Toprağa sahip çıkmazsak başkasının kucağına oturacağız
Kurucusu olduğu
TEMA Vakfı ile yıllardır toprak kaybına engel olmaya çalışan
Hayrettin Karaca, artık insanlara bunu anlatmaktan sıkıldığını söylüyor. Ama yine de tehlikeye dikkat çekmeden duramıyor
TEMA’nın kurucusu, şimdi de onursal başkanı olan Hayrettin Karaca’nın Yalova’daki Karaca Arboretumu’na gidiyorum. Kendisini yeşilliklerin içinde gazete okurken buluyorum. “Hoşgeldiniz” dedikten sonra “Bugün Bush beni yanına çağırıp ’dostum’ deseydi bunu hakaret olarak algılardım” diyor ve kahkayı basıyor. Ardından bel fıtığından sonra seyahatlerini azalttığını, yaşlılığın gelip çattığını belirtmeden edemiyor ve ekliyor: “Kendime bastonlu, yüzü buruşmuş sevimli bir nine arıyorum, haberiniz olsun.” Bu zamana kadar yaşadığı toprakla ve hayatla olan mücadelesini soruyorum, o anlatıyor...
TEMA kurulduğundan bu yana erozyonla mücadelede ne kadar yol alındı? Neleri başardı, neleri yapamadı?
Yıllardır toprağın değerini anlatmaya gayret ettik. Büyük başarılar ve sonuçlar aldık, noktayı koyduk diyemem ama hiçbir şey yapmadık da diyemem. Şimdiye kadar iki önemli şey yaptık. Mera ve Toprak Kanunu’nu çıkardık. Gelin görün ki, sardık kundakladık, ama öyle duruyor. İcraat yok.
Neden?
Kısaca nasıl anlatılır bilmiyorum ama... Toplumun büyük ilgisini ve desteğini aldık. Ancak siyasi kadroları maalesef bu yolda bir hizmete yönlendiremedik. 1946’dan bugüne kadar iktidar olmuş bütün hükümetler, Türkiye’nin topraklarına hizmet ederek değil tüketerek ve yok ederek iktidar olmayı amaçladılar ve bunu başardılar.
Çok iddialı laflar bunlar...
Kaç yaşında adamım, yalan mı söyleyeceğim! Toprağın değerini ben hiçbir hükümete anlatamadım. TEMA’yı idare edenlere anlatamadım da onlara mı anlatabileceğim? Toprak yasası adam gibi uygulansa bu ülkenin kaderi değişecek.
MEŞELERİ EVİME DİKECEK DEĞİLİM
Peki 10 milyar meşe palamudu kampanyası amacına ulaştı mı?
Proje deprem zamanında ağırlaştı. Biz bu işi tek başımıza yapmıyoruz. Orman Bakanlığı’yla ortaklaşa yapıyoruz ve onların bize yer göstermeleri gerekiyor. Evime dikecek halim yok ya meşeleri...
Yangınlar için ne diyorsunuz?
Ahh ah... Yaralarıma dokunuyorsun. Gelibolu yandı. Diktik, yine yandı. Yandı diktik, yandı diktik. Yangından bir şeyler gidiyor ama yenileri geliyor. 1994’de Amerika’da Yellow Stone Milli Parkı günlerce yanmıştı. Bilim adamları ikiye ayrıldı. Biri yangını söndürelim dedi, biri söndürmeyelim. Sonra kendiliğinden söndü. O bölgede 160 yıldır olmayan 12 yeni bitki türedi. Bitkiler kendilerini yenilediler.
Yanlış anlamıyorsam yangının iyi bir şey olduğunu mu söylüyorsunuz?
Hayır tabii. Ancak ormancılarda yangın kültürü denen bir şey vardır. Bilerek bölge bölge yakılır ve yeni bitkilerin önü açılır. Yangınlardan hemen sonra dikim yapılıyor. Bir durun Allah aşkına, dikmeyin aceleniz ne! Gelibolu yangınından sonra Orman Bakanı Hasan Ekinci’yle televizyona çıkmıştık, canlı yayında. Ekinci, “Derhal dikim çalışmalarına başlayacağız” deyince panik oldum, “Hayır olmaz” diye bağırdım. Kameralar döndü bana. Orası ağaçlandırılamaz, beklemek lazım, hem bitkilendirilmemesi gerekiyor. Bir sevdamız var her yer çam olsun istiyoruz. Çam, çam, çam bıkmadık mı çam ekmekten sağa sola yahu! Bırakın çamı hangi toprağa ne ekilmesi gerekiyorsa o ekilsin. Yangından sonra bir yıl arazinin dinlenmesi, yağmurlarla toprağın suya doyması gerekir. Çam fidelerine sarılmayın hemen.
Türkiye’yi bucak bucak dolaştınız. Toprak kaybının en trajik düzeyde olduğu yerler neresi?
Şu soruya bak! Beni sinirlendirme böyle sorularla! Erozyona maruz kalan bölgelerin artık şakası yok. Dilimde tüy bitti. Yaşlandım, yormayın artık beni. Her yıl 10 milyar 400 milyon ton toprak kaybediyoruz. Derelere denizlere göllere gidiyor hepsi. Sel olunca bakan gidiyor bölgeye ve şöyle diyor: “Değerli vatandaşlarııım, acımız çok büyüktüüür, ülkemiz güçlüüüdür, bunları en kısa zamanda düzelteceeeğiiiz.” Ve gidiyor. Sel nerden geldi, niçin geldi kimse ilgilenmez. Biz millet olarak ağıt yakmayı çok severiz. Ağıtımızı yakar sonra olay yerini terk ederiz. Tedbirini alırsan o sel gelmez kardeşim. Senelerdir bunları dinliyorum, sıkıldım artık. Soruna cevap vereyim en iyisi daha fazla sinirlenmeden. En trajik bölge Harran Ovası. Harran bitmiş durumda. Tuzlanmış ve terk edilmiş... Çukurova’nın yüzde 30’u bitmiş, Konya ovası bitmiş!
Sıkıldınız mı bunları anlatmaktan?
Sıkıldım tabii, ömrüm bitiyor artık. Mecliste bütçe programı açıklanır, bir kere de erozyonla ilgili bir laf geçmez. Bir kere de benim hatırım için topraktan bahsedin yahu. Kurtuluş toprakta farkında değiller. Yıllarca “tarım” deyip durdular. Toprağın sorununu çözmeden tarıma çözüm bulunamayacağını anlamadılar. 20 yıldan fazladır duyuyorum bu lafları ve sıkıldım. Geldim 85 yaşına, siz hâlâ tarım sorunu deyin bakalım. Ben yaşamayacağım artık bu topraklarda, siz yaşayacaksınız, siz düşünün! Ayrıca toprağına sahip çıkmazsa bu millet başkalarının kucağına oturacak haberi yok. 330 bin kilometre yol gittim. Köy köy gezdim. Bel fıtığı yüzünden ara verdim, bir süre eskisi gibi gezemem. Oturduğum yerden kahroluyorum.
DERTLERİ OY! YANGIN DEĞİL...
TEMA siz kenara çekildiğinizde yoluna devam edebilecek mi?
Şu anda TEMA’nın kurucu onursal başkanıyım. Devam edecek elbette. Sağlığımızda gençleri başa getirdik ki, neler yapabiliyorlar bakalım. Onların da yürüttüğünü görebilmemiz gerekiyor. Sağken yapmak lazım bunları. TEMA’nın bir gücü var, erozyon denince akla hemen vakıf geliyor, bunu başarmışız. Ancak hâlâ istediğim enerjiyi yakalayamadım, yanarım yanarım ona yanarım. Sorarsın şimdi neyi yakalayamadınız diye, söyleyeyim. Yurttaş hareketi istiyorum. Valilikler, silahlı kuvvetler, diyanetçiler TEMA’cı. Eee? Neden bir şey olmuyor. Kimseye bir şey anlatamadım. Bazen TEMA’ya bile...
Neden kimseye bir şey anlatamadınız, ben de bunu anlayamadım...
Bunu yaşadığım küçük bir hikâyeyle anlatayım. Yıl 1982. Kızıl ağaç var. Onu görmek, bilgi almak istiyorum. Orman idaresine gidip izin istiyorum. Bana “İnsanların ormanda açtıkları alanları tutanaklıyoruz, çok meşgulüz” diyorlar, ısrar ediyorum. Yanıma genç bir çocuk veriyorlar, ormanı gezmeye başlıyorum. Devam ederken bir adam ağacı baltalıyor, biri de tutanak tutuyor. Ağacı baltalayıp hudutlarını belirleyen adam soruyor tutanak tutana “Ne yapıyorsun?” diye. O da anlatıyor durumu. O zaman adam, “Şu ileride ki ağaçların olduğu yerleri de bana yaz orayı da alıyorum” diyor. Şaşırıyorum. Sonra anlıyorum nedenini Orman Genel Müdürlüğü haber salmış, “Seçimden sonra af var” diye. Şimdi sana soruyorum, yangın mı tehlikeli, yoksa oy derdi mi?
Bana dava açan kızımı kucağıma alıp sevecek değilim
Eşinizin ölümünden sonra kızınız size miras davası açtı...
Olur öyle şeyler... Kırgınım kızıma, alıp kucağıma sevecek değilim tabii ki... Ama o değil, onun kocası yaptı ne yaptıysa. Diğer kızım ondan çok daha farklı yaklaştı miras konusuna. Herkes bir olmuyor işte. Kaderini değiştiremezsin. Böyle olması gerekiyormuş demek ki... Üzülüyorum ama alıştım. Evlat acısı yaşadım, şimdi beni ağlatma geçelim bunları. (Erozyon Dede’nin oğullarından Halil 1984’te dişçi koltuğunda narkozdan öldü. Diğer oğlu Atay ise 1993’te Tarabya’daki evinde eşi tarafından öldürüldü.)
Kitabımda çapkınlıklarımı anlatacağım!
Kitap yazıyormuşsunuz, neler anlatıyorsunuz kitapta?
Hayatımın beşte birini konuştum, 500 sayfa olmuş. Nasıl olacak bilmem. Cilt cilt mi yapsam acaba. (Gülüyor) Çok acılar çektim, çok da övündüğüm günler yaşadım. TEMA’yı, sanayii hayatımı anlatacağım. Aile yaşantımı ve tabii ki çapkınlıklarımı anlatacağım. Çapkınlıklarımı şimdi de anlatırım ama teybini kapat!
Karaca markası beni çok gururlandırdı maalesef yaşatamadılar
İpini koparan danalar gibi kendimi çayıra bayıra saldım. Öyle olmasını 1940’da iş hayatına atılacağım vakit düşünüyordum. 1980’e kadar para kazanmak için çok çalıştım. Bugünkü aklım olsa yapmazdım. O tarihten sonra para kazanmayı bıraktım. Karaca markası beni çok gururlandırdı. Alanlar yıllarca giydiler kazakları ve tüketmediler. Benim para umurumda bile değil artık, ben doğaya döndüm yüzümü. Karaca’yı yaşatmayı başaramamışlarsa benim yapacağım bir şey yok. Hiç üzülmüyorum.
“Yıllardır aynı kazağı giyiyor, parasını harcamıyor” açıkçası “varyemez” diyorlar size. Zenginsiniz ama yemiyorsunuz, neden?
Ne derlerse desinler umurumda bile değil. (Gülüyor) Bir gün neden böyle olduğumu anlayacak ve utanacaksınız halinizden. Bu dünyada insanlar ikiye ayrılmıştır. Karnı aç olanlar ve gözü aç olanlar. Gözü aç olanları doyuramazsın. Dünyada servetler bir kişiye doğru akarken, fakirler hızla artıyor. Al sana bir örnek, 1993’de Amerika’da 22 kişinin serveti 48 ülkenin servetine eşitti. Bugün 3 kişinin serveti 48 ülkenin servetine eşit hale geldi.
Tek başınıza küresel tüketimin karşısında mı durmayı amaçlıyorsunuz?
Bir en büyük sayıdır küçüğüm. Bir olmazsa iki ve üç olmaz. İnancım var, başka bir şeye gerek yok. Hergün yeni bir şey satın alırsan toplum seni bir gün ama bir gün mutlaka yargılayacak. Ben, beni kullanmalarına izin vermiyorum, sen de verme.
İnsanların kazandıkları kadar harcamaları doğal bir şey değil mi?
Bu bir ahlak meselesi. Benim param mı yok yıllardır aynı kazağı ve yamalı pantolonu giyiyorum. (Yamaları gösteriyor.) Hakkın olanı tüket, karnını doyur, barın, sağlığına kavuş, eğitim al. Daha öteye gitme.
08.10.2006
Akşam
Zeynep Bakır