![]() |
Doğal olmayan her şeye hayır.
Kendimizin ve çocuklarımızın sağlığı için doğal olmayan, hormon v.b ile takviye edilerek yetiştirilen sebze ve yiyeceklerden uzak duralım. Her meyve ve sebzeyi mevsiminde tüketmeye çalışalım.
Duyarlı olup çevremizi bu konuda uyaralım. Lösevin çok güzel bir duyurusu var. Sizinle paylaşmak istedim. Linke tıklamanız yeterli. http://www.losev.org.tr/duyurular/uyari.htm |
Alıntı:
|
1 Eklenti(ler)
LÖSEV UYARIYOR SEVGİLİ ANNELER VE ANNE ADAYLARI; SAYGIDEĞER 65 YAŞ ÜZERİNDEKİ GENÇLER VE DEĞERLİ ÇOCUKLAR Lütfen 10 Kasım 2006 ile 1 Nisan 2007 tarihleri arasında salatalık, domates, patlıcan, biber, şeftali, karpuz, erik, muz gibi yaz SEBZE ve MEYVELERİNİ yemeyiniz. Çünkü bu tarihler arasında satın alacağınız bu gıdaların hiçbiri doğal ortamlarda, tarlalarda, güneş ışığında ve doğal gübrelerle yetiştirilmiyorlar. Ya nasıl yetiştiriliyorlar? -Naylon örtü ve benzeri kaplamaların altındaki seralarda -Sıcak ortam sağlamak için yakılan sobalarla -Büyümesi için aşırı miktarda kullanılan hormonlarla -Böceklerden korunmak için aşırı miktarda kullanılan tarım ilaçlarıyla yetiştiriliyorlar. Çabuk bozulmasın, raftaki ömrü uzun olsun diye de erkenden toplanıp sandıklanıyor ve size sunuluyor. Vitamin ve mineralleri de eksilebiliyor. Tüm bu doğal olmayan koşullarda yetişen sebze ve meyveler kanser riskini %70 artırmaktadır. İşin en acı tarafı hamile bir anne doğal olmayan, sera ürünü bu meyve ve sebzeleri mevsiminde yemediği zaman aldığı bu hormonlar ve tarım ilaçları doğrudan anne karnındaki bebeğine de geçmektedir. Yine emziren annelerden, anne sütü ile bu tarım ilaçlarının bebeğine geçtiği bir çok bilimsel araştırmalarda gösterilmiştir. Hem kansorejen hem de pahalı olan bu meyve ve sebzeler yerine kışın yetişen ve vitamin, minerallerden zengin olan ıspanak, pırasa, karnabahar, yerelması, elma, portakal, mandalina gibi kış sebze ve meyveleri tercih ediniz. Bu şekilde hem sağlıklı olursunuz hem de kanserden korunursunuz. Biz ciddi, güvenilir bir sivil toplum örgütü olarak sizleri kanserden korumak istiyoruz. Tek amacımız budur. LÖSEV ISPANAK |
Alıntı:
Mavi renkle belirttiğim maddeler bir sakınca değil, kırmızı olanlar ise, belirtilen tarihler dışındaki ürünler için de bir sakınca... Doğru bilgilendirilme yapılmadığı zaman, inandırıcılığı azalıyor diye düşünüyorum. |
Haklısın, o ilk iki madde benim de dikkatimi çekti.
İnternet sayfalarına baktım, Lösev bu konuda bazı çalışmalar yapmış. Bir bildikleri vardır diye düşünüp ekledim. Eğer yanlış ya da inandırıcı olmayan bilgiler varsa üzerinde konuşalım... |
Aslında bilgi yanlış değil ama ifadede sorun var. Aristo mantığı kullanılmış gibi :)
|
Ben yazıyı özellikle eklememiştim.
Çünkü bu ve buna benzer o kadar çok mail geliyor ki doğru ile yanlışı ayırmak gerekiyor. Bu yüzden önce LÖSEV in sitesini ziyaret ettim. Konu ile ilgili çalışmalara baktım, sonrada linki ekledim. Herkes gidip ziyaret etsin, diğer çalışmaları da görsün diye. Yine de işaret ettiğiniz gibi bazı soru işeretli kısımlar var. Sevgili malina bu kısımları mercek altına almış bile. Bunun en güzel konuşma yeri herhalde burası. Çünkü çok şükür her meslekten üyeye sahibiz:) Gıda mühendisleri, ziraat mühendisleri vb arkadaşların da yorum ve katkıları ile herhalde daha da netleşecektir. Eğer yanlışlık varsa, gerekirse Löseve de deneyim ve bilgilerimizi aktarabiliriz. Veya alternatif tüketim yöntemleri eklenebilir. |
Sitede dolaşırken balkonda sebze yetiştirme metodları vb gibi konulara rastladım.
Bunlarda alternatif çözüm olabilir belki. Kendi sebzeni kendin yetiştir. Dalından bunlar taze taze. Görün o zaman üretici nasıl bilinçli oluyor. Malı elinde kalıyor:) Tabi bu bir latife. |
Alıntı:
Aynı riskler yazın tarlada yetiştirilen sebzeler içinde geçerli. Yazın yediğimiz domateslerde hibrit tohum kullanıldığı için çoğu zaman tadından ve aromasından yoksun. Yazın tarlada yetişmesi demek üstünde pestisit kalıntısı yok demek değil, doğal gübrelerle yetişiyor demek değil, ilaç atılmıyor demek değil. Aynı riskler süt ve et ürünleri içinde geçerli. İneğiniz hastalanır, antibiyotiği basarsınız. Eğer ilacın üzerinde 21 gün sütü tüketilmemelidir yazıyorsa hiç bir üretici o sütü 21 gün dökmez. Dökemez. Aynı şekilde satmaya devam eder. |
Size sütçülükle ilgili basit bir bilgi vereyim. Lodos havalarda açık süt almayın. **** Lodos havalarda kendi hayvanlarınızdan süt elde ediyorsanız o sütü hemen kestirip lor olarak kullanın.
Lodos havada hayvanın memesinden süt kesik çıkar. Sütçülerde o süte damarı kırık süt derler.Süt toplayıcıları o sütü ayırırlar ve içine ÇAMAŞIR SODASI koyarak çevirirler. Bakınca normal süt olarak görülür.Toplayıcılar onu farklı şekilde kaynatıp soğutup piyasaya sürerler **** ana toplama merkezlerinde farklı şekillerde kullanılır. |
Alıntı:
Siz mesleki tecrübeniz gereği daha iyi biliyorsunuzdur. Bu yüzden de benim kafam karıştı. Bu konuyla ilgili sadece okuduğum kadarını biliyorum. Ben hibrit (melez) tohumu, özel olarak seçilmiş ana ve babaların melezlenmesi sonucunda elde edilen, ana ve babadan üstün, standart, doğa ile barışık bir ürün olarak biliyordum. Hibrit çeşitlerin verim ve kalite yönünden her ikisinden de üstün olduğunu, genetik bir mekanizma olan melez azmanlığı sayesinde yüksek verim ve kaliteye ulaşıldığını duymuştum. Yanlız ekilen üründen elde edilen tohumlar ekildiğnde aynı verim alınamıyor diye biliyorum. Hatta Tarım ve Köyişleri Bakanlığı hibrit tohum üretiminde ülke içi üretimin artırılması için 2004 yılında Türkiye F1 Hibrit Sebze Çeşitlerini ve Tohumu Geliştirme Projesi’ni hayata geçirdiklerini okumuştum. Eğer bu şekilde üretilen sebze meyvelerdede lezzet ve tat yoksa vede genetikleriyle oynandığı için zararlıysa bu çalışmalar niye yapılıyor. Yoksa burdada birilerinin çıkarları mı gözetiliyor. |
Üretici tarlasından, serasından alacağı ürünün miktarını ve pazarlanabilirliğini düşünür. Lezzet çok daha sonra gelir. Hibrit sebze tohumları zaten verim ve dayanıklılık yönünden geliştirilmiştir.
Bazen duyuyorum, küp şeklinde karpuz üretilmiş, çekirdeksiz karpuz üretilmiş diye. Ama hiç çok tatlı bir karpuz üretilmiş diye duymuyorum. Bizim eski beyaz Tekirdağ karpuzu yok oldu gitti. Diyarbekir karpuzunu üreten kaldı mı bilmiyorum. Karpuz aldığım zaman sesi tamam, rengi tamam hatta bıçağı vurunca kütürdeyerek yarılması tamam ama lezzet yok. Genetiği değiştirilmiş organizmaların insan sağlığına zararı var mı yok mu bilemiyorum. Bildiğim GDO'ların bir ticari meta olduğu ve genetik araştırmalarının çok yüksek maliyetler gerektirdiği. Malumunuz ki çok para harcayıp az para kazanmak doğru bir ticaret stratejisi değil. GDO'ların ve hibrit tohumların uzun vadede ülke ekonomisine çok büyük zararlar getireceğine inanıyorum. Eğer ektiğiniz mısır tohum olarak kısırsa veya düşük verimliyse ve seneye tekrar tohumluk mısır almak zorundaysak, bundan 10 sene sonra mısır yiyemediğimiz zaman çok şaşırmamalı. Unutmayalım ki ilk kullanımda eroin her zaman bedava sunulur insana. Kim kimin çıkarını gözetiyor bilemiyorum ama kör kör parmağım gözünde. Konudan biraz koptum galiba:) |
Hayır kopmadın doğrusun bence Todor.Sevgili Şükran birilerinin çıkarları gözetilmezse neden yapılsın? Mısır konusunda geçen yıl ülke çalkalandı kanakıtan ve ailesinin yaptıkları konusunda. Kim etkilendi 1_Üretici 2-Tavukçuluk sektörü 3-Yağ ve endüstrisi sektörü 4-Sıradan vatandaş
Ben böyle düşünüyorum. Hatırlarmısınız bir tarihte TMO nun bütün siloları Yeşil Mercimek dolu idi ve tüketilebilmesi için Prof.Ayşe hanımın Mercimekli Yemekler le ilgili birçok reklkamı vardı. Eee şimdi ne oldu ortada Yeşil Mercimek üreten az insan kaldı ve piyasada menşei bile bilinmeyen tonlarca Mercimek varithal Aynı şekilde Pirinç te öyle,Ayçiçeğide öyle ,bakliyatların çoğunluğu öyle,Buğday tam bir gayya kuyusu. Ülkemizin geleneksel tohumları onyüzbin yıldır üretilen bitkileri ve tohumları ne oldu? Çok zoruma gidiyor çok. |
O beyaz saçlı haçlı hanımın et yemeyin mercimek yiyin demesi hala gözümün önünde.
|
Alıntı:
|
Sevgili Mine hanım uyarınız için teşekkürler.
Bazı makalelerde hibrit tohumla GDO teknolojisi ile üretilen ürünler biribirine geçmiş. Farkı anlamak zor oluyor. Bizler konuya sizler kadar yakın olmadığımız içinde (meslek gereği) yanlış algılamalar oluyor. Benim anlamadığım nokta, Markete gidiyorum. Tezgahın üzerinde hepsi aynı boyda, aynı renkte, bizim meslekte buna tornadan çıkmış gibi derler sebze ve meyveler. Görünüşleri çok güzel. Ama yediğin meyvenin ne tadı ne kokusu var. Şimdi bunlar hibrit tohum ile üretilmiş ise hani daha üstün nitelikli idi. Amaç sadece üretim miktarınımı yükseltmek mi? Gerçi Sevgili Todor bunu üretici açısından açıkladı. Ama uzun vadede bu yeterli olacak mı? Bir müddet sonra tüketici bu ürünleri kullanmayı bırakırsa ne olacak. Birde bu GDO'lu ürünlerin tüketici tarafındanda bilinmesi açısından bir şekilde tanımlanması gerekmiyor mu. Bunun bir tüketici hakkı olduğunu düşünüyorum. |
Acı gerçek, gerçek örnek
Annem ve babam yazları Anamur'a bağlı Bozyazı Beldesi'nin Tekmen Köyü'nde geçirirler.
Şehirlerarası anayoldan 2,5 km denize doğru içeride, kıyıda, bakir bir yerdir; ya da ''yer idi'' desem daha doğru olabilri aslında. Civarda tarım yapılır, hem sera hem de tarla. Mevsiminde herşeyin en tazesi en lezzetlisi yenir orada. Annem de benim gibi meraklı ya; birgün tanıdık olduğu köylülerden birinin serasına gidiyor, her taraf kırmızı kırmızı domateslerle dolu; yalnız seranın en köşesinde küçük bir bölüm ayrılmış, oradakiler henüz kzarmaya yüz tutmuşlar... Annem soruyor; "o köşede ayrı olanlar ne öyle?" diye; köylü cevaplıyor;"Seradakiler satış için, köşedeki küçük kısım kendi yememiz için. Köşedekilere ilaç vurmuyoruz" diyor. Annem "pes" duygusu içinde şaşkın. Yaşanmış ve ilk ağızdan nakledilmiş bir örnektir. Saygılar Levent |
Şükran bu konuda http://www.agaclar.net/forum/showthread.php?t=1851 başlığını mutlaka okuyunuz. Orada GDO lu ürün nedir, nelerde GDO var bunlar hep yazılı, hatta devletten bunu nasıl sorgulayacağımız bile anlatılıyor ancak nedense bu hayati konu üyelerimizin (sizi tenzih ederim) ilgisini hiç çekmedi.
Bir de mevsiminde üretilmiş sebze meyveyi yemek çok önemli.Ya da mevsimsiz yiyorsak hani bunun iyi tarım uygulaması belgesi, hani bunun organik belgesi,hani bunun arı kullanılmış etiketi diyebiliyor muyuz.Talep üretimi de şekillendirir. Toplum olarak eğer bu talebi yaratmasak üretimi de sınırlarız. Meyvelerin tornadan çıkmış gibi olması o çeşidin özelliğindendir. Islah çalışmaları ile hastalıklara daha dayanıklı (böylece az ilaç kullanımı söz konusu), nakliyeye ve temasa daha dayanıklı ( malum pazarda az ezik olsa satın almayız. Bir de üstüne üstlük mıncıklar yoklar, sebze meyve cildini bozarız), daha güzel renk yapan, daha fazla verimli vs. özellikler öne çıkar. Böyle özelliklere sahip bireyler birbirleriyle döllenir ve istenilen özellikte ürün elde edilene kadar çalışma sürer. yani üstün nitelik sadece koku ve lezzet demek değildir. Sadece koku ve lezzetin hakim olduğu ürünleri üretmek de çok pahalı bunların bedelini de toplum olarak ödemiyoruz. Kaçımız evine giren tüm sebze meyveyi, unu,tahılı, baklagili tamamen organik olanlardan alabilir? Şimdi hangi özelliğin pazar tarafından talep edildiğine bakılır. Her tarafı birden mükemmel ürün henüz eşlenemedi. Herkesin aklında o eski minicik kokulu çilekler, ama hastalıklara dayanımı yok, yola dayanımı yok, çiftçi bunu üretirse ekonomik değil, adam da üretmiyor, zaten pazarda sebze meyve öyle çok iyi fiyata da satılmıyor. Çiftçi ne yapsın, Lerdemir'in ailesinin şahit olduğu gibi bütün serayı ilaçlamasa alacağı ürün sağlıklı ama çok az olacak. Bu da fiyatının yüksek olması demek. O zaman da ürününü satamayacak. "Ben buna ilaç atmadım, bu yüzden az ürünüm var.Gübre de vermedim, bundan dolayı verim de düşük. Ürünüm az ama temiz, masrafımı karımı koydum bu para kilosu" dese kaç kişi alacak? Ama adam elbette bir köşede çürüklü çarıklı, bötlü böcekli olmasına göz yumduğu ürün de yetiştiriyor, bunu da ayıklayıp ailesine götürüyor. Kısaca biz toplum olarak çok bilinçli, akıllı olmalıyız. Ama özenli de olmalıyız. Bakın buradan ben geçen sene bir eğitim duyurusu yaptım, Köy tohumu toplama ve muhafazası ile ilgili. Kimse ilgilenmedi. İki gün üniversitede hocalar bozulmamış , değişmemiş, hatta melezlenmemiş tohumları nasıl toplarız, nasıl kullanırız ne yaparız diye uygulamalı eğitim verdi. Bu GDO' ya Hayır Platformu, ZMO, ve E.Ü.Ziraat Fakültesi Tohumculuk Teknolojisi nin ortak çalışmasıydı. Eğitime toplumun herkesiminden kişiler katıldı, çiftçiler, mühendisler, çevreciler ... Bu eğitime katılamadığım için hep çok üzülürüm. (Ancak o sırada başka bir eğitim alıyordum. )Tekrarı olursa yine duyuracağım. |
Sevgili Mine Şükrana anlattığın konunun sonlarına doğru gerçek tohumlarımızla ilgili söylemlerin var. Şimdi işte benim hırsım isteğim düşüncelerim burada başlıyor.Ne olur bu konuyu kendi aramızda bile olsa başlatalım ciddi anlam da ve bilimsel anlamda sen önayak ol.
|
İnternette neler var bakayım dedim:
Türkiye Tohumculuk Endüstrisi Derneği'ni buldum... 77 üyesi var. Bu rakam az değil mi? Haberlere baktım. Sanki okunmasın diye yazmışlar :) Kimsenin paragraf yapmaktan haberi yok gibi :) Alıntı:
|
Dün yine marketteydim. Sebze meyve alacaktım.
Forumlardaki GDO'lu ürünlere ait makale ve yazıları okuduktan sonra daha bir seçiçi olmaya başladım. Birde insanın küçük çocuğu varsa dahada dikkatli olması gerekiyor. Domates alacaktım. Önceleri sadece rengine şekline bakardım. Hatta şöyle bir de koklardım. Fiyatı da biraz pahalıysa hıı bu hormonsuz diye düşünürdüm ve alırdım. Şimdi sorgulamam gereken başka şeylerin de olduğunu farkettim. Üretici firmayı soruyorum. Tarım bakanlığından alınan sertifikalarının kopyasını görmek istiyorum. İnternetten firmanın sitesine girip üretim tekniklerine bakıyorum. Bazı satıcılar buna sinirleniyor. Özellikle daha küçük boyutlu marketler. Ama bunun benim en doğal hakkım olduğunu kendilerine hatırlatıyorum. Hormonlu yiyecek deyince akılıma sadece domates gelirdi. Oysa bunun diğer sebze ve meyveler içinde geçerli olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum. Her meyve ve sebzeyi mevsiminde tüketmeye gayret ediyorum. Çevremide bu konuda bilinçlendirmeye çalışıyorum. Markete gittiğim zaman alışveriş sırasın da içimden geçen bu duygu ve düşünceleri sizinle paylaşmak istedim. |
Son bir kaç yıldır topraksız kültürde ve arılı sistemle üretim (bombus arıları) yapılıyor. Topraksız kültür de ise bitkiler özel solüsyonlarla sıvı gübrelerle besleniyor ve kışın üretilmesine rağmen hastalıklar dolayısıylada ilaç kullanımı olmuyor. Hatta ve hatta sevgili ŞÜKRAN'ın da dediği gibi sebzeyi üreten firmanın sitesinden üretim ortamını ve seraları denetleyebiliyorsunuz. Üretim ortamları son yıllarda ısı problemlerinden dolayı termal ısı kaynaklarının olduğu illerde gerçekleşiyor ve bu tarz seralar da hızla artıyor. Ancak bu durumda fiyat yüksek oluyor tabi. Bu üretim tarzı hormonsuz sebze taleplerinin alternatifi olarak hızla gelişiyor ama yine de sıvı gübre ile üretildiğinden ne kadar sağlıklıdır her zaman söylenecek söz olacağından tartışmaya açık bir konu ki ben bu tartışmaya hiç girmeyeceğim. Yine de her zaman yaptığım tavsiyeyeyi yapacağım yazın kış sebzesi, kışında yaz sebzesi tercih etmeyin.
|
dosyanin basligini sevdim! Klimanjaroya katiliyorum mevsiminde olmayan mevya sebzeyi yemek hormonsuz olsa bile pek tercih edilmemeli.cunki yaz urunleri vucudu yaza gore kis urunleri vucudu kisa gore hazirliyor. Mevsimi olmayan meyva sebze için geleneksel yapilan kurutma,recel,tursu,salça gibi urunler tercih edilmeli.
Bitkiler ve tarim ile ilgilenmeye basladigim zaman %100 organik olan insanlara biraz tuaf gozle bakiyordum ama bu konularda bilgim arttigi zaman bende o insanlardan biri oluverdim.Kimyasala ve zehirlere hiç gerek yok aslinda.Birde Turkiyede en zehirli tarim ilaçlarina "ilaç"denilmesi dogru degil bence .ilaç yerine hangi kelimeyi kullanabiliriz? Çiftcileri sirtinda kimbilir hangi zehirlele dolu kaplarda hiç bir koruma kullanmadan "ilaç sIkarken" gormek beni uzuyor çiplak elini daldirip bu zehirleri karistiran bile var.ikaz ettigindede bir sey olamaz diyorlar! |
Sevgili Mehmet bey,
Anlattıklarınızda o kadar haklısınız ki? Hatırlıyorum da çocukluğumuzda mevsimi olmayan sebze ve meyveleri nasıl da özlerdik. Kışın kış, yazın da yaz sebze ve meyvesi yerdik. İlk çıktığında pahalı olurdu, almak için biraz ucuzlamasını bekledik. Herşey daha farklı ve güzeldi. Sabah sabah biraz nostalji yapayım dedim:) |
Konuya yazılan bütün görüşleri okudum.
Şuur böyle uyanıyor. Ben çok basit ve kısa bir görüşümü sunayım. Her şeyi yaratan Allah, vücudumuz için ne, ne zaman lazımsa, onu da o zaman yaratıyor. Bu, bitkiyse eğer, onun yetişme şartlarını, bizim ihtiyacımıza göre düzenlemiş. Kışın portakal, yazın sıcağında karpuz, ve benzer örnekler. Biz bunu zorladığımız zaman , işte bir süre sonra ortaya bunlar çıkıyor. Aramızda var mıdır bilmiyorum ama bazıları da bu tarz düşünceye gericilik diyor.:p Çocukluğumda Küçüksu'da bostan vardı, orada her türlü sebze, tam anlamıyla doğal olarak yetiştirilirdi. Rahmetli babam, daha önceleri, Anadoluhisarı çevresinden her gün 5-6 motor, hale sebze taşırdı, demişti. Şimdi o bostanlarda binalar var(Biri hariç, orada da fidanlık var). Bu binalarda oturan insanlar için mecburen Adana'dan veya filan yerden sebze meyve getiriliyor. Bu durumda da Sn Pakkaner'in belirttiği, pazara ulaşım, dayanıklılık vs konuları gündeme geliyor. Oysa daha önce böyle bir sıkıntı yoktu. Ben çocukken, Küçüksu'daki bostandan (tadını unutamadığım ve artık bulamadığım) domates, hıyar, patlıcan vs alır, Hisar'da kalenin dibinde satardım. Bir yandan da hıyarları yerdim.:dilli: İşte böyle böyle bir şeyler. Şartlar değiştikçe ihtiyaçlar da değişiyor. Önceleri sun'i gübreleri hararetle tavsiye edenler, şimdi fazla kullanımı, toprağı verimsizleştiriyor, diyorlar. (Bu bilgim yanlışsa, ustalar düzeltsin lutfen) İşin özü, her şeyi mevsiminde yemektir. Selam ve sevgiler. |
Günaydın :) İstanbulda her semtin sebze kendine yetecek kadar sebzesi vardı zaten .Bir de sebzeleri meşhur olan semtler ,köyler vardı. Alibeyköyün süt mısırı,Yedikulenin marulu, Langa nın hıyar ı, v.s.
|
kaynak:http://www.tar-gel.com/modules.php?n...article&sid=39
Bu yazıyı okudum tüylerim diken diken oldu .. Neler oluyor bize :( "Türkiye’de 11 bin bitki türü var. Bunların 3 bin 700’ü sadece ülkemizde yetişiyor. GDO ekimleri, bu türlerin yok olmasını beraberinde getirecek." " Antalya’da 11 cm olarak kamyona yüklenen salatalık, Ankara’ya gelene kadar 13 santim oluyor." :mad: :mad: :( |
Dün televizyonda bir habere rast geldim. Haberin konusu kısaca, havalar sıcak gittiği için soğan ve patatesin verdiği fire sebebiyle fiyatlarının 2 kat artması idi.
Pazarda yapılan bir söyleşi sırasında satıcının önündeki domatesler için kullandığı cümleleri aynen aktarıyorum. - Abla, bunlar yarı açık seradan geliyor, cam sera değil, naylon sera. Doğal sayılır yani. Naylon sera olunca doğal oluyor, cam serada doğal olmuyor. İnsanlar bu masallarla uyutuluyor. |
Organik Tarım konusu bugün ortaya çıkan bir konu değil, 1950 yılında ABD tarafından ortaya atılan bir tarım yöntemidir. Ancak Organik Tarım deyince aklımıza kimyasalsız, pestisitsiz, tamamen doğal ürünler gelmemelidir. Zira bu tarım yönteminde bakırlı bileşikler ve kükürt kullanımı yasaklanmamıştır. Bakırlı bileşikler ve kükürt de pestisitlerin ilham kaynağıdır.
Bir üretici olarak tarlaya vurduğunuz her çapa, doğal dengeyi bozan faktörlerden birisidir. Bir tarlanın sürülmesiyle başlarsak orada doğal olarak yetişen bitkileri yok edip, yerine insanlar tarafından pekçok ıslah yöntemi ile değiştirilmiş, yabanı formuna hiçte benzemeyen bitkiler koyulması en başta doğal dengenin bozulmasıdır. Zaten zincirin birinci halkası kopunca diğerleri de sırayla gelmektedir. Doğal ortamda yaşayan canlılar arasındaki denge, bizim monokültür tarım anlayışımız ile zararlılar lehine kaymaktadır; hazır ve bol besin kaynağını bir tarlada bulan zararlı organizmalar doğal ortamda rekabete girmektense tarım yapılan alanları tercih etmektedirler. Tabi zararlı nüfusunu azaltalım, yararlı organizmalar bırakalım ortama diyenler de başarıyı malesef yakalayamamaktadır. Zira doğal ortamda muhteşem çalışan denge bir türlü tarlada çalışmamaktadır. İki yol ayrımı görünüyor; Ya doğal ortamımıza döneceğiz, yani dağlarda yaşayacağız, mevsiminde sebze meyve yiyeceğiz, mevsiminde süt içeceğiz; gerçi hayvanları evcilleştirmesek, ahırlara sokmasak sadece yavru verdikleri zaman süt içebilecektik, **** kuşlar sadece belli mevsimlerde yumurta yaptıkları için senenin belirli aylarında yumurta yiyecektik, doğal ortamlarında böyle oluyor çünkü... **** İyi Tarım tekniklerini kullanacağız. Bazı kuruluşlar (yukarıda adı geçiyor, ben doğrudan hedef göstermek istemiyorum) çevreci sloganlarla insanları yanlış bilgilendiriyorlar. Organik Tarımı %100 doğal olarak gösteriyorlar, diğer bütün üretim yöntemlerini de bilgisizce reddediyorlar. Organik tarım çok iyi bir üretim yöntemidir, ancak geleneksel tarıma henüz alternatif olamamıştır. Bugün herkes doğal ürün yemek istiyoruz diye sokağa dökülse, üreticiler buna zorlansa, yasalar çıksa, yarın bir bakmışsınız domatesin kilosu 1-2 YTL iken 5-10 YTL olmuş. İki kilo domatesle eve giderken yarın 250 gr alıp gideriz. Tabi kalite konusunda da çok şey değişiyor. Elmayı bir ısırıyorsunuz içinden yarım kurt çıkıyor, diğer yarısı malum. O yüzden organik tarım tam olarak yerleşinceye kadar geleneksel tarımı iyi tarım teknikleri ile donatılıp, insanlara ve doğaya en az zarar verecek şekilde yapılması gerekiyor. Bunu yapması gereken bazı çevreci geçinen kuruluşların, tarım konusundaki kıt bilgileri ile insanları yanlış yönlendirdiklerine inanıyorum. Organik ürün dışında bişey yemeyin, herşeyi mevsiminde yeyin, şu aylarda hıyar yemeyin, örtü altı ürün yemeyin, hıyar Antalya'da 10 cm imiş Ankara'ya gelmiş 12 cm olmuş.. vb. Organik ürün dışında bişey yemezsek dünyanın nüfusu 6 milyardan 3 milyara düşer o yüzden gerçekçi olmak gerekiyor, dolduruşa gelmemek gerekiyor. Ancak organik tarım yöntemi gelişirken geleneksel tarıma da gereken özen gösterilmeli, iyi tarım teknikleri gündeme gelmeli; İyi Tarım teknikleri; * Her türlü hastalık, zararlı, kuraklık ve soğuk stresi, gün uzunluğu vb gibi pekçok faktöre karşı ıslah materyali kullanmak, ıslah edilmiş tohumlar kullanmak (F1 melezler) * Hastalık ve zararlılardan arındırılmış sertifikalı tohum kullanmak * Damlama sulama kullanmak * En uygun dozda gübreyi damlama ile vermek * Ürün münavebesi yapmak * Pestisitleri mümkün olduğu kadar az kullanmak, kullanırken uygun pestisiti, zamanında ve uygun dozda kullanmak, kullanım ile hasat arasındaki geçmesi gereken süreye riayet etmek * Tarımda mücadelenin amacı zararlı organizmayı tamamen yok etmek değildir; sadece ekonomik anlamda zarar vermesini engellemektir. O yüzden ilaçlama yapılacaksa Ekonomik Zarar Eşiği'ni mutlaka göz önünde bulundurmak * Özellikle insektisit olarak böcek büyüme düzenleyicileri tercih etmek * Yapışkan tuzaklar, feromon tuzakları kullanmak, vb kullanmak * Araziyi eğime paralel değil, eğime dik yönde sürmek; mümkün olduğu kadar az sürüm yapmak * Bitki büyüme düzenleyicileri mutlaka dozunda kullanmak; veya bunun yerine tozlayıcı arı kolonisi kullanmak * Hasat sonrası mutlaka pestisit analizi yapmak Bu iyi tarım tekniklerinin geleneksel tarım içine eklenmesi ile organik tarım sistemi yerleşinceye kadar sağlıklı beslenmek mümkün olacaktır. Aksi takdirde, sadece organik ürün kullanın, her ürünü mevsiminde tüketin, vb sloganlar insanları yanlış yönlendirecektir. |
Alıntı:
Kyusei Nature Farming (Uzakdoğu'daki Doğal Çiftçilik Felsefesi) hiçbir kimyasal madde kullanmadan binlerce yıldır doğal tarım yapmaktadır. Pestisitleri ve kimyasal maddeleri kullanmayı ilk çıktığından beri reddetmişlerdir. EM keşfedilir keşfedilmez de EM'yi bağrına basmıştır. EM bulunmadan önce en büyük sorunları verimin düşük olmasıydı. Şimdi ise, hem kaliteli hem de bol ürünler elde ediyorlar. Herhangi bir arama motoruna "Kyusei Nature Farming" yazarak, bu konuda bilgi alabilirsiniz. Yararlı Mikroorganizmalar tarla da da çalışmaktadır! Kurtlu elmaya gelince, kanser olmaktansa, elmamdan yarım kurt çıkmasını tercih ederim. Bir de iyi tarım uygulamaları diye bahsettiğiniz maddelerin içinde SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK'den bahsetmemenize çok şaşırdım. Tüm insan etkinliklerinin en önemli özelliğinin sürdürülebilir olması gerekmez mi? |
Alıntı:
Bitkiyi koruyan doğayı ve insanı korur, buna kuşkunuz olmasın. Sürdürülebilir kelimesini atlamış olabilirim ama sürdürülebilirlik hayat felsefemdir. Bir bitki patoloğu olarak bitkiyi korumanın insanı ve doğayı korumak olduğunu iyi biliyorum. Hiçbir zaman çevre bilincini kaybetmedim. Ama tarımdan zerre kadar anlamayan pekçok kişi ve kurumun tarım sorunları hakkında ahkam kesmesine dayanamıyorum. O yüzden yanlışların altını çizmeye gayret ediyorum. Çevre bilincini hiçbir zaman yitirmeyeceğime emin olabilirsiniz... Doğru tarım ilacı, doğru dozda ve doğru zamanda kullanılırsa kesinlikle kanser olmazsınız, merak etmeyin. Bitki büyüme düzenleyiciler (halk arasında hormon) de dahil hiçbir tarım ilacı doğru şekilde kullanılırsa insan sağlığına zararı yoktur. Çevre konusuna gelince, tarım ilaçlarının çevre üzerinde çok büyük zararları vardır bunu ben dahil hiç kimse inkar edemez. Ancak zararı hiç olmayan **** çok az olan pestisitler de mevcuttur. Biyo-insektisitler de, böcek büyüme düzenleyiciler de tarım ilacıdır unutmayalım. Bir adet vektör böcekle bahçede yayılan bir virüs hastalığının, kocaman bir turunçgil bahçesini nasıl birkaç yılda yok edebileceğini, zararlı mücadelesi ile vektör mücadelesinin birbirinden farklı olduğunu bilen, mesleğin içinden birisiyim. O yüzden işlerin dışardan görüldüğü kadar basit ve yüzeysel olmadığını da biliyorum. |
Alıntı:
Adınızın Fatih Tok olduğunu ve araştırmacı olduğunuzu da yayınlarınızdan öğrenmiş oldum ve sürdürülebilirlik adına yaptığınız ve yapmakta olduğunuz çalışmalardan ötürü çok sevindim. Çevre bilincini hiçbir zaman yitirmeyecek olmanız da çok sevindirici. Yalnız yukarıdaki son cümlenizi ben daha önce de "DDT" için duymuştum. Yanlış anlamayın lütfen size karşı herhangi bir eleştiri de bulunmuyorum. Ancak, bilim çevreleri DDT için de çok iyi ve kesinlikle zararsız diyorlardı. Şimdi uzun yıllar önce kullanımı durdurulmuş olmasına rağmen Kuzey Kutbu'nda buzların içinde hala DDT bulunmakta. Bu zararlı kimyasallar kolay kolay doğada yok olmuyorlar. Ama merak edecek fazla bir şey yok! EM onları da parçalıyor. Prof Higa'nın şu sözünü hiç unutmuyorum. "Kayhan, bir gün kuzey kutbunda DDT yerine EM mikroorganizmaları bulunduğunda rahat uyuyabileceğim!" demişti. |
Alıntı:
Yukarıda yazdıklarınızı tekrar okuyunca size bu mesajı atma gereği duydum. İnsan ve Çevre bir bütündür biliyorsunuz. Bizler çevremizle birlikte varız! Çevremiz olmasa biz de olmayız. Öyleyse, çevreye çok büyük zarar veren bir şey nasıl oluyor da, insan sağlığı için zararsız olabiliyor. Pek anlayabilmiş değilim. Örneğin, bugün çevrenin kirlenmesi, insan sağlığını olumsuz yönde etkilemiyor mu? Çevresiyle insanı birbirinden ayırabilir miyiz? Diyelim ki toprak kirlendi, su kirlendi veya hava kirlendi. İnsan sağlığı bundan olumsuz etkilenmeyecek mi? O toprakta yetişen ürünleri tüketen, o suyu kullanan veya içen ve o havayı soluyan insan bundan zarar görmeyecek mi demek istiyorsunuz? |
****** hayır, sadece diyorum ki, bazı durumlarda kimyasal mücadeleye alternatif bir yöntem yoktur. Mutlak kimyasal mücadele şarttır. Size birkaç örnek vereyim;
Bir turunçgil bahçesinde Citrus Tristesa Virus **** bir erik bahçesinde Plum Pox Virus için mücadele ederken, bahçede bir adet vektör böcek gördüğünüz anda ilaçlama yapmak zorundasınız. Tabi pekçok insan bilmez ama gümrüklerde tarımsal ürünlerin giriş çıkışlarında karantina tedbirleri vardır. Tüm dünyada Methyl bromide gibi çok zehirli bir madde yasaktır, ancak bir yerde kullanımı serbesttir, o da karantinalar. Buralarda yediğimiz buğdayların pekçoğu methyl bromide **** alüminyum phosphide ile muamele edilir. Buğdayın içinde bulunan ve karantinaya tabi zararlılar öldürülür. Bu örneklere yüzlercesi eklenebilir. Burada önemli olan söylemek istediğimin altını çizebilmem; Kimyasal kullanmak zorunda isek; çevre ve insan sağlığı için zararsız, **** mümkün olduğu kadar az zararlı olanları tercih etmeliyiz. Pekçok kimyasal, eğer doğru kullanılırsa, çevre ve insan sağlığına zararları minimumdur. Kimyasalların çevre ve insan üzerindeki olumsuzluklarının en başta nedeni yanlış kullanımdan kaynaklanır. O yüzden imza kısmında Doğru tarım ilacını doğru dozda ve doğru şekilde kullanılmalıdır yazmıştım. Ruhsat veren kurum (KKGM Ankara) en sağlıklı kullanım şartlarını prospektüse yazar, ama insanlarımızın yanlış kullanımı nedeniyle suç kimyasala atılır. Unutmayalım ki bir pestisit, en az 10 yılda geliştirilip piyasaya sürülür. DDT konusna gelince, kendimi bildim bileli bu konuyu düşünüp üzülmüşümdür. Atom bombasından sonra insan oğlunun alnındaki ikinci kara lekedir. Ama hatalar tecrübe kaynağıdır. Ben küçükken bana yapılan kuduz aşılarının hatalı üretildiğini ve o aşıyı olanların %3'ünün beyin hücrelerinde büyük hasarlar yaptığını yıllar sonra öğrenmiştim. Şimdi o günleri hatırladıkça şükrediyorum. |
Kimyasalların insan sağlığına zararı!
[Bitki büyüme düzenleyiciler (halk arasında hormon) de dahil hiçbir tarım ilacı doğru şekilde kullanılırsa insan sağlığına zararı yoktur]
derken, son mesajinizda [Pekçok kimyasal, eğer doğru kullanılırsa, çevre ve insan sağlığına zararları minimumdur.] demeniz beni son derece mutlu etti. |
Bedel, hak ve liyakat!
Konu ilginç olmasına ilginç, sorun da tüm çıplaklığı ile ortada, peki aranızda gelecek açısından; çocuklarımızın, torunlarımızın, bizim bugün şikayet ettiğimiz durumdan daha iyi şartlarda besinleri tüketecekleri yönünde, en azından umudu olan var mı?
Temenni demiyorum, halis muhlis, mis gibi UMUT diyorum arkadaşlar, UMUT... Benim yok. Neden mi? Açık değil mi, herkes ne diyor, "ah o eski günler ah..." "Kokusu mahalleyi sarıp, öte mahalleleri fethetme telaşındaki, akbaşaktan mamül, odun ateşinde pişen ekmekler", "beyaz Tekirdağ karpuzları" v.s. hep geçmişte kaldı. Merak etmeyin birkaç on yıla kalmaz ne döl veren tohum ne de o eski lezzetleri arayan bireyler kalacak. Ben '80'lerden sonra doğup da ekmek koklayabilmiş, hatta ekmekte koku arayan kişi tanımadım desem yeridir. E, tüketici de istemedikten sonra üretir mi elin holdingi, sağlıklı gıda ürünü, meyve sebze (yerli üretim mi, gelecekte mi, dalga mı geçiyorsunuz!). Aslında böyle de olması gerekiyor gibi. Çünkü yerli, yabancı herkes değerin değil, fiyat 'ın peşinde koştukça başka bir sonuç beklemek gerçekçi olmadığı gibi doğru da değil. Mine Pakkaner'in konunun 18 no'lu yazısı bence olayı tüm yönleri ile özetliyor. Ve gerçekten çok çok iyi özetliyor. Hatta lerdemir'in aktardığı "kırmızı domates" olayı da abartıya kaçacak kadar doğal ve olması gerektiği gibi bence (ideal anlamında değil kozaliter olarak en doğalı bu ne yazık ki!). Tarım üreticisi zaten ülkenin en zor şartlarda yaşam mücadelesi vereni, belki de bu mücadeleyi zaten çoktan kaybetmiş olanı iken, kim, hangi hakla, hiçbir şekilde bedelinin en küçük kesrini ödemeye yanaşmadığı, sağlıklı ve güzel besinlerden yemeyi hak etmiştir, söyler misiniz? Ya da, "Tekirdağ'ın beyaz karpuzu", kimse satın almadan nasıl piyasada hala bulunabilsin. Tekirdağ'lı gerçek bir karpuzsever olan ben yazları, güzelim karpuzlardan bir dilim bile yemediği halde (kesmek zor-muş, içinde çekirdek bile var-mış, ellerini yıkamak zorunda kalırlar-mış), en eğitimli ve aklı başında görünenler, böcek tozuyla renklendirilmiş kola'ları (inanmayan "cochineal"ı aratsın!, bulduğu uzun metinleri sonuna kadar okusun! çizim ve fotoğraflara uzun uzun baksın, düşünsün, dü-şün-sün!) kendi ve çoluk çocuklarının midelerine indiriyorlardı! Aynen "Her toplum layık olduğu şekilde yönetildiği" gibi sadece layık olduğu besinleri tüketir. Bu günkü gıdalar layık olunanın bile çok üstünde kalite ile sunuluyor, değer bilmez, fiyat bilir tüketici çoğunluğa! Azınlık mı? Onlar ne yapacaklarını biliyorlar, tıpkı benim her yaz, her şeye rağmen, zevkle, ince kabuklu, kütür kütür Tekirdağ karpuzu yemeye devam ettiğim gibi... Saygılar. gece... Sanırım karamsar oldu, ama, Mine hm.'ın yazısında belirttiği gibi "gerçek tohumlara, fikren bile ilgi o denli az olduktan" sonra, neden hakkımızdan fazlasına kavuşabilelim ki! |
Agaçlar ve Ben
Giy gelinliğini gel yanıma göster güzelligini Sür kokularını sarsın tüm insanlıgı Islat göz yaşınla tüm aşıkları Yak ateşinle seni sevenleri Bu benim doga denince aklıma gelen küçük bir mısra neden bu güzellikerli yaşamk varken onlar zara veriyoruz. Onları böyle kulanmak varken üzerine bir hiç gibi basıyoruz. Ben tarımcıyım doğa aşıgyım bitkiler zarar vern herkeze beni bulur karşısnıda Hadi el eleverip yaşatalım Dünyayı Benim gibi Size bir alaç adı sorcam arkadaşalr bilgisi olan arkdaşların yazılaırnı beklyiorum chrysamed tarım haşere ilacı hakında bilgisi olan arkdaşlar yazılarını bekliyorum. Yararı nedir zararı nedir ? Nasıl Kulanılır? cevaplarını bekliyorum. Eger idael ialçsa nerden alabilrim yardımlarınızı beklyiorum |
Klavyeniz bozuk mu? Bazı harfleri basmamış...
|
Merhabalar!
Sayfayı şöyle bir dolaştım bütün arkadaşlar çok güzel bilgiler aktarmışlar. Müsadenizle bir iki şeyde ben ilave itmek istiyorum. Bana göre en kestirme yol. Bizim köyde dengesiz bir şey isteyene söylenen bir deyimde. "Zemheri ayında HIYAR isteme" derler. Zamanında tüketime bana göre geçmişimizden kalan çok güzel örnek. Hoş bütün güzel örneklerimizi yok etmek için elimizden geleni yapan bir toplumuz ya neyse. Saygıyla kalın. |
Merhaba;
Çok yaralı bilgiler edindik tesekkür ederiz. Acaba küçük bir kılavuz hazırlanabilirmi alışverişlerimizi daha bilinçli yapmak için. Bilinçli tüketiciler olursa insanları daha dogru yönlendirir ve daha saglıklı yasarız. İlker |
Forum saati Türkiye saatine göredir.
GMT +2. Şu an saat: 18:04. (Türkiye için GMT +2 seçilmelidir.) |
Forum vBulletin Version 3.8.5 Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0
agaclar.net © 2004 - 2025