agaclar.net

Geri Dön   agaclar.net > Doğaya ve Yaşamınıza Sahip Çıkın > Doğa, Çevre, Ekoloji, Gıda Hukuk ve Politikaları
(https)




Beğeni Düzeni9Beğeniler

 
 
Bookmark and Share Dış Bağlantılar Konu Araçları Mod Seç
Prev Önceki mesaj   Sonraki mesaj Next
Eski 25-03-2011, 19:27   #11
Ağaçsever
 
warrior's Avatar
 
Giriş Tarihi: 23-02-2009
Şehir: Ankara
Mesajlar: 63
Geçenlerde okumuştum, biraz uzun ama paylaşmak istedim:

Alıntı:
Çanakkale’de altın üretimi: Fay hatları üzerinde son tango

Harvard Üniversitesi Organizma ve Evrim Biyolojisi Bölümü’nden Profesör Edward O. Wilson; “Aslında yıllar önce bir grup iktisatçı ve biyolog, yok etmekte olduğumuz dünyanın değerini dolar bazında hesaplamaya çalıştı; su, hava, toprak vs. Ve hesapladıkları rakam yılda 33 trilyon dolardı. Bu bize tamamen bedava veriliyor ve doğal dünyayı yok ettiğimizde, onu kendi ekonomik aygıtımızla ikame etmek zorunda kalıyoruz; bir ormanı ya da bir su havzasını yok ettiğimizde olan bu. Bedava suyu yok ediyoruz ve sonra onu filtreleme cihazlarıyla üretmek zorunda kalıyoruz, bu da milyonlarca, yüz milyonlarca dolara mal oluyor. Yaptığımız şey, Dünya’yı adım adım basbayağı bir uzay gemisine çevirmek; bir ‘tür’ olarak içinde rahat edemeyeceğimiz bir araca çevirmek. Zırdelilikten başka bir şey değil…” derken,

Uzmanların; “2050 yılına kadar Türkiye’nin büyük bölümünün çöl olabileceğini, yakında savaşların su nedeniyle çıkacağını, tatlı su kaynaklarının hızla bitmekte olduğunu, milyonlarca insanın bu yerkürede su bulamadıklarını” söylerken,

TEMA yetkililerinin; “40 yılda 1,25 milyon hektar alanı kaybettiğimizi, kişi başına düşen suyun azaldığını” söylerken,

küresel ısınmaya bağlı olarak; buzullar erirken, denizlerin seviyesi yükselirken, göller küçülürken, orman yangınları çoğalırken, ani, düzensiz ve şiddetli yağmurlar, seller, hortumlar, heyelanlar gibi tropik iklim özelliğine sahip doğal felaketler Türkiye’mizde dahi çoğalırken ve 1 kg ekmek için yaklaşık 1000 ton suya, 1 kg et için 10.000 litre suya ihtiyaç varken ve 35-40 santimetrelik tarım yapılabilecek verimli toprağın oluşumu için 20.000 yıl gerekirken,

dünya bu sorunları nasıl çözmesi gerektiği konusunda çözümler üretemezken, bizim, kendi temiz su kaynaklarımızı tüketecek, zehirleyecek ve yaratacağı çevre felaketleri bakımından Kazdağları, Biga ve Çan bölgesinde siyanürle altın üretimi yapmamız; Zırdelilikten de öte ‘Cinnet geçirmek’tir.

Name:  tango1.jpg
Views: 3051
Size:  30.1 KB
naturalhaber.com

Denizden bile yerine su koymadan devamlı su alsan, bu işin denizleri çöle çevirir…” (Mevlana)

Jeoloji Yük. Müh. Tahir Öngür, Kaz Dağları’nda ne olacağı konusunda, “Kaz Dağları eteklerinde büyük olasılıkla 1 milyar ton kadar kayayı kazıp sağa sola saçacaklar. Bütün Çanakkale ve ilçelerinin kullandığı kadar suyu tüketecekler. Buralara 300-400 bin ton siyanür koklatacaklar” derken,

Dünya Su Konseyi Başkanı Loic Fauchon, Antalya’da katıldığı bir konferansta, “Bu sabah 2 milyar kadının, erkeğin ve çocuğun ve belki de 3 milyar kişinin, kahvelerini, çaylarını hazırlamak için musluklarını açma şansına sahip olmadıklarını hatırlatmama izin verin” diye konuşurken,

Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nın (UNEP) verilerine göre, yeryüzünde 1.1 milyar insan güvenli içme suyundan, 2.4 milyar insan da güvenli arıtma tesisinden yoksunken, 3′üncü dünya ülkelerindeki ölümlerin % 8′i su kirliliğinden olurken ve su kirliliğinden her gün 35 bin çocuk ölürken,

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) Başkanı Kemal Derviş, “43 ülkede 700 milyon insan yılda 1700 metreküp olan temiz su eşiğinin altında yaşamaktadır. 20 yıl içinde 3 milyar insan bu eşiğin altında yaşayacaktır. Daha az geliri olanların suya daha fazla para harcadıkları bir dünyada yaşıyoruz. Gelişmiş ülkelerde gelirlerin yüzde 3′ü su için harcanırken, birçok gelişmekte olan ülkedeki yoksul insanlar kazançlarının yüzde 10′unu suya harcamaktadırlar” derken, temiz su kaynaklarımızı zehirletecek siyanürlü altın üretimi yapmak, yaratacağı etkiler nedeniyle cinnetten öte “Cinayet”tir.

Şu anda yarının artık bugün olduğu gerçeğiyle karşı karşıyayız. Çok geç kalmış olmak diye bir şey vardır. Sayısız uygarlığın beyazlamış kemikleri üzerinde şu acıklı sözcükler yazılı: Çok geç. Eyleme geçmezsek, merhameti olamadan güce, ahlaklı olamadan kudrete, kavrayışı olamadan kuvvete sahip olanlar için ayrılmış zaman koridorlarına sürükleneceğimiz kesin…” (Martin Luther King)

1849′da Kaliforniya’da “Altına Hücum”la başlayan süreçte doğanın tahribatına tanık olan ve halkı soykırıma maruz kalan bir Kızılderili reisi, bu durumu: “Bütün buffalolar öldürüldükten, yaban atları ehlileştirildikten, ormanların en gizli köşeleri binlerce insanın ağır kokusuyla dolduktan, sevimli tepelerin görüntüsü konuşan tellerle kirletildikten sonra… Bir bakacaksınız ki… Gökteki kartallar yok olmuş. Hızla koşan taya ve ava elveda demişsiniz. Bu ne demektir biliyor musunuz? Bu, yaşamın sonu ve sırf daha fazla hayatta kalmanın başlangıcıdır” demişti. Bu öngörü, şimdi 21.yüzyılda gerçekleşmek üzeredir. Gelinen süreç, artık dünyada “daha fazla hayatta kalmanın” mücadelesi olacaktır.

Siyanür ve onun yarattığı zehirli ağır metaller su kaynaklarımız için en tehlikeli maddelerdir. Bilindiği üzere siyanür, altın arama yöntemi olarak kullanılmasa bile işletme aşamasında altını topraktan ayırma işleminde kullanılıyor. Bu nedenle işletmeler siyanür için arıtma tesisleri kurup, bu tesislerde siyanürü zararlı etkilerden arıtmak zorundadırlar. Fakat birçok uzmana göre bu yöntem, siyanürü farklı zehirli bileşiklere ayrıştırma işlemidir. Uygulanan arıtma yöntemleri atık suları arıtmak içindir. Uzmanlar, altının üretim atığının “su” değil, “atık çamur” olduğunu ve çamur suyundaki zehirli bileşiklerin (cıva, kurşun, arsenik, krom, nikel vb. ağır metaller) çamurun katısına geçtiğinde bunu arıtacak hiçbir teknolojinin olmadığını söylemektedirler. Sadece risk siyanürde değil, bu ağır metallerin, atık barajı çöktüğünde yaratacağı çevre tahribatıdır. Genel olarak siyanürlü atıklar belli süreçlerden geçirilip, siyanür içeriği azaltıldıktan sonra atık barajına bırakılmaktadır. Atık barajlarının tabanı, toprağa sızıntıyı engellemek için geçirimsiz bir kil tabaka ile kaplanmakta. Yine uzmanların görüşüne göre, bu kil tabaka fazla basınç altında veya bir yer sarsıntısı esnasında kırılabilmekte ve siyanürlü atıklar çevreye yayılabilmektedir. Kil kullanımının tehlikelerine karşın kullanılan diğer geçirimsiz malzeme ise ‘geomembrane’ dır. Fakat bu malzemenin de sabit basınç altında % 0,01’e yakın oranlarda sızdırma yapabileceği, bu malzemeyi üreten firmaların açıklamalarında yer almaktadır. Atık barajın boyutları düşünüldüğünde, bu sızdırma oranının dahi her gün onlarca metreküp atığın, toprağa ve yeraltı sularına karışmasına neden olacağı görülecektir. Atıl barajlarında bir sızıntı meydana geldiğinde siyanür yeraltı suyollarına sızmaktadır. Genellikle kazalarda salınan siyanür ve diğer tehlikeli atıklar geri dönülmez çevre yıkımları şeklinde gerçekleşmektedir.

19. yüzyıla kadar, hiç sona ermeyen zorlu görev, insan soyunun ve çevresinin doğal etkenlere karşı korunmasıydı. Ama bu yüzyılda yeni bir ihtiyaç doğmuştur: Doğayı insana karşı korumak…” (Peter F. Drucker)

Çanakkale gibi 1. derece deprem bölgesinde bu tarz kazaların olması kaçınılmazdır. Zaten altın, genellikle damarlar halinde, kayalardaki yarıkları ya da fayları izler. Normal olarak bu faylar, manyetik alandaki değişimlerle ortaya çıkarılabiliyor. Bu değişimler takip edildiğinde de maden yatağına ulaşılabiliyor. Altın arayıcılarının arama yaptığı bölgelere baktığınızda, bu bölgelerin fay hatları açısından yoğun bir bölge olduğunu hemen anlayabilirsiniz. Çan-Etili fay hattı, Çan-Biga fay zonu, Sarıköy fay hattı ve Yenice-Gönen fay hattı altın aranan bölge içinde yer almaktadır. Bu fay hatlarında meydana gelebilecek bir deprem, atık barajının tabanındaki kil tabakasında ve topraktan yapılmış setinde çatlamalar ve yıkımlara yol açacaktır. Zaten bölge eğimli yapısıyla ve ağaçlarında kesilmesiyle her türlü heyelan ve toprak kayması tehlikesi ile de karşılaşacaktır. Dünya tarihi, deprem olmadan dahi atık barajlarının yıkımından dolayı çevresel felaketlere yol açmış örneklerle doludur:

Name:  tango2.jpg
Views: 4413
Size:  34.4 KB
Çanakkale’de de atık barajlarının yıkılma tehlikesiyle yüz yüze geleceğiz. Deprem veya heyelan nedeniyle yıkılırsa tonlarca zehirli çamur çevreye yayılacaktır.

1992 yılı Aralık ayında ABD’nin Kolorado eyaletinde Kanada’lı Galactic Resources şirketine ait Summetville madeni kapatıldı. 1984’te faaliyete geçen madenin, taban suyuna ve Alamosa nehrine 8 yıl boyunca toksik atık sızdırdığı belirlendi. Nehrin 27 kilometresini biyolojik olarak ölü duruma getiren bu kirliliğin kısmen temizlenmesi için 120 milyon dolar harcandı. Tam temizlik için 500 milyon dolar daha gerekiyor. Bölgeyi terk eden şirketin sadece 4,7 milyon dolarlık teminatına el konulabildi.

1994 yılı Şubat ayında Güney Afrika’daki Harmony madeninde atık barajı patladı. 17 kişi hayatını kaybetti.

1995 yılı Ağustos ayında Guyana’da bulunan Omai altın madenindeki atık barajı yarıldı. 3 milyon metreküp toksik çamur Essequibo nehrini Atlantik’e kadar (80 km boyunca) zehirledi. Tüm ülke afet bölgesi ilan edildi. Bölge halkı halen çeşitli hastalıklara yakalanmakta.

1995 yılı Ekim ayında Filipinler’deki Surigao Del Norte altın madeninde bir beton borunun kırılması sonucu 500 000 m3 zehirli atık tarım alanlarına yayıldı.

1998 yılı Temmuz ayında İspanya’nın Los Frailes bölgesinde Boliden-RTZ şirketine ait gümüş madeninde atık barajı yarıldı. Toksik çamurlar, Donana Milli Parkı’na (Avrupa’nın en büyük kuş cennetine) büyük zarar verdi. Guadiamar nehri kitlesel hayvan ve bitki ölümüne sahne oldu.

1999 yılı Nisan ayında Filipinler’in Suriago Del Norte altın madeninde yine boru patlamasından ikinci bir kaza meydana geldi. Bu defa çeltik tarlalarını 700 000 metreküp zehirli çamur işgal etti.

2000 yılı Ocak ayında Romanya’nın Baia Mare bölgesinde Esmeralda şirketinin altın madeninde atık barajı yarıldı. 100 000 metreküp zehirli çamur Szamos nehri üzerinden Tissa ve Tuna nehirlerine yayıldı. Sadece Szamos nehrinde dar bir alanda 1460 ton balık öldü. Nehirlerdeki balık ve kurbağa gibi canlılarla beslenen kuşlar ve memeliler de zehirlendi. Tarım alanlarının sulanması sonucu, tüm tarım ürünleri de zehirlendi.

2000 yılı Şubat ayında Endnonezya’nın Irian Jaya bölgesinde Freeport McMoRan adlı Amerikan şirketinin işlettiği Grasberg altın madeninde baraj taştı. Amungme yerlilerinin köyleri zehirli çamur istilasına uğradı.
2001 yılı Ekim ayında Gana’da West Wasa bölgesinde Güney Afrika menşeli Goldfields Ltd. Şirketine ait altın madeninin atık barajı yıkıldı. Asuman nehrinin büyük bir bölümünde yaşam bitti.

Son olarak da 2010 yılı Ekim ayı başlarında Macaristan’da bir alüminyum fabrikasında atık barajlarının yıkılmasının ardından çevreye yayılan ağır metaller içeren kızıl çamur Tuna Nehri’ne ulaştı. ( Altın üretimi sonucu çıkan atıklarda, alüminyum elde edilen fabrikanın “kırmızı çamur” adı verilen atığı gibi yüksekmiktarda demir, kadmiyum, kurşun, arsenik ve krom gibi ağır metaller içeriyor.) Avrupa, tarihindeki en büyük çevre felaketiyle karşı karşıya kaldı. Meydana gelen kaza sonucu en az 1 milyon metreküp zehirli kırmızı çamur 41 kilometrekarelik bir alana yayıldı, yaşanan atık seli sonucunda 7 kişi öldü ve 120′den fazla kişi yaralandı. Yüksek miktarda demir, kadmiyum, kurşun, arsenik ve krom gibi ağır metallere sahip atıkla kirlenen Marcal nehrindeki canlı yaşamı sona ererken, uzmanlar, akarsu havzasında canlı yaşamının bir daha uzun bir süre boyunca mümkün olamayacağını belirtiyorlar. Bölgeye yayılan tehlikeli kızıl çamurun kurumasıyla, çok kuvvetli bazik ve ağır metal içeren çamur tozlar rüzgar yardımıyla havada dağılarak, hava kirliliğine ve insanların solunum sisteminde ciddi olumsuz etkilere neden olacak.

Name:  tango3.jpg
Views: 3614
Size:  34.1 KB
Altın madenlerinde milyonlarca ton toprağı kazıp sağa sola saçacaklar. Milyonlarca ağaç katliamı yapılacak.

Doğaya karşı işlenen bir suçun öcü, insan adaletinden daha zorlu olur…” (Dostoyevski)

Bu örnekler, Çanakkale’de gelecek de yaşanabilecek çevre felaketleri için bir öngörü sağlıyor. Atık barajının kil tabakasından yeraltı sularına karışabilecek zehirli ağır metaller, Çanakkale’nin içme suları için büyük tehlike oluşturacaktır. Kuşkusuz altın madeni işletmesinin hava kalitesi üzerinde de etkileri olacaktır. Uzmanlara göre bu etkiler; açık depolama bölgelerinde patlatma-kazıma, yükleme-boşaltma, işleme-öğütme gibi işlemlerden kaynaklanacak olan tozların ve yüksek buhar basıncı ile düşük kaynama noktasına sahip olan siyanürün buharlaşma yoluyla atmosfere karışarak soluduğumuz havayı zehirlemesidir. Bu bölgelere yağan yağmur da atıkların buharlaşmasını daha da hızlandırmaktadır. İşletme civarında yeralan bölgelerde, bitki ve canlılar üzerindeki etkileri büyük önem taşımaktadır. Özellikle altın madeninin işletildiği arazinin görünümü ve karakteri büyük ölçüde değişmekte ve asla eski haline dönüştürülememektedir.

Jeoloji Yük. Müh. Tahir Öngür, Çanakkale’de 2013 yılında altın üretimine geçecek Kanada firmasının açık işletme yaparak, oluşturacağı kirlilik açısından Bergama Ovacık’ı dahi gölgede bırakacağını ve açık işletmenin aynı zamanda Biga Yarımadası’nın da sonu olacağını açıklamıştır. Öngör, “Yeni yasayla arama izin belgeleri sermaye yapısı daha güçlü firmalara satılabilecek. Önümüzdeki yıl bu ruhsatların büyük bölümü Toronto Borsası’ndan beslenen çok uluslu kartellerin eline geçecek. Hazırlanan yönetmelikler çok açık ortada. Çok büyük bedeller ödeyeceğiz. Bu bedellerden birini de geçmişte hileyle savaş kazanılmış Çanakkale’de yaşayacağız. Geçmişte Truva Atı nasıl içersindeki askerlerle Troia’dan içeriye sokulmuş ise, bugün yasa ve yönetmelikler de o şekilde ambalajlanıp Truva Atı haline dönüştürülmüş, içersindeki askerler de uluslararası altın kartelleridir. İlk etapta Ağı Dağı ve Kirazlı planlanmış, daha sonra da aşamalı olarak Kazdağları tahrip edilecektir. 2013-2014 yıllarında üretime geçeceğini açıklayan Kanada firması, Uşak Eşme örneğindeki gibi açık işletme yapacaktır. Bergama Ovacık gibi kapalı işletme dahi yapılmayacak bu bölgede. Ağaç kesimleri olacak, ormanlar kalmayacak. Su sızdırmazlığına sahip çatlak kayalar un ufak yapılacak. Posalar atılıp, bu bölgede tüm canlı varlıkları yaşamlarını yitireceklerdir. Bütün bunlar Türkiye yılda 300-400 milyon dolar gelir elde etsin diye yapılacak. Çok açık söylüyorum, bu işletme anlayışı ile sadece Çanakkale değil, bütün Biga Yarımadası’nın sonu olacak” demiştir.

Ziraat Mühendisleri Odası Çanakkale Şube Başkanı ve Çanakkale Çevre Platformu Dönem Sözcüsü Hicri Nalbant, maden şirketleriyle bir sorunları olmadığını, ancak siyanürle altın işleyen çok uluslu şirketlere karşı olduklarını belirterek. “Siyanürle altın çıkarmanın çevreye çok büyük zararı var. Altıncılar 15 yıl bölgede altın işletip, karlarını alıp gittikten sonra bu bölgede yaşayan bizler yüzlerce yıl o kirliliği, o bedeli ödeyeceğiz. Tamamı çok uluslu şirket olan bu firmalar, devlete kendi beyanları doğrultusunda çıkardıkları 100 gram altının 4 gramını verecekler. 96 gramı alıp götürecekler. Bizim bu işten karımız yok. Ama zararımız çok büyük. Suyumuz kirlenecek, havamız kirlenecek, topraklarımız kirlenecek. Çok uluslu şirketler bu yörenin can damarı su kaynağı olan Kazdağları etrafına üşüşmüşler. Hemen hemen ruhsatsız bölge yok. Ama yöre halkıyla birlikte işletme aşamasına izin vermeyeceğiz” demektedir.

Name:  tango4.jpg
Views: 4057
Size:  30.3 KB
Altın madencileri bölgeyi terk ettikten sonra arazi artık asla eski haline döndürülemeyecek.

Her yıkıntı onarılabilir, doğanın yıkıntısı asla…” (Falih Rıfkı Atay)

Bin pınarlı Kazdağları’nı gelecekte bekleyen tehlike, bugünlerde Güney Afrika Cumhuriyeti’nin Johannesburg kentinin başına geldi. Geçtiğimiz yüzyıldan kalan altın madenleri yüzünden Johannesburg’un çok büyük çevre felaketi ile karşı karşıya. Bu madenlerde altın çıkartılırken kullanılan siyanür ve diğer ağır metal atıklarının doldurulduğu havuzlardan gelen zehirli sızıntılar su kaynaklarına ulaştı. Bu felaketi önlemenin faturası çok pahalı olduğundan hükümet gerekli adımları atamıyor. Bu işin faturasını bu felaketi yaratan altın kartellerine kesmek istiyor ama “Atı alan Üsküdar’ı geçmiş.” Karteller altını çıkarıp gitmişler. Geriye bölgede yaşayan milyonlarca insanı tehdit eden bir çevre felaketi bırakarak. Altın çıkarılan dönemde G.Afrika yönetiminin altından aldığı paydan kat kat fazlasının harcanması gerektiği bir enkaz bırakarak.

Ancak en son ağaç kesildikten, en son nehir zehirlendikten ve en son balık tutulduktan sonra anlayacaksınız ki, insan parayı yiyemez!..” (Kızılderili Cree aşiretinin bir atasözü)

İnsanoğlu tarafından spekülatif yatırım amaçlı kullanılan ‘altın’ın gerçek değeri, kendisine altın borsasında verilen değerin % 4’ü bile değilken, Dünya genelinde insanlığın elinde toprak altından çıkarılmış 150-200 bin ton altın varken ve bu altın miktarı sadece gerekli olan sektörlerde teknik amaçlı kullanıldığında geri dönüşümlü olarak sonsuza kadar yetmekte iken, sırf yastık altında tutulmak üzere yatırım amaçlı olarak, çevreye zarar verecek şekilde altın çıkarmak için “yerin altını üstüne getirmek” hangi akla hizmettir? Çölleşmiş bir ülkede elinizde tonlarca altın olsa ne yazar? Bununla içeceğiniz suyu, tarıma elverişli toprağı, soluyacağınız temiz havayı, kaybettiğiniz sağlığınızı geri alabilir misiniz?

Name:  tango5.jpg
Views: 3098
Size:  27.6 KB
Ormanlarımız delik deşik edilecek. Geriye zehirli yığınlar kalacak.

Dünya herkesin ihtiyacına yetecek kadarını sağlar, fakat herkesin hırsını karşılamaya yetecek olanı değil…” (Mahathma Gandhi)

1999 yılında Prof Dr Ayhan Erler ve Jeoloji Yük. Müh. Vedat Oygür’ün yaptığı “Türkiye Altın Potansiyelinin Tahmini” başlıklı bir tebliğden yola çıkarak altın lobisi Türkiye’nin altın rezervinin 6500 ton olduğunu açıklamış. Oysa, Erler ve Oygür, tebliğlerinde, Türkiye’nin bilinen toplam altın rezervinin 225 ton olduğunu belirtmişler. Erler ve Oygür, Türkiye’nin altın rezervini değil, altın potansiyelini modelleme yaparak tahmin etmeyi denemişler. Erler ve Oygür’ün bildirisinde Türkiye’nin altın potansiyelinin 1730 ton ile 6490 ton arasında olduğunu, ortalamasının da 3649 ton olduğunu belirtmişler. Fakat altın lobileri sanki rezerv 6500 tonmuş gibi bu modellemenin en üst sınırını kabul etmişler ve bunu kullanarak 2004 yılına kadar hükümetler nezdinde yaptıkları lobi çalışmaları meyvesini vermiş ve yeni maden yasasını kendi çıkarlarına uygun olarak AKP hükümetinden çıkartmayı başarmışlar. “Kıyamet kopmak üzere bile olsa, elinde bir fidan varsa, bu fidanı dikmemezlik etme” anlayışındaki İslam felsefesinden geldiğini söyleyen AKP hükümetinin tavrına da şaşmamak elde değil. Altın arama ve üretimi söz konusu olduğunda yeni maden yasası ile ağaç kıyımına izin verebilmekte. Altın lobisi o kadar güçlü ki; altın üreticilerinin Kazdağları’nda altın arama çalışmalarında elini kolunu bağlayan zeytinlik alanlarında madenciliğe engel olan Zeytin Yasası’nda gerekli değişikliği, gelen tepkiler karşısında yapamayan hükümet, çareyi ‘Zeytinlik’ tanımını, yapacağı yeni bir yönetmelikle değiştirmek yoluna gidiyor. Bu yönetmelikle ‘Zeytinlik’ tanımı 25 dönüm altı araziler için geçerli değildir’ şeklinde bir değişikliğe gidiliyor. Altın üreticilerinin önü açılıyor. Bu değişiklikle milyonlarca zeytin ağacının katliamına göz yumuluyor.

İTÜ Kimya Metalurji Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İsmail Duman, “Diyelim ki Türkiye’de mevcut altın rezervi 6500 ton.. Bu rezerve ulaşmak için yılda 650 ton altın üretilmesi gerekecektir. Çünkü bir altın madeninin ortalama ömrü 10 yıl. Yıllık üretimi ise yaklaşık 1 tondur. Bunun bir başka anlamı da, Anadolu’nun çeşitli yerlerinde altın tesisleri ve atık barajlarıyla birlikte her biri ortalama 100 hektar büyüklüğünde 650 adet siyanür yarası açılacağıdır. … Cumhuriyet tarihi boyunca Anadolu topraklarında üretilmiş maden zenginleştirme atıklarının toplam miktarı yaklaşık 26 milyon tondur. Türkiye “altın çağı”na girmeye karar verdiğinde sadece 1 yıl içinde üretilecek zararlı-zehirli kimyasal atık miktarı ise 160 milyon tondur. Ve 10 yıl sonra elimizde kalacak olan kimyasal atık miktarı, asitlenmiş dekapaj toprağıyla birlikte, yaklaşık 2 milyar tondur. Maden Kanunu’nda yapılan değişiklikleri de değerlendiren Prof. Dr. İsmail Duman, “Kazancın yabancı şirketler ve onların yurtiçindeki temsilcileri adına bu denli özelleştirildiği; riskin-çevre tahribatının-zehirin bu denli kamulaştırıldığı bir yasa, ulusal bağımsızlığını dişiyle, tırnağıyla kazanmış bir ülkede değil, ilkel bir kabilede bile kabul görmezdi” demektedir.

Üst sınırı değil de ortalama değeri alan TMMOB Çevre-Jeoloji-Kimya-Metalurji Mühendisleri Odaları’nın raporunda da;
“Tahmin edildiği gibi ortalama 3649 ton altın potansiyelimiz olsa; bunun tümünü arasak ve bir de bulsak; bunun tümünün de varolan fiziksel ve ekonomik koşullarda işletilebilir olduğu belirlense ve bunlar görünür rezerve dönüşse; bunlar ortalama 100’er tonluk 37 maden işletmesine dönüşse; bunlar 20 yıl içinde işletilse ve her birinin 10’ar yıllık ömrü olsa; bunlardan yılda 180 ton altın üretsek; bugünkü fiyatlarla bunlardan yılda 1.5 milyar dolar satış geliri elde edilse ve yabancı işletmeciler doğru beyanda bulunsalar da bize de 150 milyon dolar kalsa; tahmin edilen potansiyelden bize 20 yılda hepsi topu topu 3 Milyar dolar kalır. Buna karşılık, bunlar ortalama 5000’er dönümlük ocak ve atık alanları oluşturur; bu ocaklar kapatılırken 20,000 dolar dönüm başına temizleme ve kapatma gideri yapılacağı gibi alçak gönüllü bir kabul yapılınca, devletimiz de her şeyi geride bırakıp giden yabancı altın işletmecilerden kalan türlü çeşitli kirlilik kaynağını temizlemek için ocak başına 100 milyon dolar, 37 ocak için toplam 3.7 milyar dolar harcar” tespitleri yer almaktadır.

Dünya altın üretiminin aslında 3 ailenin elinde olduğu ileri sürülür. (İngiltere’de Rothschield ailesi, ABD’de Oppenheimer ailesi ve Fransa-Avustralya’da Le Crespiny ailesi) Altın üretiminin, teknik ve mali kontrol çoğunluğu bu ailelere ait 15 büyük kartel eliyle yapıldığı ve bu 15 kartelin dünyada altın madeni çıkarıp işleyen 600 kadar şirketinin olduğu iddia edilmektedir.

Artık gelişmiş ülkelerde ağır maliyet gerektiren çevre koruma yasaları nedeniyle bu çokuluslu altın kartelleri bu ülkelerde yeni maden açma yerine, gözlerini henüz çevre bilincinden yoksun olan gelişmekte olan ülkelere dikmişlerdir. Uzmanlar, Dünyada ki 40-45 bin ton olan altın rezervlerinin 10 yıl sonra tükeneceğini söylemektedir. Prof. Dr. İsmail Duman, “Bu durum gerçekleştiğinde altın fiyatlarının ne olacağı henüz bilinmemektedir. Topraklarımızda bulunması muhtemel altının yabancı şirket kasalarında ucuz maliyetle depolanmasına izin vermek yerine, onu değerli bir doğal kaynak olarak korumak, “zengin madenlerin fakir bekçisi olmak değildir” demektedir.

Doğru olduğunu düşündüğümüz şeyi yapmalıyız. Çünkü eğer doğru şeyi yapmazsak, yanlış şeyi yapacağız ve iyileşmenin değil, felaketin bir parçası olacağız…” (Fritz Schumacher)

Dünya genelinde yaşanan ve Çanakkale’de de gelecekte oluşabilecek çevre felaketlerine karşı omuz silkip “nasıl olsa hapı yuttuk” demek, “nasıl olsa bu işlerin uzmanları var ve bu uzmanlarda bir yolunu bulur” diye düşünmek ve “nasıl olsa çevreci gruplar var, bir tehlikeli durum karşısında onlar gerekli tepkiyi veriyor, biz bakalım kendi işimize” demek de felaketin bir parçası olmayı seçmektir.

Hükümet ve altın lobileri, tepki gösteren grupları birkaç “gürültücü ses” olarak değerlendirmekte, arkada kalan sessiz çoğunluğu ise “nasılsa ses çıkarmıyorlar” düşüncesiyle göz ardı edip kendi planlarını uygulamaya devam etmekte sakınca görmemektedir. Bunun en tipik örneği ülkemizin depremsellik gerçeğinde yaşanmaktadır. Uzmanlar devamlı olarak medyada, meydana gelebilecek olası deprem tahminlerini kamuoyu ile paylaşsa da, son Gölcük depreminden bu yana yaklaşık 12 yıl geçmesine rağmen yetkililerin olayı ciddiye alıp ne kadar tedbir aldıkları gerçeğini hepimiz bilmekteyiz. Çevreci örgütlerin sesleri de, tepkilere bölge halkı katılabildiği oranda duyulabilmektedir.

Kendimize soracağımız soru şudur: Sesimizi çıkarmazsak, daha ne kadar felaketin bir parçası olacağız?

Bu işin çevrecisi, sağcısı, solcusu yok!.. Karşılaşacağımız felaketler açısından hepimiz batacak olan aynı gemi içindeyiz.

Truvalılar’ın bize miras bıraktığı bu eşsiz güzellikte topraklarda nasıl 1915’de Batılı emperyalist güçlere geçit verilmediyse, çok uluslu altın kartellerinin topraklarımızı kirletmesine, sularımızı zehirlemesine izin vermemek de, bizim kuşağın önünde duran en önemli görev ve sorumluluktur.

Yeter ki siz SES VERİN!..
Aykut Aşçı


Düzenleyen warrior : 31-03-2011 saat 09:29 Neden: Okunabilirliği arttırmak.
warrior Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön
 


Gönderme Kuralları
Yeni konu gönderemezsiniz
Konulara yanıt veremezsiniz
Ek dosya yükleyemezsiniz
Kendi gönderilerinizi düzenleyemezsiniz

BB code Açık
Smilies Açık
[IMG] Kodu Açık
HTML Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Forum saati Türkiye saatine göredir. GMT +2. Şu an saat: 03:08.
(Türkiye için GMT +2 seçilmelidir.)


Forum vBulletin Version 3.8.5 Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0
agaclar.net © 2004 - 2025