agaclar.net

agaclar.net (https://www.agaclar.net/forum/)
-   Daha İyi Bir Yaşam İçin (https://www.agaclar.net/forum/daha-iyi-bir-yasam-icin/)
-   -   Kanser (https://www.agaclar.net/forum/daha-iyi-bir-yasam-icin/9768.htm)

naturefan 20-12-2011 20:28

Merhaba,

Yazılanların bir bölümünü okudum, kalanını da sonra okumak üzere. Tokat Erbaa'da amatör olarak, doğal tarım ile ilgileniyorum. Bahçemin hemen alt tarafından bir dere geçiyor. Maalesef katı ve sıvı atıklarla kirletilmekte. Defalarca ilgili resmi makamlarla görüşmeme, yazışmama rağmen bir sonuç alamadım. Sonunda ben de pes ettim. Maalesef sulu tarım yapamıyorum; ancak bir çok insan, bu su ile bahçesini ve hayvanını suluyor. Dere kirli, uzun yosunlarla kaplı ve köpüklü bir su akıyor. Resmen kansere davetiye!! Dilerim buna sebep olanlara çıksın, piyango!...
Türkiye'nin her yerinde benzer manzaraların olduğunu, sanırım tahmin edersiniz. Kanser niye patladı? İşte cevabı: Toprağı, havayı ve suyu kirlettik. Sanırım kanser, doğanın bir savunma silahı. Doğanın insana, 'Dikkat et, bana zarar verirsen, kendin de zarar göreceksin' uyarısı. Anlayan var mı?

Deterjansız, temiz dereler, temiz bir dünya dileği ile,

denizakvaryumu 20-12-2011 21:58

Doktorum - Beslenme ve Hastalıklar 19.12.2011 - YouTube

Linki mutlaka izleyin.

alperfect 20-12-2011 22:44

Burdaki yazıları ve diğer medya organlarındaki haberlerin bir kısmını takip ettim yukarda arkadaşlardan birinin bir sözü var 'bilgi kirliliği var' ben bu konunun ayrıntılarına çok girmeyeceğim sadece bir noktayı ifade etmek istiyorum kanser bir hastalığın ismi değildir, ilgili olduğu doku/organla ilgili bir durumdur:
Prostat kanseri ile meme kanseri lösemi ya da bağırsak kanseri aynı tablo değildir.
Kanser bir hücrenin normal hücrelerden farklı olarak kontrolsüz büyümesidir. Böylelikle diğer hücrelerin beslenmesinden çalar,yerini sıkıştırır,çalışmasını engeller... organ ve kanserin türü neyse sonuç ona göre değişir. Bazı lösemi türleri bugün kanser değil hastalık olarak adlandırılabiliyor tedavi şansı çok yüksek çünkü, uzun lafın kısası
Tek bir hastalık tek bir oluşma mekanizması ve tek bir tedavi yok her organ daha doğrusu her hasta farklıdır.
Farklı görüşleri alın (şarlatanından alternatifcisine prof.'una kadar) ama gözü kapalı güvenmeyin ve en önemlisi umudu asla kaybetmeyin

denizakvaryumu 23-12-2011 23:14

YAĞ - SU - ŞEKERİstanbul Sultangazi’de “KANSERE NEDEN OLAN BESLENME ALIŞKANLIKLARIMIZ” konusundadüzenlediği toplantıda Prof. Dr. Kenan DEMİRKOL’UN konuşması.

“YAĞ” ve “ŞEKER”

Eğer hayvan merada %100 yeşillikle besleniyorsa, asla başka yabancı gıda almıyorsa, o tereyağı dünyanın en iyi yağıdır. Zeytinyağından da iyidir.

Ama marketten satın aldığınız tereyağı ahırda beslenen, pancar küspesi, mısır silajı veya başka tahıllarla beslenen hayvanların yağıdır…

Sizin sağlığınızı korumak için ne yediğinize bakmanız lazım. İşte temel hatalardan biri yağ seçimi


Biz ayçiçek yağı, mısırözü yağı, margarin veya endüstriyel tereyağı yediğimiz sürece hasta olmaya mahkumuz.

Elimizde iki tane yağ var şu anda.

Bir, zeytinyağı; iki, %100 mera sütünden yapılmış tereyağı. Peki fındık yağını nereye sokacağız? Bu liste içinde bakın fındık yağının yağ asit içeriği, yani temel yağ bileşimi zeytinyağına çok yakındır. Hasta edici bir yağ değildir.

Ama zeytini sıkıyorsun, yağını elde ediyorsun. Fındığı eziyorsun, püre haline getiriyorsun, 80 dereceye ısıtıyorsun, eter katıyorsan, yağını öyle elde ediyorsun.

Hangisi tercih edilir? Zeytinyağı tabii ki. Yani fındık yağını eve sokmanın bir alemi yok. Ha zeytinyağının tadına hiç tahammül edemiyorsan o zaman rafine zeytinyağı kullanabilirsin. O da işte fındık yağıyla aynı yöntemle elde edilir. Yani piyasa değeri olmayan, çok koyu, kokulu zeytin yağlar fabrikaya gönderilir. Onlar da 70-80 dereceye ısıtılır; sonra da eter katılır; yağ elde edilir. İlk etapta rafine zeytin yağı elde edilir. Hiç kokusu yoktur, hiç tadı yoktur. Eğer bu rafine zeytin yağına, %5 oranında sızma zeytin yağı katarsanız, o zaman riviera tipi zeytinyağı elde etmiş olursunuz.

Hani marketlerde görüyorsunuz ya, o fabrika eseri bir yağdır; ayçiçekle filan karışmış değildir. Saf zeytinyağıdır.

Ama neden yoksundur biliyor musunuz? Sızma Zeytinyağında var olan antioksidanlardan yoksundur.

Çünkü oksitlenme, yani paslanma bütün bizim hastalıkların temelindeki ana unsurdur.

Nasıl açık havada bırakırsan demiri yağmurda paslanır, biz ne yaparız, antipas diye bir boya süreriz paslanmasın diye.
Vücudumuzun da antipasları vardır. Bunlara biz antioksidan diyoruz.

Antioksidanları ağırlıklı olarak sebze-meyvelerden elde ediyoruz. Zeytinyağı antioksidanlardan çok zengindir ve kalp hastalıklarına karşı koruyuculuğu önemli oranda antioksidanlardan dolayı kaynaklanmaktadır. Ama biz onu ısıttığımız zaman, rafine zeytinyağı elde ettiğimiz zaman, bu unsurları geniş ölçüde kaybediyor. O yüzden mümkün mertebe sızma zeytinyağı kullanmalıyız ve çocuklarımıza da bu tadı alıştırmamız lazım.

İkinci temel hatamıza geçmeden birincisi olan yağ seçimini özetlersek, daha Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinin Trabzon bölümünde, hamsinin zeytinyağı ile kızartıldığının tarifi vardır. Sen 500 sene önce bu topraklarda bunu biliyordun. Ama biz, dış etkilerle doğruyu unutturulduk ve yanlışlara sürüklendik. İşte o yanlışlıklar bizi hastalıklara sürüklüyor.

İkinci büyük hata şeker.
Hayatımızda şeker, insanlık tarihi itibarıyla bakarsanız çok yeni bir olgu.

Peki şeker bir besin maddesi midir?
Değildir.

Çünkü besin maddesini nasıl tanımlıyoruz? İnsanın bedensel ve ruhsal işlevlerini ve çoğalmak için, yani neslini sürdürmek için gerekli maddelere biz besin maddeleri diyoruz. Şeker, insanın herhangi bir işlevini yerine getirmek için gerekli mi?

Evet. Beyin glikozla çalışıyor.Omurilik hücreleri glikozla çalışıyor.
Eritrosit dediğimiz alyuvarlar glikozla çalışıyor. Enerji kaynağı olarak glikozu kullanıyor.
Peki dışarıdan şeker alıp da daha akıllı olan bir insan gördünüz mü?

Hani beyin glikozla çalışıyor ya, şeker yediği için daha akıllı olan bir insan gördünüz mü?

Veya sperm, enerji kaynağı olarak früktozu kullanıyor. Meyve yiyip de daha müthiş erkek olanı gördünüz mü? Çünkü;

insanın gereksinimi olan glikozu da früktozu da vücut kendisi üretiyor.
Dışarıdan asla alınmasına gerek yok. Dolayısıyla biz şeker yediğimiz zaman tamamen sadece damak zevkimiz için yiyoruz.

Asla hiçbir bedensel ihtiyacımız yok.

O yüzden şekere boş kalori denir. Yani gereksiz yere aldığımız kalori. E bugün bakın şimdi son bir hafta içinde yediklerinize, ne kadar boş kalori aldınız? Çok… Niye?… Hasta olmak için, Sadece hasta olmanıza katkıda bulundu. Bir de son zamanlarda pancardan elde edilen şeker de bir yana bırakıldı; daha ucuz olsun diye mısırdan elde edilen şeker kullanılmaya başlandı. Fruktozdan zengin mısır şurubu. Ne yazık ki, bizim gıda tüzüğümüzde farklı şekerlerin farklı adlandırılması zorunluluğu yok. Şeker şekerdir mantığıyla ister nişasta bazlı şeker yani mısır nişastasından elde edilmiş şeker olsun ister pancar şekeri ister … şekeri olsun hepsinin üstünde şeker yazılması yeterli.

Halbuki mısırdan elde edilen fruktozdan zengin mısır şurubu,aynı miktar kaloride bile olsa normal şekere göre % 46 daha şişmanlatıcı.

Özellikle karın bölgesi yağlanmasına yol açıyor. Bu bilimsel olarak kanıtlandı.

Dünyanın en saygın üniversitelerinden biri, Amerika’da bir teknik üniversitenin bir öğretim üyesinin sözünü ödünç alarak size söylemek istiyorum “Yaşadığımız çağ, akademik kapitalizm.” Yani sermaye sahiplerinin akademisyenleri satın alması sonucu, toplumla paylaşmak istediklerini akademisyenlere söylettirdikleri çağdayız..

Yani satılmış insanların çağı. Satılmış bilim insanlarının çağındayız.

Üçüncüsü ise karaciğer yağlanması. Ama ne tür bir yağlanma? Alkolizm dışı bir yağlanma.

O yüzden biz buna alkol dışı karaciğer yağlanması deniyor. Ve alkol dışı karaciğer yağlanması, özel tipli bir siroza neden oluyor. Atatürk’ün öldüğü siroz hastalığı var ya. Özel bir tipte siroz hastalığı, kriptojenik siroz deniyor buna. Amerika’da son otuz yıl içinde üç kat artan karaciğer kanserinin de kriptojenik siroz sonucu olduğu belirtiliyor.

Yani sonuçta Amerika’da son 30 yılda üç kattan fazla görülen karaciğer kanserinin sebebi mısır şurubudur.

Bu, bu kadar açıkken bizim bakanlığımız dün yaptığı açıklamada hiçbir bilimsel kanıt sunulamamıştır diyor. Benim 110 tane bilimsel yayın kullanarak yazdığım, on yedi sayfalık raporu da çiğneyerek bunu yapmış.

17 sayfalık rapor gönderdim onlara. 110 tane de literatür ekledim. Ama neoliberalizmdeki iktidarlar sermayenin iktidarıdır; vatandaşın iktidarı değildir. Yurttaşın iktidarı değildir…

Ne olur çocuklarınızı mısır şurubundan uzak tutun. Hem şekerden uzak tutun ama özellikle de yani gofret, bisküvi kek
dışardan alacağına az şekerli bir keki evde kendin yap.Yani ambalajlı bir ürün sunmayın çocuklarınıza.

Bugün gıda sanayisinde sadece ve sadece aksi belirtilmediği takdirde mısır şurubu kullanılıyor.
Dondurmalarda o kullanılıyor, hazır aldığınız baklavanın şerbeti bile mısır şurubundan.

Kartal’da onun fabrikası var Ülker’le Cargill firmalarının ortak kurdukları bir fabrika. Baklava şerbeti bile oradan geliyor. Çocuklarınıza illa tatlı bir şey yedirecekseniz, ne olur evde kendiniz yapın ve olabildiğince az şekerli yapın. Çünkü total olarak da şeker zararlı zaten, yani insanın zarar görmeden günde tüketebileceği şeker miktarı 30 gramdolayındadır.
30 gram, 8 kesme şekeri yapar.

Ama bu şekerin içinde ne yazık ki meyve de var, bal da var, yani siz kahvaltıda bir tatlı kaşığı bal yediyseniz, hakkınız 7 ye düştü. Bu hakkınızı ağırlıklı olarak meyve olarak değerlendirin. Eğer bugün hiç şeker yememişseniz, bal dahi yememişseniz, çayınıza hiç şeker koymamışsanız, başka hiçbir şeker kaynağı da yoksa, 8 kesme şekerin karşılığı 300 gram portakal veya 300 gram elma veya 400 gram kiraz veya vişne veya 100 gram kadar muz, incir veya üzüm yiyebilirsiniz. Ama sadece 100 gram. Yani mandalina zamanı ‘koy hanım önüme bir kilo mandalinayı ben bunu yiyeyim’ bu sağlıklı değil. Siz sınırsızca sebze yiyebilirsiniz ama meyve sınırlı yemeniz lazım. Meyvenin fazlası da şişmanlatır. Ve zararlıdır, karaciğer yağlanması yapar….. Yani meyve tek başına bile hem karaciğer yağlanması, hem karın tipi şişmanlık yapabilir. Karın tipi şişmanlığın çok özel bir yeri vardır

Bağırsak çevresindeki iç organların çevresindeki yağlar hormonal etkin yağlardır ve bu hormonal etkin yağlar ne yazık ki kanser oluşumunda da, kalp-damar hastalığı oluşumunda da etkindir. O yüzden eşit bir şişmanlık, yani kollar bacaklar her taraf eşit ama karın büyümemiş. Bu şişmanlığa çok itirazım yok.



Karın tipi şişmanlık, eşittir şeker hastalığı, eşittir kalp hastalığı, eşittir kanser.

O yüzden göbekler inecek. Göbekler inmediği sürece sağlıklı olma şansımız yok. Göbekleri indirmek içinde şekerden uzak duracağız. Çünkü en çok karın tipi şişmanlık yapan früktozdur. Bizim yediğimiz pancar şekerinin de yarısı früktozdur. Yediğimiz meyvenin şekerinin de yarısı früktozdur. Biz früktozu azaltmak zorundayız. Karın tipi şişmanlığı, dolayısıyla kalp hastalığı, kanser, inme gibi hastalıklardan kurtulmak istiyorsak karnımız inecek.

- Esmer şeker hakkında ne düşünüyorsunuz?

- Bakın bütün şekerler esmerdir. Üretim aşamasında karamelize olur. O yüzden esmerdir ama yıkandıkça üzerindeki karamel atılır, rafine edildikçe beyazlaşır. Yani senin dediğin esmer şeker, yediğin beyaz şekerin üretimdeki bir önceki aşamasıdır. Sadece ticari bir tuzak. Daha yüksek fiyata satabilmek için ticari bir tuzak……

Şimdi karaciğer yağlanmasının önemli bir bölümü selim seyredebilir. Yani her hangi bir sorun yaratmadan da insan ömrünü bununla sürdürebilir. Ama bir bölümü yine hatalı beslenmenin devam etmesi koşuluyla, yağlı karaciğer iltihabına dönüşebilir. Alkol dışı yağlı karaciğer iltihaplanmasıdır bu hastalığın adı. Ciddi karaciğer yetersizliği, siroz karaciğer kanseri aşamasıdır. Bazen yağlı karaciğer iltihabı olmadan da sadece yağlı karaciğer aşamasında da bazı hastalıklar çıkabilir ama yağlı karaciğeriniz varsa iki yol var sizin önünüzde; biri nispeten hayatınızı idame edeceğiniz bir yol öbürü de ölümdür. O yüzden ne yapıp yapıp karaciğer yağlanmasını tedavi ettirmelisiniz. Bunun da temelinde şekeri tümüyle sıfırlamanız geliyor. Ancak iki yıl gibi bir süre içinde toparlayabilirsiniz……

Şeker kesmeyi dile getirdiğimiz zaman karaciğer yağlanması açısından, o zaman nişastayı da kesmemiz lazım.

Çünkü nişasta, daha ağzımızda çiğnendiğinde tükürükle glikoza dönüşür. Şekerdir; yani nişasta da şekerdir.

- Kolesterolün karaciğer yağlanmasıyla bir ilgisi var mı?

- Kolesterol olmazsa hayat olmaz. Bütün hormonlarımızın ham maddesi kolesteroldür. O yüzden zaten anne sütünde kolesterol çok yüksektir. Çocuğun hormonlarının üretilmesi için başlangıçta anneden aldığı kolesterole ihtiyacı vardır.

Kolesterol masum bir maddedir. Ama oksitlenirse oksikolesterole dönüşür ve damar sertliği yapar.
Peki oksitleyen ne?

Şeker.

Yedikten sonra şeker trigliseride dönüşür. Yağdır o ve o trigliseritten kolesterolü oksitleyerek damar sertliği yapar bir. İki;

ayçiçeği yağı, mısır özü yağı veya margarinden elde edilen trans yağ asitleri kolesterolü oksitler ve böylece damar sertliği oluşur.

Üç, yapay yemle beslenen hayvanların sütünde de iç yağı vardır. Damar sertliği yapıcı doymuş yağ asitleri vardır, bunlar kolesterolü oksitler ve hasta eder bizleri. Şimdi hayvanın merada otlarsa ayçiçeği yağı mısırözü yağı margarin kullanmazsan şekeri de azaltırsan senin damar sertliği olma şansın kalmıyor. Kolesterolün ne olursa olsun. Ama bu bilgi kolesterol ilacı üreten Amerikan şirketlerinin işine gelmiyor.

yılda sadece kolesterol ilacı satımından 50 milyar dolar elde ediyorlar.

O yüzden de Amerikan tıbbı bize ne emrediyor? Kolesterol ilacı ver diyor. Bakın gazetelere yansıyan bir gerçek var. Nasıl bizim Sağlık Bakanlığımız bir bilimsel kurul kurdu,

Amerika’da da böyle bir bilimsel kurul kuruldu ve “Normal kolesterol düzeyi kaçtır?” sorusuna bilim kurulu yanıt versin istendi.

Ve de normalin çok altı bir değer, 200 mü kabul ediliyor normal, 150 gibi bir değer ileri sürdüler.

Sonradan ortaya çıktı ki bilim kurulunda yer alan 9 öğretim üyesinin dokuzu da ilaç şirketlerinden rüşvet almışlar.

- Hocam kızartmalarda ne tip yağ kullanmak gerekir?

- Kesinlikle zeytinyağı, kesinlikle.

- Peki, zeytinyağının yanma derecesi ayçiçeği yağından yüksek midir?
- 240 derece, ayçiçeği yağından çok daha yüksektir. Tava ısısı normal şartlarda 180 dereceyi çok az aşar.

O yüzden rahatlıkla zeytinyağını kullanabilirsiniz ama dumanlaşma derecesi diye teknik jargonda adlandırılır sızma zeytinyağını kullandığınız zaman çok daha düşük derecelerde dumanlanma görürsünüz. O su buharıdır. Su buharıdır ve içindeki bazı organik maddeler yanar, koku maddeleri tat maddeleri yanar. O yüzden o, yağın yandığı anlamında değildir. Ne olur yanılmayın. Yağ yanmıyor. İçindeki bazı koku, renk maddeleri yanıyor. 240 dereceye kadar dayanan bir yağdır……

Bir dinleyicinin elindeki pet şişeden su içtiğini gören hoca,
- Şimdi içtiğiniz su ile neler elde ettiğinizi de gözden geçirelim ve bu günkü toplantıyı kapatalım.

O polietilen tereftalat maddesinden üretilmiş yani pet şişenin içindeki stalatlar suyun içine karışmış bulunuyor.
Ayrıca o plastiği yumuşatmak için antimon denen bir ağır metal kullanılmıştır o da suyun içine karışıyor
dolayısıyla siz hem stalat, hem de antimon içmiş oldunuz şu anda.

Peki, ne yapar bunlar size?

Bunlar hormon bozucular diye geçer. Sizin vücudunuzda bir takım hormonal bozukluklar yaratır. Bu hormonal bozuklukların bir bölümü, örnek, östrojen etkisini göstererek 5 yaşında çocukların adet görmesine sebep olur. İki buçuk yaşında bir çocuk getirdiler Lüleburgaz’dan adet görüyor. İki buçuk yaşında. Hamile bir kadın östrojen etki gösteren bir hormonal bozucuyu aldığı zaman, o madde özellikle bu 19 litrelik su bidonlarında onlar polikarbon denen bir plastiktir ve ham madde olarak Bisfenol-A denen bir maddeden üretilir. Bisfenol-A’nın meme kanseri yaptığı 1930 yılından beri bilindiği halde ve 130 tane bilimsel yayın olduğu halde bunun hakkında hala biz o bidonlardan su içmeye mahkum bırakılıyoruz. Bisfenol-A hamile bir kadının karnındaki çocuğun beynindeki cinsiyet ayrım merkezine gittiğinde çocuğun homoseksüel
olma olasılığı çok yükseliyor. Meme kanseri riski çok yükseliyor erkekse prostat kanseri riski normal bunla temas etmemiş insana göre 3 kat artıyor.

Yani musluk suyu için Allah aşkına.

- Arıtıcılar hocam?

- Paranız varsa arıtıcı kullanın. Ama paranız yok arıtıcı alamıyorsunuz, musluk suyu için.

Musluk suyu İstanbul’da kullandığınız plastik şişedeki su hangisi olursa olsun 100 kat iyidir.

İSKİ’nın her ay İstanbul’daki bütün su havzalarının sağlık raporları internette yayınlanıyor. Biz geçen sene NTV’de bir su programı yapmıştık ve NTV Yıldız Teknik Üniversitesinde piyasadan topladığı suları bakteriyolojik incelemeye gönderdi. Hepsinde mikrop çıktı. Hepsinde istisnasız. Yani siz sağlıklı olsun, temiz olsun çocuğum mikropsuz su içsin diye mikroplu suyu paranızla içiyorsunuz. Bıraktım vazgeçtim mikroptan, kanser yapıyor. Almanya’da geçen sene ocak ayında Avrupa birliğinin gıda güvenliği merkezi vardır EFSA ocak 2010a kadar Bisfenol_A’nın sağlık sakıncası olmadığını iddia ediyordu. Ama toplum baskısıyla mayıs ayında biz bu işi araştıracağız dediler ve ekim ayında biberonlarda Bisfenol-A’nın kullanımını yasakladılar. Tamam, da biberonda yasakladın e çocuğuna Bisfenol-A’lı su bidonundan su katmıyor musun mamasını hazırlarken?

Isı ve zaman etkisiyle plastiğin defalarca kullanılmasıyla Bisfenol-A’nın suya geçiş oranı çok artıyor.

Şimdi su ısınmaz ki diyeceksiniz.

Arizona’da yapılan bir çalışmaya göre şehirlerarası su nakli sırasında kamyon içerisindeki su 80 dereceye kadar ısındığı saptanmıştır.

80 dereceye ısınan su o plastikten ne kadar madde çözüyor biliyor musunuz?

Sizi de sülalenizi de kanser etmeye yeter. Antalya’da yazın açık havada duran suyun derecesi kaç acaba?

Banyo bile yapamazsın o kadar sıcak suyla.

Ne olur musluk suyu kullanın. Bırakın şu plastikleri.

- Hocam bazı yiyecekleri plastik poşetlere koyup buzluğa atıyoruz . bu da sakıncalı mı?
- Şimdi bakın naylon folyo polietilen denen bir maddedir ve polietilenin bu güne kadar bir sağlık sakıncası saptanmamıştır.

Daha büyük sorun yoğurt kapları.

Mesela bazen çay içiyoruz köpük gibi bardaklardan veya uçağa bindiğimizde şeffaf cam gibi çıt diye kırılan plastik bardaklar var hem o polystryne hem köpük gibi olan bardaklar da polystryne onlardan stryne çayımıza geçiyor o da kanser yapıyor.

Şimdi plastik yoğurt kaplarında, ben anlata anlata zannediyorum bazı firmalar artık polipropilen kullanmaya başladı.

Kabın altına baktığımız zaman veya yanına baktınız zaman bir üçgen göreceksiniz. Üç oktan oluşan bir üçgen. Bu geri dönüşüm işaretidir. O üçgenin içinde bir sayı yazar. 5 numara polipropilendir altında da zaten PP yazar.

Yoğurt alırken artık markaya göre değil kullandığı plastiğe göre tercihinizi yapın.

Ben her yoğurt almaya gittiğimde maalesef aynı firma farklı marketlere farklı plastik gönderebiliyor. Daha ucuz marketlere adi plastiklerde, lüks semtlerdeki marketlere daha kaliteli plastikte gönderiyor.

Ne acı. Yani ayırım yapıyor.

- Yani hocam üçgenin içinde 5 miyazması lazım?
- Evet polipropilen

- 1,5 litrelik su şişelerinde 1 yazıyor.

- Evet, işte o PET polietilen tereftalat, kötü, 1 numara kötü. Evde 19 litrelik bidonların altına bakın. Onda da 7 yazar. 7 diğer plastikler anlamına gelir. Diğer plastiklerin içinde 6-7 farklı plastik vardır bunlardan bir tanesi de polikarbondur onun için üçgenin altında PC kısaltması vardır.

Prof. Dr. Kenan DEMİRKOL

naturefan 25-12-2011 21:05

Şeker fabrikaları acaba yılda kaç cana maloluyordur? Vatandaş tehlikenin farkında mı; basında bu konu neden yeterince işlenmiyor? Şeker gerçekten vazgeçilmez bir madde mi? Şeker kullanmayan (veya daha az kullanan) benzeri toplumlarla aramızdaki -ilgili hastalıklarda- hastalık mukayesesi nasıl?

naturefan 26-12-2011 10:51

Bu gün 26 aralık 2011 pazartesi saat 11:52 'Şeker Fabrikalarına Hayır' kampanyasını başlatıyorum. Sanırım yeni bir başlık açmalıyım; yönetim izin verirse. Şeker, tatlı maskesi ardındaki beyaz zehir! Ailemden 3 kişi şekerden öldü; biri de makinaya bağımlı yaşıyor. Yaşamak sa!.... Şeker ve şeker fabrikaların ülkemizden, dünyadan kaldırılması için çalışacağım. Öncelikle tatlı zehiri evinize, yaşamınıza sokmayın; yaşamınızı zehir etmeyin!!!

denizakvaryumu 04-04-2012 14:24

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Onkoloji Enstitüsü Öğretim Üyesi Dr. Yavuz Dizdar: Biliyorum canınız sıkılacak, yüreğiniz kabaracak, üzüleceksiniz ama gerçekleri öğrenmeniz lazım. Daha yumurtadan çıkar çıkmaz civcive antibiyotik veriliyor. Kemikleri gelişmesin, sadece et yapsın diye... Tavuklar tarladaki patatesler gibi hiç kıpırdamadan yetiştiriliyor. Bıraksanız bile kıpırdayamıyorlar... Elinize aldığınızda kemikleri kırılıyor... Bu inanılmaz bir vicdansızlık... Sonra, görüyoruz her gün gencecik bir kadın meme kanserine yakalanıyor. Büyük olasılıkla daha sağlıklı diye sık sık tavuk yiyorlardır...

Hocam son dönemde kanser vakalarında patlama olduğunu, lenfoma ve kemik iliği kanserlerinin çoğunun ise Türkiye’nin tarım merkezi olan Antalya-Kumluca’dan geldiğini söylediniz. Peki böyle başka bölgeler var mı?

Var... Mesela 6-7 ay kadar önce Ergene tartışıldı. Orası içler acısı bir durumda. Ergene’de olağanüstü bir çevre kirliliği var. O zaman Sağlık Bakanlığımız ve Kanser Savaş Daire Başkanlığı dediler ki, “Orada çok sigara içiliyor, çok alkol kullanılıyor, o nedenle bu kanserler çıkıyor.” Böyle bir şey sözkonusu olamaz. Çünkü belgesel bir film hazırlandı bu konuyla ilgili. “Gündöndü” adında... Orada her şey çok açık.

- Ben izlemedim o filmi...

İzleyemedik, çünkü henüz Türkiye’de gösterilmedi. Kısa versiyonu Marsilya’da bir çevre filmleri festivaline gitti. İzleyenler o kadar etkilenmiş ki, film bittiğinde alkışlayamamışlar, alkışlayacak halleri kalmamış. Deri fabrikalarından çıkan o atık suyun köpükler halinde Ergene’ye bırakılmasını ve bu yüzden ortaya çıkan çevre felaketini öyle bir göstermiş ki film dona kalmışlar... Çiftçi geliyor Trakya’dan, Ergene’den, hepsi hastalarımız zaten bunların. “Hocam” diyor, “15 tane sığırımız geçenlerde öldü. Daha önce de bir 15 tane ölmüştü zaten...” Onbeşer, onbeşer ölüyor hayvanlar. Ama “Aşı reaksiyonu oluştu da ondan” diyorlarmış.

- Kimler diyormuş?

Tarım Bakanlığı yetkilileri! Böyle aşı reaksiyonu oluşmaz. Bunlar bir şeyin üzerini örtme çabaları. Bir aşıda üretim sorunu varsa, zaten o 15 hayvanı değil, çok daha fazlasını etkiler. Bu aşıyla ilgili olan bir durum değil. O çevrede muhtemelen hayvanlar su içerken ya da otlanırken çevreden aldıkları toksinle kaybedildiler. Bir arkadaşımız gitti bölgeye, “Kimse konuşmak istemiyor, korkuyor” diyor. Trakya Üniversitesi’nden öğretim üyesi bir başka arkadaşımız bölgedeki kanserli insanların dokularında ağır metal analizine bakmış, çok yüksek bulmuş... CNN Türk’te yayınlanmış bir canlı yayının bandını izledim. Devletin söylediği şey, “Çok sigara içiyorlar, çok alkol tüketiyorlar, bu kanserler o yüzden.” Halbuki adam anlatıyor, kızı dereye düşmüş, boğulmuş, peşinden gitmiş, girdiği yere kadar bacakları cılk yara. Bu düzeyde bir kirlilik var Ergene’de. Baktığınızda temiz görünüyor ama adamın girdiği yere kadar bacakları ülsere olmuş. Sonuç? Adamın o yaraları iyileşmiyor. Adam yaşıyorsa da şansa yaşıyor. Bu, o bölgede yaşayan diğer insanlar için de geçerli. Bunun öyle sigarayla, alkolle falan kapatılacak bir yanı yok. Bir de oradan ürün geliyor, o ürünün nereye gittiği belli değil.

- Gelen ürün ne?

Üç ürün geliyor. Pirinç, ayçekirdeği, buğday... Kadmiyum ve kurşun analizlerini yaptırdık. İzin verilenden 2 ila 8 kat yüksek çıktı! Şimdi bu ürün nereye gitti, kim yedi? Bunların hiçbirini bilmiyoruz. Bakanlık her ürünü birebir denetleyemez, orada hakkını verelim. Ama şu önemli; ürüne püskürtülerek kullanılan tarım ilaçları herhalükârda çok kullanılmadıkları zaman kabuğun soyulması, hatta meyvenin sebzenin iyi yıkanılmasıyla uzaklaştırılıyor. Sorun ot ilacında. Çünkü ot ilacından meyve ağacı etkilenmiyor ama onu bünyesine alıyor. Biyolojik sistem bunu içinde biriktiriyor. Bu insanda bir tümör oluşumuna da neden olabilir, hayvanların kaybedilmesine de... Bu ot ilacını, glifosatı pek çok ülke vahşi doğaya da atıyor. Ot kontrolü diye. Nedeni bilmiyorum.

Büyük hastaneler açarak kanseri önleyemezsiniz

- Vahşi doğadan ne istiyorlar?

Hiçbir şekilde anlaşılabilmiş değil. Ormanları ilaçlıyorlar. Niye? Belli değil.

- Herhalde bu zirai ilacı üreten firmalar para kazansınlar diye... Başka bir sebep geliyor mu hocam aklınıza?

Büyük olasılıkla öyle. Doğa bu, sen doğaya müdahale edemezsin. İstersen tarlana müdahale et, ama iş ormana geldiği zaman, “Ben buradan yabani otları temizleyeceğim” diyemezsin. Orası yaban. O şekilde kalmak zorunda. Sen ona müdahale edersen olay çığrından çıkar.

- Biz ne korkunç insanlar olduk böyle?

Maalesef biz korkunç bir ırkız. Bakın, tarım ilacını sonuçta kim tavsiye ediyor? Ziraat mühendisi... Bakıyorsunuz ziraat mühendislerinin büyük kısmı, aynı zamanda tarım ilacı bayiliği yapıyor. Duydum ve inanamadım, tarım ilacı satarken çiftçiye, “Kendin için mi kullanacaksın, yoksa satacağın ürün için mi?” diye soruyorlarmış. Böyle insafsızca bir durum var. Aynı anda bayii olan birisi tarım ilacı satışını kontrol edebiliyorsa eğer, tüketimini nasıl denetler? Adam kendi satışını mı baltalayacak? Oradan bir sıkıntı çıkıyor. İkincisi, tarım ilaçlarının amaç dışı kullanımı var. Bu tavuklarda büyütme amaçlı kullanılan antibiyotik gibi bir durum. Böyle bir şeyi bin yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Yumurtadan çıkar çıkmaz civcive antibiyotik vermeye başlıyorlar. Bizim üreticimiz inşallah bu konuda bir düzenleme yapacak, umutluyum. BESD-BİR, “Elimizden geleni yapacağız” dedi. Fakat antibiyotiğin bu şekilde kullanımı kim tarafından akıl edildiyse, bunu Amerikan Akademileri bile anlamış değil... Siz civcive antibiyotiği verirseniz, civcivin bağırsak sisteminin gelişmesini önlüyorsunuz. Normalde yediğimiz besinlerin önemli bir bölümü bağırsak metabolizmasında kullanılıyor çünkü. Dolayısıyla enerji tüketimi azalıyor. Siz bu civcivi güneşe de çıkartmazsanız, kemikleri de sağlıksız gelişeceği için sadece et yapıyor...

- Hiç anlayamadım hocam...

Aksi takdirde güneşe çıkartırsanız civciv sağlıklı gelişeceği için kemik de yapıyor. Ama kemik yapsın istenmiyor, sadece et yapsın isteniyor. O zaman oradan da tasarrufa gidiyorsunuz, hayvan sonunda patates tarlasında yatan patates gibi hiçbir şekilde kaçamayan, olduğu yerde büyüyen bir hayvan oluyor. Bunu kesimde çalışan bir arkadaşımız anlattı, “Zavallı hayvancağızı yerden alırken kemiklerinin elinizin altında kırıldığını hissediyorsunuz. Kaçamıyor zaten. Bıraksanız da hareket edemiyor” diyor. Çünkü hiçbir şekilde enerji harcamayacak ve et yapacak şekilde yetiştiriliyorlar. Düşünebiliyor musunuz 1.7 kilo yemle 1 kilo tavuk elde ediyorlar. Böyle bir dönüşüm var mı dünyada?

- Tavukların nasıl bir eziyetle yetiştirildiğini biliyordum, bu yüzden de asla yemem, ama bu kadarını bilmiyordum. Para kazanacağız diye nasıl bu kadar vicdansız olabiliyoruz?

Haklısınız, son derece vicdansızlık bu. Bir yandan da baktığımızda bunu yapanlar inançlı insanlar...

Çocuğunuza yedireceğiniz yumurtaya dikkat edin!

- Prof. Kenan Demirkol yaptığımız bir söyleşide, “Normalde inek ne zaman süt verir? Yavruladığı zaman değil mi? Ama üretici için süt o kadar değerli ki, yavru 10 gün sonra annesinden ayrılıyor ve soya sütüyle besleniyor. Ve günlerce anne ve yavru ayrılık nedeniyle ağlıyor” diye anlatmıştı. Biz ne yapıyoruz böyle? Besleneceğiz diye bu kadar acımasız olmamız gerekiyor mu? Burada çok da büyük bir günah var aslında... Bir din adamının çıkıp bence, “Yapmayın, günahtır” demesi lazım. Belki o zaman insanlar düşünmeye başlar...

Diyanet de maalesef ortadan yanıtlar veriyor. Net bir şey söylemiyor. Biliyor musunuz, buzağılara etleri pembe olsun diye demir verilmiyor. Kırmızı et diye yediğin hayvanın eti niye pembe olsun ki? Efendim böylesinin Avrupa’da 100 Euro’ya kadar ederi varmış. Hayvanlar demir eksikliğinden ahırın paslanmış metal aksamlarını yalıyormuş. Böyle bir zihniyet, böyle bir hayvan yetiştirme olabilir mi? Benzer şey, hormon kullanımında var. Buzağılarda hormon kullanıyorlar. 8 aylık dana küçücük olmalı, koskocaman inek kadar oluyor. Gören korkuyor. Ne veriyorlarsa hayvanlara bu hale getiriyorlar. Şimdi bakanlık çıkıp da, “Biz denetliyoruz, şahane üretim yapıyoruz, bol verim alıyoruz” demesin. Hayır, bol verim önemli değil. Sağlıklı verim alabilmeniz önemli.

- Hep rakamlara bakıyoruz değil mi?

Bu Amerika’nın standart hatasıdır. Bizde de öyle olmaya başladı. Üretim artıyor deniyor. Peki karşılığında ne kadar ilaç parası ödüyorsunuz? Bu yüzden en çok kanser vakası Amerika’da görülüyor.

- Bizde de gün geçmiyor ki gencecik bir sanatçı meme kanserine yakalanmasın. Arkadaşlarımın çoğu meme kanseri. Özellikle meme kanserindeki artışın nedeni ne?

Bilinmiyor. Ama çok büyük olasılıkla bu insanlar sağlıklı besleneceğiz diye tavuk yiyorlardır, tavuktan aldıkları birtakım hormonlar var. Biz bu işin hormon kısmını bilmiyoruz. Ama 8 ayda bu kadar büyütebiliyorsa danayı, mutlaka birtakım hormonal manipülasyonlar yapmak zorunda. Ya androjenle yapıyorlar bunu ya başka bir büyüme hormonuyla... Nitekim bir arkadaşımız 25 sene Hollanda’da tarım bakanlığında çalıştı, “Hocam, özellikle Kurban Bayramlarında hormonsuz hayvan yok. Hepsine büyüme hormonu veriyorlar. Hayvanlar şişiyor, pazara gönderiliyor” diyor.

- Vallahi yüreğim daha fazla kaldırmayacak. Yazmak da lazım ama...

İnsanların canlarının sıkılması gerekiyor, yürekleri kabaracaksa kabaracak biraz, ama gerçekleri öğrenmeleri lazım. Geçen haftalarda bir arkadaşım anlattı. Çok hazin bir örnek. 10 yaşındaki kızının bacaklarında tüylenme sorunu başlamış. Doktor doktor dolaştırıp bir sonuç alamayınca, “Ya biz bu çocuğa ne yediriyoruz ki böyle oluyor” demişler. Ve geldikleri nokta yumurta olmuş. “Her gün bir yumurta veriyorduk, kestik ve tüylenme geçti. Ondan sonra organik yumurtaya döndük, bir sorun kalmadı” diyor.

- Yumurtada ne var ki?

Günde iki-üç defa yumurtlatabilmek için tavuğa mutlaka bir şey yapmak zorundasınız. Çünkü bu kadar yumurtlama hayvanın doğasının dışında bir şey.

- O yüzden kız çocukları erken adet görmeye başladı, erkek çocukların göğüsleri büyüyor...

Evet. Korkunç bir gidiş var. Bu memleketin beslenmesinin düzelmesi gerekiyor. Büyük hastaneler açarak kanser vakalarını önleyemeyiz. Erken tanı yöntemlerini geliştirerek önlenebilecek bir şey değil kanser. Beslenmemizin düzelmesi gerekiyor. Yediğimiz yumurtadan hormon alıyoruz, süt zaten süt değil, yoğurt desen öyle... Bir yandan tarım ilacını bol miktarda alıyoruz. Bu şekilde beslenen vücut bir kere böyle beslense bunu karşılar, iki kere beslense yine karşılar, ama tek seçenek bu olduğu zaman hastalık kaçınılmazdır. Kanserler patladı. Batman’dan çiftçi telefon ediyor, altıncı düşüğü yapmış eşi... Kars’tan genç bir köylü telefon ediyor, kanser... Marketten alıyormuş tavuğu, çünkü Kars’ta kuş gribi hikâyesinden sonra 2.5 milyon köy tavuğu yakılınca ellerinde tavuk kalmadı...

Başbakan’ın bizzat tarıma el atması lazım, gidiş iyi değil!

- Nasıl öyle bir şey yapabildik? Tavukları canlı canlı toprağa gömdük, yaktık. Bunun günahı bile bize yeter?

İnanılmaz bir hezeyandı o... Bütün tavukları yaktık. Birkaç yıl sonra aynı hezeyan bu kez domuz gribi olarak geri geldi. Ne zaman bu hezeyan bitti? Başbakanımız, “Ben domuz gribi aşısı olmuyorum!” dediği zaman. Sağlık Bakanı’nı kandırıyorlar. Ne oluyormuş? Aşıda Avrupa’ya örnek oluyormuşuz! Hadi canım! Şu anda millette çok ciddi böbrek hasarı var. Çünkü diyaliz merkezlerinin artmasından bunu görebiliyoruz. Bunun en önemli nedeni; doğru beslenmiyor oluşumuz. Yok işte, çok sigara içti de, ortam kötü de... Bunlarla açıklayamazsınız. Çünkü bu tarım ilaçlarının böbrek toksisitesi yaptığı biliniyor. Kesinlikle Başbakan’ın bizzat tarım ve gıda işine de el atması lazım! Yoksa bu gidiş hiç iyi bir gidiş değil!

Salkl diye yediiniz tavuklar tavuk deil! - GAZETEVATAN.COM

leonfather41 04-04-2012 14:28

Değerli mesai arkadaşlarım;

Her yıl ülkemizde ve bütün dünyada 1-7 Nisan’ da Kanser Haftası etkinlikleri yapılmaktadır.
Böylece bir kez daha kansere dikkat çekilmekte ve toplumda farkındalık oluşturulması sağlanmaktadır.
Kanser; yüzden fazla hastalığın ortak adı olup, her birinin tanıları, süreçleri ve tedavileri birbirinden farklıdır.
Doku ve organları oluşturan hücrelerin; organizmaya zarar verecek şekilde anormal çoğalmaları ve büyümeleridir.
Dünyada ve ülkemizde, hastalıklardan ölümlerde, kalp ve damar hastalıklarından sonra ikinci sırada yer almaktadır. Çok ciddi bir halk sağlığı sorunudur.

Erkeklerde en sık görülen kanserler; Akciğer, prostat, kalın barsak
Kadınlarda en sık görülen kanserler ise meme, tiroit ve kalın barsak kanserleridir

Erken tanı : Kanserin henüz hücre içinde ve hiçbir belirti vermediği durumda yakalanmasıdır.
Erken evre tanı : Kanserin henüz uzak organlara yayılmadığı sadece komşu bitişik dokuya yayıldığı durumda iken yakalanmasıdır
Her kanserin henüz erken tanısı yoktur. Kadınlarda meme, rahim ağzı, kalın barsak erkeklerde ise kalın barsak ve prostat kanserlerinin erken tanısı vardır.
Ülkemizde ve ilimizde yukarıda ismi verilen kanserlerin toplum tabanlı taramaları da yapılmaktadır. Ulusal Kanser Tarama Standartlarına uyan kişiler
Kocaeli Devlet Hastanesi KETEM birimine başvurarak meme, rahim ağzı, kalın barsak ve prostat kanserleri taramalarını yaptırabilirler
Ulusal Kanser Tarama Standartlarına Kanser Savaş Dairesi Web sayfasından ulaşılabilir

Kanser açısından şüphe uyandıracak ve doktora gitmemizi gerektiren belirtiler şunlardır:
1. Ele gelen kitleler
2. İdrarda, dışkıda, balgamda kan görülmesi
3. Büyüyen ve renk değiştiren benler
4. Sebepsiz, irade dışı aşırı kilo kaybı
5. Uzun süre devam eden ses kısıklığı
6. Uzun süre devam eden öksürük
7. Uzun süre devam eden kabızlık ve dışkının ince gelmesi

Kanser nedenleri
3 ana grupta toplanır.
1. Sigara
2. Beslenme hataları
3. Diğer nedenler ( radyasyon, enfeksiyonlar, kimyasallar, yaş, genetik vb. )

İş Sağlığı Koruyucu Hekimlik projesi kapsamında sürdürülmekte olan dengeli ve yeterli beslenme ( obezite pol. ) ve tütün kontrolü ( sigara bırakma pol. ) ile
aynı zamanda kanser kontrolü açısından da çok büyük oran da mücadele edildiği görülmektedir.
Kanser Haftası vesilesiyle siz mesai arkadaşlarıma bir kez daha obezite ve sigaranın sağlık açısından ne kadar riskli olduklarını hatırlatır
ve kanserin önemini vurgulayarak bir kez bu projeye desteklerinizi bekleriz


Sağlıklı ve mutlu günler dileğimizle…..
SAĞLIK BİRİMİ

pria 05-04-2012 00:07

Nerede hangi bilim adamının yazısında okumuştum, bir türlü hatırlayamıyorum..

Kanserden korunmak için aynı gıdaları sürekli almaktan kaçınmalı, gıda çeşitliliğine dikkat edilmeli deniyordu..Aldığımız gıdaların renk çeşitliliğinin önemli olduğunu belirtiyordu..

gül- 10-04-2012 10:20

Merhaba
Çok güzel konulara değinilmiş. Çünkü herkes sadece bir açıdan bakmış olsaydı dünyanın düzeni nasıl olurdu doğrusu oda ayrı bir tartışma konusu. Şu bir gerçek ki üretim toplumundan tüketim toplumuna geçmiş olduğumuz gerçeği aşikardır. İşte bu tüketim çılgınlığında ne yazık ki beslendiğimiz gıdaları sorgulamıyoruz. Sorgulamadığımızı ve cevaplarını bilmediğimizi üreten şirketler bildiği için konuyu sanırım görsel boyutlara yayarak insanların tat almaktan çok görsel görüntüye aldanmasını sağlayarak insanları hazır gıdalara yönlendirmektedir. Bunda teknolojinin de çok büyük etkisi mevcut. Dünya üzerinde nerede farklı bir şey uygulanıyorsa bir bakıyorsunuz bir tuşla size yakın veya elinizin altında. Elbette ki her şeye ulaşmak çok güzel ama ulaşılan bu şeylerin bazıları artık insan sağlığı üzerinde tehdit oluşturmaktadır. Bunların aracısı da yine insanoğludur. Yani insan insanın kurdudur deyişini atalarımız demek ki boşuna söylememişler. İnsana zarar veren yine insan çelişki burada. Birileri daha iyi yaşamak için birilerini yok etmek zorunda değil. Dünya geniş bir alan ve insanoğlu da henüz sonsuza kadar yaşamıyor o zaman neden bu yarış, neden doğaya bu kadar yabancı olalım. Bilimsel araştırmalar çok güzel ama insan hayatı üzerinde bu kadar keskin rötuşlar için henüz çok erken. Doğamızda her şeyin doğalı mevcut iken, nedense bunları bilimsel bakış açısı adı altında farklı içerikleri barındıran bu ürünleri bünyemize yedirip sağlıksız nesiller yetiştirmemiz hangi dünya anlayışıyla ve bilimsel bakış açısıyla bağdaşır. Neticede geçmişi, şimdiyi ve geleceği kıyasladığımızda; sağlıkta, beslenmede, tarımda, hayvancılıkta geçmişi arar durumdayız. Her şey netti. Ama şimdi netlikten eser yok daha da karmaşıklaştı sanırım. Gelişmekte olan bir ülke olduğumuzdan dolayı Tüketim toplumundan bilinçli üretim toplumuna geçtiğimizde sanırım hayata, insana ve doğaya bakışımız da bir nebze olsa değişir diye umuyorum.yani hücrelerimizi ne ile beslersek bizi okadar ayakta tutabilirler. hücrelerimizi besleyen biziz…

pria 03-05-2012 19:46

Bugün STAR TV'de Prof.Dr. Osman Müftüoğlu'nu dinledim..
''Kanser tedavisi zor ve pahalıdır; önemli olan yakalanmamak ve önlem almaktır'' dedi..

Ve..kansere karşı vucudumuzun bağışıklık sistemini güçlü kılmak için bir kür tavsiye etti..''Bu antioksidan takviyesini yapabilirseniz hergün, ama hiç olmazsa haftada 3 gün yapın'' dedi..

Antioksidan takviyesi şöyle:

Bir kase yoğurt veya kefir içine,

Bir tatlı kaşığı zerdeçal,
Bir tatlı kaşığı zencefil,
Bir tatlı kaşığı yeni öğütülmüş üzüm çekirdeği,
Bir tatlı kaşığı taze öğütülmüş keten tohumu,
Yarım tatlı kaşığı acı pul biber,
Bir tatlı kaşığı kekik,
Bir tatlı kaşığı kuru nane,
İki diş ezilmiş sarımsak
Bir tatlı kaşığı ısırgan tohumu,
Bir tatlı kaşığı fesleğen koyarak karıştırın..afiyetle yiyin..

pria 09-05-2012 17:29

Her altı kanser vakasından birine, tedavi edilebilir enfeksiyonlar neden oluyor:


Kanser sebebi enfeksiyonlar - Gerçek Gündem

Human Papilloma Virus (HPV):

http://www.doktornevra.com/jinekoloj...er_kodilom.asp

pria 12-05-2012 16:42

...ardıç, kantaron ve çörek otu yağlarının meme kanseri hücresi üzerindeki etkilerini belirlemek amacıyla Dumlupınar Üniversitesi (DPÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Laboratuvarı'nda deneyler yaptıklarını...

Yazının tamamı:

Kanser hücrelerini yok etti - Gerçek Gündem

pria 15-05-2012 23:04

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi pria (Mesaj 940955)
Nerede hangi bilim adamının yazısında okumuştum, bir türlü hatırlayamıyorum..

Kanserden korunmak için aynı gıdaları sürekli almaktan kaçınmalı, gıda çeşitliliğine dikkat edilmeli deniyordu..Aldığımız gıdaların renk çeşitliliğinin önemli olduğunu belirtiyordu..

Buldum; bu sözleri söyleyen Prof.Dr.Osman Müftüoğlu imiş..Şöyle diyor:

...KANSERDEN koruyucu bir beslenme planı söz konusu olduğunda ilk sırada yine ’sağlıklı beslenme’ prensiplerine uymak gelir. Proteini, karbonhidratı, yağı dengeli, kalorisi yeterli bir beslenme planı oluşturabilirseniz işiniz kolaylaşıyor. Tabii ki çeşitlilik de çok önemli. Farklı besinlerde farklı kanser koruyucuları var. Bu nedenle hep aynı şeyleri yemek yerine besin seçimlerinizi mümkün olduğu kadar değiştirmeniz gerekiyor.

Kanserden korunmak için yapabileceğiniz pek çok şey var. | Kefir tanesi Kefir ile ilgili bilmek istediğiniz her şey burada.

pria 15-05-2012 23:18

Süper gıdalar:

SPER GIDALAR | Prof. Dr. Metin ZATA

Prof. Dr. Metin Özata

gül- 16-05-2012 09:09

sayın pria verdiğiniz bilgiler çok iyi ama,
mesele sadece gıda çeşitliliği veya eksikliği değil, mesele tükettiğimiz gıdaların ya hammaddesi bozuk veya bilimsel ad altında katkı maddeleriyle desteklenmesidir. yani sebze meyvenin yetiştirmesi bozuk tohumlarla ve kimyasallarla gerçekleşmişse, hazır gıdalarda gereğinden fazla katkı maddesi varsa çeşitli beslenmek ve beslenme piramidi oluşturmak tek başına yeterli olmuyor sanırım... ülkemizde tüketilen gıdaların yeterli derecede denetlenmediği görsel ve yazılı basın aracılığıyla ve kimi zaman kendimizinde şahit olduğu bir üretimden sağlıklı besin beklemek çok zor olsa gerek... tüketttiğimiz gıdaları kendimiz yetiştirip, kendi otokontrolümüzü kendimiz yaparsak sanırım sağlıklı bir beslenme gerçekleşir diye düşünüyorum...

düşünvepaylaş 24-06-2012 17:08

Arkadaşlar ben de yakın zamanlarda bu konuyu araştırmıştım. Kanser benim küçüklüğümden beri ilgimi çeken bir konu olmuştur, neden bilmiyorum. Sanırım böyle bir şeyin doğal olamayacağına inandığım için olsa gerek.

Her asrın bir hastalığı vardır der bazıları, bu asrın en büyük ve ölümcül hastalığı da kanser. Hiç göz ardı etmememiz ve acilen çözümünü bulmamız gereken bir hastalık olduğuna inanıyorum.

Benim bu konudaki tutumum ilaç sektörüne karşı bir tutum olarak gelişti. Kimyayı küçümsüyor değilim aksine tepkim kimyadan sektör oluşturup bu sektöründe sürdürülebilmesi için insanlara eksik bilgi verenlere karşıdır.

Ayrıca sözüm ona kadınların gögüslerini acımasızca kesen ve saç kaybı, mide bulantısı, aşırı kilo alımı, depresif yan etkiler gibi bir çok sonuca sebebiyet veren tedavi usullerinin böyle bir yüzyılda çözüm olarak karşımıza sunulması da gerçekten ilginç.

Bütün bunları göz önünde bulundurarak ingilizcesi olanlar için aşağıdaki videoyu eklemek istiyorum, eğer bu konuda sizlerinde üzüntüsü varsa ingilizcesi olan arkadaşlarla videoyu çevirip daha geniş kitlelere izletebiliriz:

Cancer - The Forbidden Cures - YouTube

Hillbilly 30-06-2012 21:53

Çok önemli paylaşımlar yapılmış, kanser ile ilgili çok şey öğrendim bu başlıkta.

pria 30-06-2012 22:36

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi düşünvepaylaş (Mesaj 989192)
Her asrın bir hastalığı vardır der bazıları, bu asrın en büyük ve ölümcül hastalığı da kanser.

Kanser çok eski çağlardan beri bilinmekte ise de, 20. yüzyılda dikkatleri üstüne çekmiş ve çağımız insanlarının en çok çekindiği bir hastalık olma vasfını kazanmıştır. Çağımızda kanserin en yaygın hastalıklardan biri olmasında, kesin teşhis imkanlarının artmış olmasının da rolü büyüktür.

Kaynak: Kanser - Nedir

2200 Yıllık Kanserli Mumya

2200 Yıllık Kanserli Mumya

pria 02-07-2012 00:43

Üstün bir antioksidan kaynağı: VİŞNE
 
...Yapılan araştırmalar, kırmızı meyvelerden vişnenin üstün özelliklerini ortaya koyuyor. Vişnenin, sahip olduğu özellikleriyle sağlık açısından inanılmaz faydaları bulunuyor. Hava kirliliği, tarım ilaçları, bilgisayar ve cep telefonlarından alınan radyasyon, kızarmış yiyecekler ve alkol, serbest radikallerin oluşumuna yol açar. Serbest radikaller, kanserin en büyük tetikleyicisi olmakla kalmayıp, kalp krizi, alzheimer hastalığı, yaşlılığa bağlı adale bozulmaları, katarakt oluşumu ve bağışıklık sisteminin güçsüzleşmesi gibi rahatsızlıklara da yol açar. Antioksidanlar, serbest radikallerle tepkimeye girerek bunların başlattığı zincir reaksiyonu durduran ve böylece vücudumuzdaki hayati bileşenlerin zarar görmesini engelleyen moleküllerdir. Antioksidanlarca yüksek olan besinler, 'Oksijen Radikali Emme Kapasitesi' (ORAC) yüksek olan besinler olarak bilinirler.”


...Vişnenin, meyveye can alıcı kırmızı rengini veren 'antosiyanin' adı verilen güçlü antioksidanları içerdiğini vurgulayan ifade eden Akdağ, yapılan araştırmalara göre bitkilerde bulunan 150 farklı flavonoid içerisinde en yüksek antioksidan kapasiteye antosiyaninlerin sahip olduğunu bildirdi.

Akdağ, vişnenin antosiyaninleri üzerinde Michigan Üniversitesi'nde yapılan başka bir araştırmada ise önemli bir sonucun ortaya çıktığını belirterek, bu sonuca göre, vişnedeki başlıca antosiyanin olan 'cyanidin'in, iltihap engelleme etkinliğinin aspirinden daha çok olduğunu söyledi.


... “Başka bir araştırmada ise vişnedeki antosiyaninlerin tümör oluşumunu ve insan kolon kanseri hücrelerinin büyümesini engelleyici özelliği olabileceği sonucuna varıldı. Diğer araştırmalarda ise yüksek peril alkolün (POH) prostat, akciğer, karaciğer ve deri kanserlerinin riskini azaltıcı etkisi olabileceği belirtiliyor. Bu nedenle de POH içeren vişne tüketimi ile bu etkiler arasında bağlantı kuruluyor”

Vişne ve suyu vücudun ilacı - Hürriyet

............................................

Gıdaların antioksidan kapasitesinin belirleme yöntemleri

....İnsan sağlığı açısından antioksidanların işlevi son yıllarda daha iyi anlaşılmıştır. Yapılan araştırmalar, antioksidan aktivite gösteren maddelerin, oksidatif stresten dolayı meydana gelen katarakt, kanser, kalp-damar ve daha birçok hastalığın önlenmesinde önemli işlevi olduğunu ortaya çıkarmıştır

... Lee et al(2003)’in ABTS ve DPPH yöntemi ile yaptıkları karşılaştırmalı araştırmaya göre, gerek toplam fenolik ve gerekse antioksidan kapasite açısından en yüksek değeri kakao göstermekte ve bunu sırası ile kırmızı şarap, yeşil çay ve siyah çay izlemektedir. Ancak başlıca antioksidan bileşen kakaoda prosiyanidin iken kırmızı şarapta rezveratrol, yeşil çayda epigallokateşingallat, siyah çayda teaflavindir. Karadeniz vd (2004)’in yaptığı araştırma, meyveler arasında en yüksek antioksidan aktivitenin yüzde 62.7 ile narda olduğunu göstermiştir. Bunu sırası ile ayva (%60.4), üzüm (%26.6), elma (%25.7) ve armut (%13.7) izlemiştir. Sebzeler arasında ise en yüksek antioksidan aktivite kırmızı lahanada (%40.8) bulunmuştur. Kırmızı turp’ta yüzde 29.4 olan bu değer patateste yüzde 12.5, soğanda ise yüzde 14.2’dir.

... TEAC yöntemi ile antioksidan kapasiteyi(mmol/litre); nar suyunda 24.6, siyah üzüm suyunda 9.0, portakal suyunda 4.6, elma suyunda 2.6 olarak bulmuştur. Meyve nektarları arasında ise vişne 6.1 mmol/litre ile ilk sırayı alırken bunu 3 mmol/litre ile portakal, 2.9 mmol/litre ile kayısı ve 2.6 mmol/lite ile şeftali nektarı izlemiştir. Seeram et al 2008) tarafından 5 farklı 5 farklı yöntemle (DPPH, ORAC,TEAC, LDL oksidasyonu, toplam polifenol ) yapılan araştırma da en yüksek antioksidan kapasitenin nar suyunda bulunduğunu doğrulamaktadır. Bunu izleyen içecekler sırası ile kırmızı şarap, konkord üzüm suyu, yabanmersini suyu, vişne suyu, kızılcık suyu, portakal suyu, buzlu çay ve elma suyudur.


Ayse Bakan, Aziz Eksi TÜBİTAK MAM Gıda Enstitüsü, P.K. 21 41470 Gebze-KOCAELİ 2Ankara Üni.Müh.Fakültesi Gıda Müh. Bölümü, Dışkapı- ANKARA

Dünya G1da

pria 18-07-2012 22:42

Kanserde en önemli etken dengeli, doğru beslenmedir:


Kanserin genel sebepleri:
Dengesiz beslenme % 35
Sigara % 30
Enfeksiyon hastalıkları % 10
Mesleki nedenler % 4
Alkol % 3
Çalışma yerinin tozlu ve pis oluşu % 2
Gıdalara konan katkı maddeleri % 1

Devamı:

Beslenme ve Kanser

Sağlıklı Beslenmek İçin Neler Yapılmalı?

Kanserle ilgili yapılan araştırmalarda kanserden korunma konusunda en etkili yöntemlerin başında sağlıklı beslenme, yani antioksidanlardan zengin beslenme gelir. Yapılan bir araştırmada incelemeye alınan 170 adet kanser türünün 132´ sinde antioksidanlardan zengin sebze ve meyve tüketerek beslenmenin kansere karşı koruyucu etkisinin olduğu saptanmıştır. Bu da sağlıklı beslenmenin koruyucu etkisinin % 77´ lerde olduğu anlamına gelir.

En önemli antioksidanlar C, A, E vitaminleri, selenyum ve bazı antioksidan gibi hareket eden kartenoidler, flavonoidler, inositol, fitatlar ve fenol içeren bileşiklerdir. Önemli antioksidan kaynakları olarak kuşburnu, yeşil yapraklı sebzeler, kivi, yeşil ve kırmızı biber, domates, havuç, kayısı, sarı ve turuncu renkteki tüm sebze ve meyveler, fındık, ceviz gibi sert kabuklu meyveler, özü ayrılmamış tahıllar, kurubaklagiller, kara üzüm, kiraz, ahududu, böğürtlen, erik , çilek, beyaz üzüm, elma, şeftali, bezelye, soğan, patates, soya fasülyesi, kakao, yeşil çay, sarımsak, soğan, pırasa, turp, fesleğen, nane, dereotu, rezene , kereviz, maydanoz, roka, tere gibi besinleri sayabiliriz. Fakat bu besinlerle beraber tüm sebzeler, meyveler, kurubaklagiller, tahıllar, zeytinyağı, balık gibi besinlerin de yine antioksidanlardan zengin besinler oldukları unutulmamalı ve günlük beslenmede hepsine mutlaka yer verilmelidir .

Doğru Beslenerek Kanser Riskini Azaltabilirsiniz! | Acıbadem Güncel Sağlık

Çalışmalar, antioksidanların kanseri önlemede etkili olduğunu, antioksidan takviyelerinin ise faydalı olmadığını gösteriyor:

Doğal antioksidanlar kanseri önlemede etkili - Beslenme-Diyet- ntvmsnbc.com

Kanser ve beslenme:

https://docs.google.com/viewer?a=v&q...z7_u-28sUhuwAA

Bilimsel kaynaklara dayalı zengin içerikli bir döküman:

https://docs.google.com/viewer?a=v&q...c__z48dx18xGsQ

gül- 19-07-2012 12:26

merhaba

bu kanser denilen hastalığa çare üretirken neden sebepleri kesin olarak açıklanmıyor. yani bu kanserin ana maddesi nedir. çünkü son yıllarda yaygınlaşmasına bakılırsa demekki birşeyler sebep oluyor. işte bu sebepler bir türlü netlik kazanmıyor. sağlık bakanlığı, tarım bakanlığı, sivil toplum örgütleri net bir cevap yayınlamışlarmı acaba. bundan 30 yıl önce kanser bu kadar yaygın değilken neden bu 30 yıl içinde bu kadar yaygınlaştı ve bir sürü sektör oluştu... vatandaş olarak böyle kendi aramızda çözüm üretmeye çalışıyoruz ama aslında beslenme dahil herşey bizim dışımızda kontrolsüz gelişiyor bizlerde onları tüketiyoruz. bu kontrolsüzlük nereye kadar acaba... nufusumuz bir taraftan artıyorken diğer taraftan bu kontrolsüz oluşumlar için onca kişi muzdarip ve hayatını kaybedebiliyor. tedaviye karşı verilen mücadelenin yanısıra aynı zamanda hastalığı durdurmak için acaba ne tür mücadeleler mevcut...

Eser İlhan 19-07-2012 22:28

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi gül- (Mesaj 999971)
....bu kanser denilen hastalığa çare üretirken neden sebepleri kesin olarak açıklanmıyor. yani bu kanserin ana maddesi nedir. çünkü son yıllarda yaygınlaşmasına bakılırsa demekki birşeyler sebep oluyor. işte bu sebepler bir türlü netlik kazanmıyor. sağlık bakanlığı, tarım bakanlığı, sivil toplum örgütleri net bir cevap yayınlamışlarmı acaba....

Kanser tek bir hastalığın adı değildir. Kendini vücutta kontrolsüz hücre büyümesiyle belli eden ve sonuçta yerleştiği organın fonksiyonlarını engelleyerek onu çalışamaz hale getiren tüm hastalıkların ortak adıdır. Birbirinden farklı birçok etmen (ki virüslerden kalısal nedenlere veya kimyasal maddelere kadar çok çeşitli şeyler sayılabilir) tetikleyici olabilirler. Bu yüzden kestirmeden gidip "kanserin nedeni budur" demek mümkün değildir.

gül- 23-07-2012 09:48

merhaba

sayın eser ilhan ilginize çok teşekkür ederim ama aşina bir cevap vermişsiniz. bence daha fazla açıklama,ehemmiyet gerekir ve sebepleriyle beraber çözüm üretilmeye gidilmelidir. günümüzde gördüğüm kadarıyla daha çok tedavisi üzerinde durulmakta. üstelik maliyetli ve meşakkatli yöntemler uygulanarak. oysaki hastalığa engel olma maliyeti belki daha azdır... kanser tek bir hastalığın adı değildir diyorsunuz. peki bu hastalıklara sebep olan nedenler için acaba şimdiye kadar ne tür önlemler alınmış. bu hastalıklara engel olma gücümüz yokmu. ne güzel yazmışsınız, kontrolsüz hücre büyümesi diye. işte benim sorum bu hücrelere ne yediriyoruzda böyle kontrolsüz büyüyorlar. 30 yıl öncesiyle ne değişti de bu duruma gelindi. yapılan bu basit açıklamaya bakıldığında vucudumuzun kontrolünü biz sağlayamıyoruz demektir. yani kendi önlemlerimizi alıp kendi otokontrolümüzü yapamıyoruz sonucuna varılmaktadır. bazı örnekler vermişsiniz virüs, kimyasal, kalıtsal nedenler diye. peki bizler 30 yıl öncede bu saydıklarınızı kullanıyorduk. ozaman neden bu kadar yaygın değildi bu illet hastalık. gitgide genç kuşaklarda bile yaygınlaşmaya başladı. zaten yakalanıp tedavi olanlar bile hep kuşkuyla yaşıyorlar hayatlarını. yakalandıktan sonra onlarda çok sorguluyorlar sebeplerini... sanırım ülkemizin çözümsüz kanayan yaralarından birisi herhalde... sitemim sadece size değil ben de dahil olmak üzere herkese...

Eser İlhan 23-07-2012 16:59

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi gül- (Mesaj 1001261)
merhaba

sayın eser ilhan ilginize çok teşekkür ederim ama aşina bir cevap vermişsiniz. bence daha fazla açıklama,ehemmiyet gerekir ve sebepleriyle beraber çözüm üretilmeye gidilmelidir. günümüzde gördüğüm kadarıyla daha çok tedavisi üzerinde durulmakta. üstelik maliyetli ve meşakkatli yöntemler uygulanarak. oysaki hastalığa engel olma maliyeti belki daha azdır... kanser tek bir hastalığın adı değildir diyorsunuz. peki bu hastalıklara sebep olan nedenler için acaba şimdiye kadar ne tür önlemler alınmış. bu hastalıklara engel olma gücümüz yokmu. ne güzel yazmışsınız, kontrolsüz hücre büyümesi diye.işte benim sorum bu hücrelere ne yediriyoruzda böyle kontrolsüz büyüyorlar.30 yıl öncesiyle ne değişti de bu duruma gelindi. yapılan bu basit açıklamaya bakıldığında vucudumuzun kontrolünü biz sağlayamıyoruz demektir. yani kendi önlemlerimizi alıp kendi otokontrolümüzü yapamıyoruz sonucuna varılmaktadır. bazı örnekler vermişsiniz virüs, kimyasal, kalıtsal nedenler diye. peki bizler 30 yıl öncede bu saydıklarınızı kullanıyorduk. ozaman neden bu kadar yaygın değildi bu illet hastalık. gitgide genç kuşaklarda bile yaygınlaşmaya başladı. zaten yakalanıp tedavi olanlar bile hep kuşkuyla yaşıyorlar hayatlarını. yakalandıktan sonra onlarda çok sorguluyorlar sebeplerini... sanırım ülkemizin çözümsüz kanayan yaralarından birisi herhalde... sitemim sadece size değil ben de dahil olmak üzere herkese...

Yazdıklarınızdan tıp dışı bir meslek grubuna ait olduğunuzu ama kanser konusunda bir kaygı taşıdığınızı anlıyorum.Evet, kanserin yaygın olduğu doğru. Bunda teşhis yöntemlerinin çok hassaslaşarak en küçük defektleri bile saptayabilir hale gelmesinin büyük payı olduğunu düşünüyorum. Ben de babamı iki yıl önce akciğer kanserinden kaybettim. Zor ve üzücü bir süreç. Eskiden "3-5 gün yattı, sonra birden öldü gitti" biçiminde olaylar olurdu aile geçmişlerinde. Belki de çeşitli kanserlerin son evresiydi bunlar. Kim bilir??
Yaptığım basit açıklamayı nasıl daha anlaşılır kılarım gerçekten bilemiyorum....

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi gül- (Mesaj 1001261)
…………………….. ne güzel yazmışsınız, kontrolsüz hücre büyümesi diye. işte benim sorum bu hücrelere ne yediriyoruzda böyle kontrolsüz büyüyorlar. ].

Hücrelere ne yediriyoruz sorunuza hemen kabaca "şeker" diye çevap verebilirim. Ama bunu daha derin tartışmak için histoloji ve biyokimya bilimlerinin sınırları içine girmemiz gerekir ki bunu yetkin bir biçimde tartışmayı en azından benim bilgi düzeyim karşılamaz....

Yapılanları ve yapıl(a)mayanları isabetlice saptayıp burada tartışmak ve değerlendirebilmek için temel bir tıp ve pataloji bilgisine sahip olmak, ayrıca biyokimya ve histolojiyi de konuya dahil etmek gerekir diye düşünüyorum. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmayı engellemek adına sonra da oturup bu konuda yayınlanmış bilimsel makaleleri taramak ve incelemek lazımdır.
Gerisi spekülasyon olur..

Kanserin tek hastalık değil bir hastalıklar grubu olduğunu yazmam da bu değerlendirmenin çok zor olduğunu anlaşılır kılabilmek içindi zaten. Zatürre gibi iyi tanınan bir hastalığın bile onlarca farklı etmeni olabilirken kanser gibi karmaşık mekanizması olan bir hastalığı ve çözüm yollarını tartışmak ancak tıp otoritelerinin, pataloji - onkoloji uzmanlarının işidir.
Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi gül- (Mesaj 1001261)
……………………………….zaten yakalanıp tedavi olanlar bile hep kuşkuyla yaşıyorlar hayatlarını. yakalandıktan sonra onlarda çok sorguluyorlar sebeplerini... sanırım ülkemizin çözümsüz kanayan yaralarından birisi herhalde... sitemim sadece size değil ben de dahil olmak üzere herkese...

demişsiniz...
Bu konuda siteme yer olduğunu düşünmediğim gibi kanser tedavisi ülkemizin çözümsüz kanayan bir yarası da değildir bence. Dünyada kanser tedavisi için neler yapılıyorsa ülkemizde de aynıları yapılmaktadır. Ben hem kenardan kıyısından tıp mesleğine yakın duran bir kişi hem de babamın uzun ve karmaşık tedavi süreci boyunca gördüklerime ,yaşadıklarıma dayanarak bunu rahatça söyleyebilirim.

Nasıl korunabilirize gelince; bize düşen her hastalıktan korunmakta gerekli olduğu gibi, genel hijyen kurallarına uymak, mümkün olduğunca sağlıklı ve doğal beslenmek,kirli ve doğal olmayan ortamlarda uzun süreli bulunmamak.
Bence işin ruhsal boyutu da çok önemli : stresten, kinden, öfkeden, yersiz ve gereksiz korkulardan uzak durup gülümsemeyi ve sevmeyi ihmal etmemek... Hayata mümkün olduğunca olumlu bakmak güçlü bir bağışıklık sistemi için çok gerekli çünkü.
Hastalık korkuları yaratarak onları hayatımıza çağırmamalıyız...
Herkese sağlıklı günler dilerim :))

gül- 24-07-2012 09:03

:) ;)

gül- 24-07-2012 13:09

sayın eser ilhan paylaşımlarınız için teşekkürler. bu paylaştıklarınız zaten daha önce paylaşılmış olup şuana kadar da net bir çözüm oluşturmamıştır diye düşünüyorum. şekerin sebep olduğunu söylediniz. bunu tıp adamlarıda söylemektedir. tabi ki şeker tek başına kanser yapmıyordur herhaldeki diğer koruyucu önlemleri eklemişsiniz. bundan 30-40 yıl önce şeker yenmiyormuydu acaba... aslında ben üretimlerimizin ve tüketimlerimizin kontrolsüzlüğünü daha çok vurgulamak istedim. evet şundan bundan koruyalım kendimizi ama, kendimizi koruduğumuz şeyleri biz üretmiyoruzki. başkalarının ve yurtdışından ithal edilen ürünlerden kendimizi nasıl koruyacağız acaba. bahsettiğiniz şeker bile yurtdışından mısır şurubu olarak gelmekteymiş. tahıl yine yurtdışından, et bile yurtdışından ithal edilir hale gelindi. işte bu ve benzeri sebepleri nasıl düzeltip de hastalıklara davetiye çıkarmadan besleneceğiz. kanseri tadavi edecek başarıyı keşke işi başından sağlam tutup hücrelerimizi de sağlıklı gıdalarla beslesek daha az maliyetli olmazmı acaba. kanserin türkiyenin kanayan yarası olduğunu düşünüyorum, çünkü gün geçtikçe hasta sayısı azalmıyor tam aksine artıyor bu durum kanayan bir yaradır diye düşünüyorum. sağlıklı ve doğal beslenme diyorsunuz bunun için ne tür önlemler alınmıştır şimdiye kadar. piyasadaki ürünlerin denetimsizliği aşikardır. doğal ve sağlıklı ürün bulmak zor olduğu için herkes kendi üretimini kendisi yapacak herhalde diye düşünüyorum. tabii imkanları olanlar… imkanları olmayanlarda sağlıksız gıda tüketmiş olacaklar. gıdadaki bu denetimsizlik pek çok hastalığa davetiye çıkardığı için sağlık kuruluşlarımızın hepsi yoğun ve insanlar kuyruklarda sağlık hizmeti almaya çalışıyorlar. niyetim karamsar bir tablo çizmek değil, aksine aydınlık bir tablo için neler yapılabiliri konuşuyor olabilmekti... sevgiler

Eser İlhan 24-07-2012 13:26

Sevgili gül, sorularınızı yanlış muhataba soruyordunuz. Bunların cevaplarını ben bilmiyorum, keşke bilebilsem. Globalleşme dedikleri işte bu olsa gerek.. Herşey alınıp satılıyor ; sağlık bile...
Ben ancak kendi konuma yakın sorularınıza elden geldiğince cevap bulabiliyorum ; ve evet belki çok şaşıracaksınız ama eskiden şeker yoktu... En azından masamızdaki kristalize, rafine beyaz şeker...
Şeker tadını bal ve meyvalar oluşturuyordu. Uzmanların söylediklerine göre bildiğimiz anlamda şeker 100-150 yıldır sofralarımızda ve kanımızda...
Kolesterol yüksekliğinin de , şeker hastalığının ve insulin direncinin de, kanserin de en önemli etmenlerinden biri rafine şekerdir. Bu konuda mesai harcayarak halkı aydınlatmaya çalışan çok değerli hekimlerimiz var. Onların yazılarını internetten bulup okursanız kafanızdaki birçok soruya yanıt bulabilirsiniz diye düşünüyorum :)

Türkan 24-07-2012 13:53

kaç gündür biz korkusuyla yasiyorduk.kuzenime kanser olma ihtimali soylenmisti.yani lösemi.daha 1 bucuk yasinda.korkusu bile yetti bizi kahr etmeye.bugun sonuclar aciklandi neyseki yokmus birsey.yani cok kotu degilmis.ilac kullanmak zorunda.simdi daha iyi anliyoruz aileler neler cekiyormus.allah hastalara yardimci olsun, ailelerinede sabir versin.tum hastalarin iyilesmesi dilegiyle

gül- 24-07-2012 14:44

sayın ilhan zaten direkt size soru sormadım ben. başta sadece fikir teatisinde bulunmuştum, sizde kısmen cevap vermeye çalıştınız. sizden direkt bir cevap beklemiyorum. cevaplaması gereken yetkilileri kısmen yazımda belirttmiştim. toplum olarak yaşadığımız bir sorunun duygu düşünce paylaşımıydı ve acaba ne tür çözümleri olabilirdi. sağlıklı günler diliyorum...

gül- 24-07-2012 15:30

geçmiş olsun sayın türkan.
kuzeninizin tez zamanda sağlığına kavuşması dileğiyle.
sevgiler...

denizakvaryumu 24-07-2012 15:31

Sn.gül-

Beslenme Bültenine hoş geldiniz.

linke ve linkin olduğu foruma bir göz atın derim.

gül- 25-07-2012 10:03

günaydın
sayın denizakvaryumu
paylaşımlarınız için teşekkürler. özellikle sayın dr. yavuz dizdarın endişelerini ve tesbitlerini okuyunca bir vatandaş olarak endişelenmemek mümkün değil...görüldüğü gibi tıp otoriteleri bile gıdadaki kontrolsüzlüğü, denetimsizliği gözler önüne seriyor. bende tükettiklerime dikkat ediyorum ve zaman zaman araştırmaya çalışıyorum. ama sanırım toplumsal bilinçlenme gerek diye düşünüyorum. dilerim bu site ve sizler aracılığıyla bu bilgiler daha çok kişiye ulaşır da yetkililerimiz önlem alıp, genel bir düzenleme yaparlar...
yüreğinize sağlık

pria 26-07-2012 09:44

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi denizakvaryumu (Mesaj 1001819)
Sn.gül-

Beslenme Bültenine hoş geldiniz.

linke ve linkin olduğu foruma bir göz atın derim.

Bilgilerimizi geliştirmek, yenilemek için çok güzel bir kaynak..

''Kutu süt çocuklarda morfin etkisi yapıyor'', ''Köy tavukçuluğu yok edilmemeli'',
''Hapı yutarsanız, hapı yutarsınız '', ''Hastalığa, yaşlanmaya, kronik yorgunluğa karşı en basit çözüm: Derin bir nefes '', ''Kan grupları ve beslenme ilişkisi'', ''
Şeker uyuşturucu gibi, öldürüyor '' başlıklarını okudum..

Çok isabetli, özgür, bilimsel tesbitler..

nevsune 26-07-2012 09:59

Bir süre önce kolayıma geldiği için kutu sütüne geçmiştim (oysa şişe sütünün en ateşli savunucularından biriyim). Evim markete biraz uzak olduğundan kutu kutu alıp saklamak, evde elinin altında bulundurmak iyi oluyordu:rolleyes: Hem de yağsız sütün şişede olanı yok.

Derken önce kefir mayam bozuldu, ardından yaptığım yoğurt ve peynirlerde garip bir renk değişikliği farketmeye başladım. Yoğurt yoğurda benzemiyordu, peynir peynire. Kahvemin içine kattığımdaysa asla süt tadı alamıyordum. Baktım olacak gibi değil, sağlığımı korumak istiyorsam anam babam sütümü almaya başladım yine.

UHT' deki kefir mayasını öldüren her neyse bizlere, hele hele çoluk çocuğa, bebelere neler yapıyordur kimbilir.

denizakvaryumu 09-08-2012 21:14

Havyar sever misiniz?
Ayıptır söylemesi, eskiden az da olsa yerdim. Bizim evin arkasında tutulurdu dünyanın en kıymetli havyarını sunan balık, morina (mersin balığı).Karadeniz’de yaşayan mersin balıkları yumurtlamak için Kızılırmak’dan içeri girmeye çalışırlarken, yakalanırdı.Dev balıklardı mübarekler. Ben diyeyim 100 kg., siz deyin 200...Vallahi avcı palavrası değil, 1.500 kiloluk morina var tarihte.

Kuyruğu bile Karadeniz illerini beslemeye yeterdi (bu biraz avcı işi oldu)Simsiyah, pırıl pırıl bir havyar çıkardı içinden. Güzelce işlenip, kutulanır, doğru yurt dışına giderdi.

Geçen gün bir marketin balık reyonunda gördüm. Bilenler bilir, havyar (siyah) kutusu tipiktir. Baktım, Rusça ve kril harflerinin takliti ingilizce chaviar yazıyor kapakda.
Bir de mersin balığı resmi. Altında da, “original product of Russia” yazmışlar.Karadenizde mersin balıklarını bitirdik şükürler olsun. Ruslar, Azeriler ve İranlılar uyanıklık yaptılar, Hazar Denizi’nde balığı yakalayıp ameliyatla yumurtasını alıp, balığı geri bıraktılar.

Biz Türk usulu çalıştık, balığı da, yumurtayı da yedik. (Hatta yumurtlama erginliğine gelmemiş balıkları da yedik).Kavanozdan gördüğüm kadarıyla siyah inci taneleri parlıyor, tıpkı havyar. Satıcıya sordum, “bu mersin balığı havyarı mı?”, “evet abi” dedi. “Neden ucuz?” “Rusya’dan geliyor abi, Hazar havyarı”.

Kavanozun altındaki etiketi de okumalı. Derin bilgiler var orada. İçindekiler: okyanus balık bulyonu (uskumru); tuz, zeytin yağı; pektin E211, sodyum benzoat E202, Potasyum Sorbat, Doğal renk E153.Muhteşem, değil mi?Sen uskumruyu al, parçala, minik toplar yap, siyaha boya, koruyucu kimyasallarla harmanla ve elaleme “doğala özdeş havyar” diye kakala.Satan adamın haberi yok.

Baktım markette zencefilli gazoz da var, ithal etmiş büyüklerimiz, sağolsunlar. İçinde zencefil var mı? Yok. Aroması da, rengi de yapay. Ama kendisi doğala özdeş.

Bizim bir çiçekçi var, serada karanfil ve gül yetiştiriyor. Satmadan önce üstlerine koku sıkıyor. Doğala özdeş gül!Zavallı bülbül!

Kayseri’nin en ünlü mantıcısına götürdüler, Kaşıkla diye bir yer. ‘Yer’ demek doğru değil, entegre tesis mübarek.Bir kapıdan 80 kilo giren, diğer kapıdan 100 kilo çıkıyor. “En iyi Kayseri mantısı burada” Aldım iki kutu, eve getirdim koydum dondurucuya. Bir ay sonra yemeğe kalktık, baktık mantı acılaşmış.

Niye ki? Et mi bozuldu?Etin bozulması mümkün değil, çünkü et yerine soya kıyması kullanıyorlar, içinde et olan mantı neredeyse kalmadı.Acılık içindeki azot gazından geliyor. Raf ömrü uzasın diye paketlenme aşamasında azotu basmışlar mantıya. Doğala özdeş!

Bir bilgi daha: O, mantının raf ömrü uzasın diye içine konan azot gazı zamanla gıda zehirlemesine yol açıyor.Bunların hepsi doğayla özdeş gazlar. Onlara “gıda gazı” diyorlar.

Azot gazı da, oksijen de istenmeyen durumlarda inert atmosfer oluşturarak gıdaların kısa sürede bozulmasını önlüyor.Mesela, taze etlere de oksijen gazı veriyorlar ki, hep taze, kıpkırmızı görünsün raflarda.Yasal bunlar, girin internete “gıda gazı” diye yazın, görün neler yediğinizi.

Markete üzüm gelmiş. Kırmızı, iri, dipdiri şeyler. Erik gibiler maşallah!Nereden geliyor bunlar?Şili'den. Şili mi?Evet! Kaç gündür buradalar?3-5 gün oldu. Düşünün, Şili'nin bir köyünde topluyorlar bunları. Uzun yolculuklar sonunda bizim kasabaya kadar geliyor.

Bir süre bizim manavda bekliyor. Alıyorsun eve getiriyorsun, evde de 3-5 gün daha, bana mısın demiyor.Hala kütür kütür. İyi ama, nasıl? Şahane şeyler var, adına ilaç diyorlar. Üzümlere verilen bu ilaçlardan birinin etiketindeki faydaları sayalım mesela:

Dane büyüklüğünü arttırır,Dane ağrılığını arttırır,Dane şeklini daha düzgün olarak değiştirir,Tam olgunlaşmadan daneye parlak sarı yeşil rengini verir,Dayanıklı ve dirençli kabuk sayesinde hasat ve hasat sonrası olabilecek yaralanmalar en aza iner, hastalıklara direnç katar,Kullanım dozu yükseldiğinde sofralık üzümlerde hasadı geciktirir.Raf ömrü uzar.

Nedir bu?Sitokinin.Büyüme hormonu. Bakın şu şansa ki, sitokinin insanda da aynı işe yarıyor. Sonra anneler şikayet ediyorlar “ee benim çocuk erken kıllanıyor!” Bu dünya böyle hanım abla, sen üzümü alırken kıllanmazsan, çocuğun kıllanır.

Adana’da çiftçilerle çalışıyoruz. Yaz güneşi altında soğutması olmayan tankerle süt topluyorlar mandıralara. Şöföre soruyorum “bozulmuyor mu bu sıcakta süt?

”“Abi, tankere iki bardak hidrojen peroksit döküyorum, akşama kadar bir şey olmuyor.”Hidrojen peroksit dediği şey kadınların saçlarının rengini açmak için kullandıkları bir kimyasal.Çok kötü değil, sadece canlıları öldürüyor. Süte koyunca bütün bakteriler ölüyor, geriye bozulacak bir şey de kalmıyor. Doğala özdeş süt!

Bu anlattıklarımın hepsi yasal. Temel problem şu ki: İnsan doğa ilişkisi değişti. İnsan yeni bir doğa kurgusu yaptı, kendini doğanın dışına aldı, doğayı alınır-satılır mal yaptı, sentetikleştirdi ve tüketime sundu.Hal böyle olunca, insan kendinin doğal bir varlık olduğunu unuttu. (beşer işte, unutacak elbet)

İnternetten pantalon, ayakkabı, peynir, arkadaş ve sevgili edinmeyi marifet bildi.Optik kabloların sunduğu hayatı da hayat bildi. insan artık buDoğala özdeş!

Direnmek lazım. Bakkalı, manavı, kasabı, süpermarkete karşı korumak lazım. Semt pazarlarını kullanmak, pazarcı esnafıyla dostluk kurmak lazım. Hijyen, reklam, ambalaj illizyonuna teslim olmamak lazım. Bir de, son moda “doğal ürün – yöresel ürün pazarı” adıyla işin cılkını çıkartanlara karşı uyanık olmak lazım.

Ama en önemlisi, ara sıra doğaya çıkıp, derin derin nefes almak lazım.
Dilerim ki, Tanrı toprak ana ile gök babanın evladı olduğumuzu hatırlatmak için çok acı çektirmez.

GIDA'YA YABANCILAŞMA | Facebook

pria 10-08-2012 00:22

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi denizakvaryumu (Mesaj 1007576)
Satıcıya sordum, “bu mersin balığı havyarı mı?”, “evet abi” dedi. “Neden ucuz?” “Rusya’dan geliyor abi, Hazar havyarı”.

Kavanozun altındaki etiketi de okumalı. Derin bilgiler var orada. İçindekiler: okyanus balık bulyonu (uskumru); tuz, zeytin yağı; pektin E211, sodyum benzoat E202, Potasyum Sorbat, Doğal renk E153.Muhteşem, değil mi?Sen uskumruyu al, parçala, minik toplar yap, siyaha boya, koruyucu kimyasallarla harmanla ve elaleme “doğala özdeş havyar” diye kakala.Satan adamın haberi yok.

Ülkemizde sadece sahte para kalpazanları değil, gıda kalpazanlarıda öylesine çok ki..

Kazandığımız paraların sahte olmasından çok ürkeriz ama, alınterimizin karşılığı kazandığımız paralarla satın aldığımız gıda maddelerinin sahte olup olmadığına pekte aldırış etmeyiz sayın denizakvaryumu..
Taklit, tağşiş gırla gidiyor gıda maddelerinde..

Özelliklede pahalı gıda maddelerinden büyük vurgunlar yapıyorlar..

Benim tanık olduklarım:

http://www.agaclar.net/forum/899073-post30.htm

Sahte çam fıstığına aldanmayın! - Posta

Bu sahte çam fıstıklarını sanıyorum muhtelif bitki unlarını presleyerek yapıyorlar..İki parmağınız arasında azıcık ovalayınca un gibi dağılıyorlar..

pria 11-08-2012 23:41

Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi pria (Mesaj 992763)
...Yapılan araştırmalar, kırmızı meyvelerden vişnenin üstün özelliklerini ortaya koyuyor. Vişnenin, sahip olduğu özellikleriyle sağlık açısından inanılmaz faydaları bulunuyor.

Prof. Dr. Erkan Topuz - Genetik Kansere Çilek Ve Vişnenin Faydaları - Showtv Izle - Video Vidivodo


Doğal, organik olarak en kolay bulunabilen vişne ve dağ kızılcığını mevsiminde bol bolkullanmak gerek..

tener 12-08-2012 11:05

Çok yararlı bir konu. Tüm paylaşımları okumaya çalıştım. Görsel basından da yeterince takip ediyoruz , ancak bilgilerin hepsi bir bütün olarak önümüzde bulununca daha iyi olmuş. Kanserde etkili olan sadece beslenme değil, çevremizde bulunan kullanmamız gereken tüm ürünler riskli. Bundan bir elli yıl öncesinde insanlar neden daha sağlıklı böylelikle anlaşılmış durumda. Yaşam Sevgisinin yazdıklarına katılıyorum. Ruh ve beden sağlığımızı ihmal etmeden dengeli ve doğru beslenmek gerekiyor .

pria 12-08-2012 11:35

Çok ilginç..
 
Alıntı:

Orijinal Mesaj Sahibi tener (Mesaj 1008292)
.. Ruh ve beden sağlığımızı ihmal etmeden.. .

Dürüst olanlar daha sağlıklı...

Yalan söylemek fiziksel anlamda insana zarar veriyor.
....
Bilim adamları, yalan söylemenin strese neden olduğunu, bunun da sadece insan psikolojisine değil, vücuduna da zarar verdiğini belirtti.

Dürüst olanlar daha sağlıklı - Gerçek Gündem

----------------------------------------

....Huzur bazen az parayla çok şeyler almak...bazen de gevrek bir simidi tam dört kişi paylaşmak ve kimi zaman aç gezmekti...

Huzur bazen gösterişten uzak, çok sakin bir hayat yaşamak ve kimsenin tanımadığı sıradan bir adam olmaktı...

...Yalan söyleyerek basamakları çıkmak, yorulduğunda ise birilerinin sırtına binerek dinlenmek, yalnızca zamanı kurtarmak ve alabildiğine uzaklaşmaktı huzurun sıcak gülümsemesinden...

Huzur bazen kaybedeceğini bile bile dürüst kalmak ve dimdik ayakta olmaktı...

http://www.siirkolik.com/denemeler/1...ru-ararken.asp


Forum saati Türkiye saatine göredir. GMT +2. Şu an saat: 00:24.
(Türkiye için GMT +2 seçilmelidir.)

Forum vBulletin Version 3.8.5 Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0
agaclar.net © 2004 - 2025