Ağaç Dostu
Giriş Tarihi: 14-04-2007
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 3,235
|
15 - Besicilik / Sütçülük
Batılı çiftçi kalkınırken Türk çiftçisi batıyor
TARIMIN BİLİNÇLİ YOK EDİLİŞİ
Süt üreticisi de tüketicisi de MUTSUZ!
Üreticinin sütünü çok ucuza alan sanayici, onu tüketiciye çok yüksek fiyatlarla pazarlıyor. Sonuçta, süt içemediği için kemikleri gelişemeyen insanlar haline getiriliyoruz!
Yapılan araştırmalar, Türk milletinin batılılara oranla yaklaşık 10 kat daha az süt içtiğini ve peynir yediğini ortaya koydu. Bizden yarı yarıya ucuza süt içebilen Avrupalı vücuduna yeterli kalsiyum ve proteini depolarken, protein deposu ette de aynı şansa sahip oluyor. Türk insanı ise, et ve süt cenneti sayılan Anadolu topraklarında yanlış politikalar ve uygulamalar sonucunda `yoksunluk` içinde bırakılıyor.
Batıda sütü üretici
kooperatifleri pazarlıyor
Süt alım fiyatlarının piyasanın insafına bırakılmış olması süt üreticilerini çok zor durumda bıraktı. Süt üretiminde girdi fiyatları her geçen gün artarken, sanayicinin üreticiye ödediği süt alım fiyatı ise yerinde sayıyor. Batılı ülkelerde süt üreticisi ürettiği bir litre süte karşılık iki kilo yem alabilirken, Türk süt üreticisi ise bir litre süte karşılık ancak 1 kilo yem alabiliyor. Bu da, sütün üretim maliyetini arttırıyor. Sütünü pazarlama şansına da sahip olamayan üretici, onu, kapısına gelen sanayiciye çok ucuza verirken, batılı meslektaşları ise kendi aralarında kurdukları kooperatifler aracılığı ile sütlerini pazarlıyorlar ve böylece tüketici ile aralarındaki aracıları yok etmiş oluyorlar. Bu durumda üreticinin cebine daha fazla para girerken, tüketici de taze ve ucuz süt içmiş oluyor.
Türkiye`de de üreticilerin kendi pazarlama ağlarını kurabilmeleri ve sütlerini tüketiciye `aracısız` ulaştırabilmeleri için destek görmeleri gerekiyor.
Ülkemizde halen süt üreticileri, ürettikleri sütün yüzde 35`ini kendileri tüketirken, geri kalanın yüzde 54`ünü sanayiye aktarmakta, yüzde 11`lik bir dilim ise, sokak sütçüleri tarafından açık olarak satılmaktadır. Sağlık açısından kontrol edilmemiş olan sokak sütünü satın alanlar, bunun nedenini genellikle `taze ve ucuz` olmasına bağlıyorlar. Ayrıca konsantre sütlerdeki katkı maddelerinin sütün kesilmesine bile imkan vermemesi, tüketicileri sanayileşmiş mallardan gittikçe uzaklaştırıyor. Ancak sokaktan alınan süt çok ciddi sağlık riskleri taşıyor ve mutlaka uzun süre kaynatıldıktan sonra içilmesi gerekiyor.
Haftada 1 bardaktan
az süt içiyoruz!
Türkiye`de süt içenlerle yurtdışında süt içenleri karşılaştırırsak, halen sürdürülen sistemdeki hatalar daha belirgin olarak anlaşılabilir. Üç yıl önceki rakamlara göre Türk insanı yılda ortalama olarak 9 litre kadar süt içip, bütün yıl boyunca sadece bir buçuk kilo
peynir tüketirken, bir Amerikalı`nın yılda 86 litre ve bir AB vatandaşının da yılda ortalama 81 litre civarında süt tükettiğini biliyoruz. Bir Türk`ün bir yıl boyunca içtiği 9 litre sütün 45 su bardağı ettiğini düşünürsek, sekiz günde bir bardak süt içtiğimiz ortaya çıkar.
Hayvan sayısı düştü, süt
üretimi arttı
Bu arada ülkemizde 15 yılda sağılan hayvan sayısı azalmasına karşın, üretilen süt miktarı ise kültür ırkları ve melezlerin oranının artırılması dolayısıyla yükseldi. 1991 yılında yaklaşık 6 milyon baş sığır sağılırken, süt üretimi 8,6 milyon ton civarında gerçekleşti. 2005 yılında ise sağılan hayvan sayısı yaklaşık 4 milyon baş iken, süt üretimi 10 milyon tona yükseldi. Dolayısıyla 1991 yılında göre 2005 yılında sağılan sığır sayısı yaklaşık 2 milyon baş daha az olmasına karşın, üretim yaklaşık 1,5 milyon ton artmış oldu.
Manda sütünün
tadını unuttuk!
Türkiye Ziraat Odaları Birliği`nin hazırladığı Hayvancılık Raporu`nda süt üretimimizin yüzde 90`ının ineklerden sağlandığı, geri kalan yüzde 10`luk kısmı da, koyun, keçi ve manda sütünün oluşturduğu belirtiliyor. Oysa bundan 16 yıl önce bu oran yüzde 17`ye varıyordu. Keçilerin ormanlara zarar verdiği düşüncesiyle Hükümetçe desteklenmemesi, manda üretimi konusunda da yardımcı olunmayıp, ülkenin tek mandacılık enstitüsünün bile yakın geçmişte kapatılması, Türkiye`de ciddi bir keçi ve manda kaybına neden oldu. Koyunların sayısı da, gerek terörden kaynaklanan sorunlar, gerekse sağlıkta `kolesterol` kaygısı yüzünden azaldı.
Etin kilosu maliyeti karşılamıyor!
Kesimlik hayvan yetiştiren besicilerin sorunları da, süt üreticileri ile paralellik gösteriyor. Besiciler, üretim maliyetleri içinde yüzde 60-65 düzeyinde yer tutan yem fiyatlarının yüksekliği karşısında isyan ediyorlar.
Ankara Ticaret Borsası Başkanı olan ve aynı zamanda TOBB Başkan Yardımcılığı görevini de üstlenen Faik Yavuz, 2006`da başlayan ve 2007 yılında en üst düzeye çıkan maliyet artışlarını şöyle değerlendirdi:
` - 2006 hasat döneminde 0.26 YTL olan arpa, Şubat-Mayıs 2007 döneminde ortalama 0,40 YTL`dir.
- Saman, 2006 hasat döneminde 0,10- 0,13 YTL arası iken ocak ayından itibaren 0,20 - 0,23 YTL`ye çıkmış, yeni hasat döneminde kuraklığın da etkisiyle saman fiyatını 0.35 YTL `ye kadar yükselmiştir.
- Kepek fiyatları 0,23 YTL den, 0,34 YTL ye
- Yonca fiyatları 0,22 YTL`den, 0,40 YTL`ye
- Kuru küspe 15 Ykr`den, 23 Ykr`ye
- Karma yem 50 kg çuval 17 YTL`den, 23 YTL`ye yükselmiştir.`
`Bir büyükbaşın
günlük bakımı 5 YTL`
Yavuz, bir hayvanın günlük yem, ilaç ve bakım giderinin bir yılda 3,2 YTL`den 5 YTL`ye yükseldiğini belirterek, `Tüm bunları alt alta getirdiğinizde, 1 kg etin maliyet fiyatı 8,2 YTL`ye ulaşmaktadır. Buna karşın sektörde çalışanların tabiri ile Bıçak dediğimiz, derili ve sakatatlı kesim ücretinin kilosu 7,5 YTL`dir ve ne yazık ki bu fiyata da satacak yer bulmakta zorlanmaktadır` dedi.
Kilo başına 1 YTL`lik prim istiyor
Hayvancılık sektöründe seri halde iflasların kaçınılmaz hale geldiğini ileri süren Faik Yavuz, Ankara Ticaret Borsası`nın internet sayfasından AKP Hükümeti`ne şu öneride bulundu:
`Hiç olmazsa, sorunları çözmek için kilo başına verilecek 1 YTL`lik prim, sektöre can suyu olacaktır. Bununla ilgili kaynak da Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Hayvancılığa Destek Fonlarından sağlanabilir. İnanıyorum ki, sektör birkaç ay gibi çok kısa bir süre içinde hayata tekrar dönebilir. Çünkü 2004 yılında da buna benzer bir kriz yaşanmış ve yukarıda temas ettiğim yöntemle çok kısa süre içinde çözülmüştü. Yani Amerika`yı tekrar keşfetmeye gerek yoktur.`
Kesimlik hayvan sayısı yarı yarıya azaldı.
Türkiye`de hayvancılığın yaşadığı çöküşün en büyük nedeni, Et ve Balık Kurumu ve Süt Endüstrisi Kurumu`nun `özelleştirilme` kılıfı altında yağmalanması oldu. Bir kısım güçler, bu kurumlara ait tesislerinin üzerinde bulunduğu arsalara gözlerini dikerken, et ve süt sektöründe faaliyet gösteren bazı firmalar da `büyük bir rakibi yok etmenin` keyfini yaşadılar. Olan, özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolulu küçükbaş ve büyükbaş hayvan üreticilerine ve Türkiye`nin hayvancılık sektörüne oldu. İlk kombinasını 1953 yılında Erzurum`a kurmuş olup yıllar içinde birçok ilde faaliyet gösteren ve sektörün en büyük et entegre şirketi haline gelmiş olan Et ve Balık Kurumu`nun, bölge yetiştiricileri için anlamı çok büyüktü. Bölge karla kaplandığında onlara yem yardımı yapan, hayvanları büyüdüğünden onu üreticiden satın alan, kesimhanelerinde kesim olanağı sunan bu kurum 1992 yılında Bakanlar Kurulu kararı ile özelleştirme kapsamına alındı. Bu karar, hayvancılık sektörü için sonun başlangıcı oldu.
1994 yılında apar topar satılan 12 kombina ve 2000 yılında da buna 6 kombinanın eklenmesiyle Türk ekonomisi 1990- 2005 yılları arasındaki 15 yıllık dönemde, et üretiminde yüzde 19,2`lik ve hayvan kesiminde de yüzde 53`lük bir gerileme yaşamış oldu. Şimdi devlet, yapılan `özelleştirme hatası` nın yarattığı yaraları sarabilmek için, EBK`ndan elinde kalan kısıtlı tesislerle, TAR-ET adı altında bir `sözleşmeli besicilik` projesi başlattı.
`Piyasadaki etlerin yarısı yasal değil`
Bu arada Ankara Ticaret Odası da Hayvancılık konusunda bir rapor yayınlayarak, sektörde son 20 yılda yüzde 33 oranında azalma olduğunu açıkladı. Ayrıca, yediğimiz 1 milyon ton etin yarısının da kaçak ya da kayıt dışı olduğu ileri sürülen raporda, `kaçak giren etin bilançosu yaklaşık 5 milyar YTL`dir` denildi. Türkiye`de koyun varlığının azalmasından dolayı ortaya çıkan kaybın da 3 Milyar doları bulduğu belirtilen raporda, 2010 yılına kadar protein ihtiyacının karşılanması için et üretiminin yüzde 300, süt üretiminin ise yüzde 50 arttırılması gerektiği ifade edildi.
Hayvancılıkta üreticilerin
sorunları
* Yem çok pahalıdır.
* Kaliteli kaba yem açığı sorunu sürmektedir.
* Islahta beklenen hedeflere bir türlü ulaşılamamıştır.
* İşletme sayısı çok fazla, işletme başına düşen hayvan sayısı gelişmiş ülkelere göre çok düşüktür.
* Hayvan başına verimler gelişmiş ülkelerinin gerisindedir.
* Hem hayvan sayısı, hem de hayvansal üretim miktarı gün geçtikçe azalmaktadır. En hızlı kayıp manda ve manda ürünlerinde olmaktadır. Ayrıca keçi üretimi de çok düşmüştür.
* Hayvan hastalıkları ile etkin bir mücadele programı oluşturulamamıştır.
* Sınırlardan kaçak hayvan girişlerinin önlenmesinde etkinlik sağlanamamıştır.
* Mevcut pazarlama yapısı üreticinin ürününü değer fiyatına satmasına katkı sağlamaktan uzaktır. Bunun sonucu olarak tüketici de ucuza gıda tüketememekte, aracı kesimin bozuk ve düzensiz pazarlama yapısından haksız kazanç sağlaması engellenememektedir.
* Üretici etkin ve güçlü bir örgütlenme çatısı altında toplanamadığı için üretimden pazarlamaya kadar ki aşamalarda yaşadığı sorunlara çözüm bulmakta yetersiz kalmaktadır. Bu durum üreticinin güçlü sanayiciler karşısında pazarlık gücünü düşürmektedir.
* Hayvansal ürünlerden ciddi bir ihracat potansiyeli de oluşturulamamıştır.
* İşletmelerin kredi talepleri çeşitli nedenlerle karşılanamamaktadır.
YARIN: Duyun bu sesleri!
::.. Serpil ÖZKAYNAK..::
|