2009 yazında güzel bir yavru kedi bizim balkonu sahiplenmişti. İstanbul' dönmemize daha iki ay vardı. Bizde onu sahiplendik. bir sabah kalkıp kapıyı açtığımızda birde ne görelim?
Paspasın üzerinde ölmüş bir kuş yavrusu ve yanında bizim kedi. Kuşun ölümü bizi çok üzdü. Hatta kediyi o an için azarlayıp kovduk.
Olayı senelerdir, yirmi dolayında kedi besleyen ablama anlattım. Bana, o güne kadar hiç duymadığım ilginç bir bilgi verdi. Meğer kediler ilk avlarını sahiplerine armağan ederlermiş. Anlayacağınız, yavru kedi bize jest yapmış.
İki ay sonra, ister istemez ayrılıp İstanbul'a döndük.
Sonraki gelişlerimde gözlerimiz hep onu aradı. Ama yoktu. Büyük olasılıkla bir başka kapıya yatağını sermişti bizimki. İki yıl boyunca hep tekrar görür müyüz? diye her benzettiğimiz kediye ''Sarık, sarııık!'' diye sesleniyorduk. Haa.. Ona Sarık, adını takmıştık ama öğrenesiye kalmadan, ayrılmak zorunda kalmıştık aslında..
İstanbul'a 24 Aralık günü döndük. Ancak dönmemize 5 gün kala birde ne görelim.?
Bizim Sarık yanında yavrusu olduğu kesin bir başka kedi ile birlikte çıkıp gelmez mi? Hemen tanıdık tabii.. Tanımamamız imkansızdı. Çünkü en sevimsiz yanı, durmadan miyavlamasıydı. Huylu huyundan vazgeçer mi? Gene aynı çenesi düşük kedi duruyor.
Ne yazık ki, mutlulukları kısa sürdü.

Beş gün sonra biz buraya döndük. Onlar yine başlarının çaresine bakmak zorundalar...
İşte bizim Sarık ve kızı.. Nasıl çok güzeller değil mi?
