![]() |
|
|
|
|
|
#1 |
|
Ağaç Dostu
|
GDO ' lu Yalanlar
Mikroorganizmaların, böceklerin, bitkilerin ve hayvanların yaratılışlarından itibaren milyonlarca yıldır, kendi evrimsel sürecinde gelişen ve değişen genetik özelliklerine yapılan müdahaleler, çok da geniş olmayan bir yelpazede, ancak insanlığın gereksinim duyduğu en önemli ürünler üzerine yapılmaktadır. Örneğin küresel biyoteknolojik ürün alanlarının çoğunu, pestisit tolerans ve bakteri genleri aşılanmış soya, pamuk, kanola ve mısır, yani toplam 4 ana ürün işgal etmektedir. Kullanılan tarım ilaçları, özellikle herbisitler, bu ürünlerin üretim sürecinde artmış ve artma eğilimi de devam etmektedir. Gen kaçışları ile ilaca dayanıklılık geni aşılanmış bitkiden, diğer akrabalarına bulaşma olmaktadır. Konvansiyonel ve organik tarım ürünleri bu sayede daima tehdit altındadırlar. İnsanoğlunun gıda, tekstil hammaddesi olan lif ve enerji (bioyakıt) gereksiniminin çoğunluğunu karşılayan çok az sayıdaki monokültür ürün, biyoteknolojik endüstriyel tarım adına, konvansiyonel veya organik tarım üzerindeki totaliter baskı etmenidirler. Gen kaçışları ile pestisitlere dayanıklılık genine sahip, süper yabani otlar ortaya çıkmaktadır. GDO’lu bitkiler hedeflenmeyen organizmaya zararlı etkide bulunabilirler, bu nedenle faydalı böcekler ve mikroorganizmaların yok edilmesi, türlerin azalması da sözkonusu olacaktır. Pamuk kurdu ve koçan kurdu gibi böceklerin, sürekli GDO’lu pamuk, ya da mısır ürünlerinin ekildiği alanların baskısı altında, canavar böceklere dönüşmeyeceğinin, dolayısıyla mevcut tarım ilaçlarıyla mücadelenin başarısız kalmayacağının garantisini kim verebilir? Milyonlarca hektarlık tarım alanını; genetiği değiştirilmiş soya, mısır, pamuk ve kanola ile işgal eden ulusötesi biyoteknoloji şirketleri, monokültür tarımı alabildiğince yaygınlaştırarak, kendinden başka tarım sistemlerini ve ülkelerin gıda egemenliklerini hiçe saymak, ülke çiftçilerini intiharlara varan olaylarla, yıkıma sürükleyip topraklarından koparmak, ülkelerin en önemli kaynaklarından olan biyoçeşitliliklerini tehdit etmek, ekolojilerini tahrip etmek, ulusların yerel çeşitlerini ekledikleri ya da değiştirdikleri genlerle patentleyip, mülkiyetlerine geçirmek gibi olumsuz özellik ve eylemlere sahiptirler. Bunların, ülkemiz için oluşturdukları tehdidi; dışa bağımlılığın arttırılması, tarım ve gıdanın endüstrileşmeyle şirketlere bağımlı kılınması ve bu olayların da ithal yasalarla pekiştirilmesi ile ilişkilendirmek mümkündür. Bu yönden bakıldığında ülkemizde; tarımın, toprağın, çiftçinin ve gıdanın geleceği pek de aydınlık gözükmemektedir. Biyoteknoloji şirketlerinin sözcüleri ve taşeronları bu ürünlerin avantajlarını aşağıdaki başlıklar ile dile getirmektedirler. Bu yalanlar ve doğruları sırasıyla söyledir; “GDO’lar Dünyadaki Açlık için tek çözümdür” YALANI GDO’lu ürünlerin, ticari olarak ekilip dikilmesinin üzerinden 10 yıl geçmiş olmasına ve GDO’lu ekim alanları 102 milyon hektara çıkmış (2006) olmasına rağmen, bu ürünlerin açlığa çare olmadıkları görülmüştür. Dünyada gıda azlığı değil, adil dağıtım olmamasından kaynaklanan fazlalığı söz konusudur. Uluslararası tekellerin faaliyetinin merkezi haline gelen gelişmiş ülkelerde, özellikle buğday, mısır, soya, pirinç gibi dünya gıda tüketiminin önemli bir kısmını oluşturan gıda maddelerinde büyük bir üretim fazlası vardır. Dünyada yıllık olarak üretilen tahıl miktarı; Buğday: 627 milyon ton, Mısır: 721 milyon ton, Pirinç: 606 milyon ton olmak üzere Toplam: 1.954 milyon ton olarak bildirilmektedir (FAO, 2004). Dünya nüfusuna göre (6,5 - 7 milyar insan) adil bir dağılım yapılacak olsaydı, yılda kişi başına düşen tahıl miktarı 250 - 300 kg. arasında değişecekti. Balık, et, süt, yumurta gibi hayvansal ürünler ve bunlara ilaveten üretilen sebze, meyve ve baklagiller de eklendiği zaman, 850 milyon insan tarafından çekilen açlığın, üretim azlığından değil, gıdanın paylaşımındaki dengesizlik ve bölüşüm ilişkilerindeki bozukluktan kaynaklandığı açıkça görülecektir. Biyoteknolojinin günümüzdeki tarımsal uygulamaları ne yazık ki, bilim ve gereksinimden çok, kar güdümlüdür ve tarımsal biyoteknoloji araştırmaları insanlığın ve özellikle de fakirlerin gereksinimlerinden çok zenginlerin ve tarım endüstrisi şirketlerinin isteklerini karşılamaktadır. Dünya, gıdanın eşit olmayan dağılımdan açlık çeker ve tarımsal ilaç kirliliğinden kıvranırken, çok uluslu biyoteknoloji şirketlerinin odaklandığı şey sadece sürüm yaygınlığı ve kardır. “Birlikte ekilebilirlik (co-existence) mümkündür.” YALANI Polenler doğal yayılımlarında, sınır ve mesafe tanımazlar. Dolayısıyla tozlaşma döneminde rüzgar ve böcek gibi etkenlerle taşınan polen, GDO kaynaklı ise, yapısına girdiği normal özellikteki bitkinin de genetiğini değiştirmektedir. GDO’lu bitkilerden konvansiyonel ya da organik olarak üretilen bitkilere gen bulaşması olabilmektedir. Dolayısıyla GDO’lu bitkiler ile konvansiyonel ya da organik bitkilerin birlikte ekilebilmeleri mümkün değildir. Kaldı ki organik tarım kanun ve mevzuatlarında, hatta birçok ülke konvansiyonel ürün üretiminde GDO’lu tohum ya da bitki materyalinin kullanılmasını red etmektedir. GDO’lu ürünlerden gen kaçışları ile buluşmaya maruz kalan organik ürünler, organikliklerini kaybetmektedir. “GDO’lu bitkilerden yabani akrabalarına gen kaçışı olmaz” YALANI 2005 yılı temmuz ayında İngiliz hükümeti genetiği değişmiş bir süper yabani ot “superweed” türünün varlığını duyurmuştur. İngiliz hükümetinin denetlediği, GDO’lu Yağlık Kanola denemelerinde keşfedilen “yabani ot”un, Yabani Hardal (Sinapis arvensis) ile tozlaşmadan, gen kaçışından oluştuğu tespit edilmiştir. Yağlık Kanola (Kolza) ile yabani hardalın tozlaşmasının ve gen bulaşmasının olmayacağı yönündeki bilimsel varsayımların geçersiz olduğunu ispatlayan bu olaya, İngiltere’de ilk defa rastlanmaktaydı. BAYER’in herbisit toleranslı transgenik yağlık kanoladan, yabani akrabalarına gen kaçışı, İngiliz hükümetinin Transgenik Ürünler Çiftlik Ölçekli Değerlendirme (FSEs) tarlalarındaki çalışmalarında izlenmiştir (FOE, 2005). Araştırmacılar, yapılan GD kanola denemelerinin ertesi yılında, deneme tarlası alanında Sinapis arvensis’in genetiği değişmiş versiyonunu tespit ettiler. Bulunan bu bitki, herbisit toleranslı GD yağlık kanolasının dirençli olduğu Glufosinat amonyum (BAYER tarafından “Liberty” ticari ismiyle pazarlanmaktadır) ot ilacına dirençlilik genini taşıyordu. Bu güne kadar bilim dünyasında, yabani hardalın yağlık kolza ile tozlaşma ve döllenmesinin mümkün olamayacağı, bu durum gerçekleşse bile yeni bitkinin yaşam şansının olmayacağı yönünde tartışmalar vardı. Hatta Avrupa Çevre Ajansı (European Environment Agency), 2000 yılı raporunda Yağlık Kolza (Brassica napus) ve Yabani Hardal (Sinapis arvensis) arasında doğal gen akışı olmadığına dair genel bir görüş birliği olduğunu belirtilmişti. Ancak bahsi geçen denemelerde keşfedilen GD Yabani hardal bitkisi, gen kaçışının varlığını ispatladığı gibi, oluşan bu yeni bitkinin (superweed) yaşam şansının olamayacağına dair savları da çürüttü. Yabani hardal tohumunun toprakta fertilitesini kaybetmeden 60 yıl kalabileceği gerçeği göz önüne alındığında, tehlikenin ne kadar büyük olduğunu göz ardı etmek mümkün değildir. (FOE, 2005) Yabani hardal İngiltere ve kıta Avrupa’sında yağlık kanola üretimi yapılan yerlerde bolca yetişmektedir ve bu bitki, kültür bitkileri için istenmeyen bir “yabani ot” niteliğindedir. Dolayısıyla yağlık kanolanın, Avrupa’da ticari anlamda üretimine izin verilmesi halinde, çok kısa süre içinde Glufosinat amonyum içerikli ot ilacına dayanıklı, yani yabani otla mücadele ilacı atıldığı halde ölmeyen, süper yabani otlar türeyecektir. Böylece çiftçiler yabani otları öldürmek için daha fazla, ya da daha kuvvetli herbisitler kullanacaklar ve ekolojik yıkımı daha da hızlandıracaklardır. Bunun canlı örneği 10 yıldır ticari yağlık kanola’nın üretildiği Kanada’da yaşanmış, 3 çeşit herbisite dayanıklılık kazanmış bir tür yabani kanola gelişmiştir. Yukarıdaki araştırma sonuçları, genetiği değiştirilmiş kanola üretiminin tarla biyoçeşitliliğini, konvansiyonel kanola yetiştirmekten çok daha fazla etkilediğini ortaya koymaktadır. (FOE, 2005) “GDO’lu bitkilerin Biyoçeşitlilik üzerine olumsuz bir etkileri yoktur” YALANI Ülkemizde 3.000 i endemik olmak üzere, neredeyse Avrupa kıtasına yakın bir sayıda, tesbit edilebilmiş 11.000 civarında bitki çeşidi vardır. Biyolojik çeşitlilik, ülkelerin yeraltı, yerüstü kaynakları ya da tarihsel kültürel varlıkları kadar zengin, önemli ve korunması gerekli kaynaklarıdır. GDO’lu kültür bitkilerinden yabani akrabalara gen kaçışları olduğu takdirde ki bunun olabileceği kanıtlanmıştır, ülkelerin biyolojik çeşitlilikleri çok büyük risk altına girecektir. Keza GDO’lu endüstriyel bitkilerin ekimlerinin ve yayılımlarının artmaya devam etmesi halinde ülkelerin genetik kaynakları da yavaş yavaş kaybolacak, ülkelere özgü yerel tohumlar ortadan kalkacaktır. “GDO’lu ürünler küçük çitçiler için de iyi bir alternatiftir.” YALANI California Üniversitesi, Çevre Bilimi Politika ve Yönetim bölümünden Miguel Altieri, 1998 yılında, yani transgenik bitkilerin küresel yayılımının daha yeni başladığı dönemde; “Sermaye yoğun bir sistem olan Biyoteknoloji, endüstriyel tarımsal üretimin geniş şirket tarlalarında toplanmasını, yoğunlaşmasını tetiklemektedir. Malın fiyatını üretkenliği arttırarak düşürmeye yönelen Biyoteknolojik tarım bununla beraber kurduğu teknolojiyle özellikle küçük ölçekli birçok çiftçiyi sektörün dışına itecektir. Biyoteknoloji, ileriki dönemde gücün sadece birkaç çok uluslu şirketin elinde toplanmasını arttıracak ki bu da zaman içinde çiftçilerin bağımlılığını arttırarak onları kimyasal tohum paketlerine şişirilmiş fiyatlar ödemeye zorlayacaktır.” öngörüsünde bulunmuştu. Altieri’nin “Tarımsal Biyoteknolojik Efsaneler” makalesinde dile getirdiği bazı somut değerlendirmeler ise şöyleydi; “Üçüncü dünya ülkeleri çiftçileri nezdinde biyoteknolojik ürünler küçük ölçekli üreticilerin ihracatını düşürecektir. Örneğin –Madagaskar’daki vanilya üreten 70.000 çiftçi Texas’da biyoteknoloji laboratuarında geliştirilen vanilya nedeniyle iflas edebilmektedir. Keza dünya şeker pazarının %10 unu elinde tutan biyoteknoloji şirketlerinin ürettiği düşük fiyatlı nişasta bazlı şekerler sayesinde, üçüncü dünya ülkelerindeki yüzbinlerce şeker pancarı üreticisi üretimin dışına çıkabilmektedir. 1998 den itibaren üçüncü dünya ülkelerindeki yaklaşık on milyon şeker üreticisi laboratuarda üretilen tatlandırıcıların dünya pazarını istila etmesiyle geçim kaynaklarını kaybetmeye başlamışlardır. Unilever’in klonlanmış hurma yağı, hurma yağı üretiminde baskın hale geldiğinde, Senegal’de yerfıstığı, Filipinler’de hindistan cevizinden yapılan yağ üretimlerine talep azalacak, dolayısıyla bunlarla geçimlerini sağlayan çiftçilerin durumu gittikçe kötüleşecektir. GDO’lu ürünlerin yaygınlaşması ile üçüncü dünya ülkelerini bekleyen tehlikeler çevresel riskler oluşturması ve kırsal kalkınma önünde bir engel oluşturması ile beraber, geleneksel tarımı ve onun yerel genetik çeşitliliğini de ölüme mahkum edecek olmasıdır.” (Altieri, M.A. l998) Geldiğimiz gün itibariyle, tüm bu öngörülerin daha da çeşitlenerek geniş boyutlarda gerçekleştiğini görmekteyiz. Bu tehlikeli gerçeklerin sadece üçüncü dünya ülkelerini değil, ülkemizin de içinde bulunduğu birçok ülkeyi kapsadığını hatırlatmakta fayda vardır. “GDO’lar kontrol ve izlenebilirlik sayesinde istenmeyen ürünlere karışmaz” YALANI Tarımsal biyoteknoloji şirketleri GDO’lu ürünlerin insan gıdası için üretilmeyen bölümünün, gıda zincirine karışmasını önleyici tedbirleri olduğunu ve bunların gıda zincirine karışmayacağını öne sürerler. Ancak gerçekte yaşanan bazı olaylar bu tezin doğru olmadığını kanıtlamıştır. Örneğin; “yemlik” olarak patent alan Starlink mısırı insanlar tarafından tüketilen hazır gıdaya bulaşmış ve raflardan toplatılmış ve bu mısır unu ürününü piyasaya süren Kraft, büyük maddi zarar görmüştür. Keza, Bayer’in yasallaşmamış GDO’lu uzun pirinci LLrice601, ABD’nin GDO’suz olarak dünya ülkelerine ihraç ettiği pirinçlerde de saptanmıştır. Bu durum ise, daha ticari olarak ekimi yapılmayan bir pirinç çeşidinin, nasıl konvansiyonel pirince bulaşabildiğine ve bunun da insan gıda zincirine girebildiğine en somut ve güncel bir örnek oldu (GDOHP, 2006) Eylül 2007’de Almanya’daki marketlerden alınan 33 çeşit soya ürününün, 2/3’ünde GDO izleri bulunmuştur. GDO’lu olduğu bilinmeyen, dolayısıyla da herhangi bir etiket, ya da herhangi bir uyarı bilgisi taşımayan bu ürünlerin bir kısmı bebek mamaları olup, en çok GDO çıkan ürün, bebekler için üretilen toz süt olmuştur (Focus, 2007). Bu durum GDO’lu ürünlerin, doğal ortamda organik ürünlere de bulaşabileceğinin kanıtıdır. Nitekim 2007 yılı da dahil olmak üzere, yılardır dünyanın çeşitli ülkelerindeki organik tarım ürünleri üreten çiftçilerin, GDO bulaşması nedeniyle ürünlerinin ve tarlalarının organik kapsamdan çıktığını bildiren, yüzlerce haber yayınlanmıştır. Oysa bu konunun destekçileri de, hala kanıt olamadığını savunmaktadırlar. Ülkemizde Tüketici Hakları Derneğinin çeşitli market raflarından alıp analiz ettirdiği ve GDO bulunan ürünleri ya da nişastalık veya yemlik olarak Arjantin’den ithal edilen mısırlarda GDO bulunmasını Türkiye’de yaşadığımız canlı örnekler olarak verebiliriz. “GDO’lu ürünlerin toprak ve çevreye zararları yoktur” YALANI Arjantin’de çoğunluğu GDO’lu olan yoğun soya ekimi, topraklardan çok fazla miktarda besin maddesinin sömürülmesine neden olmaktadır. Kesintisiz bir biçimde yapılan soya tarımı nedeniyle topraktan tahmini olarak 1 milyon ton azot ve 227 bin ton fosfor sömürülmektedir ve bunun ticari gübrelerle ikamesinin bedeli de 910 milyon dolara tekabül etmektedir. Latin Amerikadaki bazı nehir havzalarında tesbit edilen azot ve fosfor düzeyinin artışı yoğun soya tarımında kullanılan ticari gübrelerle bağlantılanmaktadır (Walter Pengue (2005), “Transgenic crops in Argentina: the ecological and social debt,” Bulletin of Science, Technology and Society 25: 314-322.) Brezilyada soya üretiminin kısa süre içinde geniş alanlara yayılmasının ana nedenlerinden biri, soyanın azot fikse eden rizobium bakterileriyle kök nodüllerinin simbiyotik ilişkisi sayesinde ürünün gübresiz olarak üretilebileceği söylemiydi. Fakat tohum şirketleri, büyük olasılıkla, herbisit toleranslı GDO’lu soya tohumlarının rizobium bakterilerilerine toksik etki yapacağını, dolayısıyla bitkinin gereksinim duyduğu azotu kimyasal gübrelerle vermek gerektiğini söylemeyi unutmuşlardı. Toksik etkiyle azot fikse eden bakterilerinin azalışı, doğal olarak bitkiyi, dolayısıyla üreticiyi, azot için sentetik gübrelere mahkum etmiştir. (Miguel Altieri and Walter Pengue, Jan 2006 ,GM soybean: Latin America’s new colonizer , http://www.grain.org/seedling/?id=421 ) Brezilya’ da kullanılan pestisitlerin 1/4 ü (50.000 ton) soya tarımında kullanılmaktadır. Pestisit kullanımı her yıl % 22 artmaktadır. Her ne kadar biyoteknoloji şirketleri yıl içindeki ot mücadelesinde Roundup herbisitini sadece bir kez uygulamak yeterlidir diyorlarsa da araştırma sonuçları toplam uygulama adet ve miktarının arttığını göstermektedir. ABD den örnek verilecek olunursa glifosfat kullanımı 1995 de 2,850 tondan 2000 yılında 18,960 tona çıkmıştır. Arjantinde 2004 üretim sezonunda kullanılan Roundup miktarı tahmini 160 milyon litredir. “GDO’lu ürünler organik ve konvansiyonel ürünlere göre daha verimlidirler” YALANI GDO’lu ürünlerin konvansiyonel ürünlerden daha fazla verim verdiğine dair hiçbir bilimsel kanıt ortaya konamamıştır. GDO’lu ürünlerin daha verimli olduklarına dair söylemler günümüzde giderek azalmış, bunun yerini daha az ilaç kullanımı nedeniyle ekolojiye daha dost tarım şekli olduğu söylemi almaya başlamıştır ki bu da başka bir yalandır. Ürün verimine bakılacak olursa Brezilyada transgenik soyanın yıllar itibariyle ortalama veriminin 230 kg. dan 260 kg/dekara yükseldiği ama konvansiyonel çeşitlerden % 6 daha az verime sahip olduğu tespit edilmiştir. Pleiotropik etki denilen yani yüksek sıcaklık nedeniyle sapların çatladığı ve su stresinin görüldüğü dönemlerde transgenik soyada konvansiyonele göre % 25 e yakın ürün kayıpları görülmüştür. Aşırı kuralık yaşanan 2004/2005 sezonunda Rio Grande do Sul bölgesinde transgenik soyada % 72 ürün kaybı olmuş ve bu da ihracatta tahmini rakamla % 95 lik bir azalmaya yol açmıştır. (Miguel Altieri and Walter Pengue, Jan 2006 ,GM soybean: Latin America’s new colonizer ,http://www.grain.org/seedling/?id=421 ) “GDO’lu ürünlerde daha az Pestisit (tarım ilacı) kullanılmaktadır” YALANI GDO’lu tohumların ticari olarak satışının başladığı 1996’dan itibaren ilk 3 yıl, bu ürünlerin pestisit kullanımını 13.000 tona yakın bir miktarda azalttığı saptanmıştır. Ancak son 3 yıl içinde, gen aktarımlı bitkilerin üretim alanlarındaki pestisit kullanım artışı 36.000 tondan fazladır. Bu artışın büyük bölümü, soya, pamuk gibi herbisit toleranslı (HT) ürünlerin tarımsal üretim girdilerine aittir. Hazırlanan raporlar, birçok çiftçinin gen aktarımlı bitki tarlalarına daha fazla herbisit kullanma zorunda kaldıklarını yazmaktadır. Bunun nedeni yabani otların herbisitlere karşı genetik olarak dayanıklılıklarını arttırmalarıdır. Yıllardır bilim insanlarının “herbisit toleranslı bitkilerin tarım alanlarında ekolojik değişimlere yol açacağı” konusundaki uyarılarında haklı oldukları, 2001 yılından itibaren ABD’de gözlenebilmektedir. (Ag BioTech, 2004) 2003 Kasım ayındaki bir çalışma raporunda, ABD’deki transgenik mısır, soya ve pamukta geçmiş yıllara göre daha fazla pestisit kullanıldığı bildirilmektedir. Geçtiğimiz 8 yılda, Bacillus thuringiensis (Bt)’nin kullanıldığı transgenik çeşitlerdeki, pestisit kullanımının yaklaşık 10.000 ton azaldığı, herbisitlere dayanıklı transgenik bitkilerde kullanılan ilaç miktarının da yaklaşık 35.000 ton (Türkiyenin yıllık toplam tarım ilacı kullanımından da fazla) arttığı belirlenmişti. Sonuç olarak ABD tarımında transgenik bitkilerin kullanımı sayesinde, toplam tarım ilacı harcamasının 25.000 ton arttığını söylemek mümkündür.(Ag BioTech, 2004) 2004 yılında hazırlanan başka bir raporda yine ABD’inde çiftçilerin herbisit toleranslı transgenik soya, mısır ve pamukta bunların konvansiyonel çeşitlerine göre daha fazla pestisit kullandığı da teyit edilmektedir. Transgenik ürünler ve pestisit kullanımı konusundaki 1996'dan 2004'e kadarki veriler, konvansiyonellere kıyasla, GDO’lu ürünler için 55 bin ton daha fazla pestisit kullanıldığını göstermektedir. Rapora göre pestisit kullanımındaki bu farklılık, glifosfata (glyphosate) toleranslı ekinlere uygulanan herbisitteki kullanım artışından kaynaklanmaktadır. Bu, yabani otların kullanılan herbisite bağışıklık, ya da toleranslı yabani otların ortaya çıkması nedeniyle olduğu gibi, herbisit üreticilerinin pazarlama yetenekleri, glifosfat ve diğer herbisitlerin fiyatlarındaki indirimler nedeniyle olmaktadır.(Benbrook, 2005) Kaldı ki herbisit toleranslı bitkilerle birlikte kullanılmak zorunda olan yabani ot ilacının etkili maddesi için de birçok olumsuz yön mevcuttur. Herbisitlerin aktif maddesi olan Glifosfat'ın direkt kullanımı, ya da yüksek doz verilmesi haricinde, insan ve hayvanlara zararı olmadığı söylenmekle beraber, birçok literatürde sinir sistemi tahribatı, el yüz ayak şişmeleri ve hamilelerde düşüğe neden olabilmesi ve sperm sayısının azalmasına etkisi olabileceği bildirilmektedir. 1987 ve 1990 yıllarında iki bilim insanı İsveç'te tedavi gören Non-Hodgkin Lymphoma'li (NHL = lenf bezi kanseri) 422 hastayı inceleyerek, tarım ilaçlarıyla karşılaşıp karşılaşmadıklarını araştırmışlardır. Sonuçta Glifosfat’lı herbisit kullanan çiftçilerde, NHL olma riskini istatistiksel olarak yüksek bulmuşlardır. Dr. Lennart Hardell ve Dr. Mikael Eriksson yayınladıkları makalelerinde, başka araştırıcıların yaptığı laboratuvar ve hayvan deneylerinde de kaygı verici sonuçlar elde edildiğinden söz etmektedirler. Daha önceki çalışmalarda glifosfat’ın farede gen mutasyonlu ve kromozom anomalili lenfoma (lenf bezi kanseri) oluşturduğu rapor edilmiş, ayrıca farelerde karaciğer kanseri, losemi ve lenfoma riskini arttırdığı da bir başka araştırmada gösterilmektedir. Yine bu iki doktorun daha önceki bir araştırmalarında glyphosat'in NHL'nin nadir görülen bir çeşidi olan Hairy Cell Leukemia'nin (Tüylü Hücreli Lösemi) riskini artırdığını saptayıp, bunu makale halinde yayınlamışlardır (Hardell ve Erikson 1999).* Arca Atay DOĞADER Yönetim Kurulu Üyesi Kaynak: Arca Atay, Tarım Kimyasalları ve GDO Gerçeği, Tarım İlaçları Kongresi Raporu, 2005 Ankara * GDOların sağlık riskleri ile ilgili detaylı rapor için bakınız; “GDOların Bilim ve Sağlık açısından değerlendirilmeleri” GDO’ya Hayır Platformu/ Bilim Sağlık Komitesi © 2004 |
|
|
|
|
|
#2 |
|
Ağaç Dostu
|
Bilindiği üzere ABD, dünyadaki GDO’lu ürünlerin en çok üretildiği ve tüketildiği ülke olup, Amerikan halkının büyük bölümü bunları tüketmek istemediklerini, satın aldıkları ürünlerin GDO’lu olup olmadığını bilme hakları olduğunu savunmaktadırlar. ABD hükümetleri ise, biyoteknoloji şirketlerinin çıkarlarına ters geleceği için etiketleme uygulamasına geçmemekte ısrar etmektedirler. Tüketicilerin yaşamları için gereksinim duydukları besin maddelerinin sağlık ve güvenilirliklerini sorgulama haklarına, gıda egemenliklerini koruma haklarına saygı göstermeyen hükümetler karşısında, dünya ülkelerinin duyarlı sivil örgütleri bu görevi üstlenmektedirler. ABD’deki Tüketici Örgütleri, Bilim ve Sağlık Örgütleri, Organik Çiftlikler ve Çiftçi Örgütleri başta olmak üzere sivil toplum kuruluşları, GDO’ların sağlık, tarım ve ekolojiye olumsuz etkileri nedeniyle direnç gösterdikleri GDO’lu Gıda Ürünlerini bu tip broşürler ile teşhir etmektedirler. Teşhir edilen ürünler ve bu ürünleri üreten şirketlerin kimler olduğunu dikkatlice incelemenizi, Türkiye’de faaliyet gösteren bazı çokuluslu şirketlerin aynı ya da benzer ürünleri Türkiye’ye de soktuklarını hatırlatmak isteriz. Genetik Mühendislik ya da Genetik Modifikasyona Uğratılmış Gıdalar, laboratuar şartlarında gıda için kullanılan bitkilerin ya da hayvanların DNA’larının içine çeşitli genlerin yapay olarak aktarılmasıyla oluşurlar. Bunun sonucunda GDO olarak adlandırdığımız Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar meydana gelir. GDO’ların üretim aşamasında, bakteriler, virüsler, böcekler, hayvanlar ve hatta insanlardan gen aktarımı yapılmaktadır. Çoğu Amerikalı, “GDO etiketi” olduğu takdirde bu besinleri tüketmeyeceklerini söylemesine rağmen diğer endüstrileşmiş ülkelerin tersine ABD hükümetleri etiketlemeyi zorunlu kılmamıştır. Bu GDO-suz Ürün Alışveriş Kılavuzu satın aldığınız gıdalar hakkında bilgi edinme hakkınızı hatırlatmak ve GDOlu ürünleri tanıma ve onlardan sakınma konusunda size yardımcı olmak için tasarlanmıştır. GDO’lu ürün grupları • Meyve ve sebzeler • Et, balık ve yumurtalar • Alternatif et ürünleri • Süt ve süt ürünleri • Alternatif süt ve süt ürünleri • Mamalar • Tahıllar, baklagiller ve makarnalar • Kahvaltılık gevrekler • Fırınlanmış gıdalar • Dondurulmuş gıdalar • Hazır çorba, sos ve konserveler • Çeşniler • Atıştırmalık gıdalar ve çerezler • Şeker, çikolata ve tatlandırıcılar • Sodalar, meyve suları ve diğer içecekler GD ürünlerden kaçınmanın ipuçları: 1. Organik ürünler satın alın. Sertifikalı organik ürünler GDO içeremezler. Yani, “%100 organik” ,“organik”, “organik içeriklidir” etiketi taşıyan bir ürün satın aldığınızda, bu ürünün GDO’lar ile üretilmiş olması yasaktır. Örneğin, “organik içeriklidir” etiketli bir ürün % 70 organik içerikli olsa dahi, %100 GDOsuz olmak zorundadır. 2. “GDOsuz” etiketi arayın. Şirketler gönüllü olarak ürünlerini “GDOsuz” olarak etiketleyebilir. Örneğin etiketlerde “GDOsuz” ve “Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar Kullanılmadan Üretilmiştir”. Bazı ürünlerde ise sadece tek bir riskli içeriğin, örneğin “Soya Lesitin”in, GDOsuz olduğu belirtilir. 3. Riskli içeriklerden kaçının Genetiği değiştirilmiş herhangi bir mahsul içeren tüm ürünlerden kaçının. Mısır, soya fasulyesi, kanola ve pamuk genetiği değiştirilmiş ürünlerin başında geliyor. GDO mısır, soa, kanola veya pamuk içerebilecek ürünler şunlardır: Mısır içerikliler: -Mısır unu, yağı, nişastası, gluteni, şurubu -Tatlandırıcılar: fruktoz, glikoz, dekstroz -Modifiye edilmiş gıda nişastası Soya içerikliler: -Soya unu, lesitini, proteini, isolat ve isoflavonu -Bitkisel yağ ve protein Kanola içerikliler: -Kanola yağı Pamuk içerikliler: -Pamuk yağı ABD’de, GDO’lu şeker pancarı da gıda ürünleri içinde yer almaya başlamıştır. GDO’lu şeker pancarından kaçınmak için organik ve GDOsuz şekerleri, yüzde 100 şeker kamışından elde edilen şekerleri veya organik şeker ile üretilmiş şeker ve çikolata ürünlerini tercih edin. MEYVE VE SEBZELER Amerika’da satılan taze meyve ve sebzelerin küçük bir kısmının genetiği değiştirilmiştir. Çekirdeksiz karpuz gibi ürünler genetiği değiştirilmiş değildir. Kabak, sarı kabak ve tatlı mısırların bazıları GDO’lu olabilir. Genetiği değiştirilmiş tek ticari meyve Hawaii’den gelen Papayadır- Hawaii’den gelen papayaların neredeyse yarısı GDOludur. ET, BALIK VE YUMURTALAR Henüz genetiği değiştirilmiş balık, kümes hayvanı veya çiftlik hayvanı satışa sunulmamıştır. Fakat, tahıl gibi GDOlu ürünlerle beslenen hayvanlardan üretilen pek çok organik olmayan ürün vardır. %100 ot/ çimenle beslenen hayvanları ve çiftlik balığı yerine açık deniz balıklarını tercih edin. SÜT VE SÜT ÜRÜNLERİ: Bazı ABD’li süt ürünleri çiftlik sahipleri ineklerine süt üretimini arttırmak için genetiği değiştirilmiş hormon rbGH( rbST olarak ta bilinir) enjekte eder. “rbGH/rbSTsiz inek” etiketli ürünleri satın alın. Pek çok alternatif süt ve süt ürünleri soya fasulyesinden üretilir ve GD maddeler içerebilir. MAMALAR Çoğu mamanın ana maddesi süt ya da soya proteinidir. Genelde bu ürünlerin içindeki gizli ürünler rbGH enjekte edilmiş ineklerden elde edilen süt veya soyadır. Aynı zamanda bazı markalar GDOlu mısır şurubu, mısır şurubu veya soya lesitini de kullanırlar. GDOsuz ürünler Baby’s Only (certified organic products) Earth’s Best Gerber products HAPPYBABY Organic Baby GDOlu olma ihtimali olan ürünler Beech-Nut Enfamil Good Start Nestlé Similac/Isomil TAHIL, BAKLAGİL VE MAKARNALAR Mısır dışında gıda marketinde GDOlu tahıl ürünleri bulunmaz. %100 buğdaydan üretilmiş makarna, kuskus, pirinç, arpa, yulaf,sorgum ve soya hariç kuru baklagilleri tercih edin. GDOlu olma ihtimali olan ürünler Betty Crocker meals (General Mills) Knorr (Unilever) Kraft Macaroni & Cheese meals Lipton meal packets (Unilever) Near East (Quaker) Pasta Roni and Rice-A-Roni meals (Quaker) KAHVALTILIK GEVREKLER Genellikle mısır ve soyadan üretildikleri için, kahvaltılık gevrek ve barların GDOlu ürün içerme ihtimali yüksektir. GDOlu olma ihtimali olan ürünler General Mills Kellogg Post (Kraft) Quaker FIRINLANMIŞ GIDALAR Buğday unu, pirinç, yulaf gibi fırınlanmış ürünlerin genetiği modifiye edilmese de, çoğu paketlenmiş ekmek ve hamur işi gıdalar mısır şurubu gibi GDOlu maddeler içerir. DONDURULMUŞ GIDALAR Çoğu dondurulmuş gıda üretim aşamasında çok sayıda işleme uğrar. Mısır, soya, kanola ve pamuğa dikkat edin. GDOsuz etiketi taşımadığı sürece bu gıdalardan herhangi birini içeren dondurulmuş gıdalardan uzak durun. ÇORBALAR, SOSLAR VE KONSERVELER Çoğu çorba ve sos pek çok işlemden geçer; alışveriş sırasında içindekiler listesini dikkatlice inceleyin. GDOlu olma ihtimali olan ürünler Bertolli (Unilever) Chi-Chi’s (Hormel) Classico (Heinz) Del Monte Healthy Choice (ConAgra) Hunt’s (ConAgra) Old El Paso (General Mills) Pace (Campbell’s) Prego (Campbell’s) Ragu (Unilever) SALATA SOSLARI, YAĞ ve ÇEŞNİLER Etikette açıklanmadığı taktirde mısır, soya yağı, pamuk tohumu ve kanola yağı büyük ihtimalle GDO içerir. Saf zeytin, hindistancevizi, susam, ayçiçeği, badem, üzümçekirdeği ve yer fıstığı yağı tercih edin. Mısır şurubu ile üretilmiş reçel, tatlı ve diğer ürünlerden uzak durun. GDOlu Olma İhtimali Olan Ürünler Crisco (Smucker’s) Del Monte Heinz Hellman’s (Unilever) Kraft condiments and dressings Mazola Pam (ConAgra) Peter Pan (ConAgra) Skippy (Unilever) Smucker’s Wesson (ConAgra) Wish-Bone (Unilever) ATIŞTIRMALIK YİYECEKLER Buğday, pirinç ve yulaflı, ayçiçek yağı içeren atıştırmalıkları tercih edin. Genetiği değiştirilmiş patlamış mısır bulunmamaktadır. GDOlu olma ihtimali olan ürünler FritoLay (Lay’s, Ruffles, Doritos, Cheetos, Tostitos) Hostess Products (Interstate Brands) Keebler (Kellogg’s) Kraft (Nabisco, Nilla Wafers, Oreos, Ritz, Nutter Butter, Honey Maid, SnackWells, Teddy Grahams, Wheat Thins, Triscuit) Pepperidge Farm (Campbell’s) Pringles Quaker Oats Company Balance Bar Nature Valley snack bars and granola bars (General Mills) Nabisco Bars (Kraft) PowerBar (Nestle) Quaker Granola Bars ŞEKER, ÇİKOLATA VE TATLANDIRICILAR Çoğu tatlandırıcı, ve tatlandırıcı ile hazırlanan şeker ve çikolatalar GDO içerir. Yüzde 100 kamış şekeri, konsantre kamış suyu veya organik şeker içeren GDOsuz tatlandırıcıları, şeker ve çikolataları tercih edin, GDOlu şeker pancarı şekerinden kaçının. Çikolatadaki soya lesitin’e ve şekerdeki mısır şurubuna dikkat edin. Tatlandırıcılardan aspartam GD mikroorganizmalardan üretilir. Aynı zamanda NutraSweet® ve Equal® olarak da bilinir ve alkolsüz içecekler, şeker, sakız, tatlılar, yoğurt, vitamin ile şekersiz öksürük bonbonları gibi eczane ürünleri de dahil olmak üzere 6,000den fazla gıda maddesinde bulunur. GDOlu olma ihtimali olan ürünler Hershey’s Nestlé (Crunch, Kit Kat, Smarties) Toblerone (Kraft) SODALAR, MEYVE SULARI VE DİĞER İÇECEKLER Çoğu meyve suyu GDO’suz meyveden üretilse de mısır bazlı tatlandırıcıların büyük kısmı (mesela yüksek fruktozlu mısır şurubu) GDO içerir. Gazlı içeceklerin çoğu su ve mısır şurubundan üretilir. Yüzde 100 meyve sularını tercih edin. GDOlu olma ihtimali olan ürünler Coca-Cola (Fruitopia, Minute Maid, Hi-C, NESTEA) Hansen Beverage Company Hawaiian Punch (Procter and Gamble) Kraft (Country Time, Kool-Aid,Crystal Light, Capri Sun, Tang) Libby’s (Nestlé) Ocean Spray Pepsi (Tropicana, Frappuccino,Gatorade, SoBe, Dole) Sunny Delight (Procter and Gamble) GİZLİ GD İÇERİKLERİ İşlenmiş ürünler “organik” ya da “GDOsuz” ilan edilmedikleri sürece çoğunlukla gizli GDO barındırırlar. Aşağıdaki içerikler GDOlar ile üretilmiş olabilir. Aspartam B12 Vitamini Bitkisel katı yağ (margarin) Bitkisel sıvı yağ C vitamini (Askorbik asit) Dekstrin Dekstroz Diasetil İnvert şeker İsoflovon Kabartma tozu Karamel Digliserit E vitamini Fenilalanin Gliserid Gliserin Glisin Glukoz Glutamat Glutamik asit Gluten Hemi selüloz İnositol Laktik asit Lesitin Lisin Gliserol Maltodekstrin Maltoz Mannitol Mısır gluteni Mısır nişastası Mısır şurubu Mısır yağı Modifiye nişasta Monosodyum glutamat Nişasta Oleik asit Selüloz Sıvı ya da kristalize fruktoz Siklodekstrin Sistein Sitrik asit Sorbitol Soya lesitini Soya proteini Soya unu Stearik asit Tofu Trigliserit Bu klavuz, genetik testlere değil şirketlerin demeç ve bilgilerine dayanır. “GDOsuz” etiketli ürünler üretim aşaması süresince GDOlu ürün kullanılmadığı anlamına gelse de, GDO doğal yollarla; polen yolu ile, rüzgar ve böcekler ile, tohum bozulması yolu ile ya da insan hatalarıyla yayılabilir. Yani ürünlerin %100 GDOsuz olma garantisi yoktur. GDOlar hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak için Feffrey M. Smith’in “Genetic Roulette: The Documented Health Risks of Genetically Engineered Foods” ya da Andrew Kimbrell’in “Your Right to Know: Genetic Engineering and the Secret Changes in Your Food” isimli .kitaplarından faydalanabilirsiniz. Ayrıca; www.centerforfoodsafety.org ve www.HealthierEating.org. adreslerinden de GDO hakkında bilgi edinebilirsiniz. Bu metin, Center for Food Safety and Institute for Responsible Technology tarafından “NON-GMO SHOPPING GUIDE- How to avoid foods made with genetically modified organisms (GMOs)” ismiyle ABD vatandaşları için hazırlanmış broşürün Türkçeye çevrilmiş şeklidir. Çeviri: Dünya Atay, GDO'ya HAYIR PLATFORMU http://www.iyibilgi.com/haber.php?haber_id=104435 |
|
|
|
![]() |
|
|