Bağlan

View Full Version : Temiz Besin Hareketi "GDO'lu ise Bilmek Hakkımızdır"




Sayfalar : 1 [2]

üzüm
16-03-2012, 23:40
Sayın MeTePe,

'Yanlış' bilginin kaynağı Türk Tabipleri Birliği (http://www.ttb.org.tr/data/haber/ekim04/d_dana.php) sitesinden.

Doğal süreçle çıkan tehditlerle GDO'yu nasıl karşılaştırabiliyorsunuz anlayamıyorum.

Eğer böyle bir karşılaştırma yapmakta ısrarlısanız GDO'lu ürünlerin 'fındık fıstık' diye tabir ettiğiniz zararlarını açıklamanızı istiyorum.




MeTePe
16-03-2012, 23:42
Diyebiliriz, çünkü GDO yoksa o GDO'dan geçebilecek genler de söz konusu olmayacaktır. Yalnız burada evrim süreci içindeki genetik değişiklikler ile 5-10-20 yıl içinde gelişebilecek genetik değişiklikleri eş tutma ya da benzeş, yakın görme hatasına düşmemek gerekir.

Doğa, dünyada hiç bir labaratuvarda olmayan ve olamayacak olanaklar ile yöntemlere sahip kanımca. Doğanın hassas dengesi ve bu dengeyi sürdürebilme becerisi insanoğlunun biriktirebildiği bilgi ve yeteneklerle asla kıyaslanamaz. Bu nedenle eğer gelecekte bir bitki farklı bir organizmanın genine sahip olursa, insanoğlunun müdahalesi dışında, bu o zamana kadar geçen sürecin bir sonucu olacaktır. Ve muhtemelen de insan ömrüne kıyasla çok ama çok uzun bir zaman diliminde gerçekleşecektir. Bu süre de doğa içindeki diğer dengelerin düzenlenmesi için yeterli bir süre olmalı.
.

Şimdi bu yorumlara da biraz itiraz edeceğim... :)

GDO yoksa GDO'dan geçebilecek genler söz konusu olmayacaktır diyorsunuz. Bunu nereden biliyorsunuz? Örneğin meşhur BT genini alaım. Toprakta bulunan Gram(+) bir bakteriye ait bir gen. Hayatınız boyunca bununla hiç karşı karşıya gelmeyeceğinizi nasıl söyleyebilirsiniz? Bağırsaklarımızda dahi milyonlarca bakteri yaşıyor. Bunların bazıları GDO çalışmalarında kullanılan bakteriler.

Bir de doğanın hassas dengesi ve bu dengeyi sürdürebilme becerisinden bahsetmişsiniz. Üzülerek bu değerlendirmeye de katılmadığımı söylemeliyim.

Bir saatin akrepine kısa bir süre baktığımızda hareket ettiği görülmez ve stabil bir görünüm verir. Yani dengededeir. Ama yeterince uzun süre bakarsak aslında hareket ettiğini farkederiz. Doğa da ilk bakışta hassas denge gibi gözüken şey uzun dönemde yaşanan dengesizliğin anlık bir fotoğrafından başka bir şey değildir.

Dünyanın tarihinden bildiğimiz kadarıyla dünya biosferi en az 3-4 kez yok olma eşiğinden geçmiştir. Binlerce tür canlı yok olmuş, binlerce tür yeni canlı ortaya çıkmıştır. Halen her yıl çeşitli canlıların türleri yok olmaktadır.

Kısacası, ortada denge falan yoktur! Doğa sadece yeni koşullara göre kendini uyarlamaya çalışır. Zaman zaman bunu becerir, zaman zaman da beceremez. Bu kadar acımasızdır. İnsanın var olmadığı dönemlerde bile nesli tükenen canlılar olmuştur ve gelecekte de olmasını engelleyebilecek herhangi bir mekanizma yok.

İnsan bile bu konuda bağışık değil!

MeTePe
16-03-2012, 23:50
Sayın MeTePe,

'Yanlış' bilginin kaynağı Türk Tabipleri Birliği (http://www.ttb.org.tr/data/haber/ekim04/d_dana.php) sitesinden.
.

Haklısınız. Bu konuda yanlış yorum yaptım. Yazar bunu o şekilde yorumlamış.
Ama yine de bunu bir tür aşımı olarak değerlendirmiyorum. Aynı makale aynen şu yazılmış:

Prion proteini (Pr P) normalde bulunan bir konak proteinidir. Hastalık durumunda bu protein, proteaz rezistan özellik kazanmaktadır.

Yani hastalığa maruz kalmak için söz konusu proteinin sizde bulunması gerekiyor. Daha önce okumuş olduğum kaynaklarda da bu her zaman vurgulanmıştır. Bana göre bu durumda tür aşımından bahsedilemez. Hastalığa elverişli olup olmadığınızdan bahsedilebilir.

Yine de sözümü geri alıyorum. Gereksiz bir itiraz oldu.

Eğer böyle bir karşılaştırma yapmakta ısrarlısanız GDO'lu ürünlerin 'fındık fıstık' diye tabir ettiğiniz zararlarını açıklamanızı istiyorum.

Benim açıklamama gerek var mı? Burada benden başka herkes bu zararlardan bahsediyor zaten. :o
Ben muhalefet görevindeyim. ;)

üzüm
17-03-2012, 00:07
Sayın MeTePe,

Sizin dediğinizi kabul edelim. :)
Yani hastalığa maruz kalmak için söz konusu proteinin sizde bulunması gerekiyor. Daha önce okumuş olduğum kaynaklarda da bu her zaman vurgulanmıştır. Bana göre bu durumda tür aşımından bahsedilemez. Hastalığa elverişli olup olmadığınızdan bahsedilebilir.

Sizin açıklamanız bile GDO'lu ürün tüketmemem için bir neden...

Benim açıklamama gerek var mı? Burada benden başka herkes bu zararlardan bahsediyor zaten

Muhalefetde olmanız bize 'doğru' bilgi vermenize engel mi?

MeTePe
17-03-2012, 00:15
.
Muhalefetde olmanız bize 'doğru' bilgi vermenize engel mi?

Elimden geldiğince doğru bilgi verdiğimi zannediyorum. Yanlış olduğu söylenirse de bunu kontrol etmekten pek endişe etmem.

Zaten burada beni "yanlışlayabilecek" çok sayıda kişi var. :p Ellerinden geleni yapyorlar.

Sizin açıklamanız bile GDO'lu ürün tüketmemem için bir neden...

Ne beni, ne kendinizi kandırmayın. Sizin zaten öyle bir niyetiniz yok. ;)

Zaten ben de size GDO yedirmeye uğraşmıyorum, benim de öyle bir niyetim yok. :o Sadece buraları okuyan kişilere farklı düşünenler de olabileceğini göstermeye çalışıyorum.

MeTePe
17-03-2012, 00:46
Burası fazla gergin hale geldi.. Biraz havayı dağıtmak lazım. Madem mısırdan bu kadar çok bahsedildi, bugünkü bir gazeteden... :)

http://www.gazete5.com/images/gallery/9686_43.jpg

Odeh
17-03-2012, 00:50
GDO yoksa GDO'dan geçebilecek genler söz konusu olmayacaktır diyorsunuz. Bunu nereden biliyorsunuz? Örneğin meşhur BT genini alaım. Toprakta bulunan Gram(+) bir bakteriye ait bir gen. Hayatınız boyunca bununla hiç karşı karşıya gelmeyeceğinizi nasıl söyleyebilirsiniz? Bağırsaklarımızda dahi milyonlarca bakteri yaşıyor. Bunların bazıları GDO çalışmalarında kullanılan bakteriler.
Belki de 5-10 mesajdır ifade edememişim belli ki... En öz haliyle; eğer bir gen transferi olacaksa bu genin kaynağının bir şirket olmamasını tercih ettiğimi söylemem sanırım yeterince açık olacaktır. (Ancak bu biraz daha genişletilmesi gereken bir konu bence.)

Bir de doğanın hassas dengesi ve bu dengeyi sürdürebilme becerisinden bahsetmişsiniz. Üzülerek bu değerlendirmeye de katılmadığımı söylemeliyim.
Doğanın "dengesinden" ne anladığımı daha detaylı ama sübjektif bir pencereden anlatmamın konuya bir katkısı olacağını sanmıyorum. Ama hassaslık konusundaki düşüncemin dayanağı aşağıda sizin de özetlediğiniz
Dünyanın tarihinden bildiğimiz kadarıyla dünya biosferi en az 3-4 kez yok olma eşiğinden geçmiştir. Binlerce tür canlı yok olmuş, binlerce tür yeni canlı ortaya çıkmıştır. Halen her yıl çeşitli canlıların türleri yok olmaktadır.
ifadenizde zaten mevcut. Bu işi doğa yapıyorsa doğrudur ya da bir başka deyişle daha yanlış değildir diye düşünüyorum. Görece bozulduğunu düşündüğümüz denge, yeni bir dengenin merkezi olabiliyor. İnsanlık süregelmiş bugüne kadar, doğanın onbinlerce yıllık tecrübesi ile örneğin Monsanto'nun Bt mucizesini(!) aynı kefede değerlendirmek insanlığın doğa ile ilişkisine haksızlık olur. Doğanın, bozduğunu ya da beceri gösteremediğini "iddia ettiğiniz" bir süreç sonrasında yaşamı sürdürebilme becerisine ben şahidim, sizi de istemesiniz de şahit tutarım. Ama Monsanto ya da ABD'nin politik, ekonomik ve stratejik eylemleri sonrasında şahit tutacak bir insan bulmakta güçlük çekileceğinden endişeliyim.

Odeh
17-03-2012, 00:55
Burası fazla gergin hale geldi.. Biraz havayı dağıtmak lazım. Madem mısırdan bu kadar çok bahsedildi, bugünkü bir gazeteden... :)

http://www.gazete5.com/images/gallery/9686_43.jpg

Kara mizaha güzel bir örnek...
(ikinci sırada soldan üçüncü dane fotoğrafı çekene sızacak gibi görünüyor. Dikkat!...)

Temkinlilik ilkesi işte. :)

MeTePe
17-03-2012, 01:10
Kara mizaha güzel bir örnek...
(ikinci sırada soldan üçüncü dane fotoğrafı çekene sızacak gibi görünüyor. Dikkat!...)

Temkinlilik ilkesi işte. :)

Kaynakta, resimdeki mısırın GDO'lu olup olmadığı belirtilmemişti. :cool:

Sanıyorum bu sıradan bir mısır... temkinli olmak gerekir mi bilmiyorum. :confused:

Serpent
17-03-2012, 13:12
Sayın Odeh,

Forumda gergin bir ortamda yazıştığımızın farkındayım. Gerginlikleri sevmediğim için daha fazla yazmamayı tercih etmiştim.

Mesajlarımda biraz sert bir uslup kullandığımı kabul ediyorum. Ancak, bunun sebebi benim bilgi seviyemin haketmediğim bir biçimde aşağılanmaya çalışılması oldu.

Benim mesajlarım sert olduğu için tepki çekiyor da, verilen asparagas haberler, ajitasyonlar niçin hiç tepki çekmiyor anlamış değilim. Halbuki bunlar okuyucuyu doğrudan yanıltmaya çalışan yaklaşımlar. Benim yaklaşımımdan daha tehlikeli. Örneğin, tarihte ilk defa şarap tortusunda gözlenmiş olup, tüm canlıların bünyesinde bulunan sitrik asiti bile bu forumda GDO lu ürün kapsamına koyanlar var.

Konuya mesaj yazanlar içinde görebildiğim kadarıyla konuyu gerçekten öğrenip rasyonel düşünme taraftarı olan çok az sayıdaki kişilerden birisiniz. Kastetmeye çalıştığım benim size birşeyler öğretebileceğim değil. Esasen bu mümkün değil. Çünkü ben de konunun uzmanı değilim. Eğer doğru kaynaklara ulaşırsanız kendi fikrinizi daha kolay oluşturursunuz.

Ben forumlardaki kampanyaları bilgi edinme yeri olarak hiç görmedim. Sadece tartışılan konuların başka boyutlarının da olabileceğini görme amaçlı olarak okurum. Veya başkalarına başka boyutlarının da olabileceğini göstermeye çalışırım. Dolayısıyla başkalarını fikrinden döndürmek veya taraftar toplamak gibi bir amacım hiç olmadı, olamaz da.

Mesajlarınızdan birinde DNA hakkında öğrenmek istediğinizi belirtmişsiniz.

Hem size, hem de başka öğrenmek isteyenlere bir kitap tavsiye edeceğim.

Tübitak’ın popüler bilim kitapları serisinden

“Yaşamın Sırrı DNA”, Bahri Karaçay

Benim bu konuda okuduğum başka kitaplar da var. Ama yukarıda tavsiye ettiğim kitap DNA konusunda yazılmış en güzel Türkçe kitaplardan biri.

Bu kitap GDO taraftarı filan değil. Doğrudan DNA’yı anlatıyor. Bununla beraber içinde GDO larla da ilgili bilgiler var.

Saygılarımla..

Odeh
17-03-2012, 13:55
Dönmenize sevindim sayın Serpent!

Tartışma sırasında gerginlikler olduğu muhakkak, nedenleri de muhtelif... Bence bunları orada bırakmak, bu tecrübe ile tartışmayı sürdürmek daha verimli olur.

Ben tıp hekimi değilim, genetik ya da ziraat mühendisi de değilim. Ama bu durum araştırma, okuma, anlama, yorumlama ve bir sonuca varmama engel teşkil etmez takdir edersiniz ki. Doğruları öğrenebilmekten ve bildiğim doğruları söylemekten gayri de bir niyetim yok. Öyle değil, böyleymiş tüh! ama olsun ben yine de kuyruğu dik tutayım da demem...

Kitap tavsiyeniz için teşekkür ederim, edinmeye çalışacağım.

Keşke dün gece yapılan illüstratif mısır servisinde burada bulunsaydınız, kahkaha ile stres atarken birlikte olurduk.

**

Bundan belki 5-6 hafta kadar önce bir üyenin "Avcı doğa dostu mudur?" sorusu tartışılmaya çalışıldı. Sonuç malum tabii. :) Konu derdest edildi. Süreç hakkında yorum yapmayayım forumda halen mevcut ama kilitli bir konu. O kilitlendi ama bu konu kilitlenmez...

Bence mümkün olduğunca bilgi vererek, anlam içinden mucizevi anlamlar çıkartmadan veriler üzerine düzgün bir tartışma çok rahat yürütülebilir.

Karşıt fikre sahip katılımcıların, forumun misyonu da düşünüldüğünde, bu konuda biraz daha müsamahakâr olmasının (forum üyeleri gibi) eleştirileri bu çerçevede ele almasının konuyu merkezde tutabileceğine inanıyorum.

"Olmayacak yerde olmayacak işi savunuyorsunuz" denmesi yerine "ne ile savunuyorsunuz bir ortaya koyunuz, anlayalım" denmesi için bu gerekli...

**

E hadi gari, barış çubuklarını bitirdiysek devam edelim...

Saygılar,

MeTePe
17-03-2012, 15:38
.
. Bu işi doğa yapıyorsa doğrudur ya da bir başka deyişle daha yanlış değildir diye düşünüyorum. Görece bozulduğunu düşündüğümüz denge, yeni bir dengenin merkezi olabiliyor. İnsanlık süregelmiş bugüne kadar, doğanın onbinlerce yıllık tecrübesi ile örneğin Monsanto'nun Bt mucizesini(!) aynı kefede değerlendirmek insanlığın doğa ile ilişkisine haksızlık olur. Doğanın, bozduğunu ya da beceri gösteremediğini "iddia ettiğiniz" bir süreç sonrasında yaşamı sürdürebilme becerisine ben şahidim, sizi de istemesiniz de şahit tutarım..

Şimdi konumuz Monsanto veya başka bir çok uluslu şirket olursa sonuna kadar sizinle hem fikir olurum.

Zaten ilk mesajımdan bu yana ticari tekelleşme gidişatını olumsuz bulduğumu ifade ediyorum. Bu nedenle de bizim de ulusal gen teknolojisi konusunda atak yapmamızı savunuyorum.

Ben biraz analoji yapmayı severim. Nükleer Enerjiye karşı olabilirsiniz. Ülkenizin kapısından da sokmazsınız. Ama sınırınızın 500m ilerisine santral yapılmasına da engel olamıyorsanız bundan kaçışınız kalmamıştır.

Bizim de ülke olarak içinde bulunduğumuz durum bu. Bu tohumlar ülkemize geliyor. Hükümetin yasal düzenlenmesinden önce kaçak ve kontrolsüz geliyordu. Tüm önlemleri alıp hiç gelmemesini sağlasak bile end-product, yani muhtelif ürünler şeklinde yine gelecek.

Bu durumda, bana göre yapılması gereken şey; kör bir kaygı ile kareket etmek yerine bu teknolojiyi öğrenmek ve geliştirmek, hatta kullanmak olmalıdır.

*********************

Monsanto'nun genlerine karşı olmanızı anlayışla karşılıyorum. Benim anlatmaya çalıştığım şey ise, Monsanto olmasa dahi biz bitkilere, hayvanlara gen sokuşturup duruyoruz. Bunların hiç biri doğada kendiliğinden, milyonlarca yılda olmuyor. Biz bunu bilerek ve isteyerek yapıyoruz. Bunun adına da ıslah ve melezleme diyoruz.

Melezleme veya ıslah ile elde ettiğiniz ürünler doğada kendiliğinden ortaya çıkmamışstır. Siz evrimsel olmayan bir süreç müdahalesinden bulunuyorsunuz, ortaya yeni bir ürün çıkıyor. Mutlaka bunun çevresel sonuçları oluyor.

GDO ile melezleme arasındaki fark, birinde oldukça zahmetli, sonuçları net olmayan bir işlemle sürece müdahale etmeniz, diğerinde hedefe özel hareket etmenizdir. Her ikisi de doğanın işine karışmaktır.

İnsanoğlu yerleşik yaşama geçtiği andan itibaren doğanın işlerine karışmış. Boyu 3-4cm olan mısırları 25-30cm'e çıkartmış. Başağında 2-3 dane olan buğdayı, bir başakta 15-20 dane verecek hale getirmiş. Çekirdeği olmayan meyveler üretmiş. Hatta doğada hiç var olmamış bir hayvanı, köpeği yaratmış.

Şimdi tüm bu yapılanları "doğal" görüp, doğanın kendi tasarrufu gibi görüp, GDO ile yapılan müdahaleyi yapay görmek oldukça büyük bir haksızlık olur.

Ben, bu aşamada irrasyonel bir kaygının ön plana çıktığı kanısındayım. Aman genlerle oynamayalım, bilim kurgu filmlerinde gördüğümüz öcülerle karşılaşırız, kontrolü elimizden kaçırırız gibi... İyi de öcüler doğada her zaman ortaya çıkıyor. Biz müdahale etsek de etmesek de... Doğa bunların bir kısmını yok ediyor, biz kısmı yaşamaya, kendine yer bulmaya devam ediyor.

Örneğin İngiltere sanayi devriminde ortaya çıkan Gri Güveler. Plastik kullanımıyla ortaya çıkan plastik yiyen bakteriler gibi. (Bu bakteriler ciddi bir çevre kirliliğine neden olan plastiklerin parçalanma süresini binlerce kez hızlandırıyor)

Diğer taraftan, gen teknolojisini bitkilerle oynamaya başlayarak öğrendik ama nihai yararı insan hastalıklarının çözümü olacaktır. 2-3 domates yiyerek şeker hastalığından kurtulabilmemiz muazzam bir şey olmaz mıydı?

Serpent
17-03-2012, 16:19
Madem devam edeceğiz bildiklerimden yazayım.

Benim bilgi seviyem bu konuda Sayın MeTePe’nin ki kadar geniş değil. Ama yine de ilgi alanı geniş biri olarak DNA nedir veya temel kimya gibi konularda bilgim oldukça iyidir.

Şimdi şeker zararlıdır, faydalıdır tartışmasına girmeyeceğim. Hekimler şekerin fazla tüketilmemesini öneriyorlar. Ama yasakladıklarını sanmıyorum.

Şekerin GDO’lu olup olmadığı bir yana hangi tür şekerleri yiyip yemeyeceğimiz konusunda da bir kafa karışıklığı var.

Yazılan bazı mesajlardan sakkaroza evet glikoz ve fruktoza hayır anlamlarını çıkarıyorum. Tüm samimiyetimle söyleyeyim ki ben lise bilgilerimden aslında sakkarozun fruktoz ve glikozun bileşimi olduğunu hatırlıyorum. Keza memeliler sakkarozu ve nişastayı enzimler yardımıyla glikoza çevirip hazmederler.

Şimdi “bana fruktozu sakkoroz diye yedirmelerini kabul etmiyorum” ifadesi maalesef beni üzüyor. Yediğimiz elmada fruktoz, üzümde glikoz var. Hatta doğal ürün dediğimiz bal bile glikoz ve fruktoz esaslı bir gıda. Şimdi olgular böyleyken glikoz ve fruktozu GDO’lu ürünlere karşı çıkmak için kullanmak anlamlı olur mu?

Yazılan mesajlardan birisinde Hürriyet gazetesinden bir habere bir link var. Nişasta şekerinin Amerika’da ve Avrupa’da yasaklandığını tüm ürünün Türkiye gibi ülkelere satılarak zehirlendiğimizi Doç. Dr. ünvanlı bir kardiyolağa atfen anlatılıyor. Bu haber de maalesef gerçek dışı. Bakın anlatmaya çalıştığım nişasta şekerinin yararlı veya zararlı olduğu değil. Bu ürünün tüm batı ülkelerinde yasaklandığına dair iddia. Maalesef bu da doğru değil. Doç Dr. ünvanlı biri ister GDO taraftarı olsun ister olmasın, kendi görüşünü benimsetmek için nasıl böyle gerçek dışı bir ifadeyi kullanabilir? Öyle ya, koskoca Doç.Dr. bir kardiyolog, o söylüyorsa vardır bir bildiği diye bakıyor insanlar olaya maalesef.

Sayın MeTePe’nin Internette korkunç bir bilgi kirliliği var diyişini bu tür haberleri kastedişi olarak algılıyorum.

Kişisel yaklaşım olarak tüm olaylara slogan dışı yaklaşmak taraftarıyım. Örneğin, Internette bakarsanız GDO’lu ürünler için yapılan yakıştırmanın “Frankeştayn ürün” olduğunu görürsünüz. Bu, konuyu sloganlaştırmaktan başka bir şey değil. Bu ve benzeri sloganlar kullanılmaya başlandığı zaman derhal bir şüpheye düşer ve arkasını araştırmaya ve karşı çıkışın sağlam gerekçeleri var mı diye bakmaya çalışırım.

Saygılarımla..

üzüm
17-03-2012, 16:56
Madem devam edeceğiz bildiklerimden yazayım.

Benim bilgi seviyem bu konuda Sayın MeTePe’nin ki kadar geniş değil. Ama yine de ilgi alanı geniş biri olarak DNA nedir veya temel kimya gibi konularda bilgim oldukça iyidir.

Şimdi şeker zararlıdır, faydalıdır tartışmasına girmeyeceğim. Hekimler şekerin fazla tüketilmemesini öneriyorlar. Ama yasakladıklarını sanmıyorum.

Şekerin GDO’lu olup olmadığı bir yana hangi tür şekerleri yiyip yemeyeceğimiz konusunda da bir kafa karışıklığı var.

Yazılan bazı mesajlardan sakkaroza evet glikoz ve fruktoza hayır anlamlarını çıkarıyorum. Tüm samimiyetimle söyleyeyim ki ben lise bilgilerimden aslında sakkarozun fruktoz ve glikozun bileşimi olduğunu hatırlıyorum. Keza memeliler sakkarozu ve nişastayı enzimler yardımıyla glikoza çevirip hazmederler.

Şimdi “bana fruktozu sakkoroz diye yedirmelerini kabul etmiyorum” ifadesi maalesef beni üzüyor. Yediğimiz elmada fruktoz, üzümde glikoz var. Hatta doğal ürün dediğimiz bal bile glikoz ve fruktoz esaslı bir gıda. Şimdi olgular böyleyken glikoz ve fruktozu GDO’lu ürünlere karşı çıkmak için kullanmak anlamlı olur mu?....

Glikoz için bu (http://tr.wikipedia.org/wiki/Glukoz#.C3.9Cretimi) sayfadaki üretim şeklini, sakkaroz için bu (http://tr.wikipedia.org/wiki/Sakkaroz#G.C3.BCnl.C3.BCk_kullan.C4.B1m.C4.B1) bölümü ve Fruktoz içinde bu (http://tr.wikipedia.org/wiki/Fruktoz) başlığı okumanızı öneririm.

Kafa karışıklığının nedeni zaten GDO... :)

üzüm
17-03-2012, 17:03
...
Ne beni, ne kendinizi kandırmayın. Sizin zaten öyle bir niyetiniz yok. ;)

Zaten ben de size GDO yedirmeye uğraşmıyorum, benim de öyle bir niyetim yok. :o Sadece buraları okuyan kişilere farklı düşünenler de olabileceğini göstermeye çalışıyorum.

Sayın MeTePe,

Bu mesajımda (http://www.agaclar.net/forum/926508-post251.htm) konu hakkında düşündüklerimi kısaca ve çok sade bir dille anlattım; yani kimseyi kandırmıyorum.

MeTePe
17-03-2012, 17:42
Sayın MeTePe,

Bu mesajımda (http://www.agaclar.net/forum/926508-post251.htm) konu hakkında düşündüklerimi kısaca ve çok sade bir dille anlattım; yani kimseyi kandırmıyorum.

Ben farklı bir şey söylemedim zaten.

Sizin görüşünüz belli. Ne benim, ne başkalarının söylediklerinin sizin fikrinizi değiştirmesi mümkün gözükmüyor.

O yüzden, GDO'ya karşı çıkmanızın gerekçesini bende aramayın. :)

Bkz: Dogmatizm (http://www.filozof.net/Turkce/felsefe-akimlari/611-dogmatizm-nedir-dogma-nedir-dogmatizm-felsefi-kavram-felsefesi.html)

Odeh
17-03-2012, 17:48
Şu yemciler vardı, GDO'lu mısır ithalatlarının bir bölümüne izin verilmeyen...

O konu ile bir açıklama bulamamıştım. Hoş hala bulamadım ama, önceki ithalatlarının biri ile ilgili bir rapora ulaştım. YEM AMACIYLA İTHALİ İSTENEN GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ (59122 x 1507 x NK603) MISIR ÇEŞİDİ ve ÜRÜNLERİ İÇİN BİLİMSEL RİSK DEĞERLENDİRME RAPORU (http://www.tbbdm.gov.tr/Libraries/Regulations/59122_x_1507_x_NK603_risk.sflb.ashx).

Bilimsel Risk Değerlendirme Komitesi'ne ait 24 sayfalık bu raporda ilgili GDO'lu mısır çeşitleri birçok yönden değerlendiriliyor, sonuçta da izin veriliyor.

Raporun sonucu ayrı bir tartışma konusu olabileceğinden buna değinmeden geçiyorum.

Bu rapordan alıntıladığım şu iki paragrafı da zaman içinde ele alınabilir düşüncesiyle not etmek istiyorum.

(Sayfa 10 ve 11.)
Genetik Değişiklikten Kaynaklanabilecek Beklenmeyen Etkiler
Wahl ve ark. (1984), transgenik organizmanın genomuna eklenmiş olan DNA’nın kromozomun yapısını bozacağını, kromozomların yeni bir düzenlemeye gitmelerine neden olabileceğini ve gen fonksiyonları etkilenebileceğini açıklamışlardır. Bu açıklama, bir organizmaya başka bir organizmadan aktarılan genetik materyalin mevcut genetik materyallerle allelik olmayan gen interaksiyonlarına girmesi durumunda önceden kestirilmeyen birtakım sonuçları da zaman içinde ortaya çıkabileceğine işaret etmektedir. Ancak diğer bir genetiği değiştirilmiş melez mısır çeşidi MON 88017 x MON 810 tanelerinde, alanin, linoleik asit, araşidik asit ve ferulik asit bakımından önemli artışlar; eikosanoik asit, bakır, potasyum ve B2 vitamini yönünden ise önemli azalmalar belirlenmiştir (EFSA, 2009). Bitki genomlarına yeni bir genetik materyal aktarıldığında, aktarılan bölgedeki değişiklik nedeniyle bitkinin fenotipinde ya da kimyasal yapısında beklenmeyen değişikliklerin oluşabileceği bilinmektedir (Cellini, 2004; Latham ve ark., 2006; Rischer ve Oksman-Caldentey, 2006).

Allelik olmayan gen interaksiyonları ve çevre ile olabilecek interaksiyonlar nedeniyle yeni genotipin patojenlerle ilişkileri ve çeşitli kimyasal savaşım araçlarına olan tepkimelerinde de değişiklik arz edebilecektir.

MeTePe
17-03-2012, 17:52
Glikoz için bu (http://tr.wikipedia.org/wiki/Glukoz#.C3.9Cretimi) sayfadaki üretim şeklini, sakkaroz için bu (http://tr.wikipedia.org/wiki/Sakkaroz#G.C3.BCnl.C3.BCk_kullan.C4.B1m.C4.B1) bölümü ve Fruktoz içinde bu (http://tr.wikipedia.org/wiki/Fruktoz) başlığı okumanızı öneririm.

Kafa karışıklığının nedeni zaten GDO... :)

Benim kafamın karıştığı kesin... :)

Sayın Serpent'in de ifade ettiği gibi bunların hepsi farklı şeker, yani karbonhidrat molekülleri. Çeşitli teknolojilerle ve doğal yollarla elde edilebilir.

Birinin veya diğerinin zararlılığı da ayrıca tartışılabilir. Ama şeker ve türevleri GDO yokken de vardı, şimdi de var, gelecekte de var olacak.

Burada GDO'yu suçlamak için şekeri gündeme getirmenin ne gibi bir mantığı var anlamak mümkün değil.

Emin değilim ama nişasta bazlı şeker veya pancardan üretilmiş şeker kullanma tercihi tamamen gıda teknolojisinin ekonomik ve teknik nedenlerle yaptığı tercihler... GDO ile falan ilgisi yok.

üzüm
17-03-2012, 17:59
Sayın MeTePe,

Siz öyle anlamak istiyorsanız ben ne yapabilirim.

Sayın Serpent'in yazısını lütfen tekrar okuyun.

MeTePe
17-03-2012, 18:12
.
Bu rapordan alıntıladığım şu iki paragrafı da zaman içinde ele alınabilir düşüncesiyle not etmek istiyorum.

Alıntı yaptığınız kısmı okudum. Orada bahsedilen konu GDO'lu bitkide oluşabilecek etkiler. Yani bir canlının DNA'sına bir başka gen eklediğinizde ortaya çıkabilecek fenotipik değişiklikler olduğunu söylüyor.

Bu gayet doğal değil mi?

Asıl dikkate alınması gereken, GDO'lu bittike oluşabilecek etkiler değil, bu bitkilere maruz kalacak diğer bitkiler, bakteriler, canlılar vs. Raporda bu konudaki riskler de değerlendirilmiş. Diğer kısımlarda bu risklerden bahsediyor.

Raporda belirtilen önemli bir konu, aktarılan genlerin stabilitesi.

Sonuç olarak da, sadece yem olarak yetiştirilmesine onay verilmiş.

Şimdi sorulması gerek soru şu: Bu konuda gerçek uzmanlar olan bir komitenin değerlendirme raporuna güvenecek miyiz? Yoksa, "Ben ikna olmadım!" deyip itiraz mı edeceğiz?

Serpent
17-03-2012, 19:10
Glikoz için bu (http://tr.wikipedia.org/wiki/Glukoz#.C3.9Cretimi) sayfadaki üretim şeklini, sakkaroz için bu (http://tr.wikipedia.org/wiki/Sakkaroz#G.C3.BCnl.C3.BCk_kullan.C4.B1m.C4.B1) bölümü ve Fruktoz içinde bu (http://tr.wikipedia.org/wiki/Fruktoz) başlığı okumanızı öneririm.

Kafa karışıklığının nedeni zaten GDO... :)


Siz glikoza, fruktoza ve sakkoraza mı karşısınız, yoksa GDO'lara mı?

Sizin verdiğiniz linkler benim söylediklerimi teyit ediyor. Ben diyorum ki bunlar doğal gıdalarda zaten bulunuyor. Benim söylediklerimde ne yanlış var? Hala anlayabilmiş değilim.

Yani mesajınız beni destekliyor mu, karşı mı çıkıyor onu bile tam anlayamadım.

Saygılar..

xenkebikec
17-03-2012, 19:40
Bir cümle ile yanıtlayacak olsanız.

GDO ve ürünlerinin, bebek maması ve devam maması ile küçük çocukların ek besinlerinde kullanılması neden yasak?

Serpent
17-03-2012, 20:07
Bir cümle ile yanıtlayacak olsanız.

GDO ve ürünlerinin, bebek maması ve devam maması ile küçük çocukların ek besinlerinde kullanılması neden yasak?

Tek cümle:

GDO karşıtlarına verilen bir taviz olarak yasak.

MeTePe
17-03-2012, 20:25
Bir cümle ile yanıtlayacak olsanız.

GDO ve ürünlerinin, bebek maması ve devam maması ile küçük çocukların ek besinlerinde kullanılması neden yasak?

Cümleye gerek yok... tek kelime yeterli:

Siyasi!

Odeh
17-03-2012, 20:49
Maalesef bence de siyasî.

Ve hattâ dalga geçer gibi. Bebeklerimizi koruyoruz gibi yaparken 1,3 milyon ton GDO mısırı, külliyatlı miktarda GDO soya, vb. gibi ürünleri 2-3-4-5-6-7...30-40-...-80-90... yaşındaki insanına türlü gıdalar içinde afiyetle yediren sistem yurttaşını aldatıyordur.

MeTePe
17-03-2012, 20:56
Bu şeker işi biraz kafama takıldı. Aslında gıda sanayisinde en fazla kullanılan şeker türlerinden biri Maltodekstrinmiş.

Diğer taraftan ilginç bir makaleye rastladım. Adı farklı olsa da farklı şeker türleri kullanılmasının hiç bir anlamı olmadığı mealine gelecek şeyler söylüyor. Hatta ABD'de obesitenin en büyük nedeni olarak gösterilen rafine şeker kullanımının aslında doğrudan bir ilişkisi olmadığını, asıl sorunun günlük diyette alınan kalori ortalamasının kişi başına 500 kalori kadar artmış olmasını suçluyor.

Özet olarak; şekerin farklı yöntemlerle elde edilmiş olmasının pek fazla anlam içermediğini söylüyor.
Functional Ingredients | A Sugar by Any Other Name | Food Processing (http://www.foodprocessing.com/articles/2010/functional-ingredients_sugar.html)

Bu arada, GDO bazlı mısırdan üretilen şekerle, klasik yöntemlerle üretilen şeker arasında risk yönünden yapılmış çalışma bulamadım. Bulup da link veren olabilirse sevinirim. Sanayi şekeri üretilirken ne derece saflaştırılıyor, içinde sadece kimyasal anlamda şeker molekülleri mi kalıyor, yoksa kaynak bitkinin (yani mısırın) genetik partikülleri vs. de bulunuyor mu merak ediyorum.

Odeh
17-03-2012, 21:07
Ben bu konuya baktım, ancak tam toparlamış değilim. hatta ne aradığımı da şöyle itiraf edeyim: GDO'lu bir mısır kullanılarak elde edilen nişasta ve ardından bu nişastadan elde edilecek şekerlerde DNA kalıntısı olabilir mi olamaz mı?

Kimyasal prosesler buna pek izin verirmiş gibi görünmüyor.

Özetle bir yanıt bulamadım, araştırmaya devam ediyorum...

(NBŞ Fruktoz ve Glikoz'un Sakkaroz yerine kullanılması hakkında külliyatlı miktarda eleştiri var, ancak bunu da konunun dışında tuttum.)

MeyveliTepe
17-03-2012, 21:08
Daha önce yeni bir GDO tohumun (http://articles.mercola.com/sites/articles/archive/2012/02/12/dow-agrosciences-developed-new-genetically-modified-crops.aspx) gelmekte olduğunu, bunun "2,4-D" isimli aktif maddeye dayanıklı olduğunu, bu yüzden Round Up Ready tohumlara bir alternatif olarak sunulacağını yazmıştım. (alıntı rastgele. Bu konuda çok haber var)

Amerikan toplumunun duyarlı %4'ü çaresizce engellemeye çalışıyor ama büyük ihtimal engelleyemeyecekler. Round Up'a dayanıklı otlar tüm ülkeyi sardığı için RR GDO tohumlar yerine veya onunla dönüşümlü kullanılacak daha güçlü ve başka tesirli bir sisteme ihtiyaçları var.

Sn.MeTePe, siz bu 2,4-D'yi bilirsiniz. Bu maddeye dayanıklı bir GDO tohum üretilmesine ve dünyaya yayılmasına nasıl bakarsınız?

Daha önce linkini ve özetinden sonuç cümlesini verdiğim taze bir araştırma var (Cytotoxicity on human cells of Cry1Ab and Cry1Ac Bt insecticidal toxins alone or with a glyphosate-based herbicide (http://www.salmone.org/wp-content/uploads/2012/02/seralini-2012.pdf)). Özetinden alıntıladığım cümleyi yazmıştım zaten. Araştırmanın son cümlesi şöyle;

Here we documented that modified Bt toxins are not inert on human cells, but can exert toxicity, at least under certain in vitro conditions. In vivo implications should be now assessed. Our results raise new questions in the risk assessment of food and feed derived from genetically engineered plants
Burada değiştirilmiş BT toksinlerinin en azından belli laboratuar koşullarında insan hücrelerinde eylemsiz (etkisiz) olmadığını fakat toksik olabileceğini dökümante ettik. Şimdi canlı üzerindeki (insan hücresi söz konusu olduğuna göre yaşayan insan kastediliyor) etkileri değerlendirilmelidir. Sonuçlarımız, genetiği değiştirilmiş bitkilerden elde edilen yem ve yiyeceklerin risk değerlendirmeleri hakkında yeni sorular ortaya çıkarıyor.

Bu çalışmayı nasıl değerlendirirsiniz?

GDO'lar üzerinde yapılan araştırmalar hakkında GDO şirketlerinin kısıtlamalar koyduğunu yazmıştım daha önce.

Herhangi bir sebeple GDO'lu tohum elde edilirken GDO şirketiyle bir anlaşma imzalama zorunluluğu var.

Bu anlaşma metninde açık ve seçik olarak, bu tohumlar üzerinde şirketin onay vermediği araştırmaların yapılamayacağı yazılı.

Bu ifade bağımsız bilim adamlarının ve üniversitelerin GDO tohumlar (ve hayvanlar) ve bunların özellikleri, etkileri vb. üzerinde patent sahibi Monsanto ve diğer GDO şirketlerinin onaylamadığı araştırmaların yapılmasını yasaklıyor.

Aşağıda sadece üç kurumun bu konudaki yazılarını alıntıladım.

scientificamerican (http://www.scientificamerican.com/article.cfm?id=do-seed-companies-control-gm-crop-research), Cornell Üniversitesi (http://css.cals.cornell.edu/cals/css/extension/cropping-up-archive/wcu_vol20no1_20105gmos.pdf), Yale Üniversitesi (http://e360.yale.edu/feature/companies_put_restrictions_on_research_into_gm_cro ps/2273/)

Böyle bir kısıtlamanın varlığı mevcut GDO tohumlar üzerinde yapılmış araştırmaları şüphe altında bırakmıyor mu?

Geçen gün Meksikadaki endemik mısır türlerinin GDO mısırlar tarafından kirletilmesi hakkındaki bilimsel yayınına zorluk çıkarılan Prof.Alvarez Boylle ile yazışmaya devam ettim.

Yazmakta tereddüt ediyorum ama şöyle bir şey söyledi;
The Campaign to convince the public about GM is paíd by huge companies; it is full of líes. The sad reality is that many scientists now benefiting from corp are part of them.

Only strong, active and organized citizenships will be able to defend key values for human and Earth's & wellbeing.
Kamuoyunu GDOlar hakkında ikna etme kampanyaları büyük şirketler tarafından ödeniyor, baştan aşağıya yalan dolu. Üzücü gerçek ise bu şirketlerden yararlanan bir çok bilim adamı bunun bir parçası.

Sadece güçlü, aktif ve organize toplum, insan, dünya ve iyiliğin temel değerlerini savunmaya muktedir olacak.

Zaten bildiğimiz, gözümüzün önündeki bir şeyin, bu konuda deneyim yaşamış bir bilim insanı tarafından birinci elden söylenmesi herşeye rağmen biraz burktu dersem yalan olmaz.

Söz gelimi, GDO bitkilerin gen kaçışı ile diğer ve endemik çeşitleri kirlettiği bu kadar belgeli ve aşikar iken çevreye etkisi yok demenin manasını kendi adıma düşünemiyorum bile.

MeTePe
17-03-2012, 21:25
Sn.MeTePe, siz bu 2,4-D'yi bilirsiniz. Bu maddeye dayanıklı bir GDO tohum üretilmesine ve dünyaya yayılmasına nasıl bakarsınız?


Kusura bakmayın... Bir zirai ilaç olması dışında kayda değer bir bilgi sahibi değilim. Ancak araştırdıktan sonra yorum yapabilirim.

MeTePe
17-03-2012, 22:03
Daha önce linkini ve özetinden sonuç cümlesini verdiğim taze bir araştırma var (Cytotoxicity on human cells of Cry1Ab and Cry1Ac Bt insecticidal toxins alone or with a glyphosate-based herbicide (http://www.salmone.org/wp-content/uploads/2012/02/seralini-2012.pdf)). Özetinden alıntıladığım cümleyi yazmıştım zaten. Araştırmanın son cümlesi şöyle;
.

Okudum, yararlandım. Çok güzel bir çalışma.

Diyor ki, BT toksinini çeşitli dozlarda laboratuarda insan böbrek hücrelerinden üretilmiş kültürlere verdik ve 50ppm ve 100ppm dozlarında öldürücü sonuçlarla karşılaştık.

Bu arada ufak bir detay ama insan serumunda bu toksin seviyesi 0.1-0.2ppm düzeylerinde çıkıyor. :)

Çalışmayı yapanlar, GDO'da bu toksin olduğu için tüketenler bundan zarar görebilir diyor. Haklılar da... Birisi 0.1-0.2ppm dozlarında BT toksininin etkileri üzerine bir çalışma yaparsa bunu görmüş oluruz. :) Kendileri bu düzeylerde bir zarar tespit edebildiklerini gösterememişler.

Bu arada, ziraatten pek anlamadığım için soruyorum... Bildiğiniz, insana hiç bir zararı olmadığı kanıtlanmış zirai ilaç var mı? Balkonda yetiştirdiğim tere, roka falan küçük sinekler tarafından yeniliyor. Bunun için zehirsiz bir zehir bulamadım hala.. :(

MeyveliTepe
18-03-2012, 00:08
Bu arada, ziraatten pek anlamadığım için soruyorum... Bildiğiniz, insana hiç bir zararı olmadığı kanıtlanmış zirai ilaç var mı? Balkonda yetiştirdiğim tere, roka falan küçük sinekler tarafından yeniliyor. Bunun için zehirsiz bir zehir bulamadım hala..

Zehirsiz zehir yoktur ama balkonunuzdaki tere ve rokaya zehir atıyorsanız gerçekten de GDO'lar hakkında endişelenmenize gerek yok.

MeTePe
18-03-2012, 00:10
Daha önce yeni bir GDO tohumun (http://articles.mercola.com/sites/articles/archive/2012/02/12/dow-agrosciences-developed-new-genetically-modified-crops.aspx) gelmekte olduğunu, bunun "2,4-D" isimli aktif maddeye dayanıklı olduğunu, bu yüzden Round Up Ready tohumlara bir alternatif olarak sunulacağını yazmıştım. (alıntı rastgele. Bu konuda çok haber var)

Amerikan toplumunun duyarlı %4'ü çaresizce engellemeye çalışıyor ama büyük ihtimal engelleyemeyecekler. Round Up'a dayanıklı otlar tüm ülkeyi sardığı için RR GDO tohumlar yerine veya onunla dönüşümlü kullanılacak daha güçlü ve başka tesirli bir sisteme ihtiyaçları var.

Sn.MeTePe, siz bu 2,4-D'yi bilirsiniz. Bu maddeye dayanıklı bir GDO tohum üretilmesine ve dünyaya yayılmasına nasıl bakarsınız?
.

Şimdi konuyu biraz araştırdım.
Anladığım kadarıyla bu 2,4-D ilacı dünyada bol miktarda kullanılıyor. Neredeyse tüm ülkelerde kullanımına onay verilmiş. Zaten kullanılıyor.

Şimdi bir firma çıkmış, diyor ki... ben bu herbisite dayanıklı soya fasülyesi yaptım. Siz bu 2,4-D'yi kullansanız bile sadece zararlı otları öldüreceksiniz, fasülyelere bir şey olmayacak!

Peki, güzel! Burada şöyle bir risk ortaya çıkıyor. Bu tohumu kullananlar 2,4-D'yi endişe etmeden kullanabilecekler. Dolayısıyla gerekenden fazla 2,4-D kullanılabilir.

Evet, doğru!

Peki bu 2,4-D dayanıklı fasülyeleri GDO ile değil de, normal melezleme yoluyla veya doğadan ıslah ederek elde etseydik sonuç değişir miydi?

Açıkcası sanmıyorum.

Demek ki aradaki tek fark birinde bitkiye bir gen sokuşturulması.

Biraz araştırınca melez tohumların ciddi çevresel sonuçlar doğurabileceğini gördüm. Özellikle bunlarda kullanılan mantar ilaçları, antibiyotikler veya hormonların dikkat çekici etkileri olmuş.

Pazara gittiğimde gördüğüm ürünlerin çok ciddi bir kesimi hibrit tohumlardan elde edilmiş. Herhangi bir tohum satıcısına baktığımda satılan 10 tohum cinsinden 6-7 tanesi hibrit.

Burada neden "HİBRİT İSE BİLMEK HAKKIMIZ!" şeklinde bir başlık açılmadığı soru işareti oluştu bende.

****************************

Bazı kişilerin Organik Tarım fanatiği olması anlaşılabilir bir şey. Ancak markete gittiğimde kilosu 1TL'ye satılan sulu, lezzetli, iri, dayanıklı domates varken, kilosu 5TL'ye ezik, büzük, kolay çürüyen domatesi kimin satın alacağını da merak etmiyor değilim.

Bu arada bazı kişilerin "markette satılan domatesin tadı mı var?" dediklerini duyar gibiyim. Çok haklılar! Ama ben aynı domatesi bahçede yetiştirdiğimde markette satılan organik domatesten bile lezzetli oluyor. Demek ki sorun tohumda değil, pazarlanma şeklinde. (olgunlaşmadan toplanması vs.)

******************************

Şimdi sizin Prof.Alvarez Boyll yazışmasına dönecek olursak, diyorsunuz ki; "Bu konudaki bilim adamlarının %90'ı yalancıdır, çıkarcıdır, firmaların adamıdır. Bakın zavallı kadını ne hallere düşürmüş, makalesini 2 sene yayınlatmamışlar."

İyi de nasılsa eninde sonunda yayınlanmış. Kendisine rica etsem sorar mısınız: Yayınlanması için mafya veya başka bir örgütten yardım mı almış?

Bilim dünyasının da zaman zaman önyargıları olabilir. Örneğin küresel ısınmayla ilgili ortaya çıkan önyargı gibi... Ama her zaman karşıt fikirler olur ve bunları bugünün teknoloji çağında engellemek imkansız gibi bir şeydir. Mutlaka bir yerlerden patlak verir.

Herşey bir yana, firmaların asla engelleyemeyeceği, dolaylı etkilere yönelik yapılan pek çok çalışma mümkündür.

Şimdi sizin bakış açınızdan bakarsak, sayın Odeh'in ithal edilecek tohumlarla ilgili verdiği bir haber linki vardı. Bunu inceleyen bilim kurulu 9 başvurudan 6 tanesini reddetmiş, 3 tanesini onaylamış. Ben bu adamları nereye koyacağımı bilemedim. Bunlar firmaların adamı mı? 3 tohuma onay vermişler. O zaman diğer 6 sını niye reddetmişler?

MeTePe
18-03-2012, 00:15
Zehirsiz zehir yoktur ama balkonunuzdaki tere ve rokaya zehir atıyorsanız gerçekten de GDO'lar hakkında endişelenmenize gerek yok.

Hayır, atmıyorum. Ama sinekler yiyor, ben seyrediyorum.:cool: O yüzden tamamen güvenli bir zehir olup olmadığını merak ettim. :)

MeyveliTepe
18-03-2012, 00:28
Bayer'in Liberty Link isimli genetiği değiştirilmiş pirinci 2006 yılında civardaki pirinç tarımı yapılan tarlalardaki pirinci kirlettiği için 11bin çiftçi tarafından dava edildi ve 2011 yılında $750 milyon tutarında cezaya çarptırıldı (http://www.prweb.com/releases/personal-injury-law-firm/best-attorneys-Missouri/prweb8605142.htm).

MeyveliTepe
18-03-2012, 00:43
"2,4-D" yi araştırırken Agent Orange'a da rastladınız mı bilmiyorum.

Peki bu 2,4-D dayanıklı fasülyeleri GDO ile değil de, normal melezleme yoluyla veya doğadan ıslah ederek elde etseydik sonuç değişir miydi?

2,4-D'ye dirençli fasulyenin melezleme veya doğadan ıslah edilerek nasıl elde edilebileceğini düşünüyorsunuz?

Bu olsa olsa, bir kaç yıl boyunca çok yoğun 2,4-D'ye maruz bırakılan fasulyelerde olabilir. Aynı Round Up'a direnç kazanıp tüm Amerikayı işgal eden pigweed gibi.

Round Up'ın, RR GDO tohumlar yüzünden her yıl bir öncekinden fazla kullanılıp bu güne geldiği düşünülürse, 2,4-D zehiri de gitgide artan ölçülerde kullanılacak. Bunun sonunda da belki şu meşhur pigweed fazladan bir de 2,4-D direnci kazanacak.

Burada endişe edilmesi gereken tabii ki pigweed'den çok 2,4-D olsa gerek. Bu aktif maddenin geçmişteki ünü pek de iyi değil sanki.

MeyveliTepe
18-03-2012, 01:04
Bazı kişilerin Organik Tarım fanatiği olması anlaşılabilir bir şey. Ancak markete gittiğimde kilosu 1TL'ye satılan sulu, lezzetli, iri, dayanıklı domates varken, kilosu 5TL'ye ezik, büzük, kolay çürüyen domatesi kimin satın alacağını da merak etmiyor değilim.

Organik üretimin desteklenmeyip marjinal bırakanlar, bunlar eciş bücüş olur diye imaj yaratanlar utansın diyeceğim.

Elimdeki 50'den fazla atalık domates tohumunun (ki bazılarının 300 yıllık tarihi var) en vasatı hibrit tohumlardan çok daha lezzetli domates verir. Hepsinin farklı özellikleri vardır. Bir yerde iyi ürün vermesi için önce orada yerelleşmesi gerekir. Yerelleşenler herhangi bir hibridden daha da verimli olur. Her birinin farklı aroma, lezzet ve dayanıklılıkları vardır. Söz gelimi, bendeki bir çeşit sertliğini bir ay muhafaza edecek kadar dayanıklıdır. Hepsinin farklı toprak, besin, su isterleri vardır.

Hibrid tohumlar, bana göre GDO endüstrisinin tohum tekelleştirmesindeki bir önceki aşaması. Yine az sayıdaki şirketin, yine gıdaya hakim olma ekonomisi içinde hibridler yaratıp, yine çiftçiyi her yıl yeniden tohum satın almaya mahküm etme taktiği idi.

Oysa, her ihtiyaca göre ve her ortama göre yerel tohum var (hibridlerle tohum ıslahını biribirine pek karıştırmamak gerekir).

MeTePe
18-03-2012, 01:09
"2,4-D" yi araştırırken Agent Orange'a da rastladınız mı bilmiyorum.

2,4-D'ye dirençli fasulyenin melezleme veya doğadan ıslah edilerek nasıl elde edilebileceğini düşünüyorsunuz?


Elbette rastladım...

Ama Agent Orange'da asetik asit de var. Bildiğimiz sirkede bulunan asit... Bu yüzden sirkeden vazgeçmiyoruz.

Ayrıca okuduğum kadarıyla, asıl sorumlu tutulan madde dioxin, 2,3,7,8-tetrachlorodibenzodioxin (TCDD). Aksi halde 2,4-D böyle fütursuzca ve yaygın olarak kullanılmaya devam edilmezdi.

Öyle değil mi?

Dirençli fasülye nasıl ıslah edilir bilmiyorum. Uzmanı değilim. Demek ki gen teknolojisiyle bunun daha kolay olduğunu düşünmüşler.

Ama benim vurguladığım husus bu değil... eğer hibrit fasülye ile bu mümkün olsa yine karşı çıkılacak mıydı? Onu soruyorum.

Çünkü burada asıl hedef sapıyor. Bir bitkinin özelliklerinin değiştirilmesi mi bizi rahatsız ediyor, yoksa bu işlemin gen teknolojisi ile yapılmış olması mı?

Siz çok dolaylı bir yolla bu teknolojiyi sorumlu tutuyorsunuz.

3-5 sayfadır çok çeşitli sorular dile getirdim. Yazdıklarımla ilgili pek çok karşı görüş ve itiraz yazıldı. Ama sorduğum sorulara doğru dürüst hiç yanıt alamadım. Burada tarla, bahçe ile uğraşan bu kadar insanın bu soruların yanıtlarını bilmediklerini düşünmüyorum. Ve neden yanıt alamadığımı da anlamış değilim.

Son sorularımdan birini tekrar dile getireyim... Neden "Hibrit İse Bilmek Hakkımız" diye bir kampanya yok?

MeTePe
18-03-2012, 01:18
Organik üretimin desteklenmeyip marjinal bırakanlar, bunlar eciş bücüş olur diye imaj yaratanlar utansın diyeceğim.
.

Su, kolay aktığı tarafa gider. Çiftçi organik tarımla para kazanabilseydi, diğer tohumları kullanmaya gerek duymazdı.


Hibrid tohumlar, bana göre GDO endüstrisinin tohum tekelleştirmesindeki bir önceki aşaması. Yine az sayıdaki şirketin, yine gıdaya hakim olma ekonomisi içinde hibridler yaratıp, yine çiftçiyi her yıl yeniden tohum satın almaya mahküm etme taktiği idi.


Çok doğru. Sonuna kadar katılıyorum.
Peki neden hibrit tohumlar bir tehdit olarak algılanmıyor. Bunu çeşitli kereler dile getirdim. Siz de ilk kez bu konuda yorum yaptınız.


Oysa, her ihtiyaca göre ve her ortama göre yerel tohum var (hibridlerle tohum ıslahını biribirine pek karıştırmamak gerekir).

Elbette... Karıştırmıyorum zaten.
Ama ıslah da tohum genetiğini değiştirmenin bir yoludur. Evrim sürecini hızlandırmak ve doğada kendiliğinden var olamayacak bir cins oluşturmaktır.

Yöntem tamamen farklı ama sonuç aynı.

Odeh
18-03-2012, 01:29
(292 nin son cümlesine istinaden: Gelişen teknoloji, uygulama alanının sonuçlarını yorumlayabilecek zaman bırakmayacak kadar güçlü propaganda yöntemlerini de birlikte getirmekte, icra etmektedir. Pazar ve kazanç neredeyse küresel bir imparatorluk vaadedecek kadar genişlemiş, hükümranlık umudu ve zaferini yakın gösterecek kadar hayatî unsurlara (gıda) el atılmıştır. Bu durum zaten yeterince endişe kaynağıdır.)

MeTePe
18-03-2012, 01:31
Bayer'in Liberty Link isimli genetiği değiştirilmiş pirinci 2006 yılında civardaki pirinç tarımı yapılan tarlalardaki pirinci kirlettiği için 11bin çiftçi tarafından dava edildi ve 2011 yılında $750 milyon tutarında cezaya çarptırıldı (http://www.prweb.com/releases/personal-injury-law-firm/best-attorneys-Missouri/prweb8605142.htm).

İlginç bir haber.

Buradan şunu anladım. GDO'lu ürünlerin en fazla zarar verdiği şey bu tohumları üreten firmalar. :)

Adamlar 750 milyon dolar tazminat ödemek zorunda kalmışlar. Peki niye, çünkü kontaminasyon olduğunu duyan yabancılar pirinci satın almak istememiş ve pirinç fiyatları düşmüş. Çiftçiler de bu parasal kayıpları için dava açmışlar.

İyi olmuş... firmalar artık daha dikkatli davranır.

MeTePe
18-03-2012, 01:38
(292 nin son cümlesine istinaden: Gelişen teknoloji, uygulama alanının sonuçlarını yorumlayabilecek zaman bırakmayacak kadar güçlü propaganda yöntemlerini de birlikte getirmekte, icra etmektedir. Pazar ve kazanç neredeyse küresel bir imparatorluk vaadedecek kadar genişlemiş, hükümranlık umudu ve zaferini yakın gösterecek kadar hayatî unsurlara (gıda) el atılmıştır. Bu durum zaten yeterince endişe kaynağıdır.)

Bu oldukça kaçamak bir yanıt. :cool:

Hibrit ve ıslah edilmiş ürünlere karşı olup olmadığınızı soruyorum sadece. Hadi ıslah edilmişleri de bir yana koyalım. Sadece hibrit olsun.

Daha basite indirelim. Burada olduğunuza göre sebze, meyveden benden daha iyi anlıyor olmanız olası. Alışveriş yaparken aldığınız ürünlerin hibrit olmamasına özen gösteriyor musunuz? Bunu takip ediyor musunuz? Risklerini biliyor musunuz?

Daha bir de tarım ilaçları ve gübre kısmı var ama henüz oraya gelemedik.

Odeh
18-03-2012, 01:56
Araya girmek istemediğimden parantez arasında yazmıştım ancak madem soru sordunuz, yanıtlayayım.

Kaçamak değil aslında. Teknolojik gelişmenin ne getirip götürdüğünü para kazanmayı bir şehirliden çok daha fazla isteyebilecek bir çiftçinin dünyasında değerlendirilmesini isterim. Ne kadar umurunda olacağı konusu tartışılır. Bu durum 4 tarafı da belirgenleştiriyor: Teknoloji sahibi, buna izin veren/vermeyen politik irade, kullanan çiftçi, tüketen yurttaş. Bilim adamlarını bu konuya dahil etmiyorum.

Islah ya da hibrite vereceğim yanıtın biyolojik ve teknolojik olarak biraz daha ileri götürülerek transgenik organizmalara bağlanabileceği riskine rağmen; ıslaha evet derim, melez(hibrit) e dengeli kalarak yaklaşmayı tercih ederim.

Alışveriş meselesini sormayın, bu konuda tam bir derdim. Çok sevdiğim sebzeyi pek yiyemiyorum. Tavuk ve hamur sıfıra indi diyebilirim. Görünüm ele veriyor büyük oranda. Mesela GDO serbest olsun diyen bir arkadaşımı sivri biberle canına kastedecek şekilde kovalayabilirim. :) Çünkü biber öyle bir şekil almış ki.. Ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Takip bu mertebede. Risk de görsel ve sezgisel olarak edinilen izlenim mertebesinde.

Tabi bunlar 1 kişi için geçerli. Sorumluluğu da.

Odeh
18-03-2012, 02:01
(Elbette çok olmasa da yaşım gereği dün ile karşılaştırma şansım var, bunu göz ardı etmemek lazım.)

MeTePe
18-03-2012, 02:22
.
Islah ya da hibrite vereceğim yanıtın biyolojik ve teknolojik olarak biraz daha ileri götürülerek transgenik organizmalara bağlanabileceği riskine rağmen; ıslaha evet derim, melez(hibrit) e dengeli kalarak yaklaşmayı tercih ederim.
..

:cool:

Evet... bunu söyleyebilen en az bir kişi olduğuna sevindim. :p

Yine de "hibrit ise bilmek isterim" demeye gerek duymuyorsunuz. Neden?

Bu aşamada şunu eklemek isterim. 1980'lerden bu yana GMO (e.coli ve mayalar) tarafından üretilen insülin şeker hastalarında kullanılıyor. 2006 yılından bu yana konvansiyonel yöntemler tamamen bırakılmış. Yani artık tamamen GDO insülin kullanılıyor. Şikayet eden kimse duydunuz mu hiç? :confused:

Odeh
18-03-2012, 02:30
Bu biraz NBŞ konusuna benzemedi mi? İnsülin moleküler olarak arî ise önemli değil, genetik kalıntı var mı ya da buna bakılmış mı peki?

Odeh
18-03-2012, 02:32
Bilmek için isteğe de gerek kalmıyor ku, kabak gibi ortada! GDO böyle olmayabilir.

MeyveliTepe
18-03-2012, 03:00
Şimdi sizin Prof.Alvarez Boyll yazışmasına dönecek olursak, diyorsunuz ki; "Bu konudaki bilim adamlarının %90'ı yalancıdır, çıkarcıdır, firmaların adamıdır. Bakın zavallı kadını ne hallere düşürmüş, makalesini 2 sene yayınlatmamışlar."

İyi de nasılsa eninde sonunda yayınlanmış. Kendisine rica etsem sorar mısınız: Yayınlanması için mafya veya başka bir örgütten yardım mı almış?

Anlamazlıktan gelerek karikatürize etmiyorsunuz umarım. Prof. Bir yüzde vermedi. Sonunda Dr.Chapela bile yayınlayabildi yazısını. O olay şirketlerin işlerine gelmediği, o güne kadar söylediklerinin yalan olduğunu ortaya çıkaran bir çalışmaya doğrudan veya dolaylı müdahalesi ile ilgili. Chapela'nın hikayesini (http://www.theava.com/04/0218-chapela.html) üşenmesem, zamanım olsa oturup çevireceğim.

Kastedilen, GDO yararına araştırma yapıyor gibi görünenler. Ona baktık bulamadık, şuna baktık çok iyidir diyenlerin bazıları. Başkaları nasıl buluyor ki o zaman. Hala GDOlar başka bitkilere gen transferi yapmadı, çevreyi etkilemedi diyenler var. Fazladan bitkinin daha iyi gelişmesine de yarıyormuş. Bilseydik BT bakterisini sadece tırtıla sıkmaz, gübre gibi kökten de verirdik.

Araştırma kısıtlamalarıyla ilgili bir yorumda bulunmamışsınız. Diyorlar ki, tohum alınırken bir anlaşma imzalanacak. Bu anlaşmada da araştırma kısıtı var. İzin verilmesi lazım. O zaman tohum alıp da araştırma yapanlar izinli araştırma yapıyor anlamına gelmiyor mu? Bakın birisi GDO tohum ekip araştırma yapmış, çevreye ne kadar iyi olduğuna dair makaleler yazmış. O zaman nasıl almış acaba o tohumları? Başka birileri de rahatsız olmuş GDO tohumların ekilmesine tarlayı yakmışlar. Haklı olarak "vandalism" diye şikayet etmiş. Dahası çevreye olan etkileri artık ayyuka çıkmışken. İnsan hiç olmazsa sabit olanları kabul eder de onların üzerinden bir şeyler yapar.

Örneğin meşhur BT genini alaım. Toprakta bulunan Gram(+) bir bakteriye ait bir gen. Hayatınız boyunca bununla hiç karşı karşıya gelmeyeceğinizi nasıl söyleyebilirsiniz? Bağırsaklarımızda dahi milyonlarca bakteri yaşıyor. Bunların bazıları GDO çalışmalarında kullanılan bakteriler.[quote]
Biz bu bakteri ile yıllardır iç içeyiz. İsteyin yarım saat sonra resmini çekip göndereyim. Ama bunun geni tek başına dolaşmaz. Tırtıl dışında (kurstaki izolasyonu) zararsız bir bakteridir. Toksini de tırtılın iç organlarında üretir. Tırtıl dışında başka bir yaratıkta da toksin üretmez. Bitkinin DNA'sına çakılan da bakterinin kendisi değil, toksinin kendisi kanımca.

Neyse, esas yazmak istediklerim;

[quote]Şimdi sorulması gerek soru şu: Bu konuda gerçek uzmanlar olan bir komitenin değerlendirme raporuna güvenecek miyiz? Yoksa, "Ben ikna olmadım!" deyip itiraz mı edeceğiz?

Kimi güvenip ikna olur, kimi olmaz. Nereden bakıldığına göre değişir.

İnsanlar, bu aşamada kendilerine dayatılan BT/HT mısır varyetelerinin ve BT/HT soya varyetelerinin doğrudan veya dolaylı yiyecek zinciri içine girmesinin güvenli olduğuna temelden inanmıyor.

İnanmamak için de yeterli sebepleri var.

Burada esas belirleyici olan da, forumda öyledir, böyledir diye yazdığımız şeyler değil.

GDO'lar toplumun besin zincirinin içine gizliden girmeye çalışıyor. Sadece bu bile tepki duyulmasına yeter.

Sadece bizim ülkemizde değil, dünyanın hiç bir yerinde, hiç bir yiyecek şirketi, olumlu ayırd edici bir özellik olarak, "benim ürünüm GDO'dur, nasıl da güzeldir" demedi, diyemedi.

Çıktığı ülke olan ABD'de "GDO ile GDO olmayan aynıdır" diyerek, GDO'ların GDO olmayanlar arasına gizlenmesini sağladılar. Bir şey gizleniyorsa insanlar, "gizleniyor, (kaba tabirle) demek ki var bir b.kluk" diye düşünürler. Nitekim bu güne kadar ortaya çıkanlar insanların kuşkularını azaltmadı, arttırdı.

Hali hazırda yiyecek zincirine giren GDO'lar hiç bir zaman tüketicinin yararına, sağlığına vb. bir kaygı taşımadı. Sadece patent sahibi şirketlerin yararına, bir kâr makinası gibi çalıştı.

GDO'lar hep sahipli idi. 2-3 şirket ve bunlarla bütünleşmiş bir devletin dünya politikasını oluşturdu. Başta Dünya Ticaret Örgütü olmak üzere, evvelce yapılmış, ülkeler arasındaki ilişkileri düzenleyen anlaşmalar kullanılarak dünyaya pompalanmaya çalışıldı. İnsanlar bunların detayını bilmese bile genel hatlarıyla biliyorlar. Bu bile tek başına "ne oluyoruz" demeye yeter.

Tohum yaşamı temsil eder. Tohumun bir sahibinin olması bile yeterince itici bir şey. İnsanlar bunun farkında.

Ülkemizde olan bitene bakalım. Senelerce milyonlarca ton GDO mısır ve soya girdi ülkeye. Yiyecek şirketleri ser verip sır vermeden yedirdi bunları insanlara.

Sonra bir yönetmelik çıktı, kadük oldu. Sonra AB mevzuatı paralelinde kanun ve devamında bir yönetmelik daha çıktı.

Hatırladığım kadarıyla altı ay kadar bekleme süresi koydular. GDO ithalatı devam etti. kanun ve yönetmelik devreye girdiğinde, hiç bir yiyecek kutusunun üzerinde GDO'ludur yazmadı. Oysa miktarı belirsiz GDO girdi stoku vardı.

Aslında soya ve mısır ithalatı hiç hız kesmedi. Her yıl, bir öncekinden de fazla soya ve mısır girmeye devam etti. Teorik olarak bunların GDO'suz olması gerekir. Belki de öyledir. Toplam ithalat rakamlarına bakmıştım ama ülkelerine bakmadım. İlk fırsatta bir göz atacağım.

Hiç bir yayın organında GDO denetimi ile ilgili bir şey duymadık.

Sonra yem sanayi derneği, GDO ithal edeceğim dedi. Oysa dermek ithalat yapmıyor. Tek tek şirketler yapıyor. Şirketler mutad olduğu üzere derneğin arkasına gizlendi.

Kanuna göre ürettikleri yemlere etiket koymaları lazım. Koyanlar da var nitekim. Ama tüketici bunun neresinde? (Şayet inekleri tüketici saymazsak)

Peki, bu yemlerle beslenen hayvan ürünleri, et, süt, yoğurt, peynir,tavuk, yumurta vb. ne oldu. Biliyor muyuz hangisinin GDO'lu olduğunu hangisinin olmadığını?

Söz gelimi, siz özellikle GDO yemek istiyorsunuz? Nasıl seçiyorsunuz?

Oysa kanun şunu diyor;

(4) Alınan başvurular Bakanlık tarafından Kurula iletilir. Kurul doksan gün içerisinde başvurunun kabul edilip edilmediğini ve diğer değerlendirmelerini Bakanlığa gönderir. Bakanlık on beş gün içerisinde başvuru sahibine bildirimde bulunur. Ek bilgi veya belge talebi nedeniyle geçen süre, bu sürenin hesabında dikkate alınmaz.
(5) GDO ve ürünlerinin;
a) İnsan, hayvan ve bitki sağlığı ile çevre ve biyolojik çeşitliliği tehdit etmesi,
b) Üretici ve tüketicinin tercih hakkının ortadan kaldırılması,
c) Çevrenin ekolojik dengesinin ve ekosistemin bozulmasına neden olması,
ç) GDO ve ürünlerinin çevreye yayılma riskinin olması,
d) Biyolojik çeşitliliğin devamlılığını tehlikeye düşürmesi,
e) Başvuru sahibinin biyogüvenliğin sağlanmasına yönelik tedbirleri uygulamak için yeterli teknik donanıma sahip olmadığının anlaşıldığı,
durumlarda bu başvurular reddedilir.
Yukarıdaki (b) şıkkına bakalım. Nerede tüketicinin tercih hakkı?

Bizler teker teker şirketleri arayıp GDO yem kullanılıyor mu diye soruyoruz. Belki siz de aynını yapmalısınız. Herkes gibi sizin de tercih hakkınız var.

Hoş, görünüşe göre herhangi bir markete girip içinde mısır türevleri veya soya türevleri, tercihan ikisini birden içeren ne alsanız arzu ettiğiniz üzere GDO vardır.

Peki GDO istemeyenler ne yapacak?

Durum böyle olunca, "benim de GDO isteme hakkım var, bana GDO yeme diyemezsiniz" demenin bir mânâsı yok, samimi de değil. Siz o hakkı zaten kullanıyorsunuz. Ne yeseniz zaten GDO. Fakat insanların "GDO istemeyiz" demesini kısıtlamaya kalktığınızda bilerek veya bilmeyerek GDO lobisiyle aynı paralele düşersiniz. Bu bakımdan dikkatli olmak gerek. İnsanların GDO istemeyiz demeye, eşlerine dostlarına, iletişimde oldukları başkalarına GDO yememesini tavsiye etme hakları da vardır. Nitekim siz de GDO iyidir deme hakkınızı kullanıyorsunuz.

Gıda İthalatçıları derneği de aynını yaptı. Bazı gıda şirketlerinin isteği doğrultusunda başvuruda bulundu. Gerçekte kimin istediği belli değil, gizli. Üye listelerini bile kaldırdılar ortadan. GDO iyi bir şey ise neden?

Kurulun yapısına da bir bakın. Neyi temsil ediyor? Kabul edilenler hep oy çokluğu ile. Demek ki bir fikir birliği bile yok. Dış ticaretin biyogüvenlik ile ne alakası olabilir ki?

Bugün içinde bulunduğumuz GDO kaosunun ulvi bir genetik bilimiyle alakalı olduğunu hiç düşünmüyorum. Genetik diye bir bilim varsa, bu alandaki bilgi birikimiyle insanlar ve genel olarak doğa lehine yapılabilecek bir çok şey potansiyel olarak var. Bunu kim reddedebilir.

Ama olanlar bu değil. Bütün mesele bu.

Bizler burada yine bilgi ve bulgularımızı paylaşırız. Fakat yukarıda listelediklerim bu günün pratik gerçekleridir ve toplumların davranışlarını, sağduyusunu bunlar belirler.

Ha, sonunda ne olur. Toplumlar seslerini çıkarıp değiştirme, etkileme gücüne sahip olmadıkları için kârlarına kâr katmaya devam ederler.

Bizim gibiler de, artık çoktandır zaten yaptığımız gibi kendi besinimizi kendimiz üretiriz.

MeyveliTepe
18-03-2012, 03:12
Evet... bunu söyleyebilen en az bir kişi olduğuna sevindim.

Bu, forumda yeni olmanızda olabilir mi? GDO'lu besinlerin, daha doğrusu GDO'suzların bilinmesi için açılmış bir başlıkta hibrid istemeyiz demenin ne alemi var? Merak ediyorsanız evet, büyük bir çoğunlukla, bir çok sebepten dolayı hibrid istemeyiz.

Tarım ilaçlarında da gelecekmişsiniz ya. Peşinen söyliyeyim. Zehirli tarım ilaçlarını da sevmeyiz. Problemlerimizi zehir kullanmadan çözmeye çalışırız. Çoğu zaman da çözeriz. Söz gelimi, bizim rokaları tereleri sineklere bırakmıyoruz pek. Tabii ki zehirsiz.

MeTePe
18-03-2012, 03:43
Bu biraz NBŞ konusuna benzemedi mi? İnsülin moleküler olarak arî ise önemli değil, genetik kalıntı var mı ya da buna bakılmış mı peki?

Açıkcası bilmiyorum. Siz de bilmiyorsunuz. Ve hiç bunu sorgulama ihtiyacı hissetmediniz.

Ama şekeri sorguluyorsunuz. İyi bir şey bu.

Samimiyetle, genetik kalıntı olmadığı gösterilse buna güvenip tereddütsüz yiyecek misiniz?

MeTePe
18-03-2012, 03:56
Bu, forumda yeni olmanızda olabilir mi? GDO'lu besinlerin, daha doğrusu GDO'suzların bilinmesi için açılmış bir başlıkta hibrid istemeyiz demenin ne alemi var? Merak ediyorsanız evet, büyük bir çoğunlukla, bir çok sebepten dolayı hibrid istemeyiz.
.

Özür dilerim. Derdimi anlatamamış olmam tamamen benim kusurumdur.

yanıtın biyolojik ve teknolojik olarak biraz daha ileri götürülerek transgenik organizmalara bağlanabileceği riskine rağmen

Beklediğim yanıt buydu ve Sn. Odeh bunu farkedip oldukça temkinli bir yanıt verdi. Hatta açık sözlü davrandı. Kendisine teşekkür ederim.

***********

Diğer uzun mesajınızda ise yeni bir şey söylemediğiniz ve aksiyomlarla tezinizi dile getirdiğiniz için vereceğim her yanıt tekrarlardan ibaret olacak. Başa dönüp aynı şeyleri söylemenin pek anlamı yok.

Firmaların engellemeleri olabileceğine hiç bir zaman itiraz etmedim. Israrla bunu dile getiriyorsunuz. E, tamam... peki. Kabul ediyorum zaten.

Görünüşe göre pek başarılı olamıyorlar. :cool:

pria
25-03-2012, 10:55
GDO'lu ürünü 'yemezler' - Gerçek Gündem (http://www.gercekgundem.com/?p=446799)

üzüm
30-03-2012, 18:34
Mother Earth News dergisinin son sayısında Genetiği Değiştirilmiş Gıda Tehditleri (http://www.motherearthnews.com/sustainable-farming/genetically-modified-foods-zm0z12amzmat.aspx) diye özellikle ABD'deki durumu anlatan bir yazı yayınlandı.

Serpent
02-04-2012, 14:12
Mesajlardan birinde GDO’lu ürünlere karşı durmada Zambia kadar olamadık diye yazılmış. Merak ettim baktım bu Zambia’nın durumu neymiş diye.

Zambia 2002 yılında ve onu takip eden bir çok yıl boyunca kuraklıktan kaynaklanan rekolte düşüklüğü nedeniyle açlıkla karşı karşıya kalmış.

Bu ülkenin büyüklüğü neredeyse Türkiye kadar. Nüsusu ise bizimkinin beşte biri kadar. Ülkenin topraklarının aslında verimli olduğu bildiriliyor.

Kuraklık veya şu bu sebepten yiyecek sıkıntısı çıkmış ve en az üç milyon kişi ölümle karşı karşıya gelmiş.

Bunlara Amerikan vatandaşının da yediği GDO’lu mısırı uluslararası kuruluşlar gıda yardımı olarak vermek istemişler. O zamanki başkan ben halkıma bile bile zehir yediremem demiş. Ayrıca bizim insanımız bunu tohumluk olarak kullanır çapraz tozlaşmayla bizim mısırımızı da bozar ve ihracat yapamayız demiş (Kendi mısırı kendini beslemeye çok yetiyor da bir de ihracat tasasına girmiş). O kadar ki gıda yardımının öğütülmüş mısırla yapılmasını bile kabul etmemiş bu Zambia. Not: en son haberlere göre artık öğütülmüş mısırı kabul edecekmiş.

Amerika’nın, Kanada’nın kendi insanına yedirdiği mısırı kabul etmiyorlar. Diyorlarmış ki bize GDO’suz mısırdan verin. İyi de Amerikan mısırının yüzde 95’i GDO’lu zaten.

Bu kıtlık esnasında ortalama yaşam beklentisi 50 yaştan 32 ye kadar düşmüş. Yani sapır sapır ölmüşler. Bu ölümü niçin göze almışlar? Efendim, GDO’lu mısır bunları 20 yıl sonra ya kanser yaparsa veya umulmadık hastalıklar çıkarırsa diye. İyi de adam aç olduğu için 20 yıl bir yana yarın, öbür gün açlıktan ölecek. Bir kısım insan kedileri, köpekleri yemiş ölmemek için.

Hadi tarımına izin vermiyorsun, hiç değilse yemek için kabul et de insanlar ölmesin. Hayır! ‘GDO’lu ise yemezler.’

Eğer siz bu ülkede yaşayan yoksul biri olsanız nasıl davranırdınız?

A. Kısa süre içinde açlıktan acı çekerek ölüp gitmeyi mi tercih ederdiniz?

veya

B. GDO’lu ürünlerin ileriki yıllarda vereceği hastalıklar, genetik bozukluklar söylentisine itibar etmeyip GDO’lu ürünü yemeyi mi tercih ederdiniz?

Evet sorumu cahil bir Afrikalıya sormuyor; sizin gibi rasyonel düşünme kabiliyeti olanlara soruyorum.

Cevap bekliyorum. A ya da B.

Tabii ki bir de C seçeneği var.

C. Dünyayı ve diğer insanları kurtarmak için intihar etmeyi mi tercih ederdiniz?

Saygılarımla..


P.S. İntihar mı ederdiniz diyince bir anım aklıma geldi. Yurdışında çalıştığım firma istihkak alamadığı için 5 aydır maaşlarımızı ödeyemiyordu. İşçi arkadaşlar sürekli avans istiyorlar ama alamıyorlardı. Bir gün bir işçi arkadaş şefimize ‘madem avans veremiyorsunuz bari çok az bir para verin de fare zehiri alıp içelim kurtulalım’ demişti. Şef ondan baskın çıkıp, ‘fare zehiri alacak kadar bile paramız yok. Olsa alıp hep birlikte içip bu durumdan kurtulurduk’ demişti.
Kıssadan hisse: Bunlara zehiri de vermek istemişler ama onu da kabul etmemişler.

Odeh
02-04-2012, 17:56
Kanaatimce insan yaşamı ancak çok özel durumlarda ilkelerden daha değersizdir. Hoş bu örnekteki durum da ilke ile zaten açıklanamaz ya... Kararlarının sonucunu yaşamışlar, üstüne bir de yorum yapmak anlamsız.

B seçeneğindeki "itibar etmeyip" ibaresini kaldırarıp "bile bile" ekleyerek seçerdim...

Sayın Serpent, ayrıca mâlûmunuz, suî misâl misâl olmaz derler... Bu yaşanan Zambiya özelindeki toplu intihar girişimi GDO konusunda müspet ya da menfî bir katkı gibi durmuyor...

Saygılar,

MeTePe
02-04-2012, 23:15
Temkinlilik iyi bir şey.

Yine konuyla alakasız gibi görünen bir örnekle devam etmek istiyorum. 4-5 yıl önce cep telefonları beyin karserine yol açıyor diye bir yaygara koparıldı. Bunun artçı dalgaları da halen devam ediyor. Çatılardan baz istasyonlarını söktürenler, firmalara dava açanlar vs. sıkça basına yansıdı.

Gerekçe oldukça geneldi. Yapılan çalışmalara göre fare embriyoları cep telefonu sinyallerine maruz bırakılınca hem sinir hücrelerinde kanama, ölüm, hem de kanser sıklığında artış görülüyordu.

Her yönüyle korkunç bir tablo!

2 gün önce yaklaşık 15.000 kişi üzerinde 14 yıldır yürütülen bir çalışma yayınlandı. Buna göre, bilinen pek çok beyin, tükürük bezi, kulaç içi vs. tümörleri ile cep telefonu kullanımı arasında bir ilişki gösterilemedi.

Elbette, bilim adamları bu konuda daha fazla araştırma yapılmasını önerdiler. :) :)

*******************

Şimdi bu konunun GDO ile ne alakası var denilebilir... Aslında çok alakası var! 5-6 yıl önce başka bir forumda bu konuda yürütülen tartışmalarda önemli olanın telefonun kanser yapıp yapmaması değil, yaptığı kanserden daha fazla hayat kurtarıp kurtarmadığı olduğunu söylemiştim.

Bugün cep telefonunun sadece kış aylarında bile dağda, yolda, karda mahsur kalan yüzlerce kişiyi kurtardığını sanırım kimse inkar edemez.

Burada bir kaç kişi GDO'yu savunurmuş pozisyonunda sanki modern frankesteinlar yaratılsın gibi bir arzu duyuyormuşuz gibi algılanıyoruz. Kendi adıma konuşacak olursam benim tezim tamamen yararcılık üzerine kurulu. Cep telefonu örneğinde olduğu gibi kaybedilecek kaç yaşam var, kazanılacak kaç yaşam var noktasından hareket ediyorum.

Sayın Serpent'in yukarıda verdiği örnek bu yönüyle oldukça anlamlı! Körü körüne bir GDO karşıtlığı mı? Yoksa kar-zarar hesabıyla yürütülecek bir bilinçli kabulleniş veya itiraz mı?

Elbette ben de en doğal, en GDO'suz, en sağlıklı, en ilaçsız gıdalarla beslenmek isterim. Eğer bunun faturası bir kilo domatese 8-10TL vermek olacaksa o domatesi hiç yiyemeyeceğimden hareketle kanser riskini göze alabilirim.

Pek çok kişi kanser riskini bile bile sigara tüketiyor. Kanser riskini bile bile ateşte ızgara edilmiş gıdaları tüketiyor. Hatta meşhur bir firma bunu reklamlarında bile kullandı "Ateş seni çağırıyor" :)

Benim anlamakta zorlandığım kısım, keyif için dahi göze aldığımız oldukça yüksek risklerin pek azı söz konusu olduğunda olayın çok fazla büyütülerek dramatik noktalara çekilmesidir.

Şurada tartışılmış pek mesajda görüleceği gibi, 20 yılda GDO'lu gıdalar nedeniyle tahminen 50, 100, 300, 500 vs. kişi kansere yakalanmıştır veya ölmüştür diyebilecek tek bir kişi yok! Çünkü tespit edilmiş böyle bir veri yok!

Efendim dna parçasının tavuk embriyosuna geçişi gösterildi, bağırsak hücrelerine girdiği tespit edildi vs. Peki net sonuç nedir? Onu göremedik???

En başta da söylediğim gibi, GDO'lu ohumların yarattığı ekonomik tehdit bana göre en büyük tehdittir. Bunun için her türlü önlemin alınması taraftarıyım. Doğalgaza bağımlı olduğumuz gibi GDO'ya bağımlı hale gelmemiz de bir felaket olur. O zaman şimdiden önlemimizi alıp "GDO, tu kaka" demeden bu teknolojiye sahip olmaya çalışmalıyız. Aksi halde zaten dizleri titreyen tarımımız tümüyle çöküp kalacak.

MeyveliTepe
02-04-2012, 23:43
Cahil(!), kafası çalışmayan(!) Afrika ülkesi Zambia kadar olabilmek de bir şey olsa gerek. "GDO ile Dünyayı Açlıktan Kurtaracağız" sloganını bedel ödemeyi göze alarak GDO şirketlerinin ağızlarına tıkamışlardı. GDO'un açlıktan kurtardığı bir şey de yok ayrıca.

En son Zambia Tarımsal Araştırmalar Enstitüsü (ZARI), Afrika iklimine uygun yerel tohumdan %30 ürün artışı sağlayan mısır tohumu ıslah ettiler. Geçtiğimiz Ocak ayında merak edip DTMA'nın başındaki Dr.Wilfred Mwangi'ye yazdım, nasıl yaptınız, biyoteknoloji ile bir alakanız var mı diye. Ertesi gün cevap verdi, geleneksel ıslah ile kuraklığa dayanıklı mısır ürettik diye.

Kötü olan ise, ayrıca bir de WEMA diye bir program var. DTMA'nın ürettiği tohumu alıp içine bir-iki gen çakıp bir firmaya patentlemek üzere bekliyor.

MeyveliTepe
02-04-2012, 23:59
Scientists Under Attack | youtube Video (http://www.youtube.com/watch?v=qF7rxe_25nI&feature=player_embedded)

Bir de Arpad Pusztai konusu var. Hatta ilki. GDO pateteslerle beslenen farelerin bağışıklık sistemlerinin zarar gördüğünü açıkladığında ilk iki gün çalıştığı kurumu bile kahraman etmişken birden bire, bir telefon ile hayatı kararmıştı.

Sonra başka biliim insanlarının da başına benzer şeyler geldi.

MeyveliTepe
03-04-2012, 00:50
Bir Reklam Filmi | youtube Video (http://www.youtube.com/watch?v=7GNeyuYOrkY&feature=player_embedded)

Bu videonun linkini verdiğimde iki yorum gelmişti. Birinde "ajitasyon" deniyor, çok seviyesiz bulunduğu ifade ediliyordu. Diğeri ise ne anlama geliyordu bilemedim ama :D bu işaret vardı.

Çok seviyesiz olduğunda hemfikirim. Fazladan çok ahlaksız da buluyorum.

Buna benzer başka reklam filmleri de var. Bir tanesi de bu. Daha da var. Geçen sene Vandana Shiva'nın Oragon State üniversitesindeki konferansını çevirmemiz esnasında Hindistanda nasıl GDO satmışlar diye merak edip araştırmıştım.

Bir Reklam Filmi | youtube Video (http://www.youtube.com/watch?v=wsjuMvCexOw&feature=related&feature=player_embedded)

Bunlar karikatür olsun diye değil. Hindistanda çiftçilere GDO pamuk tohumu satmak maksadıyla medyada tekrar tekrar gösterilen filmler.

Hepsinin ana fikri, GDO pamuk tohumu satın alırlarsa 10 misli fazla ürün alacaklar, tüm borçlarını ödeyecekler, üstüne üstlük bazı lüks sayılacak yeni şeyler de satın alıp mutlu olacaklar.

Buna mukabil olan ise, BT pamukla beraber gittikçe artan çiftçi intiharları. Sayı 200 binleri çoktan geçti.

Esas sebep tüm dünya gibi Hindistana da ihraç edilen "yeşil devrim". GDO'lar ise durumu perçinleyip GDO şirketlerinin ajentaları vasıtasıyla çiftçiyi tamamen avuçlarına almak, borçlarına borç katmaktan ibaret oldu.

Bir hintli şöyle anlatıyor durumu:

"Bu girdap genetiği değiştirilmiş tohumların ortaya çıkışıyla iyice şiddetlendi. Yeşil devrim dışarıdan kimyasal katkısı gerektiren tohumları ortaya çıkardıysa, Genetik Mühendisliği de zehiri bitkilerin içine yerleştirdi.

Ve bu, dünyaya kimyasal tarımın bir alternatifi olarak sunuluyor. BT pamuğuna ihtiyacın var, böylece pamuğa böcek zehirleri püskürtmene gerek yok, Round up ‘a dayanıklı olana ihtiyacın var, böylece onlara göre yabani otları denetim altına almak için fazla püskürtme yapmana gerek yok. Şöyle ki, bunlardan birinin yabani otları denetim altına alacağı ve ot öldürücü kullanımını azaltacağı farzediliyor, diğerinin ise zararlı böcekleri denetim altına alarak böcek zehiri kullanımını azaltacağı varsayılıyor.

Tam tersi oldu. BT pamukla neler olduğunu biliyorum. BT bir toprak organizmasıdır ve çok zararsızdır. Doktorumuz Elaine R. Ingham burada, kendisi toprak organizmaları hakkında her şeyi bilir ki buna genetiği değiştirilen ve genetiği değiştirildiği zaman bitkileri öldürmeye başlayan “Klebsiella Planticola”da dahildir.

Aynısı BT için de geçerlidir, doğal olarak alınan BT memeliler için kesinlikle zararsızdır, sadece böceklerin larvaları için zararlıdır, çünkü böceğin sindirim sistemindeki enzimlerle harekete geçer.

Fakat, genetik mühendislikle bitkilere yerleştirilen BT hazır yapılmış toksindir, böceğin sindirim sisteminde toksine dönüşen bir toksin değildir. Artık etki alanı çok büyüktür. Kral kelebeği (monarch butterfly) hakkında Cornell üniversitesinin araştırmasını hatırlayın, orada BT poleni kral kelebeğini öldürdü.

BT pamuğun yetiştiği tarlalardaki toprak organizmalarına neler olduğunu gösteren bir araştırmayı yeni öğrendik. Biyokütleyi parçalayan bakterilerin %30’u kaybolmuş, azot sabitleyen enzimlerin %20’si kaybolmuş, bu yalnızca 4 yıllık ticari ekim sonucu.

Peki zamanla toksik BT yayılırsa nereye varacak. Ancak bunun insanlara verdiği zarar, tahrif çok daha çarpıcı.

Hindistan’da hiç intihar görmemiştik, ama şimdi çiftçi intiharları salgın halinde. Son on yılda 200.000 intihar oldu. İntiharların çoğunluğu BT pamuğun ekilip satıldığı bölgelerde.

Çiftçilerin neden intihar ettiğini anlamak çok uzun sürmedi. İntihar ediyorlardı, çünkü borç içindeydiler. Borç içindeydiler çünkü eskiden kilosu 7 rupi olan tohum fiyatları, 1700 rupiye fırlamıştı.

Yeni tohumlar her yıl yeniden satın alınmadıkça güvenilir değil, zararlıları kontrol altında tutacakları varsayılmasına karşın, aslında yeni zararlıların ortaya çıkmasını teşvik ediyor, hedef alınmayan zararlıların. Öyle çok ki isimlerini aklımda bile tutamıyorum, unlu bit, yaprak bitleri, pamuk yaprak zararlıları (jassids), armi böceği; her yıl daha fazla pestisit püskürtülmesini gerektiren yeni bir zararlı salgını ortaya çıkıyor.

Sözde zararlıları kontrol altında tutacak bir mahsul olan BT piyasaya çıktığından beri pestisit kullanımı 13 kat arttı. Böylece tohum maliyeti, pestisit maliyeti, gübreler, sulama derken çiftçiler iyice borca battı, oysa milyoner olacakları söyleniyordu.

Hatta bir ara, çeşitli tanrılar ve azizler tarafından ikna edildiler, çünkü Monsanto reklamlarında onları kullanıyordu. Pencab’a yolunuz düşerse, orada Sih dininin kurucusu Guru Nanak’ı kullanıyorlar. Uttar Pıradesh’de BT pamuk satışı için Ramayan’dan sahnelerin kullanıldığını görmüştüm.

Biliyorsunuz, bizim çok sayıda tanrı ve tanrıçamız vardır, 300 milyon tane, ve hepsi bedavaya çalışan satış elemanlarınızdır. Hindistan bir inanç ülkesidir, insanlar bir reklamda Ram’ı görünce, Guru Nana Dev’i görünce inanırlar.

İşte borca battıklarında daha derin bir şaşkınlık yaşamaları bu yüzdendir. Günü geldiğinde alacaklılar, ki bunlar aynı zamanda tohum ve kimyasal getiren şirketlerin acentalarıdır, gelir ve “artık senin toprağın bizim toprağımız” derler, çünkü çiftçinin sahip olduğu tek şey budur, parası yoktur. Bunların hepsi tüm haklarını şirketlerin acentalarının eline veren küçücük bir imza, hatta genellikle parmak baskısı yüzünden başlarına gelir.

Toprağının elinden alındığı gün, o gün, çiftçi sessiz sedasız tarlasına gider, genellikle bu kocadır, çünkü şehire inip o çılgın ilanları gören de, ikna olan da odur; kadın kocasının pestisit kullanmaya kalkıştığını bilmez bile. Araştırdığımız vakaların %99’unun altından pestisit borcu çıktı. Birileri tarlanın yanından geçer,döner kadına gelir “kocan falanca yerde ölü yatıyor” der.

Böylece sadece 200.000 intiharımız değil, 200.000’de dulumuz var. Ben onlara Monsanto dulları diyorum. Onlara doğaya karşı, biyoçeşitliliğe karşı ve çiftçilere karşı açılan savaşın dulları diyorum."[1]

Görünüşe göre GDO Hintli çiftçinin ömrüne ömür katmamış.

Bir Birleşmiş Milletler raporu (http://www.un.org/esa/sustdev/csd/csd16/PF/presentations/farmers_relief.pdf), 2002 yılından itibaren her 32 dakikada bir çiftçinin intihar ettiğini söylüyor.

Çiftçi intiharları Hindistanda sayı çok yüksek olduğu için dikkat çekiyor, fakat dünyada intiharlar içinde çiftçilerinki en yüksek oranda.

Sebebi ise özetin özeti, tarım ve gıda tröstleri daha çok para kazansın diye.

[1] Vandana Shiva (http://blog.meyvelitepe.org/2011/01/07/vandana-shiva/) - Oregon State Üniversitesi Konferansı

Bölüm 1 (http://blog.meyvelitepe.org/2011/01/09/yeryuzu-demokrasisi_1/)
Bölüm 2 (http://blog.meyvelitepe.org/2011/01/12/yeryuzu-demokrasisi-2/)
Bölüm 3 (http://blog.meyvelitepe.org/2011/01/13/yeryuzu-demokrasisi-3/)

Serpent
03-04-2012, 07:53
....
Sayın Serpent, ayrıca mâlûmunuz, suî misâl misâl olmaz derler... Bu yaşanan Zambiya özelindeki toplu intihar girişimi GDO konusunda müspet ya da menfî bir katkı gibi durmuyor...
....



Sayın Odeh,

İşte ben de tam olarak bunu vurgulamak için mesaj yazmıştım.

Elbette, Zambia örneği lehte veya aleyhte bir örnek olamaz. Ama arkadaşlarımız 'Zambia kadar olamadık' diyince onların bu söyleminin lehte bir örnek olamayacağını vurgulamak için bu mesajı yazdım.

Orada yaşanan onca olumsuzluklara rağmen arkadaşlar Zambia örneğini vermekte bir beis görmüyorlar.

Saygılar..

Not: Irkçı bir insan değilim. Hiç bir ulusu cahil, geri zekalı vs gibi söylemlerle aşağılamam. Zambia konusunda Devlet Başkanının ve çevresinin tutumunun kendi insanları için çok ama çok zararlı olduğunu vurgulamak istedim.

Güzin Çakar
03-04-2012, 09:46
A. Kısa süre içinde açlıktan acı çekerek ölüp gitmeyi mi tercih ederdiniz?[/B]

B.GDO’lu ürünlerin ileriki yıllarda vereceği hastalıklar, genetik bozukluklar söylentisine itibar etmeyip GDO’lu ürünü yemeyi mi tercih ederdiniz?[/B]

Cevap bekliyorum. A ya da B.

Tabii ki bir de C seçeneği var.

C.Dünyayı ve diğer insanları kurtarmak için intihar etmeyi mi tercih ederdiniz?[/B]

Dünyamızı severim, canlıları severim, yaşamdan keyif alırım. Mutlaka ölecek olsak da, ölmeyi düşünmem, istemem. Ama bir istisna var, oğlumun karşılaşabileceği genetik bozuklukların karşılığında, üç gün doyacaksam işler değişir. Önce zararsız oldukları ispatlanmalı. Aksi takdirde gözümü kırpmadan ölüme de giderim, cehenneme de...

MeyveliTepe
03-04-2012, 10:39
"Zambia Kadar Olamadık (http://blog.meyvelitepe.org/2011/01/29/zambia-kadar-olabilmek/)" maalesef.

O zamanki Zambia devlet başkanı ve hükümeti GDO mısırı ülkelerine sokmadı. Nasıl da hayal kırıklığı (http://www.monsanto.co.uk/news/ukshowlib.php?uid=6734) yaratmış GDO şirketinde. Oysa ne güzel açlığı bitirip Zambia'lıarın ömürlerini uzatacaklardı(!).

GDO şirketleri Zamiba konusunda Avrupaya daha çok kızmışlar. Zambia'lılar GDO'nun Avrupa'ya girişi kısıtlı olduğu için ve ilerde Zambia kuraklığı atlatıp Avrupa'ya mısır satmak isterse Avrupalılar da kirlenmiş mısırı almaz diye bahane etmişler.

Dikkatimi çeken bir şey de, bu Zambia olayı ile Meksikadaki endemik mısırlarda kirlenme tesbit edip makalesini yayınlamaya çalışan, sonra da GDO şirketi tarafından hayatı karartılan Chapela olayı aynı zaman aralığına denk geliyor. GDO'ların yerel çeşitleri kirlettiğine dair bir araştırma ve belgesinin yayınlanmasına zamanın kritikliği bakımından tahammül edememişler anlaşılan, yoksa uzun süre inkar edilebilecek bir şey değildi.

Buna rağmen, politikalarında yeterince eğitilmemiş olanları "bunlar güzel genler, ne olmuş bulaşırsa, daha iyi ya" anlamında söylemde bulunabiliyorlar. Bu yüzden ABD elçiliklerinde GDO ikna politikaları konusunda eğitilmiş personel bulundurulması yönünde bir şey okumuştum geçenlerde bir yerlerde.

Zambia ile ülkemizin karşılaştırılmasına gelince, Yem Sanayicileri Derneğinin arkasına gizlenen şirketler yem için GDO mısır ithal başvurusunda bulundular. Biyogüvenlik Kurulunda oy çokluğu ile çoğuna izin verildi. Bu mısırlar ülkemize öylece giriyor. Öğütme şartı getirmeyi kimse aklına getirmemiş. İki ay evvel Biyogüvenlik Kurulu başkanı ile yazıştığımda, cevabında öğütme işini bilmediklerini anladım. "Bir inceliyeyim" demişti. Ne yaptı bilmem.

Bu GDO ların bir kısmının bir yerlerde ekildiğinden hiç kuşkum yok. Herhangi bir denetim yapıldığına dair şimdiye kadar bir şey duymadım. Doğrudan besin zincirine girmiş olması da bir olasılık. Emin değilim ama denetimi de ithal eden şirketin kendine bırakmışlar galiba. Hoş, denetlenseydi de Türk DeltaPine'ın denetiminden farklı mı olacaktı, o da ayrı mesele.

Besin zincirine dolaylı girişi de bir muamma. Kimse GDO'lu yem kullanıyoruz demiyor. Doğrudan soruyoruz, bir kaçı hariç sadece kıvırtıyorlar. Lafta yemin billah ediyorlar kullanmıyoruz diye. Yazılı ver deyince yok. Oysa GDO lobisinin söylediği gibi o kadar iyi, sağlığa faydalı bir şey idiyse, göğüslerini gere gere "bizde her şey gdo'lu" filan demeleri lazımdı.

Serpent
03-04-2012, 10:58
Dünyamızı severim, canlıları severim, yaşamdan keyif alırım. Mutlaka ölecek olsak da, ölmeyi düşünmem, istemem. Ama bir istisna var, oğlumun karşılaşabileceği genetik bozuklukların karşılığında, üç gün doyacaksam işler değişir. Önce zararsız oldukları ispatlanmalı. Aksi takdirde gözümü kırpmadan ölüme de giderim, cehenneme de...


Benim anlatmak istediğimi anlayamamışsınız.

Düşünün ki çocuğunuz gözünüzün önünde eriyip gidiyor, açlıktan ölmese bile yetersiz gıdanın sebep olduğu geri zekalılık, zayıf bünye gibi sorunlarla karşı karşıya çocuğunuz.

Hadi siz kendinizi feda ediyor ve ölümü göze alıyorsunuz, ama siz yemeseniz bile çocuğunuzun da yiyebileceği bir şey yok.

Çocuğunuzun bu hallere düşmesine razı mı olursunuz, yoksa ispatlanmamış GDO zararlıdır vehmi nedeniyle ona bu gıdayı yedirmez misiniz?

Siz Zambia'nın GDO'ya karşıtlığı nedeniyle yetişkinler öldü çocuklar kurtuldu mu sanıyorsunuz? Bu tür olaylarda en büyük acıyı çocuklar çeker.

Eeee, sonunda ne karar alıyor Zambia? Öğütülmüş GDO'lu mısırı kabul ediyor. Bu mısırı vaktiyle kabul etseydi de o açlıktan ölenler ölmeseydi daha iyi olmazmıydı?

Serpent
03-04-2012, 12:02
Hep ajitasyon ve demagojiye niçin başvurur bazı insanlar? Veya kıyas-ı batıldan neden medet umarlar? Herhalde bir tartışmada üste çıkmak için.

Eğer ajitasyon ve demagoji yapılacaksa âlâsını yapabilirim. Ama gerek görmüyorum. Çünkü doğru bulmuyor ve kendime yakıştıramıyorum.

Şimdi siz “Zambia kadar olamadık” derseniz bundan ne anlaşılır? Zambialı kadar geri zekalılar/cahiller/yoksullar bile bizden akıllı/bilgili/zengin çıktı mı anlarsınız? Yoksa, ne anlarsınız? Bizatihi bu ifade Zambialıları aşağılıyor. Bu tür ajitasyonları yapacak ondan sonra, Zambia’nın yaptığını savunmaya geçeceksiniz. Neye karşılık? Milyonlarca açlık ölümüne karşılık. Üstelik, kıtlık zamanında kabul etmedikleri öğütülmüş GDO’lu mısırı artık kabul etmeye karar vermişler. Bu kararı verebilmek için milyonların ölmesini görmek mi gerekiyordu? Ya bundan sonra genetik hastalıklara yakalanırlarsa?

Kuraklığa dayanıklı kendi mısırını geliştirmiş. Ne güzel. Kötü yapmış diyen mi var?

Hindistandaki çiftçiler intihar ediyormuş. Bunun analojisini yapmıştım. Dondurma - boğulma ilişkisi. Neymiş? Falanca verdiği konferansta bu intiharlar Bt pamuk yüzünden oluyor demiş.

Keza boğulmalar da dondurma yüzünden oluyor. Çünkü adam dondurmayı yiyince midesini üşütüyor, denizde midesine kramp giriyor, iki büklüm oluyor ve boğuluyor gibi bir şey bu.

Daha önce de yazdım. Hindistandaki çiftçi intiharlarına ilk defa 1990 yılında dikkat çekilmiş. Yani Bt pamuk ekiminin başlamasından 12 yıl önce. Ama evirip çevirip aynı iddialar tekrar gündeme getiriliyor.

Zararsız olduğu ispatlanıncaya kadar GDO’lu ürünleri yemek yokmuş. Avrupa birliğinin 100 milyon Euro harcayıp yaptırdığı araştırmaların ve Alman devletinin yiyebilirsiniz, bir zararı olduğu görülmüyor tavsiyesinin de hiç bir kıymeti yok anlaşılan. Görünüşe göre Zambia’nın aldığı kararlar çok daha rasyonel kararlar olarak algılanıyor. Hem de neye karşılık milyonlarca insanın açlıktan ölmesine karşılık.

MeTePe
03-04-2012, 17:19
"Zambia kadar olamadık" kısmı biraz fazla tartışma konusu oldu.

Konuya katkı açısından aynı mantıkla hareket edince şunu da söyleyebiliriz:

"GDO konusunda ne ABD kadar olabildik, ne de AB ülkeleri kadar"

Bir tarafta dünyanın sayılı gelişmiş, kalkınmış, refah düzeyi, eğitim düzeyi en yüksek toplumları, diğer tarafta dünyanın en fakir ülkelerinden biri...

Biz hangisi gibi olmak istiyoruz? Zambia gibi mi?

*************

Sayın MeyveliTepe'nin reklamları ajitasyon olarak kullandığı belli ama bir şeyi tam olarak anlayamadım... Reklamlara mı karşı, yoksa GDO'ya mı? :cool:

Bu reklamların konuya ne gibi bir katkısı var?

Eğer reklamlara karşı ise, kendisiyle hem fikirim.... Bence de son derece basit, sıradan ve bayağı reklamlar. :rolleyes:

Bu da reklam...ama hiç değilse bir seviyesi var:

PRI: Golden Rice Answer to Childhood Health Problems - YouTube (http://www.youtube.com/watch?v=sbxA4WlkUP8)

xenkebikec
03-04-2012, 23:19
Sayın MeDePe'nin yukarıda verdiği örnek bu yönüyle oldukça anlamlı! Körü körüne bir GDO karşıtlığı mı? Yoksa kar-zarar hesabıyla yürütülecek bir bilinçli kabulleniş veya itiraz mı?



Sn. MeTePe 310 nolu mesajınızdan alıntı yaptım. Kendi kendinizi haklı mı buldunuz, yoksa sizin hesapla başka bir arkadaşınız mı yazdı? Ya da Sn. Serpent yazacakken nickler mi karıştı? Yoksa ben mi yanlış anladım.

Kafam karıştı biraz.

Odeh
03-04-2012, 23:48
Ya allahaşkına ZÖTEPE, FÖTEPE yazsa ne olacak? Okuyan sehven yazıldığını anlamıyor mu! Sayın Serpent'in kastedildiğini anlamıyor mu! Anlamıyorsa bu sayfada ne arıyor? Bu eleştiri mi?!

MeTePe
03-04-2012, 23:49
Benim hatam.... aklım başka yerdeyden isimleri karıştırdım. Hesabıma benden başka kimse giremez. Kasdettiğim elbette Serpent idi...

xenkebikec
04-04-2012, 00:39
Benim hatam.... aklım başka yerdeyden isimleri karıştırdım. Hesabıma benden başka kimse giremez. Kasdettiğim elbette Serpent idi...

Nezaketiniz ve düzeltmeniz için teşekkürler Sn. MeTePe.


Ya allahaşkına ZÖTEPE, FÖTEPE yazsa ne olacak? Okuyan sehven yazıldığını anlamıyor mu! Sayın Serpent'in kastedildiğini anlamıyor mu! Anlamıyorsa bu sayfada ne arıyor? Bu eleştiri mi?!

Sn. Odeh eleştiri değil zaten Sn. MeTePe'ye yanlış anlamamak için aklımdaki bir kaç soruyu sordum, kendiside hoş bir şekilde cevapladı. Bunda 3. kişi olarak sizin tepkinizi anlayamadım. Hiç hoş değil mesajınız. Özellikle "Anlamıyorsa bu sayfada ne arıyor?" cümleniz. Üslubunuz sizinle daha fazla tartışmama veya konuşmama uygun değil.

MeTePe
04-04-2012, 01:26
Nezaketiniz ve düzeltmeniz için teşekkürler Sn. MeTePe.


Düzeltmeniz için ben teşekkür ederim... Bir birinden alakasız, yaklaşık 7-8 forumda aktif üyeliğim var ve genellikle bunlarda hızlı bir tur atıp takip ettiğim konulardaki yeni mesajları okuyorum. Haliyle acele edince bu tür hatalar olabiliyor.

Bu arada yeri gelmişken, GDO'ya karşı olan bir görüşü de aktarmış olalım. :cool:

Prof. Dr. A. Çolak: "GDO'lu ürüne ihtiyaç yok"

.....
TÜRKİYE PAZAR

İhtiyacımız var mı?

Türkiye bir pazardır ve GDO’ lu ürünlere hiç de ihtiyacımız yok. Topraklarımızda yetişebilecek olan bir ürünü dışarıdan satın almamızın bir mantığı olduğunu sanmıyorum. Bu mantık değil, olsa olsa ticari kaygılardır bunlar. Onu da o ticareti yapan ticaret erbabı ve izin verenler düşünsün. Biz bilim adamları halkımıza ne olduğu belli olmayan gıdalar yedirmek istemiyoruz açıkçası. Ama bu tür girişimler itirazlarla karşılanıyor...

GDO'lu ürünleri savunanlar tarım ilacı atılmadan, çevre kimyasallarla kirletilmeden mısır bitkisinin, soyanın zararlısıyla mücadele ediyor. Böylece girdiden tasarruf ediliyor, daha ucuz üretim sağlanıyor çevre kirlenmiyor, toprak kirlenmiyor, su kirlenmiyor. Bunların hepsi doğru. Ama bunun yanı sıra bir takım sıkıntılar da belirmeye başlamış oluyor.

Kaynak: GDO'lu ürüne ihtiyaç yok 26 Mart 2012 Pazartesi 12:14 (http://www.gazete5.com/haber/gdolu-urune-ihtiyac-yok-204833.htm)

Sayın Çolak'a katılıyorum. İhtiyacımız yoksa kullanmayalım. Ama itiraz ettiğim bir kısım var. İhtiyacımız yoksa neden ithal ediyoruz. :)

Ziraatçi olmamakla birlikte özellikle mısırın ülkemizde oldukça verimsiz ve yetersiz olduğu söyleniyor. Mısır, beyaz et üretiminde çok önemli bir ürün. Bugün haberlerde koyunlara patates cipsi yedirildiği, çünkü kuru yemden daha ucuz olduğuna dair haberler vardı. (Şehir efsanesi de olabilir... doğruluğunu bilmiyorum) Ama burada şöyle bir tablo olduğunu da inkar etmek pek gerçekçi olmaz: Tarımsal ürünlerimiz gerek nitelik, gerekse nicelik olarak tüm gereksinimleri karşılamıyor.

Karşı çıktığımız yerde alternatifleri de sunmamız lazım. Kimse kusura bakmasın ama "organik tarımla" bu ülke ihtiyaçlarının karşılanabileceğine kesinlikle inancım yok. Olsaydı zaten çiftçi boşuna ilaçlara, gübrelere, ithal tohumlara bu kadar para vermez, doğal yöntemlerle tarıma devam ederdi.

Ayrıca yazının tümünü okuduğumda dehşete kapıldım. Çünkü, Türkiyenin en büyük üniversitelerinden birinin Ziraat Fak. başındaki kişi tohum geliştiremediklerini, çünkü tohum tescilinin 2,500TL tuttuğunu söylüyor.. Yazı ile İKİBİNBEŞYÜZ TL!!! Terasta maydonoz diktiğim saksılara 1000TL para harcadım ben!

Buna gülünür mü, ağlanır mı bilmiyorum. Tescilli bir tohuma 2500TL ödemekten aciz bir toplum olarak milyar dolarlık GDO'lu tohumlar üstünde tartışma yürütüyoruz. Nasıl iş anlamadım. :confused:

Serpent
04-04-2012, 20:50
Bir arkadaşımız “Halkımızı Nasıl Zehirliyoruz?” mesajının altına şu linki koymuş.

Halkımızı nasıl zehirliyoruz? - Rahmi TURAN - Hürriyet (http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/16894473.asp?yazarid=228&gid=61)

Bu yazıyı okudum. Kendiniz de bakarsınız. Beni hayrete düşüren, bu yazının yazarının atıfta bulunduğu kişinin bir Doç. Dr. Tıp Uzmanı olması.

Bu kişi diyor ki “Mısır şekerinin kullanımı Avrupa ülkelerinde ve Amerika’da yasaklandı [vurgulama bana ait]. Türkiye’de ise serbest. Mısır şekerinden yapılan gıdalardan uzak durun.” Yazının devamında başka şeyler de var. Gerçek dışı bir iddianın üstüne inşa edilmiş daha pek çok yalan-yanlış ifade.

Şimdi insanımız gazetelerde bu ifadeyi görünce ne düşünür? Koskoca bir tıp doçenti bunu söylüyorsa vardır bir bildiği diye düşünür değil mi?

Ama araştırınca görüyoruz ki ne Amerika’da yasaklanmış ne de Avrupa’da. Avrupa’da sadece her ülke için tanınmış bir üretim kotası var. Onun sebebinin de konvansiyonel beyaz şeker üretimini baltalamamak olduğu anlaşılıyor.

Amerika beyaz şeker üretimi yeterli olmadığı ve daha ucuza üretilebildiği için neredeyse tümüyle mısır şekerine yönelmiş.

Burada dikkat çekmeye çalıştığım husus mısır şekerinin GDO’lu üründen üretilip üretilmediği ve zararlı olup olmadığı değil. Bunlar ayrı konular.

Kendi görüşlerini insanlara empoze edebilmek için düpedüz gerçeğe aykırı ifadelerden çekinmiyor bazı insanlar.

Saygılarımla..

pria
12-04-2012, 12:45
GDO’LU ÜRÜNLERDEN NASIL KURTULURUZ ?

Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı


GDO?LU ÜRÜNLERDEN NASIL KURTULURUZ (http://www.odatv.com/n.php?n=gdolu-urunlerden-nasil-kurtuluruz-1204121200)

malina
18-04-2012, 11:06
Deşifre programın videosu için tıklayın

Mehdi Eker / Deşifre (http://www.dailymotion.com/video/xq54gv_mehdi-eker-den-onlar-tavuk-deyil-ve-gdo-suz-yok-itirafy_news?search_algo=1)


“BİR HAYVANSAL ÜRÜNDE BU HAYVAN GDO'LU YEM YEMİŞTİR YAZILACAK”

Deşifre programına katılan Mehdi Eker, “bundan sonra firmanın mamulünde bu hayvan GDO’lu yem yemiştir diye yazılacak” şeklinde ütopik bir vaatte bulundu.

Uygulamaları aksi olsa da tabiata minimum müdahaleden yana yana olduğuna iddia eden Mehdi Eker, minimum müdahaleden neyi kastettiğini ise açıklamadı.

Tabiîliğine ve tabiata açık bir müdahale olan ve “kısır hibrit tohumları” savunan Eker, Hibrit tohumların genetiğiyle oynanmadığını iddia etti. 2010 yılında yayınladığı ‘Tohumda Yanlış Bilinenler’ başlıklı dokümanında; “Hibrit tohumlar sadece bir kez kullanılabilir. Bu nedenle her yıl yeniden satın alınması gerektir” diyen Eker, bu tohumların fıtri yapısı yani genetiğiyle oynanmıyorsa nasıl kısırlaştırıldığını ise farklı dokümanlarında GDO’cuların yöntemiyle cevaplıyor.

Oysa Mehdi Eker’in en çok övündüğü ve 2006’da çıkarılan Tohumculuk Kanunu ile geleneksel/tabii tohumların ticarini yasaklayanda Mehdi Eker’in kendisiydi.

SOYANIN TAMAMI GDO’LU

‘GDO’ya karşı iseniz niçin bunu yasaklamıyorsunuz?’ sorusunu cevaplamakta zorlanan Eker; “Bazı şeyler vardır. Mesela neredeyse dünyada üretilen ‘soya’nın tamamı genetiği değiştirilmiş soya” olduğu gerçeğini de kabul etti.

Soyalara yapısında olmayan bir bakterinin aktarıldığını söyleyen Eker; “Dünyadaki yem hammaddesinin tamamının aynı şekilde GDO’ludur” dedi.

GDO’yu neden yasaklayamadıklarını küresel yapılara bağlayan Mehdi Eker, bunun için bütün ticari yapınızı gözden geçirmek zorunda kalınacağını da itiraf etti.

MEHDİ EKER KENDİ BÖYLE TEKZİP ETTİ

GDO’yu yasakladıkları söylemlerini bir bir çürüten Mehdi Eker, GDO’nun yasaklanmasına güç yetirememeyi küresel lobilere karşı duramamaktan kaynaklandığını da ilk kez bir canlı yayında kabul etti.
GDO’dan yana tavrı ile tanından Prof Dr Selim Çetin’in piyasadaki 51 yemden 50’sinin GDO’lu çıkmasına yönelik isyanı sorulduğunda az önce dünyada GDO’suz soya olmadığını itiraf eden Eker, birkaç dakika önceki sözlerinden u dönüşü yaptı ve “tespitlerine göre yemlerde GDO yok” dedi.

EKER SİNİRLENDİ

Sunucu Mehmet Ali Önel’in ‘zaten izin veriliyor, gemilerle GDO’lu yemler geliyor’ şeklindeki itirazına karşı sinirlenip, “öyle değil, hemen şey yapmayın, öyle değil” diyerek konuyu geçiştirmeye çalıştı. Övünmek istediğinde karmaşık rakamları ezbere söyleyen Mehdi Eker, izin verdiği GDO’lu 13 mısır ve 3 soya türü rakamlarını bile telaffuz etmekte zorlandığı görüldü.

GDO’YU YASAKLAMAK DEVLETİN GÖREVİ DEĞİL

Önel’in “genetik müdahale içermeyen ürünleri tüketme hakkımı devletin korumasını istiyorum” şeklindeki talebine Eyvallah diyen Eker; “Devletin burada yapacağı şu: Tüketilen gıda maddelerinin üzerinde eğer bir şey varsa, bu bilgiye erişmenize devlet sağlamakla mükelleftir” dedi.

GDO BENİM UZMANLIK ALANIM DEĞİL

Sıkışınca iktidar gücünden yararlanmaya çalışan bay Eker, “Bu benim uzmanlık alanım değil, uzmanlık alanım olmayan bir konuda da çok konuşmayı sevmiyorum” diyerek Monsanto gibi bu konuda dünyanın en uzman şirketinin konuşmasında yarar olduğunu ima eder gibiydi.
GDO’lu yemlerle beslenen hayvanın et, süt ve yumurtasına genetik müdahalelerin geçtiğine dair çok sayıda bilimsel veri olmasına rağmen GDO’cuların reklamlarında oynayan EFSA’nın bunu kabul etmediğini iddia etti.

TÜM YAĞLAR GDO’LU SOYA VE MISIR’DAN ELDE EDİLİYOR

GDO’lu soya ve GDO’lu mısırlardan elde edilen soya ve mısırözü yağına GDO’nun geçtiğine dair bir bilgi olmadığını iddia eden Tarım Bakanlığı temsilcisi Mehdi Eker; ‘EFSA’nın araştırma yaptırdığı iddia etti.

“BU ADAM GDO’CU DEĞİL BURADAN KOVALIM”

Önel ise bu araştırmaların tohum şirketlerince finanse edildiği, bu nedenle yanlış sonuçlar ortaya çıktığını belirtmesine itiraz eden Eker’e Mehmet Ali Önel bu kez de Vikileaks belgelerinde geçen “bu adam GDO’cu değil, bunu buradan kovalım” şeklindeki ifadeleri hatırlatması Eker’i çileden çıkardı.

WIKILEAKS: SAMİ GÜÇLÜ’NÜN YERİNE “DAHA PASİF BİRİ”

Wikileks’ın Türkiye ile ilgili belgelerinde ise Eski Tarım ve Köy İşleri Bakanı Sami Güçlü ve Mehdi Eker’le ile ilgili çok çarpıcı bilgiler yer alıyordu.
Sami Güçlü ABD çıkarlarına karşı direndiği ifade edilen belgelerde “ABD ile ilgili konularda ilerleme sağlanması konusunda engel teşkil ediyor!" deniliyor. ABD’liler Sami Güçlü'nün yerine “daha pasif biri getirildiği”ni iddia ediliyor. Tohumculuk ve GDO yasasının Eker’in gelmesini ardından çıkması da başka bir tartışma konusuydu.

Önel’in “Bütün dünyaya tohum satan Monsanto denen bir firma var. Bunlar bu kadar güçlü değil mi?” sorusuna Eker yaptığı icraatların aksine “Ben GDO’dan yana değilim” diyerek geçiştirdi. GDO’yu ben yasakladım diyen Eker, cümlesinin devamında bu kez de yasaklamak yerine “kontrol altında tutmaktan” söz etmeye başladığı dikkatlerden kaçmadı.

MEHDİ EKER: “GDO’YU YASAKLAMAK MÜMKÜN DEĞİL”

“GDO’lu hammadde ve ürünleri komple yasaklamak mümkün değil mi, bu talep çok mu romantik?” sorusuna Eker, şu çok çarpıcı bir cümleyi kuruyor: “GDO’yu yasaklamak doğru değil. Şu safhada dünyanın gerçekleriyle uymuyor. Şu safhada uymuyor yani…” şeklinde itiraf ediyor. Mehdi Eker bu cümleleri kurduğu tarihten bir hafta önce ise Polonya Tarım Bakanlığı GDO’yu ülkede yasakladığı ilan etti.

Biraz önce EFSA’nın çalışmalarına göre GDO’nun et, süt, yumurta ve yağlara kesinlikle geçmediğini iddia eden Mehdi Eker, yine sözünde dönüp, bu konu da geçtiğine dair çalışmalarda olduğunu belirtti ve ekledi: “Bu durum netlik ve kesinlik kazanmış değil”
Önel’in “insanlık bu riski sigara gibi alacak o halde” şeklindeki itirazına Eker; “Bilemem belki 10-15 sene sonra belki 2 sene, 3 sene, belki 5 sene sonra çıkar” dedi.

BAKAN NE KADAR GDO’LU YEM GİRDİĞİNİ BİLMİYORMUŞ

“Türkiye’ye şu ana kadar kaç bin ton GDO’lu yem hammaddesi girdi” sorusuna “Bilemiyorum, onu bilemeyiz. Çıkartırız onu şeylerden” dedi.

“GDO’lu ise ürüne GDO’lu bir gıda maddesi katılmışsa izne tabidir” diyen Eker, bundan yüzlerce kez gıdalara katılmadığını açıklamasına karşı bu kez de buna izin verildiğini belirtti.
“Yasak diyorsunuz ama kontrollü izin verdik demek değil mi” sorusu karşısında zor durumda kalan Eker, “izne tabi” cümlesini “üretimi yasak” şeklinde alakasız bir cevap verdi.
Sorular karşısında bunalan Eker, Önel’e “beni niye dikkate almıyorsunuz” diye sitem etti.

“Aklım hep ithalat meselesine takılıyor” diyen Önel’e “İyi de kardeşim bu yem hammaddesi niye dönüp dönüp aynı şeyleri konuşuyoruz” şeklinde çıkıştı. Oysa Türkiye Gıda ve İçecek Sanayicileri Federasyonu’nun GDO’lu ürünlerin de “basitleştirilmiş işlem” olarak ithal edilmesi için Kurul’a başvurmuş, Kurul ise gıdalardaki GDO’lu ithalatın yemlerde olduğu gibi basitleştirilmiş işlem değil “normal işlem” olarak yapılabileceği kararına varmıştı.

Kaynak (http://www.gidahareketi.org/Mehdi-Eker--Gdo-yu-Yasaklamak-Mumkun-Degil-1398-haberi.aspx)

sabah
18-04-2012, 12:28
Hatırlatmış olayım:

Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO)

“Genetiği Değiştirilmiş Organizma” nedir, dünyada neler yapılıyor, biz bu çalışmaların neresindeyiz? GDO'lu besin kaynakları insan sağlını etkiliyor mu? Neler yapılmalı?

Tarih: 21 Nisan 2012
Saat: 13.30 – 15.30
Yer: NGBB, Kütüphane Binası
Konuşmacı: Prof. Dr. Mahinur Akkaya

* Katılım ücretsizdir. Katılımcı sayısı 25 ile sınırlı olduğundan kayıt yaptırılması gerekmektedir. Kayıt için lütfen 0216 456 44 37 numaralı telefonu arayın

Odeh
26-04-2012, 01:25
http://www.naturalnews.com/035578_Monsanto_petition_biotechnology.html

Monsanto hakkında (aleyhinde) bir yasa çıkarılacağı şeklinde bana bildirilen haberin bağlantısı yukarıda...

(Bu dili bilmediğim için bilenlerin bilgi ve yorumuna sunmak istiyorum.)

gül-
30-04-2012, 16:15
merhaba
doğanın verdiği eşsiz değerdeki her ürünü olduğu gibi tüketebilirsek ne ala. ama ne yazık ki insan elinin değdiği hemen hemen çoğu şeyde bir hilesi bulunmakta. işin ticari boyutu genişleyince bu hileler daha kontrolsüz hale gelebilmektedir. bu ürünleri bu hale getiren insanoğlunun ta kendisidir. mesele sadece GDO'yla bitmiyor ki, her gün her ürünün farklı bir hilesi çıkıyor. bu kadar çok hileli ürünün içinde temiz besini bulmak çok zor. keşke ülkemizin insana verdiği değer imkanları geniş olsaydı da kimse kimseye zarar vermese, herkes kendi ürününü yetiştirebilse ve bu endişelerden kurtulabilsek. imkanları olanların kendi ürünlerini kendilerinin yetiştirmesi ve eğerki ticari boyuta ulaşılırsa da üç kuruş için kimse kimseyi hasta etmese gayri...

MeyveliTepe
19-08-2012, 23:16
Tarih: 22 Mart 2011

"TGDF 29 GDO'LU GEN İÇİN İZİN İSTEDİ
TGDF Genel Başkanı Şemsi Kopuz'un konuya ilişkin açıklaması şöyle

...

''Türkiye Gıda ve İçecek Sanayi Dernekleri Federasyonu (TGDF) İktisadi İşletmesi, daha önce Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bünyesinde görev yapan bilimsel komite tarafından izin verilen genlerin, kanun ve yönetmelikte yer alan basitleştirilmiş işlem kapsamında gıda amaçlı ithal ve kullanım izni için 28 Ekim 2010 tarihinde Biyogüvenlik Kuruluna müracaat etmiştir."
Kaynak (http://www.gazetegida.com/haber/969-sektorel-29-gdo39lu-gen-icin-izin-basvurusu.html)

Tarih: 16 Ağustos 2012

"KAMUOYU DUYURUSU TGDF’DEN GDO’NUN ÖNLENMESİ İÇİN ORTAK ÇÖZÜM ÇAĞRISI

TGDF, bilimsel, yasal ve etik kural ve ölçütleri esas alarak başta kamu otoritesi olmak üzere tüm paydaşları ile işbirliği içinde “halkımızın sağlıklı, kaliteli ve güvenilir gıdayla beslenmesini sağlamak” hedefiyle faaliyet göstermektedir.
...
TGDF, Biyogüvenlik Kanunu’nun yürürlüğe girmesinin ardından, kanun gereğince AB mevzuatına uyum amacıyla 29 genin “onaylanması değil, tanımlanması için” Biyogüvenlik Kurulu’na 2010 yılında başvuruda bulunmuştur.
...
TGDF, GDO konusunda kamuoyunda uzun bir süredir yaşanan endişenin ve karmaşanın biran önce sona ermesi için Biyogüvenlik Kurulu’nu göreve davet etmekte, kaçınılmaz bulaşmadan kaynaklanan sorunları çözecek adımların atılmasını talep etmekte ve söz konusu müracaatı geri çekmektedir."
kaynak (http://www.tgdf.org.tr/turkce/index.php?option=com_content&view=article&id=115&Itemid=76)

"halkımızın sağlıklı, kaliteli ve güvenilir gıdayla beslenmesini sağlamak" diye adlandırılan hedef ancak güvenilir organizasyonlarca, en çok da ne yediğini bilen, bilmek isteyen toplumun varlığı ile başarılabilir, bir öyle, bir böyle söyleyenlerle değil.

MeyveliTepe
19-08-2012, 23:56
3 Nisan 2012'de;
"
...
Herhangi bir denetim yapıldığına dair şimdiye kadar bir şey duymadım. Doğrudan besin zincirine girmiş olması da bir olasılık. Emin değilim ama denetimi de ithal eden şirketin kendine bırakmışlar galiba. Hoş, denetlenseydi de Türk DeltaPine'ın denetiminden farklı mı olacaktı, o da ayrı mesele.

Besin zincirine dolaylı girişi de bir muamma. Kimse GDO'lu yem kullanıyoruz demiyor. Doğrudan soruyoruz, bir kaçı hariç sadece kıvırtıyorlar. Lafta yemin billah ediyorlar kullanmıyoruz diye. Yazılı ver deyince yok. Oysa GDO lobisinin söylediği gibi o kadar iyi, sağlığa faydalı bir şey idiyse, göğüslerini gere gere "bizde her şey gdo'lu" filan demeleri lazımdı.

Böyle yazmışım.

Tarih 8 Haziran 2012. Torkunun bir gıda ürününde GDO çıktı. Yem maksadıyla ülkeye girenlerin besin zincirine sızmış olması bir olasılık.

Torku, yaptığı basın açıklamasında soya unu tedarik ettikleri firmayı (her kimse) suçladı. GDO tesbitini kendilerinin yaptıklarını, piyasaya verilmeden toplandığını söyledilerse de inandırıcı değil, zira tesbit piyasadaki rastgele bir üründen yapılmıştı.

Doğrudan kendilerine de sormuştum, nedir diye. Kamuoyu açıklamasını içeren bir yanıt gönderdiler. Fazladan da;

"Siz tüketicilerimizin bize karşı göstermiş olduğu güvene teşekkür ederiz. Ürünlerimizin bu güveni hak edecek şekilde üretildiğinin bilinmesini arzu ederiz.

Adresinizi bu e postayı cevaplamak suretiyle bize bildirmeniz halinde titizlikle üretilmiş ürünlerimiz denemeniz için ücretsiz olarak adresinize gönderilecektir.
Saygılarımızla."

Demişler. Ürünlerini hazırlarlarken yeterince titiz olmadıkları bu olayla belli olduğundan ücretsiz deneme ürünlerinden talep etmedim :)

Bu durumu Biyogüvenlik kurulu başkanına da sordum, kanun ortada, bir de yönetmelik var nasıl oluyor, lojistik zincirde ne gibi bir denetim var diye.

Ondan da;

"Bahsettiğiniz konu zaten bakanlığın bu konudaki sıkı denetimi sonucunda ortaya çıktı.
Konu savcılığa intikal etmiş durumda. Biyogüvenlik kanununa göre gereken yapılacaktır."

şeklinde yanıt gelmişti. Maalesef kırk yılda bir son üründe yapılan denetim yeterli gelmez. Lojistik zincirin kontrol altına alınması gerekir. Bu da ülkemizin gerçeklerine zaten uymuyor.

MeyveliTepe
20-08-2012, 00:38
Monsanto'nun Hindistanda GDO pamuk tohumu reklamlarını yayınladığım mesajda bu reklamların ne anlama geldiğini yazmıştım aslında. Buna rağmen;

Sayın MeyveliTepe'nin reklamları ajitasyon olarak kullandığı belli ama bir şeyi tam olarak anlayamadım... Reklamlara mı karşı, yoksa GDO'ya mı?

Bu reklamların konuya ne gibi bir katkısı var?

Eğer reklamlara karşı ise, kendisiyle hem fikirim.... Bence de son derece basit, sıradan ve bayağı reklamlar.

denmiş. Bu reklamlara anlamını vermenin çok basit olduğunu düşünüyordum ama öyle değilmiş galiba.

Bu reklamları "basit, sıradan ve bayağı" olarak nitelemek yeterli midir, ya da doğru mudur bilemiyorum. Bir şeyin "basit" olması çok değer verdiğim bir özelliktir fakat kastedilen "aşağılık" anlamına yakın olan olsa gerek. "Sıradan" nitelemesi oldukça ciddi. Bu gibi reklamlar sıradan, yani çokça tekrarlayan şeylerse var geldi başımıza. Umarım sıradan değildir.

Ben tek kelimeyle "ahlaksız" ve "kötü niyetli" olarak niteliyorum. Ahlaksız olan reklamın kendisi değil, reklam ile yapılmak istenen şey.

Nasıl mı?

Reklamlardan birinde, büyük tarladan bir vagon pamuk alınabilmişken, GDO tohum ekilen kücük tarladan onlarca vagon pamuk alınabildiğini söylüyor.

Bir diğer reklamda çiftçinin GDO tohum sayesinde tüm borçlarını ödediği, arta kalan para ile de refah seyiyesini yükselttiğini, çocuğu da alet ederek söylüyor.

Oysa bunlar sadece yalan. Dev GDO şirketleri Hintli çiftçileri kandırarak GDO tohum almaya özendirmek için bu reklamları yapmışlar. Zaten iki yakası bir araya gelmeyen, yiyecek üretiminden uzaklaşıp, dünya borsalarında kote edilen, dolayısıyla üretimin gerçekten artma durumunda dahi üretene katkı sağlama olasılığı olmayan ürüne yönlendirilmiş bu insanların durumları gözetilerek bu reklamlar yapılmış. Çoğunluğun kanmaması neredeyse imkansız. Vandana Shiva da bunu anlatıyor zaten.

Sonuç ise ortada. Reklamlarda söylenenler gerçekleşmeyip çiftçi tohumculara ve pestisitçilere ipotek ile iyice borçlanınca şakağa sıkılan kurşunların çoğalması. GDO devlerinin bile bile yaptıkları, başka bir çok şeyde olduğu gibi gayet mübah gördükleri bir şey.

MeyveliTepe
20-08-2012, 01:39
Takip edenler nefesini tutmuş, Kasım ayında Kaliforniyada yapılacak oylama sürecini izliyorlar.

Oylama (http://www.carighttoknow.org/), "It's Our Right to Know" (Bilmek Hakkımızdır) oylaması. Sonuç pozitif çıkarsa, eyalet kanunlarında, GDO içeren gıda ürünlerine gdo içerir veya benzer bir etiket konması zorunluğu şeklinde bir madde gelecek.

Oylamanın sonucu, peşinden diğer eyaletlerin de gelecek olması, devamında tüm dünyadaki GDO yoluyla şirketlerin gıdayı kontrol etme sürecinin etkilenecek olması sebebiyle oldukça önemli.

Başka pek çok Amerikan oylamasında olduğu gibi kıran kırana kampanyalar yürütülüyor.

GDO etiketlenmesi isteyen bireyler kampanya için bu güne kadar $2,6 milyon bağış yapmışlar.

Karşı kanat, yani paketlere gdo etiketi konmasını istemeyenler, ki durumdan yarası olan şirketler,

Monsanto – $4,208,000
Pepsi Co. – $1,716,300
Coca Cola – $1,164,400
Congara – $1,076,300
Kellogg – $632,500
General Mills – $520,000

Bu bağışları yapmışlar (kaynak (http://naturalsociety.com/fake-eco-friendly-corporations-millions-gmo-labeling/)).

Etkilerin önemi sebebiyle ilerleyen günlerde karşı kampanyann sertleşmesi muhtemel görünüyor. Tüketiciye ve topluma karşı şirketler... Bakalım ne olacak.

mrduran
20-08-2012, 14:00
....''ajitasyon olarak kullandığı belli ama bir şeyi tam olarak anlayamadım... Reklamlara mı karşı, yoksa GDO'ya mı?''....


Samimiyet; burada nerede var?. Aradım bulamadım. Sürü ölmüş, hiç bir maraza uğramadan hem de... cevabını bağlamışlar; Sürünün canı ölmek istemiş. Çoban suçsuz, o çobanı seçen sahibi suçsuz.

Bence belirtildiği gibi ''dolar'' kazanacak. Saçılan dolarların amacı ne? Cevap ta bu işte.

Ben kendi sağlığım için saçtım diyelim.

Onun amacı beni korumak mı, yoksa saçtığı dolarları katlayarak yerine/cebine koymak mı?.

Paranın ''güç'' savaşı ilelebed sürecek, insanın doğası gereği.

Hayırlı bayramlar diler, güzel yazılarınız için teşekkür ederim.

Aydınlanmak isteyenlere, hiç bir şahsi çıkar beklentisi olmadan çevresini aydınlatan samimi aydınlara saygılarımla lütfen.

birnefestoprak
10-11-2012, 22:51
Kaliforniya'da GDO'lu urunlerin etiketlenmesiyle ilgili cok yogun bir kampanya yurutuldu ve gectigimiz haftaki baskanlik secimlerinde bununla ilgili bir referandum maddesi oylandi. %47'lik aslinda hic de azimsanmayacak bir kesim etiketlemeye evet derken, basta Monsanto olmak uzere gida firmalarinin buyuk paralarla 45 milyon dolar harcayarak yuruttugu karsi kampanya sonucunda bu maddenin yasalasmasi engellendi. Yalniz aktivistlerin kampanya icin harcadigi para 7 milyon dolar olmasina karsin, bu sonuc yeterli olmasa da cok umut verici.

Bu arada belirtmekte yarar var: Su anda Amerika'nin o guzelim yerlilerinden kalma geleneksel misir tohumlarinin %60 oraninda GDO kontaminasyonuna maruz kaldigi tahmin ediliyor. Eger yanilmiyorsam, bunun nedenlerinden biri de GDO'lu misir yetistirilen tarlalarla saf geleneksel tohumlari yetistiren tarlalar arasindaki izolasyon mesafesinin yeterli olmamasi. Amerika'nin en buyuk holdingi olan Walmart'in sebze reyonunda satilan misirlar GDO'lu. Eger, Amerika'dan misir tohumu siparisi verecekseniz lutfen guvenilir tohum sirketlerini tercih edin. Bu konuda isteyene GDO'lu urunlerle yasal duzeyde mucadele de eden tohum firmalarindan bir ikisini tavsiye edebilirim.

Son olarak, Michelle Obama'nin da bu konuyla ozel bir mucadele yuruttugu biliniyor. First lady'nin Beyaz Saray'in bahcesinde geleneksel sebze tohumlarindan olusan bir bahcesi var ve GDO konusundaki kampanyalara bagis da topluyor.

MeyveliTepe
10-11-2012, 23:13
Etiket zorunluluğunu önlemek isteyen biotech şirketleri $45 milyon pompalayarak müthiş bir kafa karıştırma, aba altından sopa gösterme kampanyası yürüttüler. En etkili tehditleri de, şayet GDO'lar etiketlenir ise her ailenin yıllık mutfak masrafının $400 artacağı yönündeki kampanya idi.

Etiketlensin diyen %47 GDO'lu yiyeceklerin neden etiketlenmesini istediği konusunda tamamen bilinçli iken etiketlenmesin diye oy verenler için aynı şeyi söylemek mümkün görünmüyor. Son 15 yıldır sağlık ve sağlık sigortası masraflarının nasıl arttığını ve artacağını bilmiyorlar. Biotech şirketleri ise, insanların onların üretip sattığı GDO'ları yerken ne yediklerini bilmesinler ahlaksızlığına tamamen batmış durumdalar.

denizakvaryumu
10-11-2012, 23:56
Öyle ya da böyle şu anda marketlerde satılan ürünlerin %90 ı GDO lu...

Bence savaş kaybedildi...

Terminatör filmlerindeki gibi yeraltında bir savaş veriyoruz...Umutsuz değilim...

birnefestoprak
12-12-2012, 17:42
Tarim Bakani'nin 12 Aralik 2012 tarihli Milliyet Gazetesi'nde yayinlanan itiraf niteligindeki aciklamalari icin bakiniz:

birnefestoprak
27-12-2012, 20:06
GDO icin 2012'nin ozeti (makale Ingilizce'dir):

Top 10 Non-GMO Achievements of 2012 | The Non-GMO Project (http://www.nongmoproject.org/2012/12/18/top-10-non-gmo-achievements-of-2012/123/)

Serpent
28-12-2012, 23:40
Çok üzüldüm.

ABD’de GDO etiketlenmesinin zorunlu hale getirilmesi oylamasını ‘Luddite’ler kaybetmişler. Bunun tasası da bizden bazılarını sarmış.

Bir de tersi çıksaydı, Amerikalının kapitalist tekellere karşı nasıl da şanlı bir savaşım verdiği anlatılacaktı.

Bir arkadaşımız, savaşın Terminatör filmindeki gibi yeraltında verildiğini söylemiş. O bir film; ama insan şovenizminin üstüne kurulmuş bir film. Yapay Zeka konusuyla ilgili biri olarak biliyorum ki eğer bir gün yapay zekalı makineler dünyamızı ele geçirmeye çalışırlarsa hiçbir şansımız olamayacağını şimdiden söyleyeyim. İsterlerse bizim mağaralarda bile yaşamamıza bile fırsat vermeyeceklerdir. Tabii ki bu çok derin bir konu. Yapay zekalı makineleri ahlaklı yapmamız gerekiyor. Onları kontrol edilebilir yapmayı kastetmiyorum. Doğrudan ahlaklı yapmayı kastediyorum.

GDO konusuyla bu konuyu bağlarsak, GDO’lu ürünleri de insanlığın yararına geliştirmek ana amaç olmalı. Teknoloji iki tarafı keskin bıçak gibidir. Her teknoloji insanlığın yararına da aleyhine de kullanılabilir durumdadır. Yani GDO'lu ürünlere sadece karşı olmak anlamlı değil.

bozon
29-12-2012, 21:33
Çok üzüldüm.

ABD’de GDO etiketlenmesinin zorunlu hale getirilmesi oylamasını ‘Luddite’ler kaybetmişler. Bunun tasası da bizden bazılarını sarmış.

Bir de tersi çıksaydı, Amerikalının kapitalist tekellere karşı nasıl da şanlı bir savaşım verdiği anlatılacaktı.

Bir arkadaşımız, savaşın Terminatör filmindeki gibi yeraltında verildiğini söylemiş. O bir film; ama insan şovenizminin üstüne kurulmuş bir film. Yapay Zeka konusuyla ilgili biri olarak biliyorum ki eğer bir gün yapay zekalı makineler dünyamızı ele geçirmeye çalışırlarsa hiçbir şansımız olamayacağını şimdiden söyleyeyim. İsterlerse bizim mağaralarda bile yaşamamıza bile fırsat vermeyeceklerdir. Tabii ki bu çok derin bir konu. Yapay zekalı makineleri ahlaklı yapmamız gerekiyor. Onları kontrol edilebilir yapmayı kastetmiyorum. Doğrudan ahlaklı yapmayı kastediyorum.

GDO konusuyla bu konuyu bağlarsak, GDO’lu ürünleri de insanlığın yararına geliştirmek ana amaç olmalı. Teknoloji iki tarafı keskin bıçak gibidir. Her teknoloji insanlığın yararına da aleyhine de kullanılabilir durumdadır. Yani GDO'lu ürünlere sadece karşı olmak anlamlı değil.


Çıkar dışında, GDO'ya nasıl olumlu bakılabilir acaba? Geri dönderilemez süreçlere yol açtığı ortaya konmuşken.

Muhsin Hanif
29-12-2012, 23:58
GDO'ya karşı çıkmayı, yeniliğe-modernliğe-teknolojiye karşı çıkmak gibi algılayanlar için söylemek istediğim bir kaç şey var.

Her şeyden önce GDO'lu ürünler yiyecek, içecek olarak kullanıldığından dolayı sağlığı direk olarak etkileyen maddeler.
Zararlı olduğunu bildiğimiz ya da şüphelendiğimiz halde kullandığımız hatta peşinde koştuğumuz teknolojik bir sürü şey var. Bunlara da karşı çıkmamız ve ilgili kurumları ( Devletler, şirketler, üniversiteler ) araştırma ve koruma tedbirleri için zorlamamız gerekir.

Fakat besin olarak vücudumuza almak çok farklı bir olay. Çocuklarımıza yedirmek ise bana korkunç geliyor çünkü bu ürünlerin uzun vadede etkileri bilinmiyor.
İleride kızım bu yüzden ( Allah tüm çocukları korusun ) ağır hastalığa yakalanırsa ne kendimi ne de sorumluları affetmem mümkün değil.

GDO'lu tohumların toprakları ele geçirmesi, normal tohumların yok olmasına sebebiyet vermesi gibi vahim durumları da ele almak gerekir.

Bu konuda iyi düşünmenin, çok iyi araştırmanın, en önemlisi de aktif olmanın zorunlu olduğuna inanıyorum.

Serpent
30-12-2012, 00:54
Çıkar dışında, GDO'ya nasıl olumlu bakılabilir acaba? Geri dönderilemez süreçlere yol açtığı ortaya konmuşken.


Benim bu işten bir çıkarım olduğunu ima ediyorsunuz. Deliliniz nedir?

"Geri dönülemez süreçlere yol açtığı ortaya konulmuşken" diyorsunuz. Bununla ilgili hangi delilleriniz var?

Serpent
30-12-2012, 01:02
Her şeyden önce GDO'lu ürünler yiyecek, içecek olarak kullanıldığından dolayı sağlığı direk olarak etkileyen maddeler.

Bütün yiyecekler sağlığınızı şu veya bu şekilde etkiler. GDO'lu gidaların sağlığınızı daha başka türlü etkilediğine dair bir deliliniz var mı?


GDO'lu tohumların toprakları ele geçirmesi, normal tohumların yok olmasına sebebiyet vermesi gibi vahim durumları da ele almak gerekir.

Klasik kültür bitkileri de (Örneğin, buğday, patates vs.) toprakları ele geçirmiş durumda. Bunu vahim durum olarak görmeyip GDO'luların vahim durumlara nasıl sebep olduğuna dair deliliniz var mı?

Muhsin Hanif
30-12-2012, 01:43
Ben de tam bunu söyledim: "Bütün yiyecekler sağlığınızı şu veya bu şekilde etkiler."
GDO'lu olanların nasıl etkilediğini, uzun vadede nasıl sonuçlar doğuracağını bilmiyoruz.

İlk olarak size şu haberi örnek vereyim.Milliyet (http://gundem.milliyet.com.tr/gdo-lu-gidada-kanser-riski-/gundem/gundemdetay/20.09.2012/1599096/default.htm)

Bir vurgu yaptığım şey de ısrarla istediğiniz delil ortaya çıktığında geç kalmış olunabilir.
Eroin bir zamanlar doktorların reçete yazdığı, tavsiye ettiği, ilaç gibi düşünülen bir maddeydi. kokain de keza öyle bir durumdaydı.
Kaç bin insanın, çocukların öldüğünü süründüğünü biraz araştırın, belki başka delillere de rastlarsınız.

Buğdayın, patatesin yeryüzündeki besin dengesi ne kadar önemli olduğunu burada tartışmaya gerek yok. "Klasik" ürün oldukları sürece vahim bir durum da söz konusu değil, buna da delil değil akıl yeterli sanırım.

Genlerine başka canlıların, hayvan genlerinin monte edildiği GDO'lu tarım ürünlerinin
Yendiğinde insan sağlığını, yem olarak hayvan sağlığını nasıl etkilediğini...
Uzun vadede etkilerini...
Toprağa ne gibi etkiler yaptığını...
Diğer tohumlarla etkileşerek, karmaşık yeni nesillerin oluşma durumunu...
Verdiği tohumdan üretim yapılamayan bu ürünlerle kime, ne şekilde bağımlı kalındığı..

Araştırılsın istiyoruz ve olumsuz sonuçları olmadığına dair DELİL istiyoruz.

Serpent
30-12-2012, 11:02
Sayın Muhsin Hanif,

Öncelikle temel mantık kuralını hatırlatayım: Bir şeyin yokluğu değil varlığı gösterilebilir. GDO’nun olumsuz olmadığına dair delil istiyorsunuz. Buyurun daha önce de yazılmıştı.

Biosafety research conclusions: Genetically modified Bt maize is safe - News - gmo-safety.eu
(http://www.gmo-safety.eu/news/1388.igw-genetically-modified-biosafety-research.html)
Bu araştırmaların zararı yoktan ziyade bir zararı var mı şeklinde yürütüldüğünü vurgulamam gerekiyor.

Bu konuya yazılmış mesajları ve farklı görüşleri okuyup anlamadan mesaj yazmaya giriştiğiniz anlaşılıyor. Bu nedenle yazdıklarınıza karşı tek tek cevap yazmayacağım.

Ancak Milliyet gazetesindeki haberle ilgili olarak kendi bilim çevrelerinde çalışmanın bilimsel prosedürlere uygun yapılmadığına dair şiddetli eleştrilere maruz kalmış bir makalenin mal bulmuş Mağribi gibi tekrar tekrar sunulması da artık sıkıntı vermeye başladı.


GDO karşıtları bana yine çok kızacak ama ne yapayım...
(http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/21692146.asp)

Bu arada, “buna da delil değil akıl yeterli” lafınıza karşın şunu söyleyeyim: Bir tartışmada söyleyecek bir gerekçe bulamayanların üste çıkmak için kullandığı aşağılamacı bir söylem olmuş sizinki.

Sizlere GDO’suz günler dilerim.

mrduran
30-12-2012, 11:16
......

....Araştırılsın istiyoruz ve olumsuz sonuçları olmadığına dair DELİL istiyoruz.

Merhabalar,

Vurguladığınız gibi araştırılsın, peşin hükümle kabullenilmesin.

Ama araştırmaya kalktığımızda da;

Bilimsel olumlu/olumsuz makale bulamıyoruz. Biraz daha inciğine-cinciğine inince;

''...USA 'da 8200 tarlada yapılan üniversite araştırmaları sonucu açıklandığında, GDO 'lu ürün üreten firmaların anında sözleşme şartlarını nasıl değiştirip, bilimsel araştırmaları kısıtlama ve sonuçları red etme haklarını korur şartlar (http://www.gidahareketi.org/VideoList.aspx?Id=208&Page=1)...

koyduğunu öğreniyoruz. Dünya açlığına çözüm diye nitelenen ürünlerin aslında yerli/has/klâsik ürünlerden daha az ürün verdikleri, hastalıklara karşı dirençliliklerinin olduğunu, çiftçiye bu yönden cazip kılınıp tembelliğimizi tetiklediklerini, İrlanda 'da patatese gelen hastalık nedeni ile oluşan kıtlık/açlık ve USA 'ya olan göçlerin nedenlerini... vs. gene buradan öğreniyoruz.

Çamaşır suyu ham maddesi ile beyazlatılan unların (http://www.dailymotion.com/video/xkhqfc_saylykly-beslenme-gdo-suz-beslenme-prof-dr-kenan-demirkol_tech#.UOAG1qy3yHA) olduğu bir para dünyasında, ispatlanmadığı gibi gerekçelerle savunulan (http://www.mfa.gov.tr/data/Kutuphane/yayinlar/EkonomikSorunlarDergisi/Sayi39/dergi666.pdf) GDO veya tarımsal ilaçların (http://www.hurriyet.com.tr/saglik/21277964.asp) zararları ikilemi, benim karar vermemi hiçte zorlaştırmıyor.

Aklımı kullanacak kadar zeki olduğumu varsayarak (http://www.academia.edu/1774273/Ilkogretim_8._Sinif_Ogrencilerinin_GDO_Bilgi_Duzey lerinin_Incelenmesi);

GDO (http://dogader.org/index.php/bilgi/562-misir-surubu-iceren-gidalar-kanser-yapiyor) 'lu ürün tercih etmiyorum.

Varlığının olup olmaması (http://www.itusozluk.com/gorseller/gdo+lu+m%FDs%FDr%FDn+kansere+sebep+olmas%FD/435311) değil, şu kadar nesil sonra (http://www.itusozluk.com/gorseller/uzayl%FD/70030), şimdi övücü konuşan/aksi yok-ispatlayın,..vs. deyenler tekrar başa/GDO 'suz insan nesline dönüş hakkında, bandı geri sarma/nesli eski sağlıklı haline getirme konusunda, bana çözüm getirip ispatlamadıkları sürece de kullanmayacağım.

Bu vesile ile;
Tarımsal ilaçları kullananların, öncelikle ailelerine, bize yedirdikleri şartlarda yedirmelerini öneriyorum.

Düşündükçe de şüphelerim daha da artıyor; neden bilimsel makale bulamıyorum?.

Saygılarımla lütfen.

MeyveliTepe
30-12-2012, 13:45
Kaliforniyadaki oylama, bu eyalette gdo içeren gıda maddelerinin zorunlu olarak GDO içerir şeklinde etiketlenmesi içindi.

Yani insanlar satınalma aşamasında gdo'lu olanı alıp almamakta özgür olsunlar, seçme hakları olsun diye idi.

Oylamadan 1-2 ay öncesi yapılan anketler %70'lere yakın etiket zorunluluğu yönündeyken son 10-15 günde bu oran düşmeye başladı ve %50'nin altına indi. Oylamada da %47'de kaldı.

Yani Kaliforniya'da oy verenlerin %47'si, her şeye rağmen ve ne pahasına olursa olsun satılan gıdalar gdo içeriyorsa etikette belirtilmesini istiyorlar, bunun için oy verdiler.

Peki ne oldu da %70'lerden %47'ye indi?

Bununla ilgili yapılmış pek çok analiz var. Bunlardan en çarpıcı olanı şöyle imiş;

Kaliforniyalı bir Amerikalının önüne, içinde aynı çeşit yiyecekler olan iki tabak konur, ancak birisi GDO'lardan diğeri ise GDO'lu olmayanlardan yapılmış denir ise, tercihin GDO'suz olandan yana kullanılacağına muhakkak gözüyle bakılıyor.

Buradan yola çıkılırsa, şayet etiket zorunluluğu olursa artık Kaliforniyada GDO'lu gıdaların satılmayacağı ve bir şekilde bu eyalet için GDO'suz girdilerin kullanılması gerektiği sonucuna varılmış. Buradan da ortalama bir aile için yılda $400 civarında mutfak masrafı artışı hesaplanmış.

Bunu hesaplayanlar tabii ki GDO şirketleri. Yukarıda anlattığım maliyet artışı da oylama öncesi yoğun bir şekilde yapılan "etiketleme karşıtlığı" reklamı.

Reklamın vermek istediği mesaj; "etiketleme olmasın, ne yediğinizi bilmenize gerek yok, bu yüzden GDO'suz girdi kullanmak zorunda kalmayalım, mutfak masrafınız da değişmesin" şeklinde. Bunu yaparken sağlık sektöründe 2023 yılına kadar yapılan projeksiyonlarda, bu insanların ne denli bir maliyet artışı ile karşılaşacağına dair hiç bir şey söylemediler tabii ki.

Bu reklamlar için 45 milyon dolardan fazla para harcandı. Bu para başta Monsanto olmak üzere Coca-Cola, Pepsi Cola, Kraft vb. gibi gdo veya gdo'lu gıda üreten şirketlerce karşılandı.

Aslında bakıyorum da, 45 milyon USD ne ki, bu şirketler 450 milyonu, hatta 4,5 milyarı çoktan gözden çıkartmışlardı. Olayı kendilerince (şimdilik) çok ucuza kapattılar.

Bu oylamada etiket zorunluluğu çıksa idi, diğer eyaletlere çok hızlı sıçrayacak, devlet desteği ile ayakta duran kale içten çatıradayacak, gdo şirketleri çok büyük yara alacaktı. Kendi halkına şimdiki gibi rahatça GDO yediremez duruma gelecekler, dış politika ve başka ülkeler üzerinde güç kullanmanın belki de en önemli silahı haline gelmiş gdo'lu tohum ve ürünler önemli ölçüde zayıflayacaktı. Elbette böyle bir şeye razı olmaları beklenemez.

Şayet etiket zorunluluğu çıksaydı, Dünya Ticaret Örgütünü bir baskı unsuru olarak kullanmaları zorlaşacak, ülkelere yaptıkları tehditler zayıflayacak, diplomatik birimleri, ülkelerin kurumları içinde bulunan lobileri, o ülkelerde birlikte çalıştıkları veya doğrudan sahibi oldukları şirketler, yine o ülkelerdeki doğrudan veya dolaylı irtibatlı kamuoyu grupları, önemli sorunlarla karşı karşıya kalacaklardı.

Sevincin buralara kadar gelmiş olmasının sebebi de kanımca budur çünkü yukarıda saydığım organların tümü ile zaten buradalar. Konu ile ilgili duyduğunuz, okuduğunuz her şeyde görür ve tanırsınız.

Etraflarında kullandıkları, "gdo olmasa bütün dünya aç kalır" yalanına ilave, gdo yemek istemeyenleri de "teknoloji karşıtı" olarak ilan edip beyin yıkamaya çalışırlar. Sanki teknoloji Monsanto ve BT mısır, RR Soya'dan ibaretmiş gibi, teknolojiyi kendileriyle özdeş bir şeymiş gibi göstermeye çalışırlar.

Oylamaya cesaret edilmesi bile kendileri için çok önemli bir tehdit oluşturuyordu, sonucun etiketleme yönünde çıkması erken yıkım olurdu. Gayretleri sonucu böyle çıkmış olması onlara hem zaman kazandırdı hem bunun gerçekten bir tehdit olduğunu gördüler.

Bundan sonra daha temkinli davranıp böyle tehlikeli durumlara baştan izin vermemeye çalışacaklardır.

Serpent
01-01-2013, 00:45
Konuyla dolaylı olarak ilişkili bir olgudan bahsetmek istiyorum.

Öncelikle bir konuda fikir sahibi olabilmek için o konuda bilgi sahibi olmak gerekiyor.

Ancak bazı kişiler yeterince zeki olduklarını ve akıllarını kullanarak o konuda karar verebilecek durumda oldukları söyleminde bulunurlar.

Hemen herkes Aristo ismini duymuştur. Aristo tüme varım mantığının kurucusu kabul edilir. Formel mantığın kurulması bakımından Aristo bir dahidir. Ancak, Aristo’nun önemli bir yanılgısı vardır. Bu dünyaya ait olguların analizinde gözleme pek az önem vererek düşüncenin yeterli olduğunu söylemiş ve bütün olguların üstünde düşünülerek çözümlenebileceğini iddia etmiştir.

Nitekim kadınların –muhtemelen bünye olarak erkeklerden daha az cüsseli oldukları için olsa gerek- erkeklerden daha az sayıda dişleri olduğunu söyleyebilmiştir. Halbuki bu konuda zeka ve akıllına çok itibar etmeyip bir kadının ağzına baksaydı yanıldığını anlayabilirdi.

Aristo’nun felsefesini veya bilimini küçümsemek gibi amacım yok. Aristo zamanının muhtemelen en bilgili kişisiydi. Benim anlatmaya çalıştığım, ben çok zekiyim, aklımı kullanmayı biliyorum söyleminin her zaman yeterli olmadığıdır.

Selamlarımla lütfen..

Serpent
01-01-2013, 17:14
Bu yazı biraz uzun bir yazı olacak.

Benim mesajlarımın en ilgili kişiler tarafından bile üstün körü okunduğunun ve içinde yer verilen rasyonel analizlere itibar edilmediğinin farkındayım. Ancak ben yine de yazacağım.

Konumuz, Hindistan’daki çiftçi intiharları.

Daha önce Hindistan’da görülen çiftçi intiharlarına ilk dikkat çekme tarihinin 1990 lı yıllar olduğunu ve Bt pamuk üretiminin ancak 2002 yılında başladığını yazmış ve çiftçi intiharlarının arkasında yoksulluğa dayalı daha derin sosyolojik olgular aranması gerektiğini belirtmiştim. Ancak bununla ilgili olarak acaba öyle mi, değil mi diye bir kişinin bile merak etmediği, kırık plak gibi Hindistan’da çiftçilerin Bt pamuk yüzünden intihar ettikleri ve evde karısının kocasını boşa beklediği, silahı şakağına nasıl dayadığına dair teferruatlı anlatımlara devam edildi (Ancak, Hindistanlı çiftçiler genelde silahla değil, pestititlerle ihtihar ediyormuş).

Aslında konunun GDO’lu ürünlerlerin sağlığımızı nasıl etkilediğine dair doğrudan bir ilgisi olmaması nedeniyle pek üstünde durmak istemedim. Ancak dramatize edilmiş söylemlere hiç ara verilmeden devam edilmesi üzerine bu mesajı yazmak istedim.


Biraz ön bilgi ile başlayalım.

Farmers' suicides in India - Wikipedia, the free encyclopedia (http://en.wikipedia.org/wiki/Farmers%27_suicides_in_India)

Burada özetle, Hindistan'daki çiftçi intiharlarının Bt pamuk üretiminden önce başladığı ve çiftçi intiharlarının GDO’lu pamuk üretenlerle sınırlı olmadığı, diğer çifçiler arasında da görüldüğü ve bu intiharların arkasında yoksulluğa dayalı sosyo-ekonomik faktörlerin yer aldığı anlatılıyor. İngilizce bilenler kendileri de bakabilirler.

Şimdi de biraz istatistiksel bilgi verelim.

Hindistan dünyanın en kalabalık ülkelerinden biri. Nüfusu 1.200.000.000 den fazla. Yazıyla bir milyar 200 milyon.


Bu nüfusun % 60 ı doğrudan tarımsal faaliyetlere bağlı olarak yaşayan bir kesimi oluşturuyor. Dolayısıyla toplam nüfusun %60 ını oluşturan 720 milyon insan tarıma bağlı olarak yaşıyor. Uzun yıllardır Hindistan'daki çiftçi intiharlarının yıllık olarak 15-17 bin civarında olduğu rapor ediliyor. Zaten çiftçi intiharlarını GDO’lu ürünlere muhalefet için kullananlara göre geçmiş 15-16 yıl boyunca vuku bulan ciftçi intiharlarının toplamı 200 bin kişiyi buluyor ki, bu da yılda ortalama 15 bin kişiye tekabül eder.

Nitekim, çiftçi intiharlarının çiftçi nüfusu içinde görülme sıklığı yılda yüzbinde 2 yi bulmuyor. Buna karşın Tüm hindistan’da toplam nüfustaki intihar oranı yılda yüzbinde 10 civarında çıkmış. Yani toplumun genelinde intihar sıklığı çiftçi intiharlarının 5 katından daha fazla. Bu rakam tüm hindistan için yıllık 120 000 intihara tekabül ediyor. Korkunç bir rakam. Yani her Allahın günü Hindistan’da 300 den fazla kişi intihar ediyor. Allahtan, GDO karşıtları bu intiharların tamamını Bt pamuk üretimine yüklemiyorlar.

Tüm dünyada intihar oranları incelendiğinde Hindistan’daki intihar sıklığı Dünya ortalamasının biraz üstünde. İntihar oranları bakımından Hindistan’ı fersah fersah geçen ülkeler var. Örneğin artık bir refah ülkesi sayılan Güney Kore gibi ülkeler Hindistan’ı üçe katlıyorlar.

List of countries by suicide rate - Wikipedia, the free encyclopedia (http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_countries_by_suicide_rate)

Hindistandaki rakamların çok çarpıcı görülmesi, çok büyük bir nufusa sahip olmasından kaynaklanıyor. Oransal olarak bakıldığında Hindistan Dünyada 43. sırada yer alıyor. Yani en yukarıda 42 ülke daha var.

Herşeye rağmen, acaba Hindistan’daki çiftçi intiharlarının asıl sebebi Bt pamuk üretimi midir diye araştırmalar yapılmış.

Bu araştırmayı yapan kuruluşlardan bir tanesi Uluslararası Gıda Politikaları Araştırma Enstitisü (International Food Policy Research Institute)

Rapor linkini aşağıda veriyorum. Bu Enstitü hakkında araştırma yapıldığında GDO’lu ürünlere karşı tarafsız bir pozisyona sahip olduğu ve bu ürünlerin yanında veya karşısında yer almadığı anlaşılıyor.

http://www.ifpri.org/sites/default/files/publications/ifpridp00808.pdf

İngilizce bilmeyenler için bu raporun özetini ben vereyim. Hindistan’da Bt Pamuk üretiminin başlamasıyla birlikte verimin sürekli olarak arttığı (GDO karşıtları sürekli olarak bunun tersini iddia ediyorlar), pestisit kullanımının azaldığı (GDO karşıtı olsanız bile sevinilecek bir şey olsa gerek), çiftçi intiharlarında cüzi bir azalma görüldüğü (ister GDO taraftarı ister karşıtı olun bu da sevinilecek bir durum. Sanırım bizim GDO karşıtları buna üzüleceklerdir) anlatılıyor.

Herşey bir yana, Hindistan’daki çiftçi intiharlarına ilk dikkat çekilen yıllar 90 lı yıllar ve bu tarihler 2002 de başlayan Bt pamuk üretiminin öncesine denk geliyor. Tabii, anlat anlatabilirsen. Bir – iki saatlik araştırmaya gerek duymayıp, falancanın filan konferansta söyledikleri anlaşılan çok daha makbul addediliyor.

Çiftçi intiharlarını dramatize etmek amacıyla kullanılan reklam videolarına gelince: Bu reklamlar, o ülkenin adet ve göreneklerine göre hazırlanmış reklamlar. Bize tiksindirici veya yanıltıcı gelebilir. Her ülkede durum böyle değil mi? Şimdi bizim ülkemizden örnekler vereceğim. Hepimiz kredi kartı borçları yüzünden intiharlar olduğunu biliyoruz. Hanginiz bu nedenle kredi kartını kırıp kullanımına son verdiniz?

Bizdeki kredi kartı reklamları yanıltıcı değil mi? Birkaç slogan:
- “Harcadıkça kazandıran kart”
- “Bedavası en bol kart”
- “xxxxxx kartını al, xxxx TL bedava para kazan”

Daha niceleri..

Şimdi, intiharlara bu kadar duyarlı olanların Türk insanının intiharına giden bir süreci hazırladığı için isyan edip kredi kartlarını kırmalarını beklerdim. Amaaa, nerdee?

Buyurun Internette bulduğum bir haber.

BATMAN'DA BİR HAFTADA ÜÇ İNTİHAR
Emniyet Müdürlüğü'nde teknisyen 5 çocuk babası Hasan Düz, silahını kafasına dayayıp tetiği çekti. Öldüğünü duyan kefili Adil Çiftçi de intihar etti. Uzman Çavuş Bülent Aksungur çocuklarını ve eşini öldürdükten sonra canına kıydı. Hepsi de borçluydu..

2005 yılından bu yana kredi kartı ve banka borçları yüzünden 200'den fazla insan intihar etti. Yuvası yıkılanlar, işsiz, evsiz kalanlar bu rakama dahil değil. Peki borçları yüzünden hayatları kararanlar sadece hesap kitap bilmeyen, kişiler mi?


Bu haber sadece bir örnek. Üstelik kredi kartları bizim ülkemizde sadece intihara sebep olmuyor, önce eş, çoluk çocuk katliamı geliyor, ardından intihar ediliyor. Anladığım kadarıyla Hindistan’da çiftçi sadece kendisini öldürüyor. Öyle ya, evde karısı onu boşu boşuna beklediğine göre en azından başkalarını öldürmüyor.

Şimdi GDO karşıtlarının bu yazdıklarımı da kös okuyacaklarını (veya hiç okumayacaklarını) biliyorum. Ben yine de yazayım istedim. Çünkü bir şeyi savunanların gerçek dışı ifadelere başvurmaları bende daima kuşku uyandırır ve bunlardan medet umduklarına göre, ya bu konuda kırılmaz bir ön yargıya sahip olduklarını veya kendi amaçları için her yolu mübah gördüklerini düşünürüm. Hemen araştırmaya başlar ve beni ve diğer insanları nasıl yanıltmaya çalıştıklarını gözlemlerim.

Saygılarımla..

MeyveliTepe
01-01-2013, 20:23
Arkadaşlar, bildiğiniz üzere geçen yıl Yem Sanayicileri Birliğinin talebi üzerine Biogüvenlik kurulu on küsür GDO'lu mısır ve soyanın ülkeye girişine, yönetmeliğin çok sıkı uygulanması ve denetlenmesi şartları ile onay verdi. Takiben verilen ithalat izni ile ülkeye bu GDO'lardan büyük miktarda geldi ve gelmeye devam ediyor.

Zaman zaman medyada yer alan haberlerde insan gıdasında GDO'lara rastlandığını duyuyoruz. Bunun yem amaçlı gelen GDO'ların yiyecek zincirine karışıyor olması ile gerçekleştiği akla gelen bir ihtimal olmakla beraber başka yollarla da geliyor olabilir, bilemiyoruz.

GDO yemek istemeyenler, genellikle ürünlerinden tüketici olarak yararlandıkları et ve et ürünleri, yumurta, süt ve süt ürünlerinin elde edildiği hayvanların da GDO ile beslenmesi durumunda, bu gıda ürünlerini dolaylı olarak GDO olarak görerek tercih etmiyor. Bu sebeple GDO ile beslenmiş hayvan ürünlerinin de etiketlenmesi gerek ülkemizde gerek Avrupa ülkelerinde bir kamuoyu talebi olarak giderek daha sık duyuluyor. Bir çok kişi, hazır yemlerin hepsinin GDO olması olasılığına karşı hazır yem yememiş hayvan ürünü yiyecekler arıyor.

Yem için izin verilmiş GDO'ların da yönetmelik ve ithalat şartlarına göre gelip gelmediği, izleme ve kontrol süreçlerinin doğru çalışıp çalışmadığı vatandaşlar olarak bizlerin dışında.

Bu süreçte tüketici ve vatandaş olarak kendi gözlerimizle görüp izleyebileceğimiz yegane şey, satılan GDO'lu yemlerin en azından etiketleme kurallarına göre satışa sunulup sunulmadığıdır.

İlgili yönetmeliğin 19.maddesi, GDO'lu yemlerin GDO'lu olduğuna dair etiketlemeyi tarif eder.

Madde ve şıklarının bütününde, yem almak isteyen vatandaşın, satınalma esnasında, ambalaj üzerinde o yemin, şayet GDO ise, GDO'lu olduğunu açıkça ve tereddütsüz görebilmesi ve hangi GDO genlerinin üründe bulunduğunu açıkça anlayabilmesini garanti etmeye yöneliktir.

Hepimizin yakınlarında bir veya daha fazla yem bayisi vardır. Sizlerden ricam, yarın veya öbür gün, gerekiyorsa yolunuzu bir-iki sokak değiştirip bir yem bayisine uğramanız, satılan yemlerin ambalajlarına bakmanız (genellikle 50 kilolok çuvallar halindedir), çuvalın üzerinde veya rahatça okunabilen bir yerinde GDO içeriğine ait etiketi bulmaya çalışalım.

Baktığımız yem çuvallarının birer resmini çekelim. Ambalaj üzerinde rahatça okunur GDO içerik bilgisi varsa resimde görünmesine dikkat edelim. Böyle bir bilgi yok ise, bir ilke imza atıp, olmayanın, yok olanın, da resmini çekelim. Resimleri burada paylaşarak ne durumda olduğumuzu hep birlikte görelim.

bozon
01-01-2013, 23:39
Sayın Serpent:
Konunun dışına çıkarak tartışmak istemiyorum. Forum yöneticisi yazıları ya yeni bir başlığa taşıyabilir, ya da konuyu kapatabilir diye.
Ancak, şu kadarını yazmalıyım. "Çıkar" ikiye ayrılır. Birincisi "maddi", ikincisi "manevi" çıkardır. İkisinin birbirine eklemlenmesiyle de, çok daha iğrençleri yaratılabilir.
GDO tekniğinin, bir "piyasa kapatma" hamlesi olduğunu, diğer her özelliğin öneminin daha sonra geldiğini bilmemiz gerekir. Bilemiyorsak, şu ya da bu şekilde, çıkara alet olmaktan kurtulamayız. Yani bu işin aslı "kocaman bir çıkar". Bu durumda da, bizim nerede durduğumuz önemlidir.
Selamlar.

MeyveliTepe
02-01-2013, 02:55
Bu yazı biraz uzun bir yazı olacak.

Benim mesajlarımın en ilgili kişiler tarafından bile üstün körü okunduğunun ve içinde yer verilen rasyonel analizlere itibar edilmediğinin farkındayım. Ancak ben yine de yazacağım.

Konumuz, Hindistan’daki çiftçi intiharları.

Daha önce Hindistan’da görülen çiftçi intiharlarına ilk dikkat çekme tarihinin 1990 lı yıllar olduğunu ve Bt pamuk üretiminin ancak 2002 yılında başladığını yazmış ve çiftçi intiharlarının arkasında yoksulluğa dayalı daha derin sosyolojik olgular aranması gerektiğini belirtmiştim. Ancak bununla ilgili olarak acaba öyle mi, değil mi diye bir kişinin bile merak etmediği, kırık plak gibi Hindistan’da çiftçilerin Bt pamuk yüzünden intihar ettikleri ve evde karısının kocasını boşa beklediği, silahı şakağına nasıl dayadığına dair teferruatlı anlatımlara devam edildi (Ancak, Hindistanlı çiftçiler genelde silahla değil, pestititlerle ihtihar ediyormuş).

Aslında konunun GDO’lu ürünlerlerin sağlığımızı nasıl etkilediğine dair doğrudan bir ilgisi olmaması nedeniyle pek üstünde durmak istemedim. Ancak dramatize edilmiş söylemlere hiç ara verilmeden devam edilmesi üzerine bu mesajı yazmak istedim.


Biraz ön bilgi ile başlayalım.

Farmers' suicides in India - Wikipedia, the free encyclopedia (http://en.wikipedia.org/wiki/Farmers%27_suicides_in_India)

Burada özetle, Hindistan'daki çiftçi intiharlarının Bt pamuk üretiminden önce başladığı ve çiftçi intiharlarının GDO’lu pamuk üretenlerle sınırlı olmadığı, diğer çifçiler arasında da görüldüğü ve bu intiharların arkasında yoksulluğa dayalı sosyo-ekonomik faktörlerin yer aldığı anlatılıyor. İngilizce bilenler kendileri de bakabilirler.

Şimdi de biraz istatistiksel bilgi verelim.

Hindistan dünyanın en kalabalık ülkelerinden biri. Nüfusu 1.200.000.000 den fazla. Yazıyla bir milyar 200 milyon.


Bu nüfusun % 60 ı doğrudan tarımsal faaliyetlere bağlı olarak yaşayan bir kesimi oluşturuyor. Dolayısıyla toplam nüfusun %60 ını oluşturan 720 milyon insan tarıma bağlı olarak yaşıyor. Uzun yıllardır Hindistan'daki çiftçi intiharlarının yıllık olarak 15-17 bin civarında olduğu rapor ediliyor. Zaten çiftçi intiharlarını GDO’lu ürünlere muhalefet için kullananlara göre geçmiş 15-16 yıl boyunca vuku bulan ciftçi intiharlarının toplamı 200 bin kişiyi buluyor ki, bu da yılda ortalama 15 bin kişiye tekabül eder.

Nitekim, çiftçi intiharlarının çiftçi nüfusu içinde görülme sıklığı yılda yüzbinde 2 yi bulmuyor. Buna karşın Tüm hindistan’da toplam nüfustaki intihar oranı yılda yüzbinde 10 civarında çıkmış. Yani toplumun genelinde intihar sıklığı çiftçi intiharlarının 5 katından daha fazla. Bu rakam tüm hindistan için yıllık 120 000 intihara tekabül ediyor. Korkunç bir rakam. Yani her Allahın günü Hindistan’da 300 den fazla kişi intihar ediyor. Allahtan, GDO karşıtları bu intiharların tamamını Bt pamuk üretimine yüklemiyorlar.

Tüm dünyada intihar oranları incelendiğinde Hindistan’daki intihar sıklığı Dünya ortalamasının biraz üstünde. İntihar oranları bakımından Hindistan’ı fersah fersah geçen ülkeler var. Örneğin artık bir refah ülkesi sayılan Güney Kore gibi ülkeler Hindistan’ı üçe katlıyorlar.

List of countries by suicide rate - Wikipedia, the free encyclopedia (http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_countries_by_suicide_rate)

Hindistandaki rakamların çok çarpıcı görülmesi, çok büyük bir nufusa sahip olmasından kaynaklanıyor. Oransal olarak bakıldığında Hindistan Dünyada 43. sırada yer alıyor. Yani en yukarıda 42 ülke daha var.

Herşeye rağmen, acaba Hindistan’daki çiftçi intiharlarının asıl sebebi Bt pamuk üretimi midir diye araştırmalar yapılmış.

Bu araştırmayı yapan kuruluşlardan bir tanesi Uluslararası Gıda Politikaları Araştırma Enstitisü (International Food Policy Research Institute)

Rapor linkini aşağıda veriyorum. Bu Enstitü hakkında araştırma yapıldığında GDO’lu ürünlere karşı tarafsız bir pozisyona sahip olduğu ve bu ürünlerin yanında veya karşısında yer almadığı anlaşılıyor.

http://www.ifpri.org/sites/default/files/publications/ifpridp00808.pdf

İngilizce bilmeyenler için bu raporun özetini ben vereyim. Hindistan’da Bt Pamuk üretiminin başlamasıyla birlikte verimin sürekli olarak arttığı (GDO karşıtları sürekli olarak bunun tersini iddia ediyorlar), pestisit kullanımının azaldığı (GDO karşıtı olsanız bile sevinilecek bir şey olsa gerek), çiftçi intiharlarında cüzi bir azalma görüldüğü (ister GDO taraftarı ister karşıtı olun bu da sevinilecek bir durum. Sanırım bizim GDO karşıtları buna üzüleceklerdir) anlatılıyor.

Herşey bir yana, Hindistan’daki çiftçi intiharlarına ilk dikkat çekilen yıllar 90 lı yıllar ve bu tarihler 2002 de başlayan Bt pamuk üretiminin öncesine denk geliyor. Tabii, anlat anlatabilirsen. Bir – iki saatlik araştırmaya gerek duymayıp, falancanın filan konferansta söyledikleri anlaşılan çok daha makbul addediliyor.

Çiftçi intiharlarını dramatize etmek amacıyla kullanılan reklam videolarına gelince: Bu reklamlar, o ülkenin adet ve göreneklerine göre hazırlanmış reklamlar. Bize tiksindirici veya yanıltıcı gelebilir. Her ülkede durum böyle değil mi? Şimdi bizim ülkemizden örnekler vereceğim. Hepimiz kredi kartı borçları yüzünden intiharlar olduğunu biliyoruz. Hanginiz bu nedenle kredi kartını kırıp kullanımına son verdiniz?

Bizdeki kredi kartı reklamları yanıltıcı değil mi? Birkaç slogan:
- “Harcadıkça kazandıran kart”
- “Bedavası en bol kart”
- “xxxxxx kartını al, xxxx TL bedava para kazan”

Daha niceleri..

Şimdi, intiharlara bu kadar duyarlı olanların Türk insanının intiharına giden bir süreci hazırladığı için isyan edip kredi kartlarını kırmalarını beklerdim. Amaaa, nerdee?

Buyurun Internette bulduğum bir haber.




Bu haber sadece bir örnek. Üstelik kredi kartları bizim ülkemizde sadece intihara sebep olmuyor, önce eş, çoluk çocuk katliamı geliyor, ardından intihar ediliyor. Anladığım kadarıyla Hindistan’da çiftçi sadece kendisini öldürüyor. Öyle ya, evde karısı onu boşu boşuna beklediğine göre en azından başkalarını öldürmüyor.

Şimdi GDO karşıtlarının bu yazdıklarımı da kös okuyacaklarını (veya hiç okumayacaklarını) biliyorum. Ben yine de yazayım istedim. Çünkü bir şeyi savunanların gerçek dışı ifadelere başvurmaları bende daima kuşku uyandırır ve bunlardan medet umduklarına göre, ya bu konuda kırılmaz bir ön yargıya sahip olduklarını veya kendi amaçları için her yolu mübah gördüklerini düşünürüm. Hemen araştırmaya başlar ve beni ve diğer insanları nasıl yanıltmaya çalıştıklarını gözlemlerim.

Saygılarımla..

Bu mesajı yazan bayağı iyi "kös"müş (ne demekse). Ben o kadar iyi kösemiyorum :)

Epey bir sorum olacak da, ilk aklıma gelen "Uluslararası Gıda Politikaları Enstitüsü" ile BT-Pamuk ve çiftçi intiharları arasında ne gibi bir alaka olduğu. Öyle ya, BT-Pamuk doğrudan yenmez (yem olmamasına rağmen hayvanlar yemişler galiba ama insanlar yemez). Ancak, pamuk olursa satılır parasıya yiyecek alınır. Bu da Gıda Politikalarını ilgilendirmiyor olsa gerek.

pria
02-01-2013, 09:48
Bu süreçte tüketici ve vatandaş olarak kendi gözlerimizle görüp izleyebileceğimiz yegane şey, satılan GDO'lu yemlerin en azından etiketleme kurallarına göre satışa sunulup sunulmadığıdır.

İlgili yönetmeliğin 19.maddesi, GDO'lu yemlerin GDO'lu olduğuna dair etiketlemeyi tarif eder.



Hepimizin yakınlarında bir veya daha fazla yem bayisi vardır. Sizlerden ricam, yarın veya öbür gün, gerekiyorsa yolunuzu bir-iki sokak değiştirip bir yem bayisine uğramanız, satılan yemlerin ambalajlarına bakmanız



...Biyogüvenlik Kurulu, geçen hafta 13 GDO’lu mısır çeşidinin hayvan yemi olarak ithal edilmesine onay verdi. İstanbul Ziraat Mühendisleri Odası, GDO’ya Hayır Platformu, Greenpeace, TÜDEF gibi sivil toplum kuruluşları, hem bu kararı protesto etti... Hem de GDO’lu yem kullanan şirketlere “etiketinize yazın” çağrısı yaptı.
Milliyet Cadde’de yayımlanan yazımla bu çağrılara destek verdim. Çünkü soframıza gelen et, süt, peynir veya yumurtanın, GDO’lu yemlerle beslenen hayvanlardan gelip gelmediğini bilmeye her vatandaşın hakkı olduğunu düşünüyorum.
Heyhat, “mevzuat” öyle demiyor! Çünkü yüzde 9 oranında ve altında GDO içeren ürünlerin etiketlerine GDO’lu ibaresi koyma zorunluluğu yok...
...Genetik mühendisliği üzerine doktora yapmış Prof. Çetiner, 25 yıldır tarımsal biyoteknoloji ve biyogüvenlik konusunda çalıştığını belirtip şu açıklamada bulunuyor:
“Türkiye’nin dört bir köşesinden toplayarak test ettiğimiz 51 yem örneğinin 50 tanesinde GDO içeriği tespit ettik. Kaçınılmaz olarak, çok ufak aile işletmeleri hariç hemen hemen tüm hayvancılık işletmeleri, AB ülkelerinin tamamında olduğu gibi Türkiye’de de GDO’lardan üretilen yemlerle beslenmektedir.”

Mehveş Evin- MİLLİYET yazarı

GDO (http://gundem.milliyet.com.tr/gdo-lu-hayvan-yemi-kullanmayan-yok-/gundem/gundemyazardetay/28.12.2011/1481160/default.htm)

Birde meseleye değişik bir açıdan bakalım; ülkemizde denetim işleri nasıl yürüyor, denetimler sağlıklı ve sonuç alıcı mı acaba?
Biliyorsunuz..Ülkemizde akaryakıt, çay, tütün, sigara kaçakçılığı da suçtur..ama bunlar maalesef şakır şakır satılıyor..

Yem üreticileri acaba bu %9 oranına ne kadar uyuyor..
Hangi hayvan yetiştiricisi merak edipte aldığı yemin GDO oranını labaratuvarlara test ettirebilir?

Bunlar hep muamma..
Kanun ve yönetmelikler yetmiyor..Devlet ciddiyeti olmayan bir yerde hiçbir şeyin güvenilirliğinden sözedilemez..

Ülkemizin Tarım Bakanı '' GDO zarar verirse hayvana verir, insana bir şey olmaz'' diyebiliyorsa, bu, sözün bittiği yerdir..GDO'dan da zararlı olan bu zihniyettir..bunu sorgulamak gerekir..Bu zihniyette olanların iktidar olamadığı bir ülke özlüyorum ben..Gerisi laf-ı güzaf..

Serpent
02-01-2013, 10:41
Sayın Serpent:
Konunun dışına çıkarak tartışmak istemiyorum. Forum yöneticisi yazıları ya yeni bir başlığa taşıyabilir, ya da konuyu kapatabilir diye.
Ancak, şu kadarını yazmalıyım. "Çıkar" ikiye ayrılır. Birincisi "maddi", ikincisi "manevi" çıkardır. İkisinin birbirine eklemlenmesiyle de, çok daha iğrençleri yaratılabilir.
GDO tekniğinin, bir "piyasa kapatma" hamlesi olduğunu, diğer her özelliğin öneminin daha sonra geldiğini bilmemiz gerekir. Bilemiyorsak, şu ya da bu şekilde, çıkara alet olmaktan kurtulamayız. Yani bu işin aslı "kocaman bir çıkar". Bu durumda da, bizim nerede durduğumuz önemlidir.
Selamlar.

Sayın bozon,


Konunun dışına çıkmamamakta tabii ki yarar var. Görüşlerinizi maddi delillere dayanarak yazmanız daha iyi olurdu. Önce çıkardan bahsedip - ki bunu okuyanın aklına gelecek ilk şey maddi çıkar olur - sonra da verilen yanıt için durumu tevil etmeye çalışacaksınız. Hoş bir durum değil.


Manevi bir çıkarım elbette var. Merak ediyorsanız söyleyeyim: Ben yoksulların da temiz ve bol gıdalardan yararlanmasını istiyorum. Afrika’da insanların A vitamini eksikliği çekmesini istemiyorum. Hiç bir patent hakkı gözetilmeden Afrika’daki insanların kullanımına sunulmuş Altın Pirinç tarımının sözde çevreciler tarafından engellenmesini istemiyorum. Çünkü o yoksul insanların da müreffeh yaşama imkanına kavuşması beni mutlu ediyor.

Saygılarımla..

Serpent
02-01-2013, 10:44
Bu mesajı yazan bayağı iyi "kös"müş (ne demekse). Ben o kadar iyi kösemiyorum :)

Epey bir sorum olacak da, ilk aklıma gelen "Uluslararası Gıda Politikaları Enstitüsü" ile BT-Pamuk ve çiftçi intiharları arasında ne gibi bir alaka olduğu. Öyle ya, BT-Pamuk doğrudan yenmez (yem olmamasına rağmen hayvanlar yemişler galiba ama insanlar yemez). Ancak, pamuk olursa satılır parasıya yiyecek alınır. Bu da Gıda Politikalarını ilgilendirmiyor olsa gerek.



Konunun başlığı “Temiz besin Hareketi “GDO”lu ise bilmek hakkımızdır”.

- Bu başlığı ben koymadım.
- Hindistan’daki çiftçi intiharlarını gündeme ben getirmedim.
- Hindistan’daki çiftçi intiharlarının Bt pamuk yüzünden olduğunu ben iddia etmedim.
- Bu savları desteklemek adına ajite edici videoları ben koymadım, ifadeleri ben yazmadım.

Siz bunları ısıtıp ısıtıp önümüze koyarken konuyla ilgili oluyor da, ben bunlara bir yanıt verdiğimde veya bu araştırmayı bir gıda kuruluşu yapınca konuyla ne ilgisi var pozisyonuna geçiyorsunuz.

Takdiri forum okuyucularına bırakıyorum :)

Saygılarımla..

MeyveliTepe
02-01-2013, 11:26
Konunun başlığı “Temiz besin Hareketi “GDO”lu ise bilmek hakkımızdır”.

- Bu başlığı ben koymadım.
- Hindistan’daki çiftçi intiharlarını gündeme ben getirmedim.
- Hindistan’daki çiftçi intiharlarının Bt pamuk yüzünden olduğunu ben iddia etmedim.
- Bu savları desteklemek adına ajite edici videoları ben koymadım, ifadeleri ben yazmadım.

Siz bunları ısıtıp ısıtıp önümüze koyarken konuyla ilgili oluyor da, ben bunlara bir yanıt verdiğimde veya bu araştırmayı bir gıda kuruluşu yapınca konuyla ne ilgisi var pozisyonuna geçiyorsunuz.

Takdiri forum okuyucularına bırakıyorum :)

Saygılarımla..

Evet, başlığın, özellikle de "GDO'lu ise bilmek hakkımızdır" ifadesinin bazıları için çok rahatsız edici olduğunu kabul etmek gerek. Çiftçi intiharlarının da BT-Pamuk ile ilişkili olabileceği bu bt ürünlerinin pazarlanabilmesi için aynı derecede rahatsız olsa gerek.

Bu sebeple olsa gerek, sorum iyi anlaşılmamış. Raporun içeriğine geleceğiz tabii ama öncesinde IFPRI, bu raporu neye istinaden, hangi fonksiyonunun bir gerekliliği olarak yazmış onu soruyorum. Pamuk yenmez, intihar işlerine de bakmıyorlar. O zaman niye uğraşıp 55 sayfa rapor yazma ihtiyacı duymuşlar.

Üstelik de;
Bu Enstitü hakkında araştırma yapıldığında GDO’lu ürünlere karşı tarafsız bir pozisyona sahip olduğu ve bu ürünlerin yanında veya karşısında yer almadığı anlaşılıyor.
GDO ürünleri ve dolayısıyla şirketlerinden bağımsız ve tarafsız imiş.

birnefestoprak
02-01-2013, 19:55
Siz oylamayla ilgili konuyu yanlis anlamissiniz. Konu insanligin kapitalizmle savasi degil; konu yiyecek paketlerinin etiketlenmesi. Oy verenler tamamen kendi tercihleri dogrultusunda oy verdiler. Verdikleri oy, iskenderin ustune kizdirilmis tereyagi dokulmesini tercih etmek ya da etmemekle esdeger.

Çok üzüldüm.

ABD’de GDO etiketlenmesinin zorunlu hale getirilmesi oylamasını ‘Luddite’ler kaybetmişler. Bunun tasası da bizden bazılarını sarmış.

Bir de tersi çıksaydı, Amerikalının kapitalist tekellere karşı nasıl da şanlı bir savaşım verdiği anlatılacaktı.

Bir arkadaşımız, savaşın Terminatör filmindeki gibi yeraltında verildiğini söylemiş. O bir film; ama insan şovenizminin üstüne kurulmuş bir film. Yapay Zeka konusuyla ilgili biri olarak biliyorum ki eğer bir gün yapay zekalı makineler dünyamızı ele geçirmeye çalışırlarsa hiçbir şansımız olamayacağını şimdiden söyleyeyim. İsterlerse bizim mağaralarda bile yaşamamıza bile fırsat vermeyeceklerdir. Tabii ki bu çok derin bir konu. Yapay zekalı makineleri ahlaklı yapmamız gerekiyor. Onları kontrol edilebilir yapmayı kastetmiyorum. Doğrudan ahlaklı yapmayı kastediyorum.

GDO konusuyla bu konuyu bağlarsak, GDO’lu ürünleri de insanlığın yararına geliştirmek ana amaç olmalı. Teknoloji iki tarafı keskin bıçak gibidir. Her teknoloji insanlığın yararına da aleyhine de kullanılabilir durumdadır. Yani GDO'lu ürünlere sadece karşı olmak anlamlı değil.

MeyveliTepe
02-01-2013, 20:09
Ne şirket merkezinde (http://www.monsanto.co.uk/news/ukshowlib.php?uid=13478) ne de ifpri (Uluslararası Gıda Politikaları Araştırma Enstitüsü) dökümanında, bir GDO olması dışında, gıda ve politikaları ile hiç ilgili olmayan BT-Pamuk odaklı ve sonuç (Conclusion) bölümünde BT-Pamuğun Hindistandaki çiftçilerin intiharında hiç bir rolü olmadığını yazan raporun niye yazıldığı açıklanmamış. Biraz bayram değil, seyran değil durumu gibi sanki.

Ekim 2008 tarihli rapor, 29 Ekim 2008 günü şirket tarafından duyurulmuş. Duyuruda mutad olunduğu üzere gözyaşı dökülerek bu trajik olaylar anılmış ve yine sonuç bölümünden alınan; bt-pamuğun Hindistandaki çiftçi intiharlarında hiç bir rolünün olmadığı ve esasen bt-pamuğun Hindistanın tümünde çok etkili bir teknoloji olduğu yazılı.

Raporun bir kopyasını kütüphanemde bulunca daha önce "kös"müş olduğumu hatırladım. 2002-2007 arasında veriyi biraz da farklı bir yorumla analiz ettiğini söylüyordu. Her ne kadar 2007'den bu güne bir beş yıl daha geçtiyse de raporun bazı bölümlerini (Toward a Synthetic Conceptual Framework) özellikle de hipotetik bağlantıların gösterildiği şekli beğendiğimi hatırlıyorum.

Yanlız anlamadığım bir şey, sanki bu rapor birileri tarafından yazılmış, fakat sonuç (conclusion) bölümü beğenilmediği için birileri raporu hiç okumadan sonuç bölümünü silip yeniden yazmış ve bunu yayınlayın demiş gibi bir hisse kapıldım.

Raporun içeriğine geldiğimizde bunlardan bahsedeceğim.

Bu Enstitü hakkında araştırma yapıldığında GDO’lu ürünlere karşı tarafsız bir pozisyona sahip olduğu ve bu ürünlerin yanında veya karşısında yer almadığı anlaşılıyor.

Bir de böyle denmiş ya, bir bakalım;

IFPRI gibi rapor yazma kuruluşlarının faaliyetleri genelde başka kurumlar tarafından finanse edilir. Bazı devlet yardımları alırlar, yayınlarını para ile satarlar, endüstri ile iş birliği yaparak çalışmalarının fonlanmasını sağlarlar. Yine kendi dökümanlarından anlaşıldığı kadarı ile işbirliği yaparak kendilerini finanse eden şirketlerin bazıları, Syngenta, Du-Pont, Bayer, Monsanto, Basf, Dow, Unilever, Mars, Nestle, Kraft, Pepsico, Cargill. (Komiktir, bu şirketler aynı zamanda Kaliforniyadaki oylamada zorunlu etiketleme olmasın diye 45 milyon dolar reklam parası verenler).

IFPRI'nin gdo'lar ile ilgili bir sürü yayını var. GDO'ların ülkelere rahatça girip yayılması için tüm ülkelerin biyogüvenlik mevzuatlarını inceliyorlar, nerelerin değiştirilmesi gerektiğine, problemli veya uygun yerlerine işaret ediyorlar vs.

Yönetici ve çalışanlarının bir kısmı da kâh Monsanto ve Dupont'da kâh ifpri'da. Yani tarafsızlık filan yok, bayağı içiçe bir durum görünüyor.

Not: Hindistandaki çiftçi intiharları konusunu Nisan 2012'de yazmışım;
Ancak dramatize edilmiş söylemlere hiç ara verilmeden devam edilmesi üzerine bu mesajı yazmak istedim.
hiç ara verilmeden denilen (7 aydır bahseden olmamış) bu konuya dönüş de ilginç olmuş.

bozon
02-01-2013, 22:00
Sayın bozon,


Konunun dışına çıkmamamakta tabii ki yarar var. Görüşlerinizi maddi delillere dayanarak yazmanız daha iyi olurdu. Önce çıkardan bahsedip - ki bunu okuyanın aklına gelecek ilk şey maddi çıkar olur - sonra da verilen yanıt için durumu tevil etmeye çalışacaksınız. Hoş bir durum değil.


Manevi bir çıkarım elbette var. Merak ediyorsanız söyleyeyim: Ben yoksulların da temiz ve bol gıdalardan yararlanmasını istiyorum. Afrika’da insanların A vitamini eksikliği çekmesini istemiyorum. Hiç bir patent hakkı gözetilmeden Afrika’daki insanların kullanımına sunulmuş Altın Pirinç tarımının sözde çevreciler tarafından engellenmesini istemiyorum. Çünkü o yoksul insanların da müreffeh yaşama imkanına kavuşması beni mutlu ediyor.

Saygılarımla..

Tevil , benim yazımın neresinde?
Bu konunun başlığı "hak". "Hak"kın tam karşıtı da çıkardır. Ben "hak"kımı savunuyorum. Siz hangi taraftasınız?
Bir de, GDO'lu ürünlerle yoksulların doyacağını söylemişsiniz. Tüm hayatı doğanın, tarımın içinde geçmiş birisi olarak söylüyorum; hiç anlamadığınız bir konuda konuşuyorsunuz.
Selamlar.

Muhsin Hanif
02-01-2013, 22:29
Sayın Muhsin Hanif,

Öncelikle temel mantık kuralını hatırlatayım: Bir şeyin yokluğu değil varlığı gösterilebilir. GDO’nun olumsuz olmadığına dair delil istiyorsunuz. Buyurun daha önce de yazılmıştı.

Biosafety research conclusions: Genetically modified Bt maize is safe - News - gmo-safety.eu
(http://www.gmo-safety.eu/news/1388.igw-genetically-modified-biosafety-research.html)
Bu araştırmaların zararı yoktan ziyade bir zararı var mı şeklinde yürütüldüğünü vurgulamam gerekiyor.

Bu konuya yazılmış mesajları ve farklı görüşleri okuyup anlamadan mesaj yazmaya giriştiğiniz anlaşılıyor. Bu nedenle yazdıklarınıza karşı tek tek cevap yazmayacağım.

Ancak Milliyet gazetesindeki haberle ilgili olarak kendi bilim çevrelerinde çalışmanın bilimsel prosedürlere uygun yapılmadığına dair şiddetli eleştrilere maruz kalmış bir makalenin mal bulmuş Mağribi gibi tekrar tekrar sunulması da artık sıkıntı vermeye başladı.


GDO karşıtları bana yine çok kızacak ama ne yapayım...
(http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/21692146.asp)

Bu arada, “buna da delil değil akıl yeterli” lafınıza karşın şunu söyleyeyim: Bir tartışmada söyleyecek bir gerekçe bulamayanların üste çıkmak için kullandığı aşağılamacı bir söylem olmuş sizinki.

Sizlere GDO’suz günler dilerim.

Sayın Serpent,

Haklısınız, bu başlıktaki tüm mesajları tek tek okumadan yazmıştım. Çok yoğun geçirdiğim bir haftadan sonra ancak okudum.
Bilgim genişledi, fikrim değişmedi, bir de eğer okumuş olsaydım sizin yazdıklarınıza cevap gibi yazmazdım.

Tartışmanın gelişme ve başarı için çok faydalı olduğuna hep inanmış ve yaşamış biri olarak, üslubu da önemserim.
Sizin verdiğiniz linkteki gibi GDO'nun olumsuz olmadığına dair yayın, benim yazdığım son cümleye uyan bir cevap durumundayken, herkesin bildiği temel mantık kuralı hatırlatması ya anlamsız ya da başka anlamlı diye düşünüyorum.
Son cümlenizi de gereksiz ve kırıcı buldum.

Gözden kaçtığını düşündüğüm bir konuya değinmek istiyorum ; forumda ya da bu başlıkta yazmak için, tartışmak için tam donanımlı bilgi sahibi olunması fikrini hatalı buluyorum. Bilgi sahibi olmalı tabii ki ama miktarı sorun olmamalı, aksi olsaydı bu ve diğer başlıklar ya tıkanır ya da boş kalırdı.
İnsanlar da sıkılır uzaklaşırdı ki bu başlıkta da biraz öyle olmuş gibi geldi.

Herkesin öğrenmeye, bilgi sahibi olmaya çalışması güzel ve gerekli fakat sadece bilgi sahibi olanların söz hakkı olsun demek, dini batıran ruhban sınıfı gibi bilimden soğutan elit sınıfı yaratmak demek olur ki özellikle ülkemizde örnekleri çoktur.

Ön bilgi, Aristo'nun ki de dahil mantık, saygı ve mümkünse sevgi, yazmak ve de tartışmak için yeterlidir diye düşünüyorum.
Çok bilgili olanın ve bilim insanlarının sabırla ve nazikçe az bilenleri aydınlatması, bilgilendirmesi onlara yakışan tarzdır diye biliyorum.

Sevgi ve Saygılarımla.

Coskun4216
03-01-2013, 11:23
Cp yeme ait yumurtalık yem çuvalının içinden çıkan etiket resmi.
Çuval dışında firma ismi,yumurta yemi olduğu ve firma telefonları harici her hangi bir yazı mevcut değil. Çuval açılmadan etiketi görme şansınız yok.

Etikette içindeki mısır ve soyanın gdo lu ürünlerden elden edildiği yazılı.

Yem içinde hayvansal kökenli ham madde kullanılmadığı yazılı.
Bu toz yem çuvalındaki etikette böyle, diğer yem çeşitlerini incelemek lazım.

Ne kanı katılıyor bilmiyoruz. Palet yemlere kan karıştırılıyor. Yağmurdan ıslanan yem poşetinin içini kanlı görünce fark etmiş ve o günden sonra palet yem almamıştık. Tavukların bayılarak tükettikleri palet yemlerin ertesi gün kümes içindeki kokusu berbat derece de dayanılmaz bir şey. EM ile bu kokuyu berteraf ediyoruz.
İçinde düzgün mısır ve soya kullanılmış olsa bile palet yem, kötü kokusu sebebiyle kullanılmayacak bir ürün bizce. Tavuk üreticisi çiftlik sahibi bir tanıdık, palet yemin çabuk bozulduğundan kullanmadığını söylemişti.

Sağlıcakla kalın.

359050

MeyveliTepe
03-01-2013, 11:35
Cp yeme ait yumurtalık yem çuvalının içinden çıkan etiket resmi.
Çuval dışında firma ismi,yumurta yemi olduğu ve firma telefonları harici her hangi bir yazı mevcut değil. Çuval açılmadan etiketi görme şansınız yok.

Etikette içindeki mısır ve soyanın gdo lu ürünlerden elden edildiği yazılı.

Yani etiketi gizliyor. hoş gizlemeseydi bile koca çuval ve çuvalın üzerinde at nalı büyüklüğünde yem ismi yazılı iken minik bir kağıt etikette, görünmesi zor yazılar zaten mevzuatta tarif edilen gibi değil. Buna rağmen açıkça gizlemiş.

Mevzuata göre uygulanmadığında ağır cezaları var. Ama niyeyse takmamışlar anlaşılan. Denetleyen de olmamış.

Başka yem dükkanı ziyaret sonuçlarını da bekliyoruz :)

Serpent
03-01-2013, 13:17
Siz oylamayla ilgili konuyu yanlis anlamissiniz. Konu insanligin kapitalizmle savasi degil; konu yiyecek paketlerinin etiketlenmesi. Oy verenler tamamen kendi tercihleri dogrultusunda oy verdiler. Verdikleri oy, iskenderin ustune kizdirilmis tereyagi dokulmesini tercih etmek ya da etmemekle esdeger.


Sayın birnefestoprak,

Okuduklarımı anlama yeteneğim var. Aslında, insanların yediklerinde GDO’lu ürün var mı yok mu bilme isteklerine de karşı çıkmıyorum. Benim için farketmiyor, belirtilse de olur belirtilmese de. Benim en başından beri karşı çıktığım, GDO’lu ürünlerin toptan yasaklatılmaya çalışılması. Bu hususu önceki mesajlarımda çok açık bir şekilde ifade ettim.

Yapılan oylamaya karşı, benim hicivli bir yanıt vermemin nedenini söyleyeyim:

Güya etiketlenme isteyenlerin hepsi tam olarak bilinçliymiş. Eğer bu bilinç durumu, bu forumda sitrik asitin GDO’lu ürün olduğunu zannedenlerin, mısır şekeri üretiminin sadece GDO’lu mısırdan yapılmadığını bilmeyenlerin, hibrit ürünlerle, GDO’lu ürünler arasındaki farkı bilmeyenlerin veya Zambia devlet başkanının tutumunun kendi ülkesinde 3 milyon insanın ölümüne yol açtığından habersiz olanların durumuna benzeyip benzemediğine bakılmaksızın yazılabiliyorsa; benim de böylesi bir mesaj yazmamı mazur görmenizi beklerim.

Selamlar..

Serpent
03-01-2013, 13:27
Sayın Serpent,

Haklısınız, bu başlıktaki tüm mesajları tek tek okumadan yazmıştım. Çok yoğun geçirdiğim bir haftadan sonra ancak okudum.
Bilgim genişledi, fikrim değişmedi, bir de eğer okumuş olsaydım sizin yazdıklarınıza cevap gibi yazmazdım.

Tartışmanın gelişme ve başarı için çok faydalı olduğuna hep inanmış ve yaşamış biri olarak, üslubu da önemserim.
Sizin verdiğiniz linkteki gibi GDO'nun olumsuz olmadığına dair yayın, benim yazdığım son cümleye uyan bir cevap durumundayken, herkesin bildiği temel mantık kuralı hatırlatması ya anlamsız ya da başka anlamlı diye düşünüyorum.
Son cümlenizi de gereksiz ve kırıcı buldum.

Gözden kaçtığını düşündüğüm bir konuya değinmek istiyorum ; forumda ya da bu başlıkta yazmak için, tartışmak için tam donanımlı bilgi sahibi olunması fikrini hatalı buluyorum. Bilgi sahibi olmalı tabii ki ama miktarı sorun olmamalı, aksi olsaydı bu ve diğer başlıklar ya tıkanır ya da boş kalırdı.
İnsanlar da sıkılır uzaklaşırdı ki bu başlıkta da biraz öyle olmuş gibi geldi.

Herkesin öğrenmeye, bilgi sahibi olmaya çalışması güzel ve gerekli fakat sadece bilgi sahibi olanların söz hakkı olsun demek, dini batıran ruhban sınıfı gibi bilimden soğutan elit sınıfı yaratmak demek olur ki özellikle ülkemizde örnekleri çoktur.

Ön bilgi, Aristo'nun ki de dahil mantık, saygı ve mümkünse sevgi, yazmak ve de tartışmak için yeterlidir diye düşünüyorum.
Çok bilgili olanın ve bilim insanlarının sabırla ve nazikçe az bilenleri aydınlatması, bilgilendirmesi onlara yakışan tarzdır diye biliyorum.

Sevgi ve Saygılarımla.


Sayın Muhsin Hanif,

Öncelikle sizi kırdıysam özür dilerim.

Ben kimseyi kırıp dökmek istemiyorum. Ancak bu konuda GDO'lü ürünlere tarafsız bir gözle bakılmasını istediğim için ki riskleri olabileceğini de kabul etmişken, pek çok üyenin üstü örtülü de olsa ahlaksızlık, çıkarcılık, aptallık, bilgisizlik gibi suçlamalarına maruz kaldım. Örneklerini kendiniz müşaahede etmişsinizdir.

Ayrıca, en azından düşülen hataları göstermeye çalıştım. Bazen biraz sert yazdığımın da farkındayım.

Sizin bütün yazıları okumanız nedeniyle memnun oldum. Böylelikle, kendiniz için en doğru kararı verebileceğinize inanıyorum.

Selamlar, saygılar..

Serpent
03-01-2013, 13:32
Tevil , benim yazımın neresinde?
Bu konunun başlığı "hak". "Hak"kın tam karşıtı da çıkardır. Ben "hak"kımı savunuyorum. Siz hangi taraftasınız?
Bir de, GDO'lu ürünlerle yoksulların doyacağını söylemişsiniz. Tüm hayatı doğanın, tarımın içinde geçmiş birisi olarak söylüyorum; hiç anlamadığınız bir konuda konuşuyorsunuz.
Selamlar.

Okudum. Ancak, buna bir cevap vermeyi gerekli görmüyorum.

Selamlar..

Serpent
03-01-2013, 13:52
Ne şirket merkezinde (http://www.monsanto.co.uk/news/ukshowlib.php?uid=13478) ne de ifpri (Uluslararası Gıda Politikaları Araştırma Enstitüsü) dökümanında, bir GDO olması dışında, gıda ve politikaları ile hiç ilgili olmayan BT-Pamuk odaklı ve sonuç (Conclusion) bölümünde BT-Pamuğun Hindistandaki çiftçilerin intiharında hiç bir rolü olmadığını yazan raporun niye yazıldığı açıklanmamış. Biraz bayram değil, seyran değil durumu gibi sanki.

Ekim 2008 tarihli rapor, 29 Ekim 2008 günü şirket tarafından duyurulmuş. Duyuruda mutad olunduğu üzere gözyaşı dökülerek bu trajik olaylar anılmış ve yine sonuç bölümünden alınan; bt-pamuğun Hindistandaki çiftçi intiharlarında hiç bir rolünün olmadığı ve esasen bt-pamuğun Hindistanın tümünde çok etkili bir teknoloji olduğu yazılı.

Raporun bir kopyasını kütüphanemde bulunca daha önce "kös"müş olduğumu hatırladım. 2002-2007 arasında veriyi biraz da farklı bir yorumla analiz ettiğini söylüyordu. Her ne kadar 2007'den bu güne bir beş yıl daha geçtiyse de raporun bazı bölümlerini (Toward a Synthetic Conceptual Framework) özellikle de hipotetik bağlantıların gösterildiği şekli beğendiğimi hatırlıyorum.

Yanlız anlamadığım bir şey, sanki bu rapor birileri tarafından yazılmış, fakat sonuç (conclusion) bölümü beğenilmediği için birileri raporu hiç okumadan sonuç bölümünü silip yeniden yazmış ve bunu yayınlayın demiş gibi bir hisse kapıldım.

Raporun içeriğine geldiğimizde bunlardan bahsedeceğim.



Bir de böyle denmiş ya, bir bakalım;

IFPRI gibi rapor yazma kuruluşlarının faaliyetleri genelde başka kurumlar tarafından finanse edilir. Bazı devlet yardımları alırlar, yayınlarını para ile satarlar, endüstri ile iş birliği yaparak çalışmalarının fonlanmasını sağlarlar. Yine kendi dökümanlarından anlaşıldığı kadarı ile işbirliği yaparak kendilerini finanse eden şirketlerin bazıları, Syngenta, Du-Pont, Bayer, Monsanto, Basf, Dow, Unilever, Mars, Nestle, Kraft, Pepsico, Cargill. (Komiktir, bu şirketler aynı zamanda Kaliforniyadaki oylamada zorunlu etiketleme olmasın diye 45 milyon dolar reklam parası verenler).

IFPRI'nin gdo'lar ile ilgili bir sürü yayını var. GDO'ların ülkelere rahatça girip yayılması için tüm ülkelerin biyogüvenlik mevzuatlarını inceliyorlar, nerelerin değiştirilmesi gerektiğine, problemli veya uygun yerlerine işaret ediyorlar vs.

Yönetici ve çalışanlarının bir kısmı da kâh Monsanto ve Dupont'da kâh ifpri'da. Yani tarafsızlık filan yok, bayağı içiçe bir durum görünüyor.

Not: Hindistandaki çiftçi intiharları konusunu Nisan 2012'de yazmışım;

hiç ara verilmeden denilen (7 aydır bahseden olmamış) bu konuya dönüş de ilginç olmuş.



Böyle bir yanıtı zaten bekliyordum ve şaşırmadım. Öyle ya kendi görüşlerinin aksine çıkan raporlar hep ya GDO’lu tohum üretenlerin maşalarına ait ve GDO karşıtlarına yönelik bir komplonun içindeler.



Yine zarfa bakıp mazrufa bakmama durumu. O raporda yer verilen ve keza GDO karşıtlarının söylemleri olan istatistiklere (son 15-16 yılda 200 bin çiftçi intiharı sayısı) karşılaştırmalı olarak kim baksa, çiftçi intiharlarının Bt pamuk yüzünden olmadığı sonucunu çıkarabilir. Yani intiharların Bt pamuk yüzünden olmadığını anlamak için uzman olmaya bile gerek yok. IFPRI söz konusu şirketlerden para alsa ne yazar, almasa ne yazar. Üstelik bu kuruluşu Japonya gibi ülkesine GDO’lu ürün girişini yasaklamış ülkeler de destekliyorlar.


IFPRI örgütünün Bt pamuk ve çiftçi intiharları arasında bir ilişki olup olmadığını araştırması sizi niçin bu kadar rahatsız etti?

Sorum anlaşılmamış diyorsunuz. Siz bu konuda bir soru sormadınız. Bir hüküm tesis ettiniz; IFPRI örgününün üstüne vazife değil demeye getirdiniz. Gıda üretimi, sanayi tarımı ve hayvancılık daima birlikte ele alınan konulardır. Madem ki iddia Bt pamuk üretimiyle çiftçi intiharları arasında bir ilişki olduğu yönünde; bu araştırmayı bir gıda kuruluşun yapmasından daha doğal ne olabilir?



Verdiğim rakamlara bir itirazda bulunulamıyor. Bizatihi GDO karşıtlarının verdiği rakamları bile kabullensek Hindistan’daki çiftçi intiharları oranı yüzbinde 2 yi bulmuyor. Bizim ülkemizde tüm nüfus için bu oran yüzbinde 4. Yani bizim ülkemiz insanları Hindistan’daki çiftçilerden daha çok intihar ediyor. Hele hele Hindistan’ın tamamı ele alınırsa bu oran yüzbinde 10. Yani Hindistan’daki tüm topluma ait intihar oranı çiftçi intiharlarının 5 katı.

Bt pamuk üretimi öncesi gözlenen çiftçi intiharlarına ne demeli? Bu intiharlarda mı Bt pamuk yüzünden? Bununla ilgili niçin tek satır söz edilmiyor?

Bu istatistikler hep gözardı edilecek ve varsa da, yoksa da GDO tohum şirketlerinin komploları.

Bu istatistiklerle ilgili bir yanıtın hiç bir zaman verilemeyeceğini de biliyorum.


Bu arada, artık bir karar veriniz. Bt pamuk ile çiftçi intiharları konusunun buradaki başlık ile bir ilgisi var mı, yok mu? Bunun kararını elbette siz vereceksiniz. Çünkü konuyu buraya ilk getiren sizsiniz.

Görebildiğim kadarıyla #121, #197, #201, #313, #333 mesajlarınızda bu konuyu hep gündemde tutmaya çalışmışsınız. Şimdi de ne alakası var diyorsunuz.



..."GDO'lu ise bilmek hakkımızdır" ifadesinin bazıları için çok rahatsız edici olduğunu kabul etmek gerek...

Kastedilen ben isem, beni hiç rahatsız etmiyor. Daha önceki yazılarımda açıkça belirttim. Bunu bilmek istiyorsanız bilin. Zaten yönetmelikte bu hak size verilmiş. Karşı da çıkmıyorum.

Ancak bu konudaki mesajlar okunduğunda, GDO’lu ürün karşıtlarının, bu ürünlerin üretimini ve kullanımını toptan yasaklatma arzusu içinde oldukları anlaşılıyor.

Benim karşı çıkışım benim haklarımın da kısıtlanmaya çalışılması yüzündendir.

Demagoji yapılacaksa ben de yapabilirdim, ama tevessül etmedim. Bu defaya mahsus demagojinin daha iyisini yapayım: Zambia devlet başkanının GDO’lu mısırı kabul etmemesi yüzünden açlıktan 3 milyon kişinin ölmesine rağmen, bazıları bir sevinç duyabiliyor. Bu ahlaksızca tutum bazılarının hiç umurunda değil.



Ben, GDO karşıtlığı yapılırken yanıltıcı argümanların, ajitasyonların veya sözde dünyayı kurtarmaya çalışıyoruz yaklaşımlarının bende yarattığı hayal kırıklığı nedeniyle bildiklerimi yazmaya çalışıyorum.


Pamuk yenmez diyor ve konuyla ne alakası var diyorsunuz.


Muhtemelen pamuk yağının (cotton seedoil) mutfaklık yağ tüketiminde önemli bir payı olduğunu bilmiyorsunuz. Keza, pamuk tohumu küspesinin de hayvan yemi olarak kullanıldığını muhtemelen bilmiyorsunuz. Pamuk yenmez diyip işin içinden çıkmaya çalışıyorsunuz. Hindistan’ın dünyanın önemli pamuk yağı üreticileriden biri olduğunu da ilave edeyim.

Şimdi çıkıp, Bt pamuk ile gıdanın alakası varmış, ben o yüzden çiftçi intiharlarını gündeme getirmiştim derseniz şaşmayacağım. Bu nedenle, konuyla ilgili olarak önce kararınızı veriniz: Bt pamuk üretimi ve çiftçi intiharları konu başlığıyla (Temiz Gıda Hareketi) alakalı mı, değil mi? Kararınıza göre devam ederiz.

Saygılarımla..

Serpent
03-01-2013, 15:13
Birileri benim “kös okumak” deyimi kullanmam nedeniyle dalgasını geçmiş.

Deyimin aslının “kös dinlemek” olduğunu biliyorum. Anlamını bilmeyenler sözlüğe bakabilir.

Forumda yazdıklarımız bazen söylediklerimiz anlamında kullanıldığı için bu deyimi özellikle kullanmıştım. En azından kinayeyi anlayabileceklerini düşünmüştüm. Yanılmışım.

Türkçelerinin bozulacağını akledebilseydim, hiç kullanmazdım.

selamlar..

MeyveliTepe
03-01-2013, 16:28
IFPRI örgütünün Bt pamuk ve çiftçi intiharları arasında bir ilişki olup olmadığını araştırması sizi niçin bu kadar rahatsız etti?
Beni hiç rahatsız etmedi. Direktifle hazırlanmış bir raporun bu kadar çalakalem, muhtemelen de sonuç bölümü sonradan tekrardan yazılmış bir rapora şirket ve organları dışında tüm dünyanın yaptığı gibi gülebilirim ancak.

IFPRI söz konusu şirketlerden para alsa ne yazar, almasa ne yazar.
Demek ki tarafsız değilmiş. Böyle şeyleri yazarken,
Bu Enstitü hakkında araştırma yapıldığında GDO’lu ürünlere karşı tarafsız bir pozisyona sahip olduğu ve bu ürünlerin yanında veya karşısında yer almadığı anlaşılıyor.
Demek yerine, "evet, bioteknoloji şirketleriyle biraz iç içeler, hatta yöneticileri bile bazen ortak olabiliyor, ama böyle de bir rapor yazmışlar" filan deseniz daha doğru olmayacak mıydı? Şimdi ben söyleyince "para alsalar ne yazar" mı oluyor? Bunları zaten bilmiyor olamazsınız. Buradaki insanlar nasılsa bilmiyordur diye mi öyle söylüyorsunuz?

Dedim ya, raporun içeriğine geleceğiz daha.

MeyveliTepe
03-01-2013, 16:33
Bizi bu kadar üzmeyecektiniz Sn. MeyveliTepe.

Oturdum hüngür hüngür ağladım. :D

Çiftçi intiharlarını dramatize etmek amacıyla kullanılan reklam videolarına gelince: Bu reklamlar, o ülkenin adet ve göreneklerine göre hazırlanmış reklamlar. Bize tiksindirici veya yanıltıcı gelebilir. Her ülkede durum böyle değil mi? Şimdi bizim ülkemizden örnekler vereceğim. Hepimiz kredi kartı borçları yüzünden intiharlar olduğunu biliyoruz. Hanginiz bu nedenle kredi kartını kırıp kullanımına son verdiniz?

Burada düzeltilmesi gereken çok önemli bir şey var. O videolar "çiftçi intiharlarını dramatize etmek" maksadıyla değil, bizzat şirket tarafından Hindistanda BT-Pamuk tohumu satmak maksadıyla yapıldılar ve kullanılarak bt-pamuk tohumu satıldı.

Bu reklamlar hakkında "Oturdum, hüngür hüngür ağladım :D " tepkisinden 9 ay sonra "tiksindirici ve yanıltıcı" olarak nitelemek yine de iyi bir gelişme.

Üstelik kredi kartları bizim ülkemizde sadece intihara sebep olmuyor, önce eş, çoluk çocuk katliamı geliyor, ardından intihar ediliyor. Anladığım kadarıyla Hindistan’da çiftçi sadece kendisini öldürüyor. Öyle ya, evde karısı onu boşu boşuna beklediğine göre en azından başkalarını öldürmüyor.

Monsanto'nun çiftçileri gdo'lu tohum almaya ikna etmeye yönelik reklamlarının "yalan" ve "yanlış yönlendiren" reklamlar olduğu açıkça görülüyor olmalı ki "tiksindirici ve yanıltıcı" nitelemesi nihayet yapılabilmiş.

Bu reklamlar hakkında şirket merkezi bir şey söylememeyi tercih ediyor. Herhalde bu yüzden doğaçlama yapılarak kredi kartı reklamlarıyla mukayese edilmiş. Kredi kartı reklamları da yalan ve yanıltıcı, o halde bunların da yalan olmasının bir mahzuru olmamalı gibi mi anlaşılmalı bilemedim.

Kredi kartlarının fazladan aile efradının da katledilmesine sebep olması önemli bir tesbit gibi görünüyor. Bu, "şirket Hindistanda kredi kartı işine de girsin" diye bir öneri midir (bakarsınız innovasyon ödülü verirler), yoksa "hiç olmazsa aile efradı sağ kalıyor bu yüzden daha iyidir" şeklinde mi yorumlanmalı?

Hindistanda Monsanto, alt veya bağlı şirketleri, bunların ajentaları, kırsal kesimde bu maksatla yövmiyeli tutulmuş insanları, birlikte çalıştığı diğer kurumlarıyla hintli çiftçilere GDO tohum ve pestisit satmak üzere uyguladıkları programlar, yöntemler vb. pek çok şey dökümante edilmiş durumda. Bunların hemen hepsi insanları yanıltmak, türlü yöntemlerle satın almaya mecbur bırakmak şeklinde gelişmiş.

Reklam konusu bir çok bakımdan önemli. IFPRI raporunun içeriğine daha gelemedim ama orada da önemle vurgulanan bir husus. Şirketin yanıltıcı reklam konusunda karnesi epey kırık.

Serpent
03-01-2013, 18:47
Hep laf ve demagoji. Başka bir şey yok.

Allah aşkına şu cümlelere bakın.




... Kredi kartı reklamları da yalan ve yanıltıcı, o halde bunların da yalan olmasının bir mahzuru olmamalı gibi mi anlaşılmalı bilemedim.

Kredi kartlarının fazladan aile efradının da katledilmesine sebep olması önemli bir tesbit gibi görünüyor. Bu, "şirket Hindistanda kredi kartı işine de girsin" diye bir öneri midir (bakarsınız innovasyon ödülü verirler), yoksa "hiç olmazsa aile efradı sağ kalıyor bu yüzden daha iyidir" şeklinde mi yorumlanmalı?
...



Ben de aynı şekilde devam edeyim o halde.

Zambiya devlet başkanının yaptığını alkışlıyorsunuz. Adamın kararı yüzünden 3 milyon kişi ölmüş. Mutlu musunuz?

Siz de dünya nüsus planlaması innovasyon ödülünü Zambiya devlet başkanıyla paylaşırsınız artık.

Coskun4216
03-01-2013, 19:30
Bursa yem de gdo lu mısır ve soya kullandığını beyan ediyor.
Etiketin çuval dışında kulağı görünmekte, gerisi çuval içinde ancak çuvalı açarsanız görebiliyorsunuz. Bu etikette gdo ile alakalı yazılar sonradan kaşe ile ilave edilmiş.

Yemci arkadaş son gelen çuvallarda biraz daha büyük punto yazılı etiket kullanılmış dedi. Etiket çuvalın içerisinde ayrı konu.

359159

MeyveliTepe
03-01-2013, 22:00
Hep laf ve demagoji. Başka bir şey yok.

Allah aşkına şu cümlelere bakın.

Ben de aynı şekilde devam edeyim o halde.

Zambiya devlet başkanının yaptığını alkışlıyorsunuz. Adamın kararı yüzünden 3 milyon kişi ölmüş. Mutlu musunuz?

Siz de dünya nüsus planlaması innovasyon ödülünü Zambiya devlet başkanıyla paylaşırsınız artık.

Zambiya'da geliriz.

Laf ve demogoji derken, ifpri'nin GDO pozisyonu ile ilgili son yorumunuzu alamadım. Dediğiniz gibi, GDO’lu ürünlere karşı tarafsız ve gdo'ların yanında ya da karşısında yer almayan bir kurum mu, değil mi?

Reklamlar konusunda da, Monsanto'nun reklamlarının aldatıcı olduğunu kabul ediyor ama "hangi reklam aldatıcı değil ki" diye mazur görülmesi gerektiğini mi söylüyorsunuz?

MeyveliTepe
03-01-2013, 22:02
Bursa yem de gdo lu mısır ve soya kullandığını beyan ediyor.
Etiketin çuval dışında kulağı görünmekte, gerisi çuval içinde ancak çuvalı açarsanız görebiliyorsunuz. Bu etikette gdo ile alakalı yazılar sonradan kaşe ile ilave edilmiş.

Yemci arkadaş son gelen çuvallarda biraz daha büyük punto yazılı etiket kullanılmış dedi. Etiket çuvalın içerisinde ayrı konu.

359159

Başka bir marka ve aynı durum. Çuvaldan çıkarıldığında okunması zor bir etiket ama çuvalın içinde gizli.

Serpent
04-01-2013, 00:04
Sayın Meyveli Tepe

Bu reklamlar, o ülkenin adet ve göreneklerine göre hazırlanmış reklamlar. Bize tiksindirici veya yanıltıcı gelebilir…

Bu lafı anlamak bu kadar zor mu da lafı evirip çevirerek alakasız şeyler yazabiliyorsunuz?

Siz benim sorduğum soruların hiç birine yanıt vermeyip, hep demagojiye sığınırken, ben yine de sizin sorularınıza yanıt vermeye devam mı edeyim?

Son sorularınıza da yanıt verip bir daha yazmayacağım. Ancak uslubum biraz daha değişik olarak. Sizin tarzınızı deneyeceğim. Ancak bunu yaparken Murphy kanununun sonuçlarından da çekinmiyor değilim: “Birisiyle tartışırken dikkatli ol. Başkaları aradaki farkı anlamayabilir.”

IFPRI’nin nasıl bir kuruluş olduğunu ben buradan okudum.

International Treaty on Plant Genetic Resources for Food and Agriculture - Wikipedia, the free encyclopedia (http://en.wikipedia.org/wiki/International_Treaty_on_Plant_Genetic_Resources_fo r_Food_and_Agriculture)

Transgenic Crops

IFPRI neither supports nor opposes genetically modified foods, however, the have released many publications on the potential impact of using transgenic crops…

Üstelik bu kurum International Seed Treaty-Uluslararası Tohum Antlaşması’nı tohumlarda genetik çeşitliliğin korunması amacıyla destekliyormuş.

Tabii size göre GDO’lu tohum üreten şirketlerden parasal yardım almış olmak tarafsızlığı yitirmek için yeterli olabiliyor. Bu parasal yardımın ne kadar olduğunu da bir yazsanız diyorum. Bütçesinin yüzde kaçıymış? Merak edenler çıkacaktır.

Bu kuruluşu sizin de desteklemiş olabileceğinizi hiç düşündünüz mü? MicroSoft ürünlerini kullanıyorsanız, paralarınız Monsanto’nun hisselerinden elinde bulunduran Bill Gates’e ordadan da Monsanto üzerinden IFPRI’ya. Bundan sonra Linux’a geçersiniz her halde. Nasıl beğendiniz mi demagojiyi?

Sizin gibi demagojiye devam edeyim.. Siz bir kurum için çalışıyorsanız, o kurumun insanları mahveden uygulamalarını desteklemeye teşne misinizdir? Herkesi böyle mi sanıyorsunuz? Bunlara cevabı ben merak etmiyorum artık. Belki başkaları merak eder diye soruyorum.

Anlaşılan IFPRI’nin raporunu “saymam, saymam”diyorsunuz. O halde Kütüphanesine rapor kösenler için bir rapor daha vereyim.

http://www.vnss-mission.gov.in/htmldocs/Farmers_suicide_TISS_report.pdf

Bu rapor, Tata Institute of Social Sciences (TISS) yani Tata Sosyal Bilimler Enstitüsü’nün 2005 tarihli raporu. Üstelik bu raporu Organic Farming Association desteklemiş. Alın size organik tarımcıların katkıda bulunduğu bir rapor.

%5 örneklem ile 36 intihar vakası incelenmiş. Bunlardan sadece birisinin Bt pamuk ektiği ifade ediliyor. %5 örneklemin ne kadar önemli bir büyüklükte örneklem olduğunu İstatistikçi arkadaşlarınız söyleyebilir.

Bu rapaorun sonucu ne mi? Benim daha önce söylediğim sosyo-ekonomik faktörler. Okur yararlanırsınız. Sosyo-ekonomik faktörün önemini bu vesileyle öğrenirsiniz.


Daha pamukta yenilebilir bir şeyler olduğunu yeni öğrenen biriyle GDO’lu ürünleri tartışsam ne olur tartışmasam ne olur. Demagojiden başka bir şey olmayınca.

Her tartışmanın bir adabı olmalı. Bu konuda bunun olmadığı çok aşikar. Dolayısıyla, Zambialıların ölümüne sevinip sevinmediğinizi de merak etmiyorum. Bu tartışma tarzınızla ona da bir kulp bulacaksınızdır.

İster kaçtı deyin ister başka bir şey. Evet, daha önce de artık yazmayacağım diyip kendimi tutamamıştım. Bu sefer bu hatamı tekrar etmeyeceğim.

Selametle..

MeyveliTepe
04-01-2013, 02:50
Demogoji konusuna hiç girmeyelim isterseniz. Bu konuda herhalde sizin elinize su dökmenin kolay olmadığını herkes görmüştür. Adap konusundan bahsetmek biraz abes olacak. Herkes görüyor zaten.

Diyorsunuz ki, o reklamlar ülkenin adet ve göreneklerine göre hazırlanmıştır.

Bu adet ve göreneklere uygunluktan anlaşılan şey; "Hint milletine tohum reklamı yaparken, "GDO'lu tohum ekilen tarladan, GDO'suz ekilene göre 10 misli fazla ürün alınır demek, başka bir reklamda bu tohumu ekersen bütün borçlarını ödersin, üstüne üstlük fazladan refaha erersin" dendiğinde bu onların göreneklerine uygun oluyor. Şirket de buna göre reklam yapmıştır. Hatta, dini motifleri kullanarak GDO tohum satmak bile bu ülkenin göreneklerine uygundur, ve yalan olması durumunda dahi bir problem teşkil etmez, bu abartı sayılmaz, yanlış da yönlendirmemiştir, çiftçiler bu reklama bakarak tohum satın almamıştır."

şeklinde. Başka bir açıklaması varsa siz yapın.

Zambiya'lıların ölümüne seviniyor muymuşum? Neden? GDO yemedikleri için ortalama yaşam süresi bir günde 50 küsürden 32'ye inmiş, GDO'lu mısır yardımını kabul etmedikleri için 3 milyon Zambiyalı ölmüş (rakamlar sizin). Buna olsa olsa GDO yediremedikleri için "açlıktan kurtarmak isteyip de kurtaramadığımız dilenciler" diye şirket sevinir. Gıda yoluyla dünyaya hakim olmanın kolay bir fırsatını kaçırmış olmanın telafisi gibi görürler.

Anlaşılan Zambiyalıların ömürleri 10 sene içinde 20 yıl birden uzamış (https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/rankorder/2102rank.html), ve başından beri GDO'ya kollarını açmış komşuları Güney Afrikadan daha uzun ömürlü hale gelmişler:) GDO pek yaramamış galiba.

Söyledikleri rakam ne zaman 3 milyona çıkmış bilmem. Bir ara "yüzlerce hatta belki de binlerce" diyorlardı, milyon olmuş demek. Şirket böyle mi söylüyor?


Bu konuda yapılmış bir TV programının transcriptinden küçük bir bölüm:

Mundina Sikatana, Zambiya Tarım bakanı açıklıyor. "Bize verilmekte olan yiyeceğin GDO olduğu söylenmemişti. Bunu açıklamalıydınız! Açıklamakta ne problem vardı? Çünkü tepki göstereceğimizi biliyordunuz."

Zambiya GDO yiyecek yardımını reddettiğinde uluslararası bir şaşkınlık oldu.

Artık, Zambya devleti için, kabul edilebilir dış yiyecek yardımı alternatifleri bulmak için bir yarış vardı.

David Stevens, Dünya Yiyecek Programı Direktörü durumun vehametini anımsatır. "Zambiyada bir kuraklığın, çok ciddi bir kuraklığın ortasındaydık ve hemen hemen 3 milyon kişinin acil gıda dağıtımına ihtiyacı vardı."

Charles Mushitu, Zambiya Kızıl Haç: "Bir adım geri çekilip hareket planlarımızı gözden geçirmemiz gerekti. Ve o dönemde Tanzanya gibi komşu ülkelerden gelen fasulyeleri dağıtmaya başladığımızı çok iyi hatırlıyorum.

Bu fasulyeleri dağıtmaya başladık. İnsanlar, pişirerek, püre yaparak yedikleri bu fasulyelerle yaşayabildiler."

David Stevens: "Bir çok ülkenin cömert yardımlarıyla, para bağışlarıyla bölgemizden ve başka yerlerden dağıtmak üzere yiyecek satın alabildik - GDO'lu olmayan yiyecekler."

Charles Mushitu: "Açlıktan kaynaklanan tek bir ölüm kaydımız olmadı."
"GDO şirketleri ve BT Mısır dünyayı açlıktan kurtaracak" imajını çok sarstığı için, gerçek olmasa bile açlık ölümlerine kimin sevinip kimin üzüleceği bellidir. Yalan reklamlarla kandırıp zaten borç yükü altındaki çiftçileri hepten batırarak umutları yitip intihara sürüklenen çitçilere timsah gözyaşları dökenlerle aynıdır.

Bu arada, Zambia'nın, sınırdaki başka ülke insanlarının yaşadığı mülteci kampları dışında GDO'lu yiyecek yardımı aldığı veya satınaldığına dair hiç bir kayıt yok. Zambiya kaynakları da bu yönde.

Zambiya ülkemizden 3 yıl önce bir biyogüvenlik kanun ve mevzuatına sahip olan bir ülke. (şu bizde nasıl uygulandığını hep birlikte görmekte olduğumuz mevzuat)

70,6/1000 gibi yüksek bir yenidoğan ölüm oranı ve yenidoğan dışındaki ölümlerin %24'ünün HIV/AIDS olması ortalama yaşam süresini 52'ye düşürüyor. Bu oranlar Zambiyaya özel olmayıp bölgedeki ülkelerde benzerlikler gösteriyor. Neticede GDO yemediği için açlıktan ölen (sapır sapır dökülen) 3 milyon insan diye bir şey yok. Bir çok problemleri, daha da fazla umutları var.


Not: ifpri'yi doğrudan fonlayan şirketler kendi dökümanları içinde var zaten. Aynı şekilde gdo'ların ülkelere yaygınlaşması için hazırlayıp yayınladıkları bir çok rapor da var. Hangi yönetici ve çalışanlarının biotech şirketleriyle irtibatlı olduklarını (bir orada bir burada çalışmak gibi) siz bulun. Ha, bunlar problem mi? Hayır. Monsanto da böyle bir şey yayınlayabilirdi, ve bakın Monsanto böyle demiş denebilirdi.

h_dogan
04-01-2013, 09:16
Cp yeme ait yumurtalık yem çuvalının içinden çıkan etiket resmi.
Çuval dışında firma ismi,yumurta yemi olduğu ve firma telefonları harici her hangi bir yazı mevcut değil. Çuval açılmadan etiketi görme şansınız yok.

Etikette içindeki mısır ve soyanın gdo lu ürünlerden elden edildiği yazılı.

Yem içinde hayvansal kökenli ham madde kullanılmadığı yazılı.
Bu toz yem çuvalındaki etikette böyle, diğer yem çeşitlerini incelemek lazım.

Ne kanı katılıyor bilmiyoruz. Palet yemlere kan karıştırılıyor. Yağmurdan ıslanan yem poşetinin içini kanlı görünce fark etmiş ve o günden sonra palet yem almamıştık. Tavukların bayılarak tükettikleri palet yemlerin ertesi gün kümes içindeki kokusu berbat derece de dayanılmaz bir şey. EM ile bu kokuyu berteraf ediyoruz.
İçinde düzgün mısır ve soya kullanılmış olsa bile palet yem, kötü kokusu sebebiyle kullanılmayacak bir ürün bizce. Tavuk üreticisi çiftlik sahibi bir tanıdık, palet yemin çabuk bozulduğundan kullanmadığını söylemişti.

Sağlıcakla kalın.

359050

GDO'lu ürün kullanımını çuval içine saklamışlar anladım ama içinde hidrolize tavuk unu ve et kemik unu var diyor ama hayvansal hammadde kullanılmamıştır yazıyor. Nasıl bir etiketse bu?

MeyveliTepe
06-01-2013, 00:38
IFPRI raporunun içeriğine baktığımızda öncelikle oturtulan zemin ve bakış açısı gözümüze çarpıyor.

"Her şeye rağmen, bizim analizimiz BT-Pamuk ve çiftçi intiharları arasıda doğrudan nedensel veya karşılıklı ilişki olasılığını gözden düşürmek üzere yeterince iyi dökümante edilmiştir." (s.38)

Zemini açıklamakta yeterince net.

"Bu çalışmanın bir sonucu, bir teknoloji olarak BT-Pamuk etkisinin, adapte edildiği ortamdan (context) tamamen ayrılmasının kritik ihtiyacıdır." (s.43)

Raporun bakış açısını ortaya koymakta anahtar bir cümledir. Rapordaki her argümanın bu bakış açısına göre yorumlanması gerekir.

Biraz açıklık kazandırmak istersek;

"BT-Pamuk (bollgard) içinde 450gr tohum barındıran silindirik kutularda satılır. Bu kutunun içi BT-Pamuk teknolojisidir.

Bu kutunun fiyatı, satanlar, alanlar, reklamları, pazarlanması, propagandaları, ayırtılan tohumlar için toplanan avanslar, alınan borçlar, borç verenler, ekilmesi, toprağa ve iklime uygunluğu, gübre isterleri, sulanıp sulanmaması, direnç geliştirmiş veya geliştirmemiş zararlıları, uygulanan pestisitler, hasat edilmesi, verimi, nihai ürünün fiyatı vb. silindirik kutunun dışında ne varsa bunlar "ortam" (Context) dır ve kutunun içindeki "teknoloji"den tamamen ayrıdır." şeklindedir.

Bu raporun sonucu olarak da söylenen şey;

"1. Mevcut veriler içinde çiftçi intiharlarının son beş yılda tekrar arttığına dair delil yoktur.
2. BT-Pamuk, adapte edildiği ortamda (context) bazı bölgeler ve bazı sezonlarda hayal kırıklığı yaratmış olsa da BT-Pamuk teknolojisi Hindistanın tümünde çok etkili olmuştur.
3. BT-Pamuğun çiftçi intiharlarının gerçekleşmesinde ne gerekli ne de yeterli şart olduğunu analizimiz açıkça gösterir." (Abstract S. vi)

Bu raporun 2002-2007 yılları arasındaki veriye dayalı olarak 2008 yılında yayınlanmış olduğunu not edelim. Dolayısıyla 2008-2012 yıllarına ait son beş yıl için herhangi bir şey söylememektedir. Eskiliği sebebiyle çok fazla üstünde duracak bir şey olmamakla beraber, yukarıda bahsettiğim "bakış açısı" bazlı bazı saptamalar önemli olabilir.

2.ci maddede söylenen "BT-Pamuk, adapte edildiği ortamda (context) bazı bölgeler ve bazı sezonlarda hayal kırıklığı yaratmış olsa da" ifadesinde bahsedilen bu bazı bölgelerin Andhra Pradesh eyaletinin Warangal bölgesi ile Maharashtra eyaletinin Vidarbha bölgesi olduğu anlaşılıyor. Bu bölgelerin söz konusu eyaletlerin ve ülkenin önemli pamuk yetiştirme alanları olduğu ve çok yüksek BT-Pamuk adaptasyonu yapıldığı biliniyor

Raporun 28.ci sayfasında da Andhra Pradesh eyaleti için bu bölgede "BT-Pamuk adaptasyonu ile intiharların artışı arasında kısmi korrelasyon olduğunu reddedemeyiz" itirafında bulunmuşlar.

3.cü maddedeki "BT-Pamuğun çiftçi intiharlarının gerçekleşmesinde ne gerekli ne de yeterli şart olduğunu analizimiz açıkça gösterir" ifadesine karşın, raporun 29. sayfasında,

"Herşeye rağmen, belli eyalet ve yıllardaki çiftçi intiharlarındaki artışında BT-Pamuk çeşitlerinin potansiyel rolü inkar edemeyeceğimiz bir şeydir." (S.29) şeklinde de bir itiraf mevcut.

"Andhra Pradesh'de özellikle Warangal bölgesinde, ekonomik literatürle de uyumlu olarak BT-Pamuğun performansı özellikle zayıftı. Kendilerinden bilgi alınan BT-Pamuk çiftçilerine göre verimlilik geleneksel hibridlere göre daha düşüktü, bollworm zararı da daha fazla idi. Üretilen pamuğun kalitesi de düşüktü, ki piyasa değeri de düşük oldu." (s.23)

Yine 23.sayfada Maharashtra eyaletinde yetiştirilen pamuğun %97'sinin sadece yağmur ile sulandığı belirtilmiş.

43. sayfada, "Andhra Pradesh ve Maharashtra eyaletlerinde borçluluk ve tarımsal zararın (net negative return) riskli, sulanmayan (rain-fed) arazi koşullarında yüksek maliyetli tarımın adapte edilmesi arasında hipotetik bağlantı tesbit ettik." denmiş. Yani, sulama imkanı olmayan topraklarda yüksek maliyetli tarımın, zarar ve borçluluğu arttırdığını tesbit etmişler.

"Kırsal kesimdeki hanelerin borçlu olması yeni bir olgu değil, yeni olan, borçların mahiyeti ve çiftçilerin iyi hasat elde edip borçtan kurtulmak umuduyla yüksek maliyetli tarıma yönelmeleridir. Bu, kaybedip iflas etme olgusu çiftçiler arasında artan intihar olaylarıyla muhtemelen ilgilidir." (S.25)

"2004 yılında özellikle intihar yoğunluğu yaşanan, düşük pamuk fiyatları ve kuraklığın olduğu, BT-Pamuk tohumlarının yüksek fiyata satıldığı Vidharba ve Marathwada bölgelerinde "teknoloji" başarılı olarak bildirilse bile o yılın performansı hakkında yeterli veri yoktur." (S.38)

Tam bu noktada rapor alıntılarından bir an için çıkalım. Hindistanın kırsal kesim sorunlarında uzmanlaşmış, bir çok uluslararası ödüle sahip gazetecisi P.Sainath verdiği bir röportajda tarımsal girdilerde uluslararası şirketlerin varlığı ile ilgili soruya şöyle yanıt vermiş;

"Onların bir avucu tüm dünyadaki ticareti kontrol ediyor. Vidarbha'daki büyük başağrılarından birisi, eyalette lehine propogandası ve reklamı yapılan BT-Pamuktur. İlk olarak, BT-Pamuk teknolojilerinin kendisi bir çok bakımdan şüphelidir. Buna rağmen bunların Vidarbha gibi kurak, sulanmayan yerlerde reklamının yapılması caniceydi. Aptalcaydı, öldürücüydü. 450gr'lık BT-Pamuk paketi 1800-1850 rupiye mal oluyordu. 1850 rupilik her bir pakette Monsanto'nun lisans bedeli 1250 rupi idi. Uluslararası Şirketlere dönecek olursak, onların krizdeki rolleri yıkıcıdır. Kendi faydalarına ve çiftçilere karşı devlet politikalarını önemli ölçüde yozlaştırıp lobi yaparak değiştiriyorlar." (1850 rupi = 60,12 TL, 1 kilosu 133,6 TL)

Satır aralarındaki bir çok itirafa rağmen raporun yazarları, "bir teknoloji olarak BT-Pamuk etkisini", süreçteki kritik hususlardan biri olan pazarlanmasından ayırıp buna "Ortam (Context)" demişler. Raporun hiç bir yerinde Mahyco-Monsanto'nun olağanüstü bir pazarlama ve reklam kampanyası ile bu yüksek maliyetli "teknoloji"yi beyin yıkayıp satmasından doğrudan söz edilmemiş.

Bu noktada, GDO lobisinin, ülkenin "gelenek ve göreneklerine" hazırlanmış "makul"(!) bir reklam örneğine bir daha bakalım.

Mahyco-Monsanto Reklamı (http://www.youtube.com/watch?v=7GNeyuYOrkY&feature=player_embedded)


"Bollgard 2, Hiç Bir Şey Bundan Daha İyi Değil !"

İki kardeşten büyüğüne bir tarlanın 3/4'ü, küçüğüne de 1/4'ü miras kalıyor. Büyük kardeş bir traktör pamuk hasatı yaparken BT-Pamuk eken küçük kardeş bir sürü vagon dolusu pamuk hasadı yapıyor.

Bu reklamda insanların kılık ve kıyafetleri geleneklerine göreneklerine uygun olabilir ama söylenen yalanın gelenekler içinde ve makul olduğu söylenemez.

Raporda bile itiraf edildiği üzere "bollgard BT-pamuğu sayesinde çok yüksek verimli hasatlar elde edilip, tüm borçlardan kurtulunarak refaha erişilir" denilerek pahalı, iklime uygun olmayan tarımın tohumlarının satın alınması sağlanmaya çalışıyor. Rapor isim vermemiş ama bunu yapan uluslararası GDO şirketi çok açık bir şekilde Mahyco-Monsanto.

Rapor yazarlarına göre, şayet BT-Pamuk başarısız olursa, durum kötüye giderse, başarısızlıktan dolayı "teknoloji" suçlanmamalı, fakat kötü kredilendirme düzeni, iklim koşulları, sulama eksiklikleri, yetersiz bilgi, tohum pazarındaki yetersiz kontrol vs. ortam faktörleri - context- suçlanmalıdır.

Kitaplar yazıp sağda solda konferanslar veren, Hindistanın yerel tohumlarını ortaya çıkaran Navdanya'yı kuran hintli "bilmem kim" de bu raporun satır aralarına gizlenmiş itiraflardan başka bir şey söylemiyordu aslında.

"Çiftçilerin neden intihar ettiğini anlamak çok uzun sürmedi. İntihar ediyorlardı, çünkü borç içindeydiler. Borç içindeydiler çünkü eskiden kilosu 7 rupi olan tohum fiyatları, 1700 rupiye fırlamıştı.

Yeni tohumlar her yıl yeniden satın alınmadıkça güvenilir değil, zararlıları kontrol altında tutacakları varsayılmasına karşın, aslında yeni zararlıların ortaya çıkmasını teşvik ediyor, hedef alınmayan zararlıların. Öyle çok ki isimlerini aklımda bile tutamıyorum, unlu bit, yaprak bitleri, pamuk yaprak zararlıları (jassids), armi böceği; her yıl daha fazla pestisit püskürtülmesini gerektiren yeni bir zararlı salgını ortaya çıkıyor.

Sözde zararlıları kontrol altında tutacak bir mahsul olan BT piyasaya çıktığından beri pestisit kullanımı 13 kat arttı. Böylece tohum maliyeti, pestisit maliyeti, gübreler, sulama derken çiftçiler iyice borca battı, oysa milyoner olacakları söyleniyordu.

Hatta bir ara, çeşitli tanrılar ve azizler tarafından ikna edildiler, çünkü Monsanto reklamlarında onları kullanıyordu. Pencab’a yolunuz düşerse, orada Sih dininin kurucusu Guru Nanak’ı kullanıyorlar. Uttar Pıradesh’de BT pamuk satışı için Ramayan’dan sahnelerin kullanıldığını görmüştüm.

Biliyorsunuz, bizim çok sayıda tanrı ve tanrıçamız vardır, 300 milyon tane, ve hepsi bedavaya çalışan satış elemanlarınızdır. Hindistan bir inanç ülkesidir, insanlar bir reklamda Ram’ı görünce, Guru Nana Dev’i görünce inanırlar.

İşte borca battıklarında daha derin bir şaşkınlık yaşamaları bu yüzdendir. Günü geldiğinde alacaklılar, ki bunlar aynı zamanda tohum ve kimyasal getiren şirketlerin acentalarıdır, gelir ve “artık senin toprağın bizim toprağımız” derler, çünkü çiftçinin sahip olduğu tek şey budur, parası yoktur. Bunların hepsi tüm haklarını şirketlerin acentalarının eline veren küçücük bir imza, hatta genellikle parmak baskısı yüzünden başlarına gelir."

MeyveliTepe
06-01-2013, 13:36
Her ne kadar GDO lobisi Hindistandaki çiftçi intiharlarını normal, beklenen düzeydeki olaylar gibi gösterme, gösteremediğinde de yaptıklarıyla ilişkisizmiş gibi göstermek eğiliminde olsa da, durumda çok fazla değişme olmamış. Ulusal Suç Kayıtları Bürosu (NCRB) kayıtlarına göre 2011 sonu itibarıyla şöyle.
359955


New York Üniversitesi Hukuk Fakültesi İnsan Hakları ve Global Adalet Merkezi 2011 yılında "Otuz Dakikada Bir: Çiftçi İntiharları, İnsan Hakları ve Hindistan'daki Zirai Buhran (http://www.chrgj.org/publications/docs/every30min.pdf)" isimli bir araştırma yayınladı.

Bu yayın hakkında "Democracy Now" kanalında yapılan bir söyleşi:

Her 30 Dakikada Bir (http://www.youtube.com/watch?v=ql0mo-5jPbc&feature=player_embedded)

Bu söyleşinin transcriptinin Türkçe çevirisi de şöyle:

"Son 16 yılda çeyrek milyon çiftçinin intihar ettiği Hindistan'daki çiftçi intiharları sorununa yöneliyoruz. Ortalama olarak bu rakam her 30 dakikada bir çiftçinin intihar ettiği anlamına geliyor.

Bugün, NYU Hukuk Fakültesi İnsan Hakları ve Global Adalet Merkezi "Otuz Dakikada Bir: Çiftçi İntiharları, İnsan Hakları ve Hindistan'daki Zirai Buhran" başlıklı bir rapor yayımlayacak.

Hindistan'daki tarım sektörü serbest ekonomiye geçiş sonucunda küresel pazarda daha savunmasız hale geldi. Ülkede gerçekleştirilen reformlar, tarımda devlet desteklerinin kaldırılmasını ve Hindistan tarımını küresel pazara açmayı kapsıyordu. Bu reformlar bir çok çiftçi için artan maliyetlere, buna karşılık azalan mahsul ve kara neden oldu.

Bunun sonucunda küçük çiftçiler sıklıkla başa çıkılmaz bir borç döngüsüne hapsolmakta ve bir çoğu katışıksız bir ümitsizlikten dolayı kendi canlarına kıymakta. İntihar oranı en çok pamuk çiftçileri arasında yüksek. Hindistan'daki diğer ticari tarım ürünlerinde olduğu gibi, pamuk çiftçiliği, genetiği değiştirilmiş pamuk tohumunu teşvik eden ve zirai girdilerin maliyet, kalite ve ulaşılabilirliğini kontrolünde tutan yabancı çokuluslu şirketlerin artan oranda egemenliği altında.

Bu sorunu tartışmak için bizlere NYU Hukuk Fakültesi İnsan Hakları ve Global Adalet Merkezi fakülte direktörü Smita Narula katılacak.

Democracy Now'a hoşgeldiniz!

Smita Narula: Günaydın.

Amy Goodman: Bugün yayımlayacağınız rapordan bahsedin.

Smita Narula: Bu rapordaki başlıca bulgumuz şu ki az önce bahsettiğiniz tüm sorunlar büyük insan hakları sorunları. Hindistan'da karşı karşıya olduğumuz şey devasa boyutlarda bir insan hakları krizi. Bu kriz Hintli çiftçiler ve ailelerinin insani haklarını aşırı derecede derin bir şekilde etkiliyor. Yaşam, su, yiyecek ve yeterli hayat standardı haklarının, ayrıca etkin bir çözüme kavuşma haklarının bu krizden had safhada etkilendiğini gördük.

Ek olarak hükümetin bu krize cevap vermesini gerektiren katı insan hakları yasal yükümlülükleri var, ancak gördük ki gerçekleşmekte olan intiharlara karşı etkin önlem almakta hükümet çoğunlukla başarısız olmuş.

Amy Goodman: Bu rakam inanılır gibi değil. Otuz - her otuz dakikada bir, bir Hintli çiftçi intihar mı ediyor?

Smita Narula: Üstelik bu yıllardır devam ediyor. Bu şiddetli rakamın ortaya koymadığı iki şey var. Birincisi, rakamlar problemin büyüklüğünü yansıtmakta yetersiz kalıyor. Bizim Hindistan hükümetinden kaynaklanan bilgi yetersizliği olarak nitelediğimiz, resmi olarak toprakta hak sahibi gözükmediklerinden dolayı çiftlik intiharları istatistiklerinin dışında kalan koskoca çiftçi kategorileri var. Buna kadın çiftçiler, "Dalit" veya aşağı tabaka denen çiftçiler, "Adivasi" veya kabile topluluğu çiftçileri dahil.

Ayrıca hükümetin uygulamaları ve sundukları destek programları bu geniş kategoriyi yakalamakta başarısız olduğu kadar, zamanında borç desteği ve telafisi sağlamakta ve ülkedeki bu intiharlara sebep olan daha geniş yapısal sorunları ele almakta da başarısız oluyor.

Amy Goodman: Küreselleşme sorunundan ve bu çiftçileri nasıl etkilediğinden bahsedin.

Smita Narula: Elbette. Temelde, aslında bu intiharların bir kısmının başlıca sebebi borçluluk. Bu borçluluğun arkasında, Hindistan'daki iki eşzamanlı süreç doğurmuş olan 20 yıllık serbest piyasaya geçiş süreci yatıyor. Bu süreçlerden ilki, devletin tarım sektöründen büyük oranda çekilmesi. Devlet, mali desteklerini azalttı. Tarım kredisine erişimi azalttı. Sulama yetersiz ve ihtiyacı olan çoğu çiftçiye ulaşmıyor. Aynı zamanda, ticari tarım ürünlerine geçişi teşvik etti, pamuk buna bir örnek.

Eşzamanlı olarak, pazar küresel rakiplere açıldı, bu da Hintli çiftçileri aşırı derecede savunmasız durumda bıraktı. Aynı anda, yabancı çokuluslu şirketler endüstrilerde, örneğin pamuk endüstrisinde egemen, buna pamuk için gerekli kilit girdilere hükmediyor oluşları da dahil. Özellikle pamuk meselesinde, genetiği değiştirilmiş Bt pamuk tohumu Hindistan'da o kadar yoğun teşvik edildi ki şu an sektörün tamamına hakim konumda ve maliyet, kalite ve erişilebilirliği ile çiftçileri muazzam borçlara sürükleyecek şekilde gider, kâr ve mahsüllerine çok büyük etkisi var. İronik bir şekilde bir çoğu, borç döngüsünden kurtulamadıklarında, satın almak için borca girmiş oldukları pestisiti kendilerini öldürmek için kullanıyor.

Amy Goodman: Pestisiti tüketiyorlar.

Smita Narula: Doğru. Bu rakamların her birinin arkasında -istatistikler, her 30 dakikada bir, korkunç olsa da- kavramakta zorlanıyoruz- raporun amaçladığı bir diğer şey de bu rakamlara ve trajedilere bir insan yüzü vermek. Buna insaniyet vermek için iki hikaye ele alalım. Krizin merkez üslerinden biri olarak görülen, ülkedeki pamuk üretiminin merkezi Vidarbha, Maharashtra'da çiftçiler var. Çiftçiler artık intihar mektuplarını başbakana ve başkana yazıyorlar, umuyorlar ki kendilerini öldürmeden önceki son cümleleri harekete geçecek dinleyicilere ulaşsın.

Kocasını 2008'de kaybetmiş bir dul olan Nanda Bhandare gibi çiftçiler var. Sonuçta 10 ve 12 yaşlarındaki çocuklarını çiftlikte çalışabilsinler diye okuldan almış. Yedi dönüm araziye sahip, bu arazide bir yıl boyunca her gün çalıştıktan sonra senenin bütününde büyük ihtimalle 250 dolardan fazla kazanamayacak. Devletten telafi almış olabilir ama bu, kocasının borç almış olduğu tefeciler tarafından çoktan yenmiştir çünkü ülkede tarım kredisi yok. Şu an ailesinin temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanıyor.

Amy Goodman: Genetiği değiştirilmiş tohumlar ve A.B.D. çokuluslu şirketlerinden bahsedin.

Smita Narula: Genetiği değiştirilmiş tohumlar. Bt pamuk tohumu, şu an pamuk endüstrisine hakim olan pamuk tohumu girdisi. Genetik değiştirmenin vadettiği şey, tohumun içinde Hindistan'daki pamuk üretimini etkileyen yaygın bir zararlı türünü öldüren bir toksin üretmek. Monsanto ve diğer çokuluslular tarafından pazarlanan Bt pamuk tohumu, Hintli çiftçiler için halihazırda kıt olan iki kaynak gerektiriyor. Bu kaynaklar para ve su. Bt pamuk tohumları normal pamuk tohumlarının iki ila 10 katına maloluyor, ayrıca başarılı mahsül alabilmek için çok daha fazla suya gereksinim duyuyor.

Çiftçiler, daha büyük maddi güvenceye kavuşacaklarına dair vaatlere ve saldırgan pazarlamalara inanarak tohum satın alabilmek için sıklıkla fahiş faizler isteyen tefecilere yöneliyor. Ardından, Hindistan'daki pamuk çiftliklerinin yüzde 65'i yağmurla beslendiği ve sulamaya erişimi olmadığı için kaçınılmaz olarak mahsüller başarısız oluyor. Ayrıca artan kuraklık bir çok çiftçinin bu durumu yaşamasına sebep oldu. Girdileri satın alabilmek için başa çıkılmaz borçlara girdiler. Mahsül alamadılar. Bu döngüye birkaç sezon devam ettiler. Sonunda kurtulamadıkları bir döngüye hapsoldular, kendilerini öldürmek için satın almış oldukları o pestisiti içtiler. Ve —

Amy Goodman: Son olarak, yapılması gereken nedir?

Smita Narula: Devletin yapabileceği ve yapması gereken birçok şey var. İlki, bilgi yetersizliğini ele almak. Daha önce söylediğim gibi hükümet problemin kapsamını yeterli şekilde saptamakta başarısız oldu. Müdahalede başarısızlık var. Hükümetin insan hakları komitelerine gururla böbürlenerek anlattığı borç destek programı çoğu çiftçiye ulaşmıyor, çoğunu yetki alanı dışında bırakıyor, ve çok az şey sunuyor. Ayrıca yapısal problemler var. Hükümet, onca çiftçinin hayatları bundan dolayı mahvolmuşken gittikçe daha fazla genetiği değiştirilmiş tohuma onay vermek yerine tarım politikalarının merkezine insan haklarını koymalı ve çokuluslu şirketleri regüle etmeli, ki bunu yapmıyor.

Amy Goodman: Smita Narula, bize katıldığınız için size teşekkür etmek istiyorum. Web sitemizde NYU Hukuk Fakültesi İnsan Hakları ve Küresel Adalet Merkezi'ndeki araştırmanıza bağlantı vereceğiz."


Hindustan Times'in 26 Mart 2012 tarihli haberi (http://www.hindustantimes.com/News-Feed/Business/Ministry-blames-Bt-cotton-for-farmer-suicides/Article1-830798.aspx).

bakan çiftçi intiharları için bt-pamuğu suçladı
Zia Haq, Hindustan Times
New Delhi, March 26, 2012

Hindistanın bt-pamuk rüyası berbat bir şekilde yanlış gidiyor. 2011-2012 de gerçekleşenler de dahil çiftçi intiharları, on yıl önce izin verildiğinden bu yana pamuk yetiştiricilerince %90 adapte edilen abartılı reklamlı genetiği değiştirilmiş çeşitlerin düşen perfomansı ile ilk kez ilişkilendirildi.

Siyasetçiler bir başarı hikayesi olarak bt-pamuğu selamlamışlardı fakat tarım bakanının bir kopyası Hindustan Times'a da gelen pamuk yetiştirilen eyaletlere gönderilen iç duyurusu korkunç bir senaryoyu ortaya koyuyor.

Duyuru, "bt-pamuğa geçildiğinden bu yana pamuk çiftçileri derin bir krizin içinde. 2011-12'de çiftçi intiharlarının büyük kısmı özellikle bt-pamuk çiftçileri arasında çok ciddi" diyor.

Görünüşe göre bt-pamuğun başarısı zar zor beş yıl devam edip sona erdi. O zamandan bu yana ürün rekoltesi düşerken zararlı saldırıları artıyor. Pamuk zararlılarını öldürmek üzere genetiği değiştirilmiş Hindistanın yegane GDO ürünüydü.

Çiftçiler için, maliyetlerin artması - pestisit şeklinde - gelirlerle uyuşmayınca bir çoğunu finansal veya başka türlü uçurumun kenarına itti. Basitçe, bt-pamuktan artık önceki kadar gelir elde edilemiyor.

Duyuru, "Gerçekte pamuk tarımının maliyeti zıpladı...yükselen pestisit maliyeti yüzünden. Son beş yılda toplam bt-pamuk üretimi geriledi." diyor.
...

MeyveliTepe
06-01-2013, 20:59
Yem dükkanlarından daha fazla örneklemeye ihtiyacımız var. Sn.Coskun4216, Bursadan iki örnek belirledi. Hikayesi ile birlikte benim de vereceğim iki örnek var. Başka şehirlerden de örneklere ihtiyacımız var. Yem dükkanına gitmek için ille de beslenecek hayvanımız olması gerekmiyor. Uğrayıp, satılan ambalajlara bakıp durumu resimlememiz kafi. Dükkancılardan çekinmeye gerek yok, herhangi bir tepki göstermiyorlar, çünkü onların da yapabileceği bir şey yok.

MeyveliTepe
23-01-2013, 00:01
EFSA görevlisi bilim insanları GDO'lu bitkilerin çoğunda, bitkilere, tüketen insan ve hayvanlara zararlı olabilecek bir virüs geni bölümleri olduğunu keşfettiler.

Son bir kaç gündür bu konudaki haber çığ gibi dünyanın her yerinde yayınlanıyor.

Habere sebep olan Nancy Podevin ve P. du Jardin tarafından çok kısa süre önce yayınlanan "Possible consequences of the overlap between the CaMV 35S promoter regions in plant transformation vectors used and the viral gene VI in transgenic plants" başlıklı makale. Nancy Podevin, EFSA'nın kadrolu görevilisi ve bu güne kadar verilen GDO onaylarının içinde olduğu bildiriliyor.

Bu makale üzerine Independent Science News'de Jonathan Latham ve Allison Wilson imzasıyla yayınlanan kritik, "Regulators Discover a Hidden Viral Gene in Commercial GMO Crops" (Onay vericiler ticari GDO'lu bitkilerde gizli virüs geni keşfettiler) başlığı ile yayınlandı. Başlıktaki "discover - keşfetmek" sözcüğü bana biraz dalga geçmek istenmiş hissini uyandırdı (bizdeki "uyan da balığa gidelim" deyimi gibi).

N.Podevin'in makalesinde, GDO'lu bitkiler üretilirken "promoter" olarak kullanılan Karnabahar Mozaik Virüsüne ait Gen VI (CaMV 35S) bulunduğu, bunun içinde GDO'lu soya ve mısırın da dahil 54 adet ticari GDO'lu bitkide söz konusu olduğu yazılmış. Bu genin, önceden hesaplanamayan fenotik değişimlere sebep olabileceğini de yazmışlar. Burada öne çıkan risk, önceden hesaplanamayan değişimlerin yine önceden hesaplanmamış proteinlere sebep olabileceği ve bunların bitkinin kendisine, insan ve hayvanlara toksik olabileceği olarak bildiriliyor.

Krikte, EFSA araştırmacılarının GDO'lara onay verirlerken toplum sağlığını ve çevreyi zararlardan korumakta yetersiz kaldıklarını söylüyorlar.

Bu kritik, aynen veya farklı özetlerle bazı günlük gazeteler dahil her yerde yayınlanıyor. Bazı gazeteler bu gecikmeli keşfin yaratmış olduğu risklere dikkat çekmiş.

İşin gerçeği, N.Podevin ne diye bu saatten sonra böyle bir makale yayınlamış anlamadım. Belki de geç bile olsa, onay verirlerken hiç bir şekilde dikkate almadıkları bir gerçeği şimdi kayda geçirerek üzerindeki sorumluluğu azaltmaya çalışıyordur :)

GDO'lu bitkilerde bu virüs geninin bulunduğu çok uzun bir süredir zaten bilim insanları tarafından tesbit edilmişti.

1999 yılında Mae-Wan Ho, Angela Ryan ve Joe Cummins tarafından yayınlanan, "Cauliflower Mosaic Viral Promoter - A Recipe for Disaster?" (Karnabahar Mozaik Virüsü Promoter'i - Felaket için bir tarif?) başlıklı makalede;

"Bu yayın, halen ticari olarak piyasaya sürülmüş tüm transgenik bitkilerin yapılandırılmasında bulunduğu açığa çıkan karnabahar mozaik virüsü (CaMV) promotörünün güvenlik etkilerini inceler. Bir ihtiyatlılık ölçüsü olarak, CaMV 35S veya benzer promotör içeren tüm transgenik ürünlerin ticari ve deneysel saha üretimi derhal durdurulmalıdır.

Bu transgenik DNA'ya sahip GDO'lu bitkiler kullanılarak üretilmiş tüm ürünler de derhal satıştan, insan ve hayvan yiyeceği olarak kullanımdan geri çekilmelidir."

deniyordu. Yine GDO'lu bitkilerin bir çoğunda bu virüse ait Gen VI bulunduğunu açıklayan, 2000 yılından daha önce yayınlanmış başka çalışmalar da varken EFSA neyi keşfetmiş acep?

EFSA'nın 25 Kasım 2003 yılında yayınlanan bilimsel panel dökümanında GDO'lu bitkilerde Karnabahar Mozaik Virüsü geni CaMV kullanıldığı tesbit edilmiş, hatta Mae-Wan Ho'nun makalesine de atıfta bulunulmuş, ancak bu virüs geni bölümlerinin GDO'lu bitkilerde bulunmasının sakıncalı olduğuna dair veri yok denmiş. Sanırım yeni olan, ilk kez EFSA adına bazı olası tehlikelerden söz edilmiş olması.

denizakvaryumu
23-01-2013, 15:21
Marketten alınan biber salçasının içindekiler kısmını okuduğumda; Emülgatör olarak soya eklediklerini gördüm...

Artık salçaya da girdiyse...

Kiraz
23-01-2013, 16:21
Marketten alınan biber salçasının içindekiler kısmını okuduğumda; Emülgatör olarak soya eklediklerini gördüm...

Artık salçaya da girdiyse...

Yani market ürünlerinin hemen hemen hepsinde...

Çocuklara "soya ve mısır" ı öğretmekte yarar var, aldıkları paketlerde bu isimleri okuyunca GDO'lu deyip vazgeçebiliyorlar. Hepsinde bunlardan biri olduğu için abur-cuburdan vazgeçirmenin en güzel yolu. Biz bu konuda çok gelişme kaydettik, tavsiye ederim.

Fikir Sahibi Damaklar / Bülten / 3 (http://www.fikirsahibidamaklar.org/bulten/3/)
"Üzerinde "GDO'suz" ya da "organik" yazmadığı sürece çikolatadan ete, sütten ekmeğe herşeyin içerisinde ABD, Arjantin ya da Brezilya'da yetiştirilmiş GDO'lu soya olabilir. Dolayısıyla, etiket okuyacaksınız ve göreceksiniz ki her yerdeler: Soya unu, soya lesitini, soya proteini, isolate ve isoflavone, bitkisel yağ ve bitkisel protein (ve mısır unu, mısır nişastası, mısır yağı, mısır şurubu, fruktoz, dekstroz ve glukoz, modifye nişasta, kanola yağı ve pamuk yağı.. yani diğer endişelerimiz)"

drhegeli
23-01-2013, 17:29
Üzerinde "organik" yazması, ürünün GDO'suz olduğunu gösterir mi? Örneğin organik süt aldığımızda, sütü veren hayvanın GDO'lu yem yemediğinden emin olabilir miyiz?

Kiraz
23-01-2013, 19:51
Üzerinde "organik" yazması, ürünün GDO'suz olduğunu gösterir mi? Örneğin organik süt aldığımızda, sütü veren hayvanın GDO'lu yem yemediğinden emin olabilir miyiz?

Sertifika gereği öyle olması gerekiyor.

tiryaki
23-01-2013, 20:52
Sayın Meyvelitepe,
Çok ürkütücü bir haber gerçekten ama EFSA konuyu sahiplenmemiş görünüyor.

EFSA: FAQ on inserted fragment of viral gene in GM plants (http://www.efsa.europa.eu/en/faqs/faqinsertedfragmentofviralgeneingmplants.htm)

saygılarımla
Murat

MeyveliTepe
23-01-2013, 21:57
Sayın Meyvelitepe,
Çok ürkütücü bir haber gerçekten ama EFSA konuyu sahiplenmemiş görünüyor.

EFSA: FAQ on inserted fragment of viral gene in GM plants (http://www.efsa.europa.eu/en/faqs/faqinsertedfragmentofviralgeneingmplants.htm)

saygılarımla
Murat

Evet, halihazırda bu virüs gen bölümlerini ihtiva eden onlarca GDO'ya onay vermiş, halihazırda EFSA ve bilimsel paneliyle bağlantılı birinin yayınını EFSA adına sahiplenmiyor. Sahiplenmesi durumunda herhalde mevcut onayların hepsini gözden geçirmeleri gerekecekti.

Bazı gazeteler konuyu, "GDO'larda daha önce bilinmeyen bir virüsü geni bulundu" gibi vermiş, ki bu doğru değil. GDO'larda Gen VI 35S bulunduğu zaten bilinmekteydi. EFSA'nın 2004 yılında Monsanto'nun NK603 mısır başvurusunun değerlendirme raporunda, "CaMV 35S promotor kullanımının güvenli olmadığı hipotezini destekleyecek delil olmadığı, hali hazırda karnabahar mozaik virüsünün doğal yollarla enfekte ettiği bitkileri yiyen hayvan ve insanlarda olumsuz etki rapor edilmediği" gerekçesi yazılmıştı.

Bu raporun yazarlarından birisi şimdi aynı virüs geni için "beklenmedik fenotipik değişimler yaratabilir" diyor.

Karnabahar mozaik virüsü doğal yollarla pamuk, kanola, patates, mısır ve soyayı da enfekte edebiliyor mu, GDO'lu olmayan bitkilerde besin zincirine giren bitkilerin ne kadar bu virüs tarafından enfekte edilmiş durumda oluyor, ve bunlarla ilgili ne gibi araştırmalar yapılmış, bilmiyorum, bakmak lazım. Ancak başka bir ilginçlik, NK603 mısır geçtiğimiz yılda Seralini'nin fareler üzerinde yaptığı uzun süreli çalışmada farelerde tümörler gelişmesine sebep olan GDO.

Fagus Sylvatica
03-02-2013, 20:10
Merhaba arkadaşlar. Oldukça gündemdeki bir konu GDO. Ve hepimiz değiştirilmemiş besinler tüketmenin hakkımız olduğunu söylüyoruz. Sonuna kadar haklıyız da. Ancak bir de farklı bir açıdan düşündüm geçenlerde. Dünya nüfusu 7 milyara ulaştı ve artan bir hızla çoğalmaya devam ediyor. Dünya tarihinde hiç görülmemiş bir hız bu. Peki nüfus bu kadar çok ve kaynaklar bu kadar kısıtlıyken, acaba GDO kullanmadan insanları besleyebilmek mümkün mü? Bu konuda ben çok kararsızım. Ve hepinizin görüşlerinizi bekliyorum. Özellikle uzmanlar bizi bilgilendirmeli. Tamamen bilimsel bir şekilde tartışalım diyorum.

Erdem
24-02-2013, 04:21
Dünya nüfusu 7 milyara ulaştı ve artan bir hızla çoğalmaya devam ediyor. Dünya tarihinde hiç görülmemiş bir hız bu. Peki nüfus bu kadar çok ve kaynaklar bu kadar kısıtlıyken, acaba GDO kullanmadan insanları besleyebilmek mümkün mü?


Dünyadaki açlığın nedeni tarımsal üretim yetersizliği değil, üretilenin adil paylaşılamaması, yani finansal ve politik nedenlerdir.

Adamlar gerçekten aç, bir lokma ekmeğe ihtiyacı var. Ama bizimkilerden daha onurlu!

BBC NEWS | Africa | Zambia 'ignored science' over GM (http://news.bbc.co.uk/2/hi/africa/2376505.stm)

Zambiya devlet başkanı Mwanawasa aynen şunları söylemiş:

'İnsanları zehirle beslemenin hiç bir mazereti olamaz'

Muhsin Hanif
24-02-2013, 04:54
Sayın Fagus Sylvatica , burada (http://www.agaclar.net/forum/613930-post1.htm) bu konu hakkında oldukça bilgi ve tartışma var.
Sizin görüşleriniz de katkı sağlayacaktır eminim.

Fagus Sylvatica
24-02-2013, 10:19
Teşekkürler sayın Muhsin Hanif. Ben de biraz bakmıştım bu konuya. Dünyada halihazırda 10 milyar insana yetecek kadar gıda üretiliyormuş. Asya, Kuzey Amerika gibi az nüfuslanmış yerlerin tarıma uygun olan topraklarının değerlendirilmesiyle bu rakam iyice artabilir. Ama nedense hala açlık var. Dediğiniz gibi sorun eşit olmayan dağılım. ABD'nin yarısından fazlası obezken somaililer açlıktan ölüyor. Bu insanlık için utanç verici bir durum. Bence yapılması gereken nüfus artışını kabul edilebilir şartlarda tutmak.

Perhan
24-02-2013, 10:34
Gelişmiş ülkelerde ev yapmak istediğiniz zaman tarım arazilerine ev yapılmasına izin verilmiyor. Yetkililer bana kaya göster diyorlar. Fethiye'de kaya şehir var. Şu anda evlerin duvarları kalmış kapı ve pencereleri yok. Zamanında gayri müslümler oralarda oturuyorlarmış. İstiklal savaşı sonrasında Türkiye sınırları dışında kalan Türk uyruklu insanlarla yer değişimi yapmışlar. Kaya şehirin oraya gelen Türkler evlerini ovaya yanı tarım arazisine kurmuşlar. Çünkü temel açması kolay, depremi düşünen yok. GDO bizden uzak dursun. Tarım yapılacak arazi daha çok. Bakın İsrail'den domates tohumu geliyor, ekiyorsunuz ama çoğaltamıyorsunuz. Seneye gene almak zorundasınız. GDO lu ürünleride bir türlü bizlere satmak istiyorlar. Biz doğal tohumlarımıza ve tarım arazilerimize dönmek zorundayız.

Fagus Sylvatica
24-02-2013, 11:36
Ayrıca, yerlerin iyi kullanımı da önemli bir konu. Yani sulanabilen verimli bir ovada buğday ekilmemeli. Ve çiftçiler Avrupada olduğu gibi desteklenmeli. Başka bir deyişle, İç Anadolu'da onca boş, kullanılmayan arazi varken bazı köylülerin yoksulluk yaşaması mantıksız. Devlet tarıma uygun arazileri doğaya zarar vermeyecek şekilde dağıtmalı ve düzenli bir denetimle uygun bitkilerin ekilmesini sağlamalı. Türkiye gibi buğday için müthiş iklime sahip bir ülkenin buğday ithal etmesi mantıksız.

Fagus Sylvatica
24-02-2013, 11:38
Ayrıca çoğumuzun kendi bahçelerimizde gördüğü gibi doğal tohumlar, iyi bir bakımla GDO'lu tohumdan daha az ürün vermiyor.

Erdem
24-02-2013, 13:55
Arkadaşlar Türkiye'de buğday üretimi konusunda sıkıntı yok.

TÜİK Yıllara Göre Buğday Üretimi Miktarları (http://www.tuik.gov.tr/Gosterge.do?id=3751&metod=IlgiliGosterge)

Bakın TÜİK istatistiklerine baktığımız zaman yaklaşık 20 milyon ton buğday üretimimiz olduğunu görüyoruz. Tüketimimiz de 17, 18 milyon ton civarında.

TMO: Türkiye'nin buğday stoğu yeterli - Ekonomi Gündemi- ntvmsnbc.com (http://www.ntvmsnbc.com/id/25121763/)

Dünya rakamlarına baktığımız zaman buğday stokları 2007 yılında 120 milyon, 2008 yılında 168 milyon, 2009 yılında 168 milyona çıkmış. Gene pirinç stoklarına baktığımız zaman dünyada hiç pirinç üretilmese bile Türkiye gibi 165 ülkeyi besleyecek kadar pirinç bulunuyor.

Maalesef buğday ülkesi Türkiye buğday ithal ediyor.

Peki 'dünyada kıtlık olacak' diyenlerin ve GDO'lu ürünlerin ithalinin perde arkasında ne var?

Maalesef Türkiye'de tarım ve hayvancılık bitirilmeye çalışılıyor. Türkiye'de arazileri yabancılar da alabilir diye kanunlar çıkarılıyor.

Başka ülkelerde de bunlar yapılıyor. Nasıl yapılıyor? Çiftçinin bankaya borcu var. Çiftçinin imza ettiği sözleşmenin arkasına küçücük 'Banka istediği zaman borcunu alır' yazarmış. Banka borcunu ödeyemez. Hemen arazisini, hatta oturduğu evini alırlar. Sonra bir bakmışsınız toprakları yabancılar alıvermiş, tarım da bitmiş; hayvancılık da bitmiş.

Bunlar kendiliğinden olan işler değil. Dünya da oluyor burada da oluyor. Mesela Kargil firması gelip İznik Gölü'nün kenarına tabiat yerine fabrika kuruyor.

Bir gizli cemiyet üyesi olduğu için belirli makamlara getirilenler de vatan topraklarının yabancıya satılmasına, GDO'lu ürünlerin ülkeye sokulmasına eyvallah diyorlar.

Bu 'yeni dünya düzeni' ideolojinin asıl amacı da ulus devletleri yok etmek, insanlığın nüfusunu kırmak. Kökü dışarıda bir takım örgütler ve bunların yurtiçindeki işbirlikçileri moleküler biyoloji biimini ülke güvenliğini tehdit eden bir silah olarak insanımıza karşı kullanıyorlar.

1974'te Kissinger'ın hazırladığı NSSM200 kod adlı gizli raporun konusu "bir ABD dış politikası olarak nüfus kontrolü" idi. Bu raporda, içlerinde Türkiye, Endonezya, Brezilya gibi ülkelerin bulunduğu 13 ülkenin, soğuk savaş sırasında ABD'ye gerekli olan mühim ham maddelere sahip olduğu ve dolayısıyla bu ülkelerde nüfus artışının önüne geçmek gerektiği yazılıdır.

Bu belgeye şu adresten erişebilirsiniz.

http://1.usa.gov/M3VBG

Fagus Sylvatica
24-02-2013, 15:11
Çoğu düşüncenizi paylaşıyorum sayın erdem26. Ancak ben tüm dünya için konuşurken Türkiye'den örnek verdim. Bana kalırsa Tüm dünya'da nüfus artış hızı düşürülmeli. Bu yalnız Türkiye ya da Endonezya'yı değil tüm dünyayı ilgilendirir. Hiç bir ülke, kaos yaşayan kıtlık içindeki bir dünyadan kendini soyutlayamaz. Bunu engellemek içinse birlikte hareket edebilmeliyiz. Hindistan'da hala nüfus artışına karşı bir hamle yapılmadı. Düşünün; 1960larda 450 milyon civarı olan nüfus şimdi 1,2 milyarı aştı. Bu korkunç bir artış ve 1,2 milyar aç insan zor bir dönemde her şeyi yapabilir. Bir de Hindistan'ı 300 milyon nüfusla düşleyin. O müthiş verimli topraklar büyük bir zenginlik kaynağı olurdu ve Hindistan belki şimdi Asya'nın en refah içindeki ülkelerinden biri olurdu. Ya da Japonyanın nüfusu 120 milyon değil 60 milyon olsaydı (ki bu bile toprakları için fazla), Japon halkı hayatını betonlaşmış şehirlerde, gökdelen tepesinde doğadan uzak küçük evllerde yaşamaz, İngiliz ve Fransızlar gibi bir bahçe sahibi olabilirlerdi. Daha az nüfus demek, zenginliğin daha az kişiye paylaştırılması demektir. Örneğin Norveç, 5 milyon nüfusu var ve müthiş bir refah var, İsviçre, Finlandiya, İsveç... İki seçeneği var dünyanın ya kaynaklarına göre nüfuslanır, **** açlık ve GDO'lu besinlere mahkum olur, Ya İsviçre gibi olur ya da Hindistan gibi. Ama tabii bunun için tüm dünyanın ortak karar alması gerekli (BM'yi unutun gitsin, hiç bir işe yaramayacaktır). Bir de buğday konusunda asıl bahsetmek istediğim Fransa en büyük 5., Almanya 7. büyük üreticiyken niye Türkiye'nin 10. sırada olduğu. Bu Avrupa'da 4. sıradayız demek Ukrayna'dan sonra. Halbuki en uygun ülke Türkiye...

Erdem
24-02-2013, 19:06
Sayın Fagus Sylvatica Türkiye'deki nüfus artış hızı 2000 yılından itibaren binde 20'nin altına düştü. 2010'da binde 15,9 ve nihayet 2011 yılında binde 13,5 olarak belirlendi. Nüfus artışı aynı ivmeyle devam ederse bir müddet sonra eksiye dönecek, yani nüfusumuz azalacak. Avrupa'ya baktığımız zaman nüfus artışı eksilerde. Bu ne demek? Avrupa'nın pazardaki rekabet gücünü yitirmesi hem sosyal güvenlik sisteminin tersine dönmesi demek.

Şimdi verdiğiniz Hindistan örneğine gelecek olursak nüfus 300.000 olsa da 1 milyar da olsa sonuç değişmeyecek.

Hindistan, tarihte sömürgeci devletler tarafından ortadan kaldırılmak istenen ya da tesiri kırılmak istenen milletlerden bir tanesi. İngilizler tarafından sömürge haline getirilmiş. İngilizler Hindistan'da bu oyunu oynadıkları zaman herkes İngilizce öğrensin, öğrensin ki ilelebet köle olsunlar, fizik matematik öğrenemesinler, kafaları dumura uğrasın, düşünemez bir toplum haline gelsin istemişler.

Hatta İngilizler matematik diye logaritma cetvellerini ezberletmişler!

Son derece münbit, her türlü ürünü, tarımı olan ülkelere sömürgeci ülkeler gelmiş, toprakları ellerinden alınmış, bütün topraklarında aynı ürün yetiştirmiş. Biliyorsunuz muz cumhuriyetlerinde bu ürün muzdur. Topraklarını bir iki şirket almış hatta bedavaya.

'Yabancılar geliyor, bütün topraklarını ellerinden alıyor' Toprağı işleten, toprağın sahibi yabancı orada tek ürün yetiştiriyor. Bu tek ürünü o yabancı şirket alıp götürüyor, başka yerlere satıyor, ondan sonra tabi bütün getirisi kendine kalıyor. Ahaliye ne kalıyor? Hiç. Sadece cüzi ücretlerle ırgatlık yapmak düşüyor. İşte çağdaş ve küresel kölelik düzeni.

Şimdi Orta Anadolu'da da küresel kraliyetçi yabancı şirket patates yetiştirecek. Niğde, Kırşehir, Eskişehir vb. tarım arazileri verildi- ve tek ürün yetiştirecekler patates..

http://www.fibhaber.com/ekonomi/nevsehir-bolgesi-patatesleri-sirketlerin-elinde-h3333.html

Fagus Sylvatica
24-02-2013, 19:25
İşte tam da sizin dediğiniz nedenle BM bir işe yaramaz dedim. Çünkü küresel şirketlerin yönettiği büyük devletlerin oyuncağı. Ama nüfusun fazla olmasının bir sorun. Örnek vermek gerekirse (bir kitapta okumuştum, rakamı yanlış hatırlıyor olabilirim ama bu civarlarda absürt bir rakamdı) eğer ortalama bir Çinli ortalama bir Amerikalı kadar enerji tüketseydi, dünyanın şimdiden 36 kat fazla enerji üretmesi gerekirdi. Hiç birimiz şimdiki yaşam standartlarımızdan bir şey kaybetmek istemediğimize göre, bu sorunu en az standart kaybıyla atlatabilmemiz için daha az nüfuslanmış bir dünya gerek. Başka bir deyişle, ne ABDlilerin bu kadar savurgan olmaya hakkı var, ne de Çinli veya Hintliler doğuştan şanssız olmalı. Tabii bunun için, dediğim gibi dünya ortak hareket etmeli ve bunun için de sizin dediğiniz gibi emperyalist devletlerin bencilce davranışlarından en azından bu konu için vazgeçmeleri gerekiyor.

Adalet Yağcı
30-03-2013, 16:51
Bir kaç yıl önce nette, Chemtrails'in uçaklarla yer yüzüne püskürttüğü ALUMINUM, BARIUM, MORGELLONS ile ilgili iddialarını hayretle okumuştum.
İnsanlığın kendisini yok etmekte neden bu kadar ısrarcı olduğunu anlayabilmek mümkün değil.
Şehir efsanesi mi?
Siz karar verin.

383586

facebook'ta takip ettiğim 'Türkiye Chemtrails Takipçileri' sayfasının iddialarını olduğu gibi aktarıyorum.




Kodaman Ismail tarafından Türkiye Chemtrails Takipçileri'

Gıda amaçlı genetiği değiştirilmiş (GD) ürünlerin ithalatı için yapılan başvurulara son olarak Tüm Gıda Dış Ticaret Derneği’nin (TÜGİDER) üç çeşit GD soya ithalat başvurusu da eklenince hepimiz nefeslerimizi tuttuk, Biyogüvenlik Kurulu’nun kararını bekliyoruz.

Onaylandığı takdirde, etiketlerde de belirtilmeyeceğini düşünmek gerçekten tüyler ürpertici. Ne ile karşı karşıya olduğumuzu iyice kavrayabilmek için GDO’nun ne olduğunu bilmek kadar, bunun arkasında yatan ekonomik ve politik gerçekleri öğrenmek de gerekli. GDO’nun gerçek amacı küresel gıda tedarikini kontrol altına alabilmek, yani bu bir ekonomik ve politik hakimiyet meselesi. En büyük biyoteknoloji şirketleri Monsanto, DuPont, Syngenta -bir Novartis şirketi- ve Bayer genetiği değiştirilmiş tohum pazarının neredeyse %100’ünü ve haşere ilacı/pestisit pazarının %60’ını ellerinde bulunduruyorlar. Yeni şirket satın alımları sayesinde de ticari tohum pazarının %23’üne hakimler.

Araştırmalarım sırasında çoğu zaman bana “yok artık!” dedirten, Superman ya da Batman filmlerindeki dünyayı ele geçirme planları yapan şeytani kimyagerin komplolarını aratmayan ekonomik, politik ve sosyal boyutlarından önce gelin hep beraber bir dönem GD tohumların %90’ını üreten, biyomühendislik alanının en büyük şirketi Monsanto’nun kendi tarihsel “DNA”sına bir bakalım.

1901 – John Francis Quenny satın alma elemanı olarak çalıştığı bir toptan ilaç şirketinden ayrılıp, o günlerde sadece Almanya’dan ithal edilebilen sakarinini ABD’de üretmek için çok ufak bir sermayeyi borç harç toplayarak Monsanto Chemical Works şirketini kurar. Her ne kadar Alman karteli fiyatları düşürdüğü için ona zor günler yaşatsa da, kendi gibi çok yeni, sadık bir müşteri olan Coca-Cola sayesinde ayakta kalır. İşleri yolunda giden Monsanto, ürün yelpazesini vanilya, kafein, sakinleştiriciler ve laksatifler ekleyerek genişletir.
1917 – Monsanto Aspirin üretimine başlar ve kısa sürede dünyanın en büyük Aspirin üreticisi olur. Birinci Dünya Savaşı sırasında da Avrupa’dan kimyasal madde ithalatı durunca, kimya sanayinde yerini sağlamlaştırır.

1920 – Şirketin başına oğlu Edgar’ın geçmesiyle ürün yelpazesi daha da genişler: Plastik, reçine, kauçuk, yakıt katkı maddeleri, yapay kafein, endüstriyel sıvılar, vinil kaplama, bulaşık deterjanı, fosfor, anti-friz, sülfürik asit, erbisit, pestisitler (Mona Lisa tablosunu koruyan cam bile bir Monsanto ürünü!).

1935 – PCB üretimine başlar. [Poliklorlu bifeniller, UNEP (Birleşmiş Milletler Çevre Programı) Kimyasallar Birimi tarafından hazırlanan ve Stokholm Sözleşmesi’nde çevre ve insan sağlığına olumsuz etkilerinden dolayı kullanılmasına yasaklama ve sınırlama getirilen 12 adet kalıcı organik kirleticiden (KOK) biridir. Hava, su ve toprakta farklı derecelerde biriken PCB, aşırı ısınmaya ve ateşe dayanıklı olduğundan özellikle izolasyon, elektrik devreleri ve elektrikli aletlerde kullanılmıştır. Yağ oranı yüksek besinlerle, yüzey toprakları, içme suyu ve yeraltı suyuyla, elektrikli alet üretim yerleri gibi kapalı ortamlarda inhalasyon ve deri yoluyla vücuda alınabilen PCB’nin, bağışıklık sistemi toksitesine, endokrin yapısında bozukluklarına, anne sütünde birikme sonucunda bebeklerde mutasyona yol açtığı ve kanserojen etkilere sahip olduğu belirlenmiştir.]

1940 – Monsanto polistiren (strafor) ve sentetik elyafın yanında DDT de üretmeye başlar. [DDT: Kolayca vücut dokusundaki yağlarda çözülen ve gıda zincirinde biriken, çok zehirli ve kuvvetli bir böcek ilacıdır. Balık ve kuş da dahil olmak üzere, birçok hayvan türünün soyunun tükenmesine yol açacağı belli olunca, 1970’lerde yasaklanmıştır.]

1943-1948 – Monsanto Dayton, Ohio’da Manhattan Project için yani ilk atom bombası için uranyum üzerine araştırmalar yürütür. Dayton Project’in başındaki Dr. Charles Thomas bombanın ilk test patlaması sırasında hazır bulunur ve daha sonra Monsanto’nun yönetim kurulu başkanı olur. Monsanto, 1980’lere kadar Mount Project adı altında federal hükümet için yine Ohio’da bir nükleer santral işletir.

1948 – 2,4,5-T adını verdiği ve ileride meşhur Agent Orange’ın üretiminde kullanılacağı, çok güçlü bir herbisit üretimine başlar. Bu sırada dioksin adlı bir kimyasal yan ürün ortaya çıkar. [Dioksin: kalp ve karaciğer hastalıkları, üreme ve gelişme bozukluklarına yol açan çok toksik bir kimyasal maddedir. Çok küçük miktarlarda bile çevre ve vücutta biriken dioksin, 1997’de Dünya Sağlık Örgütü tarafından kanserojen olarak sınıflandırılmıştır.]

1949 – Monsanto fabrikasındaki patlama; dioksinli 2,4,5-T’nin çevreye yayılmasına yol açar. Her ne kadar 1971’de bu maddenin üretimini durdurmuş olsa bile, 2004’te on binlerce kent sakini adına açılan bir grup davası sonucu Monsanto tıbbi bakım, temizlik ve para cezasına mahkum edilir.
1954 – Bayer’le birlikte poliüretan üretimine başlar.

1955 – Lion Rafinerisi’ni satın alarak petrol esaslı gübre üretimine başlar.
1959 – Monsanto yüksek teknoloji endüstrisi için saf silikon üretimine başlar.
1960-1970 – Monsanto, Vietnam Savaşı sırasında ABD askeri güçlerinin Vietnam, Doğu Laos ve Kamboçya’nın bazı bölgelerine kullandıkları herbisit ve yaprak dökücü (2,4,5-T ve dioksin içeren) Agent Orange’ın en önemli üreticilerinden biridir. [ABD’nin Agent Orange’ı kullanma amacı kırsal ve ormanlık arazilerde yaprak dökerek gerillaların saklanmalarını engellemek ve gıdasız bırakmaktı.

Ayrıca köylülerin gıda kaynaklarını azaltarak, ABD’nin kontrolü altındaki kentlere göç ettirmek de istiyorlardı. Spreyleme işleminin büyük kısmı havadan, bir kısmı da kamyon ve teknelerden yapıldı. 1962 ve 1971 yılları arasında sırasında ABD yaklaşık 75.770.000 litre Agent Orange kullandı. Vietnam Dışişleri Bakanlığı'na göre 4,8 milyon Vietnamlı Agent Orange’a maruz kaldı, 400.000 kişi öldü, 500.000 çocuk sakat doğdu ve düşük oranları arttı. Amerikalı gaziler de kendi paylarına düşen ciddi sağlık sorunları yaşadılar. Ekolojik denge bozuldu, bölgelerin yeniden ormanlaştırılması çok zor ya da neredeyse imkansız bir hal aldı. Harvard’lı bir biyolog aynı bölgede spreylenmemiş iki ormanda 145 ve 170 kuş türü ve 30 ve 55 memeliye karşı, spreylenmiş bir ormanda 24 kuş ve beş memeli hayvan türüne rastladı. Bu da yetmezmiş gibi, bugünlerde Monsanto Vietnam’a bu sefer GDO’ları ile girmeye çalışıyor!]

1968 – LED seri imalatı yapan ilk şirket olur. 1970’lerden itibaren biyoteknolojiye ağırlık vermeye başlayan Monsanto, ileride en büyük silahı olacak Roundup herbisitinin aktif maddesi glisofat molekülü geliştirir ve patentini alır ve 1973’te Roundup’ı piyasa sürer.

1976 – Cycle-Safe adıyla dünyanın ilk plastik gazlı içecek şişesini üretir. Şişe, bir yıl sonra kansere yol açma riskinden dolayı yasaklanır.
1982 – Monsanto ilk defa bir bitkinin genetiğini değiştiren şirket olur. GDO’lu pamuk, soya, mısır ve kanola geliştirmeye başlar.

1985 – Monsanto aspartam patentini elinde bulunduran G:D. Searle’ü satın alır, NutraSweet Company adlı ayrı bir şirket açar ve aspartam işini 2000 yılında satana kadar buradan yürütür.

1994 – Monsanto yeni bir teknoloji geliştirir ve ineklerin daha fazla süt vermesini sağlayacak bir büyüme hormonu olan Posilac’ı (rBST/rBGH) piyasaya sürer. BST hormonu ve genetiği değiştirilmiş koli basilinin genetik mühendislik yöntemleriyle birleştirilmesiyle üretilen Posilac hayvanların sağlığını bozduğu gibi, elde edilen süt de insanlarda da meme, ilik ve prostat kanserine yol açabildiği için Kanada, Avustralya, Japonya ve Avrupa Birliği de dahil olmak üzere 27 ülkede yasaklanır. Monsanto Posilac’ı 2008’de Eli Lilly and Company’ye satar.

1996 – İlk biyoteknolojik mahsulü Roundup Ready Soya ve haşerelere dayanıklı biyoteknolojik pamuğunu tanıtır.
1997 – Monsanto yeni ürünleri GDO’lu Roundup Kanola, Pamuk ve Mısır’ı satışına başlar. 1997 ve 2002 arasında şirket birleşme ve bölünmeleriyle (kimyasal madde operasyonlarını Solutia adlı bir şirketine devrederek), Monsanto bozuk sicilli bir kimyasal madde devinden bir biyoteknoloji devine dönüşür. Kurumsal geçmişinde hiçbir kimyasal maddeden bahsetmediği gibi artık kendini tertemiz bir “hayat bilimleri” ve “tarım şirketi” olarak tanıtan Monsanto’nun kimyasal maddeleri hakkında açılan tüm davalar da Solutia’ya aktarılır. 2002’de Solutia, PCB fabrikasının bulunduğu Anniston, Alabama’da toprak ve suyu kirlenmekten suçlu bulunur ve 20,000 kişiye 600 milyon dolar ödemeye mahkum olur. 2003’de Solutia iflasını ilan eder.

1998 – Monsanto-Cargill ortak girişimi en ileri genetik teknolojiyi dünyanın en büyük gıda işleme ve dağıtım şirketiyle bir araya getirir.
2000 – Monsanto Pharmacia ve Upjohn ile birleşir.
2001 – Dünyadaki tüm GDO’lu mahsullerin %91’i Monsanto’ya aittir.
2004 – Monsanto American Seeds’i kurar ve şirket alımlarına başlar. 2005 yılında 1,4 milyar dolara dünyanın en büyük sebze ve meyve tohum şirketlerinden Seminis’i satın alır.

2007 – 1,5 milyar dolara önemi bir pamuk tohumu üreticisi Delta & Pine Land Company’yi satın alır. 2001-2006’da D &PL’in Türkiye’deki şirketi Türk Delta Pine’ın hükümet raporları ve sertifikasyonları elde etmek için Türkiye Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı bazı çalışanlarına yaklaşık 43 000 dolar rüşvet verdiği ortaya çıkmıştır. D & PL ve Turk Deltapine ABD’de 300 000 dolar ceza ödemeye mahkum edilmiştir.]

2008 — Rakipleri tarafından tohum endüstrisinde tekel kurmakla suçlanan Monsanto, 546 milyon Euro’ya Hollandalı hibrit tohum şirketi De Ruiter’i ve bazı şeker kamışı üreticilerini satın alır. Bugüne kadar tohum şirketleri satın alımında harcadığı miktarın 30 milyar doları geçtiği söylenmekte.
2009 – Şirket, 11,7 milyar dolar net satış yaptığını ve 2,1 milyar dolar net gelir ilan eder.

2010 – Forbes dergisi tarafından “yılın şirketi” seçilir.
2011 – Monsanto’nun 2010 yılı net satışı 10,5 milyar dolar, net geliri ise 1 milyar dolar olarak açıklanır. 2009 yılına göre %50’lik bu düşüş, Roundup patentinin süresinin dolması ve rakiplerin jenerik herbisitleri daha ucuza piyasa sürmüş olmalarından kaynaklanmaktadır.

Bugün, dünyada GDO’lu mahsüllerin %80’i Monsanto’ya ait bir gen içermekte. Şirketin Roundup’ı ise dünyada en çok satan pestisiti, Roundup’a dayanaklı tohumlarıyla da Monsanto bir tekel oluşturmuş durumda. Monsanto’nun bu “sabıkalı” kronolojik geçmişinin ardından, önümüzdeki günlerde bu çokuluslu devin girift politik bağlantılarından, Monsanto tohumu satın alıp ekmenin, sosyal ve ekonomik sonuçlarını ve şirketin dünya gıda stokunu kontrol ederek, doğa ve dünya üzerinde nasıl bir hakimiyet kurmaya çalıştığından bahsedeceğim. O güne kadar, henüz izlemediyseniz, “The World According to Monsanto” belgeselini izlemenizi tavsiye ederim.

Not: Facebook 'Türkiye Chemtrails Takipçileri' sayfasından alıntıdır.

MeyveliTepe
21-04-2013, 15:57
"American Academy of Environmental Medicine (AAEM) 2009'da, kısırlık, bağışıklık problemleri, hızlı yaşlanma, hatalı insülin düzeni ve ana organlar ile sindirim sisteminde değişimler de dahil "Çeşitli hayvan deneyleri genetiği değiştirilmiş (GDO'lu) gıdaların ciddi sağlık risklerini işaret ettiğini" belirtti. AAEM doktorlardan tüm hastaların GDO'lu gıdalardan kaçınmaları tavsiyesinde bulunmalarını istedi.

1992'de FDA (Amerikan Gıda ve İlaç İdaresi) GDO'lu yiyeceklerin GDO'lu olmayanlardan önemli bir farkı olduğuna dair bilginin mevcut olmadığını deklare etti. Böylece GDO'lı gıdayı yemenin güvenli olduğu ve GDO'lu gıdalar için gıda güvenliği araştırmalarının kesinlikle gerekmediği belirtilmiş oluyordu. Fakat bir dava sebebiyle açığa çıkan iç yazışmalarda FDA'in bu pozisyonunun GDO'ları teşvik eden Beyaz Sarayın gereken direktifler için yaptığı politik atamalar sonucu olduğu meydana çıktı. FDA'in bu politikasını belirlemekle görevli Michael Taylor'un önceki işi Monsanto'nun avukatlığı idi ve sonradan da bu şirketin başkan yardımcısı oldu.

Gerçekte, FDA bilim insanları GDO'lu gıdanın allerjiler, toksinler, yeni hastalıklar ve beslenme bozuklukları da dahil, önceden kestirilemeyen, tesbit edilmesi zor yan etkilere sebep olabileceği konusunda defalarca kez uyarılarda bulundular, uzun süreli güvenlik araştırmaları yapılması gerektiğinde ısrar ettiler fakat dikkate alınmadılar.

Bugün, kimyasal ürünlerinin toksik olduğunu gizlediği için suçlu bulunan bu biyoteknoloji şirketleri, kendi ürettikleri GDO'Lu gıdaların güvenli olup olmadığını saptamakta da sorumlu tutuluyorlar. Endüstrinin finanse ettiği bu GDO güvenlik araştırmaları potansiyel tehlikeleri ortaya çıkarmakta fazlasıyla yüzeysel ve anlamsız bir gerçeği gizleme çabası olarak FDA ile birlikte şirketlerin bu gönüllü konsültasyonları çokça eleştiriliyor.

GDO'lu soya ve allerjik reaksiyonlar


GDO'lu soyadan sonra İngilterede soya allerjisi %50 arttı.(8)
Deri prik allerji testleri bazı insanların doğal soyaya reaksiyon göstermezken GDO soyaya reaksiyon gösterdiğini ortaya koydu.(9)
GDO'lu soyanın doğal soyada bulunmayan yeni beklenmedik allerjen içerdiği belirlendi.(11)

GDO'lar sizi GDO'lu olmayan yiyeceklere allerjik yapabilir.


GDO'lu soya farelerde sindirim enzimlerini önemli ölçüde azalttı. GDO'lar sizin sindirim sisteminizi de zayıflatırsa çok çeşitli yiyeceklere karşı daha duyarlı ve allerjik olabilirsiniz (21)
Farelere yedirilen bt-toksin, daha önceden zararsız olan yiyeceklere bağışıklık reaksiyonları gösterilmesine sebep oldu (22) (23).

GDO'lar ve karaciğer problemleri


GDO'lu patatesle beslenen farelerde daha küçük ve kısmen dumura uğramış karaciğerler görüldü (24).
GDO'lu kanola ile beslenen sıçanlarda karaciğerlerin %12-16 daha ağır olduğu belirlendi (25).
GDO'lu soya ile beslenen farelerde karaciğer hücreleri bir toksik saldırı izlenimi verecek şekilde değişti. GDO'lu olmayan soyaya dönüldüğünde tekrar eski haline geldi.(27)

GDO'lar, doğurganlık problemleri ve bebek ölümleri


GDO'lu soya ile beslenen anne farelerin bebeklerinin yarıdan fazlası ilk üç haftada öldü (28)(33).
GDO'lu soya ile beslenen erkek sıçanlar (29) ve farelerde (30), farelerde değişen genç sperm hücreleri de dahil testisler değişti.

Kısırlık, hastalık ve ölümle ilişkili BT ürünleri


Hindistanda, hasat sonrası BT pamuk tarlalarında otlayan koyun, manda ve keçilerin bir çoğu öldü kalanlarda sağlık problemleri ve kısırlık görüldü (34).
Avrupada çiftçiler BT Mısır yiyen inek, manda, tavuk ve at ölümleri olduğunu bildirdi (35).
İki düzine kadar Amerikalı çiftçi bt-mısır çeşitlerinin domuz ve ineklerde kısırlık problemine yol açtığını bildirdi (36)
Filipinlerde, bt-mısır tozlaşma döneminde beş köy hasta düştü (37).
GDO'lu patates ile beslenen farelerin mide yüzeyinde kanser başlatabilen aşırı hücre büyümesi görüldü. Fareler aynı zamanda organ ve bağışıklık sistemi tahribatına uğradılar (38).

Genetiği Değiştirilmiş genler içinizde kalır.
İlaçlarda yapılan güvenlik değerlendirmelerinin aksine GDO'lu yiyeceklerde insan klinik takipleri yapılmaz. Tek yayınlanmış insan beslenme deneyimi, GDO'lu soyadaki genetik malzemenin bağırsaklardaki canlı bakterilere geçtiği ve orada işlevlerini devam ettirdiğini ortaya koydu (39). Bunun anlamı, GDO'larla beslenmeyi durdurduktan sonra uzun bir süre sonra dahi GDO proteinlerinin içimizde üremeye devam edebileceği.


GDO'ların çoğuna eklenmiş olan antibiyotik genleri vücudumuzda transfer olur ise süper hastalıklar ve antibiyotiklere direnç yaratabilir.
BT-toksinlerini yaratan genler olur ise, bağırsaklarımızdaki bakteriler yaşayan bir pestisit fabrikasına dönebilirler.
Hayvan çalışmalarında, yiyeceklerdeki DNA'nın vücudumuzdaki organlara, hatta fetüse taşınabildiğini gösterdi (40)

Genetiği Değiştirilmiş beslenme takviyeleri ölümcül salgınlara sebep olabilir.
1980'lerin sonunda genetiği değiştirilmiş bakteriye ürettirilen L-tryptophan içerikli bir besin takviyesi 100 civarında kişinin ölmüne, bazılarında kalıcı hasarlar olmak üzere binlerce kişinin de hastalanmasına yol açtı. Hastalığın hızlı gelişip ve şiddetli akut etkiler göstermesi, etkilerin başka bir bilinen hastalığa benzememesi sebebiyle bir kaç yıl içinde tanımlanabildi. (41)
Yavaş gelişen, akut değil de kronik etkiler gösteren, semptomları başka bilinen hastalıklara benzemesi durumunda tanımlanabilmesi ve önlenebilmesi mümkün olmayabilirdi.

Şayet GDO'lu yiyecekler bilinen hastalıklara sebep oluyor ise veya etkileri uzun süreli kullanımdan sonra ortaya çıkıyor ise, bu hastalıkların sebebi on yıllar geçse de anlaşılamayabilir.

GDO'larla ilişkili hastalıkların gözlenmesi gibi bir süreç, ya da uzun süreli hayvan deneyleri mevcut değil. Büyük yatırımlar yapmış olan biyoteknoloji şirketleri kârları için başta Amerikan toplumunun sağlığı üzerinde kumar oynuyorlar.

[8] Mark Townsend, "Why soya is a hidden destroyer," Daily Express, March 12, 1999.
[9] Hye-Yung Yum, Soo-Young Lee, Kyung-Eun Lee, Myung-Hyun Sohn, Kyu-Earn Kim, "Genetically Modified and Wild Soybeans: An immunologic comparison," Allergy and Asthma Proceedings 26, no. 3 (May–June 2005): 210-216(7).
[10] A. Pusztai and S. Bardocz, "GMO in animal nutrition: potential benefits and risks," Chapter 17, Biology of Nutrition in Growing Animals, R. Mosenthin, J. Zentek and T. Zebrowska (Eds.) Elsevier, October 2005.
[11] Hye-Yung Yum, Soo-Young Lee, Kyung-Eun Lee, Myung-Hyun Sohn, Kyu-Earn Kim, "Genetically Modified and Wild Soybeans: An immunologic comparison," Allergy and Asthma Proceedings 26, no. 3 (May–June 2005): 210-216(7).
[21] M. Malatesta, M. Biggiogera, E. Manuali, M. B. L. Rocchi, B. Baldelli, G. Gazzanelli, "Fine Structural Analyses of Pancreatic Acinar Cell Nuclei from Mice Fed on GM Soybean," Eur J Histochem 47 (2003): 385–388.
[22] Vazquez et al, "Bacillus thuringiensis Cry1Ac protoxin is a potent systemic and mucosal adjuvant," Scandanavian Journal of Immunology 49 (1999): 578–584. See also Vazquez-Padron et al., 147 (2000b).
[23] V. E. Prescott, et al, "Transgenic Expression of Bean r-Amylase Inhibitor in Peas Results in Altered Structure and Immunogenicity," Journal of Agricultural Food Chemistry (2005): 53.
[24] Arpad Pusztai, "Can science give us the tools for recognizing possible health risks of GM food," Nutrition and Health, 2002, Vol 16 Pp 73-84
[25] Comments to ANZFA about Applications A346, A362 and A363 from the Food Legislation and Regulation Advisory Group (FLRAG) of the Public Health Association of Australia (PHAA) on behalf of the PHAA, "Food produced from glyphosate-tolerant canola line GT73," Institute of Health and Environmental Research - Welcome to the IHER website (http://www.iher.org.au/)
[26] M. Malatesta, C. Caporaloni, S. Gavaudan, M. B. Rocchi, S. Serafini, C. Tiberi, G. Gazzanelli, "Ultrastructural Morphometrical and Immunocytochemical Analyses of Hepatocyte Nuclei from Mice Fed on Genetically Modified Soybean," Cell Struct Funct. 27 (2002): 173–180.
[27] M. Malatesta, C. Tiberi, B. Baldelli, S. Battistelli, E. Manuali, M. Biggiogera, "Reversibility of Hepatocyte Nuclear Modifications in Mice Fed on Genetically Modified Soybean," Eur J Histochem, 49 (2005): 237-242.
[28] I.V. Ermakova, "Diet with the Soya Modified by Gene EPSPS CP4 Leads to Anxiety and Aggression in Rats," 14th European Congress of Psychiatry. Nice, France, March 4-8, 2006; "Genetically modified soy affects posterity: Results of Russian scientists' studies," REGNUM, October 12, 2005; Genetically modified soy affects posterity: Results of Russian scientists (http://www.regnum.ru/english/526651.html;) Irina Ermakova, "Genetically modified soy leads to the decrease of weight and high mortality of rat pups of the first generation. Preliminary studies," Ecosinform 1 (2006): 4–9.
[29] Irina Ermakova, "Experimental Evidence of GMO Hazards," Presentation at Scientists for a GM Free Europe, EU Parliament, Brussels, June 12, 2007

[30] L. Vecchio et al, "Ultrastructural Analysis of Testes from Mice Fed on Genetically Modified Soybean," European Journal of Histochemistry 48, no. 4 (Oct–Dec 2004):449–454.
[31] Oliveri et al., "Temporary Depression of Transcription in Mouse Pre-implantion Embryos from Mice Fed on Genetically Modified Soybean," 48th Symposium of the Society for Histochemistry, Lake Maggiore (Italy), September 7–10, 2006.
[32] Alberta Velimirov and Claudia Binter, "Biological effects of transgenic maize NK603xMON810 fed in long term reproduction studies in mice," Forschungsberichte der Sektion IV, Band 3/2008
[33] I.V. Ermakova, "Diet with the Soya Modified by Gene EPSPS CP4 Leads to Anxiety and Aggression in Rats," 14th European Congress of Psychiatry. Nice, France, March 4-8, 2006; "Genetically modified soy affects posterity: Results of Russian scientists' studies," REGNUM, October 12, 2005; Genetically modified soy affects posterity: Results of Russian scientists (http://www.regnum.ru/english/526651.html;) Irina Ermakova, "Genetically modified soy leads to the decrease of weight and high mortality of rat pups of the first generation. Preliminary studies," Ecosinform 1 (2006): 4–9.
[34] "Mortality in Sheep Flocks after Grazing on Bt Cotton Fields—Warangal District, Andhra Pradesh" Report of the Preliminary Assessment, April 2006, Mortality in Sheep Flocks after grazing on Bt Cotton fields (http://gmwatch.org/latest-listing/1-news-items/6416-mortality-in-sheep-flocks-after-grazing-on-bt-cotton-fields-warangal-district-andhra-pradesh-2942006)
[35] Mae-Wan Ho, "GM Ban Long Overdue, Dozens Ill & Five Deaths in the Philippines," ISIS Press Release, June 2, 2006; and Mae-Wan Ho and Sam Burcher, "Cows Ate GM Maize & Died," ISIS Press Release, January 13, 2004, Cows Ate GM Maize & Died (http://www.i-sis.org.uk/CAGMMAD.php)
[36] Personal communication with Jerry Rosman and other farmers, 2006; also reported widely in the farm press.
[37] See for example Mae-Wan Ho, "GM Ban Long Overdue, Dozens Ill & Five Deaths in the Philippines," ISIS Press Release, June 2, 2006; "Study Result Not Final, Proof Bt Corn Harmful to Farmers," BusinessWorld, 02 Mar 2004; and "Genetically Modified Crops and Illness Linked," Manila Bulletin, 04 Mar 2004.

[36] Personal communication with Jerry Rosman and other farmers, 2006; also reported widely in the farm press.
[37] See for example Mae-Wan Ho, "GM Ban Long Overdue, Dozens Ill & Five Deaths in the Philippines," ISIS Press Release, June 2, 2006; "Study Result Not Final, Proof Bt Corn Harmful to Farmers," BusinessWorld, 02 Mar 2004; and "Genetically Modified Crops and Illness Linked," Manila Bulletin, 04 Mar 2004.
[38] Arpad Pusztai, "Can science give us the tools for recognizing possible health risks of GM food," Nutrition and Health, 2002, Vol 16 Pp 73-84; Stanley W. B. Ewen and Arpad Pusztai, "Effect of diets containing genetically modified potatoes expressing Galanthus nivalis lectin on rat small intestine," Lancet, 1999 Oct 16; 354 (9187): 1353-4; and Arpad Pusztai, "Facts Behind the GM Pea Controversy: Epigenetics, Transgenic Plants & Risk Assessment," Proceedings of the Conference, December 1st 2005 (Frankfurtam Main, Germany: Literaturhaus, 2005)
[39] Netherwood et al, "Assessing the survival of transgenic plant DNA in the human gastrointestinal tract," Nature Biotechnology 22 (2004): 2.
[40] Ricarda A. Steinbrecher and Jonathan R. Latham, "Horizontal gene transfer from GM crops to unrelated organisms," GM Science Review Meeting of the Royal Society of Edinburgh on "GM Gene Flow: Scale and Consequences for Agriculture and the Environment," January 27, 2003; Traavik and Heinemann, Genetic Engineering and Omitted Health Research; citing Schubbert, et al, "Ingested foreign (phage M13) DNA survives transiently in the gastrointestinal tract and enters the bloodstream of mice," Mol Gen Genet. 242, no. 5 (1994): 495–504; Schubbert et al, "Foreign (M13) DNA ingested by mice reaches peripheral leukocytes, spleen, and liver via the intestinal wall mucosa and can be covalently linked to mouse DNA," Proc Natl Acad Sci USA 94, no. 3 (1997): 961–6; Schubbert et al, "On the fate of orally ingested foreign DNA in mice: chromosomal association and placental transmission to the fetus," Mol Gen Genet. 259, no. 6 (1998): 569–76; Hohlweg and Doerfler, "On the fate of plants or other foreign genes upon the uptake in food or after intramuscular injection in mice," Mol Genet Genomics 265 (2001): 225–233; Palka-Santani, et al., "The gastrointestinal tract as the portal of entry for foreign macromolecules: fate of DNA and proteins," Mol Gen Genomics 270 (2003): 201–215; Einspanier, et al, "The fate of forage plant DNA in farm animals; a collaborative case-study investigating cattle and chicken fed recombinant plant material," Eur Food Res Technol 212 (2001): 129–134; Klotz, et al, "Degradation and possible carry over of feed DNA monitored in pigs and poultry," Eur Food Res Technol 214 (2002): 271–275; Forsman, et al, "Uptake of amplifiable fragments of retrotransposon DNA from the human alimentary tract," Mol Gen Genomics 270 (2003): 362–368; Chen, et al, "Transfection of mEpo gene to intestinal epithelium in vivo mediated by oral delivery of chitosan-DNA nanoparticles," World Journal of Gastroenterology 10, no 1(2004): 112–116; Phipps, et al, "Detection of transgenic and endogenous plant DNA in rumen fluid, duodenal digesta, milk, blood, and feces of lactating dairy cows," J Dairy Sci. 86, no. 12(2003): 4070–8.
[41] William E. Crist,Toxic L-tryptophan: Shedding Light on a Mysterious Epidemic; and Jeffrey M. Smith, Seeds of Deception, Yes! Books, Fairfield, IA 2003, chapter 4, Deadly Epidemic
"

MeyveliTepe
22-04-2013, 00:47
Bir araştırma kuruluşu olan Milken Institute'un 2003-2023 yılları arasında ABD'de yaşayan insanların kronik hastalıklar bakımından durumunu gösterir projeksiyon yapmış. Bu projeksiyon, başta sigorta endüstrisi olmak üzere önümüzdeki yıllarda muhtelif kurumlar tarafından strateji geliştirmekte kullanılıyor.

393704

Buna göre 2003-2023 yılları arasında nüfüs %19 oranında artarken kanserler %62, akıl hastalıkları (başta alzheimer olmak üzere) %54 artacak.

Görünüşe göre amerikalıların sağlık sigortası primleri artacak, ekonominin sağlıktan beslenen bölümü gelişecek çünkü sigorta dahil sağlık için harcanan para miktarı önemli ölçüde artacak.

Bu tablonun tek sebebinin GDO'lar olduğu tabii ki söylenemez. Ancak tersi de hiç söylenemez. Söylenebilecek tek şey, toplum sağlığının son yıllarda (tam da her gün daha fazla GDO'nun besin olarak tüketildiği dönemde) oldukça kötüye gidiyor olması.

Kronik hastalıkların bu şekilde artma sebepleri içinde beslenme önemli bir yer tutuyor. Ancak araştırmada son yıllarda tamamen GDO'lardan ve GDO'lu soya ve mısırın farklı işlenmiş versiyonları ve GDO'lu rGBH büyüme hormonları ile şişirilmiş hayvanlardan oluşan beslenme düzeninin dışına çıkılamamasının rolünden bahsedilmiyor.

Bahsedilmemesi de normal çünkü ABD'de GDO'ların kronik hastalıklara etkisi ile ilgili tek bir araştırma mevcut değil. Yapılmasına da GDO şirketleri izin vermiyor.

Son imzalanan kanun da bu durum dikkate alındığında çok anlamlı. Halk arasında Monsanto'yu koruma kanunu da denen bu yasaya göre, herhangi bir GDO'nun sağlığa zararlı olduğu net bir şekilde ortaya çıksa dahi Amerikan mahkemeleri bu GDO'nun satışını ve piyasaya sunumunun devamını durduramayacak, böyle bir yetkileri olmayacak. Böylece biyoteknoloji şirketleri kendi ülkelerinde mahkemelerin de üzerine çıkarak bir tür dokunulmazlık kazanmış oluyorlar.

AÇakıcı
22-04-2013, 04:17
bir de GDO'lu ormanlar sorunu var. çok hızlı büyümesi sağlanan bu ağaçların bu kadar hızlı büyümeyi kaldırması için sentetik lif adı da verilen ve çok zor çürüyen bir lif yapısı bulunuyor. GDO'lu ağaçların çoğunda bu gen var. ve bu ormanlar denetimsiz bir şekilde yayılmaya devam ediyor. En çok GDO ormanları Brezilya, Çin, Şili, Güney Afrika ve Uruguay'da bulunuyor. en çok GDO'lu ağaç türleri ise Populus , Pinus , Liquidambar (Sweet Gum Tree) ve Okaliptüs. GDO'lu ağaçlar kuruduktan ve çürüdükten sonra bile bakteriler ve böcekler tarafından kolay kolay yok edilemiyorlar. bu nedenle de bulundukları bölgede istilacı konumundalar. neredeyse hiçbir düşmanları olmadığı için de hızla yayılıyorlar. bunlarda en büyük tehlikenin neredeyse hiç çürümeyen lif yapıları olduğu söyleniyor. ayrıca bazı ağaç ve kök kanserinin de bu GDO'lu ağaçların bulunduğu bölgelerde çok hızlı yayıldığına dair söylentiler var. bu GDO'lu türler tek tip DNA yapısına sahip oldukları için bu tür bir hastalığa yakalandıklarında bu hastalık çok daha hızlı yayılıyormuş. Doğal ormanda aynı türden ağaçlar ebeveynlerinin taşıdığı farklı genlerden dolayı birbirinden farklı DNA yapısına sahiptir. bu farklılık bazı hastalıkların yayılmasını engeller ve geciktirir. ama GDO'lu ormanlarda bu maalesef mümkün değil.

MeTePe
30-05-2013, 21:23
Bu tablonun tek sebebinin GDO'lar olduğu tabii ki söylenemez. Ancak tersi de hiç söylenemez. Söylenebilecek tek şey, toplum sağlığının son yıllarda (tam da her gün daha fazla GDO'nun besin olarak tüketildiği dönemde) oldukça kötüye gidiyor olması.

Kronik hastalıkların bu şekilde artma sebepleri içinde beslenme önemli bir yer tutuyor.

Konuya bir süredir katılımda bulunmuyordum.

Sn. MeyveliTepe'nin yazdığı konuların nerediyse tamamı ciddi DEMAGOJİ içeriyor. Bunu bazı doğru bilgileri YANLIŞ yorumlayarak ikna edici bir tarzda ortaya koyduğunu kabul etmek gerek.

Ancak şu yukarıdaki mesajda konuyu bağladığı noktaya DEMAGOJİNİN ŞAHI demekten başka bir şey gelmiyor elimden...

Ben tıp doktoruyum... ama yukarıdaki tabloya bir göz atıp yorumlamak için doktor olmaya gerek yok!

Bakalım, hangi hastalıkların insidansında artış bekleniyor? Şeker, felç, yüksek tansiyon, akciğer hastalıkları vs...

Peki, eğitimli değil de sıradan bir vatandaş olarak can alıcı soruyu soralım... Bu hastalıklar 15 yaşında mı çok görülür, yoksa 75 yaşında mı?

Şimdi kendimizi bir embesil yerine koyalım ve diğer soruyu soralım... Yaşa bağlı hastalıklarda artış olması, gençlerde bu hastalıkların arttığını mı gösterir, yoksa yaşlı nüfusun arttığını mı?

Devam edelim... Yaşlı nüfusun artması, toplum sağlığının daha iyi olduğunu mu gösterir, yoksa kötülediğini mi?

Yine devam: Sağlıkla düzgün beslenme arasında bir ilişki var mıdır? Elbette... eskiden aç 25 yaşında insanlar veremden, tifodan falan ölüyorlardı.

Bu durumda, yaşlılığa bağlı hastalıkların artması >> yaşlı nüfusun artması >> insanların daha sağlıklı olum daha uzun yaşaması >> daha sağlıklı olmak için daha iyi beslenmesi

sonucu mu çıkar, yoksa GDO ("elbette bunun tamamen GDO'ya bağlayamayız gibi masumane bahanelerle") yüzünden bu hastalıkların arttığı sonucu mu?

EL İNSAF!!!

Şu yukarıdaki gerekçelerinizi komplo teorileriyle süsleyerek GDO karşıtları için kulağa hoş gelen hatalı bir mantıkla ortaya koymanız "bana göre" GDO taraftarlarının eline verilebilecek en önemli kozdur. Çünkü bu fanatik taraftarlığın, hiç bir neden-sonuç ilişkisine bakmaksızın gözü kara davranışından farklı bir yaklaşım değildir.

Yukarıda Sn. serpent'in verdiği hindistan örneğinde olduğu gibi, intiharların GDO kullanımından önce de var olduğu gerçeğini görmeksizin, raporu yazan kuruluşun kimden para aldığı gibi konulara girerek mevcut verileri yanlışlamak yerine konuya DEMAGOJİK açıklamalar getirme alışkanlığınız ne yazık ki bu konudaki mesajlarınızın çoğunda mevcut.

Bu tarzınız ise, ne yazık ki rasyonel bir tartışma ortamına yer bırakmıyor.

Bir GDO karşıtı olmanız, bunu kullanmak istememeniz, etiket istemeniz vs. gibi tercihleriniz benim saygı duyduğum şeyler. Ancak bunu sizin "pop" tartışma üslubunuzla devam ettirmek gibi bir niyetim yok.

Aklında soru işareti olacak kişiler için belirtmek isterim ki, en ufak bir tarım, hayvancılık, tohum, GDO vs. işiyle yakından uzaktan bir ilişkim yok. Yani, GDO kullanılmasından bir çıkarım olmadığı gibi, kullanılmamasından kişisel olarak kaybedeceğim tek bir kuruş yok.

Burada belli konulardaki itirazımın tek nedeni, sokakta yerde gördüğüm bir pet şişeyi alıp çöpe atmamla aynı nedendir.

***********************

Yukarıda bir mesajda dünyada 10 milyar insanı besleyecek gıda üretildiği söyleniyordu.... Doğrudur.

Eğer komşunuzun evindeki 2 kilo pirincin yarısını ve sizin evdeki 5 kilo nohutun yarısını torbalayıp aç ülkelere göndermeyi başarabiliyorsanız sorun yok. Bu insanlar aç kalmamış olur. İyi de GDO'ya sıra gelene kadar, Afrika'da 100 yıldır açlık var. Neden hala bu gıda bolluğu çözüm olmadı?

Afrika'dan vazgeçtim... köprü altında yatan ayyaşa bir tas çorbayı kaç kişi içirdi? İçirseniz aç mı kalırdınız? Sizin çöpe attığınız yiyeceklerden her gün 2-3 kişi doyar.

Demek ki, söylemle eylem o kadar da birbirine uyan şeyler değil! Siz dünyada 10 milyar insanı besleyecek üretim var derken Afrika'da her gün onlarca aç çocuk ölmeye devam ediyor. Yani, lafla peynir gemisi yürümüyor.

MeyveliTepe
30-05-2013, 22:53
Sn. MeyveliTepe'nin yazdığı konuların nerediyse tamamı ciddi DEMAGOJİ içeriyor.

Konuyla ilgili ilk cümle olarak hoş bir başlangıç olmuş. DEMOGOJİ kelimesinin büyük yazılması da herhalde konu ile ilgili daha önce yazdıklarımın üzerine gölge düşürme çabasından kaynaklanıyor.

Bakalım, hangi hastalıkların insidansında artış bekleniyor? Şeker, felç, yüksek tansiyon, akciğer hastalıkları vs..

İlk iki sırayı alan Kanserler ve Akıl Hastalıkları (özellikle alzehimer) artış rakamlarını atlamışsınız.

Lobinin ikide bir "Amerikalılar bunu 15 senedir yiyiyorlar, bir şey oldu mu?" , "Kötü bir şey olsa kendi insanlarına yedirirler mi?" diye vatandaşı GDO yemeye ikna etme ifadeleri vardı. Bu laflar burada da sarfedildi.

Yayınladığım araştırma 15 senedir GDO yemekte olan amerikan toplumunda sağlık durumunun pek de iyiye gitmediğini gösteriyor.

Her ne kadar lobinin muteber bulmadığı bilimsel araştırmalarda GDO tüketiminin kanserler ile ilişkili olduğu yönünde bulgular bulunsa da, Milken Enstitüsünün yayını kanser ve alzheimer gibi hastalıklardaki artışın beslenme ve besinlerle ilişkili olabileceğini söylüyor ama bunu GDO'ya bağlayamıyor. Bağlayamaması da gayet normal çünkü GDO tüketiminin kronik hastalıklara etkisini ölçecek herhangi bir araştırma mevcut değil, yapılmasına da izin verilmiyor.

Neticesi; "15 senedir GDO yiyiyorlar bir şey oldu mu?" ifadesine yanıt, evet bir şey olmuşa benzer.

Lobi, gönül rahatlığıyla Türk insanlarının GDO yemeyi kabullenmelerini ikna yöntemi olarak "15 senedir GDO yiyiyorlar bir şey oldu mu?" ifadesini kullanıyor. Bu ifadeye sn.MeTePe, sizin de hiç bir itirazınız olmamıştı, desteklemiş de olabilirsiniz. O toplumun sağlığının iyiye gitmiyor olması en azından "15 senedir GDO yiyiyorlar bir şey oldu mu?" lafının geçersiz ve gerçek dışı olduğunu ortaya koyar. Bu da bir demogoji değildir.

IFPRI'nın raporundan da tuhaf bir şekilde bahsetmişsiniz. Siz o raporu okudunuz mu? Ben okudum, önemli şeyleri de satır satır çıkardım. Çok istiyorsanız onlar üzerinden yazışalım.

ayazkentli
30-05-2013, 23:01
Sn. Meyvelitepe ve Metepe,

bu konu şu anda Habertürk kanalında da birçok uzman tarafından hararetle tartışılıyor.


Asıl konu dengeli beslenme ama burada bahsedilen konuya da zaman zaman değiniliyor.

MeTePe
31-05-2013, 00:23
İlk iki sırayı alan Kanserler ve Akıl Hastalıkları (özellikle alzehimer) artış rakamlarını atlamışsınız.


Atlamadım... Siz "v.s." kısmını atlamışsınız.

Madem konusu açıldı, kanser ve akıl hastalıkları özellikle yaş ilerledikçe arış gösterir. Bunlar hızlı yaşayıp genç ölenlerin değil, uzun yaşayıp yaşlı ölenlerin hastalığıdır.

Ayrıca Alzehimer'in nedeni bilinmemektedir. Hastalığın tek bir bilinen mekanizması yoktur. Genetik olduğuna dair ip uçları vardır. (GDO değil, kalıtsallıktan bahsediyorum. Bitkilerin genetik hastalıkları bilindiği kadarıyla insana geçmez.) Nedenini bilmediğimiz bir durumu kafadan sallayıp GDO'ya bağlayamayız.

Aynı gerekçeyle, "ülkemizdeki trafik kazalarının sorumlusu GDO'dur. Ama lobiler bunun araştırılmasına izin vermiyor" diyemeyiz. İşte bu DEMAGOJİDİR!


Yayınladığım araştırma 15 senedir GDO yemekte olan amerikan toplumunda sağlık durumunun pek de iyiye gitmediğini gösteriyor.


Hiç de öyle bir şey göstermiyor.

Bu sizin düşünceniz.

Bu veriler, ABD toplumunun yaşlandığını ve yaşa bağlı hastalık riskinin arttığını gösteriyor. Beklenen yaşam süresi 90'a dayanmış bir toplumda farklı sağlık riskleri ortaya çıkar. 30 yıl öncesine kadar GERİATRİ diye bir bilim alanı yoktu. Şimdi var... neden acaba?

ABD'de sağlık risklerinin değişmesinin başka nedenleri de muhakkak vardır. Belki de bir tanesi GDO'dur. Ancak, hiç bir temel veri olmadan nasıl böyle bir iddiayı ileri sürdüğünüzü anlamak mümkün değil.

*********************

Kusura bakmayın.... bilgili bir insansınız. Ama bu bilgileri yanlış kullanıyorsunuz. En kötüsü, bunu kasıtlı olarak yapıyorsunuz. Açıkcası sizin yazacağınız bilimsel bir araştırma makalesine kesinlikle itibar edemezdim. Mevcut sonuçları kendi bakış açınıza göre yorumladığınız şüphesini içimden atamazdım.

Elbette her insanın kişisel düşünceleri ve taraf olduğu fikirler vardır. Bunları savunmasından daha doğal bir şey olamaz. Ancak, burada kim daha çok okuyucuların ruhuna dokunacak mesajlar yazabilir yarışması yapmıyoruz. En azından ben yapmıyorum. Böyle bir tartışmayı sürdürmenin de ne kendime ne okuyuculara bir şey kazandırmayacağı kanısındayım. Çünkü sağlıklı bir tartışma yerine slogan muhaberesi yapıyoruz.

Eh, o zaman size kolay gelsin. Sizin sürekli başvurduğunuz DEMAGOJİK iddiaları çürütmekle bu konu bir yere varmaz. Zaten koyu bir GDO karşıtlığı var. Bunu daha koyu bir fanatizm haline getirmenin ek bir getirisi yok. İnsanlar buna karşı olsalar dahi en azından GDO hakkında DOĞRU bilgilere sahip olmalıdır. Ama bu tartışma o doğrultuda ilerlemiyor.

*********************

Not: Önceki mesajımda yanlış mı yazdım diye tereddüte kapılmıştım. Ancak demagoji TDK sözlüğüne göre "demagoji" diye yazılıyormuş. Zaman zaman benim de düştüğüm bu hatayı belirtmek istedim.

**********************

Sn.ayazkentli,

Bilgilendirmeniz için teşekkür ederim. Ancak TV, gazete gibi kaynaklarda dile getirilen konular pek güvenilir nitelikte olmuyor. Doğru söyleyenlerin değil, çok laf kalabalığı yapanların öne çıktığı şeyler bunlar...

TV'de konuşmaya alışık olmayan, Evrim Teorisi konusunda tanınmış bir bilim adamının, vasıfsız ama ağzı kalabalık bir gazetecinin abuk subuk sorularıyla tuzağa düşürüldüğü bir tartışma programından bu yana bu tür şeyleri izlemiyorum.

birnefestoprak
25-06-2013, 02:08
NY Times tarafindan hazirlanan, Monsanto'nun oncesine ve sonrasina isik tutan cok guzel hazirlanmis kisa bir belgesel icin bakiniz:
Test Tube Tomato - Video - The New York Times (http://www.nytimes.com/video/2013/06/24/us/100000002297044/test-tube-tomato.html)

birnefestoprak
01-08-2013, 18:47
Asagida adresini verdigim ve Monsanto'nun Avrupa uygulamalarindaki son gelismeleri ozet gecen haberde kisaca sunlar soyleniyor:

Monsanto, GDO'lu cesitlerin Avrupa'da uretimi icin yaptigi basvurulari halkin baskisina yanit veren politikacilarin calismalari sayesinde geri cekti. Sirket, sadece MON810 patentli misirinin uretimi icin kulis yapmaya devam edecek.

Monsanto, uretimini yapamayacagini anlayinca, GDO'lu urunleri hayvan yemi olarak Avrupa'ya sokmanin yollarini ariyor.

Monsanto Drops GMOs in European Union (http://www.takepart.com/article/2013/07/23/monsanto-gives-pushing-gmos-europe?cmpid=foodinc-fb)

Oğuz Karsan
06-08-2013, 11:46
Merhaba,

Bütün endişelerimizde haklı olsak da, Beslenmeden yaşayamayacağımız ortada. Şimdi seçeneklere gelelim.

1- En gelişmiş ve kalite kontrolü yüksek standartlara ulaşmış ülkelerde bile GDO belası var. Çünkü ortada rant var. Para kazanmak için ürettikleri gıdaların insanların ömürlerini kısaltması umurlarında değil. Amaçları sadece ceplerine girecek paranın miktarını arttırmak. Ki kendileri, çocukları ve torunları da bu gıaları tüketmek zorunda kalacaklar. Seçenekleri olduğunu sanmıyorum.

2- Her gıdayı kendimiz üretmek ki bu da çok zor. Buğdayı yetiştirip un yapmaya kalsak bile, tohumundan emin olabilecek miyiz? Kendi hayvanlarımızı yetiştirmeye kalksak onların yiyeceklerini de aynı şartlarda üretmek zorundayız.

3- Gözümüzü kapatıp, en güvenebileceğimiz markaların gıdalarını tüketmek ki bunun da sağlıklı bir beslenme olacağını % 100 garanti edemeyiz.

Sonuç: Bittik, Ömrümüz kısalacak, hastalıklarımız çoğalacak, keyifsiz olacağız. Bence bu sona doğru yaklaşıyoruz. Aynı Hiroşimanın çocukları gibi.

İşimiz zor.

Saygılar

AÇakıcı
15-08-2013, 00:37
GDO'cular kendilerini savunurken;
durmadan artan dünya nüfusunu nasıl besleyeceğiz diyor?

peki dünya üzerinde ekilebilir alanların hepsi kullanılıyor mu?
kullanılan ekilebilir alanlar yeterince bilinçli ve verimli kullanılıyor mu?

örneğin;
- bazen bir dönüm seradan alınan verim 10 dönüm açık alan tarladan alınamamaktadır.

- izlediğim bir belgeselde; okyanusun ortasındaki bazı adalar lavlar nedeniyle yanıp kül olan ve neredeyse hiç organik madde ve hatta tatlı su bulunmamasına, pek fazla yağmur yağmamasına rağmen hızla yeşeriyor. bunun en önemli nedeni küller.!? bu küllerin bir kısmı en ufak rüzgarda uçuştuğu gibi bazıları da misket kadar gözenekli yanmış toprak parçacıklarıdır. sabah küllerin üzerine düşen çiğ taneleri günün ilk ışığında eriyor, küller tarafından emilerek aşağılara doğru akarak topraktan arta kalanı besliyorlar. küllerden aşağılara güneşin ısısı inemediği için de buharlaşmıyor. her gün bu şekilde düzenli olarak sulanınca en verimsiz toprak bile canlanıyor...

- yine bir başka belgeselde toy kuşunu korumak için sera gölgeliği ile üstü kapatılmış bir alan oluşturmuşlar ve bu çiğ tanelerinin yine bu sera gölgeliği ile toplanabildiğini fark etmişler. benzer uygulamayı çölde de denemişler ve çöl ortamında üstü kapatan değil daha çok yukarıdan aşağıya doğru dikine kullanılan sera gölgeliğinin daha çok su topladığını fark etmişler. gece çöl rüzgarları ile gelen nem ve sabah düşen çiğ taneleri sera gölgeliğinin altına konulan bir düzenek tarafından emiliyor ve içme suyu elde ediliyor.

yani henüz dünyamızı tam verimli olarak kullanmıyorken neden gdo ile tüketiyoruz...

gerçekte henüz kızarmadığı halde başka bir bitkinin geni ile boyanmış domatesler gibi hayatta hiç yeşil olmadan direk kırmızı olarak oluşan sebzelerin meyvelerin bir çeşit dolandırıcılık ve sahtekarlık olmadığını kim iddia edebilir?

birnefestoprak
27-10-2013, 20:02
Cok guzel bir haber: Misir konusunda buyuk bir pazara sahip olan Meksika, GDO'lu misirin uretimini yasakladi.
Mexico Suspends GMO Corn, We Recommend Two Corn Tortilla Brands | Prop 37 | Food | KCET (http://www.kcet.org/living/food/prop-37/mexico-bans-gmo-corn-best-corn-tortillas.html)

MeyveliTepe
30-10-2013, 02:07
GDO’lu ürünlerin büyük bir kısmı ABD kökenli. Şimdi Dünyanın en gelişmiş ve zengin ülkesi kendi insanlarını bilerek riske mi sokuyor.

Ülkemizdeki GDO lobisinin sıkça tekrarladığı bir laf bu.

Yaratılmak istenen imaj, "dünyanın en gelişkin ve zengin ülkesi, herhangi bir risk olsa ürettiği GDO'ları kendi vatandaşına yedirir mi? Yedirmez. O halde biz neden yemeyelim." şeklinde. Böylelikle zengin bir ülkenin kendi insanına zararı dokunacak bir şey yapmayacağı inancının var olduğundan hareketle bizim insanlarımız için de bunun bir güvence olması gerektiğini çağrıştırarak bir propoganda aracı olarak kullanıyorlar.

Yayınladığım Milken Institute'un araştırması ABD'de 2003-2023 yılları arasında kanserlerin %62, akıl hastalıklarının %54, diyabet'in %53 artacağını söylüyor. Bu artışların %19'unun nüfus artışından geleceği görünüyor. Aradaki fark ise toplumun sağlık durumunun önceki dönemlere göre bozulmasının işareti.

Bu araştırmayı, bu mesajın başında alıntıladığım, bizim insanlarımızı GDO'ya razı etmeye çalışırken kullanılan gerçek dışı argümana karşılık olarak yayınladım. En özet şekliyle ABD'de toplum sağlığının iyiye değil, kötüye gittiğini gösteriyor.

Kullanılan propoganda aracının geçersiz olduğunu göstermesi açısından oldukça önemli olduğunu düşünüyorum.

Buna karşın söylenen, araştırmada kanser, akıl hastalıkları, diyabet vs. (en yüksek orana sahip olanlar normalde "vs." içine atılmaz, düşük oranlı olanlara vs. denir) gibi kronik hastalıklar ileri yaşlarda ortaya çıkar, ABD'de ortalama insan ömrü o kadar uzamış, 90'a dayanmıştır ki, bu hastalıklardaki artışın da normal karşılanması gerekir gibi bir argümanın o ülkede sağlıktaki kötüye gidişin sebebi olarak açıklamak da gerçeklere uygun değil.

ABD, bir ekonomi olarak tüm zenginlik ve gelişmişliğine rağmen yaşam süresi beklentisinde dünyada 51. sırada, öyle 90'a dayanmış filan da değil. Kendi projeksiyonlarına göre 90'ı bulmaları için daha çok zaman geçmesi gerekir.

2003 yılındaki ortalama yaşam süresi 77,5 imiş (CRS Report for Congress-2006). Bu yılın rakamı ise 78,6. Yine bu yıl toplumun ortalama yaşının 37,2 olduğu bildiriliyor (kaynak:CIA). Yani bu ülkede kanserlerin %62 artacak olmasını açıklayacak şekilde bir yaşlanma oranı görünmüyor.

O toplumun sağlığının bozulmasının, kanserler, akıl hastalıkları ve diyabet gibi hastalık oranlarındaki artışın elbette çeşitleri nedenleri var. Bunlardan biri de kuşkusuz beslenme.

Buna rağmen, o ülkedeki milyonlarca insana, GDO yediklerini bilmelerine izin verilmeksizin GDO'larla beslenmekte olduklarından dolayı bu hastalıkların bu kadar artmış olduğunu söylemek mümkün değil. Söylemek mümkün değil, çünkü bu konuda yapılmış bir araştırma, tüm eleştirilere rağmen mevcut değil.

Trafik kazaları ile GDO'lu beslenme arasındaki bağlantının araştırılmasının istendiğini en azından şimdilik duymadım. Fakat, beslenilen gıdalardaki GDOlar ile kronik hastalıklar arasındaki olası bağlantıların araştırılmasını isteyen milyonlarca insan olduğunu biliyorum. Ve evet, Çinli bir araştırma ekibi, gıdalardaki genetik yapının insan genetik yapısını etkileyebileceğini gösterdi (nature'da yayınlandı).

Milken Institute'ün araştırmasını içeren mesajı yayınlarken yaptığım, Amerikalılar çok GDO yediği için toplum sağlığı bozulmuş argümanını öne sürmek değildi. Öyle bir şey de yazmadım zaten. Yazamazdım çünkü yeterli araştırma yok. Fakat yazdığım, bizim yurdum lobicilerinin bu mesajın en başında alıntıladığım laflarının gerçek dışı ve toplumu yanıltmak maksadıyla söylenen bir şey olduğunu vurgulamaktan ibaretti.

Bu araştırma kurumu söz konusu araştırmayı Amerikan sağlık ve sigorta sektörünün gelecekteki maliyetlerini ortaya koymak için yapılmış. Bunun sonucunda sağlık ekonomisinin gitgide büyüyüp Amerikan toplumunun ödeyeceği sigorta primlerinin bir hayli artacağı anlaşıyor.

ABD'de sağlık risklerinin değişmesinin başka nedenleri de muhakkak vardır. Belki de bir tanesi GDO'dur. Ancak, hiç bir temel veri olmadan nasıl böyle bir iddiayı ileri sürdüğünüzü anlamak mümkün değil.

Ve evet, benim de söylediğim bu zaten. Amerikan tolumunun sağlığı iyiye gitmiyor. Belki de sebebi GDO'dur ama yeterli araştırma yok. Buna araştırma yapılmasının patent sahibi GDO firmasının iznine tabi olduğunu eklemeliyim.

MeyveliTepe
30-10-2013, 02:08
Cok guzel bir haber: Misir konusunda buyuk bir pazara sahip olan Meksika, GDO'lu misirin uretimini yasakladi.
Mexico Suspends GMO Corn, We Recommend Two Corn Tortilla Brands | Prop 37 | Food | KCET (http://www.kcet.org/living/food/prop-37/mexico-bans-gmo-corn-best-corn-tortillas.html)

Bunu Meksikalı hocaya sorayım, nasıl olduğunu merak ettim :)

MeTePe
31-10-2013, 01:41
Üstünden neredeyse 5 ay geçtikten sonra yazdığım bir mesaja yanıt vermek nereden aklınıza düştü açıkcası merak ettim. :) Neyse...


Buna karşın söylenen, araştırmada kanser, akıl hastalıkları, diyabet vs. (en yüksek orana sahip olanlar normalde "vs." içine atılmaz, düşük oranlı olanlara vs. denir) gibi kronik hastalıklar ileri yaşlarda ortaya çıkar, ABD'de ortalama insan ömrü o kadar uzamış, 90'a dayanmıştır ki, bu hastalıklardaki artışın da normal karşılanması gerekir gibi bir argümanın o ülkede sağlıktaki kötüye gidişin sebebi olarak açıklamak da gerçeklere uygun değil.


Hımm...
İlginç bir durum... Uzun uzun yazdığınız ABD'nin yaşam beklentisinde CIA (!) raporuna göre 51 sırada olması, henüz 90 yaş sınırına ulaşmaması falan gibi açıklamalardan sonra (tabi 1. sıradaki japonya ile CIA listesine göre 51. sıradaki ABD arasında sadece 3 yıl fark olduğunu, WHO listesine göre 27. sırada olduğunu falan da atlayarak) düzeltiyoruz ve ABD nüfusunun henüz sadece 80 yaş gibi mütevazi bir yaşam beklentisine sahip olduğunu kabul ediyoruz. :)

Buradan vardığımız nokta ABD'lilerin hızlı yaşayıp genç öldüğü, ölümlerin en önemli nedeninin GDO tüketimine bağlı kanser, erken bunama, şeker, felç, yüksek tansiyon gibi GENÇ hastalıkları olduğu sonucu oluyor.

Ayrıca ABD'nin sağlık açısından çok vahim halde olduğunu öğreniyoruz. Aynı listede doğru dürüst GDO tüketmeyen biz Türkler 72 yıl yaşam beklentisi ile 122. sıradayız ama maşallah turp gibiyiz. Sağlığımıza diyecek yok.

Diğer taraftan hastalık epidemiyolojisi, insidansı, patolojisi falan gibi verilerin pek önemli olmadığını, her türlü musibeti GDO'ya bağlayabileceğimiz sonucuna varıyoruz. Halbuki Dünya Sağlık Teşkilatı kanser etkenlerinde en önemli nedenlerden biri olarak sigarayı görüyor ama olsun.

BU KADAR ZORLAMA YORUMLARINIZIN KARŞISINDA ŞAPKA ÇIKARTIYORUM.

Mazallah ömrümüz 3-5 yıl falan uzar da sağlığımız kötüye giderse biz ne yaparız?


O toplumun sağlığının bozulmasının, kanserler, akıl hastalıkları ve diyabet gibi hastalık oranlarındaki artışın elbette çeşitleri nedenleri var. Bunlardan biri de kuşkusuz beslenme.


Evvet... doğru! BESLENME!

GDO'lu beslenme değil, bir bütün olarak beslenme!

Bilindiği kadarıyla bu konudaki en önemli neden obesitedir. Yani, aşırı yağ, şeker ve hazır gıda tüketimine bağlı kötü beslenmedir. Bunun içerisinde GDO'nun bir payı varsa bile bu payın ne kadar olduğuna bakmaksızın Tip 2 şeker hastalığı bazı kronik İLERİ YAŞ hastalıklarının en önemli nedeninin kötü beslenme olduğu söylenebilir.

Bu tür iddialarda bir "fact" dediğimiz unsurlar, bir de varsayımlar vardır. Çocuklara bol bol kola içirip, hamburger yedirmenin obesiteye yol açacağı, obesitenin ileri yaşlarda tip 2 diyabete yol açacağı bir "fact" olabilir. GDO'nun bütün kötü beslenmelerin ana nedeni olduğunu iddia etmek ise temelsiz bir varsayımdır. Buradan yola çıkarak sağlık risklerindeki en önemli artış nedenini GDO gibi göstermeye çalışmak için insanın fanatizme yakın bir GDO karşıtlığı olması gerekir.

Ülkemizdeki GDO lobisinin sıkça tekrarladığı bir laf bu.

Açıkcası bu lafı bana mı yazdınız anlayamadım?

Ülkemizde faal bir GDO lobisi olup olmadığını bilmiyorum ama varsa bile ben onun üyesi değilim. Bir sağlıkçı olmak dışında da GDO ile hiç bir ilgim yok.

Ayrıca şöyle bir baktım da, "lobiciler, ABD kendi vatandaşına 15 yıldır GDO yediriyor, bak bir şey oldu mu? derler" lafını kendiniz yazıp, sonra kendiniz tekrar alıntılamışsınız. Enteresan olmuş. :rolleyes:

İşin doğrusu, bu teze çok da karşı olduğumu iddia etmeyeceğim. Nedeni ise, en fazla GDO üreten ve tüketen ABD ve AB ülkelerinin bu konularda yaptıkları eksik, doğru veya yanlış çalışmaların sonuçları... Gerçi bu çalışmaları örneğin "sürekli ıspanak yiyen" kişilerde yapılan araştırmalarla karşılaştırma olanağı olmadığı için olumlu veya olumsuz pek anlam da ifade etmiyor.

Daha basitçe ifade etmek gerekirse; fazlasıyla mısır tüketip, şişmanlayıp, şeker hastası olanlar arasında GDO'lu tüketenlerle, GDO'suz tüketenleri karşılaştırabilecek yeterli uzun dönemli veri olmadığı için söyleyeceklerimiz spekülasyondan ibaret olur.

Ben "lobici" olmadığım için spekülasyonu tercih etmem. Belki hatalı sonuçlara da varabilirim ama mevcut veriler üstünden değerlendirme yapmayı tercih ederim.

Sonuç olarak "bak ABD gibi ülkeler 15 yıldır vatandaşına GDO yediriyor. Bu sayede yaşam beklentisi 72 yıldan 79 yıla çıkmış" gibi saçma yorumlardan kaçındığım gibi, "15 yıldır tüketilen GDO nedeniyle ABD sağlık tehditi altında" gibi anlamsız sonuçlara karşı çıkmam "lobici" olduğumu göstermez. Sadece gerçekçi olduğumu gösterir.

malina
31-10-2013, 13:26
Daha basitçe ifade etmek gerekirse; fazlasıyla mısır tüketip, şişmanlayıp, şeker hastası olanlar arasında GDO'lu tüketenlerle, GDO'suz tüketenleri karşılaştırabilecek yeterli uzun dönemli veri olmadığı için söyleyeceklerimiz spekülasyondan ibaret olur.

Ben "lobici" olmadığım için spekülasyonu tercih etmem. Belki hatalı sonuçlara da varabilirim ama mevcut veriler üstünden değerlendirme yapmayı tercih ederim.


Sorumu uzun uzadıya sormayayım, kalınlaştırdığım kısımlar sorunun kendisi...

MeyveliTepe
31-10-2013, 23:31
Ayrıca şöyle bir baktım da, "lobiciler, ABD kendi vatandaşına 15 yıldır GDO yediriyor, bak bir şey oldu mu? derler" lafını kendiniz yazıp, sonra kendiniz tekrar alıntılamışsınız. Enteresan olmuş. :rolleyes:Bu laf benim söylediğim bir şey değil, GDO lobisinin, özellikle de ülkemizdeki GDO lobisinin sık sık tekrarladığı bir şeydir. Mesajımda alıntıladığım cümle de bu forumda yazılmıştır.

Hala bilerek aynı şeyi yazıyorsunuz. Oysa söylenen şey çok basit. Araştırmalar Amerikan toplum sağlığının iyiye gittiğini göstermiyor. Son 15 yıldır bu toplumda gerçekleşen değişikliklerden birisi. Bu yüzden ülkemizde resmi, gayrı-resmi, fahri vb. bireylerden oluşan GDO lobisinin GDO ile beslenmeyi kabullenmelerini teşvik için insanlara söylemekten çekinmediği lafın geçersiz olduğunu ortaya koyar.

Bunun dışında (Her ne kadar bazı amerikan tıp kurumlarına bağlı hekimlerin GDO'suz diyet reçeteleri yazıdığı bildiriliyor olsa da) GDO ile beslenmenin araştırmadaki sağlık kötüye gidişini doğrudan etkilediğine dair tek bir cümlem yok. Bunu da siz yakıştırıyorsunuz.

Bu noktada bir başka gerçek ise ABD'de yapılmış uzun dönemli araştırmaların olmadığıdır, ki en azından bunda hemfikiriz sanırım. Dikkat çekici başka bir gerçek de bu araştırmaların olmayışının sebebi, ilgili biotech şirketlerinin iznine tabi olması.

İzin almaya gerek görmeden yapılan bazı ülke dışı araştırmalarda ortaya çıkan bir çok bulgu olmasına rağmen bunu Milken Institute'un araştırmasıyla bağlamıyorum.

Buradan vardığımız nokta ABD'lilerin hızlı yaşayıp genç öldüğü, ölümlerin en önemli nedeninin GDO tüketimine bağlı kanser, erken bunama, şeker, felç, yüksek tansiyon gibi GENÇ hastalıkları olduğu sonucu oluyor.
Çıkardığınız sonuç bu ise buna da diyecek bir şey yok. Oysa sonuç çıkarmaya bile gerek yoktu. Söylenen şey çok basit, nüfus artışı ile karşılaştırılamayacak oranda kronik hastalıkların artmış olmasından ibaret. Nüfus %19 artarken kanserler %62, akıl hastalıkları %54 artıyor. Yaşam süresinin bu zaman aralığında 77,5'dan 78,6 çıkmış olması, bu yıl için ortalama yaşın 37,2 olması, "toplum yaşlandı da böyle oldu, zaten yaşam süresi 90'a dayandı" açıklamasını da geçersiz hale getiriyor.

Vahşi kapitalizmin yaşandığı bir ülke her şeyden bir ekonomi yaratır. ABD'de sağlık sektörü sigorta sektöründen beslenir. Ödeyeni de toplum ve (bazı) işverenlerdir ve sigorta primi şeklinde ödenir. Böyle bir ülkede toplum sağlığının kötüleşmesi siyasetçilerin toplum karşısında söyledikleri tumturaklı sözlerin aksine ekonomide çok güzel yerini bulur. Bu sistemde sağlıkla yaşayıp nisbeten genç ölüm oranları yerine hastalıkla nisbeten uzun yaşamanın ekonomik yansıması daha fazla ciro anlamına da gelir.

Hali hazırda GDO'lu bitki üretiminin ağırlık noktası RR (RoundUp-Ready) ürünler. Bunun anlamı, glyphosate denilen aktif maddeli pesitiste dayanıklı demek. GDO'lu mısır ve soya tarlalarında her yıl çok daha fazla glyphosate kullanılıyor. GDO'lu nihai ürünlerin etkileri dışında glyphosate ile bağlanan bir çok kronik hastalık olduğu söyleniyor. Söz gelimi otizmi bile glyphosate'a bağlayan bağımsız araştırmalar var. Kapitalizmin bu uygulamasında glyphosate kullanım artışını ellerini ovuşturarak izleyen otizim sektörü mensubu tıp doktorları bile vardır muhtemelen.

MeTePe
01-11-2013, 00:20
Sorumu uzun uzadıya sormayayım, kalınlaştırdığım kısımlar sorunun kendisi...

Sn. malina,

Yanıt, sorduğunuz sorunun içinde... ama görmek için dikkatli bakmanız lazım.

Bildiğiniz üzere, bir şeyin yokluğundan ziyade varlığı ispat edilebilir.

Her ne kadar "lobici" şeklinde etiketlensem de ben bir GDO taraftarı veya karşıtı değilim. Benim GDO için yaklaşımım felsefik anlamda agnostik(!) ve pragmatik bir yaklaşımdır. Bu çerçevede, var olan verilerin gerçekten ne söylediği önemlidir... yakıştırmalar değil.

Sn. MeyveliTepe katı bir GDO karşıtı olabilir. Bu hakkını sonuna kadar da savunabilir. Ancak bu durum ona eldeki her türlü veriyi çarpık bir bakış açısıyla GDO'ya yakıştırma hakkı vermez!

Daha önceki bir mesajımda örneklediğim gibi, gelişmiş ülkelerin sağlık profillerindeki değişikliğin müsebbibi olarak GDO'yu göstermekle, artan trafik kazalarının müsebbibi olarak GDO'yu göstermek arasında mantıksal olarak hiç bir fark yoktur. Böyle bir yaklaşım, gerçek nedenleri görmezden gelip, ayrıntılardan haksız yere dramatik sonuçlara varmamıza neden olur.

Eğer bir gün, ileri yaşa bağlı tip2 diabet hastalığındaki dramatik artış ile GDO'lu ürün tüketimi arasında tartışmaya mahal bırakmayacak bir korelasyon ortaya konulursa bu tez haklı olarak ileri sürülebilir. Aksi halde sadece spekülasyondur. Sadece GDO'lu ürünlerin diabete yol açtığının gösterilmesi bile yeterli değildir. GDO'lu ürünlerin bu nedenler içerisinde ne ölçüde payı olduğunun da ayrıca tespit edilmesi gerekir.

Şimdi, bir sağlıkçı olarak, bazı hastalıkların dağılımındaki değişikliklerle ilgili bildiğimiz ve büyük ölçüde doğrulanmış kriterler varken (örneğin; gelişmiş tanılama yöntemlerinin bilinmeyen ölümlerin artık kalp hastalığı, kanser vs. gibi sınıflandırılmasını sağlaması), doğruluğu tespit edilmemiş ilişkileri bir gerekçe haline getirmenin savunulur bir yönü olamaz. Benim itirazım da GDO'nun zararlı olup olmamasından ziyade bu tür yaklaşımlaradır.

********************

Konuyu fazla uzatma niyetinde değildim ama Sn MeyveliTepe'nin son mesajlarını "beğenmenizden" bu fikirleri benimsediğinizi varsayıyorum. Bu durumda, siz de ABD'nin sağlık açısından vahim durumda olduğunu, son yıllarda artan kanser, şeker, hipertansiyon, alzehimer vs. gibi hastalıkların en önemli nedenlerinden birinin GDO olduğunu düşünüyor ve destekliyor olmalısınız.

Her hangi bir medikal altyapıya veya veriye bile sahip olmaksızın bu ifadeler size makul ve mantıklı geliyor, sağduyunuza hitap ediyorsa söyleyecek fazla bir şey yok. Ancak WHO başta olmak üzere, pek çok sağlık örgütü sizin gibi düşünmüyor.

20-25 yıl öncesine kadar Türkiye'de ölüm kayıtlarına en fazla yazılan tanı neydi biliyor musunuz? "Senilite"... Yani ülkemizde ölenlerin ciddi bir kısmı senilite denilen bir hastalık(!) nedeniyle ölüyorlardı. Artık 1. sırayı kalp (dolaşım sistemi) hastalıkları aldı.

Sizce, senilite denilen illetin dramatik olarak azalıp kalp hastalıklarının aşırı artmasının nedeni ne olabilir? Sağlık, beslenme vs. şartlarının değişmesi mi? Yoksa artık ölüm nedenlerinin uluslararası kriterlere göre kodlanması mı?

******************

Bu konuda daha fazla mesaj yazma arzusu ve niyeti içerisinde değilim. Çünkü rasyonel bir tartışmadan ziyade duygusal bir propoganda yürütülüyor. İnsanların GDO tüketmeme, GDO'ya karşı olma, GDO'lu gıdaları etiketleme vs. haklarına saygı duyuyorum. Hiç bir gerekçe olmadan dahi bir insan böyle bir tercih kullanma hakkına sahiptir.

Ben, bilimde şüpheciliğin en önemli vasıf olduğu vurgulanarak eğitim aldım. O yüzden her türlü iddiayı sorgulamayı tercih ederim. GDO konusunda kopartılan gürültünün ise hak ettiğinden daha fazla olduğunu düşünüyorum. Hayatın her unsurunda riskler vardır. GDO'da bir rikstir. Önemli olan bu riskin ne ölçüde ve ne bedelle bir tehdit oluşturduğudur. Karşıdan karşıya geçmek de bir risktir. Ancak marketten ekmek almak için göze almamız gereken bir risktir. Hiç kimse geçen hafta Adıyaman'da xxxxxx caddesinde karşıdan karşıya geçerken araba çarpıp ölen yyyyy isimli şahıs nedeniyle bu riski göze almaktan vazgeçmez. Çünkü, ekmeksiz kalıp açlıktan ölmek, araba çarpıp ölme riskinden daha yüksek bir risktir.

GDO konusu da, olası riskler ve yararlar açısından bakılması gereken bir konudur. Dünyanın gıda üretiminde zafiyet çekmediği doğru. Diğer taraftan dünyanın üçte biri açlıkla mücadele ediyor. Her şey bir yana, GDO teknolojisi, gıda üretiminden çok daha önemli bir işlev yerine getiriyor; Genetik hastalıklarla (belki de kanserle) mücadelede yeni teknolojilerin önünü açıyor. Bu yönüyle, GDO karşıtı olalım veya olmayalım, yiyelim veya yemeyelim bu teknolojinin ülkemizde de oluşmasına destek olmalıyız.

pria
01-11-2013, 00:27
WikiLeaks'in yayımladığı telgraflar, Türkiye'nin ve birçok ülkenin ABD'nin Genetiği Değiştirilmiş Gıdalar (GDO) politikalarından nasıl etkilendiğini, baskı altında tutulduğunu ve hangi kurumlarının işbirliğini kabul ettiğini ortaya koyuyor.


Edelman: "Türkiye'deki cahil kitleler"


Bununla birlikte ABD'nin GDO stratejisinin Türkiye çehresi, çok daha ilginç bir hikaye ortaya koymakta.

Genel olarak telgraflar, ABD'nin GDO'yu kabul ettirme stratejilerinden birisinin 'hedef' ülke içerisindeki GDO karşıtı grupların tespit edilmesi, ve Mosanto gibi şirketlerin ülkeye girmesine mani olan direnişi kırmak için kamuoyunun GDO'nun yararlarına dair bilgilendirilmesi olarak çizildiği anlaşılıyor. Bu genel strateji ülkeden ülkeye farklılıklar gösterebiliyor. Eğer söz konusu karşıt grup bilim insanları ise, İtalya'da yapıldığı gibi GDO taraftarı bilim insanları konferanslara gönderiliyor. Eğer söz konusu halk ise, bu sefer de işin içine halkla ilişkiler giriyor.

Şubat 2005'te ABD büyükelçisi Edelman'ın Ankara'dan gönderdiği telgrafta "Türkiye'deki cahil kitlelerin" bilimsellikten uzak olduğuna dikkat çekildikten sonra büyükelçiliğin Türkiye'deki ilgili paydaşlara güncel ve bilimsel bilgi sunmaya devam edeceği, ayrıca kamunun "biyoteknolojinin 'olumlu' yönleri" konusunda bilgilendirilmesi için Bilim ve Teknik dergisi ile bağlantıya geçileceği söyleniyor. Bu telgrafın ardından, Eylül 2005 tarihli bir telgrafta "bütün bilimsel verilere rağmen GDO'ların güvenli olmadığına inanan kamu"nun fikrini değiştirmesi için İllinois Üniversitesi'nde bir mikrobiyolog olan Dr. Bruce Chassy'nin Türkiye'de çeşitli üniversiteleri ziyaretinin makam tarafından ayarlandığını okuyoruz. Chassy'nin ziyaretlerinde karşılaştığı tepkilerden ve bunların gerçeklere ne kadar aykırı olduğundan bahsederek devam eden telgraf, GDO karşıtı gruplardan yakınırken sağlık konusundaki eleştirilerin temelsizliğinden dert yanıyor. Telgrafın sonunda ise GDO'ların toplum ve devlet nezdinde kabul edilmemesinin nedeninin 'ideolojik' olduğu ortaya atılıyor.

Telgraf, Dr. Chassy'nin Türkiye ziyaretinin planlı olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Aynı zamanda bu görev için Dr. Chassy'nin seçilmesi de bir rastlantı değil. Zira kendisi gıda şirketlerinin maddi olarak desteklediği araştırmalar yürütmüş ve birçok kez Monsanto ve benzeri GDO şirketlerine seminerler vermiş bir isim. Hazırladığı GDO yanlısı raporlarda bilimsel verileri çarpıtarak yanlış iddiaları doğru ve bilimselmişçesine sunduğu belgelenmiş olan Dr. Chassy, kendisine yöneltilen "GDO'lu gıdalar güvenli mi" sorusuna "kesinlikle organik gıdalardan daha güvenli" şeklinde yanıt verebilen, bilim insanı kimliği ile yaptığı açıklamalarla bizzat biyoteknoloji şirketlerinin propagandasını aklayan bir kişi.

Bilim ve Teknik'te GDO propagandası


Geri dönüp Cablegate telgraflarında rastladıklarımız paralelinde ülke gündemine tekrar göz gezdirdiğimizde son derece çarpıcı bir bilgiye ulaşıyor ve Dr. Chassy'nin Şubat 2005'te gönderilen telgrafta önerildiği gibi Bilim ve Teknik dergisine bir röportaj verdiğini görüyoruz ().

Bilim ve Teknik'in Kasım 2005 sayısında yayınlanan bu röportaj kendi başına gözden kaçabilecekken, Cablegate bu hadisenin ABD'nin GDO ve besin sektörü ile ilgili halkla ilişkiler stratejisiyle bağlantılı olduğunu göstermekle kalmıyor, aynı zamanda Bilim ve Teknik dergisinin ne kadar kolay bir biçimde çok uluslu şirketlerin çıkarları doğrultusunda Türkiye'deki kamunun ve bilim insanlarının fikirlerini değiştirmek için kullanılabildiğini gözler önüne seriyor. Türkiye'nin yegane bilim kurumunun, ismiyle kamuda yılların güvenilirliğini çağrıştıran dergisi aracılığıyla, güvenliği konusunda bilimsel bir uzlaşmaya ulaşılmamış bir teknolojinin üzerindeki şüphelerin aklama derecesinde kaldırılması amaçlanan bir operasyonun aleti olduğunu görüyoruz.

Yine yukarıda bahsi geçen 05ANKARA5425 numaralı telgrafta, Dr. Bruce Chassy'nin 10-11 Eylül 2005 tarihinde Sabancı Üniversitesi'nde gerçekleşmiş olan Tarımsal Biyoteknoloji Sempozyumu'na olan katılımı ve buradaki tartışmaların bir raporu sunulmuş. Ancak Dr. Chassy'nin Türkiye rotası Sabancı Üniversitesi ve Bilim ve Teknik dergisi ile sınırlı değil.

İnternette yapılan bir tarama Dr. Chassy'nin aynı dönemde birçok üniversiteyi ziyaret ederek, GDO'lar ile ilgili seminerler verdiğini gösteriyor. İstanbul'dan sonra İzmir, Ankara ve Adana'yı ziyaret eden Chassy, gezisinin Ankara ayağında aynı zamanda Anadolu Ajansına "Genetiğiyle oynanmış gıdalar zararlı değil" başlığıyla da haber olmuş. Chassy'nin o dönemde gerçekleştirdiği ziyaretlerin bir listesi şöyle:

10-11 Eylül 2005, Sabancı Üniversitesi, Tarımsal Biyoteknoloji Sempozyumu.

12 Eylül 2005, Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Tarım Biyoteknolojisindeki Son Gelişmeler Konferansı.

13 Eylül 2005, Ankara Üniversitesi Biyoteknoloji Merkezi, GDO'lar İçin Biyoteknoloji Kullanımı: Mitler ve Gerçekler (Anadolu Ajansı da haber olarak geçmiş).

15 Eylül 2005, Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Transgenik Organizma Üretiminde Biyoteknoloji Kullanımı.

The Independent'ın ortaya çıkardığı raporun Mayıs 2005'te yayınlanmış olması ve sadece birkaç ay sonra Dr. Chassy'nin Türkiye'ye gelerek GDO ile ilgili ortaya atılan sağlık çekincelerinin gerçek olmadığına dair iddiaları, çok uluslu şirket güdümlü ABD biyoteknoloji politikasının azmi ve acımasızlığının bir göstergesi.

GDO'lar ile ilgili kamudaki bilgi savaşlarından yakınan Dr. Bruce Chassy'nin GDO'lu tohumları bilimsel aklama çalışmalarına tepki göstermek bir yana, bu propagandaya alet olan medyası, üniversiteleri ve bilim kurumu, GDO'lu ürünleri verilen rüşvetler karşılığında denetlenmeden ülke markete girişine olanak sağlayan Tarım Bakanlığı yetkilileri ile Türkiye, devleti, bürokratlarını ve temsil ettikleri halkı bilimsel açıdan cahil ve geri kafalı olarak resmeden ABD telgraflarını bir anlamda haklı çıkardığına şahit oluyoruz.

ABD'den Türkiye'ye "GDO'lu Telgraflar" - Bianet (http://www.bianet.org/biamag/bilim/133975-abd-den-turkiye-ye-gdo-lu-telgraflar)


GDO'lar Konusunda Bilgi Kirliliğini Kim Yaratıyor?

Bakanlık broşüründe GDO'ların yemler vasıtasıyla hayvanların etine, sütüne ve yumurtasına geçmediği, Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi'nin (EFSA) bilimsel araştırma sonuçlarının da bu doğrultuda çıktığı için bu tür hayvansal ürünlere GDO etiketi konmadığı belirtilmektedir. EFSA'nın güvenilirliği ve doğruluğu bizzat AB ülkelerinin birçoğunda tartışılırken, bu kurumun görüşlerinin ve yeterince araştırma yapılmamış olan bu yaşamsal konunun doğru kabul edilip bu broşüre eklenmesini Bakanlığın büyük bir sorumluluk altına girmesi şeklinde yorumluyoruz.

GDO'lar Konusunda Bilgi Kirliliğini Kim Yaratıyor? - Bianet (http://www.bianet.org/biamag/biamag/118958-gdo-lar-konusunda-bilgi-kirliligini-kim-yaratiyor)


Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar ve Organik Aydınlar

http://subjektif.org/2011/10/wikileaks-incelemesi/#Genetii_Deitirilmi_Organizmalar_ve_Organik_Aydnla r-4

pria
01-11-2013, 00:35
Bakanlık broşüründe GDO'ların yemler vasıtasıyla hayvanların etine, sütüne ve yumurtasına geçmediği, Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi'nin (EFSA) bilimsel araştırma sonuçlarının da bu doğrultuda çıktığı için bu tür hayvansal ürünlere GDO etiketi konmadığı belirtilmektedir. EFSA'nın güvenilirliği ve doğruluğu bizzat AB ülkelerinin birçoğunda tartışılırken, bu kurumun görüşlerinin ve yeterince araştırma yapılmamış olan bu yaşamsal konunun doğru kabul edilip bu broşüre eklenmesini Bakanlığın büyük bir sorumluluk altına girmesi şeklinde yorumluyoruz.



Bununla birlikte yemlerdeki GDO’nun hayvanların etine ya da sütüne geçmeyeceği, bu nedenle insanlara bir zararı olmayacağı önermesi Türkiye’de GDO’lardan çıkarı olan gıda firmalarının nakarat hâlinde tekrarladığı bir cümle! Oysa son yıllarda gerçekleştirilen ve endişelerimize adil ve gerçek bir platform sağlayan kimi araştırmalara göre, besinlerin sindirimi sırasında memelilerin serum ve organlarına yatay RNA transferi gerçekleşebilmekte.

Yani, bu araştırmalara göre, GDO’lu soya ile beslenmiş bir ineğin sütüne ya da etine GDO’lu soyadan bir RNA geçişi gerçekleşebileceği gibi; bu eti ya da sütü tüketen bir insanın sistemine, benzer bir transferin gerçekleşmesi de pekâlâ mümkün.

Defne Koryürek'in yazısından alıntıdır.(Taraf Gazetesi)

Kaynaklar:
Proof of horizontal gene transfer RNA molecules in GM food crops can enter the serum and organs of mammals (http://www.gmfreecymru.org/documents/horizontal.html)
Horizontal Gene Transfer from GMOs Does Happen (http://www.i-sis.org.uk/horizontalGeneTransfer.php)
The next generation of GMOs could be especially dangerous | Grist (http://grist.org/industrial-agriculture/2012-01-10-new-research-next-generation-of-gmos-could-be-dangerous/)

MeTePe
01-11-2013, 00:51
.. GDO ile beslenmenin araştırmadaki sağlık kötüye gidişini doğrudan etkilediğine dair tek bir cümlem yok. Bunu da siz yakıştırıyorsunuz.


Herhalde haklısınız.... Bunları farketmeden ben yazmış olmalıyım... :cool: Alzehimer'den olsa gerek, hatırlayamıyorum.

Yayınladığım araştırma 15 senedir GDO yemekte olan amerikan toplumunda sağlık durumunun pek de iyiye gitmediğini gösteriyor.


Neticesi; "15 senedir GDO yiyiyorlar bir şey oldu mu?" ifadesine yanıt, evet bir şey olmuşa benzer.


Bu tablonun tek sebebinin GDO'lar olduğu tabii ki söylenemez. Ancak tersi de hiç söylenemez. Söylenebilecek tek şey, toplum sağlığının son yıllarda (tam da her gün daha fazla GDO'nun besin olarak tüketildiği dönemde) oldukça kötüye gidiyor olması.

Kronik hastalıkların bu şekilde artma sebepleri içinde beslenme önemli bir yer tutuyor.

**************

Söz gelimi otizmi bile glyphosate'a bağlayan bağımsız araştırmalar var. Kapitalizmin bu uygulamasında glyphosate kullanım artışını ellerini ovuşturarak izleyen otizim sektörü mensubu tıp doktorları bile vardır muhtemelen.

İsterseniz gerçekten bilgi sahibi olmadığınız konulara fazla bulaşmayın. Mahçup olmanızı istemem!

Otizm gibi duygulanım bozukluklarında araştırmaların büyük çoğunluğu "BAĞIMSIZ" dır. Çünkü bu araştırmaların GDO firmalarıyla falan alakası yoktur.

Otizm, GDO, glikofosfat, herbisitler, aşılar veya diğer kimyasallar hayatımıza girmeden çok önce keşfedilmiş bir rahatsızlıktır.

Tıp insanları "kapitalizmin bu uygulamasında" insanları hasta etmeye değil, tedavi etmeye çalışırlar. Yapılan "bağımsız" çalışmaların amacı da hastalıkları ortaya çıkmadan önlemek içindir.

Otizm kardeşler arasında diğer toplum fertlerine göre 20 kat fazla görülür. Kalıtsallığına ilişkin çok güçlü deliller mevcuttur. Erkeklerde 5 kat fazla görünmesinin erkek beynindeki soyut düşünme becerisiyle yakından ilişkili olduğuna dair ciddi kanıtlar vardır. Bunların dışında otizme neden olabileceği düşünülen pek çok genetik faktör mevcuttur.

Tüm bunları bir kenara bırakıp, kapitalist bazı tıp adamlarının 1-2 fazla otizm hastası çıksın diye (toplumda kendiliğinden zaten fazlasıyla varken) GDO kullanımını teşvik ettiğini söylemek -kusura bakmazsanız- mantıksızlıktan da öte, ancak paranoya diye adlandırılabilir. :o

Siz gelin şuna "hayattaki her türlü kötülük ve musibetin nedeni GDO'dur" deyin, bu işi bitirin... Böylelikle detaylı açıklamalara da gerek kalmaz. :cool:

*************

EK: Şu glikofosfat ile otizmi ilişkilendirdiğiniz "makale" (!!!) yi de buldum. Bir bilgisayar mühendisi ile kendine "serbest bilim adamı" diyen eski bir kimya mühendisi tarafından yazılmış. Bu şahısların yaptığı hiç bir çalışma yok. Sadece makale yazmışlar. Bilim dünyası tarafından da alay konusu olmuş. Bilginize... :)

http://www.examiner.com/article/bogus-paper-on-roundup-saturates-the-internet

MeyveliTepe
01-11-2013, 01:34
Cok guzel bir haber: Misir konusunda buyuk bir pazara sahip olan Meksika, GDO'lu misirin uretimini yasakladi.
Mexico Suspends GMO Corn, We Recommend Two Corn Tortilla Brands | Prop 37 | Food | KCET (http://www.kcet.org/living/food/prop-37/mexico-bans-gmo-corn-best-corn-tortillas.html)

Mısır ve Meksika sözcükleri yan yana geldiğinde bize önemli bir şeyi hatırlatıyor.

Mısırın ana vatanı Meksika. Bir çok bölgede endemik, kendi kendine yetişen mısır çeşitleri olduğu biliniyor. Bir yerde, Meksikada 20.000 farklı mısır çeşidi olduğunu okumuştum.

1998 yılından itibaren Meksikada ticari olarak GDO'lu mısır yetiştirilmesi yasaklanmış. Fakat gıda tüketiminde kullanılmak üzere ithal edilmesine izin verilmiş. Novartis isimli şirket de yüklü miktarda mısırı Meksikaya getirir olmuş.

O dönemlerde, başta Monsanto şirketi olmak üzere GDO'lu tohum üretenler her yerde GDO'lu bitkilerin hiç bir şekilde aynı aileden başka bitkileri tozlayarak genetik kirlenme yaratmayacağını, biyoçeşitliliğe bir etkisi olmayacağını söylüyorlar.

Hatta, etkileri altındaki ama bağımsızmış gibi görünen bilim insanına peş peşe araştırma makaleleri yayınlatıyorlar. Hepsinde de, şu şu koşullarda GDO'lu filan tohum ekildi, yakınındaki filan bitkiler, feşmekan yöntemlerle incelendi, hiç bir genetik transfer bulunamadı diye sonuçlar yazıyor. Bunlar, her türlü GDO lobisinin pek itibar ettiği bilimsel(!) makaleler. Hatta bunlardan biri, burada da oku da öğren edasıyla bilgimize sunulmuştu ;)

Meksikalı ama Berkeley üniversitesinde çalışan Chapela isimli bir bilim insanı, Oaxaca vadisindeki endemik mısır çeşitleri üzerinde GDO'lu mısırdan gelen kirlenme tesbit ediyor. Bu çalışma daha yayınlanmadan şiddetli bir çalkalanma başlıyor ve 2001 yılında Nature dergisi tarafından her türlü bilimsel yayın kuralına uygun olarak yayınlanıyor.

Ve kıyamet kopuyor.

Koskoca Monsanto şirketi, üstelik dünyadaki yeni yönetim stratejisinin baş silahı olarak kullanılmak üzere devlet ve devletin tüm birimleriyle, ülkenin kongresi ve senatosuyla bütünleşmiş bir şirketin, o güne kadar GDO'ların çevre etkileriyle ilgili söylediklerini yüz kızartıcı bir şekilde yerle bir eden, baldırı çıplak bir Meksikalı bilim insanına pabuç bırakacak değil ya.

İlk tepki üniversitedeki diğer akademik kişilerden geliyor. Veryansın ediyorlar Chapela'ya, nasıl böyle bir şey yapar diye. Monsanto'dan yılda 25 milyon dolar alan Berkeley'in durumu ne olacak diye.

Meksikalı devlet bürokratlarından tutun, biyotech güdümündeki ilişkili herkes, kimi rica ederek, kimi tehdit ederek Chapelayı araştırmayı geri çekmesi için zorluyor.

Chapela'yı Berkeleyden kovuyorlar ama bir kere bir kurşun atılmış, izini yok etmek için Chapela'yı ve çalışmasını itibarsızlaştırma çabaları artarak devam ediyor. İki cepheden saldırı başlıyor.

Birisi, biotech adına bir grup bilim(!) insanını ve bazı bilimsel çevreleri organize eden, C.S.Prakash'ın yönlendirdiği bir grup, Chapela'nın çalışmasını kelime kelime mercek altına alıp "flawed" (kusurlu) olmakla damgalamaya çalışıyorlar.

Diğeri, Monsanto'ya halkla ilişkiler (PR) hizmeti veren Bivine Group denen şirketten geliyor. İki tane sahte kişilik ("Mary Murphy" ve "Andura Smetacek") ile hem Nature dergisine hem de tüm ilgili internet kaynaklarında Chapelayı ve çalışmasını itibarsızlaştırmak, lekelemek üzere kampanya başlatıyorlar. Gönderilen mesajların izi takip edildiğinde biri Bivine Group şirketine, diğeri de Monsanto'ya çıkıyor. Fakat Nature dergisi 133 yıllık tarihinde yapmadığını yaparak Chapela'nın makalesini yayından kaldırıyor (bu makale bu için Nature'da yayında).

Sonraki yıllarda başka bir çok olayda GDO'lu bitkilerin GDO'lu olmayan akrabalarını tozlayarak kirliliğe sebep olduğu ortaya çıktı. Kirlenen çeşitin ille de endemil olması da gerekmiyor. Bir çok organik veya geleneksel fakat GDO'lu olmayan çeşiti kirlettiği ortaya çıktı.

Prof.Dr.Elena Alvarez-Buylla, Chapela'nın çalışmasını, hem chapela'nın kullandığı örnekleri hem de sonraki yılların örneklerini kullanarak, biraz daha gelişmiş bir teknolojiyle tekrarladı ve 2001 yılında ilk kez yıkılan bir yalanı tekrar ispatladı. Ne gariptir ki bu çalışmanın makalesini de yayınlatabilmek için 2 yıl kadar uğraşması gerekti. Makale, her türlü engele rağmen sonunda 2008 yılında yayınlandı.

Bir buçuk yıl kadar önce, Elena Alvarez-Buylla ile e-mail yoluyla irtibat kurarak sormuştum. Forumda yukarılarda bir yerde bahsetmiştim.

Sn.Birnefestoprak'un mesajından sonra tekrar sordum. Kısaca mahkeme kararının ticari mısır ekimi için geçerli olduğunu söyledi. Konu ile ilgili haberler deneme ekimlerini de kapsadığını söylüyor.

Bazı güney amerika ülkelerinin durumu da epey vahim. AP'nin Arjantin hakkında geçenlerde yayınlanan bir raporu, o ülkede nasıl bir dram yaşanmakta olduğunu ortaya koydu. Ayrıca ve etraflıca bahsetmekte yarar var.

pria
01-11-2013, 01:50
Otizm, GDO, glikofosfat, herbisitler, aşılar veya diğer kimyasallar hayatımıza girmeden çok önce keşfedilmiş bir rahatsızlıktır.




Prof. Dr. Kenan Demirkol :

GDO'lar çıktıktan sonra otizm 16 kat arttı (http://www.dunya.com/gdolar-ciktiktan-sonra-otizm-16-kat-artti-75410h.htm)

Otizm, zihinsel engelli demek değildir. Genetik de değildir. Vücudun, ağır metal /GDO vb. faktörlerden etkilenmesinin sonucudur.
Bugüne kadar uygulanan testlerin çoğu hatalı olduğu için yanlış teşhisler konulmuştur.

Dr. Burhan Özfatura

http://www.sonsayfa.com/Makaleler/Dr-Burhan-Ozfatura/Anadolu-Otizm-Vakfi-4094.html

1987’den 1998’e kadar olan 10 yıllık zaman diliminde California’da otizm nedeni ile tedavi gören çocuk sayısı 2.7 kez artmıştır. 1991’den 1997 yılları arasındaki artış ise 5.6 kattır.

Bütün bu araştırmalar otizmin muazzam bir şekilde arttığını ve bu durumun temel olarak sadece genetik nedenli olmayacağını, çevresel faktörlerin otizm tablosunun oluşumunda çok daha önemli rollerinin olduğunu kuvvetle düşündürmektedir.

PROF.DR.AHMET AYDIN
http://saglikliyasham.blogcu.com/prof-dr-ahmet-aydin-dan-otizm-tarihcesi/5502442

MeTePe
01-11-2013, 15:16
Sn. pria,

Metodoloji konusunda çok ciddi bir yanlış içerisinde olduğunuzu söylemeden edemeyeceğim. Gerçi konumuz otizm değil ama aşağıda yazdığınız şu cümle tamamen yanlış!


Otizm, zihinsel engelli demek değildir. Genetik de değildir. Vücudun, ağır metal /GDO vb. faktörlerden etkilenmesinin sonucudur.
Bugüne kadar uygulanan testlerin çoğu hatalı olduğu için yanlış teşhisler konulmuştur.


Öncelikle otizmin "zihinsel engel" olduğunu iddia eden olmadığı gibi, aslında tek bir hastalıktan ibaret değildir. Uluslararası DSM-5 kriterlerine göre Otistik Spektrum Bozuklukları ve Sosyal İletişim Bozuklukları başlıkları altında, bu rahatsızlıklara nasıl teşhis konulacağı anlatılmaktadır. Ülkemizde de Yaygın Gelişimsel Bozukluk başlığı altında toplanan pek çok farklı tablodan oluşur. Örneğin Asperger Sendromu, otistik fakat üstün zekalı veya yüksek beyin işlevi olan kişilerde görülür. (Hatırlarsanız Fazıl Say için de otistik diyenler olmuştu)

DSM-5 Diagnostic Criteria | What is Autism?/Diagnosis | Autism Speaks (http://www.autismspeaks.org/what-autism/diagnosis/dsm-5-diagnostic-criteria)

Görüleceği üzere, bu teşhis yöntemlerinin sizin bahsettiğiniz "testlerle" yakından uzaktan alakası yoktur. Yani bir çocuğun otistik olduğunu anlamak için genetik veya kimyasal testler yapılmaz!

Otistikler üzerinde genetik ve kimyasal testler yapılır. Bunlar TEŞHİS için değil, hastalığın nedenlerini anlamak için yapılan çalışmalardır. Yani hatalı testlerden yanlış otizm tanısı konuldu diye bir şey yoktur. Bu iddianız tümüyle dayanaksız olduğu gibi, bugün dahi otismi bilinen kriterler dışında teşhis edebilen kesin bir test mevcut değildir.

Pek çok rahatsızlık gibi otizm de hem genetik, hem çevresel nedenlere bağlıdır. Bir hastalık için çevresel nedenler denilince ilk akla gelen şey GDO değildir. Çevresel nedenler;
- İçinde yaşadığınız fiziksel koşullar,
- İklim,
- Kimyasallar vs.
gibi maddi şeyler olduğu kadar
- Sosyal ilişkiler
- Ekonomik refah düzeyi
- Yaşantımızı etkileyen teknolojilerden oluşur.

Örneğin;
- Tek çocuklu ve ana-babanın çalıştığı ailelerde otizm daha fazla görülmektedir.
- Çocukla sosyal iletişimin sınırlı olduğu, çok TV seyredilen evlerde daha fazla görülmektedir.

Bunların hepsi çevresel etkenlerdir.

Diğer taraftan, otizmin genetik nedenleri olduğuna dair sayısız bilimsel makale mevcuttur. Şüphesiz bunlar içinde en önemlileri tek yumurta ikizleri ve kardeşler üzerinde yapılan araştırmalardır. Bu araştırmalar bir hastalığın genetik nedenleri hakkında çok güçlü deliller sunarlar. Ayrıca, otizmli kişiler üzerinde yapılan genetik araştırmalar bu kişilerin hatırı sayılık kısmında genetik farklılıklar olduğunu ortaya koymuştur. Yani sizin bahsettiğiniz "genetik değil" kısmı doğru değil. Nitekim sizin verdiğiniz yazılardan birinde de aynen şu ifade mevcut:

Bu araştırmalara göre otizmin genetik alt yapısı olan, enfeksiyonlar, toksik kimyasallar, hipoksemi ve gıdalardaki protein ve peptitlerle tetiklenen ve yaygın gelişimsel bozukluğa yol açan nöroimmün bir klinik tablo olduğu

***********
Şimdi verdiğiniz bilgiler içinde doğru olan bir şey var. Otizmin görülme sıklığında artış var. Ben buna karşı çıkıyor değilim. Ancak, kendisi Genel Cerrah olup otizm konusunda hiç bir çalışması olmayan, tescilli bir GDO karşıtı bir kişinin GDO nedeniyle otizm 16 kat artmıştır tezini kabul etmem de mümkün değil.

Otizme ilişkin bütün kaynaklar otizmin genetik ve çevresel faktörler sonucu ortaya çıktığını kabul eder. Ancak bu faktörlerin neler olduğu detaylı araştırmaların konusudur. Örneğin, "aşıların" otizmin artmasında bir etkisinin olup olmadığını tespit edebilmek için aşı uygulamasının olmadığı toplumlarda da otizmin artıp artmadığına bakmanız lazım. Multifaktoriyel nedenler söz konusu olduğunda bu analizleri yapmak çok zordur.

**************

Konuyu teknik ayrıntılara boğmak istemediğim için fazla uzatmayacağım. Ancak dramatik bir örnek olarak; 3 yaşından önce fazla TV izleyen çocuklarda ve yağmuru bol ülkelerde otizmin daha fazla görülmesi gibi ÇEVRESEL nedenlerle, GDO kullanımının artmasının otizmi arttırdığı fikri arasında nesnel bir ilişki kurulamaz. Otizmde artış patlamasıyla TV yayınlarının başlaması, yaygınlaşması arasında çok ciddi bir korelasyon bulunmaktadır. Benzer bir çevresel neden olarak aşılama uzun süre sorgulanmış, ancak klinik bulgular bunun pek de doğru olmadığını ortaya koymuştur.

Sonuç olarak, otizm görülme sıklığı artmıştır. Bunun çevresel nedenleri olması da son derece muhtemeldir. Ancak bu çevresel nedenler içerisinde GDO'nun ne kadar payı olduğu net bir şekilde gösterilmedikçe bu sadece bir iddiadan ibaret kalır.

Ben 20 yıldan uzun süredir engelli çocuklarla çalışıyorum. Bunlar içinde otistikler de ciddi bir payı oluşturur. 20 yıl önce Türkiye istatistiklerinde %0,5 çıkan engelli oranı, bugün %10'lara ulaşmıştır. Bunun nedeni elbette engellilerin dramatik olarak artması değil, daha görünür olmalarıdır. 20 yıl önce "konuşmayan, içine kapanık çocuk" dediğiniz bireyler, bugün otizm tanısı almaktadır. "Haşarı, çok hareketli, cin gibi çocuk" dedikleriniz bugün "Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite sendromu" tanısı almaktadır. Burada dikkatle sorulması gereken soru, hastalık oranlarının mı arttığı, yoksa teşhis ve tespit yöntemlerinin mi değiştiğidir. Her ikisinin de doğru olma olasılığı vardır. Ama bu nedenler doğru analiz edilmelidir.


NOT: Bir hastalığın "genetik" olması ile "kalıtsal" olması aynı şey değildir. Kalıtsal hastalıklar soylar boyunca devam eder. Örneği Akdeniz Anemisi kalıtsal bir hastalıktır. Genetik hastalıklar ise genlerde oluşan çeşitli bozukluklar neticesinde ortaya çıkan hastalıklardır. Bunlarda kısmen kalıtsallık da olabilir. Ancak genellikle tek bir gen veya kromozomla ilişkisini göstermekte yaşanılan zorluklar nedeniyle bu tür hastalıklar genetik eğilim veya ailesel yaktınlık şeklinde değerlendirilir. Örneğin ailenizde şeker hastası varsa, sizde de olma olasılığı yüksek olur. Ama bu tam bir kalıtsal hastalık olduğunu göstermez.

Genetik mekanizmalar, çoğu kez Mendel'in bezelye deneylerinde gösterdiği "tek gen" mutasyonları kadar basit değildir. Bugün dahi bu mekanizmalar tam olarak anlaşılmış değildir.

pria
01-11-2013, 16:16
Pek çok rahatsızlık gibi otizm de hem genetik, hem çevresel nedenlere bağlıdır. Bir hastalık için çevresel nedenler denilince ilk akla gelen şey GDO değildir..

Sayın MeTePe,

Ancak okuyup araştırdığım kadarıyla tıbbi bilgilere sahip olmam ve herhangi bir uzmanlığım olmayışı nedeniyle sizin doğrularınıza karşı saygısızlık etmekten kaçınan sade bir vatandaş olarak yazdıklarınızın biraz aksini ispatlayabilecek türde araştırmalar da var:

...20 Eylül 2011’de Nature dergisine ait Cell Research’de çok önemli bir makale yayınlandı. İnsan kanında yenilen bitkilere ait genetik materyaller bulundu. Bu çok heyecan verici buluş yediğimiz gıdaların doğrudan doğruya vücudumuzun genlerine müdahale ettiğini göstermektedir.
...Araştırmacılar gıda olarak yenilen bitkilere ait mikro RNA’ların bağırsakların epitel hücreleri tarafından alındığı bunların ekzozom adı verilen minik keselerin içerisine konularak paketlendiği ve bu ekzozomlarla kana verildiğini göstermiştir. Ekzozomların özelliği dokulara ait hücrelerle kaynaşarak onların içerisine girebiliyor oluşlarıdır.

Beslenmebulteni.com – Yediğimiz besinler genetiğimizi değiştirebilir! (http://beslenmebulteni.com/beslenme/yedigimiz-besinler-genetigimizi-degistirebilir/)

...Evvet... doğru! BESLENME!

GDO'lu beslenme değil, bir bütün olarak beslenme!

Bilindiği kadarıyla bu konudaki en önemli neden obesitedir. Yani, aşırı yağ, şeker ve hazır gıda tüketimine bağlı kötü beslenmedir. Bunun içerisinde GDO'nun bir payı varsa bile bu payın ne kadar olduğuna bakmaksızın Tip 2 şeker hastalığı bazı kronik İLERİ YAŞ hastalıklarının en önemli nedeninin kötü beslenme olduğu söylenebilir..

Bu yazdıklarınıza aşağıdaki röportajı okuduktan sonra tamamen inanmamak mümkün değil..Şeker..özellikle GDO'lu mısırdan mı yoksa doğal mısırlardan mı elde edilip edilmediğini bilemediğimiz, özellikle çocukların çok sevdiği ürünlerde bolca kullanılan mısır şurubunun bu kadar yaygın kullanılmasından endişelenmemek te mümkün değil..bunların bu yavrularımızın gelişiminde ne tür tahribatlar yaptığını maalesef bilemiyoruz henüz :

Beslenmebulteni.com – Şişmanlığın temel nedeni fazla kalori almak değil, fazla früktoz tüketmek (http://beslenmebulteni.com/beslenme/sismanligin-nedeni-fazla-kilo-almak-degil-fazla-fruktoz-tuketmek/)

Ben doğallığı kaybolmuş her türlü nesneden ürken biri olarak, bırakın GDO'lu ürün tüketmeyi, üretim safhasında nasıl bol kimyasal ot ilaçları kullanıldığına tanık olan biri olarak pirinç bile tüketmekten kaçınan bir bireyim.

Doğallığıyla oynanan herşeyin günün birinde insanoğlundan çeşitli hastalıklar yaratarak intikamını aldığına inanıyorum.

Otizmin endişe verici artış nedenlerinden biri de bu olmalı..

MeTePe
01-11-2013, 17:16
Sn. pria,

Yine üzülerek, metodoloji konusunda hata yaptığınızı söylemek zorundayım.

Bahsettiğiniz makaleden çok önce alınan gıdalara ait RNA ve DNA parçalarının insanların kanına geçtiği çeşitli deneylerle gösterilmiştir. Bu yeni veya bilinmeyen bir bilgi değil. Ancak, böyle bir bilgi şöyle bir sonuç doğurmaz:

Alınan gıdaların RNA parçaları kanımıza karışır---> Bu parçalar gidip çeşitli hücrelerin DNA'sı ile birleşir ---> Değişen DNA'lı hücreler Otizme yol açar! ---> Bu mekanizma sadece GDO'lı gıdalarda görülür!

Bahsettiğiniz mekanizma aldığınız her türlü gıda için söz konusudur. Hatta siz hiç gıda almayıp saf protein, yağ ve karbonhidratla beslenseniz dahi çevresel nedenler (ısı, ışık, radyasyon gibi) hücrelerinizin DNA'larında bozulmalara yol açar. Hatta bu nedenleri de ortadan kaldırsak bile, basit hücre bölünmeleri sırasında dahi kopyalama hataları olur. (Fotokopide kopyaların gittikçe kötüleşmesi gibi)

Kanser gibi hastalıkların en önemli nedeni de budur.

Ancak, özel bir durum olarak "otizm" gibi hastalıklar bu mekanizmayla açıklanamaz. Şöyle ki;
- Otizm 0-3 yaş aralığında ortaya çıkan bir hastalıktır. Bu dönemde bebekler genellikle anne sütüyle veya son derece titizlikle hazırlanmış mamalarla beslenir. Yani beslenmenin bu yaş aralığında etkisinin olması oldukça düşük olasılıktır.
- Otizmde beyinde yapısal değişiklikler olması muhtemeldir. Bunlar doğumdan sonra beslenmeden ziyade, doğum öncesi, hatta ana-babaya ilişkin faktörlere bağlıdır. Ha, burada ana-babanın beslenmesi bir faktör olabilir. Ama bunu tespit etmek de oldukça zordur.

Otizm gibi hastalıklarda, genel olarak mekanizma "genetik yatkınlık olması, ancak çevresel etkenlerle rahatsızlığın tetiklenmesi" gibi tarif edilebilir. Bunun doğru bir açıklama olabileceğine dair en önemli bulgu, bazı çevresel düzenlemelerle (örneğin evde TV izlenmesinin yasaklanması, sosyal ilişkilerin arttırılması, özel eğitim verilmesi gibi) otizmin büyük ölçüde düzeltilebilmesidir.

Yine güzel bir örnek olarak, otizmin GIDA ile ilişkisine dair yapılan çalışmalar ne yazık ki uygulanan ÖZEL diyetlerle doğru doğru dürüst iyileşme sağlanamadığını göstermektedir.

******************

Diğer yazdığınız beslenme ile sağlık ilişkisine dair yazınıza da bazı itirazlarım ve katıldığım yerleri var.

Öncelikle fruktoz bir meyve şekeridir ve pek çok doğal gıdayla birlikte alınır. Yani yapay bir şey değil. Diğer taraftan, sanayiciler şeker olarak fruktozdan ziyade ticari açıdan elverişli maltodekstrin gibi ürünleri kullanırlar.

Ben de sizin gibi, yapay gıdalarda çok miktarda tatlandırıcı kullanılmasına karşıyım. Ama bunlar "doğal olmadığı için" değil, gereksiz ve aşırı kalori içerdiği için karşıyım. Bir bardak kolanın ne kadar şeker içerdiğine bakarsanız hayretler içerisinde kalırsınız. Kullanılan şekerin tipi ne olursa olsun, bu çok aşırı miktarda ve doğal olmayan enerji girdisidir. İnsan bedeni bu tür aşırılıklara yanıt verecek şekilde evrimleşmemiştir.

Bence asıl sorun buradadır.

Yani, beslenmenin sağlıklı bir yaşamda tartışılmaz bir önemi olduğu bir gerçek. Ama bunu sadece tukaka ilan edilen bazı moleküllere bağlamak yeterli değil. Sadece doğal gıdalarla bile beslenseniz sağlıklı bir beslenme anlamı taşımaz. Nitekim köylerde yaşayıp obesite sorunu olan çok miktarda insan mevcuttur.

birnefestoprak
01-11-2013, 17:32
Amerika'da kurulu, Guvenilir (bir baska ifadeyle GDO'suz) Tohum Sozlesmesi (Safe Seed Pledge)'ni imzalamis kucuk olcekli bir geleneksel tohum sirketinin sahibi olarak birkac noktaya deginmek isterim:

1) "Organik tarim cok masrafli, yapilmasi imkansizlasti. GDO'lu tohumlar ve kimyasallar masraflari azaltti." anlayisi yalandan ibaret. Turkiye icin konusalim. Ciftciye gerekli egitim verilmiyor; cogu da kendini gelistirmek icin caba sarfetmiyor, okumuyor, arastirmiyor, organik tarim tekniklerini bilmiyor. Kendisine organik tarimin cok masrafli oldugunu soyleyen ziraat muhendisleri olunca buna inanagelmis, bu durum devam ediyor.

Ornekleyecek olursak, tuta kelebegiyle nasil mucadele edilecegi, kurutma disinda tohum hasat yontemleri oldugu, yosun, sivi balik gubresi, yararli mikroorganizmalar gibi urunlerin fonksiyonlari ve faydalarinin ne oldugu gibi konular cogu ciftci tarafindan hala bilinmiyor. Domateslerde capraz tozlasma olmayacagini dusunen muhendisler, yetistiriciler var.

Kokleri yuzlerce, binlerce yila dayanan, insanligin hafizasinda ve tarihinde yer etmis, zamaninin otesinde o kadar cesitli ve hayran kalinasi yontemler var ki, bunlarin bircogunun kullandigi malzemeler Ingilizce tabirle "a little goes a long way" yani "azicigi uzun sure kullanim icin yeter" bilgisiyle uygulanir.

Hersey bir yana, organik tarimda esas olan, ureticinin kendi tohumunu sonraki mevsimde ekmek icin hasat etmesidir. Tek basina bu bile masraftan dusecek. GDO'lu ya da GDO'suz tohum almaniza gerek kalmamis, kaynak bagimliliginiz ortadan kalkmis oluyor.

2) Gectigimiz bir iki sene icinde GDO'lu misirlarla capraz tozlasmadan dolayi Amerika'nin cok eski geleneksel misir tohumlarindan birkac tanesi kontaminasyona ugradi. Eger bu misirlarin yuksek miktarlarda organik uretimini yapan gorece buyuk olcekli bir geleneksel tohum sirketiyseniz (ki boyle sirketler vardir) ve uretim alaninizin yakinindaki (kilometrelerce mesafeden bahsediyorum) ciftlikte GDO'lu misir uretimi yapiliyorsa, uretimi hemen durdurmalisiniz. Tohumu kaybetmektense, katalogunuzdan cikarin daha iyi.

Beraberinde getirdigi butun saglik sorunlarini bir kenara birakarak sormak isterim: GDO'lu tohumlarin insanlik icin faydali oldugunu iddia edenler, geleneksel, insanlik tarihi ve hafizasiyla ozdeslesmis tohumlarin kaybolmasina yol acmasina ne derler?

3) Bir yiyecek paketinin ustunde GDO etiketinin konulmasinda ne gibi bir sakinca var? Belki ozellikle GDO'lu olanindan alacagim ve bunu bilmek istiyorum. Bu hakkim neden elimden aliniyor, bunu da bilmek istiyorum.

Amerika'da bu konunun karsisinda guclu bir sivil toplum olusmustur, guclenmeye devam etmektedir. Bu sivil toplum, paketlerin etiketlenmesi konusunda, milyonlarca dolar harcanarak finanse edilen karsi propagandaya karsin Kaliforniya'da %50'ye yakin bir oyla gorusunu belli etti. Simdi, Washington'da neler olacagini gorecegiz. Washington icin Yes on 522: The campaign to label genetically engineered foods in Washington state (http://yeson522.com/) adresini takip edebilirsiniz.

4) "Ne yani, Amerika kendi halkina zararli olan birseyi mi istiyor?" sorusu kurnazliktan ibaret. Devlet politikasindan ziyade belli devlet kurumlarinin icinde GDO sirketlerinin lobi faaliyetleri sonucu olarak, karar alma mevkilerinde gorev yapan kisiler var.

Bunun yaninda, Amerika'da anayasal haklar tahmin edemeyeceginiz kadar onemlidir. Bizdeki gibi ileri demokrasi kurallari islemez. Yani bir sirketin fabrikasini, uretim/yonetim merkezini vs maliye mufettisleriyle kafaniza gore basamayacaginiz gibi, ister GDO'lu tohum ureten sirket olsun, ister sade vatandas olsun, kimsenin anayasal haklarina aykiri sekilde politikalar izleyemezsiniz. Kararlar yuksek ve yerel mahkemeler yoluyla, halk oylamalariyla verilir. Parasi olanin propaganda faaliyeti bakimindan bana gore haksiz bir avantaj sagladigi dogru ama bircok eyalette giderek artan, yoredeki ciftliklerin urunlerini alma, ciftlik yoksa organik urun satan yerlerden yararlanma, yiyebileceginden cok daha fazlasini almak yerine mutfak masrafini azaltacak sekilde yetecek kadar ve saglikli tuketme anlayisinin giderek yayilmakta ve guclenmekte oldugunu da belirteyim.

MeTePe
02-11-2013, 01:00
1) "Organik tarim cok masrafli, yapilmasi imkansizlasti. GDO'lu tohumlar ve kimyasallar masraflari azaltti." anlayisi yalandan ibaret.

Bir tohum üreticisi olarak doğrudan konunun içinde olan bir birey olmanızı düşünerek bir konuyu tartışmaya açmak istiyorum.

- Organik tarımın masraflı olup olmadığı hakkında bir fikrim yok. Ancak, markete gittiğimde "organik" tabir edilen ürünlerin hibrit veya ıslah edilmiş ürünlerden en az 4-5 kat daha pahalı satıldığını görüyorum.

- Ürün kalitesi dikkate alındığında organik ürünler genellikle eciş bücüş, kurtlu ve dayanıksızken, hibrit veya ıslah edilmiş ürünlerin daha dayanıklı, daha güzel ve daha lezzetli olduğunu görüyorum. Bunun en güzel örneklerinden birini kendim mısır yetiştirirken yaşadım. Doğal tohumla yetiştirdiğim mısırlar bir fiyasko iken hibrit tohumlar neredeyse markette en üst fiyattan satılabilecek kalitedeydi.

- Yapılan çeşitli anketler, insanların gıda tercihlerinin "sağlıklı"dan ziyade, "lezzetli" gibi kriterlerden etkilendiğini göstermiş. Benzer tercihler kolesterol hastası olsalar bile et sever kişileri bu alışkanlıklarından vazgeçirmekte yaşanan zorluklarda görülür.

- Alkol ve özellikle sigara sağlık açısından son derece sakıncalıdır. Ama bunları kullanmaya devam ederiz.

- Et yemenin en doğal hali "az pişmiş haşlama" iken mangalda karsinojenik yarı yanmış is kokulu şiş yapmaya bayılırız.

Yukarıda yazdığım tespitler GDO'yu haklı çıkartmak veya organik tarımı kötülemek için değil... Bu gerekçeler varken sadece ve sadece organik tarımın gıda üretiminde yegane seçenek olarak kalabileceğini gerçekten düşünüyor musunuz, onu merak ediyorum.

Ben her türlü doğal tohumun korunması ve üretilmesinden yanayım. Ama bunların ıslah edilmesini de yanlış bulmuyorum. Çünkü eninde sonunda tarım da ticari bir faliyettir ve insanlar en iyiyi en ucuza üretmek, satmak ve satın almak ister. Bu koşulları organik tarım yerine getirebildiği sürece ne ala... Ama bunu yapabilseydi zaten diğer yöntemler hiç ortaya çıkmazdı, öyle değil mi?

birnefestoprak
02-11-2013, 03:25
Her isin masrafi vardir; para ve emek harcayacaksiniz ki para kazanabilesiniz ve urunu tuketeni de memnun edebilesiniz. GDO'lu ve kimyasalli tarimi parlatip motive etmek adina organik tarimin cok pahali oldugu icin yapilmamasi gerektigini soyleyenler yalan soyluyor diyorum. Organik tarim, muthis bir geri donusum hikayesidir aslinda. Balikci haline gidersiniz, balikcilarin cope atacaklari balik artiklarini (ciftlik degil deniz baligi olacak) istersiniz, alir topraga gomer ekim sezonuna kadar topraktaki nutrientleri ve diger mineralleri guclendirir, gozle gorulecek farklar yaratacak sonuclar alirsiniz. Ayni seyi kahve satan dukkanlara gidip kahve artiklarini toplayarak da yapabilirsiniz. Hayvanlariniz varsa, diskilarini dinlendirir gubre yaparsiniz. Azot fiksleyen alfalfa, bakla gibi bitkileri topragi guclendirmek icin ekersiniz, bitkiler hasada gelmeden yeniden buyumeleri icin koke yakin bolgeden kesip saplarini daha sonra topraga eklemek uzere kompost yapmak icin kullanirsiniz. Domatesin yanina sarimsak ekersiniz, domatese bocekler dadanmaz. Bu liste uzar da uzar. Sonucta, bu tip uygulamalarla uretim masrafinizi dusurur, tuketiciye de ona gore maliyet cikarirsiniz.

Organik urunu yerel ureticiden almalisiniz. Buyuk marketlerden alacaginizdan cok daha ucuza edinebileceginize eminim. Bugun artik CSA (Community Supported Agriculture) yani Toplum Destekli Tarim giderek yayginlasiyor. Gidiyorsunuz organik ciftlige uye oluyorsunuz, her hafta mevsimine gore uretimde ne varsa, aidatiniz karsiligi yiyorsunuz. En onemlisi, yediginiz seyi nerde hangi sartlarda yetistirildigini bilerek ve tadina vararak yiyorsunuz. Su anda bile bu tip uygulamalarla tuketicinin odedigi paralar, icine bir suru kimyasal basilmis meyve/sebzelere kiyasla son derece makuldur. TDT'lerin yayginlasmasiyla, maliyetler daha da dusecektir. Sivil toplum da saglikli besinleri tuketmek adina talep edecek ki, bu dusus daha cabuk gerceklessin.

Geleneksel cesitlerin urun kalitesiyle ilgili gorusunuz tamamen yanlis. Geleneksel tohumlar, ozellikle halkin hafizasinda yer etmis, gastronomik acidan begenisini kazanmis, lezzetinden ve kalitesinden dolayi nesiller boyu uretilegelen tohumlardir. Bu tohumlar zaten kimisi yuzyillardir kimisi on yillardir, basta koyluler ve ciftciler olan ureticileri tarafindan islah edilerek geliyor. Koylu bu sene urun aliyor, tohumu en saglikli bitkinin en lezzetli ve kaliteli meyvesinden hasat edip onumuzdeki sene onu ekiyor ve devinim hic bitmiyor. Sizce, koylunun agzinin tadi sizinkinden cok daha kotu mu ki, o tohumlari saklayip soylarini devam ettiriyor? Geleneksel Turk Mutfagi diyoruz, degil mi? Dunyanin sayili mutfaklarindan... Mutfagin bu kadar guclu olmasinin nedeni sadece tarifler mi, yoksa o tariflerin ortaya cikarildigi eski zamanlarda kullanilan malzemelerin kalitesi ve lezzetinin tariflerin taa o zamanlarda olumsuzlesmesinde bir katkisi var midir? Ayas Domatesi, Adapazari Kabagi, Maras Biberi, Aydin Patlicani, Kirkagac Kavunu, Cengelkoy Hiyari, Marmara'ya gocmenler eliyle getirilen pembe Bulgar domatesleri gibi geleneksel cesitlerden hic yemediyseniz, hibrit cesitleri sevmeye devam edebilirsiniz :)

Hibrit tohum ocu de degil, hibrit tohumlari kullanarak da organik tarim yapilabilir bunu da soyleyeyim. Cok kaliteli ve lezzetli hibrit cesitler var ama iste hikaye siz hasadi tamamladiktan sonra bitiyor. Urettiginiz meyveden tohumu cikarip sonraki sene yeniden ektiginizde %100 ayni kalite ve lezzette urun almaniz mumkun degil; tohum kaynagina surekli bagimli durumdasiniz, her sene yeniden tohum almaniz gerek. Geleneksel tohumda ise boyle bir sorun yok; lezzet, herhangi bir fizyolojik veya dis etmen olmadigi surece (ki bu etmenler hibrit cesitlerin lezzeti icin de gecerlidir) duraylidir. Tohum kaynagina gidip tekrar para vermenize de gerek yok. Ne guzel, degil mi? Ticari tohum sirketinden aldiysaniz, tohuma bir kere para oduyorsunuz, sonra hep kendi tohumunuzu kendiniz uretebiliyorsunuz.

Bunlarin disinda, organik tarimin yegane secenek olarak kalabilecegini dusunmem icin organik tarimin su anda yegane secenek olmasi lazim :) Boyle birsey 30-40 yildir yok zaten. Insanlar, simdilerde organik tarimin onemini yeniden farkettikleri icin o tarafa dogru donus yapiyorlar. Yani, organik tarim, seceneklerden biri ve bence en onemlisi olarak, tipki insanligin gecmisinde oldugu gibi geri geliyor.

Misirdan bahsetmissiniz... Cok kaliteli ve lezzetli misir tohumlari, GDO'lu tohumlarin kontaminasyonuna karsin piyasada hala mevcut. Bu forumda cok faydali basliklar ve size yardimci olabilecek cok sayida insan var. Mutlaka danisip, yetistirirken nelere dikkat etmeniz gerektigi konusunda bilgi alin derim.

Bir tohum üreticisi olarak doğrudan konunun içinde olan bir birey olmanızı düşünerek bir konuyu tartışmaya açmak istiyorum.

- Organik tarımın masraflı olup olmadığı hakkında bir fikrim yok. Ancak, markete gittiğimde "organik" tabir edilen ürünlerin hibrit veya ıslah edilmiş ürünlerden en az 4-5 kat daha pahalı satıldığını görüyorum.

- Ürün kalitesi dikkate alındığında organik ürünler genellikle eciş bücüş, kurtlu ve dayanıksızken, hibrit veya ıslah edilmiş ürünlerin daha dayanıklı, daha güzel ve daha lezzetli olduğunu görüyorum. Bunun en güzel örneklerinden birini kendim mısır yetiştirirken yaşadım. Doğal tohumla yetiştirdiğim mısırlar bir fiyasko iken hibrit tohumlar neredeyse markette en üst fiyattan satılabilecek kalitedeydi.

- Yapılan çeşitli anketler, insanların gıda tercihlerinin "sağlıklı"dan ziyade, "lezzetli" gibi kriterlerden etkilendiğini göstermiş. Benzer tercihler kolesterol hastası olsalar bile et sever kişileri bu alışkanlıklarından vazgeçirmekte yaşanan zorluklarda görülür.

- Alkol ve özellikle sigara sağlık açısından son derece sakıncalıdır. Ama bunları kullanmaya devam ederiz.

- Et yemenin en doğal hali "az pişmiş haşlama" iken mangalda karsinojenik yarı yanmış is kokulu şiş yapmaya bayılırız.

Yukarıda yazdığım tespitler GDO'yu haklı çıkartmak veya organik tarımı kötülemek için değil... Bu gerekçeler varken sadece ve sadece organik tarımın gıda üretiminde yegane seçenek olarak kalabileceğini gerçekten düşünüyor musunuz, onu merak ediyorum.

Ben her türlü doğal tohumun korunması ve üretilmesinden yanayım. Ama bunların ıslah edilmesini de yanlış bulmuyorum. Çünkü eninde sonunda tarım da ticari bir faliyettir ve insanlar en iyiyi en ucuza üretmek, satmak ve satın almak ister. Bu koşulları organik tarım yerine getirebildiği sürece ne ala... Ama bunu yapabilseydi zaten diğer yöntemler hiç ortaya çıkmazdı, öyle değil mi?

pria
02-11-2013, 10:34
Sayın birnefestoprak,

Dün akşam CNNTurk'te Londra ve Newyork gibi büyük kentlerde ''şehir tarımcılığından'' söz ediliyordu..Sizin bilginiz vardır bu konuda..yani insanlar o büyük kentlerin kıyılarında veya çevrelerindeki tarla veya bahçelerde kişisel tarım yapmaya özendiriliyor gibi anladım ben..
veya o büyük megakent etrafındaki köylüler kentin beslenmesi için özendirilip teşvik ediliyor olabilir..

Ayrıca, Newyork, Londra gibi kentlerde kişi başına 20-22 m2. yeşil alan düşerken, İstanbul'da bunun 1.2 m2. olması ne kadar dramatik bir kentleşme olgusu içinde olduğumuzu hatırlattı bana..

Bu konuda bildiklerinizi yazabilir misiniz?

pria
02-11-2013, 10:42
Sayın MeTePe,

Organik olsun olmasın, ürünlerin büyük kentlerdeki yüksek fiyatlı oluşunun ana nedeni aracılardır.
Tekirdağ/Şarköy'de kilosu 1 lira bile olmayan Kardinal üzüm nasıl olup ta market raflarında 3.5-4 liraya fırlıyor?
Köylünün tarlasından 40 kuruşa alınan ıspanak market rafında niye 3.5 lira olabiliyor?
Bunlara kafa yormak gerek..
Köylüden 1.3 liraya alınan baldo pirinç markette niye 6-6.5 lira oluyor?

Üreticinin cebine biraz daha katkı yapabilecek bir dağıtım ve pazarlama örgütlenmesi yapılabilse, inanın çiftçi daha bir şevkle üretir ve dolayısıyla tüketici de daha ucuza tüketme olanağı bulunur..
Sistemi sorgulamak lazım..
Gıdada hem üreticinin hem de tüketicinin aleyhine işleyen soygun düzeninin çarklarını kırmak gerek..
Bu yapıldığında, organik ürün üretimi de artar..fiyatı da ucuzlar..

pria
02-11-2013, 11:14
- Organik tarımın masraflı olup olmadığı hakkında bir fikrim yok. Ancak, markete gittiğimde "organik" tabir edilen ürünlerin hibrit veya ıslah edilmiş ürünlerden en az 4-5 kat daha pahalı satıldığını görüyorum.

- Ürün kalitesi dikkate alındığında organik ürünler genellikle eciş bücüş, kurtlu ve dayanıksızken, hibrit veya ıslah edilmiş ürünlerin daha dayanıklı, daha güzel ve daha lezzetli olduğunu görüyorum.

Ben organik ürünlerin 4-5 kat daha pahalı olduğu savınıza pek katılamıyorum..Organik ürünler, sıradan ürünlere göre genelde 1-1.5 kat pahalıdır..Bazı kalemlerde bu oran en fazla 3 kata kadar çıkabilir..

Örneğin, sıradan saf keçi peynirini 25 liradan alıyorsanız, organiğini 50 liraya, sıradan keçi tereyağının kilosunu 25 liradan alıyorsanız organiğini 35-40 liradan alabilirsiniz.

Sıradan, orta kalite pirinci 3.5-4 liradan alırken organiğini 10 liradan alabilirsiniz.

Sıradan bir 350 gramlık reçeli 4 liradan alırken organiğini 10 liradan bulabiklirsiniz..

Pazarda sıradan bir elmayı 2 liraya alıyorsanız organik pazarda 4-5 liradan bulabilirsiniz.
Sıradan nohut, fasulye, mercimeğin kilosu 4-5-6 lira ise, organik sertifikalı olanlarının kilosunu 10-11 liradan bulabilirsiniz.
Daha çok örnekler verebilirim..
Ama ben 4-5 kat pahalı bir ürüne tanık olmadım henüz..Siz örnek verirseniz öğrenmiş olurum..

Ayrıca, hibrit türlerin organik ürünlerden daha az lezzetli olduğu savınıza da katılmıyorum..
Bizim Kartal'daki organik pazardan bir demet maydanoz alın bir de sıradan bir maydanozla kıyaslayın, bakalım hangisi damağınızda ben daha bir maydanozum diyecek?
Elma için de, domates için de hepsi için de durum böyledir..
Bir de hibrit türlerin daha dayanıklı olduğu savınıza da katılmıyorum..Ben pazarda Bilecik'li bir köylüden hiç ilaç yüzü görmemiş, bazıları kurtlu elmalardan alırım, evde 3-4 ay dayanır..Diğer elmalarda mümkün değil..lezzet yönünden de öyle..Örneğin, kimyasal gübre ile yetişen bir kavun alın, organik olanından çok daha önce göçüp çürümeye döner..Kimyasal gübre ile yetişmiş domates bile organiğinden çok daha az dayanır.
Daha dayanıklı olanlar yoğurt gibi koruyucu katılan ürünlerdir..Organik yoğurt çabucak ekşir..Süt te öyle..
Belki sizin damak tadınız hibritlerin tadına çok aşina olduğu için artık organik ürünlerin gerçek lezzetini tanıyamıyor olabilir :))
Nutella'nın lezzetine müptela olan bir kişiye asla doğal fındık kremasını beğendiremezsiniz..

MeTePe
02-11-2013, 16:30
Sn. pria ve birnefestoprak,

Yorumlarınız için teşekkür ederim. Ancak sanıyorum bir nokta yanlış anlaşıldı. Benim organik ürün ve hibrit/kimyasal ürün arasında yaptığım kıyaslamalar sadece market raflarında gördüğüm ürünlerle sınırlı değil.

Hem evimin terasında, hem de bir yakınımın şehir dışındaki bahçesinde hobi olarak çeşitli ürünler yetiştiriyoruz. Bunlar içerisinde doğal tohumlardan yetiştirilenler olduğu gibi, hibrit tohumlar da var. Örneğin sadece domatesin 4-5 ayrı çeşidini dikiyoruz.

5-6 yıllık deneyim sonrasında "lezzet"le ilgili en önemli unsurun tohum bir kenara bırakılırsa olgun ve dalından koparılmış ürün olduğu kanaatindeyim. Örneğin marketlerde satılan Cobra domatesler pek de matah olmamasına rağmen, kendi yetiştirdikleriniz gerçekten lezzetli oluyor.

Diğer taraftan, bir büyükşehir merkezinde yaşayan bir insan olarak her türlü yerel ürünü gidip üreticisinden almak haliyle mümkün değil. Ayrıca, yetiştirmeye çok uğraşıp iklim ve toprak koşulları nedeniyle üretemediğiniz ürünler de var. Bunları her halukarda satın almak durumundasınız.

Bir ürünün pazarlanmasında aracıların arslan payını aldığı da bir gerçek. Ama biliyorsunuz bazen bir ürünün etiketi ürünün kendisinden daha pahalı olabiliyor. Organik ürünler de öyle.

Sn. pria,
Organikler daha dayanıklı ifadenize katılmıyorum. Dediğim gibi sadece domatesin 4-5 ayrı türünü yetiştiriyoruz. Örneğin tamamen aynı şartlarda yetişmiş marmande domatesler cobralardan daha hızlı çürüyor. Mısır örneğini daha önce vermiştim. Hibrit mısırlar doğal olanlara kıyasla inanılmaz lezzette ve kalitede ürün veriyor. Ayrıca, kendim köy sütünden yoğurt da yaparım. En az marketteki yoğurt kadar dayanıklı durur. Eğer süzme yoğurt yaparsam 3 ay bile dayandığı oluyor.

Şimdi bir konunun yanlış anlaşılmasını istemem. Tüm doğal ürünleri bir kenara bırakıp hibritlere geçelim falan gibi bir iddiam yok. Tam tersine, pek çok yerel ve doğal tohumu kendi çapımda üretmeye çalışıyorum. Benim tartışmaya açmak istediğim şey, organik olmayan tarımın da bir gereksinim sonucu ortaya çıkmış olmasıdır. Şimdi organik tarıma geri dönüşün zaman içerisinde oluşan bu büyük talebi nasıl karşılayacağını sorguluyorum.

Geçen yıl okuduğum ABD'de yapılan bir ankette, insanların ucuz, lezzetli ve gösterişli ürünleri daha fazla tercih ettiği, nasıl üretildiğiyle fazla ilgilenmediği yazıyordu. Son yıllarda bu eğilim yavaş yavaş değişiyor olabilir. Ama organik olmayan tarıma her zaman ciddi bir talep olacağı kanısındayım. Konuyu GDO'ya bağlayacak olursak, GDO'lu ürünler de hibrit tohum üretmenin uç noktadaki bir teknolojisi. Yani kaçınılmaz bir gelecek. Ayrıca, GDO üretim teknikleri, diğer canlılarda da gen aşılama için kullanılabilecek teknolojiler içeriyor. Bu teknolojiler zaman içerisinde tedavisi olanaksız gözüken bazı hastalıkların iyileştirilmesi için umut vadediyor.

Buradaki herkesle hem fikir olduğum bir konu var. GDO üretimi belli şirketlerin tekeline girmiş durumda. Bu tekelin önünü kesmek ve insanlığı bunlara mecbur bırakmamak çok önemli. Ancak, bunu yapmak GDO teknolojisine karşı olmak anlamına gelmiyor. Bizim yerel bir GDO teknolojisi üretmek bir yana, test etme imkanlarına dahi sahip olmadığımız geçen seneki pirinç fiyaskosunda ortaya çıktı. Bundan kaçarak, görmezden gelerek veya üstünü örterek kurtulmamız mümkün değil. Bana göre bu biraz "elektrik çarpar" diye elektrik kullanımına karşı olmaya benziyor.

birnefestoprak
02-11-2013, 17:21
Irili ufakli bircok kentte belediyeler vatandasa 'community gardening (birebir cevirirsek toplum bahceciligi)' icin yer sagliyor. Benim yasadigim yerde, farkli bolgelerde insanlarin ulasim durumlarina ve talebe gore ayrilmis ve birbirinden ayri isimlerle anilan bahceler var. Buralara yillik az miktarda bir para oduyorsunuz, size cok buyuk olmayan ama sebzelerin nasil yetistirilecegini ogrenebileceginiz, toprakla oynayip stres atabileceginiz, yetistirdiginiz sebze/meyveleri dalindan koparip yiyebileceginiz kadar birkac metrekarelik alan saglaniyor. Sanirim cicek yetistirmenize de musaade ediyorlar. Buralarda kompost yapimi, sulama, gubreleme gibi bircok konuda ortak yapilan ve ogrenilen faaliyetler de oluyor.

'Community gardening' ile 'urban farming (sehir tarimciligi)' birbirinden farkli. Sehir tarimciligi genelde ticari oluyor. Amerika'da bahceli evler cok yaygin oldugu icin, bahceleri de evin yerine gore oldukca buyuk olabiliyor. Eger evin bulundugu yer, tapuda tarim arazisi olarak gozukuyorsa, oraya ciftlik kurabilirsiniz. Hayvan seslerinden ve tezek kokusundan komsulariniz bir noktadan sonra rahatsiz olabilir ama bu yasal olarak mumkun ki pratikte de var. Benim tohum uretimini yaptigim keci ciftligi, sehir icinde yer aliyor ornegin. 8-10 donumluk bir alana oturuyor.

Yine sehirle baglantisi yakin olacak, kolay ulasilacak sekilde, uyelik uzerinden calisan daha buyuk ciftlikler de var. Yakinlarda ziyaret etmek istedigim bir tanesinin 80 donum arazisi var. Simdilik bunun 40 donumunu kullaniyorlar. 300 uyeleri var. Ortalama 4 kisiden deseniz, en az 1200 kisiyi besliyor. Urunlerini pazarda da satiyorlar. Yani, 40 donum sadece 1200 kisiye degil, ondan daha fazlasina sebze/meyve sagliyor. Bu, benim ilerde yapmak istedigim birsey.

Sehir ciftliklerinden bazilari da kar amaci gutmeyen ciftlikler; yani aldiklari uyelik aidatlarini ciftligi dondurmek, gonulluluk faaliyetleri ve calisanlarin maaslarini odemek gibi isler icin kullaniyorlar. Evimize 15-20 dakika mesafede olan bir tanesi degisik miktarlarda urun sunan odeme seceneklerine sahip. Bu seceneklerden bir tanesinde senelik 850 dolar oduyorsunuz. Ciftlikte kurduklari pazar yerine gidip hasattan belirtilen miktarda urunleri kutunuza dolduruyorsunuz. Bu, haftalik oluyor ve topladiklariniz 2 kisiye yetecek kadar.

Bunlarin yaninda, kendi evinin bahcesinde sebze yetistirenlerin de zaman zaman basi belaya girmiyor degil. Ara ara garip dava konulari duyuyoruz. Bazen belediyeler, goruntuyu bozdugu ve sehir planlamasina aykiri oldugunu soyleyerek, yola bakan on bahcelerinde sebze yetistiren insanlari mahkemeye verebiliyor. Amerika'da on bahcenin cimle kaplanmasi bir efsanedir. Cim, belli boyda olacak, yemyesil olacak, hastalik belirtisi gostermeyecek diye Amerika'daki sehir suyunun yanlis hatirlamiyorsan %50'si cim sulamasina giderken, planlamaya uymuyor diye bana gore cok daha mantikli ve ic acici olan sebze ekimine karsi cikabiliyorlar. Iki ornegi icin bkz:

Vegetable Garden Brings Criminal Charges in Oak Park, Michigan - ABC News (http://abcnews.go.com/US/vegetable-garden-brings-criminal-charges-oak-park-michigan/story?id=14047214)
Florida Man Fights To Keep Vegetable Garden In Front Yard : Freedom Outpost (http://freedomoutpost.com/2012/11/florida-man-fights-to-keep-vegetable-garden-in-front-yard/)

Bu tip dava ornekleri, urunlerinde GDO barindiran sirketlerin cok hosuna gidiyordur tabii...

Sayın birnefestoprak,

Dün akşam CNNTurk'te Londra ve Newyork gibi büyük kentlerde ''şehir tarımcılığından'' söz ediliyordu..Sizin bilginiz vardır bu konuda..yani insanlar o büyük kentlerin kıyılarında veya çevrelerindeki tarla veya bahçelerde kişisel tarım yapmaya özendiriliyor gibi anladım ben..
veya o büyük megakent etrafındaki köylüler kentin beslenmesi için özendirilip teşvik ediliyor olabilir..

Ayrıca, Newyork, Londra gibi kentlerde kişi başına 20-22 m2. yeşil alan düşerken, İstanbul'da bunun 1.2 m2. olması ne kadar dramatik bir kentleşme olgusu içinde olduğumuzu hatırlattı bana..

Bu konuda bildiklerinizi yazabilir misiniz?

birnefestoprak
02-11-2013, 18:05
Diğer taraftan, bir büyükşehir merkezinde yaşayan bir insan olarak her türlü yerel ürünü gidip üreticisinden almak haliyle mümkün değil. Ayrıca, yetiştirmeye çok uğraşıp iklim ve toprak koşulları nedeniyle üretemediğiniz ürünler de var. Bunları her halukarda satın almak durumundasınız.

Ben de diyorum ki, sivil toplum bu tip ureticiler icin talebini ortaya koyarsa, mumkun olur. Iklim ve toprakla ilgili sorunlar bir sekilde asilabilir.

Ince kabuklu pembe domatesi veya depolamaya uygun olmayan cesidi yetistirirseniz, tabii ki daha cabuk bozulur. Hemen tuketmeniz lazim. Depolamaya musait Kirkagac Kavunu'yla ince kabuklu Duvelek'in raf omru bir olamayacagi gibi domatesler arasinda da kullanim acisindan farklar bulunur. Dunyada bilinen 5500 civarinda geleneksel domates cesidi var. Bunlarin icinde kalin kabuklu olan, raf omru uzun olanlar da vardir. Binlerce domates arasindan 4-5 tanesini yetistirip butun geleneksel tohum cesitleri icin genelleme yapmaniz dogru degil.

Siz hangi geleneksel misiri yetistirdiniz, adini verebilir misiniz? Bir de tohumunu nerden aldiniz?

Sn. pria ve birnefestoprak,

Yorumlarınız için teşekkür ederim. Ancak sanıyorum bir nokta yanlış anlaşıldı. Benim organik ürün ve hibrit/kimyasal ürün arasında yaptığım kıyaslamalar sadece market raflarında gördüğüm ürünlerle sınırlı değil.

Hem evimin terasında, hem de bir yakınımın şehir dışındaki bahçesinde hobi olarak çeşitli ürünler yetiştiriyoruz. Bunlar içerisinde doğal tohumlardan yetiştirilenler olduğu gibi, hibrit tohumlar da var. Örneğin sadece domatesin 4-5 ayrı çeşidini dikiyoruz.

5-6 yıllık deneyim sonrasında "lezzet"le ilgili en önemli unsurun tohum bir kenara bırakılırsa olgun ve dalından koparılmış ürün olduğu kanaatindeyim. Örneğin marketlerde satılan Cobra domatesler pek de matah olmamasına rağmen, kendi yetiştirdikleriniz gerçekten lezzetli oluyor.

Diğer taraftan, bir büyükşehir merkezinde yaşayan bir insan olarak her türlü yerel ürünü gidip üreticisinden almak haliyle mümkün değil. Ayrıca, yetiştirmeye çok uğraşıp iklim ve toprak koşulları nedeniyle üretemediğiniz ürünler de var. Bunları her halukarda satın almak durumundasınız.

Bir ürünün pazarlanmasında aracıların arslan payını aldığı da bir gerçek. Ama biliyorsunuz bazen bir ürünün etiketi ürünün kendisinden daha pahalı olabiliyor. Organik ürünler de öyle.

Sn. pria,
Organikler daha dayanıklı ifadenize katılmıyorum. Dediğim gibi sadece domatesin 4-5 ayrı türünü yetiştiriyoruz. Örneğin tamamen aynı şartlarda yetişmiş marmande domatesler cobralardan daha hızlı çürüyor. Mısır örneğini daha önce vermiştim. Hibrit mısırlar doğal olanlara kıyasla inanılmaz lezzette ve kalitede ürün veriyor. Ayrıca, kendim köy sütünden yoğurt da yaparım. En az marketteki yoğurt kadar dayanıklı durur. Eğer süzme yoğurt yaparsam 3 ay bile dayandığı oluyor.

Şimdi bir konunun yanlış anlaşılmasını istemem. Tüm doğal ürünleri bir kenara bırakıp hibritlere geçelim falan gibi bir iddiam yok. Tam tersine, pek çok yerel ve doğal tohumu kendi çapımda üretmeye çalışıyorum. Benim tartışmaya açmak istediğim şey, organik olmayan tarımın da bir gereksinim sonucu ortaya çıkmış olmasıdır. Şimdi organik tarıma geri dönüşün zaman içerisinde oluşan bu büyük talebi nasıl karşılayacağını sorguluyorum.

Geçen yıl okuduğum ABD'de yapılan bir ankette, insanların ucuz, lezzetli ve gösterişli ürünleri daha fazla tercih ettiği, nasıl üretildiğiyle fazla ilgilenmediği yazıyordu. Son yıllarda bu eğilim yavaş yavaş değişiyor olabilir. Ama organik olmayan tarıma her zaman ciddi bir talep olacağı kanısındayım. Konuyu GDO'ya bağlayacak olursak, GDO'lu ürünler de hibrit tohum üretmenin uç noktadaki bir teknolojisi. Yani kaçınılmaz bir gelecek. Ayrıca, GDO üretim teknikleri, diğer canlılarda da gen aşılama için kullanılabilecek teknolojiler içeriyor. Bu teknolojiler zaman içerisinde tedavisi olanaksız gözüken bazı hastalıkların iyileştirilmesi için umut vadediyor.

Buradaki herkesle hem fikir olduğum bir konu var. GDO üretimi belli şirketlerin tekeline girmiş durumda. Bu tekelin önünü kesmek ve insanlığı bunlara mecbur bırakmamak çok önemli. Ancak, bunu yapmak GDO teknolojisine karşı olmak anlamına gelmiyor. Bizim yerel bir GDO teknolojisi üretmek bir yana, test etme imkanlarına dahi sahip olmadığımız geçen seneki pirinç fiyaskosunda ortaya çıktı. Bundan kaçarak, görmezden gelerek veya üstünü örterek kurtulmamız mümkün değil. Bana göre bu biraz "elektrik çarpar" diye elektrik kullanımına karşı olmaya benziyor.

MeTePe
03-11-2013, 00:32
Siz hangi geleneksel misiri yetistirdiniz, adini verebilir misiniz? Bir de tohumunu nerden aldiniz?

Açıkcası cinsini bilmiyorum. Tohum konusunda o kadar bilgi sahibi değilim. Konya Ereğli bölgesinde eskiden beri yetiştirilen yetiştirilen, çok övdükleri ve üreticinin kendisine tohumluk olarak ayırdığı bir koçandan yetiştirdim.

Aynı mısırın yanında hibrit mısırlar ve tohumunu kanadadan getirdiğimiz geleneksel renkli mısırlar vardı. Hepsi aynı toprakta, yanyana aynı koşullarda yetişmesine rağmen yerli mısır oldukça sönük kaldı. Koçanlarda tane sayısı az oldu. Boyları da diğerlerinin yanında güdük kaldı. Aldığım kişiye ulaşabilirsem adını öğrenip yazarım.

Şimdi siz bir üretici olarak kullandığınız tohumların niteliklerine göre tercihlerde bulunabilir, bilinçli hareket edebilirsiniz. Ben bir hobi üreticisiyim. Yani aslında tüketiciyim. Ürün alırken de sizin bahsettiğiniz kadar ayrıntılı tercihlerde bulunamam. Domates almaya gittiğimde markette 5000 cins değil, genellikle 2 cins domates olur. Ucuz domates, bir de salkım domates. Belli dönemlerde de Ayaş domatesi gibi yerli ürünler olur. Bunlarda genellikle normalin 2 katı fiyatla satılır. (Aslında bunların da doğal yollardan yetişmediğini bizzat Ayaş'tan domates alırken görüyorum. Her türlü gübre, kimyasal, ilaç vs. kullanılıyor. Hatta Ayaş'ta yetiştirilen hibrit veya ıslah edilmiş domatesler bile Ayaş domatesi diye satılıyor.)

İdealize edilmiş bir tarım dünyasında tamamen doğal, organik ürünler kulağa hoş gelebilir. Ancak ben gerçekte yaşadığımız dünyadan bahsediyorum. Yani sıradan bir vatandaş olarak pazardan, marketten alacağımız ürünler beni daha çok ilgilendiriyor. Bahsettiğiniz şehir tarımı veya hobi üreticiliği güzel şeyler. Ben de yapıyorum. Ama kışın biber domates yemek istersem Antalya'da serada yetiştirilmiş ürünlere mecburum. Açıkcası, organik tarımın buna yanıt vermekte yeterli olabileceğine de çok fazla inancım yok. Çiftçi de buna fazla bel bağlamıyor olsa gerek ki, hala endüstriyel tarıma devam ediyor. Benim söylemeye çalıştığım da bu. Yanılmıyorsam Türkiye'ye her yıl tonlarca kaçak hibrit tohum giriyor. Belki de GDO'lu tohum bile giriyordur.

En başta tartışmaya açmak istediğim de işin tam bu kısmı... Arz ve talep ortadayken organik tarım bunu nasıl aşabilir? Üreticinin geleneksel tohumlarını bir kenara koyup endüstriyel tohumları kullanması nasıl önlenebilir. Her evin kendi ürününü yetiştirmesi buna yanıt olamaz. Aksi halde tarımla uğraşacak çiftçiye de gerek kalmazdı.

birnefestoprak
03-11-2013, 02:27
Açıkcası cinsini bilmiyorum. Tohum konusunda o kadar bilgi sahibi değilim. Konya Ereğli bölgesinde eskiden beri yetiştirilen yetiştirilen, çok övdükleri ve üreticinin kendisine tohumluk olarak ayırdığı bir koçandan yetiştirdim.

Sizin iklim kosullariniza musait bir cesit degildir, yetistirirken dikkat etmeniz gereken seyleri goz ardi etmissinizdir vs vs. Hem tuketici oldugunuzu soyluyorsunuz, hem de olasi yetistirme hatalarindan geleneksel tohumlari sorumlu tutuyorsunuz :) Varsayalim ki, size kocani gonderen uretici size aslinda o kadar da iyi olmayan bir cesidi cok kaliteli oldugunu soyleyerek gonderdi. Ya da belki de size gonderdigi geleneksel cesit, aslinda o kadar iyi sonuc vermeyen bir cesit. Size gelen misir, iyi sonuc vermeyince, butun geleneksel tohumlar kalitesiz mi oluyor? Ayni mantiktan hareketle, raf omru uzun olan bir hibrit cesit eger lezzetsizse, butun hibrit tohumlar kalitesiz mi diyeceksiniz?

Ürün alırken de sizin bahsettiğiniz kadar ayrıntılı tercihlerde bulunamam. Domates almaya gittiğimde markette 5000 cins değil, genellikle 2 cins domates olur.

Size 5000 cesit domatesi birden ayni anda yetistirin demiyorum ki. Belli ki 5000 cesit icinden begeninize uymayan, raf omru cok kisa olan 2 cesidi yetistirmissinizdir diyorum. Sizdeki de ne sans, 5000 icinde gidip 2 tane begenmeyeceginiz cesit bulmussunuz :) Raf omru kisa geldiyse, raf omru uzun olan kalin kabuklu bir geleneksel cesidi yetistirirsiniz, bu kadar basit. Madem karsilastirma yapacaksiniz, kalin kabuklu geleneksel cesitle kalin kabuklu hibriti karsilastirmaniz lazim.

İdealize edilmiş bir tarım dünyasında tamamen doğal, organik ürünler kulağa hoş gelebilir. Ancak ben gerçekte yaşadığımız dünyadan bahsediyorum. Yani sıradan bir vatandaş olarak pazardan, marketten alacağımız ürünler beni daha çok ilgilendiriyor.

Ben de diyorum ki pazara gelen urunlerin yetistirilme kosullari bakimindan vatandas talepte bulunacak ki organik urunden satin alma sansiniz olsun. Biz de uzayda yasamadigimiza gore, gercekte yasadigimiz dunyada meydana gelen artistan bahsediyorum. Organik urunu ciftci yetistiriyor. Ayni sehrin fiziki sinirlari icinde, bakkala gider gibi ciftlige gitmiyorsunuz herhalde. Yerel deyince 50-100 km gibi mesafelerden bahsediyoruz ki Amerika'da bu mesafeler de cok daha azaliyor. Adam urununu yetistiriyor, sonra pazara getirip satiyor ya da markete satiyor, musteri de gidip marketten aliyor. Urun, talebe gore gunluk geliyor cunku yetistirilirken kimyasal kullanilmamis. Eger market, kullanim suresi gecen mali satiyorsa, markete sikayette bulunacaksiniz, ciftcinin o iste bir rolu yok.

Açıkcası, organik tarımın buna yanıt vermekte yeterli olabileceğine de çok fazla inancım yok.

Teknik ve istatistiklerle ortaya konan konularda inanc ustunden karar vermemiz mumkun degil.

Çiftçi de buna fazla bel bağlamıyor olsa gerek ki, hala endüstriyel tarıma devam ediyor... Üreticinin geleneksel tohumlarını bir kenara koyup endüstriyel tohumları kullanması nasıl önlenebilir.

Ciftci, piyasaya uretim yapsa dahi, kendi evinin arka bahcesinde geleneksel cesitlerini ekmeye devam eder. Geleneksel tohumlar bugune nasil ulasti saniyorsunuz? Bu ifadeniz de maalesef hibrit tohumla geleneksel tohum arasinda kalite acisindan bir degerlendirme sunmuyor.

Arz ve talep ortadayken organik tarım bunu nasıl aşabilir?

Talep arttikca, organik tarim yapan ciftlikler de artiyor. Adam para kazanmayacagi ise niye girsin ki :) Kar ediyor ki organik tarim yapiyor.

Her evin kendi ürününü yetiştirmesi buna yanıt olamaz.

Ben boyle bir konudan bahsettigimi hatirlamiyorum. Kendi evinizin bahcesinde sebze yetistirebilirsiniz. Aldiginiz urun ev ahalisini doyurmaya yeter veya yetmez, bu baska bir konu. Evde sebze yetistirmenizle ciftcinin yaptigi uretim arasinda nasil bir baglanti var?

Aksi halde tarımla uğraşacak çiftçiye de gerek kalmazdı.

Bu da dogru degil. Organik tarima talebin artmasiyla birlikte ciftlik sayilari artiyor diyorum. Ciftlik sayisi artinca, ciftci sayisi artmis mi yoksa azalmis mi oluyor?

Bakin, Washington Eyaleti'yle ilgili ilk arayista buldugum bir rapor:
http://aenews.wsu.edu/july02aenews/organics/organics.pdf.

Sekil 1'e bakarsaniz 1993-2002 yillari arasinda acre (yaklasik 4 donume tekabul eder) olarak organik tarim arazilerindeki degisim goruluyor. 1993'te 6188 acre'ken 2002 yilinda 43166 acre olmus. Artmis mi azalmis mi?

USDA (United States Department of Agriculture)'in organik tarimla ilgili hazirladigi istatistiki calismanin ozunu Chicago Tribune gecmis: Organic farms on the rise - chicagotribune.com (http://www.chicagotribune.com/features/sns-green-certified-organic-farms,0,6467900.story)

Ne diyor haberde?

The survery said there are 14,540 farms that were USDA certified organic or exempt from certification because sales are less than $5,000 -- including 129 in Maryland. The number has doubled at least twice since 1990.

USDA'in 5000 dolarin altinda yillik kazanci olan ciftliklere, organiklik sertifikasini bedava verdiginden bahsediyor. Yani diger bir ifadeyle organik tarim yapan kucuk uretici devlet eliyle tesvik ediliyor. Bu kucuk ciftliklerin sayisi 14540 civarindaymis ve bu sayi 1990'dan bu yana 2 kat artmis. Yani daha fazla ciftci organik tarima gecis yapmis.

They farm 4.1 million acres of land in all 50 states, though California is home to 20 percent of the farms. That's up from about 1 million acres in 1990. (It's still only about a percent of all farmed crop and pasture land.)

Bu ciftlikler ulkenin tamaminda 4.1 milyon acre (~16 milyon donum) yer kapliyormus ve bunlarin %20'si Kaliforniya'daymis. Bu sayi, 1990'daki 1 milyondan 4 kat artarak bugune gelmis. Toplam tarim faaliyetleri icindeki orani hala cok dusuk, %1 civarinda diye de ekliyor.

In 2008, sales of organic products nationwide totaled $3.16 billion. Some $1.94 billion was spent on crops and $1.22 billion on livestock, poultry and their products.

2008'de ulke genelinde organik urun satisi 3.16 milyar dolar civarindaymis.

Organic farming is largely local with about 44 percent of sales were made within 100 miles from the farm. Though, just 7 percent were direct to consumers at farmers' markets and other means. The rest went to wholesalers and retailers.

Organik ciftcilik buyuk oranda yerelmis ve soz konusu ciftliklerin satislarinin %44'unun buyuk kismi ciftlikten 160 km mesafe icindeki marketlere dagitiliyormus (daha once bahsettigim yerellik). Pazarlarda dogrudan pazar musterisine satilan oran ise henuz %7'ymis.

Haberin alt basligi:
Survery shows farmland dedicated to organic crops is growing

Arastirma, organik tarima ayrilan arazilerde artis oldugunu gosteriyor.

MeTePe
03-11-2013, 18:06
Sn. birnefestoprak,
Yorumlarınız için teşekkür ederim ama bunlar benim sorularıma yeterli yanıtı vermiyor.

Sizin iklim kosullariniza musait bir cesit degildir, yetistirirken dikkat etmeniz gereken seyleri goz ardi etmissinizdir vs vs. Hem tuketici oldugunuzu soyluyorsunuz, hem de olasi yetistirme hatalarindan geleneksel tohumlari sorumlu tutuyorsunuz :)
...
Size gelen misir, iyi sonuc vermeyince, butun geleneksel tohumlar kalitesiz mi oluyor? Ayni mantiktan hareketle, raf omru uzun olan bir hibrit cesit eger lezzetsizse, butun hibrit tohumlar kalitesiz mi diyeceksiniz?


Öncelikle bahsettiğim mısır tohumu sadece bir örnek idi. Elbette tek bir örnekten yola çıkarak bir genelleme yapacak değilim. Bundan başka deneyimlerim de oldu ama hepsini tek tek analiz etmek bizi bir yere ulaştırmaz. Zaten bu benim uzman olduğum bir konu da değil.

Ancak, ben piyasanın en iyi laboratuar olduğunu düşünürüm. Siz mükemmel bir ürün ortaya çıkartabilirsiniz, piyasa bunu beğenmezse hiç bir kıymeti olmaz.

Çiftçinin organik tarım yerine konvansiyonel tarımı tercih etmesi benim ektiğim mısırın başarısız olması ve buradan bir genelleme gitmem değil... piyasanın tercihlerini bu yönde kullanmasıdır. Yani piyasa kendi "genellemesini" yapmış, kendi tercihlerini belirlemiş.

Ben de diyorum ki pazara gelen urunlerin yetistirilme kosullari bakimindan vatandas talepte bulunacak ki organik urunden satin alma sansiniz olsun.
...
Ayni sehrin fiziki sinirlari icinde, bakkala gider gibi ciftlige gitmiyorsunuz herhalde. Yerel deyince 50-100 km gibi mesafelerden bahsediyoruz ki Amerika'da bu mesafeler de cok daha azaliyor.

Doğru diyorsunuz da, bildiğiniz gibi bir ürünün satışındaki önemli bazı kriterler ulaşılabilirliği ve fiyatıdır. Anamur muzu için kalkıp Antalya'ya gidemem. Eğer dünyanın öbür ucundan gelen gösterişli ithal muz 2TL'ye satılırken, ufak tefek anamur muzu 3,5-4TL'ye satılırsa bu ürüne talep olmaz.

Talep arttikca, organik tarim yapan ciftlikler de artiyor. Adam para kazanmayacagi ise niye girsin ki Kar ediyor ki organik tarim yapiyor...

Kazansın, yapsın... benim itirazım yok. :) Ancak sizin verdiğiniz yazılarda da bu işin teşvik edildiğinden bahsediyorsunuz. Bir şeyi ne zaman teşvik edersiniz? Eğer insan o işi yapmaktan kaçınıyorsa, öyle değil mi?

Ayrıca verdiğiniz yazıda, bu teşvikden yararlanan çiftçilerin %78'i bu işe devam edeceğini söylemiş. Az da olsa memnun olmayanlar da olmuş. Tüm bu artışa rağmen organik tarım halen %1 seviyesinde kalmış.

Organik tarıma gerçekten çok ciddi bir talep olsaydı 1990'dan bu yana (yani 20 yılda) sizce çiftçilerin ağırlıklı bir kısmı teşvik falan olmadan kendiliğinden bu işe meyletmez miydi?

Bu da dogru degil. Organik tarima talebin artmasiyla birlikte ciftlik sayilari artiyor diyorum. Ciftlik sayisi artinca, ciftci sayisi artmis mi yoksa azalmis mi oluyor?

Ben böyle bir ifadede bulunmadım. Daha önceki mesajınızda yazdığınız community gardening ve urban farming açıklamalarınıza gönderme yapmıştım. Organik tarımla uğraşanların arttığı konusunda da hem fikirim. Aksini iddia etmedim. Sadece bunun hangi noktaya kadar çözüm olabileceğini tartışıyorum.

A number of researchers have estimated that organic foods might eventually expand to 10-15% of total food sales. Price premiums will influence the expansion, as will the continued shift of conventional
farming to more sustainable approaches. It is not inconceivable that for certain crops organic production could become the norm if production costs are equal to or less than other systems

Verdiğiniz yazının sonuç kısmında yazan bu ifade bile %10-15 gibi bir pay öngörmüş. Benim söylediğimden pek de farklı olmayarak fiyat kriterinden bahsetmiş. Demek ki piyasa oyunu böyle oynuyor.

********************
Şimdi sanıyorum yazdıklarımı belli bir önyargı ile yaklaşıyorsunuz. Organik tarıma karşı falan değilim. Hatta destek bile veririm.
Ama sıradan bir tüketici olarak henüz benim taleplerimi karşılamıyor. Siz diyorsunuz ki, talep ederseniz organik tarım artar. Benim talep etmem için;
1. Bu tercihin önüme konulması
2. Kabul edebileceğim niteliklere sahip olması gerekir:
2a) Kalitesi
2b) Fiyatı
2c) Ulaşılabilirliği

Diyorsunuz ki, organik olan kalitelidir, lezzetlidir. Her ne kadar deneyimlerim her zaman olmasa da "genellikle" aksini gösterse de, bir uzman olarak bu görüşünüzü kabul etmeye razıyım. Ancak hala önümüzde diğer sorunlar duruyor.

pria
03-11-2013, 18:40
Anamur muzu için kalkıp Antalya'ya gidemem. Eğer dünyanın öbür ucundan gelen gösterişli ithal muz 2TL'ye satılırken, ufak tefek anamur muzu 3,5-4TL'ye satılırsa bu ürüne talep olmaz.

.

Bir ürünün albenili, gösterişli olması satın alma nedeni olmamalı:

... Topraklarının sadece yüzde 5’inde muz üretilen Kosta Rika’nın ithal ettiği pestisitlerin yüzde 35’i muzlara sıkılıyormuş!

"Üzerimize zehir sıkıyorlar" - Organik Yaşam- ntvmsnbc.com (http://www.ntvmsnbc.com/id/24986612/)

Ben her zaman Anamur muzumuzu tercih ederim..Fiyatları birbirine yakın olsun olmasın bu tercihim değişmez..Özellikle bu yıl çok güzel ve daha irice yerli muzlar var piyasada..Onun lezzeti, rayihası asla ithal muzda yok sayın MeTePe..İthal muz iğde gibi sanki..

birnefestoprak
04-11-2013, 00:11
Ancak, ben piyasanın en iyi laboratuar olduğunu düşünürüm. Siz mükemmel bir ürün ortaya çıkartabilirsiniz, piyasa bunu beğenmezse hiç bir kıymeti olmaz.

Ben diyorum ki GDO'lu misirlari yetistirdiginiz alanin etrafindaki ciftliklerde geleneksel misir cesitleri yetistiriliyorsa, geleneksel cesitler geri donulemeyecek sekilde kontaminasyona ugruyor ve sirf bu yuzden bile organik tarim tesvik edilmeli. Siz diyorsunuz ki, piyasa istiyorsa GDOlu urun satilacak kardesim, dolayisiyla diger misirlar kaybolursa kaybolsun. Sonuc buna variyor. Piyasa ustunden degerlendirme yapip, insanligin hafizasini bunyesinde barindiran tohumlarin yok olmasina raziysaniz, diyecek birsey yok.

Anamur muzu için kalkıp Antalya'ya gidemem.

Anamur Muzu domates, salatalik gibi konvensiyonel bir bitki degil ki karsilastirma yapalim. Pekala Anamur'dan Ankara'ya getirilip satilabilir. Benim soyledigimle bunun ne alakasi var? Anamur Muzu'nu Ankara kosullarinda yetistirebilecek uretici varsin buyursun yapsin, konumuz bu degil. Ozel olarak uretimi Anamur'da yapiliyorsa urun de Anamur'dan gelir. Ama Ankara'da yetistirilmesi varken, Anamur'dan gelen domatesten bahsedebilirsiniz. O raporda, yerellik denirken uretici-tuketici arasinda 160 km gibi bir mesafeden bahsediliyor. Eger ayni olcegi Turkiye'ye uyarlarsak, yaklasik olarak Cankiri-Ankara arasi yapiyor diyelim ki 2 saatlik bir mesafe yapiyor. Ornegin bu da olcek olarak yerel sayilir. Organik ciftligi sizin oturdugunuz mahallede kuracak degiller.

Organik tarim ihtiyaci karsilamiyor diyen sizdiniz. Ben de dedim ki, 30-40 yildir organik tarim uygulamalari zaten cok az yapiliyor, ihtiyaci nasil karsilasin. Son yillarda artisa gecmis durumda, pastadaki payi cok dusuk oldugu icin bundan sikayet ediyoruz, daha yukselmeli diyoruz. Organik tarima talep artiyor, arttikca da organik uretim yapan ciftliklerin sayisi artiyor bu kadar basit. Daha bugun bunlardan birisinde kurulan pazara gittim, ortalik insan kayniyordu.

USDA'den piyasayla ilgili baska bir degerlendirme: USDA ERS - Organic Agriculture: Organic Market Overview (http://www.ers.usda.gov/topics/natural-resources-environment/organic-agriculture/organic-market-overview.aspx#.UnbPOBCcBfs).

Organik olan kalitelidir, lezzetlidir demiyorum. Herkesin bir agiz tadi var, benim begendigimi siz begenmeyebilirsiniz. Bakin konu organiklik de degildi, siz boyle konulari degistirip hic alakasiz noktalara yonlendirmeyi seviyorsunuz. Konu geleneksel-hibrit cesit karsilastirmasiydi. Siz, marketten aldiginiz hibritler cok lezzetli diyerek geleneksel cesitleri begenmediginizi soylediniz. Ben de size binlerce geleneksel cesit arasindan lezzeti cok da iyi olmayan, nakliyeye dayanmadigi icin markete gelene kadar bozulmus/ezilmis/curumus olanini yediyseniz, buna dayanarak topyekun bir geleneksel tohum/urun degerlendirmesi yapamayacaginizi soyledim. Bu yuzden de en kisa zamanda sebze/meyvenizi aldiginiz yeri degistirin derim. Geleneksel tohumdan yetistirilmis urunu begenmiyorsunuz, organik olani da istemeyebilirsiniz. Hormon basilmis, pestisite bezenmis sebzeleri/etleri yemenize kim engel olabilir?

Ama sıradan bir tüketici olarak henüz benim taleplerimi karşılamıyor. Siz diyorsunuz ki, talep ederseniz organik tarım artar. Benim talep etmem için;
1. Bu tercihin önüme konulması


Bilincli toplumlarda tercihler insanlarin onune konulmaz. Tuketici, daha iyisini talep eder. Iyisi yapilmiyorsa, almaktan vazgecer; uretici de urunu piyasadan cekmek zorunda kalir. Siz ve mahallenizdekiler, konvensiyonel tarim urunlerini yemekten memnunsaniz, yemeye devam edersiniz. Organik urun talep ederseniz, market organik urun getirir. Bu urunu tuketen insan sayisi arttikca da fiyati duser.

Bir de yetistirdiginizi soylediginiz geleneksel misir tohumuyla ilgili konu arada kaynamasin. Geleneksel oldugunu soylediginiz misirdan kac tane tohum ekmistiniz?

MeTePe
04-11-2013, 01:30
Bir ürünün albenili, gösterişli olması satın alma nedeni olmamalı:
...
Onun lezzeti, rayihası asla ithal muzda yok sayın MeTePe..İthal muz iğde gibi sanki..

Doğru ama bu bir realite... Albeni, gösteriş önemli kriterler olmasa reklamcılık ve ambalaj diye bir sektörler olmazdı.

Bu arada ben her iki tür muzu da alıyorum. Ama Antalya'da doğrudan tarlanın kenarında satılan muzun, ta ekvatordan Ankara'da evimin köşesindeki markete kadar gelen ithal muzun iki katı fiyatına satılması da bana dokunuyor. Anamur muzlarına ne kadar ilaç sıktıklarını da bilmiyoruz... ya da ben bilmiyorum.

Siz diyorsunuz ki, piyasa istiyorsa GDOlu urun satilacak kardesim, dolayisiyla diger misirlar kaybolursa kaybolsun. Sonuc buna variyor. Piyasa ustunden degerlendirme yapip, insanligin hafizasini bunyesinde barindiran tohumlarin yok olmasina raziysaniz, diyecek birsey yok.

Hiç bir mesajımda böyle bir şey söylemediğim gibi, böyle bir imada dahi bulunmadım. Ayrıca yanılmıyorsam kontaminasyon sadece GDO'lu ürünlerde olmaz. Bahsettiğiniz geleneksel tohum üretme yöntemleri dahi uzun vadede bir çeşit seçilmiş/yönlendirilmiş evrimdir.

Konuyu daha fazla saptırmak arzusunda değilim. Bu konuyu burada tartışmaya açmak sanıyorum yanlış oldu. Ancak, GDO kısmına gelince, laboratuarda tailor-made üretilen bir tohumla, geleneksel melezleme yöntemleriyle elde edilmiş "doğal" tohumlar arasında prensipte nasıl bir fark olabilir?

Mısır örneğinden devam edecek olursak, doğada hiç var olmamış veya oldukça farklı olan bir bitkiyi insanoğlunun bilinçli veya bilinçsiz çabalarıyla melezleyerek "mısır" adı verilen bir ürüne dönüştüreceksiniz... sonra bu mısırı çeşitli melezleme yöntemleriyle pek çok çeşitli cins ve özelliklere bürüyeceksiniz. Bunu dikip yetiştirmeniz, üretmeniz tamamen doğal olacak.

Ve tüm bunları yaparken, bu işlemin sonucunun insanoğluna uzun vadede bir zararı olup olmayacağını bir an dahi düşünmeyeceksiniz.

Ne çelişki değil mi? Bugün başımızın belası "mısır şurubu" dünyanın en önemli sağlık sorunlarının baş müsebbibi. :cool: Üstelik GDO'lu olması dahi gerekmiyor.

************
Sorunuza yanıt: Bahsettiğim mısırdan yer darlığı nedeniyle 15 adet civarında dikmiştim. Ürün iyi olmayınca bir daha da dikmedim. Bu benim satın aldığım veya sipariş ettiğim bir mısır değil. Ereğli'den bir arkadaşımın getirip verdiği bir ürün. Dediğim gibi, kendisine ulaşabilirsem cinsiyle ilgili daha detaylı bilgi almaya çalışacağım.

Şunlar evimin terasında denemek için saksıya diktiğim bir kaç tane. Daha sonra yan saksılara bir kaç tane hibrit tohum dikmiştim. Boyları ve gövde çapları neredeyse 2 katı oldu. Daha detaylı resim bulamadım ne yazık ki. Hep çiçek böcek çekmişiz.

http://img30.imageshack.us/img30/5655/2vcu.jpg

birnefestoprak
04-11-2013, 01:58
Ancak, GDO kısmına gelince, laboratuarda tailor-made üretilen bir tohumla, geleneksel melezleme yöntemleriyle elde edilmiş "doğal" tohumlar arasında prensipte nasıl bir fark olabilir?

Bu ifadeyi bir Amerikali duysa "epic fail" diyerek yorum yapardi. Misirin yuzyillarca kultivasyonunu yapan insanlar misirin genlerine toksik maddeler mi enjekte etmisler?

Uc sorum olacak:
1) Misirlari tek sira halinde mi diktiniz?
2) Yere alinmasi gereken geleneksel bir cesidi evinizin terasindaki daracik saksilara diktiginizin farkinda misiniz?
3) Saksida yetistirilmek uzere uretilmis olma ihtimali yuksek olan hibrit misirla, geleneksel misir cesidini karsilastirdiginizin farkinda misiniz?

MeTePe
04-11-2013, 16:36
Bu ifadeyi bir Amerikali duysa "epic fail" diyerek yorum yapardi. Misirin yuzyillarca kultivasyonunu yapan insanlar misirin genlerine toksik maddeler mi enjekte etmisler?


Kusura bakmayın ama bu biraz çarpıtma oldu... Golden Rice'a toksik madde mi enjekte etmişler? Altı üstü beta-caroten üreten bir gen içeriyor. O da yediğiniz havuçta da var!

Ayrıca, mısırın genine değilde üstüne toksik madde sıkmak çok farkediyor mu? Siz işin özüne değil, ayrıntısına takılıyorsunuz.


Uc sorum olacak:
1) Misirlari tek sira halinde mi diktiniz?
2) Yere alinmasi gereken geleneksel bir cesidi evinizin terasindaki daracik saksilara diktiginizin farkinda misiniz?
3) Saksida yetistirilmek uzere uretilmis olma ihtimali yuksek olan hibrit misirla, geleneksel misir cesidini karsilastirdiginizin farkinda misiniz?


Daha önceki mesajlarımda bir kaç kez belirttim ama sanıyorum iyi anlatamadım. Resimde gördükleriniz terasta görsellik için diktiğim ürünler. Bunların yanında 1-2 fide domates, biber, fasülye falan da dikiyorum. Amaç ürün almak değil, bir bahçe havası vermek. Bunun yanı sıra şehir dışında hobi için dikim yaptığımız yaklaşık 1 dönümlük bir bahçe var.

Ayrıntıları merak ettiğiniz için söyleyeyim. Tozlaşmanın kolay olması için mısırları birbirine yakın 4-5 sıra halinde dikiyoruz. Yaklaşık 300-400 koçan kadar da ürün topluyoruz. Genellikle de tek bir tohum türünden değil, 4-5 ayrı tohumdan dikim yapıyoruz. Amaç elbette satıp para kazanmak değil, çeşitli ürünleri bir arada yetiştirmek.

Gördüğünüz saksılar da 70-80lt toprak alabilen 40cm derinliği olan saksılardır. Fotoğraf önceki yıla ait. Bu yıl aynı saksılara bahçeye diktiklerimizden 10 civarında hibrit tohum diktim. (Her saksıya 3-4 adet) Her tohumdan 2 adet, bir tanesinden 3 adet koçan çıktı. Bunlar saksıya özel tohum değil, ticari tarım için üretilmiş tohumlar. Hem saksıda, hem tarlada daha iyi ürün veriyorlar.

pria
04-11-2013, 17:37
Bu arada ben her iki tür muzu da alıyorum. Ama Antalya'da doğrudan tarlanın kenarında satılan muzun, ta ekvatordan Ankara'da evimin köşesindeki markete kadar gelen ithal muzun iki katı fiyatına satılması da bana dokunuyor.

...


"organik" tabir edilen ürünlerin hibrit veya ıslah edilmiş ürünlerden en az 4-5 kat daha pahalı satıldığını görüyorum.'' söyleminize katılmadığım gibi, yerli muzun ithal muz fiyatının iki katına satıldığı söyleminize de katılmıyorum..
Yerli muz her zaman ithalden ucuzdur..Gerek semt pazarında, gerekse marketlerde yerlisi 3 ila 4 lira arasıdır yerli muz, ithal ise çoğunlukla 4.5 liranın üstündedir.
Ben önceden yerli muzun da biraz irilerine özenirdim..Ama geçen yıl hor görülüp, surat asılan 2-2.5 liraya satılan minicik yerli muzların öylesine aromalı, öylesine lezzetli olanlarına denk geldim ki..Her sebze ve meyvenin gösterişli olmasına rağmen iri olmasının çok lezzetli olmayacağının kanıtı oldu benim için..

Ayrıca ''Bunun yanı sıra şehir dışında hobi için dikim yaptığımız yaklaşık 1 dönümlük bir bahçe var.'' demenize rağmen, merakımdan bir gözatayım dediğimde, Tohum Takas Etkinliği'nden hiçbir talepte bulunmayışınız da ilginç geldi bana.. :(
Ah, benim İstanbul'da elimin altında 1 dekar yerim olacak ta, etkinlikten neler ister neler ekerdim, bilseniz..

birnefestoprak
04-11-2013, 17:41
Sn MeTePe,

Yuzlerce yillik (binlerce yillik demek daha dogru) insan eliyle yapilan misir islahindan bahsediyorsunuz, sonra da misirlarin ustune toksik madde sikilmasiyla genine toksik madde enjekte edilmesinin farkinin olup olmadigini soruyorsunuz. 20. yuzyildan once, misir ustunde kimyasal madde mi kullaniliyordu? Ne kadar ilgisiz karsilastirmalar yapiyorsunuz... Binlerce yila ayrinti diyorsaniz, yapacak birsey yok. Butun bu kimyasallarin kullanimi son 60-70 yillik surede oluyor. Ayrica organik tarimdan yana oldugumu soylemistim. Ne misirin genine, ne de ustune toksik madde sikilmasindan yana degilim ama biz bunu konusmuyoruz. GDO'lu misirla insanligin kultivasyonunu gerceklestirdigi ve dogal yontemlerle yetistirdigi geleneksel misiri karsilastiriyoruz. GDO'lu misirla ustune kimyasal sikilan geleneksel misiri karsilastirmiyoruz. Sonucta geleneksel misir cesitlerini de kimyasallari kullanarak yetistirmek mumkun degil mi?

Tek sira ekip ekmediginizi sorunca, sorup sorusturup bulup bulusturup, tek sira yerine yanyana dikilince (tek sira halinde 10 tane yerine iki sira halinde 5'er tane veya daha cok sayida siralarla) tozlasmanin daha basarili oldugunu, bunun da kocanlardaki tane sayisini arttirdigini mi ogrendiniz :) Siradan bir tuketici oldugunuzu, yetistirme konusunu pek bilmediginizi belirttiniz ama ayrintilari iyi biliyorsunuz :) Gubrelemedeki eksiklik/yanlislik, sulamadaki yanlislik gibi konularin da kocan dolgunlugunda etkili oldugunu soyleyeyim. 40 cm saksi derinligi de o dev gibi misir icin bayagi iyiymis. Saksilarin genisligi de 20 cm mi? Terasta degil de tarlada fotograf cektiniz mi?

Kusura bakmayın ama bu biraz çarpıtma oldu... Golden Rice'a toksik madde mi enjekte etmişler? Altı üstü beta-caroten üreten bir gen içeriyor. O da yediğiniz havuçta da var!

Ayrıca, mısırın genine değilde üstüne toksik madde sıkmak çok farkediyor mu? Siz işin özüne değil, ayrıntısına takılıyorsunuz.



Daha önceki mesajlarımda bir kaç kez belirttim ama sanıyorum iyi anlatamadım. Resimde gördükleriniz terasta görsellik için diktiğim ürünler. Bunların yanında 1-2 fide domates, biber, fasülye falan da dikiyorum. Amaç ürün almak değil, bir bahçe havası vermek. Bunun yanı sıra şehir dışında hobi için dikim yaptığımız yaklaşık 1 dönümlük bir bahçe var.

Ayrıntıları merak ettiğiniz için söyleyeyim. Tozlaşmanın kolay olması için mısırları birbirine yakın 4-5 sıra halinde dikiyoruz. Yaklaşık 300-400 koçan kadar da ürün topluyoruz. Genellikle de tek bir tohum türünden değil, 4-5 ayrı tohumdan dikim yapıyoruz. Amaç elbette satıp para kazanmak değil, çeşitli ürünleri bir arada yetiştirmek.

Gördüğünüz saksılar da 70-80lt toprak alabilen 40cm derinliği olan saksılardır. Fotoğraf önceki yıla ait. Bu yıl aynı saksılara bahçeye diktiklerimizden 10 civarında hibrit tohum diktim. (Her saksıya 3-4 adet) Her tohumdan 2 adet, bir tanesinden 3 adet koçan çıktı. Bunlar saksıya özel tohum değil, ticari tarım için üretilmiş tohumlar. Hem saksıda, hem tarlada daha iyi ürün veriyorlar.

MeyveliTepe
09-11-2013, 22:16
.. GDO ile beslenmenin araştırmadaki sağlık kötüye gidişini doğrudan etkilediğine dair tek bir cümlem yok. Bunu da siz yakıştırıyorsunuz
Herhalde haklısınız.... Bunları farketmeden ben yazmış olmalıyım... Alzehimer'den olsa gerek, hatırlayamıyorum.

Yayınladığım araştırma 15 senedir GDO yemekte olan amerikan toplumunda sağlık durumunun pek de iyiye gitmediğini gösteriyor.

Neticesi; "15 senedir GDO yiyiyorlar bir şey oldu mu?" ifadesine yanıt, evet bir şey olmuşa benzer.

Bu tablonun tek sebebinin GDO'lar olduğu tabii ki söylenemez. Ancak tersi de hiç söylenemez. Söylenebilecek tek şey, toplum sağlığının son yıllarda (tam da her gün daha fazla GDO'nun besin olarak tüketildiği dönemde) oldukça kötüye gidiyor olması.

Kronik hastalıkların bu şekilde artma sebepleri içinde beslenme önemli bir yer tutuyor.

Söz gelimi otizmi bile glyphosate'a bağlayan bağımsız araştırmalar var. Kapitalizmin bu uygulamasında glyphosate kullanım artışını ellerini ovuşturarak izleyen otizim sektörü mensubu tıp doktorları bile vardır muhtemelen.
Yukarıda alıntıladığınız laflar ülkemizde insanların GDO'lu yiyeceklerle beslenmesine ikna etmek üzere söylenen;
GDO’lu ürünlerin büyük bir kısmı ABD kökenli. Şimdi Dünyanın en gelişmiş ve zengin ülkesi kendi insanlarını bilerek riske mi sokuyor. lafına cevaptır. En özet şekliyle, "GDO yediler, bir şey oldu mu? " diyenlere, evet bir şey olmuş anlamındadır. GDO sebebiyle bir şey olmadığını söyleyenler, bir şey olduğu söylendiğinde olan şeyin de doğrudan GDO sebebiyle olduğunun söylendiği çıkarımına varıyor ki, bir bakıma bu kendi kazdıkları çukura düşmek gibi bir şey.
ABD'de sağlık risklerinin değişmesinin başka nedenleri de muhakkak vardır. Belki de bir tanesi GDO'dur. Ancak, hiç bir temel veri olmadan nasıl böyle bir iddiayı ileri sürdüğünüzü anlamak mümkün değil.
Benim söylediğim, ABD'de toplum sağlığının iyiye gitmediğine dair veri varken, bu insanlara uzunca bir süredir seçim şansı da bırakmadan GDO yedirildiğine dair de veri varken, "temel veri" olmadan GDO'ların toplum sağlığına negatif bir etkisinin olmadığının da söylenemeyeceği, böyle bir imaj yaratmanın ya da bu imajın arkasında durmanın ucuz bir kandırmaca olduğudur.

Bilmeden alanınıza dokunmuşum :) Uzmanlık alanınız olduğuna göre Alzehimer mı, başka bir şey mi siz daha iyisini bilirsiniz.

Diğer taraftan hastalık epidemiyolojisi, insidansı, patolojisi falan gibi verilerin pek önemli olmadığını, her türlü musibeti GDO'ya bağlayabileceğimiz sonucuna varıyoruz. Halbuki Dünya Sağlık Teşkilatı kanser etkenlerinde en önemli nedenlerden biri olarak sigarayı görüyor ama olsun.

BU KADAR ZORLAMA YORUMLARINIZIN KARŞISINDA ŞAPKA ÇIKARTIYORUM.
Burada benim de şapka çıkartacağım şey bu yorum olsa gerek. Sanki, hastalık epidemiyolojisi, insidansı, patolojisi falan gibi verilerin pek önemli olmadığını ve sigaranın kanser etkeni olmadığını söylüyormuşum gibi.
Eğer komşunuzun evindeki 2 kilo pirincin yarısını ve sizin evdeki 5 kilo nohutun yarısını torbalayıp aç ülkelere göndermeyi başarabiliyorsanız sorun yok. Bu insanlar aç kalmamış olur. İyi de GDO'ya sıra gelene kadar, Afrika'da 100 yıldır açlık var. Neden hala bu gıda bolluğu çözüm olmadı?
Bu ifade herhalde dünyada bazı ülkelerde zaman zaman ortaya çıkan açlık probleminin aslında bir yiyecek yetersizliği değil, dağıtım yetersizliği problemi olduğunu söyleyenlere idi.

Ama aynı mantık cambazlığı burada da var. Yiyeceğin dağıtımında sorun olduğunu söyleyenler bunu GDO'nun dünyadaki açlığı bitireceği sloganına karşı söylüyorlar. Oysa GDO'lar son 15 senedir açlık filan bitirmedi. Sorun hala aynı sorun.

Ne ki, GDO endüstrisi ve destekçisi lobi sorunun çözümüne katkı yerine mallarını satmak ve ülkelere gıda yoluyla hakim olabilmek için GDO'lu mallarının dünyadaki açlığı bitireceğini söylüyorlar.

Bu lafın slogan gibi ilk çıktığı zaman ABD'nin Avrupayı GDO'ya razı etmeye çalıştığı 2001 yılına denk gelir. Kuraklık sebebiyle açlık çeken Afrikanın güneyindeki bir kaç ülke üzerinden esas etkilemek istedikleri Avrupa idi ve şaşalı bir yardımseverlik maskesi altında dilenci olarak niteledikleri bir kaç ülkeye BT mısır gönderdiler. Oysa GDO'lu olmayan yiyecek gönderme imkanları da vardı. Bir ülke bu yardımı reddetti. GDO'ya çok daha önce ekerek, biçerek de kucak açmış bir tanesi nedense açlıktan kurtulamadı.

MeyveliTepe
09-11-2013, 22:25
Söz gelimi otizmi bile glyphosate'a bağlayan bağımsız araştırmalar var. Kapitalizmin bu uygulamasında glyphosate kullanım artışını ellerini ovuşturarak izleyen otizim sektörü mensubu tıp doktorları bile vardır muhtemelen.
Tıp insanları "kapitalizmin bu uygulamasında" insanları hasta etmeye değil, tedavi etmeye çalışırlar. Yapılan "bağımsız" çalışmaların amacı da hastalıkları ortaya çıkmadan önlemek içindir.
İnsanlarını bilemiyeceğim ancak doğrudur. "TIP" hastalıkları ortaya çıkmadan önce önlemeyi hedef almalıdır. Ancak ne yazık ki tıbbın sağlık üzerinden kâr etmeyi amaçlayan ekonomi ile aynı şey olmadığını, sağlık üzerine konumlanmış ekonominin TIP tanımı ile aynı hedefi izlediğinden kuşkulanmak için benim ve başka bir çok insanın kuşku duyması için yeterli sebep var. Sonuçta ellerini ovuşturan siz olmasınız bile başkalarının bunu sizin adınıza da yaptığını düşünüyorum.
EK: Şu glikofosfat ile otizmi ilişkilendirdiğiniz "makale" (!!!) yi de buldum. Bir bilgisayar mühendisi ile kendine "serbest bilim adamı" diyen eski bir kimya mühendisi tarafından yazılmış. Bu şahısların yaptığı hiç bir çalışma yok. Sadece makale yazmışlar. Bilim dünyası tarafından da alay konusu olmuş. Bilginize...

http://www.examiner.com/article/bogu...s-the-internet
Glyphosate ile otizmi ben ilişkilendirmedim. İlişkilendirenler var dedim. Linkini verdiğiniz yazının yazarı da bir yemek tarifçisi. Başka neler yazmış diye baktığımda da gördüğüm, her ülkede örneklerini gördüğümüz üzere Monsanto'nun bir beyanat tekrarlayıcısı.

Yazının hemen altındaki alaylardan ilkini de ben aktarayım. Kit C.Birskovich yazmış.

"Böylece görüşünüzü ispatlamak üzere her gün çayınıza biraz RoundUp koyabilirsiniz.
İtibarları dışında bilimsel posizyonlarının yanlışlığı ile ilgili hiç bir şey ispat etmediğinizi fark ettim. Monsanto'nun uzun kollarının koltukaltı kokusunu duyuyorum."

Otizm ile glyphosate'ı ilişkilendirdiğimi söylediğiniz Saneff ve Samsel'in bir "literature review (literatür taraması-gözden geçirmesi)" olan makalelerinde doğru, yanlış, eksik vb. şeyler olabilir.

Endüstrinin yaklaşımı GDO'lar ve GDO ilintili pestisitler hakkında aleyhte sonuç veren biyoçeşitlilik, çevre, sağlık konularındaki araştırmaların tümünü etkileri ve kontrolleri altındaki bilim(!) kanallarınca (olmadı Bivings Group ile) discredit etmenin bir yolunu bulmak şeklinde.

"GDO'lar emniyetlidir, çevreye bir zararı yoktur, biyoçeşitliliği etkilemez, GDO'ların ayrılmaz parçası RoundUp şurup gibi bir şeydir" anlamına gelen yayınlanmış makale sayısı herhalde binlerle ifade edilebilir.

Öyle ki artık bilim(!) dünyasında bir yer edinmek isteyenler, istendiği gibi bir sonuç verecek şekilde bir araştırma yapıp böylesinden bir kaç makale yayınlamak zorunda kalıyor olmalılar. Kaldı ki, araştırma için ilgili patent sahibi şirketten izin alma zorunluluğu bu gibi araştırmaların sonuçlarını önceden belirleme zorunluluğu da getiriyor. Bu araştırmalardan hiç biri discredit edilmemiş, gayet itibarlı makalelerdir.

Burada GDO'ların biyoçeşitliliğe bir zararının olmadığını ispatlamak için verilen bir makale için, makalede adı olanlardan biri olan Pascal Drake'e yazmıştım. Anlaşıldı ki, bilim(!) insanı altına adını yazdığı makalede, yazmış oldukları şeylere ilgi alanım değil diyor. Üstelik makaleyi yayınladıkları tarihte bile GDO'ların genetik kirlenmeye sebep olduğuna dair, bırakın araştırmayı, mahkeme kararı var. Ne gam, gayet credit bir makale :)

Bu yıl RoundUp aktif maddesinin insanlarda göğüs kanseri hücrelerinin çoğalmasını teşvik ettiğini iddia eden bir araştırma yayınlandı. AgBioWorld şemsiyesi altındaki bilimcilerin ya da eski Monsanto çalışanı olup yeni bilimsel yayın editörü olanların bu çalışmayı da discredit edecek kontra yayınını henüz göremedim, ama yakındır.

Otizim ile RoundUp arasında şöyle bir korrelaston grafiği çizilmiş. 1990'lı yıllardan itibaren ABD'de yıllık RoundUp kullanım miktarı ile otistik çocuk sayısı arasında bir korrelasyon gösteriyor.
452984

Kontra grafik hemen gelmiş. Organik yiyecek satış tutarı ile Otizm arasında korrelasyon gösteriyor.
452985

Bunun trafik kazaları ile olanına da burada rastlarsak pek şaşırtıcı olmaz.

Böylelikle çok artan RoundUp kullanımının otizm (veya başka hastalıklarla) korrelasyon içinde olabileceği var sayımını çöpe atmış oluyorlar;)

Artık yağan yağmurda bile belli oranlarda RoundUp'a rastlanıyor olmasının, GDO'lu tohum ekiminin çok az olduğu Avrupada bile insanların idrarlarında RoundUp tesbit ediliyor olmasının üzerini böylelikle karartmış oluyorlar (Bir araştırmada 18 ülke 182 denekten alınan örneklerden %44'ünün idrarında RoundUp aktif maddesine rastlandığı bildiriliyor)
Ancak dramatik bir örnek olarak; 3 yaşından önce fazla TV izleyen çocuklarda ve yağmuru bol ülkelerde otizmin daha fazla görülmesi gibi ÇEVRESEL nedenlerle, GDO kullanımının artmasının otizmi arttırdığı fikri arasında nesnel bir ilişki kurulamaz. Otizmde artış patlamasıyla TV yayınlarının başlaması, yaygınlaşması arasında çok ciddi bir korelasyon bulunmaktadır. Benzer bir çevresel neden olarak aşılama uzun süre sorgulanmış, ancak klinik bulgular bunun pek de doğru olmadığını ortaya koymuştur.
Bu durumda gitgide artan pestisite mazur kalma durumunun da çevresel bir etki olduğunun söylenemeyeceği sonucu da çıkıyor olabilir. Otizm ile ilgili başka kaynaklar pestisitlerin bir faktör olduğunu belirtiyorlar ama olsun, konu RoundUp olduğunda durum değişiyordur belki.

MeyveliTepe
09-11-2013, 22:52
Bu arada bir konunun açıklığını tekrar hatırlamakta fayda var.

Buşından itibaren bu başlıkta GDO'lardan, ne yediğimizi bilme hakkından söz ederken tam olarak kasteddiğimiz şey nedir?

Tartışma konusu olan GDO'nun kolayca Genetik Bilimi ile özdeşleştirilip, GDO'lu besinlere karşı olanların esasında genetik bilimine de karşı olduğunu, genetik biliminin insanlık için bir çok faydalı kullanımı olabileceğine de karşı olunduğu gibi bir izlenim de verilmeye çalışıldığını izleyebiliyoruz.

Vişne ağacına kiraz aşısı yapıldığında bir tür GDO'cu olunduğu ucuzluğunda bulunanlar olduğu bile duyuldu.

Oysa tüm tartışmanın konusu olan GDO kapsamı Kartagena protokolünde tariflidir. Article 4 ve Article 5, box'larda yer alan tanımlarla beraber neyin bu tartışmanın kapsamında, neyin dışında olduğunu gayet net ortaya koyuyor.

Dahası aynı protokol, kapsam içindeki LMO (Living Modified Organism - Yaşayan Değiştirilmiş Organizmalar- GDO'lar)'ların "precautionary principle" (ihtiyatlılık prensipi) çerçevesinde işlem göreceğini de belirtir.

Belki de tüm gürültü bu prensibin ülkeler, toplumlar ve genel olarak insanlar, çevre ve çevreyi oluşturan tüm yaşam aleyhine, olması gerektiği şekilde uygulanmamasından, protokol ve bu prensibin gereği olarak ortaya konmuş olması gereken bilimsel verinin aldatıcı olduğunun anlaşılmakta olduğunun gün yüzüne çıkıyor olmasından kaynaklanıyor.

En özet şekliyle tartışma konusu olan GDO'lar en pratik şekliyle, hali hazırda 4-5 şirketin bir grup tohumda (pamuk, şeker pancarı, kanola, mısır, soya, pirinç vb.) biyoteknoloji yoluyla doğada kendi kendine olamayacak şekilde bazı mikroorganizmalara ait genleri tohumun DNA'sına yerleştirmek suretiyle yaptıkları genetik değişikliklerdir.

Hali hazırda büyük bir ağırlıkla söz konusu tohumlar "RR" (RoundUp Ready) ve "BT" (bacillus thuringiensis) toksin içeren özelliklerdeki tohumlardır.

RR tohumlar, Monsanto tarafından üretilen ve aktif maddesi glyphosate olup, önemli oranda yayıcı bir madde de içeren RoundUp isimli herbisit'e (bitki öldürücü) dayanıklı tohumlardır. Böylelikle bu tohumların ekildiği alanlara RoundUp bitki öldürücüsü uygulandığında, bu tohumdan ekilen bitkilerin sağ kalması fakat diğer bitkilerin öldürülmesi amaçlanmaktadır.

BT tohumlar ise, bacillus thuringiensis isimli bakterinin, kelebek larvalarının sindirim sistemine girmesini takiben, sindirim sistemindeki bir enzimden tetiklenerek ürettikleri toksini (ki bu toksin tırtılın ölümüne sebep olur) doğrudan tohumun DNA'sına yerleştirerek, bitkinin her bir hücresinde doğrudan toksin bulunmasını sağlar.

Bacillus thuringiensis bakterisi organik prensiplerle bitki yetiştiriciliğinde kullanılan bir bakteridir. Bitkilere püskürtülen bakteri içerikli suspansiyon bitkinin yaprak ve gövde yüzeyinde hava koşullarına bağlı olarak 2 gün civarında canlı kalır. Herhangi bir şekilde bitkiye sirayet etmez.

Yüzeydeki bakteri bir şekilde kelebek larvası ile temas ederse bazı bakteriler tırtılın sindirim sistemine girer, orada bulunan tırtıla ait bir enzimin yardımıyla bir toksin üretir. Toksin de larvayı öldürür. Larvanın vücudunda bulunan toksin, yine bitkinin ne yaprağı ne de meyvesiyle herhangi bir etkileşime girmez, kurumuş larva vücudu ile birlikte bitkiyi terk eder.

Toksinin bakteri tarafından üretilme koşulu tırtılın varlığı ve bakterinin tırtıl ile teması ve bakterinin tırtılın sindirim sistemine girmiş olmasıdır. Tırtıl ile temas etmeyen bitki yüzeyindeki bakteri hava koşullarına bağlı olarak 2 gün içinde ölür.

BT toksini ile genetiği değiştirilmiş tohumdan yetişen bitki, kökünden meyvesine, polenine kadar tüm hücrelerinde, henüz çimlenmemiş tohum durumundan, hasat sonrası kurumuş yaprağı, meyvesi, verdiği tohumu, bu tohumun işlenmesi, öğütümesi pişirilmesi, durumunda dahi var olan toksini daimi olarak içerir.

Bu sebeple bu bakterinin organik tarımdaki kullanımı ile GDO'lu BT tohum toksini arasındaki farkı iyi anlamak gerekiyor. Unvanı prof. olan bazı GDO destekçisi kişiler, BT tohumu, "ne olmuş, organikçilerin de kullandığı bir şey" ucuzluğu ile anlatmayı adet haline getirdiler. Özetin özeti, bu bakteri organik tarımda kullanıldığında bitki ve meyvesinin hiç bir hücresinde toksik madde bulunmaz iken, BT toksinli GDO'larda her bir hücrede toksik madde bulunur.

GDO şirketlerinin dünya kamuoyunu GDO'ya razı etmek için söyledikleri şeylerden biri, GDO tohumlar ekilerek tarım yapıldığında pestisit kullanımının çok azalacağını söylemek idi.

Oysa gerek BT gerekse RR tohumlarda pestisit kullanım azalması, sadece o tohumların ekimine başlanmasından sonraki ilk iki yıl içinde izlendi. Sonrasında her türlü pestisit kullanımı gitgide arttı. RR tohum ekilen tarlalar etraflarıyla beraber neredeyse RoundUp ile sürekli yıkanır duruma geldi. Çünkü artık traktörlerin bile sökemediği ot öldürücülere dirençli yeni süper-ot'lar türedi ve bunlar GDO'lu tarlalardan bağımsız olarak artık her yerde çoğalmaya başladı. Çevreye karışan yüz binlerce ton RoundUp ve başka pestisitlere ilaveten GDO'lar sebebiyle çevreye yayılan süper-ot'lar topyekün GDO camiasının dünyaya bir başka hediyesi oldu.

Bazı zararlıları öldürsün diye bitkinin her bir hücresine yerleştirilen BT toksin de artık o böcekleri öldüremiyor. Toksine direnç kazanan yeni böcek nesilleri yine GDO camiasının ilave bir hediyesi olarak çevreye yayıldı bile. Baş etmek için ilaveten eskisinden de çok böcek öldürücü zehirler püskürtülüyor. Artık insanlara hem BT toksin içeren hem de pestisit kalıntılı yiyecekler yedirilmeye çalışılıyor.

Sonuçta, hali hazırda GDO'lar dediğimizde söz konusu olan;

ne menem bir şey olduğu Kartegena protokolü tarafından ele alınan, ABD kaynaklı 4-5 küresel şirketin mikroorganizma genlerini bitkilere transfer etmek suretiyle yarattıkları ve doğada kendi kendine oluşması olanaklı olmayan, patentli, ABD devletinin dış politikasında başka ülkelerin gıda ve beslenmelerini kontrol etmek adına çok önemli (belki de en önemli) misyon biçilen ve bu yüzden sadece 4-5 şirketin organizasyonu, basın ilişkileri, lobi gruplarıyla da sınırlı kalmayıp ABD dışındaki tüm resmi, gayrı-resmi, sempati grupları dahil tüm misyonlarıyla, her ölçekte ve her platformda, yukarıda uzun anlatılan BT ve RR tohumların, bunlardan üretilmiş yiyeceklerin ülkelere serbestçe girişi, zorluk çıkaranların engellenmesi, yoğun karşı propoganda yapılması suretiyle kamuoyu tepkisinin elimine edilmesi, her yol mübah olmak üzere uygulanan bir GDO işgalidir.

Bu işgalin neferlerine merkezi olarak çeşitli araçların hazırlanmış olduğunu görüyoruz, gördüğümüzde de tanımlaması zor olmuyor.

Kamuoyunda en çok kullanılanlardan biri, "GDO'lara karşı çıkanlar genetik bilimine, insanlığa olası faydalarına da karşı çıkıyorlar" söylemi. Bir başkası da havuçlu pirinçten oluşan temcit pilavı. Havuçlu pirinç gelecek dünyadaki çocuklar hem doyacak hem de besin yetersizliğinden kurtulacak havucu :)

Halen böyle doyup besin eksikliğinden kurtulmuş bir çocuk mevcut değil. Ama ne gam, havuçlu pirinç gelecek ya, milyonlarca ton BT toksini içeren mısırı, RoundUP ile yıkanmış mikroorganizma geni aşılanmış soyayı, BT pamuğu vs. kabullenmeliyiz, çevreye olan kötü ve geri döndürülemez kalıcı etkilerini görmezden gelmeliyiz, RoundUp'ın yağmur olarak yağmasına ses çıkarmamalıyız. Bu tohumlar için ülkelerin oluk gibi varlık kaynaklarının da 4-5 firmaya akmasına tabii ki ses çıkarmamalıyız. Beklenen böyle bir şey.

MeyveliTepe
16-12-2013, 20:57
http://www.youtube.com/watch?v=tgUmW5ZwkGU&feature=player_detailpage (http://youtu.be/tgUmW5ZwkGU)

Adalet Yağcı
22-01-2014, 13:47
Bir kaç yıl önce nette, Chemtrails'in uçaklarla yer yüzüne püskürttüğü ALUMINUM, BARIUM, MORGELLONS ile ilgili iddialarını hayretle okumuştum.
İnsanlığın kendisini yok etmekte neden bu kadar ısrarcı olduğunu anlayabilmek mümkün değil.
Şehir efsanesi mi?
Siz karar verin.

facebook'ta takip ettiğim 'Türkiye Chemtrails Takipçileri' sayfasının iddialarını olduğu gibi aktarıyorum.




Kodaman Ismail tarafından Türkiye Chemtrails Takipçileri'

Gıda amaçlı genetiği değiştirilmiş (GD) ürünlerin ithalatı için yapılan başvurulara son olarak Tüm Gıda Dış Ticaret Derneği’nin (TÜGİDER) üç çeşit GD soya ithalat başvurusu da eklenince hepimiz nefeslerimizi tuttuk, Biyogüvenlik Kurulu’nun kararını bekliyoruz.

Onaylandığı takdirde, etiketlerde de belirtilmeyeceğini düşünmek gerçekten tüyler ürpertici. Ne ile karşı karşıya olduğumuzu iyice kavrayabilmek için GDO’nun ne olduğunu bilmek kadar, bunun arkasında yatan ekonomik ve politik gerçekleri öğrenmek de gerekli. GDO’nun gerçek amacı küresel gıda tedarikini kontrol altına alabilmek, yani bu bir ekonomik ve politik hakimiyet meselesi. En büyük biyoteknoloji şirketleri Monsanto, DuPont, Syngenta -bir Novartis şirketi- ve Bayer genetiği değiştirilmiş tohum pazarının neredeyse %100’ünü ve haşere ilacı/pestisit pazarının %60’ını ellerinde bulunduruyorlar. Yeni şirket satın alımları sayesinde de ticari tohum pazarının %23’üne hakimler.

Araştırmalarım sırasında çoğu zaman bana “yok artık!” dedirten, Superman ya da Batman filmlerindeki dünyayı ele geçirme planları yapan şeytani kimyagerin komplolarını aratmayan ekonomik, politik ve sosyal boyutlarından önce gelin hep beraber bir dönem GD tohumların %90’ını üreten, biyomühendislik alanının en büyük şirketi Monsanto’nun kendi tarihsel “DNA”sına bir bakalım.

1901 – John Francis Quenny satın alma elemanı olarak çalıştığı bir toptan ilaç şirketinden ayrılıp, o günlerde sadece Almanya’dan ithal edilebilen sakarinini ABD’de üretmek için çok ufak bir sermayeyi borç harç toplayarak Monsanto Chemical Works şirketini kurar. Her ne kadar Alman karteli fiyatları düşürdüğü için ona zor günler yaşatsa da, kendi gibi çok yeni, sadık bir müşteri olan Coca-Cola sayesinde ayakta kalır. İşleri yolunda giden Monsanto, ürün yelpazesini vanilya, kafein, sakinleştiriciler ve laksatifler ekleyerek genişletir.
1917 – Monsanto Aspirin üretimine başlar ve kısa sürede dünyanın en büyük Aspirin üreticisi olur. Birinci Dünya Savaşı sırasında da Avrupa’dan kimyasal madde ithalatı durunca, kimya sanayinde yerini sağlamlaştırır.

1920 – Şirketin başına oğlu Edgar’ın geçmesiyle ürün yelpazesi daha da genişler: Plastik, reçine, kauçuk, yakıt katkı maddeleri, yapay kafein, endüstriyel sıvılar, vinil kaplama, bulaşık deterjanı, fosfor, anti-friz, sülfürik asit, erbisit, pestisitler (Mona Lisa tablosunu koruyan cam bile bir Monsanto ürünü!).

1935 – PCB üretimine başlar. [Poliklorlu bifeniller, UNEP (Birleşmiş Milletler Çevre Programı) Kimyasallar Birimi tarafından hazırlanan ve Stokholm Sözleşmesi’nde çevre ve insan sağlığına olumsuz etkilerinden dolayı kullanılmasına yasaklama ve sınırlama getirilen 12 adet kalıcı organik kirleticiden (KOK) biridir. Hava, su ve toprakta farklı derecelerde biriken PCB, aşırı ısınmaya ve ateşe dayanıklı olduğundan özellikle izolasyon, elektrik devreleri ve elektrikli aletlerde kullanılmıştır. Yağ oranı yüksek besinlerle, yüzey toprakları, içme suyu ve yeraltı suyuyla, elektrikli alet üretim yerleri gibi kapalı ortamlarda inhalasyon ve deri yoluyla vücuda alınabilen PCB’nin, bağışıklık sistemi toksitesine, endokrin yapısında bozukluklarına, anne sütünde birikme sonucunda bebeklerde mutasyona yol açtığı ve kanserojen etkilere sahip olduğu belirlenmiştir.]

1940 – Monsanto polistiren (strafor) ve sentetik elyafın yanında DDT de üretmeye başlar. [DDT: Kolayca vücut dokusundaki yağlarda çözülen ve gıda zincirinde biriken, çok zehirli ve kuvvetli bir böcek ilacıdır. Balık ve kuş da dahil olmak üzere, birçok hayvan türünün soyunun tükenmesine yol açacağı belli olunca, 1970’lerde yasaklanmıştır.]

1943-1948 – Monsanto Dayton, Ohio’da Manhattan Project için yani ilk atom bombası için uranyum üzerine araştırmalar yürütür. Dayton Project’in başındaki Dr. Charles Thomas bombanın ilk test patlaması sırasında hazır bulunur ve daha sonra Monsanto’nun yönetim kurulu başkanı olur. Monsanto, 1980’lere kadar Mount Project adı altında federal hükümet için yine Ohio’da bir nükleer santral işletir.

1948 – 2,4,5-T adını verdiği ve ileride meşhur Agent Orange’ın üretiminde kullanılacağı, çok güçlü bir herbisit üretimine başlar. Bu sırada dioksin adlı bir kimyasal yan ürün ortaya çıkar. [Dioksin: kalp ve karaciğer hastalıkları, üreme ve gelişme bozukluklarına yol açan çok toksik bir kimyasal maddedir. Çok küçük miktarlarda bile çevre ve vücutta biriken dioksin, 1997’de Dünya Sağlık Örgütü tarafından kanserojen olarak sınıflandırılmıştır.]

1949 – Monsanto fabrikasındaki patlama; dioksinli 2,4,5-T’nin çevreye yayılmasına yol açar. Her ne kadar 1971’de bu maddenin üretimini durdurmuş olsa bile, 2004’te on binlerce kent sakini adına açılan bir grup davası sonucu Monsanto tıbbi bakım, temizlik ve para cezasına mahkum edilir.
1954 – Bayer’le birlikte poliüretan üretimine başlar.

1955 – Lion Rafinerisi’ni satın alarak petrol esaslı gübre üretimine başlar.
1959 – Monsanto yüksek teknoloji endüstrisi için saf silikon üretimine başlar.
1960-1970 – Monsanto, Vietnam Savaşı sırasında ABD askeri güçlerinin Vietnam, Doğu Laos ve Kamboçya’nın bazı bölgelerine kullandıkları herbisit ve yaprak dökücü (2,4,5-T ve dioksin içeren) Agent Orange’ın en önemli üreticilerinden biridir. [ABD’nin Agent Orange’ı kullanma amacı kırsal ve ormanlık arazilerde yaprak dökerek gerillaların saklanmalarını engellemek ve gıdasız bırakmaktı.

Ayrıca köylülerin gıda kaynaklarını azaltarak, ABD’nin kontrolü altındaki kentlere göç ettirmek de istiyorlardı. Spreyleme işleminin büyük kısmı havadan, bir kısmı da kamyon ve teknelerden yapıldı. 1962 ve 1971 yılları arasında sırasında ABD yaklaşık 75.770.000 litre Agent Orange kullandı. Vietnam Dışişleri Bakanlığı'na göre 4,8 milyon Vietnamlı Agent Orange’a maruz kaldı, 400.000 kişi öldü, 500.000 çocuk sakat doğdu ve düşük oranları arttı. Amerikalı gaziler de kendi paylarına düşen ciddi sağlık sorunları yaşadılar. Ekolojik denge bozuldu, bölgelerin yeniden ormanlaştırılması çok zor ya da neredeyse imkansız bir hal aldı. Harvard’lı bir biyolog aynı bölgede spreylenmemiş iki ormanda 145 ve 170 kuş türü ve 30 ve 55 memeliye karşı, spreylenmiş bir ormanda 24 kuş ve beş memeli hayvan türüne rastladı. Bu da yetmezmiş gibi, bugünlerde Monsanto Vietnam’a bu sefer GDO’ları ile girmeye çalışıyor!]

1968 – LED seri imalatı yapan ilk şirket olur. 1970’lerden itibaren biyoteknolojiye ağırlık vermeye başlayan Monsanto, ileride en büyük silahı olacak Roundup herbisitinin aktif maddesi glisofat molekülü geliştirir ve patentini alır ve 1973’te Roundup’ı piyasa sürer.

1976 – Cycle-Safe adıyla dünyanın ilk plastik gazlı içecek şişesini üretir. Şişe, bir yıl sonra kansere yol açma riskinden dolayı yasaklanır.
1982 – Monsanto ilk defa bir bitkinin genetiğini değiştiren şirket olur. GDO’lu pamuk, soya, mısır ve kanola geliştirmeye başlar.

1985 – Monsanto aspartam patentini elinde bulunduran G. Searle’ü satın alır, NutraSweet Company adlı ayrı bir şirket açar ve aspartam işini 2000 yılında satana kadar buradan yürütür.

1994 – Monsanto yeni bir teknoloji geliştirir ve ineklerin daha fazla süt vermesini sağlayacak bir büyüme hormonu olan Posilac’ı (rBST/rBGH) piyasaya sürer. BST hormonu ve genetiği değiştirilmiş koli basilinin genetik mühendislik yöntemleriyle birleştirilmesiyle üretilen Posilac hayvanların sağlığını bozduğu gibi, elde edilen süt de insanlarda da meme, ilik ve prostat kanserine yol açabildiği için Kanada, Avustralya, Japonya ve Avrupa Birliği de dahil olmak üzere 27 ülkede yasaklanır. Monsanto Posilac’ı 2008’de Eli Lilly and Company’ye satar.

1996 – İlk biyoteknolojik mahsulü Roundup Ready Soya ve haşerelere dayanıklı biyoteknolojik pamuğunu tanıtır.
1997 – Monsanto yeni ürünleri GDO’lu Roundup Kanola, Pamuk ve Mısır’ı satışına başlar. 1997 ve 2002 arasında şirket birleşme ve bölünmeleriyle (kimyasal madde operasyonlarını Solutia adlı bir şirketine devrederek), Monsanto bozuk sicilli bir kimyasal madde devinden bir biyoteknoloji devine dönüşür. Kurumsal geçmişinde hiçbir kimyasal maddeden bahsetmediği gibi artık kendini tertemiz bir “hayat bilimleri” ve “tarım şirketi” olarak tanıtan Monsanto’nun kimyasal maddeleri hakkında açılan tüm davalar da Solutia’ya aktarılır. 2002’de Solutia, PCB fabrikasının bulunduğu Anniston, Alabama’da toprak ve suyu kirlenmekten suçlu bulunur ve 20,000 kişiye 600 milyon dolar ödemeye mahkum olur. 2003’de Solutia iflasını ilan eder.

1998 – Monsanto-Cargill ortak girişimi en ileri genetik teknolojiyi dünyanın en büyük gıda işleme ve dağıtım şirketiyle bir araya getirir.
2000 – Monsanto Pharmacia ve Upjohn ile birleşir.
2001 – Dünyadaki tüm GDO’lu mahsullerin %91’i Monsanto’ya aittir.
2004 – Monsanto American Seeds’i kurar ve şirket alımlarına başlar. 2005 yılında 1,4 milyar dolara dünyanın en büyük sebze ve meyve tohum şirketlerinden Seminis’i satın alır.

2007 – 1,5 milyar dolara önemi bir pamuk tohumu üreticisi Delta & Pine Land Company’yi satın alır.

2008 — Rakipleri tarafından tohum endüstrisinde tekel kurmakla suçlanan Monsanto, 546 milyon Euro’ya Hollandalı hibrit tohum şirketi De Ruiter’i ve bazı şeker kamışı üreticilerini satın alır. Bugüne kadar tohum şirketleri satın alımında harcadığı miktarın 30 milyar doları geçtiği söylenmekte.
2009 – Şirket, 11,7 milyar dolar net satış yaptığını ve 2,1 milyar dolar net gelir ilan eder.

2010 – Forbes dergisi tarafından “yılın şirketi” seçilir.
2011 – Monsanto’nun 2010 yılı net satışı 10,5 milyar dolar, net geliri ise 1 milyar dolar olarak açıklanır. 2009 yılına göre %50’lik bu düşüş, Roundup patentinin süresinin dolması ve rakiplerin jenerik herbisitleri daha ucuza piyasa sürmüş olmalarından kaynaklanmaktadır.

Bugün, dünyada GDO’lu mahsüllerin %80’i Monsanto’ya ait bir gen içermekte. Şirketin Roundup’ı ise dünyada en çok satan pestisiti, Roundup’a dayanaklı tohumlarıyla da Monsanto bir tekel oluşturmuş durumda. Monsanto’nun bu “sabıkalı” kronolojik geçmişinin ardından, önümüzdeki günlerde bu çokuluslu devin girift politik bağlantılarından, Monsanto tohumu satın alıp ekmenin, sosyal ve ekonomik sonuçlarını ve şirketin dünya gıda stokunu kontrol ederek, doğa ve dünya üzerinde nasıl bir hakimiyet kurmaya çalıştığından bahsedeceğim. O güne kadar, henüz izlemediyseniz, [B]“The World According to Monsanto” belgeselini izlemenizi tavsiye ederim.

Adalet Yağcı
22-01-2014, 13:56
Chemtrails'i Yakından tanıyalım.

Chemtrails, Uçakların arkasındaki şeritler, spreyleme, Kimyasallar, HAARP! (http://www.infethiye.net/turkish/notlar/chemtrails-nedir.htm)

Bu tarz karakteristik uçak izi görüntülerini defalarca izledim.
Gerçekten de izlerin altına doğru sarkan kısımlarda gök kuşağı renginde, baryum tuzları ve alüminyum parçacıklarının neden olduğunu düşündüğüm parlak bir oluşum gözlemledim.

Ara sıra başımızı gökyüzüne çevirip, "yukarıda neler oluyor" diye bakmakta fayda var.

birnefestoprak
24-01-2014, 19:55
Gectigimiz hafta GDO karsiti kampanyanin onde gelen isimlerinden olan ve Institute for Responsible Technology'nin kurucu yoneticilerinden Jeff Smith, burda lafi dolandirmadan dogrudan soze girerek 'GDO'nun insan sagligi uzerinde olusturdugu belgelenmis riskler' konulu bir sunum yapti. Hem icerik hem de Smith'in cok iyi bir konusmaci olmasi bakimindan sunumdan cok mutlu ayrildik.

Ilgilenenlere yazari oldugu Seeds of Deception kitabini ve yapimini ustlendigi Genetic Roulette: The Gamble of Our Lives filmini siddetle tavsiye ederim.

oz26
17-06-2014, 00:07
GDO'larla ilgili yoğun bilimsel sansür var

Ezgi BAŞARAN’ın Purdue Üniversitesi’nden Prof. Don Huber ve Tufts Üniversitesi’nden Sheldon Krimsk ile söyleşisi…

… Geleneksel bitki yetiştirme yöntemi mahsulün miktarını ve kalitesini artırır, genetik mühendislik değil.

… Genç bilim insanları için GDO’larda toksin bulmanın cezası var.

… Genetik mühendislik sonucu elde edilmiş ürünler üzerinde mülkiyet hakkı kurulabiliyor. Dolayısıyla ürünün ‘sahibi’ olan şirketler onlar üzerinde test yapılmasını, negatif sonuçların yayınlanmasını yasaklar. Zaten iş GDO’lara geldiğinde yoğun bir bilimsel sansür var. Şöyle bir laf var: ‘Genetik mühendislik bir din statüsüne erişti, o yüzden güvenliğini test eden çıkmıyor.’

… GDO’ların zararlı olduğuna dair ciddi araştırmalar mevcut fakat bu araştırmalar menfaat sahipleri tarafından ya çamurlu sulara gömülüyor ya da sansürleniyor… Aslına bakarsanız son 20 yılda GDO’ların toksin değerleriyle ilgili uzun soluklu sadece iki araştırmanın yapılmış olması suç kabul edilmeli.

…Buna para, siyaset ve güç denir. ‘Eğer siyaseti kontrol ederseniz, ekonomiyi kontrol edersiniz. Eğer tohumu kontrol ederseniz, insanları kontrol edersiniz’ diye bir söz var.

Ticari amaçla üretilen ve tarımda kullanılan GDO’ların yüzde 90’ından fazlası yarardan çok zarar yarattı. Böcek ve zararlıların direncini arttırdı. Çevre, mahsül, hayvan ve insan sağlığı için şu anda bir tehdit oluşturuyor.

…GDO’ların çıkış noktası hiç bir zaman açlığı önlemek değildi. Başlangıçta böceğe dirençli tohumlar böcek ilacı kullanımını azaltmıştı. Fakat bu tohumlar böceklerin direncini artırdı ve şimdi çiftçiler onlara karşı yeniden ilaç kullanmak zorunda kaldı.

… Bazı araştırmacılar hayvanlar üstünde yaptıkları deneylerde GDO’ların zararlarını tespit etti ama GDO yanlısı cemaat hemen bu araştırmaları değersizmiş gibi gösterdi. Ne zaman negatif bir araştırma çıksa hep bir ağızdan bunu yapıyorlar… Hükümet de bunları ne test ediyor ne de denetliyor.


GDO'larla ilgili yoğun bilimsel sansür var - EZGİ BAŞARAN - Radikal (http://www.radikal.com.tr/yazarlar/ezgi_basaran/gdolarla_ilgili_yogun_bilimsel_sansur_var-1197272)

İsmail Kuzucu
08-11-2014, 22:23
Ülker Hero Baby Mamasında GDO, ekranlara hiç yansımayan bir bilgi olsa gerek..

525665

Oğuz Karsan
06-01-2015, 13:11
Merhaba,

Okuduklarımdan anladığımı özetlersem;

Çok uluslu şirketler, Dünyanın artan nüfusunu besleyebilmek bahanesiyle başlattıkları tohumların genleriyle oynayarak daha verimli ürün elde etme aldatmacasıyla, bir taraftan sağlığımızı bozmayı başardıkları gibi, diğer taraftan da kartelleşmiş kardeş kimya firmalarına araştırmaları için büyük bir pazar sunarak geleceğimizin gıdalarını tehlikeye atmışlardır.

Bu oyunlarını bozmak için gereken alt yapı ve bilgiye de sahip olamadığımız da bir gerçek. Ne kadar güçlü olmaya çalışsak da tahminimizden daha uzun bir süre onların emperyal planlarının parçası olmaya devam edeceğimiz muhakkak.

Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün "Mutlaka Muassır medeniyetler seviyesine çıkmalıyız" sözünün anlamını daha iyi anlamış bulunuyorum.

Saygılar

MeyveliTepe
23-03-2015, 23:01
Round Up Ready GDO'lar ile birlikte çok yoğun kullanılan glyphosate aktif maddesi Dünya Sağlık Örgütü Uluslararası Kanser Araştırma Ajansı tarafından malathion ve diazinon aktif maddelerinin yanı sıra "probably carcinogenic to humans (Group 2A)" (İnsanlara muhtemelen kansorejen" olarak yeniden sınıflandırıldı.

Bu grubun açıklaması şöyle:

Grup 2A, sıfnıflandırılan ajanın (glyphosate) insanlarda muhtemelen kansere sebep olduğu anlamında. Bu kategori, söz konusu ajanın insanlarda kanser yaptığı konusunda sınırlı miktarda delil olması, ancak hayvanlarda kanser yaptığında yeterli miktarda delil mevcut olduğunda kullanılıyor. "Sınırlı delil" ise söz konusu ajana maruz kalan insanlarla bu insanların kansere yakalanmaları arasında pozitif ilişki gözlenmesi durumunda ifade ediliyor.

Kaynak: http://www.iarc.fr/en/media-centre/iarcnews/pdf/MonographVolume112.pdf

Glyphosate diğer içeriklerden daha çok daha fazla önem taşıyor çünkü başta GDO'ların yetiştirilmesi olmak üzere dünyada en çok kullanılan ot/bitki öldürücü içerik. Hemen hemen yenen her şeyin içine girmiş durumda, öyle ki güney avrupada yağan yağmurda, insanların idrarlarında dahi bu içeriğin varlığı saptandı.

Biz Türkiye'de bu içerikten muaf değiliz maalesef. Ülkemizde de en çok kullanılan ot ilacı (Round up) bu içeriktedir.

MeyveliTepe
26-03-2015, 00:24
Glyphosate ile ilgili peş peşe yeni bulgular geliyor. Bu içerik halen dünyada en çok kullanılan ot öldürücü (herbisit), öyleki neredeyse her yer glyphosate'a bulanmış durumda.

Genetiği değiştirilerek glyphosate'ın öldüremediği GDO'lu mısır, soya ve kanola tarlalarında bu içeriğe direnç gösteren süper otların türemesi ve yayılmasından sonra 2,4-D ve Dicamba aktif maddelerine dirençli yeni GDO'lu tohumlar yapıldı. Bu sayede glyphosate'a dirençli otların görüldüğü alanlarda 2,4-D ve dicamba içerikli ot öldürücüye dirençli GDO'lar ekilecek ve bu ot öldürücüler kullanılarak otsuz tarım yapılacaktı.

Çok yeni yayınlanan bir araştırmada (http://mbio.asm.org/content/6/2/e00009-15), glyphosate, 2,4-D ve dicamba'nın canlılarda e-coli ve salmonella bakterilerine karşı kullanılan antibiyotikleri etkisiz hale getirdiği anlaşıldı.

Kaynak:study-links-widely-used-pesticides-to-antibiotic-resistance (http://civileats.com/2015/03/24/study-links-widely-used-pesticides-to-antibiotic-resistance/)

çamkokusu
03-07-2016, 17:26
Hangilerinin GDO'suz olduğunu yazan bir liste elinizde olsa, alışverişinizi buna uygun yapmak için zaman harcar mısınız?

Elimde neyin zararlı olduğunu gösteren güvenilir bir liste olduktan sonra yaparım tabii.Organizasyon ne durumda?Güncel bir liste oluşturabildiniz mi?

MeyveliTepe
23-10-2016, 18:36
630918

Buğday sebebiyle gluten allerjisi ve gluten hassasiyetlerinin son yıllarda çok arttığını duyuyoruz. Öyle ki, acaba gizlice GDO'lu buğday yapıldı da bu sebeple mi buğday sebebiyle akut allerji vak'aları çok sık görülmeye başlandı diye merak edenler olmuş.

Sonuç, hayır, buğdayda gizli tutulan bir GDO hadisesi yok ancak sebep daha da dehşet verici. Sebep gluten allerjisi filan değilmiş.

Konvansiyonel buğday üreticileri tarladaki buğdayın büyük kısmı hasata geldiğinde tüm tarlaya round-up (glyphosate) uyguluyorlarmış. Böylece bir kaç gün içinde tarladaki tüm buğday bitkisi ölüyor, ölürken de can havliyle henüz olmamış tohumlarını olgunlaştırıyorlarmış. Bu sayede çiftçi daha yeknesak, kısmen de daha fazla ürün alıyormuş.

Bunun başka bir sonucu ise hasattan sadece bir kaç gün önce yapılan uygulama sebebiyle elbette hasat edilen buğdayda çok yüksek bir glyphosate kalıntısı oluyor. Bazı ülkelerin çoktan yasakladığı glyphosate ülkemizde her yıl tonlarca satılıyor. Ülkemizde buğday hasatı öncesi tarlaya uygulayıp uygulamadıklarını bilmiyorum. Muhtemelen yapan vardır, üstelik yasak olduğunu da sanmıyorum, ancak ne oranda olduğunu bilmiyorum.
Başta alzheimer, otizm, kalp hastalıkları, sindirim sistemi hastalıkları, kanser vb. kronik hastalıklarla ilişkilendirilen glyphosate maddesinin yağan yağmurda, insanların idrarında bile bulunmasına şaşmamak lazım.

Kaynaklar:
The Real Reason Wheat is Toxic (it's not the gluten) | The Healthy Home Economist (http://www.thehealthyhomeeconomist.com/real-reason-for-toxic-wheat-its-not-gluten/)

The Real Reason Why Wheat is Toxic to the Human Body Will Shock You! (It’s NOT the Gluten!) - ORGANIC AND HEALTHY (http://www.organicandhealthy.org/2016/10/the-real-reason-wheat-is-toxic-to-human.html)