekilmesi için yapılan başvurularda toplam 3 bin 600 hektarlık bir alan öngörülmüştü. Bu Almanya'daki ekilebilir alanların sadece yüzde 0,02'sini oluşturuyor. Ancak yine de etkilenen çiftçiler var.”



Zacharias Zacharakis / Çeviren:: Değer Akal

Editör:Ahmet Günaltay

Oğuz Karsan 28-04-2009 22:22

Merhaba.

Elektronik posta yolu ile gelen bu mektubu meslek ilgilisi gönderdiği için çok önemsedim ama nereye koyacağımı bilemedim. Eğer uygun yerde değilse, Sn. site yöneticisi lütfen gereğini yapınız.

Bu arada tavuk üreticileri kızacaklardır ama yazılanlar acaba uydurma mı? Onlarda aksi açıklamalar yapabilirler. Yeter ki gerçekleri yansıtsın


Alıntı:

Malesef bugün etlerimiz kırmızı veya beyaz hormondan geçilmiyor.Özellikle beyaz et.
Bunun bir masal olduğuna inanan meslektaşlarımız gitsin marketten bir piliç alıp,östrojen kitiyle bir baksınlar.Bakan biri olarak söylüyorum bunu şaşıracaksınız.
Malesef bakanlık teşkilatı ve ek gelir peşinde koşturan meslektaşlarımız bunun farkında bile değiller.
Bugün ALTIN TOZU denilen ve onun benzeri prperaratlar sahada cirit atıyor.Bunu satan 4-5 firma vardır ki resmi yetkililer biliyor bunları.Ama kimsenin kılını kıpırdattığı yok.
Antibiyotikli yem ilaveleri ve üzülerek söylüyorum ki bazı yemler sağlığımızı olumsuz etkiliyor.
Altın tozu denilen madde DES etkisi oluşturmakta.Kimyevi ve gıdaya uygun bir madde olmayıp östrojen etkisi meydana getiriyor.
Üstelik yemdeki mısır,ayçiçeği v.s gibi hammadeler %90 üzerinde GDO lu dur.
Hal böyleyken,hala halk sağlıgından dem vuranlara,deontolojiden bahsedenlere,kendini oturduğu makamın sahibi sanan bakanlık yetkililerine yazıklar olsun.

Veteriner Hekimi
M.İ.Murat

ayazkentli 03-07-2009 18:20

http://www.tumgazeteler.com/?a=3904601


Burada'ki haber'de, GDO'ları üreten küreselcilerin,çok amaçlı bu projesinin,farklı bir boyutuna değinilmiş.Gerçi burada'ki yazılanlara komplo diyenler olabilir ama bir gerçek var ki,o da bu adamlar, dünya insanlarını birer kobay olarak kullanıyorlar.Bu arada yazıyı okur iken,Norveç yakınlarında'ki bir ada'da inşasını bitirip,geçen yıl hizmet'e soktukları deponun ne amaçlar'la kullanabileceklerini'de düşünmeye çalışmak'ta fayda var.

petulya 04-07-2009 15:19

GDO ya Hayır Platformu
 
Arkadaşlar bu esnada GDO ya Hayır Platformu oluşturulmuş...
http://www.gdoyahayir.org/

Bizde binlerce üyesi olan bir site olarak bu platforma destek verebilirmiyiz?
Koskoca Amerikayı lobiyle yönetebiliyorlarsa, bu ülkenin vatandaşları olarak bizde kendimizi lobi yaparak yönetebiliriz...

Arca Atay 09-07-2009 16:46

GDO'ya Hayır Platformunun iki sitesi daha var,

http://gdohp.blogspot.com/
http://gdoceviri.blogspot.com/

Oğuz Karsan 16-07-2009 11:34

Merhaba.

İşte elektronik posta yolu ile gelen iki belge daha.

Alıntı:

Transgen (genleri ile oynanmış) Tohumları İnsan Sağlığını nasıl olumsuz etkilediği, Avusturya Sağlık Bakanlığının desteği ile Viyana Üniversitesinde yapılan Klinik Araştırma sonuçlarını linki tıklayarak okuyabilirsiniz.

Checked by AVG - www.avg.com
Version: 8.5.387 / Virus Database: 270.13.14/2238 - Release Date: 07/14/09 18:03:00
Alıntı:

11.07.2009 Cumartesi saat 18.00 de Ankara da yayın yapmakta olan KANAL B - Başkent Televizyonunda çok güzel bir Program vardı.İsmi bile yetiyordu TÜKENMEDEN TÜKETMEK.........

Bu haftaki konu GDO lu ürünler yani Genetiği değiştirilmiş Organizmalar..Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı sayın Gökhan GÜNAYDIN,HÜ.Prf Dr. Meral AKSOY,Tüketici haklarından Turhan ÇAKAR program konuklarıydı.

Programda Özellikle MISIR,SOYA,KANOLA,PAMUK ta gdo lu kullanımın 1998 den beri devam ettiğini sanılanın aksine tohumların İsrail den değil Amerika,Kanada,Brezilya ve Arjantin den geldiğini söylediler.Üstelik ana ürünlerin yanı sıra 750 adet yan ürün çeşidinin de tüketicilerin haberi olmadan tükettirildiği söylendi.( Yukarıdaki ürünlerin yağları,süt ürünleri,turşu katkıları vs)

Bugüne kadar yapılmış hayvan deneylerinden ortaya çıkan sonuçlardan;
%100 olarak Alerji yaptığı,toksik madde oluşumu ile vücutta birikim yaptığı,Antibiyotiklere karşı direnç kazandığı kanıtlanmış bu GDO lu ürünler etiketsiz bir şekilde kullanımıda sağlanmaktadır.

GDO lu ürünlerin tohumları piyasaya sürülürken verim artışı,ilaç kullanımın azaltılması,yabani otlarla mücadelenin kolaylaşması beklendiği söylenmiş fakat araştırmalarda tam tersi sonuçlar çıkmıştır.

Ulusal Bio güvenliği yasa tasarısı taslağında GDO lu ürünlerin güvenirliğinin kanıtlanmadığını ve yanlış olduğunun belirtildiği de söyleniyor. Peki neden çıkmıyor yasa,şimdiye kadar bu halk bilmeden neden bu ürünleri tüketiyor **** tükettiriliyor? Para uğruna insan sağlığı tercih ediliyor.

Şimdi bunları neden yazdım, anlayabilen var mı? Anlayan çokta karşı durabilenler kimler onu öğrenmek istiyorum? Aynı konuyu biliyorsunuz 4-5 ay önce KANOLA savaşımda belirtmiştim.Şimdi bu insanlar Kanola yağını ZEYTİNYAĞIMIZA karıştırıyorlar, tertemiz genetik yapısı belli doğal meyva suyu olarak tüketeceğimiz Zeytinyağımızı kötü emellerine alet edecekler,ediyorlarda.Günlerdir tağşiş diye çığlıklar attım herkes kulaklarını tıkadı,hadi şimdi de tıkayın da , geleceğimiz olan çocuklarımıza vereceğiniz hesabı düşünün .............


Hatırlatmak istedim, unutmadım, unutturmayacağım !!!!!!


Saygılarımla

Serdar Öçten ÜNSAL
Zeytindost/Ankara
0 537 660 42 26
Saygılar

kamil35 10-09-2009 23:16

Doğal üretim balımdan ücretsiz tatmak isteyenler. Lütfen aşağıdaki linke tıklayın.
http://www.agaclar.net/forum/showthread.php?t=17247

Remzi Sarıoğlu 03-10-2009 10:39

GDO BELASININ GELDİĞİ SON NOKTA



ABD öncülüğünde yürütülen GDO iyiden iyiye tehlikeli bir silaha dönüşüyor. Batının bilim adına yürütüğü bu tehlikeli oyun insanlığı bir bilinmeze doğru sürüklüyor... Türkiye'yi doğrudan ilgilendiren bir tehlikeye karşı toplum ve ülke, dünyanın 3. büyük tohum deposunu kurduk masalıyla korunamaz!

Genetiği değiştirilmiş organizmalara (GDO) gösterdiği direnç, üreticiler ve araştırmacılar üzerinde etkisini göstermeye başladı. Almanya'nın Baden-VVürttemberg bölgesinde bulunan Nürtingen-Geislingen Üniversitesi'nde sürdürülen GDO mısır çalışmaları, ürünlerin ekili olduğu alanların aktivistlerce işgali ve halktan gelen yoğun baskı üzerine durduruldu. Yerli halkın eylemcilere yemek ve battaniye götürmesi, "Monsanto Üniversitesi" olarak adlandırılan Nürtingen-Geislingen'in rektörünü söz konusu kararı almaya mecbur etti. Çalışmaları durduran diğer üniversite ise Max Planck Bitki Üretim Araştırma Enstitüsü. Enstitüde görevli araştırmacılardan Heinz Saendler'a göre "Almanya'da sürdürülen GDO tohum araştırmalarının geleceği karanlık."
Avrupa'daki GDO tarım ürünlerine ilişkin denemelerin üçte biri Almanya'da gerçekleştiriliyor. Ülkede, GDO karşıtlarının çabalan etkili olsa da genel durum çok umut verici değil. Çünkü gıda devlerinin baskısı, GDO karşıtı mevcut yasaların hayata geçmesini zorlaştırıyor. Yasalar, yeni uygulamalarla deliniyor. Üreticilerin yasalar tarafından kollandığı bir sistemde sivil itaatsizliğin çok daha sıkı biçimde örgütlenmesi, ısrarcı ve uyanık olması gerekiyor.
Avrupa'nın en büyük mısır üreticisi Fransa, geçici bir süreliğine GDO tohum ekimini durdurdu. Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin girişimiyle çevre sorunları üzerine, 2007 Ekim'inde düzenlenen "Grenelle de L'environnement" toplantısının sonunda alınan bu şaşırtıcı kararın yanı sıra, biyoteknoloji araştırmalarına 45 milyon avro ayrılacağı açıklandı. < B>GDO karşıtı gözüken benzer durdurma talepleri İtalya, Avusturya ve Almanya'dan da geldi. Söz gelimi Avusturya hükümeti, Monsanto'nun ürettiği MON 810 GDO mısırın ve Bayer'in ürettiği T25 GDO mısırın ekimini yasakladı.
Aslında Avrupa, tüm dünyadaki GDO ürün ekiminin çok küçük bir yüzdesini gerçekleştiriyor. ISAAA (International Service for the Acquisition of Agri-Biotechnology Applications) verilerine göre tarımsal ticari GDO üretiminin %96'sı (ABD %59, Arjantin %20, Kanada %7, Brezilya %6 ve Çin %4 olmak üzere) beş ülkede sürdürülüyor. Avrupa'daki GDO üretimi ise İspanya, Romanya, Almanya ve Fransa arasında paylaşılıyor.
Avrupa Birliği ülkeleri, Avrupa Besin Güvenliği Ajansı'nın (EFSA) kullandığı değerlendirme yöntemlerinin gözden geçirilmesi ve revize edilme sini talep ediyor.

Araştırma enstitülerinde de benzer eğilimler var; birinci nesil GD tarım ürünler giderek rafa kaldırılıyor. Nitekim Ulusal Fransız Tarım Araştırma Enstitüsü (INFiA), ırk ve genetik çeşitliliğin korunması için, yeni nesil tohumların üretiminde kullanılan "ebeveyn tohumların işaretlenmesi" yönteminin (marker-assisted selection) uygulanacağını açıkladı. Bu örneklere bakıldığında, Avrupa Komisyonu'nun GDO'lara karşı sivil eylemleri ve tepkileri dikkate aldığı düşünülebilir. Fakat tablonun geneline bakıldığında, durumun çok daha farklı olduğu görülüyor.
Kamuoyu araştırmaları, Avrupa'daki tüketicilerin %40'ının GDO ürünlere karşı olduğunu ortaya koyuyor. (Ülkemizdeki ise bu rakamlar yüzde 90'ların çok üzerlerinde) Oysa dört yıl öncesinde bu oran, %70'ler civarında seyrediyordu. Görünen o ki, muhalif seslerdeki artışa rağmen Avrupalı tüket ici GDO ürünlerini mutfağında görmekten her geçen gün daha az rahatsız oluyor.

Peki, bu ürünlere kısıtlama getirilmesine rağmen tüketim nasıl oluyor da artıyor? Politikacılar, gerçekten de toplumsal muhalefete kulak veriyor mu?
Ekim yasak, satış serbest
Avrupa Komisyonu'nun genel temayülü birinci nesil GDO ürün ekiminin engellenmesi, fakat satışının serbest bırakılması yönünde. Nitekim komisyon, Avusturya'nın GDO ürünlerin ekimini durdurma kararına karşı gelmedi. Fakat aynı hükümetin satışları durdurma kararını engelledi. Benzer şekilde Avrupa Çevre Komisyonu'ndan Stavros Dimas, komisyona sunduğu son öneride dünyanın en büyük on üreticisi içinde yer alan Syngenta ve Dupont şi rketlerinin ürettiği GDO mısırların ekilmemesini talep etti. Fakat o da, söz konusu tohumların satışının engellenmesini istemedi.
Monsanto ve muadili gıda tekellerinin agresif uygulamalarından ve yarattığı mecburiyetlerden kaçınan Avrupa Komisyonu aslında, yeni nesil GDO tohumlara yatırım yapan Avrupalı tohum şirketlerine yer açmaya çalışıyor. Zombi tohumlar (filizlenmeyi durduran ve belirli koşullarda harekete geçiren bir gene sahip tohumlar) veya Exorcist teknolojisiyle (tohumun çiçeklenme aşamasından evvel eklenen gen geri çıkarılabiliyor, böylece besin haline gelen tohum 'GDO değildir' şeklinde etiketlenebiliyor) (Bu sayede tüketiciler kandırılıyor) üretilen tohumların çevreyle uyumlu olduğu ve doğal tohumlarla birlikte ekilebileceği ileri sürülüyor.İthalatına izin verilen GDO ürünlerin başında hayvan yemi olarak kullanılan tohumlar (nasıl olsa tohumu yiyen hayvanın tüketicisine bundan bahsetmek gerekmiyor) ve endüstriyel amaçlara (biyoyakıt gibi) hizmet eden tohumlar geliyor.
Tüketicinin reddettiği ürün yelpazesinin neyle doldurulacağı meselesine gelince... Gen ekleme-çıkarma yöntemlerinin dışında kalan, aslında DNA'ya müdahale anlamına gelen, fakat "geleneksel bitki üretim yöntemleri" kategorisinden her ne hikmetse çıkartılmamış olan birçok yeni biyoteknoloji yöntemi mevcut. (Mutagenez yöntemlerden sadece ikisi.) Denetim zorunluluğu, ticaret, ekim ve etiketlemede özel şartlar gerektirmeyen bu yöntemler, GDO'lara ilişkin tanımlamalardan sıyırdığı için GDO'dan kaçınan tüketicinin midesine rahatlıkla indirilebiliyor.
Uluslararası şirketler, tüke ticinin mutfağına, yerel üretici için sağlanan haklardan faydalanarak giriyor. Çünkü yukarıda bahsettiğimiz, tohumların genleriyle oynanmasına imkân veren tekniklerle yetiştirilen tanm ürünleri, PBR (Bitki Üreticileri Hakları) yasasına göre geleneksel üretimle aynı kefeye konuyor.
Gelgelelim, PBR mevzuatına dahil olmak, büyük üreticilerin çok önemli bir eşiği daha aşmasına olanak veriyor. Mevcut patent yasası, tüketicinin, bitkinin üretiminde kullanılan yöntemden haberdar edilmesini zorunlu kılıyor. Oysa PBR kapsamında üretim yapan yerel üreticiler, bu zorunluluktan muaf tutuluyor. Uluslararası şirketlerin PBR'ye dahil olması, onları, tüketiciye açıklama yapma zorunluluğundan da kurtarıyor. Üretim yöntemi veya kullanılan varyetenin nereden geldiği gibi bilgileri vermek durumunda kalmıyor.
Şirketlerin niyeti başka
Avrupa kamuoyunun GDO ürünlere karşı gösterdiği muhalefet, işin sanayi boyutunu da yansıtmıyor. Dünyanın en büyük altı tohum firmasından dördü Avrupa menşeli. İsviçreli Syngenta ve Alman kökenli Bayer CropSciences'ın GDO sanayindeki varlığı, GDO tohum piyasasına hükmeden ABD'Iİ Monsanto ve DuPont kadar eskiye dayanıyor. Amerika'nın yeni rakipleri olarak ortaya çıkan ve GDO piyasasının genişlemesi için lobi faaliyetlerini aralıksız sürdüren bu şirketlere çok yakında Fransız Vilmorin ve Aman KWS de eklenecek. Birinci nesil GDO tohumların rafa kaldırılmasını fırsat bilerek GDO piyasasına yeni ürün ve teknolojilerle girmeye hazırlanan bu şirketlerden Vilmorin, Türkiye'yi özellikle ilgilendiriyor.
Gıda devi Limagrain Group tarafından kontr ol edilen Vilmorin, GDO araştırmalarını, maliyetin daha düşük, düzenlemelerin daha gevşek ve muhalefetin daha az olduğu Kuzey Amerika ve İsrail'de gerçekleştiriyor. İsrail'de Sanayi Bakanlığı tarafından desteklenen GDO araştırma projelerinde Vilmorin'e aracılık eden kuruluş, ortaklık kurduğu Hazera Genetics adında bir biyoteknoloji firması.
Türkiye'yi doğrudan ilgilendiren bölüme gelince: Hazera'nın Türkiye temsilcisi Hazera Tohumculuk bu günlerde Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi ile ortaklaşa bir proje düzenliyor. Hazera Trophy başlığını taşıyan projede, Türkiye'deki tüm ziraat fakültesi öğrencilerine ellerindeki yerel tohumları, her türlü bilgiyi içeren bir rapor eşliğinde kendileriyle paylaşmaları çağrısı yapılıyor. Karşılığında verilecek bilgisayarlardan, beş yıldızlı otel tatillerinden bahsedilmiş fakat bu tohumların ne amaçla, sebze tohumunda 345 milyon avro satış ciroyla dünya ikincisi Vilmorin'e te slim edildiği belirtilmiş değil. Oysa tahmin etmek de çok güç değil... (Bakınız İsraillilerin tehlikeli tohum avı!)
Bunları biliyor muydunuz?

- Avrupa'nın en büyük mısır üreticisi Fransa, geçici bir süreliğine GDO tohum ekimini durdurdu. GDO karşıtı benzer durdurma talepleri İtalya, Avusturya ve Almanya'dan da geldi. Söz gelimi Avusturya hükümeti, Monsanto'nun ürettiği MON 810 GDO mısırın ve Bayer'in ürettiği T25 GDO mısırın ekimini yasakladı.
- Avrupa kamuoyunun GDO ürünlere karşı gösterdiği muhalefet, işin sanayi boyutunu da yansıtmıyor. Dünyanın en büyük altı tohum firmasından dördü Avrupa menşeli. İsviçreli Syngenta ve Alman kökenli Bayer CropSciences 'ın yanına çok yakında Fransız Vilmorin ve Alman KWS de eklenecek.
Not: Bu makeleyi yayınlayan birliğe bağlık şirketler ile bu birliğin başındaki kişinin yönettiği şirketler GDO'lu ürün ekimi için çiftçiye baskı uyguluyor. Eskiler bu duruma "bu ne perhiz bu ne lahana turşusu" derlerdi.
Kaynak : Gıda Hareketi

imgelem 11-10-2009 13:53

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi ayazkentli (Mesaj 456148)
....Bu arada yazıyı okur iken,Norveç yakınlarında'ki bir ada'da inşasını bitirip,geçen yıl hizmet'e soktukları deponun ne amaçlar'la kullanabileceklerini'de düşünmeye çalışmak'ta fayda var.

ABD’li gazeteciden dehşet verici iddialar

Alman asıllı Amerikalı araştırmacı-gazeteci F. William Engdahl’ın istenmeyen ırkları kısırlaştırma planının ayrıntılarını açıkladığı üprertici iddialarla şok olacaksınız!

F. William Engdahl
“Norveç ‘Teki Tohum Deposu Dünyayı Ele Geçirme Planının Bir Parçası”
Alman asıllı Amerikalı araştırmacı-gazeteci F. William Engdahl, tarım sektörünü elinde tutan GDO(Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar) devlerinin insanlık için gerçek bir kıyamet yaratacağını söylüyor. İddiaları son derece ürkütücü. Norveç’teki küresel tohum deposuyla amaçlanan arî üstün ırk yaratmak mı yoksa istenmeyen ırkları yiyeceklerle kısırlaştırmak mı? “Kıyamet tohum deposu” olarak da bilinen Svalbard hariç dünyadaki diğer tohum depolarını bekleyen “kıyamet”i kim koparacak? Engdahl sorularımızı yanıtladı.
Yeni Aktüel Dergisini 29 Kasım - 5 Aralık 2007 tarihli 125. sayısında “Kıyamet Kapısı” başlığıyla kapak konusu olarak işlediğimiz ve 26 Şubat 2008′de tamamlanacağını duyurduğumuz “proje”, tamamlandı. Norveç’in kuzeyindeki Spitsbergen adasında “Svalbard Küresel Tohum Deposu” adı verilen o ambar, Mart 2008 itibariyle resmen faaliyete başladı. Donmuş bir dağın 130 metre altına inşa edilen ambarda şu anda dünyanın dört bir yanından yaklaşık 3 milyon farklı tohum özel ambalajlarda saklanıyor. Kuzey Kutbu’na 1100 kilometre uzaklıkta olan buzdağı ambarında bazı dayanıklı tohumlar 1000 yıl kadar bozulmadan kalabilecek. Her türlü nükleer saldırıya, patlamaya ve depreme dayanıklı olan bu tohum deposuna “kıyamet tohum deposu” da deniyor. Dünya üzerindeki tüm tohum çeşitlerini biraraya getirmeyi hedefleyen ambarın amacı, gelecekte dünyanın başına gelebilecek nükleer savaş, meteor düşmesi veya iklim değişimi gibi bir felaket durumunda, tohum çeşitliliğinin korunmasını sağlamak.

Svalbard Küresel Tohum Deposu
Buraya kadar her şey gayet iyi niyetli görünüyor. Ancak Alman asıllı Amerikalı araştırmacı-gazeteci F. William Engdahl’ın bu proje ile ilgili dehşet verici şüpheleri var.
Engdahl, tarım sektörünü ellerinde tutan GDO (genetiği değiştirilmiş organizma) devlerinin bizim bilmediğimiz bir şeyler bildiklerini düşünüyor. Spitsbergen’in buzlaşmış kayalıklarının altında “dünyayı ekonomik ve genetik olarak ele geçirme” planlarının yattığını iddia eden Engdahl, teorisini ambar projesi finansörlerinin kimlikleri ve geçmişleri hakkında ayrıntılı hatırlatmalar yaparak ispatlıyor. İlk baskısı 2007′de yapılan, Nisan 2009′da Türkçe’ye çevrilen “Ölüm Tohumları/ Kalıtımın Değiştirilmesinin Arkasındaki Karanlık Oyunlar” adlı kitabın da yazarı olan Engdahl ile “kıyamet muhafızları” dediği finansörlerin kimlikleri, neler yaptıkları ve Svalbard Küresel Tohum Deposu üzerindeki hedefleri hakkında konuştuk.
Kıyamet muhafızları
- Svalbard Küresel Tohum Deposu’nun finansörleri kimler?
Öncelikle, bu ambarın Global Crop Diversity Trust (GCDT- Küresel Hasat Çeşitliliği Örgütü) aracılığıyla işletildiğini söylemeliyim. Nisan 2009 rakamlarına göre 123 milyon dolarlık bir finansmanları var. Roma’da kurulan bu örgütün başında Kanadalı Margaret Catley-Carlson bulunuyor. 1998′e dek New York merkezli Nüfus Konseyi’nin de (Population Council) başkanıydı. Bu konsey John D. Rockefeller’ın nüfus popülasyonunu düşürmek amacıyla 1952′de kurduğu, aile planlaması adı altında gelişmekte olan ülkelerde kısırlaştırma çalışmaları yürüten bir konsey. Diğer GCDT üyeleri arasında Hollywood Dream Works Animation’a başkanlık eden Lewis Coleman da var. Coleman, ABD’nin en büyük Pentagon anlaşmalı askeri endüstri şirketi olan Northrup Grumman Corporation’ın da kurul başkanıydı.
Örgütün finansörleri ise;
- Geçen yıl şirketin aktif yönetiminden çekilerek kurduğu Bill-Melinda Gates Vakfı aracılığıyla kendini Asya ve Afrika’daki çiftçilere yardıma adayacağını beyan eden Microsoft’un kurucusu Bill Gates!
- Dünyanın en büyük patentli GDO tohum ve tarım kimyasalları devi ABD’li DuPont / Pioneer Hi-Bred!
- Yine bir ABD’li GDO devi Monsanto!
- İsviçre menşeli GDO tohum ve tarım kimyasalları şirketi Syngenta!
- 1970′lerde 100 milyon dolarlık bir kaynakla “Yeşil Devrim” diye bilinen tohumda gen devrimini başlatan ve tarımsal değişim ile ideal genetik saflığı sağlama çalışmalarını yürütmek üzere dünyanın en büyük vakıflarından birini kuran petrol devi Rockefeller!
- ABD, İngiltere, Norveç, Almanya, İsviçre ve Kanada’dan da devlet fonları aktarılıyor.
Yani özetle, GDO tohumları az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere yayarak tarlalardan orijinal tohumların kökünü kazıyan şirketler, şimdi dünya üzerindeki tüm orijinal tohumları olası bir kıyamet günü için kutuplarda buzdan bir adaya saklıyor.
Dünyanın pek çok ülkesinde “zaten var olan” tohum depolarına ne gibi bir felaket gelecektir ki, Svalbard’a muhtaç kalınacaktır?
Ebu Garib tohumları nerede?
- Nükleer savaş, iklim değişimi veya meteor düşmesinin dışında bir felaketten mi söz ediyorsunuz?
Evet, planlı bir felaketten söz ediyorum. Bunu anlamak için yalnızca 2003 Amerikan bombardımanından sonraki Irak’a bakmak yeterli. Irak medeniyetlerin beşiği ve binlerce yıl önce buğday tarımının doğduğu yerdir. Ebu Garib’de yüzlerce yılda geliştirilen buğday tohumu çeşitlerinin yer aldığı bir tohum bankası bulunuyordu. Amerikan bombardımanından sonra o tohum mahzeni tarihe karıştı. Artık kimse o tohumların nerede olduğunu bilmiyor. Düşünün, dünyadaki tüm tohum çeşitleri NATO destekli Svalbard’da biraraya getirilip kontrol altına alındığında, dünyadaki diğer paha biçilmez tohum bankalarını savaşlar ve terörist eylemler ile yok etmek çok kolay olacak! Sonrasında da Monsanto ve DuPont gibi devler kendi GDO tohumlarını tüm dünya çiftçilerine tek elden sunabilecekler. Yani tüm tohum çeşitlerini ele geçirdikten sonra dünyanın diğer tohum bankalarını, tekel oluşturabilmek amacıyla yok edebilirler.
“Ari ırk yaratma projesi”
- Peki tekel olma arzusunun temelinde yatan tek sebep ekonomik mi?
Hayır. Bunu açıklamak için önce kıyamet muhafızlarının kimliklerinden ve geçmişte neler yaptıklarından biraz söz edelim. Rockefeller 1971′de Uluslararası Tarım Araştırmalarında Küresel Danışmanlık Grubu olan CGIAR’ı kurdu. CGIAR, üçüncü dünya ülkelerinin bilim adamlarının ve agronomistlerinin (tarım uzmanı) “modern tarım ürünü” kavramlarında uzmanlaşmaları ve ABD’de öğrendiklerini ülkelerine götürmeleri ile yakından ilgilendi. GDO’lu “Gen Devrimi”nin yaygınlaşması için paha biçilmez bir etki şebekesi oluşturdular. CGIAR, daha etkin olabilmek için BM Gıda ve Tarım Örgütünü (FAO), BM İlerleme Programı’nı ve Dünya Bankası’nı da işin içine dâhil etti.
“Rockefeller Hitler’in de finansörüydü”
Üstün ırk yaratma projesi tanı olarak nasıl bir şey?
Rockefeller Vakfının ve zengin finans kurumlarının 1920′lerden beri genetik olarak üstün ırk yaratmayı meşrulaştırmak için kullandıkları öjenik bilimi daha sonradan genetik mühendisliği olarak değiştirilmiştir. Hitler ve Naziler buna ari üstün ırk diyorlardı. Hitler’in öjenik çalışmaları da bugün Svalbard’a milyonlarca dolar akıtan Rockefeller Vakfı tarafından finanse edilmişti. Rockefeller Vakfı, Third Re-Ich’s Kaiser VViIhelm Instilutcs’nün ari ırk öjenik çalışmalarını finanse ediyordu. 2. Dünya Savasında ABD resmi olarak savaşa Hitler Almanya’sının karsısında olarak girerken, Rockefeller Standard Oil Group, illegal olarak Alman Luftvvaffe ve VVehrmacht birliklerine petrol nakline devam etti. Bununla ilgili ABD Senato araştırması da yapıldı.
Rockefeller Vakfı insanı “gen dizilimlerine” indirgemeye çalışan sözde moleküle! biyoloji bilimini yaratmıştı ve sonunda insan («elliklerini istenen şekilde değiştirmeyi amaçlıyorlardı. Hitler’in Öjenikçi bilim adamları 2. Dünya Savasından sonra sessi/ce ABD’ye götürülmüş ve Çeşitli yaşam formlarının genetik olarak tasarlanması konusun da ilk adımları atmışlardır.
Gıdalar ile negatif ojenik
Amaç tarım yani gıdalar üzerinden üstün ırk yaratmak mı?
Aslında daha da kötüsü. Rockefeller, Carnegie, Harriman ve diğer zengin elit aileler tarafından fonlanan öjenik (üstün ırk yaratma) lobisinin 1920′den beri biricik amacı “negatif öjenik”tir. “Negatif ojenik” istenmeyen soyların sistemli bir şekilde yok edilmesidir. Aile Planlaması Enternasyonalin kurucusu, koyu öjenikçi ve Rockefeller ailesinin yakın dostu Margaret Sanger, 1939′da Harlem’de “Negro (Zenci) Projesi” adı altında bir proje başlattı. Bu projenin ne olduğunu bir arkadaşına yazdığı mektupta açıkça dile getiriyordu: “Negro (Zenci) nüfusu ortadan kaldırmak istiyoruz”.
20 yıllık kısırlaştırma projesi
Negatif öjenik bir kısırlaştırma projesi mi?
Örnekler üzerinden gidelim. Küçük bir Kaliforniya biyoteknoloji şirketi olan Epicyte, genetik mühendisliği marifetiyle, yendiğinde erkeği kısırlaştıran bir mısır geliştirdiklerini açıkladı. Epicyte, Svalbard’ın iki sponsoru olan DuPont ve Syngenta ile teknolojilerini yaymak için ortaklık kurmuştu. Çok ilginçtir ki Epicyte, genetiği değiştirilmiş sperm öldürücülü mısırı ABD Tarım Bakanlığfndan (USDA) aldığı araştırma fonuyla geliştirmişti. Bir başka örnek; 1990′larda BM Dünya Sağlık örgütü, Nikaragua, Meksika ve Filipinler’de 15 ila 45 yaşları arasındaki milyonlarca kadının tetanoza karşı aşılanması için bir kampanya başlattı. Erkekler de tetanoz olabilirdi ama aşı erkeklere yapılmadı. Bu şüphe uyandırıcı durumdan ötürü Katolik bir kilise organizasyonu olan Comite Pro Vida de Mexico (Meksika Yaşam Komitesi) aşıları test ettirdi. Test sonuçları ile, Dünya Sağlık örgütü’nün (WHO) yalnızca çocuk doğuracak yaş*taki kadınlara dağıttığı aşıların Chorionic Gonadotrophin (hCG) içerdiği ortaya çıktı.
Doğal bir hormon olan hCG, tetanoz toksoid taşıyıcılarıyla birleştiğinde kadınların hamile kalmasını engelleyen antikorları üretiyordu. Daha sonradan ortaya çıktı ki Rockefeller Vakfı, Rockefeller Nüfus Konseyi, Dünya Bankası ve ABD Ulusal Sağlık Enstitüleri, Dünya Sağlık örgütü (WHO) için tetanoz taşıyıcın bir kısırlaştırma aşısı üretmek için 1972′de 20 yıllık bir proje başlatmışlardı. Ayrıca Svalbard Kıyamet Tohum Deposu’nun ev sahibi Norveç hükümeti kısırlaştırıcı aşının üretilmesi için 41 milyon dolar bağış yapmıştı!
Hibrid tohumlarla tekel tuzağı
Rockefeller’in gelişmekte olan ülkelerde yürüttüğü Yeşil Devrim çalışmalarına bu açıdan bakınca korkunç görünüyor…
Rockefeller Vakfı 1946′da sadece adı yeşil olan “Yeşil Devrim”i başlattı. Neydi Yeşil Devrim? 60′larda Rockefeller’in çalıştığı Meksika, Hindistan gibi ülkelerde daha çok ürün veren ıslah edilmiş tohum çeşitleriyle açlık sorununu büyük ölçüde çözmeyi vaat ediyordu. Yıllar sonra. Yeşil Devrim’in aslında Rockefeller ailesinin ileride tekelleştirebilecekleri bir tanın ısı geliştirme planı olduğu ortaya çıktı; tıpkı yarım yüzyıl önce petrol endüstrisi işinde yaptıkları gibi.
Nasıl tekelleştiler?
Yeşil Devrim gelişmekte olan piyasalarda yeni hibrid tohumların üretilmesine dayanıyordu. Hibrid tohumlar üreyemedikleri için çiftçilerin her sene tohum alması gerekiyordu. Hibrid to*hum patentlerinin DuPont / Pioneer Hi-Bred’in ve Monsanto’nun başını çektiği bir avuç dev tohum şirketinin elinde toplanması daha sonra GDO’lu tohum darbesi için yolu açtı. Hibrid to*humlar ve bu tohumların ihtiyaç duyduğu kimyasal gübreler, çiftçileri tarım ve petro-kimya şirketlerine bağımlı hale getiriyordu. Bu gübreler Rockefeller kontrolündeki büyük petrol şir*ketlerinin ürünüydü. Ot ve böcek ilaçlan da petrol ve kimya devleri için ek pazarlar oluşturuyordu.
Yeşil devrim aslında bir “kimyasal darbeydi”. Gelişmekte olan ülkelerin yüksek miktardaki gübre ve ilaç girdisini finanse etmeleri mümkün değildi. Bu nedenle Dünya Bankasından kredi notu alarak ve ABD hükümetinin garantisi altındaki Chase Bank ve diğer New York bankaları aracılığıyla özel borçlar aldılar.
Sonuç?
Bankalara ve tefecilere borçlanan çiftçiler genellikle topraklarını kaybettiler, iş aramak için şehirlere göç ettiler; fabrikaların ucuz işçi açığı da kapanmış oldu.
Patentli biyolojik silah Peki ya bugün?
Bugün de Gates ve Rockefeller Afrika’da Yeşil Devrim adı altında bir pro jeye daha milyonlar yatırıyor. Amaç yine GDO tohumların ve kimyasalların yaygınlaştırılması. Bunun için pek çok teşvik ve kampanyalara başvuruyorlar.
Büyük bir tekelleşme tehdidiyle karşı karşıyayız
Plan işlerse tüm dünya birkaç tohum devinin kölesi olacak. Washington’dan gelen emirler doğrultusunda Washington’un siyasetlerine karşı olan üçüncü dünya ülkelerine tohum ver meme olasılığı da var. Ayrıca pirinç, mısır, buğday ve soya gibi dünyanın temel gıda üretimi için patentli tohumların üretimi korkunç bir biyolojik silah olarak da kullanılabilir. Genetik müdahalelerle öldürücü gıdalara çevrilebilirler.
(kaynak:Yeni Aktüel, Aralık 2007)

Oğuz Karsan 12-10-2009 11:49

GDO YA Önlemler.
 
Merhaba.

GDO'lu ürünlere karşı önlemlere örnek olabilecek, elektronik posta yolu ile ilgili mektup.

Alıntı:

Satın aldığınız veya satın almayı düşündüğünüz mısır tohumunun GDO lu olmadığına dair sertifika isteyiniz veremedikleri takdirde işte isbatıdır.
İthal mısır tohumlarından herhangi birini ekiniz. Ektiğiniz tohumdan aldığınız tohumu tekrar ekiniz. Ürün alabilecekmisiniz. Alamıyacaksınız.
İthal tohum üreticileri her yıl kendi ürettikleri tohumu tekrar tekrar satabilmeleri için GDO ları ile oynayıp bir kere ürün alınabilecek hale getirmektedirler.
Söylediklerimi anlayabilmeniz için ya mısırı eken çiftçi ya da ziraat mühendisi olmanız gerekir !
Çapar Kanat
http://groups.google.com.tr/group/cigsutureticileri

imgelem 12-10-2009 12:55

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi Oğuz Karsan (Mesaj 510173)
Merhaba.

GDO'lu ürünlere karşı önlemlere örnek olabilecek, elektronik posta yolu ile ilgili mektup.

Sn Oğuz Karsan;
Kafa karışıklılığına yol açmaması açısından aşağıdaki düzeltmeyi yapmak istiyorum.
Hibrit tohum ile GDO'lu tohum aynı şey değildir.Hibrit tohum kısırlaştırılmış tohum demektir.Yani bir kez ekersiniz.Seneye aynı ürünü yetiştirmek için yeniden tohum satın almanız gerekir.100 yıldır kullanılan hibrit tohumun tek sakıncası genellikle İsrailli büyük tohum tekellerine binlerce dolar kaynak aktarmanızdır.
Kendi türünden ya da kendi türü dışındaki bir canlıdan gen aktarılarak bazı özellikleri değiştirilen bitki, hayvan ya da mikroorganizmalara ise"Genetiği Değiştirilmiş Organizma" diyoruz. Genleri; canlıların kuşaktan kuşağa geçen özelliklerini (hastalıklara dayanıklılık veya yüksek verim gibi) şifreleyen birimler olarak düşünelim. Örnek olarak pamuğa başka türlerden (örneğin çilekten), hatta bakterilerden (yani düpedüz mikroplardan) veya hayvanlardan özellikler aktararak (genlerle bu aktarma oluyor) güya daha verimli ve gene güya hastalıklara dayanıklı, böylece daha az mücadele ilacı kullanılacak bitkiler elde edileceği ileri sürülüyor. Benzer şekilde hayvanlarda da GDO uygulamaları yapılabiliyor.
Gdo lu ürünler insan sağlığına çok zararlı olabilecek sakıncalar içermektedir.İskoçya Rowett Enstitüsünde Dr. Arpad Pusztai'nin genetiği değiştirilmiş patates ile beslediği farelerin tümünün iç organlarında küçülme, sindirim sistemlerinde bozukluk, bağışık sistemlerinde çökme görüldü.Rusya Bilimler Akademisi'nden Dr. İrina Ermakova'nın fareler üzerinde yaptığı denemede, genetiği değiştirilmiş soya ile beslenen farelerin yavrularının yüzde 55,6'sı, doğumdan üç hafta sonra öldü.(Kaynak:Tayfun Özkaya)

Oğuz Karsan 12-10-2009 18:46

Merhaba.

Aşağıdaki yazıda en çok değinilmesi gereken husus bence burası

Alıntı:

Ülkelerin yerel çeşitlerinin yok olmasına sebep olma gayreti, (GDO’lu tohumu satan firmaların ortakları sertifikalı üretim kandırmacası ile binlerce yıllık tohumlarımızın değil, kendi devşirdikleri tohumların kullanılmasını gerekli kılacak yasal düzenlemeler için destek (!) oluyorlar.)


Sn. imgelem, Bir hususu aydınlatmak için soruyorum. GDO'lu tohumlar ile Hibrit tohum arasında ne fark var? Sizin anlatımınızdan şunu anladım. Hibrit tohum Genetiğiyle oynanmamış tohum olmalıdır.. Aşağıdaki yazıda da ikisinin aynı zararlılıkta olmayabileceğine değinilmiş. Peki bundan nasıl emin olacağız?

Yani hibrit sandığımız tohumun geniyle de oynanmış olamaz mı? % 100 güvenlidir diyebilir miyiz? Veya geni ile oynanmışsa biz tüketici olarak bunu nasıl anlayabiliriz? Hibrit tohuma kefil olan bir kuruluş var mı?

Bu arada Sayın Kanat'ın yazısına ilave destek gelmiş. Onu da aktarıyorum.

Alıntı:

Sayın Kanat iyi günler,



Söyledikleriniz çok önemli bir konuya ait olduğu için ufak bir katkıda bulunmayı gerekli görüyorum.

Dünya’da ve Türkiye’de çoğu insan genleri değiştirilmiş tohumlara karşı çıkıyor. Bunda da çok haklılar. Çünkü insan ve çevre sağlığına olumsuz bir etkisi olmadığı sadece (GDO) Genleri Değiştirilmiş Organizmaların tohumlarını üreten firmalar ve GDO’lu gıdaya bilmeden destek çıkan birkaç fırsatçı tarafından savunuluyor ama,


1- Gelişmekte olan – ekonomisi doğrudan tarıma dayalı ülkeleri daha da yoksullaştıracak ve dışa bağımlı hale getirecek bir komplonun – biyolojik bir savaşın ilk adımı olması,

2- Toplu arı ölümleri gibi bir çok doğal dengesizliğin sebebi olması, (Der Spiegel dergisindeki makale örneği)

3- Avusturya ve Rusya’da fareler üzerinde yapılan deneylerde kesin olarak saptanan zararları,

4- Ülkelerin yerel çeşitlerinin yok olmasına sebep olma gayreti, (GDO’lu tohumu satan firmaların ortakları sertifikalı üretim kandırmacası ile binlerce yıllık tohumlarımızın değil, kendi devşirdikleri tohumların kullanılmasını gerekli kılacak yasal düzenlemeler için destek (!) oluyorlar.)

5- İnsan ve çevre sağlığına dair kanıtlanmış bir güvenliğinin kesinlikle olmaması,

6- GDO’lu tohum sayesinde ile daha az zirai ilaç kullanılacağı yalanı (arsızlaşan zararlılar ve daha çok zirai ilaç kullanım mecburiyeti…)

7- Türkiye özelinde GDO’lu mısır yüzünden sefalete sürüklenen pancar üreticileri ve ölüme terk edilen şeker fabrikalarımız.

8- GDO’lu mısırdan şeker üreten malum şirketin kanunlarımızı ve mahkemelerin kapatma kararlarını hiçe sayan doğa katliamı. Daha sonra da bu işletme için çıkarılan yasa ile birinci sınıf tarım arazilerinin talana açılması…

9- İçerisinde domuz, akrep, bakteri vs. geni olan bu domates, soya, mısır vb tohumların insanlara bilgi verilmeden sunulması ve bunun aslında yasalarımıza da uygun olmayışı,

10- Ülkelerin ve insanların onurlarının bazı global şirketlerin oyuncağı haline getirilmesi,

11- Sağlıklı, sürdürülebilir, patentli ve bize ait bir çok çeşidimizin idam fermanının onaylanması.. ve daha nice sayılabilir art niyet, aşağılık ilişkiler ağı GDO ile birlikte bu topraklara girmektedir.

Peki alternatifimiz yok mu? ****** var. Devletimizin bir çok kurumu ve o kurumlarda çalışan iyi niyetli, bilinçli, vatansever bir çok insan sürekli olarak yerel çeşitlerimizin geliştirilip patentinin alınması için gayret gösteriyor. Bir çok aydın çiftçimiz yerel çeşitlerini yabancı tohumlara ezdirtmemek için üretmeye devam ediyor.

Geçen katıldığım bir fuarda Sakarya Tarımsal Araştırmalar Enstitüsü’nün geliştirdiği yerel mısır çeşitlerimizi gördüm. Her amaca uygun harika çeşitleri bulabilirsiniz orada ve daha nice araştırma enstitümüzde.

Hem daha ucuz, hem daha lezzetli hem de gerçekten sağlıklı. Ama arkalarında global sermayenin reklam ve satış desteği yok. Çalışanlarının azmi ile yürüyor işler.

Bir de mailinizde intihar eden tohum diye özetlediğimiz konuya değinmişsiniz, evet GDO’lu tohumlar sürekli tohum satma gayreti içerisindeki kapitalist sistem ağabeyleri tarafından üretiliyor ve ürününüzden tohumluk alamıyorsunuz. Ancak bu noktada şöyle bir durum var, bazen ar-ge çalışmalarında elde edilen hibrit tohumların da mahsülünden üretim yapamazsınız. Ancak bunların tamamı GDO’lu değildir. Yani hibrit veya melez çeşitler için sağlıksız demek doğru olmaz. Çünkü doğada olabilecek şekilde bir üretim ile elde edilmişlerdir. Ve doğada çeşitler arasında eşleşme olabilmektedir.

Genleri oynanmış – değiştirilmiş tohumları üreten ve satan firmaları, bunların çarpık ilişkilerini internette biraz araştırarak bulabilirsiniz.

Özetle, GDO, kapitalizmin ürettiği yeni nesil bir silahtır. Para getirir ve bunu tüketen insanlara, doğaya “yeniden sağlık kazandırmayı” zorunlu kılar, bu da yeniden para getirir. Yani; önce boz, sonra tedavi etmek için para iste. Bilgisayar virüsü üret sonra da anti-virüs yazılımı sat. Önce GDO’ları sat (nasıl olsa üretimini bir tek “sözüm ona” çok gelişmiş ülkeler yapıyor..) sonra da kanser ilaçları sat. Çünkü kanser ilacı da aynı kansızların tekelinde. Adamlar dünyada az görülen kanser türlerinin ilaçlarını üretimden kaldırıyor. Karlılığı az diye..

Siz bunların iyi niyetli olduklarını falan mı düşünüyorsunuz?

Lütfen hala güzel yurdumun hala güzel insanları bu tuzaklara kanmasınlar. Bizler bu dünyanın emanetçileriyiz.

www.dogader.org sayfasını ziyaret etmenizi öneririm. Bir çok gönüllü, bu tür saldırılara karşı yüreklerindeki insanlık değerleri ile savunuyorlar toprağımızı ve dünyamızı.

Saygılarımla,

Ercan KURTARIR


Saygılar

imgelem 12-10-2009 20:22

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi Oğuz Karsan (Mesaj 510379)
Sn. imgelem, Bir hususu aydınlatmak için soruyorum. GDO'lu tohumlar ile Hibrit tohum arasında ne fark var? Sizin anlatımınızdan şunu anladım. Hibrit tohum Genetiğiyle oynanmamış tohum olmalıdır.. Aşağıdaki yazıda da ikisinin aynı zararlılıkta olmayabileceğine değinilmiş. Peki bundan nasıl emin olacağız?

Yani hibrit sandığımız tohumun geniyle de oynanmış olamaz mı? % 100 güvenlidir diyebilir miyiz? Veya geni ile oynanmışsa biz tüketici olarak bunu nasıl anlayabiliriz? Hibrit tohuma kefil olan bir kuruluş var mı?
Saygılar

Bundan sonra artık hiçbirşeye güvenemeyiz Sn.karsan.Yapılması gereken kaynağından emin olduğunuz yerel çeşitleri kullanmak,çoğaltmak ve gelecek kuşaklara aktarılması için çaba göstermek.Eğer bunu yapmazsak zaten idam fermanımızı imzalamış oluruz....
Aşağıdaki linkte GD gıdalardan kaçınma yolları anlatılıyor....
http://www.ekolojistler.org/gdolu-gi...unya-atay.html

Oğuz Karsan 13-10-2009 18:10

Ne yiyeceğiz?
 
Merhaba.

Sn. imgelem, Açıklamalarınız için teşekkür ederim. Gönderdiğiniz linkteki bilgileri de büyük bir ilgiyle okudum.

Galiba dediğiniz gibi, hiç bir gıdaya ve tohuma artık güvenemeyiz.

Ücra köylerden Bulabildiğimiz ari tohumlar ile yetiştirebildiğimiz meyve, sebze dışında bir şiey yememek lazım.

Saygılar

imgelem 13-10-2009 18:17

Rica ederim Oğuz Bey..Yararlı olabildiysem ne mutlu bana...

Oğuz Karsan 16-10-2009 17:37

Merhaba.

İşte GDO'lu tohumların biyolojik silah olarak kullanıldığını iddia eden bir yazı. Yapılan deneyler 3 nesil sonra GDO'lu tohumlardan mamul yiyecekler ile beslenen Farelerin kısırlaştığını göstermiş. Rüzgarla tozlanma yöntemiyle de diğer sağlıklı ve yerel tohumları tehdit etmesi de cabası.

Düşmanları yoketmek için ne müthiş ve iğrenç bir yöntem.

Tabi böyle bir yöntemi ırklar üzerinde denemek isteyen kişi veya kuruluşlara yok etmek istediği ırka ait kan örnekleri lazım olacaktır.

Hatırlarsanız bir kaç yıl önce Oktar Babuna isimli bir şahısı kurtarmak için bütün ülke seferber olmuş ve kanımızı ve iliğimizi vermiştik. Daha sonra insanlık adına verdiğimiz bu örneklerin bir ülke laboratuarına gittiğini ve Oktar Babunanın da hasta filan olmadığını öğrenmiştik. Acaba. . .

Niye olmasın herşey mümkün.


Alıntı:

Genetiği değiştirilmiş gıdalar kısırlaştırıyor
İstanbul Üniversitesi (İÜ) Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kenan Demirkol, genetiği değiştirilmiş ürünlerin (GDO) kısırlığa neden olduğunu savundu.

Türkiye Mimarlar ve Mühendisler Odaları Birliği (TMMOB) Denizli Şubesi Toplantı Salonu'nda, ''Küresel şirketlerin yeni silahı: Gıda ve beslenmenin demokratikleştirilmesi'' konulu konferans veren Demirkol, Almanya ve Fransa'da GDO'lu ürünlere yasaklama getirildiğini belirterek, Türkiye'nin bu konuda çok dikkatli olması gerektiğini bildirdi.

Dünyada şu anda 80 çeşit bitkinin genetiğinin değiştirilerek üretim yapıldığına dikkatİ çeken Demirkol, yoğurt sanayisinde de bu tür üretim yapıldığını savundu.

Sanayi türü yoğurtların enzimlerinde değişiklik yapılarak üretiminin gerçekleştirildiğini ileri süren Demirkol, bunun ''çeşitli rahatsızlıklara ve anormalliklere'' neden olabileceğini belirterek, ''Benim eşim de hekim. 1,5 yaşındaki bir hastasının kasığında tüylenme meydana gelince nedenini araştırmaya başlamışlar. Sonunda, çocuğun yediği yoğurdu kestiklerinde kasıklarındaki tüylenmenin ortadan kalktığını tespit ettiler'' iddiasını dile getirdi.

Prof. Demirkol, GDO'lu ürünlerin kısırlığa da neden olduğunu ileri sürerek, şöyle konuştu:

''Viyana Üniversitesinde fareler üzerinde yapılan araştırmalarda GDO'lu domatesleri yiyen farelerin üç nesil sonra kısırlaştığı görülmüş. İnsan ömrü fareden uzun. İnsanların 30 yaşında evleneceğini düşünürsek, bizim de bunu anlamamız için 90-100 yıl geçmesini mi bekleyeceğiz?''

Genetiği değiştirilmiş ürünlerin ticaretinin yaygınlaşması için Amerika Birleşik Devletleri'nin dünyaya baskı uyguladığını savunan Demirkol, ''Amerika, dünyadaki ürün çeşitliliğini yok edip, GDO'lu ürünlere mahkum ederek, bu sayede dünyaya hükmetmek istiyor. GDO, aslında bir egemenlik sorunudur'' dedi.

Demirkol, tarım üretiminde kullanılan GDO'lu tohumların, rüzgarın da etkisiyle yerel tohumları bozduğunu belirterek, Tarım ve Köyişleri Bakanlığından beklentilerinin GDO ticaretini düzenlemek değil, bunun üretimini ve ticaretini yasaklayan Biyogüvenlik Yasası çıkarmak olduğunu ifade etti.

Saygılar

imgelem 17-10-2009 15:14

http://cokus.wordpress.com/2009/10/1...mha-silahlari/

Oğuz bey linki okursanız epey bilgileneceksiniz.İnsanın tüylerini diken diken ediyor...

Oğuz Karsan 18-10-2009 18:49

Merhaba.

Sn. imgelem,

Gönderdiğiniz linkte bulunanlar çok ilginç, iğrenç, korkunç, Sırf para ve güç kazanmak uğruna, İnsanların hayatı bu kadar kolay mı harcanabilir? Başka kelime bulamadım.

Sayenizde olaya başka bir boyuttan bakmayı da öğreniyoruz. Ülkemiz üzerinde oynanan oyunların ne boyuta geldiğini, Sağlığımızla ilgili önlemleri almak için yıllarca maaş alanların ne gibi ihmallerde bulunmuş olabileceğini düşünmeyi öğreniyoruz.

Peki bu hain planlarını uygulamaya koyan insanlar, acaba aynı tehlikenin kendilerini de tehdit ettiğinin farkında değiller mi? Kızılderili Atasözünde anlatıldığı gibi "“Son balık öldüğünde, son nehir kuruduğunda, son ağaç kesildiğinde beyaz adam paranın yenmediğini anlayacak!" acaba hala anlayama dımı?

İğrenç planlar ile milyonlarca insanın canı pahasına kazandığı o paralar ile acaba kendi çocuklarına yedirebilecek temiz ve kirlenmemiş gıda bulabilecek mi?

Sömürmeyi planladığı ülkelerin kanlı paraları özlediği o hayatı (tabi acaba nasıl bir hayat öngörüyorsa) sağlayacak mı.

Geçenlerde, haberlerde ABD'de bulunan çiftliklerde yabani ot mücadelesinin artık yapılamadığını anlatıyorlardı. Ürettikleri ot ilaçları bir işe yaramıyorlarmış. Beter olsunlar. Dünya ile bu derece oynarlarsa olacağı buydu.

Tek tesellim, onlarında bu mahfettikleri Dünyada bizimle birlikte yaşamak zorunda kalmalarıdır.

Saygılar.

uzman16 30-10-2009 08:51

Gdo'lu tohuma yasak geldi...
 
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Türkiye'nin biyolojik çeşitliliğinin zarar görmemesi için tohum ve buna bağlı ürünlerin üretiminin, "Gıda ve Yem Amaçlı Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerinin İthalatı, İşlenmesi, İhracatı, Kontrol ve Denetimine Dair Yönetmelik"in dayandığı yasalar esas alınarak yasaklandığını hatırlattı.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'ndan yapılan yazılı açıklamada, dünyadaki 8 gen merkezinden 3'ünün Türkiye'de bulunduğu, yine 3 bin 905'i akademik olmak üzere toplam 12 bin bitki türünün Türkiye'de yer aldığı kaydedildi.

Bugün dünyada üretimi yapılan buğday, arpa, nohut, mercimek, zeytin gibi birçok önemli ürünün anavatanının Türkiye olduğu, ayrıca insanlığın en önemli besin kaynaklarından biri olan buğdayın 11 bin yıl önce Anadolu'da kültüre alındığının bilindiği belirtilen açıklamada şöyle devam edildi:

"ABD, Arjantin, Brezilya, Çin, Kanada, Hindistan, Avusturalya, Yeni Zellanda ve Güney Afrika başta olmak üzere 28 ülkede üretilen Genetiği Değiştirilmiş Organizma'lı (GDO) tohum ve buna bağlı GDO'lu gıda ve yem ham maddeleri, biyolojik çeşitliliğimizin korunmasını ve sürdürülebilir kılınmasını tehdit etmektedir. Bu nedenle, ülkemiz biyolojik çeşitliliğinin zarar görmemesi için tohum ve buna bağlı ürünlerin üretimi, 26 Ekim 2009 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren, Gıda ve Yem Amaçlı Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerinin İthalatı, İşlenmesi, İhracatı, Kontrol ve Denetimine Dair Yönetmelik'in dayandığı yasalar esas alınarak yasaklanmıştır."

Açıklamada, bu yönetmelikle insan yaşamı ve sağlığı, hayvan sağlığı ve refahı, tüketici çıkarları ve çevrenin en üst düzeyde korunmasını riske sokanlar ile insan ve hayvan tedavisinde kullanılan antibiyotikleri taşıyan GDO ve GDO'lu ürünleri içeren gıda ve yem maddelerinin ithalatı ve bebek mamalarında kullanımının yasaklandığı kaydedildi.

Açıklamada, yönetmelik kapsamında insan yaşamı ve sağlığı, hayvan sağlığı ve refahı, tüketici çıkarları ve çevrenin en üst düzeyde korunması için karar vermeye esas teşkil edecek risk değerlendirmesinin TÜBİTAK, üniversite öğretim üyeleri ve araştırmacılardan oluşan 11 kişilik bağımsız, bilimsel, teknik bir komite tarafından yapılacağı belirtildi.

İnsan yaşamı ve sağlığı, hayvan sağlığı ve refahı, tüketici çıkarları ve çevrenin korunması bakımından risk taşımadığı bilimsel olarak ispatlananlara etiketleme zorunluluğu getirildiği belirtilen açıklamada, söz konusu yönetmelik hükümlerine aykırı davranışların tespiti durumunda ise 4703 sayılı Kanun, 5179 sayılı kanun ile 1734 sayılı kanuna göre izin iptali, para cezası, toplama, imha, mülkiyetin kamuya geçirilmesi ve hapis cezası dahil cezalar verilebileceğine işaret edildi.

Açıklamada şunlar kaydedildi: "Yine yönetmelikle beraber bağımsız, bilimsel, teknik komite raporu neticesine göre ihracat, ithalat, işleme, nakil aşamalarında piyasa denetim ve kontrolleri daha da sıkılaşacak, Bakanlığımız laboratuvarlarında yapılan analizler de dikkate alınarak, yönetmeliğe aykırı bir husus meydana gelmesi halinde gerekli cezai işlemler yapılacaktır."

Kaynak

beyzagıda 30-10-2009 09:43

çok sevindirici bir haber

maki01 30-10-2009 10:02

Tohum yasaklandı ancak o tohumla üretilen ürünlerin ithalatı belgelendirilerek serbest bırakıldı. Bu başlığı takip etmenizi öneririm.

Oğuz Karsan 18-12-2009 15:54

Merhaba.

GDO belasına karşı şimdilik az da olsa bir önlem olarak yeni yasa çıkacak.

Yine de onlar hep bir adım önde olacaklardır. Paraları ve satın alabilecekleri insanlara herşeyi yaptıracak güçteler. Karşılarına dikilip, menfaatlerine dokunan herşeyi, herkesi ve birkaçı hariç her hükümeti yıkacak güçleri var. Sakın onları küçümsemeyiniz.

Saygılar

denizakvaryumu 06-02-2010 02:20

Amerikalı Prof. Dr. John Fagan, GDO'lu ürünlerin solunum bozukluğu, ciltte kızarıklıklar, nezle, göz neslesi, baş ağrısı, hatta şok etkisine yol açarak ölüme bile neden olduğunu söyledi.

GDO konusunda yayınlanan birçok araştırması olan mikrobiyolog ve Amerika'daki Maharishi Yönetim Universitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. John Fagan, Ancak çok uluslu şirketlerin GDO'yu yaygınlaştırmak istediğini vurgulayarak "Tarım ilaçlarını pazarlamak için sıkıştırdıkları gibi GDO'lu tohum satmak için de Türkiye, Afrika ve Asya'da bunu yaygınlaştırmak için çaba harcıyorlar. Hindistan'da patlıcana da dahil etmek isteniyor. Türkiye'de, önce soya ve mısır, sonra hepsine dahil etmek isteyeceklerdir" dedi.

GDO konusunda yayınlanmış birçok araştırması olan mikrobiyolog ve Amerika'daki Maharishi Yönetim Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. John Fagan, GDO'lu ürünlerle ilgili ANKA'nın sorularını yanıtladı.

-NOBEL ÖDÜLLÜ DE OLSA TÜM SONUÇLARI TAHMİN EDİLEMİYOR-

Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO), genetik mühendisliği müdahale yöntemiyle, bitkiler, bakteriler, virüsler ve hayvanlardan alınan genin birleştirilmesi sonucunda, yeni bir gen ortaya çıkartılması olduğunu hatırlattı. Bu birleşik genin kontrol dışı olduğunu, ne gibi sonuç yaratacağının hiç bilinmediğini vurgulayan Fragan, "Bir tek gen dahil etmenin bütün bitki üzerindeki tüm sonuçlarını, doktorası da olsa, profesör de olsa, Nobe Ödüllü de olsa kimse tahmin edemiyor. Dışarıdan hücreye eklenen genin, DNA'nın neresine nasıl yapışacak o bilinmiyor ve kontrol altına alınamıyor" dedi.

-ABD'DE 37 KİŞİ ÖLDÜ, 5 BİN KİŞİ HASTA-

Hücresine yapay gen eklenen bir bitkinin, metabolik düzeyde etkilendiğini, bu durumun doku ve organizmalarda değişikliğe neden olduğunu söyleyen Fragan, "Bu bitkinin besin değerini düşürüyor" dedi. Bu bitkileri yediği taktirde insan sağlığına da zarar verdiğinin altını çizen Fragan, "Bir besin, genetiği değiştirildiği zaman yeni bir protein yaratıyor. Bu yeni proteinler alerji yaratabiliyor. Mesela GDO'lu patates yiyorsunuz, yeni bir protein var ve alerjik tepkiler yaratacak vücutta. Solum bozuklukları, cilt bozuklukları, kızarıklıklar, nezle, göz nezlesi, sindirim sisteminin bozulması, dokuların sağlıksızlaşması, tipik tepkilerden bazıları. Başınız ağrıdı mesela, yediğin mısırdan mı, başka birşeyden mi bilemiyorsun? Çünkü ne yediğin beli değil" dedi. Genetiği değiştirilmiş bakterilerin, zehirli bir bileşik de oluşturarak daha kuvvetli alerjik tepkilere neden olabildiğini, ani şok yaratarak ölüme bile yol açabildiğine dikkat çeken Prof. Dr. Fragan, bu zehirli etki ile ABD'de 37 kişinin öldüğünü, 5 bin kişinin de hastalandığı bilgisini verdi.

-HİNDİSTAN'DA PATLICANA, TÜRKİYE'DE HERŞEY İÇİN SIKIŞTIRILIYOR-

GDO ile dünyada Amerikalı, İsviçreli, Alman asıllı dev şirketlerin ilgilendiğini, dünyadaki GDO'ların yüzde 96'sının 5 ülkede imal edildiğini, bu ülkelerin ABD, Kanada, Avustralya, Brezilya ve Arjantin olduğunu, pamuk eklendiğinde Çin ve Hindistan'ın da bu ülkelere dahil edildiğini söyleyen Fragan, "Bu şekilde bakıldığında sadece 7 ülkede imal ediliyor" dedi. GDO'lu ürünlere dünyada en çok soya fasulyesi, mısır, kanola ve pamuk da rastlandığını, Amerika'da kabak ve domates de olduğunu, Havai'de Papaya bitkisinde bulunduğunu, Hindistan'da patlıcana da dahil etmek istendiğini açıkladı. GDO taraftarlarının, "Türkiye bunu kabul etmezse, dünyanın gerisinde kalır" sözünün gerçeği yansıtmadığını, GDO'yu sadece 7 ülkenin kabul ettiğinin altını çizen Fragan, şunları söyledi:

"Gerçek bu değil. Bu ticari amaçla yapılan, etkili olmayan, hatta bu çağda yapılmaması gereken bir teknoloji. Batı'da genel olarak kabul edilmeyen bir teknoloji. Tarım ilaçlarını pazarlamak için nasıl sıkıştırıyorlarsa, bunun için de Türkiye, Afrika, Asya'da bunu yaygınlaştırmak için çaba harcıyorlar. Türkiye'de hepsine dahil etmeyi isteyeceklerdir. Önce soya ve mısır, sonra hepsine."

-GDO'YA ULUSAL GÜVENLİK İÇİN DE DİKKAT-

GDO'lu tohum verildiğinde çiftçilerin, geleneksel tohumları bir kenara bıraktığını, bu tohumların 1 yıl beklediği zaman öldüğünü ve kullanılamaz hale geldiğini vurgulayan Fragan, "Tarım için kullanılan tohumları Türk çitfçileri kontrol edemezse, besin üzerindeki kontrol elden kaçar. Gıda güvenliği kalmaz. Bu sadece gıda güvenliği değil, uluslal güvenlik meselesidir ve çok ciddi bir sorundur" uyarısında bulundu. Türkiye'de GDO'lu ürünlere izin vermeye eğilimli, zayıf bir yasa çıkartıldığını, ancak insanların buna kvvetli bir tepki gösterdiğini ve bunun üzerine hükümetin tekrar gözden geçirdiğini hatırlatan Fragan, "Umut ediyorum ki Türk halkını bunlardan koruyacak daha kuvvetli bir yasa çıkacaktır" dedi. Avrupa'da yasa gereği, GDO'lu ürünlerin üzerine etiket konmak zorunda olduğunun altını çizen Fragan, "Türkiye'de çıkartılacak yeni ya da bu şartı koşmak zorunda ki ona göre insanlar alsın, ya da almasın" dedi.

-GDO'DAN KAÇINMAK İÇİN GIDALARIN ETİKETİNİ OKUYUN-

GDO'lu ürünlerin bakarak anlaşılacak bir durum olmadığını, ancak soya ve mısır katkı maddesi olarak, keklere, bisküvilere, şekerlere ve birçok gıda maddesine sıçradığını söyleyen Fragan, tüketicilere, "Yediğiniz şeylerin etiketini okuyun. Mısır, soya varsa, pamuk yağı varsa veya kanola varsa o zaman risk var demektir. En güvenlisi organik yiyin. Güvendiğiniz yerlerden gıdayı alın. Mümkünse güvendiğiniz tarlalardan, çiftçilerden alışveriş yapın" tavsiyesinde bulundu.

Timeturk

denizakvaryumu 07-02-2010 00:00

http://www.izlesene.com/video/muzik-...-baytar/525132

Sonsuza kadar GDO ya HAYIR....

Şeytan GDO defol.

Mine Pakkaner 10-02-2010 15:43

Prof. Dr. Tayfun Özkaya' nın bir yazısını paylaşmak istedim.

Alıntı:

GDO DESTEKÇİLERİ SİGARA SANAYİNİN DE Mİ HİZMETİNDE?
Tayfun Özkaya

Dünya’da GDO destekçisi olan önemli kişilerin ve kuruluşların çoğunun ortak bazı özellikleri var. Nelere karşılar, sayalım. Küresel ısınmayı durdurmak için alınması gereken önlemlere, organik tarıma, yağmur ormanlarının yok edilmesi ile ilgili duyarlılığa ve sigaraya getirilen vergi ve kısıtlamalara karşılar. (H. Paul ve R. Steinbrecher, Hungry Corporations, Zed Books, New York, 2003)


Bu yazıda diğer konuları bir kenara bırakıp, yalnızca sigara konusunu ele alalım. İki GDO destekçisini biraz tanıyalım.

Steven J. Milloy
: Daha önce sigara sanayi lobicisi olarak çalıştı. Kısaca TASSC (The Advancement of Sound Science Center) denilenTürkçe’ye “Güvenilir Bilim İlerleme Merkezi” şeklinde çevirebileceğimiz bir kuruluşun önceki baş yöneticisi idi. Bu kuruluş sigara şirketi Philip Morris tarafından paraca desteklenmektedir. TASSC akciğer kanseri ile sigara arasında ilgi olmadığını savundu. Amerikan Sigara İçmeyenlerin Hakları Vakfı, Milloy’u; dünyanın en saygın bilim kuruluşlarının sigara konusunda yayınlanmış araştırmalarını reddetmek ve “çöp araştırma” olarak etiketlemekle eleştirmektedir. (http://www.no-smoke.org/getthefacts.php?id=482) Miloy Özgür Girişim Eylem Fonu (Free Enterprise Action Fund) denilen bir fon kuruluşunun da başkanıdır. Steven Milloy daha önce sigara sanayinde yönetici olan Tom Borelli ile bu kuruluşta birlikte çalıştı. Milloy benzer etkinlikleri olan Cato Institute adlı kuruluşta da bulundu, GDO’lu ürünleri eleştirenlere hücum etti ve GDO’lu ürünlerin etiketlenmesine karşı çıktı. (JunkScience.com, 7.2. 2009)

Gregory Conko:
Politik bilim ve tarih eğitimi almıştır. Kısaca CEI denilen (Competitive Enterprise Institute) Rekabetçi Girişim Enstitüsünde gıda güvenliği politikası müdürüdür. CEI’nin sigara şirketlerinden büyük miktarda para aldığı biliniyor. CEI sigara yandaşı bir kampanya da yürütmüştür. CEI “sağlıktan daha önemli şeyler de vardır” demektedir. Conko aynı zamanda AgBioWorld Foundation adlı kuruluşun kurucularından biridir. Bu kuruluş da GDO ürünlerin destekçisidir.
Conko Avustralya’lı gazeteci Bob Burton’a Monsanto’nun CEI’ye para yardımı yaptığını itiraf etmiştir. (http://www.mindfully.org/GE/2004/Com...tute4mar04.htm)


Sigara da bir zamanlar çok masum ve zararsız bulunuyordu. Şimdi bunu savunmak iyice zorlaşmıştır. Sigaranın zararsız olduğunu iddia edenlerin şimdi de GDO’ları savunmakta olduğunu öğrenmiş olmak sanırım bazılarının gözünü açacaktır.

denizakvaryumu 10-02-2010 20:21

1 Eklenti(ler)
Eklenti 124714

GDO kullanan şirketleri açıklıyoruz!


GDO çağımızın yeni silahı. Görünmez silah. Vurulduğunuzu anlamadan vuran silah. Ekilmesinin, yenilmesinin güvenli olduğu ispat edilmeden insanların yemeklerine, ilaçlarına, aşılarına girmiş durumda.

Amerikalıların çoğu GDO’ya karşı ve GDO yemek istemediklerini söylüyorlar. Yüzde 60’ı hiç GDO’lu besin tüketmediklerini zannediyorlar ama her gün yiyorlar. Özellikle de GDO’lu mısır, soya, kanola ve pamuk yağı içeren gıdalarla.

Biz, Türkiye halkı da GDO istemiyoruz. Ben televizyonda GDO’yu savunan akademisyenlerin bile ailelerini GDO ile beslemek isteyebileceklerini zannetmiyorum. Çocuğuna, torununa GDO soya yağlı mama vermek isteyebileceğini, yazın içtiği içeceğin GDO’lu mısır şekeriyle tatlandırılmış olmasını isteyebileceğini hiç zannetmiyorum. Uzun vadeli sonuçlarının ne olacağını bilmediği bir deneyin parçası olmayı kim ister? Hiçbir insan istemez…

Evet, Türkiye’de GDO istemiyoruz diyorduk. Anneler istemiyor, babalar istemiyor, çocuklar, büyükler istemiyor. Ama – farkında bile olmadan- o kadar çok yiyoruz ki…

Gerçekler ortada. GDO’lu hammadde kullanan (hem de senelerdir kullanan) gıda şirketleri Tarım Bakanlığı’na baskı üstüne baskıyla GDO’lu hammaddenin serbestçe girmeye devam etmesi için derin manevralar yapıyorlar. Çok kısa bir sürede GDO yönetmeliği defalarca değişti. Şu anda sınırlarımızdan tonlarca GDO’lu hammadde giriyor. Kimi yem olarak kullanılıyor; ki tavuklar yemlenirse yumurta ve etleri, inekler yerse süt ve etleri de güvenilir olmaktan çıkıyor. Kimi de, gıda şirketlerinde hammadde olarak kullanılıyor.

Peki, bilmeden yediğimiz bu GDO’lu ürünler hangileri? Gofret, çikolata, kola, gazlı içecek, kahvaltı gevreği, hazır çorba, hazır kek, sucuk, salam, sosis, renkli yoğurt, çiklet, aromalı kahve, ketçap, mayonez, bisküvi, kraker, şekerleme, renkli içecek, ekmek üstüne sürülen ezme, cips, vb. paketli gıda ürünlerinde şu aşağıdaki listeden bir hammadde varsa GDO’lu olma ihtimali yüksektir:

Mısır şurubu
• Yüksek fruktozlu mısır şurubu (nişasta bazlı sıvı şeker –NBSŞ)
• Mısır nişastası
• Mısır yağı
• Bitkisel yağ
• Margarin
• Soya unu
• Soya proteini
• Soya lesitini
• Soya yağı
• Dokulu bitkisel protein
• Dekstroz
• Maltodekstrin
• Fruktoz
• Sitrik asit
• Laktik asit
• Kanola yağı
• Pirinç
• Pamuk yağı

TADELLE ve SARELLE markaları kendilerini akladı. Ürünlerinde GDO kullanmadıklarını göğüslerini gere gere ilan ediyorlar.

Ben bir tüketici olarak diğer gıda şirketlerinden de GDO kullanmadıklarını ilan etmelerini bekliyorum. Yoksa Tarım Bakanlığı’na o gizli baskıları yapanların onlar olduğunu ve senelerdir bize GDO yedirdiklerini düşüneceğim.

İyilikgüzellik.com okuruna not:

Marketten bir ürün almak zorunda kaldıysanız, almayı düşündüğünüz ürünün etiketindeki o çok küçük harflerle yazılmış “içindekiler” listesini mutlaka okuyun. Yukarıda listelediğimiz hammaddelerden birini dahi içeriyorsa satın almayın.

Pastanelerden alınan pasta, kurabiye, börek, baklava ve diğer hamur işlerinde içindekiler listesini göremiyoruz ama pastanelere de mutlaka sorun. Özellikle margarin, soya yağı, kanola yağı, mısır nişastası kullanıp kullanmadıklarını.

Çocuğunuzun bu korkunç deneyde kobay olmasına izin vermeyin.

http://www.iyilikguzellik.com/artike...artikel_id=120

denizakvaryumu 10-02-2010 20:24

Kemal Özer'in yazısı:

...
Yaz başlarında Cemil Çiçek tarafından Bakanlar Kurulu gündeminde olduğu açıklanan, Ulusal Güvenlik Yasa Tasarısı TBMM’ye sevk edilmek yerine, adeta GDO konusundaki tepkilerin dozunu ölçmek için yapılırcasına; bilinen adıyla absürt GDO yönetmeliği yayınlandı.

Yönetmeliğin yürürlüğünün Danıştay tarafından durdurulması üzerine ‘kırmızı kitap’ gibi korunan, Ulusal Güvenlik Yasa Tasarısı geçtiğimiz günlerde birden bire TBMM’ne sevk edildi.

Tasarının Tarım Komisyon’unda görüşmeleri sırasında, iktidar ve muhalefetin Türkiye’nin hiç de alışık olmadığı göz yaşartıcı kardeşliğine sahne olması, elbette manidar sayılabilecek bir gelişme.

Tarım Komisyonu’nda hem Ak Partili hem de CHP ve MHP’li üyelerin sözleri, domuz gribi aşısından ders alınmadığının en açık göstergesi gibiydi.

“ABD’ye yapmış olduğumuz ziyaret basında çok farklı yorumlandı. Bu kanun daha ileri götürülerek genetiği değiştirilmiş tohumların kontrollü bir şekilde ekiminin de kanuna eklenmesini talep ediyorum” cümlelerinin sahibi, Ak Parti Bursa Milletvekili Ali Koyuncu. Peki, Ali Koyuncu kim? Sıkı durun. O, kendinin de itiraf ettiği üzere geçtiğimiz Nisan ayında ABD’de Tarım Bakanlığı ve GDO devi Monsanto’nun davetlisi olarak, ABD gezisine götürülüp ikna odasına alınmış milletvekillerinden biri ve aynı zamanda da Mısır ve Süt üreticisi.

“Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlar ortalığı bulandırıyorlar. Kamuoyunu yanlış yönlendiriyorlar” diyen, Ak Parti İstanbul Milletvekili İbrahim Yiğit ise GDO çalışmalarını eleştiren GDO karşıtlarını cahillikle suçluyor.

“GDO’lu ürünleri, ayıplı bir ürün gibi lanse etmek yanlıştır. Bir bardak suda fırtına koparıldı. Bu tasarı çok geç gelmiş bir kanundur. Acilen yasalaştırılmalı” cümleleri ise GDO’lu ürünlerin sağlıklı ve nitelikli ürünler olduğunu belirten Ak Parti Uşak Milletvekili Nuri Uslu’ya ait.

İktidar bu kez yalnız değil. İktidarın her sözünü ve icraatını eleştirmekten başka hiçbir hayırlı işte göremediğimiz muhalefet ise rüyalarında mı yoksa karanlık bir mahzende mi korkutuldu bilinmez, küresel tohum devlerinin sözcüleri gibi konuşarak iktidarı destek yağmuruna tutuyorlar.

“Biyo güvenlik yasa tasarısı Türkiye için ihtiyaçtır” sözleri de C. Halk Partisi İzmir Milletvekili Vahap Seçer’e ait. Oda bir ABD’nin ikna gezisi katılımcısı…

“Hibrit tohumlar da GDO’lu tohumlar gibi lanse edilip, aynı kefeye konması beni rahatsız ediyor” sözleri tohumun mülkiyetini, küresel emperyalist güçlerin mülkiyetine geçiren hibrit tohumları savunarak adeta milliyetçiliklerinin iflasını ilan eden Milliyetçi Hareket Partisi Afyon Milletvekili Abdulkadir Akçan’ın. Ve oda ABD’nin ikna gezisi katılımcılarından bir diğeri…

“GDO yasasındaki cezalar ağırı buluyorum hafifletilmeli” sözü de, adeta kraldan çok kralcılık yapan ve de GDO konusunda iktidar ve muhalefetin birilerince uzlaştırıldığı izlenimi veren MHP Erzurum Milletvekili Zeki Ertuğay’a ait.

Tüm bunlar, Türkiye halkının yüzde doksandan fazlasının itiraz ettiği GDO’lu ürünlerin iktidar ve muhalefetin elbirliği ile yasalaştırmak için siyasi tarafların, karanlık odakların taleplerine boyun eğdiği gibi de yorumlanabilir.

İktidarın her icraatına muhalefet eden sözde halkçı CHP’nin ve sözde milliyetçi MHP’nin, GDO konusunda Ak Partili komisyon üyelerinden daha ateşli çıkmalarının hikmeti ne olabilir ki?

Tarım Komisyonu’na davet edilen sivil toplum örgütü temsilcilerinin üzerine yürüyen, Milliyetçi Hareket Partisi Afyon Milletvekili Abdulkadir Akçan, acaba Rockefeller ve Monsanto adına konuşuyor olabilir mi?

Kıymetli okurlarımız makalemizin uzunluğundan şikâyet edecekler biliyorum ama bir gerçeği daha belirtmeden geçmek imkânsız. Kamuoyu, milletvekillerinin ABD’nin ikna gezisine sadece bir defa götürüldüğünü zannediyor. Hâlbuki benzer ikna girişimlerinin çok kez ve farklı şekillerde sürdüğü anlaşılıyor.

ABD Tarım Ataşesi Robert Hanson tarafından kaleme alınan rapordan anlıyoruz ki; genetiği değiştirilmiş (GDO’lu) ürünlere karşı Türkiye’de oluşan kamuoyu, ABD’den GDO’lu ürün ithal eden üreticileri ürkütmüş. Bu nedenle de söz konusu yasa tasarısının GDO’lu ürünlerin, Türkiye’ye ithalinde engel çıkaracak bir şekilde çıkmaması için çalışmalar yapıldığı belirtiyor.

Biraz daha ileri giden Hanson raporunda; karar vericileri, akademisyen ve üreticileri hedef alan bir dizi lobi çalışması yapılmasını da öneriyor.

İşte ABD tarafından Türkiye’de yapılmış çalışmalardan bazıları:

- 2000 yılından bu yana Cochran Programıyla biyoteknoloji adaylarının ABD’ye gönderilmesi.
- Biyoteknoloji konusundaki bilgilerin tercüme edilip hükümet ve paydaşlara iletilmesi.
- Seçilmiş, gıda güvenliği konusunda çalışan 2 hükümet yetkilisini 2002′de Tunus’taki biyoteknoloji seminerine gönderilmesi.
- Yüksek düzey iki Tarım Bakanlığı uzmanının 2003 yazındaki Amerikan Hububat Konseyi toplantısına katılması için aday gösterilmesi.
- 2003 sonbaharında Ankara’da hükümet yetkililerine (250 kişinin üzerinde katılım olmuş) büyük bir konferans düzenlenmesi.
- 2003 yılı sonbaharında bir üniversitenin biyoteknoloji uzmanının Amerika’daki biyoteknoloji konferansına gönderilmesi.
- 2004, 2005 ve 2006 yıllarında, bakanlığın 5 gıda güvenlik elemanının, devlet fonlarıyla Biyoteknoloji Uluslararası Ziyaret Programı’na katılmasının sağlanması.
- 2004 yılı yazında bakanlık yetkililerinin ve gazetecilerin USGC Biyoteknoloji programlarına katılmasının sağlanması.
- 2005 yılı Nisan ayında bir grup milletvekili ve Tarım Bakanlığı’nın kilit elemanlarının ABD’ye davet edilmesi ve ABD’nin tarımsal biyoteknolojiyi nasıl kullandığının gösterilmesi
- 2005 yılı Eylül ayında ABD Tarım Bakanlığı’nın yardımıyla bir biyoteknoloji uzmanının Türkiye’deki üç üniversitede, Bakanlık yetkilileri ve paydaşlara konferans vermesinin sağlanması.

Planlanan çalışmalardan bazıları ise:
- Karar yetkisine sahip yüksek düzeydeki Tarım Bakanlığı yetkililerinin, seyahat ve eğitim programlarına dahil olmasının garanti edilmesi.
- Basında ve siyasi alanlardaki eleştirileri yanıtlamak için Türkiye’deki yerli endüstri ve ithalatçılar ile eşgüdüm içerisinde olunması.
- Biyoteknolojinin yararlarını göstermek için Türkiye’deki yerel üniversitelerle eşgüdüm içinde olunması.Ankara ve İstanbul’da bakanlıkların dönem dönem değişebilen elemanlarına gıda güvenliği seminerleri verilmesi için konuşmacılar ayarlamak.
- Bu seminerlere FDA’nın (Yiyecek ve İlaç Departmanı) katılımının ve ABD’deki biyotek ürünlerin yararlarını anlatan Amerikalı üreticilerin bu toplantılarda olmasının sağlanması.
- Cooperator, Cochran ve Uluslararası Ziyaretçiler Programı aktivitelerinin devam ettirilmesi. Bu aktiviteler arttırılmalı ve ziyaretler için İngilizce bilmeyen daha yüksek düzeydeki resmi görevlilerin hedeflenmesi.
- Türkiye’nin, biyoteknolojik mısır ve pamuk üretiminden diğer ürünlere nazaran daha karlı çıkacağının üreticinin karının artacağının, resmi görevliler ve yerel üretici birliklerine devamlı olarak anlatılması.

Görülüyor ki, küresel güçler boş durmuyor...
Bizimkilere düşen rol ise sadece ve sadece köleliğe rıza göstermek.
Bu durumda ölenler keşke sadece ‘…izm’ler olsaydı. Ne yazık ki beraberinde insanlıkta mevta!

Kaynak: http://www.gidahareketi.org

http://www.iyilikguzellik.com/haber.php?haber_id=2108

Nergis 22-02-2010 16:47

KANADA ' DAN BİR HABER...

Monsanto genetik kaçışların tüm sorumluluğunu kabul etti ( 1/2 )


Daha önceki bir duruşmada, Kanada Temyiz Mahkemesi, Monsanto'nun Transgene'inin patent koruma hakkının yasallığını tanımış; ancak patentin canlılar ve canlı biçimleriyle ilgili yasallığı sorusunu yeniden değerlendirmek üzere Kanada Parlamentosu'na devretmişti. Daha önceki yasal normlara paralel olarak, belli bir gen üzerindeki patent sahibi aynı zamanda patente bağlı hasadının/ürünün de sahibi sayılmakta. Ancak bu mesele askı sürecinde ve Kanada Parlamentosu tarafından yeniden değerlendirilmek durumunda.

Schmeiser Monsanto'nun genetik yapısı değiştirilmiş tohumlarını ve çok-kapsamlı herbisit Roundup Ready'yi asla kullanmadığını, aynı zamanda oluşan genetik kirlilikten hiçbir çıkarı olmadığını kanıtlayabildiği için, Monsanto'nun tazminat taleplerinden aklanmıştı.

2005 yılında, Schmeiser Monsanto'nun genetik yapısı değiştirilmiş kanola bitkilerini tarlasında tekrar tespit etti. Monsanto'yu konu hakkında bilgilendirdi
ve firmadan bu bitkileri tarlasından kaldırmasını talep etti. Monsanto bitkilerin genetik yapısı değiştirilmiş Roundup-Ready bitkiler olduğunu ve dolayısıyla kendi ürünleri olduğunu kabul etti. Bir bitkinin sahibinin aynı zamanda o bitkinin neden olduğu kirlilik hasarlarından sorumlu olduğuna dair hüküm çerçevesinde, Schmeiser bitkilerin tarlasından profesyonel bir şekilde kaldırılmasını sağladı ve fatura masraflarını tanzim edilmek üzere Monsanto'ya gönderdi.

Daha önceki mahkeme dışı uzlaşma çabalarında, Monsanto 660 dolar tutan bedeli ödemeyi kabul etmemiş ve bu olay sonrasında Schmeiser firmaya dava açmıştı. Monsanto Schmeiser'ın bu konu hakkında hiçbir biçimde konuşmaması ve ileride Monsanto'ya ürünlerinin genetik kirlililiğine sebebiyet vermesi

suçlamasıyla dava açmaması koşuluyla, hasar tutarını ödemeyi kabul etmişti. Schmeiser, tamamiyla gayri ahlaki olan bu talepleri reddetti. Yargıç Monsanto'nun neden 660 dolar gibi çok küçük bir miktarı ödemediğini sorduğunda, Monsanto'nun avukatı Richard W. Danyliuk talebin 660 dolar gibi bir para meselesinden çok ötesinde olduğunu belirtti.

19 Mart 2008 tarihli duruşmadan bir
saat önce, Monsanto Perry Schmeiser'ın bütün taleplerinin yanı sıra Schmeiser'ın tarlalarındaki genetik kirlenmenin sorumluluğunu da kabul etti. Dolayısıyla Monsanto sadece hasarı ödemekle kalmıyor aynı zamanda Schmeiser'ın bu konunun arka planıyla ilgili toplumu bielgilendirmek amacıyla yapacağı bütün açıklamaları ve yorumları da kabul etmiş oluyor. Patentli Transgene'in sahibi olan Monsanto'nun çevre tarlaların genetik kirliliğindeki sorumluluğunu kabul etmesi dünyadaki bütün çiftçilerin Monsanto'ya tazminat talebinde bulunmaları imkanını sağlıyor.

Daha fazla bilgi için:
www.percy.schmeiser-on-tour.org, www.percyschmeiser.com
Röportajlar: Percy Schmeiser, Canada: +1 306 369 25 20

Kaynak:http://www.emanetciler.org/


Forum saati Türkiye saatine göredir. GMT +2. Şu an saat: 01:00.
(Türkiye için GMT +2 seçilmelidir.)

Forum vBulletin Version 3.8.5 Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0
agaclar.net © 2004 - 2025