Her canlı kendi yaşamını devam ettirme çabası içindedir. Yukarda Usta'nın açıkladığı aktinomisetler de bu kurala dahildir. Aktinomisetler bakteridir ancak bazen mantarlar gibi davranırlar. Çürümekte olan maddeler üzerinde uzun örümcek ağına benzer iplikçikler oluştururlar. Ağaç kabuğu, gazete kağıdı gibi parçalanması zor organik maddeleri parçalarlar. Bunu yaparken, tabii ki, "haydi artık bu bitki/ağaç işe yaramıyor. Bunu yararlı kompost haline getirelim" diye düşünmezler. Bunu yaparken kafalarındaki tek düşünce, karınlarını doyurmak ve üremektir. Yeni nesiller üretip devamlılığını sağlamaktır. Karınlarını doyurmaktan anlamamız gereken şey bu maddeleri parçaladıklarında enerji açığa çıkmaktadır (daha doğrusu parçalanma neticesinde elektron açığa çıkmaktadır ve bu enerjiyi yani elektronu başka bileşiklerin yapımında kullanırken bünyelerine enerji de almaktadırlar. Bu elektronu kullanarak oluşturdukları yeni bileşikler ise, bitkiler için son derece yararlı doğal antibiyotikler ve diğer biyolojik aktif maddelerdir. Bu arada diğer bazı yararlı mikroorganizmalarla karşılıklı çıkar ilişkisi içindedirler. Yani “
al gülüm ver gülüm” ilişkisi. Buna bilim dalında “
simbiyotik” ilişki deniyor. Buna gerçek yaşamda
“iyi komşuluk ilişkileri” de diyebiliriz. Biri diyor ki ben de kullanmadığım bir tost makinesi var sana vereyim senin ihtiyacın var; diğeri ise bende de blender var hiç kullanmıyoruz sen her gün kullanıyorsun biliyorum al senin olsun. İşte böyle bir ilişki. Örneğin, laktik asit bakterileri laktik asit üreterek aktinomisetlere yardımcı olur. Nasıl mı? Ortamı patojenlerden temizleyerek. Ya da fototropik bakteriler amino asitler ve nükleik asitlerin yanı sıra şeker de üretirler. Laktik asit bakterileri fototropik bakterilerin ürettiği şekeri kullanarak laktik asit üretirler. (yine bir al gülüm ver gülüm ilişkisi! Çünkü karşılığında laktik asit ortamı patojenlerden arındıracak!) Böylelikle ortam patojenlerden (fusaryum, nematodlar vs.) arındırılırken aktinomisetler ve mantarlar için ortamı daha uygun hale gelir. Tüm bu “al gülüm ver gülüm” ilişkisi neticesinde topraktaki organik madde parçalanması hızlanır. Ayrıca, aktinomisetler, fototropik bakterilerin ürettiği amino asitlerden antimikrobiyal maddeler üreterek patojen va zararlıların bastırılmasına da yardımcı olurlar. Ve organik madde parçalanması hızlandıkça da mikrobiyal aktivite artar. Ta ki toprakta organik madde iyice azalıp tüm mikroorganizmalar aç kalana kadar. O zamanlar çok zor zamanlardır ve iyi komşuluk ilişkileri de çare olmaz. Ta ki, toprağa yeni bitki artıkları düşene kadar. Sonra aynı hikaye devam eder gider. Bu milyonlarca yıldır böyledir. O yüzden belli aralıklarla topraklarımıza organik madde mutlaka ilave etmeliyiz. Aşırı kimyasal gübre kullanımı topraklarımızın çoğunda bu çevrimi sekteye uğratmıştır. Birçok yerde de tehdit etmektedir. O yüzden kimyasal madde kullanımını tamamıyla reddetmeliyiz. Zorunlu durumlarla (yağışın olmadığı ve/veya susuz tarımda), geçiş durumlarında ise (kimyasal tarımdan ekolojik tarıma geçiş), sözü geçen mikroorganizmaları toprağa takviye etmeliyiz. Bu konu içinde bahsetmemiz gereken en önemli noktalardan biri en önemli mikroorganizma türünün fototropik bakteriler olduğudur. Çünkü bu bakteriler kendi besinlerini kendileri güneş ışınlarını veya toprak ısısını ya da topraktaki zararlı gazları kullanarak yine kendileri üretirler. O yüzden bu bakteriler çok önemlidir. Toprakta diğer bakteri türleri ölse bile, insanoğlu ne kadar uğraşırsa uğraşsın, bu bakteri türünü yok edebileceğini sanmıyorum (iyiki de öyle!). Daha çok uzun yıllar insanoğlu ile birlikteliğine devam edecektir. Bizden sonra da devam edeceğini sanıyorum.
Not: Buraya bir aktinomiset resmi koymanın uygun olacağını düşündüm.
