Sayın Dogasever,
herşeyden önce, beni EM ile tanıştırdığüınız için teşekkürler. Şu anda balkonumda, bir kova EM ile fermante olan mutfak atılarım var. İkinci kova ise yarından itibaren dolmaya başlayacak. Ben bu EM'i pek sevdim; neden mi? Öncelikle, EM elime geçer geçmez, avucuma aldım ve kokladım. Bana çocukluğumu, cocukluk yıllarımdaki hayallerimi anımsatan bir kokusu vardı. Bu koku, şekerpancarı posasından elde edilen, kuru küspe kokusuna çok benzeyen bir koku idi. İçime doğan güneş, yüreğimdeki enerjiyi harekete geçirdi. Ben, oldum olası toplumlarda faaliyet gösteren sivil toplum örgütlerinin çok ciddi bir değişime neden olamayacakları kanaatindeyimdir. Bu ayrı bir konu tartışılır; ancak, gelin görün ki, yukarıda bahsettiğiniz o güzel projelerin yapılabilmesi, bizim naçizane çabalarımız ile umut ettiğimiz yerlere, ne yazık ki, varacak şekilde mümkün olmuyor. Çünkü, "kötü" hep belden aşağı vuruyor ve Hz. Ali'nin dediği gibi, iyi de hep "ne kadar mazlum olursan ol, bir kere bile zalim olma!" diyor. Elebette zalim olmamak lazım, ama peki bu paradoksa ne demeli? Düşünün ki, milletvekili olmak için neredeyse eski para birimimizce,1 trilyona varan harcamalar yanan bir aday, milletvekili olduktan sonra sizce bizi duyabilir mi? Doğru düzgün ödeneği olmayan ve daha fazla ödenek alabilmek için, nereye süpüreceklerini bilemedikleri yüzlerce öğrenci mezun etme pahasına habire ikinci öğretim açan "üniversitelerimiz"in de amacı ve vahim durumu ortada. İş bulamadığı için "bari araştırma görevli olayım" diyebilen bir asistan, projeden ne alayabilir ki?
Elbette amacım karamsar tablo çizmek değil. Şunu demek istiyorum, kağıtları onlar dağıttığı sürece, oyunu hep onlar kazanır. Yani, yenilenebilir enerji sistemlerine yukarıda bahsettiğiniz kişi ve kurumlar değil de, bizzat Türk köylüsünün kendisi sahip çıkmadıkça iş bir yere varmaz, ya da yarım aksan bir varış olur.
Saygılarımla.
|