View Single Post
Eski 14-10-2010, 20:25   #237
acemi_caylak
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 29-11-2009
Şehir: İstanbul - Gaziantep
Mesajlar: 1,194
Sn. Safranlı,

Süreç aslında hem basit hem de karmaşık. Bugüne kadar toprak enzimlerinin hiç birisi karmaşık yapısından dolayı kimyasal üretim yoluyla elde edilememiş. Kimileri buna tanrının hikmeti kimileri evrimin doğal sonucu diyebilir.

Basit yönüne gelirsek, insanlar dışarıdan bitkilere takviye yapmanın verimi artırdığına dair bilince, tarlalara döktükleri insan ve hayvan dışkılarının etkisini gördükten sonra ulaşmışlar. Hatta ortçağda bu iş öylesine ileri boyutlara ulaşmış ki Prusya İmparatorluğu'nun Silazya eyaletinde çiftçiler kanalizasyon atıksularını tarlalarına akıtabilmek için sıraya girmişler. Devlet erkanına rüşvet vermişler. Çünkü nüfus az atık yeterli değil. Bu kadar değere binmesinin nedeni ise dışkı içerisindeki şu müthiş bileşik “ÜRE”. Yani bütün bitkiler için (aslında bütün canlılar demek daha doğru) temel element olan azotu içeriyordu. Ayrıca sadece üre değil, dışkının büyük bölümü mikroorganizmalar için iyi bir besin kaynağı olan organik posalardan oluşmakta.

Ancak aynı atık sular bugün başımıza bela olmuş durumda. Çünkü artan nüfus yoğunluğu ile birlikte kontrol edilemez miktarda atık oluşmakta. Ne yazık ki bazı aklı evveller bu kirli suyu zemzem suyuyla arıtabileceklerini sanacak kadarda bilimden uzaklar. İntihal yapan hoca rektör yapılırsa gerisini siz hesaplayın. (Bu uygulamayı Kilis Belediyesi yapmış. Kaynak sitemiz üyesi Sevgili Meymun.) Bunun tersi bilince sahip olanlar ise bu işin bilimsel yanına kafa yorarak aynı suları mikroorganizmalarla arıtma yolunu seçiyorlar. Uygulanış biçimini eleştirsekte, Ergene’de EM ile yapılan uygulama olumlu bir örnek.

Daha sonraki yıllarda iş atık olayıyla kalmamış, 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başlarında bunun farkına varan ve kanalizasyon olayından esinlenen araştırmacılar bu karmaşıklığa çok basit bir gözle bakarak azotlu, fosforlu ve potasyumlu gübreleri üretmişler. Çünkü nüfuz hızla artıyor ve hızla artan kent nüfusuna mal yetiştirmek gerekiyordu. Üstelik akıl almaz boyutlarda kirlenen sularla sulanan tarlalar kolera, tifo vb. salgınların kaynağı haline dönüşmüştü. Artık doğa kendini yenileyemez doygunluğa erişmişti. Kimyasal olan daha temizdi, kolay uygulanabilirdi ve henüz zararları tam olarak bilinmiyordu. Zavallı çiftçiler nerden bilsinlerki attıkları gübrenin çoğu topraktan süzülerek sulara ve denitrifikasyon yoluyla havaya karışmakta. Gübre üreticileri için her satılan bir çuval gübre artı kar demekti. Mühendisleri bu işi bilsede onlarda primini alıp susuyorlar.

Bir kez bu yolda başarı elde ediltikten sonra ise diğer bütün yöntemler es geçilmiş. (Haklarını da yememek lazım bu işte her türlü reklam ve propaganda aracılığıyla başarılı da olmuşlar. Hala da ciddi anlamda bir alternatif oluşabilmiş değil.) Ancak bir şeylerin eksik gittiğinin yavaş yavaş farkına varılmış ve bazı uyanıklar doğal tarım, organik tarım, biyolojik tarım vb. diyerek sorgulamaya başlamışlar. Bu başlıkta hep vurguladığımız gibi toprak sadece minerallerden oluşan bir yeryüzü örtüsü değil. Fiziksel, kimyasal ve biyolojik aktiviteleri ile bir bütün. (Kim tahmin ederdi ki mikron büyüklüğündeki kil mineralleri boyundan büyük işler yapıyor.) Edafon dediğimiz canlı içeriğiyle sürekli biyokimyasal reaksiyonların gerçekleştiği aktif bileşenlere sahip, kum, silt, kil, inorganik mineral ve organik materyallerden oluşmuş bir karışım. Çok komik gelecek ama, topraktaki karbon oluşumunun yaklaşık %20’ sinden sorumlu (bazı kaynaklar %27 diyor) glomalin enzimi (bu enzim mikoriza mantarları tarafından salgılanan bir enzim) daha 1995’te keşfedilmiş. İnsan bunu duyunca şaşırıyor. Veya sırf evrimin fikir babası olduğu için Darwin'in solucanların topraktaki yararı üzerine yaptığı araştırmalar kilisenin baskısıyla güme gitmiş. Ya da soğuk savaş yıllarında Rus Araştırmacı Krasilnikov’un 1958’de yazdığı Soil Microorganisms and Higher Plants kitabı ciddi bir kaynak olmasına rağmen batılı araştırmacılar tarafından göz ardı edilmiş.

Ancak bugün gelinen noktada kimyasal yöntemler tıkanmış durumda. Türkiye’nin en büyük holdinglerinden birisi organik tarım için Japonya’dan uzman davet etmiş, adamlar holding temsilcilerinin organik tarım yapmak için gösterdiği toprağı inceledikten sonra, organik tarım için ancak 100 yıl sonra uygun duruma gelir demişler. (Çünkü toprak ölmüş. Toprakta canlı kalmamış.) Kim takar. Bizimkiler biz yine de başlayalım demişler. Çünkü işin içinde kar hırsı var. Organik ürün pazarda gelir düzeyi yüksek, seçkin bir kitle tarafından tercih ediliyor. Bir an önce pastayı götürmek lazım. Mayınlı arazilerde de bunun kavgası yürütülüyor. Çünkü en bakir (hatta bazılarının iddiasına göre Türkiye’de tek organik tarım yapılabilecek) topraklar orada. Dün kanun zoruyla alınan köylünün toprağı bugün birileri için rant aracı olmuş durumda.

Yani bu iş tek taraflı değil. Diyelimki toprakta kimyasal kullanmıyorsunuz. Ancak çevreye evlerden ve fabrikalardan yayılan diğer atıkları ne yapacağız? Organik tarım yaptığını iddia eden ve onu tüketerek sağlıklı beslendiğini sanan ablamız doğum kontrol hapı kullanacak mı kullanmayacak mı? Kullancaksa bırakalım kanserin temel nedenlerinden birisi olmasını, sulara verdiği zararın kimyasal gübreden daha fazla olduğunu biliyor mu? (Hatta bu hapları uyanık ziraat mühendislerinin bitki yetiştirmede kullandıklarına bizzat şahit olmuştum.) Bu türden hormonal atıklardan dolayı balıklar bile cinsiyet değişiriyor. Sudaki canlılar mutasyona uğruyor, biyoçeşitlilik azalıyor. Ya da TOKİ’nin yaptığı çok katlı kümeslerde oturacak mıyız oturmayacak mıyız? Betondan sızan radon gazının kansere neden olduğunun kaç kişi farkında? Ya da şarpseverler, organik şarap yapımcılarının bile fermentasyonu durdurmak için Sodyum metabisülfit kullandığını biliyorlar mı? Oysa şaraptaki bozulmaya, yine bir kil cinsi olan montmorillonit minerallerinden oluşan bentonit ile müdahale etse olmuyor mu?

Sonuç olarak tarım tek yönlü değil, olaya bütün yerküre açısından bakmak gerekiyor. İşin tarım yönü sadece bir ayağı. Yaşam biçimiyle, dünyaya bakış açısıyla doğal yetiştiricilik bir felsefe aslında. Evinizden çıkan ve kimyasal olmayan her atık, tarlanızdaki ve bahçenizdeki çer çöp, toprak mikroorganizmaları ve bitkiler için müthiş bir besin kaynağı ve su tutucu materyal olarak değerlendirilebilir. Bu yönüyle bakarsak işlem çok basit. Bu başlıktaki bütün yazılardaki amaç, zaten işin ne kadar basit olduğunu anlamak ve doğada gerçekleşen süreçlerin farkına varmak.

Geri kazanma lüksümüz var mı yoksa bu seferde GDO karşısında mı yenileceğiz bunu zaman gösterecek. Ama yine de umut insanda...


Düzenleyen acemi_caylak : 15-10-2010 saat 13:42
acemi_caylak Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön