Solucanlar. Evet, solucanlar küçük kıl ayakları ve vücutlarındaki boğumlar sayesinde ileri olduğu kadar geriye de çok rahat ve hızlı hareket eder. Solucanların evleri topraktır. Toprak içinde açtıkları kanallarda, tünellerde hayatlarını geçirirler. Yeryüzüne daha çok geceleri çıkarlar. Ara sıra, ılık yağmurlardan sonra beslenmek ve çiftleşmek için de toprak üstüne çıktıkları olur. Bu cümlelerden de anlaşılıyor ki solucanlar nemli, ıslak ortamları seviyor. Bunun birkaç nedeni var: Solucanların burunları yok, daha doğrusu bütün vücutları burun görevi görür.
Derilerinin tümüyle solunum yapabilirler. Ama bunun için derilerinin nemli olması gerekir. Yani toprak kuruduğunda solucanların derileri de kurur ve solunum yapamazlar, ya toprağın derinliklerindeki nemli bölgelere doğru inerler, ya da ölürler. Ayrıca, toprakta değirmen görevi görebilmeleri için de bol sıvıya ihtiyaç duyar solucanlar. Pek çoğumuz solucanların toprakların doğal değirmenleri olduğunu bilmeyiz. Gel bir bakalım solucandan değirmen nasıl oluyor?
Solucanların burunları olmadığı gibi, çeneleri ve ağızlarında dişleri de yoktur. Ağız biter bitmez, ardından hemen gırtlak ve yemek borusu gelir. Toprak içinde beslenen solucanlar buldukları sap, saman, yaprak, kuru ot gibi besinlerle birlikte, minik taş parçalarını da ağızlarına atarlar. Bu bizim birkaç kaşık çorba arasına, bir lokma ekmeği sıkıştırmamıza benzer.
Çeneleri ve dişleri olmadığı için aldıkları tüm yiyecekleri (taşlarla birlikte) çiğnemeden yemek borusuna gönderirler. Sonra, yemek borusunda o taşlar kuru ot ve yaprak parçalarına sürtünmeye başlar. Tıpkı değirmen taşları arasındaki buğday taneleri gibi, kuru bitki artıkları da solucanların yemek borularındaki taşlar arasında öğütülerek un ufak olurlar ve dışkı olarak çıkarlar. İşte çıkan bu dışkılar doğal bir topraktan her bakımdan çok daha zengindir. Neler mi var içinde? Belki biraz teknik olacak ama, sayalım.
Canlıların temel yapı taşları olan amino asitler var, yüksek moleküllü organik maddeleri canlı organizmaların yararlanabilecekleri kadar basit hale getirebilen enzimler var, humik asit ve fulvik asit gibi bitki gelişimini hızlandıran organik bileşikler var. Daha ne var? Azot var, fosfor var, potas var, kalsiyum var... yetmez mi? Bütün bunlar bir araya geldiğinde ortaya çıkan dışkı bitkiler için hem doğal bir büyüme hormonu oluyor, hem de bitkilerin hastalıklara karşı dayanıklılığını artırıyor.
Yani, bizim solucan değirmen olup, normal bir toprağı alıyor, öğütüp zenginleştiriyor, sonra da bunu bitkilerin köklerine “al kardeş hayrını gör!” diye bırakıyor. İşte tam da burada “iyi ama küçücük bir solucan, ne kadar dışkı çıkartır ki?” diye bir soru aklına gelmiş olabilir. Toprak solucanları bir yılda, bir dönüm tarlada, 3-6 ton arası toprağı öğütmek suretiyle verimli hale getiriyorlar. Dikkatini çekerim bunu yapan sadece tek bir solucan. Sağlıklı bir toprakta dönümde binlerce solucan olduğuna göre, yapılan işi hesap et artık. Biraz önce solucanların toprak altında açtıkları tünellerde, dehlizlerde yaşadıklarını söylemiştim. Peki, solucanların toprak işlemede sabandan daha etkili olduklarını söylesem, inanır mısın? Her bir solucan toprak altında, toprağı öğüterek ilerlerken, sıkışmış toprak içinde tüneller açar. Bir yandan da, açtıkları tünellerin içini salgıladıkları özel bir madde ile sıvarlar ki, tünelleri dayanıklı olsun, kolay kolay yıkılmasın. “Artık bu kadar da olmaz!” diyeceksin ama benden söylemesi, tünellerin duvarlarını sıvadıkları salgı azot, fosfor ve potasyum gibi bitki besin maddelerince çok zengindir. Bitkiler de bunu bildikleri için, köklerini içinde hem temiz hava, hem de bol besin olan bu tünellere doğru uzatırlar. İşte bu nedenledir ki, çayırlık alanların bazı yerlerinde daha sık ve yüksek ot kümeleri görürüz, o zaman anlarız ki oralarda bol miktarda solucan çalışmış ve toprağın o bölgesini, özellikle azot açısından zenginleştirmiştir. Solucanların açtıkları tünellerin marifetleri bunlarla sınırlı değildir.
Bu tüneller ayrıca toprak havasının sürekli yenilenmesini, canlılar için zehirli olan gazların topraktan uzaklaşmasını ve toprağın içine temiz hava girmesini, toprak yüzünde biriken suyun aşağılara rahatça akabilmesini sağlar. Temiz ve bol oksijenli hava da toprak içindeki tüm canlıların ihtiyaç duydukları ilk şeydir. İşte tüm bu marifetlerinden ötürüdür ki, özel solucan çiftliklerinde üretilen solucan gübresi (yani solucan dışkıları) bu gün dünyadaki en pahalı gübreler arasında sayılır. Evet, solucanları biraz tanıdın sanırım.
Şimdilerde solucanlar toprakları terk ediyor. İyi ama neden? İstersen cevabı birlikte bulalım, önce kendimize bir soru soralım “biz solucan olsaydık nasıl bir yerde yaşamak isterdik?” Mesela havası, suyu iyi, temiz, sağlıklı olsun isterdik, değil mi? Yeteri kadar bol yiyecek de isterdik.
Solucanlar da tam bunları istiyor aslında. Sağlıklı ve temiz bir yaşam ortamı. Ne zaman ki, taş parçası diye ağızlarına attıkları taneler kimyasal gübre parçaları çıkıyor; ne zaman ki açtıkları tüneller yoğun su baskısı altında boğulup, yaşadıkları ortamlarda oksijen tükeniyor; ne zaman ki adına “ilaç” dediğimiz ama canlıları öldürmeye yarayan kimyasallar solucanların yaşadıkları tünelleri ve yedikleri bitkileri kaplıyor; topraklar kötü muameleden, bakımsızlık ve kadir kıymet bilmezlikten tuzlanıp, çoraklaşıyor. O zaman ilk solucanlar terk ediyor toprakları. Büyük bir felaketin habercisidir solucanların ayrılışı. “Önce ben, sonra siz terkedersiniz bu toprakları” der bizlere. Yaa, işte böyle!
aytekin@birgun.net