View Single Post
Eski 28-12-2009, 11:09   #44
malina
agaclar.net
 
malina's Avatar
 
Giriş Tarihi: 03-04-2004
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 37,245
Yazdığınız adrese baktım, çok teşekkürler

Söke'nin eşsiz kahvaltı ekmeği Tatlımaya



Orada giriş yapılmış, Arman Hoca, ekmeğini bir hafta sonra yapmış ve anlatmış

İşte onun adresi:

Tatlımaya ekmeğim mükemmel oldu

Alıntı:
ASIL SIR MAYA

Tatlımaya ekmeğinin asıl sırrı ‘maya'sında. Bu ekmeğin yapımında nohut mayası kullanılıyor. Ben size daha önce ekşi mayanın nasıl yapıldığını anlatmıştım, hatırlarsanız. Altı gün süren ve tutmama ihtimali hayli yüksek olan bir yöntemle yapılıyor ekşi maya. Tatlımaya da oldukça hassas ve ‘nazara' açık bir şey! Tutmadığı olabiliyor. Bazen arka arkaya maya tutmayınca, Cumhuriyet fırınında kurşun döktürdükleri bile olurmuş. Bu konuda önemli bir de batıl inançları var: ‘Eğer' diyor Haldun, ‘nohutları kıran el ile hamuru yoğuran el aynı olmazsa, maya büyük ihtimalle tutmaz.'

Maya yapımına nohutları kırarak başlıyorsunuz. ‘Ne büyüklükte kırmamız gerekir Haldun' diye soruyorum. ‘Hani havanın tokmağını bir vurduğunda dörde beşe kırılırlar ya, işte o kadar Arman Abi' diye yanıtlıyor. Bir de kullanacağınız nohutların eski, yani bir yıllık falan olması gerekiyormuş. Eşime soruyorum, ‘Hiç kullanmadığımızdan, nohutlarımız zaten bayağı eskidir' diyor. Ekşi maya için bana verdiği yıllanmış kuru üzümleri hatırlıyorum birdenbire.

NOHUT KIRMA SABIR İŞİ

Evdeki pirinç havanın içine bu nohutlardan bir avuç boşaltıp, havan elini bir hışımla yallah indirmeye başlıyorum zavallı nohutçukların üzerine. Sen misin mutfak içi şiddet uygulayan, tekmili havandan dışarı zıplayıp etrafa dağılıyor. O saat öğreniyorum ki, her seferinde 5-6 tane nohut koyarsan düzgün bir şekilde kırabiliyorsun. Meğer bu iş de sabır işiymiş.

Ardından, litrelik bir pet şişesinin içine, kırdığım bu nohutları doldurmaya başlıyorum. Elbette elimiz terazi değil, bazı nohutlar kısmen leblebi tozu oluyorlar ama onları da ziyan etmeyip şişenin içine dolduruyorum. Geleneksel ádet, 70'lik rakı şişelerine doldurmakmış. Bana, içinden gazlı içecek boşalmış litrelik pet şişe fikri daha hijyenik ve emniyetli geliyor nedense. Büyük soda şişesinin beşte birini kırık nohutlarla dolduruyorum. Üzerlerine önceden kaynatılıp hafifçe soğumaya bırakılmış su koyacağım.

Şişenin içine atılacak diğer malzemeler ise ‘tırnak ucu' kadar tuz ile tırnak ucu kadar ‘incir ağacı dalının külü'ymüş. ‘Neee' diyorum, ‘incir ağacının külü mü?'. ‘Evet' diyor Haldun, ‘dedemin söylediğine göre mayaya çok özel bir lezzet verirmiş bu.'

Onlar incir dallarını boş bir mangalda yakıp küllerini saklar, sonra gerektikçe kullanırlarmış. Külü boşverip, nohutların içine çok az tuz attıktan sonra ılık-sıcak hale gelmiş olan suyu şişenin tepesinden üç parmak aşağıya kadar doldurup kapağını kapatıyorum ve şişeyi küçük bir battaniyeyle sarıp sarmalıyorum. Aynen yoğurt yapar gibi.

Sabah uyandığımda, nohutların sudan şiştiğini ama suyun içinde çok fazla bir mayalanma belirtisi olmadığını görüyorum. Sadece en üstte ayran köpüğü gibi az miktarda bir köpük oluşmuş. Ama kapağı gevşetir gevşetmez inanılmaz bir gaz fışkırması ile karşılaşıyorum. Karbondioksit. Eee, zaten mayalanma da bu değil mi? Fungi'lerin şeker yiyip karbondioksit çıkarmaları...

BİR GECEDE HAZIR

Akşamdan sabaha mayanın olabileceğine aklım ermemekle birlikte gördüklerim beni ikna etmeye yetiyor. O nedenle de hemen ekmeği yapma işlemine geçmeye karar veriyorum.

Bir gün önce aldığım taze beyaz unu göz kararıyla bir tepsi içine döküp, unun ortasını havuz gibi açıyorum. Havuzun içine, şişedeki nohutlu suyu bir tel süzgeçten süzerek boşaltıyorum. Başka hiçbir şey koymadan, unu ve nohutlu suyu yoğurmaya başlıyorum.

Unun da suyun da miktarlarını ölçmeden koymuştum ama, sonuçta nispeten sertçe bir hamur elde etmeniz gerekiyor (fırın ölçüsü 50 kg. beyaz una 17 lt. ılık su). Hamuru bir kaba koyup, üzerini nemli bezle örterek sıcak bir yere alıyorum. Tatlımaya sıcak ortamı severmiş. Geçen haftanın İstanbul sıcağında evde sıcak bir köşe bulmak hiç de zor olmuyor. Hamuru saatte bir (iki defa) mutfakta tezgah üstünde 15-20 saniye yoğurup tekrar dinlenmeye bırakıyorum. İkinci yoğuruştan sonra, içine zeytinyağı sürdüğüm borcam fırın kabına yerleştirip, üstünü kapatarak burada da bir saat bekletiyorum. Hamur iki misli kabarıyor.

ANNEME ANLATIYORUM

Üstüne fırça ile bol su sürüp, bıçakla baklava şekli çiziyorum ve susam serpiyorum. Fırınım önceden 210 C dereceye getirilmiş, hazır bekliyor. Önce pişmemiş hamurun resmini çekiyorum ve hemen ardından tepsiyi fırına sürüyorum. Az sonra tüm evi çocukluğumun kokuları sarıyor.

Hemen annemi telefonla arayıp, anlatıyorum. ‘Nasıl becerdin' diyor, ‘ben bunca senedir denerim bir türlü yapamam... Üstelik tarifi Halim Usta'nın kendisinden almış olmama rağmen...'

Otuz beş dakika sonra nar gibi ve daha da kabarmış bir ekmek çıkarıyorum fırından. Vakit geçirmeden resmini çekiyorum ve köşesinden büyük bir lokma koparıp tereyağı sürüyorum. O an kendimi dünyanın çok mutlu bir insanı hissediyorum.

Bir de bizim Haluk şu söz verdiği Söke deri tulumunu göndermiş olsa, keyif asıl o zaman tamam olurdu diye aklımdan geçiriyorum.
Bu tarifte sadece nohut suyu kullanılıyor, ben içine nohut parçaları da koymayı seviyorum... 2005 yılı bir yazı olmasa Arman Kırım'a bunu da denemesini iletirdim
Yoksa yine de haber versek mi?

malina Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön