View Single Post
Eski 29-10-2006, 15:10   #2
malina
agaclar.net
 
malina's Avatar
 
Giriş Tarihi: 03-04-2004
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 37,246
SUNUŞ

Türkiye’de ormanların başına gelenler, deyim yerindeyse “pişmiş tavuğun başına gelmemiştir”: Bitkisel üretim ve hayvancılık yapmak, yerleşmek için arazilere gereksinme duyulmuş, ormanlar yakılmış yıkılmış; maden, turizm ve enerji yatırımcılarına, vakıf üniversitelerine, kamu kurum ve kuruluşlarının eğitim tesislerine, alt yapı yatırımlarına arazi sağlama gereği ortaya çıktığında orman arazilerinden başkası akla gelmemiş, ormanların içinde ve bitişiğinde yerleşik köylü yurttaşlarımızın, yaylacıların yapacak ve yakacak odun gereksinmelerini çevrelerindeki ormanlardan karşılamalarına çoğu zaman göz yumulmuş, ormancılık çalışmalarının yerel ve ülkesel siyasal ve bürokratik egemenlerin ormancı çalışanlar üzerindeki baskıları nedeniyle tekniğine uygun yapılamamasının yol açtığı “teknik orman yıkımlarını” kimseler dert edinmemiş... Yine de iyi direnebilmiş ormanlarımız bunca saldırıya.

Ne var ki, bu saldırılar artık çok daha etkili stratejiler ve taktiklerle yapılıyor: Sözgelimi; orman alanlarının genişletilmesi için özel hukuksal düzenlemeler yapılırken aynı düzenlemelerle 1982 Anayasasında bile başkalarına devredilmemesi olanaksızlaştırılmış “devlet orman” sayılan arazilerin özelleştirilmesi anlamına gelebilecek uygulamalara hukuksal dayanaklar sağlanabilmiştir; “devlet ormanı “sayılan araziler, “devlet ormancılığını millet ormancılığına dönüştürme” söylemiyle siyasal iktidarın yandaşın belediyelerin insafına terkedilebilmiştir.

Anayasanın 170. Maddesinde yer verilen “...ormanların korunmasına ve geliştirilmesine orman köylüsüyle işbirliği” yaptırımına dayanılarak bir yandan orman muhafaza memurluğu düzeni tasfiye edilirken bir yandan da milli park, tabiat parkı, tabiatı koruma alanı vb statülerle koruma altına alınmış ormanların, ağaçlandırma alanlarının korunması köy tüzel kişiliklerine bırakılabilmiştir.

Kısacası, Anayasalardaki ve yasalardaki yaptırımların; bakanlık ve genel müdürlük düzeyinde son derece yaygın ormancılık kuruluşlarının; orman fakültelerinin, araştırma enstitülerinin, ormancı demokratik kitle örgütlerinin, “ulusal ormancılık programlarının”, onbine yaklaşan orman mühendisinin, sayıları giderek artan “ormanseverlerin” varlığına karşın ormanlarımız yazgısına terk edilmiş onlarca yıldır.

Şimdilerde ise, “bozuk” sayılan orman alanlarının zeytin plantasyonlarına dönüştürülmesine yönelik “savaş” yeniden başlatılmıştır. Gerçekte “savaş”, bilindiği gibi, iki yanlı bir olgudur; başka bir söyleyişle, savaşların savaşan iki yanı vardır. Oysa, yeniden başlatıldığını öne sürdüğüm “savaşta”, iki yan yok: Bir yanda zeytinciler ve yandaşları öte yanda da ormanlar var. Ancak, yalnız bırakılmış ormanlar bu “savaşta” ne yapabilir ki...

Ama ormanların da gerektiğince bilgili, kararlı ve yürekli yandaşları olursa bu “savaşın” sonuçları; başka bir söyleyişle, ormanlarımızın “makus tarihi” değiştirilebilir.

Bu, değini, bu yandaşlara ulaşabilmek umuduyla hazırlanmıştır.

malina Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön