Bir adam gördüm düşümde. Uzundu boyu, saçları uzundu. Güçlü kuvvetli kolları vardı. Bedeni iri, ruhu incecikti. Belliydi derin bakışlarından, ellerinin zarifliğinden belliydi, kelimelerinden... Benden yaşlıydı. Kargaşa vardı sokakta. Bir çatışma. Beni almaya gelmişti. “Hadi gidelim” dedi. “Şimdi!” Tereddüt ettim. Ya ailem? Ne derlerdi? Çok düşünemedim ama. O anında rüyamın, tek istediğim; o kavgadan kaçmaktı.
İki anlaşamayan grup neden başladığını bilmeden belki de, birbirlerini yaralıyorlardı. Başka birileri onları ayırmaya çalışıyordu. Ama ayrılmak ya da anlaşmak değildi istekleri. Anlaşamıyorlardı, çünkü kimse haksızlığını kabul etmiyordu. Taşlar atıyorlardı, birbirlerinin üstlerine, sopalarla yürüyorlardı. Birileri yaralanıp yere düşüyordu. Kan revan içinde kalıyordu yüzleri gözleri. Bir arabaya bindirdi beni acele etmemi isteyerek. Güzel, siyah, yüksek bir araba. Gidiyordum ama arkama bakıyordum. Sokaktaki kavgaya. İşte dedim gördün mü ne olduğunu? İki gruptan da olmayan biri, kızıştırıp ortalığı gitti. Kimse görmedi! Ne onların adamıydı ne ötekilerin… İki gruptan da olmayan biri! “Üzme artık kendini. Bak gidiyoruz. Geçecek hepsi” dedi. Beni sevdiğini hissediyordum. Ama ben onu seviyor muydum? Hislerimi sorgulamaktan kaçıyordum. Bir başka adam girdi düşüme tanımadığım, “yapma” dedi. “Bu saçma bir evlilik!” Seni ilgilendirmez bu benim hayatım. Ve benim kararım. Hiçbir şey söylemesine fırsat vermeyerek kurmuştum cümlelerimi alelacele. Başı öne eğik çıktı hüzünle. “Yanlış yapıyorsun, ama öyle kararlısın ki bunu sürdürmekte” der gibiydi bedeni. Derken uyandım. Sabah olmuştu.
Bu kaktüsümün adı da “Adam”. Kolları var gibi. Evdekiler de bu ismini benimsediler. Adam’ın büyüdü, Adam’ın susamıştır? Cümleleriyle belli ediyorlar. Baksanıza fotoğrafına, şu haliyle sanki korumacı bir tavır sergiliyor. Meçhul bir tehlikeye karşı öne atılmış da durdurmak ister gibi kollarını kaldırmış. Dimdik, korkusuz… Rüyamdaki ilk adama benziyor…