Bu güne kadar pek çok çiçeğe tutkum oldu...
Kardelen'e olan tutkum pek duygusaldır... Baharın öncü habercisidir; aceleci, telaşından yorgun düşmüş, güzelliğinden ve zerafetinden mahcubiyet akar... Onun bu hallerine tutuldum heralde...
Hani, Yunan zaferini bir an önce Atinalılara duyurmak isteyen asker
Phidippides, kendisi de savaştığı halde 50 km saatlerce, durmaksızın koşarak Atina meydanına ulaşmış, “Zafer” diye bağırdıktan sonra düşüp ölmüş ya kardelen bana bu askeri anımsatır... Bütün çiçeklerden önce koşturup, 'bahar geliyor müjde...' dedikten sonra bahar şenliğini görmeden ölüp gidiyor...
Sonra o
kır çiçekleri...
Özellikle
bozkır çiçekleri..
Başıboş, özgür ve ne kadar da yalnızlar...
Sonra sonra?...
Evet ya,
kasımpatları...
Tüm renklerin solgunlaştığı, tüm çiçeklerin güzelliklerinden elini ayağına çektikleri bir mevsimde kendilerini gösteriverirler...
Ha bakın!..
Gülün gönlümdeki ve gözümdeki yeri ayrı elbette... Bu kadar özgüveni yerli yerinde başka bir çiçek var mıdır acaba? O artık aileden biri...
Lakin yaban asmaları!...
Ah o yaban asmaları!..
Onlara
clematis demeye dilim varmıyor. Her ne kadar söylenmesi afilli de olsa...
Yabanasması, ormanasması, orman sarmaşığı, yaban sarmaşığı, meryemana asması isimleriyle anılıyor oysa... Çeşitlerine
akdolandı, mordolandı, akasma, filbahar (buradaki fil kelimesinin aslı ful-dur),
aldolandı, pembedolandı, gönlümedolandı, aklımadolandı... (son dördünü ben yakıştırdım) desek ne olur?..
Çocuklarına Yunanca olan
melis- melisa ismini koyan çok ama Türkçe adı olan
oğulotunu koyan hiç yok...
Melisa kelimesi bize çok zarif gelirken
oğulotu neden kaba saba geliyor dersiniz? (Oğul güzel kelime ama ot bozuyor işi değil mi?...) Kelimeleri bize çekici kılan (ya da tersi) onlara bindirdiğimiz anlamlar olsa gerek. Bu açıdan ot kelimesi sınıfta kalmaya mahkum... İyi de yabanasması öyle kaba, saba değil gibi... Hoş o kadar da muhafazakar değilim. Ama, clematis ismini pek kullanmasak diyorum...
Her ne hal ise:
Geçen yıl diktiğim iki yabanasması (ikisi de kışı kupkuru bir vaziyette geçirdiğini ve umudumu kestiğimi size yazmıştım. O ince, kuru gövdelerinde gözler patlamaya başlayınca, hani, 'bu bir mucize' demiştim ya. Şimdi o cılız gövdelerinde iri yapraklar doldurdu ve onlarca tomurcuğu var.
(Jackmanii ve multı blue)
Yani onlara birer
mordolandı dense yeridir...
Derken bir sürprizle karşılaştım. Saksıdaki
montana 'mayleen' açtı ve kokulu iyi mi?..
Düşünebiliyor musunuz leylakların, hercaimenekşelerinin kokuları arasında kendine has o hoş kokusuna yer bulmaya çalışıyor...
Onlara karşı duyulan aşk değil sanki bu bir kara sevda...
Hastalıklı bir sevgi bu...
Tüpedüz manyaklık...
Çünkü onlara sahip olma isteğine engel olamıyorsunuz. Geride, bahçede kendilerine hala yer bulunamamış (sonradan görmüşlük işte bu olsa gerek) dokuz adet daha tomurcuğa durmuş yabanasmam var...
Oysa bu sarmaşıkların 250 çeşit türünden söz ediliyor. Velhasılı kelam, bu tutkuya bir dur demem lazım...